AK Gençliğin Buluşma Noktası
Haberler Dünyadan ve Ülkemizden son dakika haberler burada.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-09-2010, 11:54   #1
Kullanıcı Adı
novek
Standart Türkiye'de anne olmak
Türkiye'de anne olmak



Fotoğraf, Fatih Pınar'ın kişisel web sitesinden alınmıştır.
Bugün anneler günü. Biz de soL olarak annelerimize, Türkiye’de anne olmanın, kadın olmanın zorluklarını bir kez daha gözler önüne sererek, biraz buruk da olsa bir hediye vermek istedik...
AKP, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde kadın istihdamını öne çıkarmaya, Meclis’teki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile iki cinsiyet arasında toplumsal denge kurmaya çalışsa da, Türkiye toplumunda kadının durumu konusunda bir ilerlemeden söz etmek mümkün değil. Kadınlar, toplumun, hak gasplarını en sık yaşayan ve en ağır yükümlülüklerle hayatını idame ettirmeye çalışan kısmını oluşturuyor.
Kadın evde otursun, çocuk baksın
Ev işleri ve çocuk bakımının tamamen kadının omuzlarında olduğu ülkemizde yasalar, kadınların hayatını kolaylaştırmak yerine kadının annelik sorumluluğunu bile görmezden geliyor. Kadınlarımıza “En az üç çocuk doğurun” diye buyuran Başbakan’ın bu çocukların nasıl büyütüleceği konusunda bir önerisi bulunmuyor.
Kamu hizmetlerinden vazgeçilmesi, devletin eşitliği sağlama yükümlülüğünü fiilen ortadan kaldırıyor. Hasta, yaşlı, engelli ve çocuk bakımı hizmetlerinin yetersizliği, bu sorumlulukları da kadınların omuzlarına yüklüyor ve kadın istihdamını azaltıyor. Toplumsal bir yükümlülük olan çocuk bakımı, devletin de çocuklara karşı sorumluluğu olduğu görmezden gelinerek yalnızca annenin sorumluluğuymuş gibi gösteriliyor. Kadınların yüzde 62’si, çalışamamalarının nedeninin çocuk bakma zorunluluğu olduğunu belirtiyor.
Ev işleri kadından sorulur
Ipsos KMG’nin bir araştırmasına göre, Türkiye’deki ev kadınlarının yüzde 96,2’si ev işlerini bir yardımcı olmadan tek başına yapıyor. Geçtiğimiz yıl İngiltere’de bir sigorta şirketi tarafından yapılan bir araştırma, kadınların ev işleri ve çocuk bakımı için haftada ortalama 74 saat vakit harcadıklarını, bu değerin ev kadınları için 82 saat, dışarıda tam zamanlı çalışan bir kadın için ise 55 saat olduğunu ortaya koyuyor. Kadınların çocuk bakımına ayırdıkları ortalama sürenin haftada 33 saat olduğu belirtiliyor.
Eğitim-Sen’in "Hayat Bilgisi Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Araştırması" başlıklı raporuna göre, ilköğretim birinci kademe seviyesindeki öğrencilere, Hayat Bilgisi kitaplarında, resim ve metinler yoluyla ev işleri annenin sorumluluğunda gibi gösterilirken, çalışan kadınlar da genellikle anneliğin ve ev kadınlığının devamı sayılan öğretmenlik, hemşirelik, hasta bakıcılığı gibi mesleklerde resmediliyor. Ev işlerinde babanın rolünden ise bahsedilmiyor.
Yargıtay da ev işlerinin kadının sorumluluğunda olduğunu onaylar kararlara imza atıyor. Hatırlanacağı üzere, Yargıtay, açılan bir dava sonucunda, boşanan erkeğin ev işlerinden mahrum kalacağı gerekçesiyle kadından tazminat alabileceğini kararlaştırmıştı. Kararda, “Koca; kendi kusuruyla yol açmadığı boşanma yüzünden, evlilik düzeni bozulmuş, en azından evin bakımı, temizliği gibi kadının ev işlerine emeğiyle sağladığı katkıdan yoksun kalmıştır. Koca, bozulan bu düzenini ilerde yeniden kurmak ve elde etmek için maddi külfet yapmak zorunda kalacaktır. (…) Bu bakımdan, maddi tazminatın koşulları oluşmuştur” denilmiş, böylece ev işlerini kadının sorumluluğu olarak gören anlayış yargı tarafından da tescillenmişti.
Yasalar anneliğe saygı duymuyor
2008 yılında AKP iktidarı tarafından, sosyal güvenlik uzmanlarının karşı çıkışlarına ve binlerce kişilik protestolara rağmen yürürlüğe konan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasası en çok kadınlara, annelere zarar veriyor.
5510 Sayılı SSGSS Kanun Tasarısı’nın 16. Maddesi’nde sigortalı kadın veya sigortalı olmayan karısının doğum yapması nedeniyle sigortalı erkeğe, doğumdan sonraki altı ay süresince her ay doğum tarihinde geçerli olan asgari ücretin üçte biri tutarında yani aylık 195 TL emzirme ödeneği verilmesi öngörülmüşken, bu hükmün daha uygulanmadan ortadan kaldırılması bunun bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Hükümetin önce bu miktarı asgari ücretin onda birine indirmek istediği, son olarak ise emzirme ödeneğinden yararlanmak için son bir yıl içinde en az 120 gün prim ödeme koşulu getirdiği ve altı ay yerine bir defaya mahsus olmak üzere 195 TL emzirme yardımı verilmesini kararlaştırdığı biliniyor.
Annelere destek değil köstek oluyorlar
SSGSS’nin 74. Maddesi’ne göre kadın işçilere doğumdan önce sekiz ve doğumdan sonra sekiz hafta olmak üzere toplam on altı haftalık süreyle, çoğul gebelik halinde doğumdan önce on hafta, doğumdan sonra sekiz haftalık süreyle doğum izni veriliyor. Bir yaşından küçük çocuk sahibi kadınların ise çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni var. Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını işçinin kendisi belirliyor. Ancak bu hükümlere aykırı olarak, doğumdan önceki ve sonraki sürelerde gebe veya doğum yapmış kadınları çalıştıran veya ücretsiz izin vermeyen işveren veya işveren vekiline beş yüz lira para cezası verilmesi öngörülüyor. Para cezasının çok yüksek olmaması cezanın caydırıcılığını azaltıyor. Birçok işyerinin hamile kadınları son iki haftaya kadar çalıştırdığı ve süt izni verme konusunda toleranslı davranmadığı biliniyor.
Ayrıca mevcut İş Yasası’na göre, iş erlerinde emzirme odası açma 100, kreş açma 150’den fazla kadın işçi çalıştırılması şartına bağlı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yaptığı açıklamalarda defalarca, bu durumun işveren üzerinde yarattığı olumsuz sonuçların altını çiziyor. Böylelikle çalışan annelere “başınızın çaresine bakın” deniliyor. Çok büyük ölçekli bir işletme olmadığı takdirde, işveren kreş açmayı tercih etmediğinden, kadın işçi sayısını 150’nin altında tutuyor. Bu oranın kadın ve erkek işçi sayısına göre hesaplanmaması da kadın istihdamını etkiliyor. Kreş açmayan işyerlerinin 0-5 yaş çocukları için özel kreşlerle anlaşarak hizmet satın alması öngörülüyor.
Kanun tasarısında kadın istihdamını teşvik için düşünülen çalışan annelere kreş parası yardımı ise uygulamaya konmadan kaldırıldı.
Tüm bunların etkisiyle, AKP iktidarı süresince, çalışan 52 bin 400 kadın işten ayrılıp ev hanımı olarak hayatına devam etmeye başladı.
Anne olmayı istemek de yasak
Kadınlar işyerlerinde de ayrımcılığa uğruyor. Büyük ve çokuluslu şirketlerden küçük atölyelere kadar, üretimin her aşamasında, kadın, gebelik ve hastalık mazeretlerinin fazla olacağı öngörüsüyle işe alınırken ikinci planda tutuluyor. Türk Ceza Kanunu’nda cinsiyet temelli ayrımcılık yasaklanmasına rağmen kadının işe cinsi ayrımcılık sebebiyle alınmadığı kanıtlanamayacağından karar yine işverenin oluyor.
İş görüşmelerinde kadınlara evli olup olmadığı, evli ise anne olmayı isteyip istemediği soruluyor. Çünkü anne adayı her kadın, potansiyel bir zarar kapısı olarak görülüyor. Bazı fabrikalar kadın işçilerine sıra ile hamile kalma izni veriyor. Hamile kadınları başka zorluklar da bekliyor. Sağlık koşullarına uygun çalıştırılmayan, tuvalete gitmesine bile sınır konularak yoğun iş temposunda çalıştırılan kadınlar sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için uğraş veriyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre yılda yaklaşık 2500 kadın anne olmak isterken hayatını kaybediyor. 2005 yılında yürütülen “Ulusal Anne Ölümleri Araştırması” kapsamında, 53 ilde anne ölüm nedenlerine yönelik yapılan araştırma, 5 anne ölümünden 4’ünün önlenebilir nedenlere bağlı meydana geldiğini, bunun anne adaylarının temel sağlık hizmetlerinden yararlanamamasından kaynaklandığını gösteriyor.
Çalışma ortamlarında yaygın olan erkek egemen kültür kadına kimi zaman sözlü, kimi zaman fiziki taciz olarak yansıyor. Bazı işyerlerinde kadınlar eşit işi yaptıkları erkeklerden daha az ücret alıyor. Şirketlerin yönetici kadrolarında olduğu kadar sendikalar ve meslek odalarında da erkekler çoğunlukta oluyor. Kadınların üstüne yığılmış ev işi, çocuk bakımı gibi sorumluluklar sendikal örgütlenmelere ve diğer sosyal faaliyetlere engel oluyor. Üstelik bu koşullar altında çalışmaya mahkum edilen kadınların 58 yaşında emekli olmaları öngörülüyor.
Kadınlar zor koşullarda, sigortasız çalıştırılıyor
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü verilerine göre, erkeklerin işgücüne katılım oranı yüzde 60,7 iken bu oran kadınlarda yüzde 24.5’te kalıyor. Çalışan kadınların yüzde 57,2’si tarım sektöründe ve bunların yüzde 50’si de ücretsiz aile işçisi konumunda çalışıyor. Kırsalda çalışan 100 kadından 84’ü tarım kesiminde ve bunların yüzde 77’si herhangi bir ücret almaksızın aile işçisi olarak çalışıyor.
İstihdamda yer alan 100 kadından 58’i herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışıyor. Ücretli veya yevmiyeli çalışan kadınların yüzde 26,6’sı, işveren kadınların yüzde 33,8’i, kendi hesabına çalışan kadınların yüzde 90,7’si sigortasız çalışıyor.
Yasalar gereği kadınların ağır işlerde çalıştırılmalarının tam hükümle yasak olmasına rağmen, Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği kapsamında değerlendirilen iplik dokuma ve giyim üretim sektöründe çalışanların yaklaşık yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor.
Social Watch örgütü tarafından 2008 yılında ''eğitim, ekonomik faaliyet ve güçlenme'' kriterleri dikkate alınarak yayımlanan ''Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İndeksi''ne göre Türkiye 139. Sırada bulunuyor.
Genel ve yerel yönetimlerde kadının adı yok
Kadın sosyal sorumluluklarının altında ezilmiş bir şekilde yaşamaya mahkum edildiğinden, eğitim faaliyetlerinden yoksun bırakıldığından, genel ve yerel yönetim kadrolarında neredeyse hiç kadın bulunmuyor. Kadınların yüzde 19.4’ünün okuma yazma bilmediği ülkemizde milletvekillerinin yalnızca yüzde 9’u kadın. Bakanlar Kurulu’nda sadece 2 kadın bakan bulunuyor. 2009 yerel seçimlerinde, Türkiye genelinde seçilen toplam 2.948 belediye başkanının sadece 27 tanesi yani yüzde 0.9’u kadın. Bu kadınlardan ise sadece iki tanesi il belediye başkanı olmuş. 31.790 Belediye Meclis üyesinin ise 1.340 tanesini yani yüzde 0.4’ünü kadınlar oluşturuyor. Ülkemizde kadın vali ve müsteşar bulunmuyor.
Kadınlar şiddet mağduru
Hatırlanabileceği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi, “aile içi şiddeti cezalandıracak etkili bir sistem oluşturma ve kurbanları koruyacak yeterli güvenlik koşullarını sağlama konusunda başarısız olduğu” gerekçesiyle uyarmıştı. Kararda, kadınları hedef alan aile içi şiddetin yargının pasif tavrı nedeniyle yaygınlaştığı vurgulanmıştı.
2009 yılında gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına göre, her 10 kadından 4’ü eşi ya da beraber olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete uğruyor. Bu vakaların yarıdan fazlasının “ağır şiddet” olarak tanımlanan “vurma, tekmeleme, boğazını sıkma, bıçak ya da silah kullanma” şeklinde gerçekleştiği bildiriliyor.
Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün verilerine göre Türkiye’de, 15-19 yaşları arasındaki şiddete uğrayan kadınların yüzde 63’ü kendilerine yönelik şiddetin haklı bir nedeni olduğunu düşünüyor.
Şiddet mağdurunu devlet de korumuyor
Türkiye’de şiddet mağduru kadınların başvurabilecekleri sığınma evi sayısının ülke genelinde 27 tane olduğu bildiriliyor. Bu kurumlardan 14 tanesi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, diğerleri yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları bünyesinde hizmet veriyor. Ancak, uzmanlar ülke nüfusu göz önüne alındığında yaklaşık 3 bin sığınma evinin gerekli olduğuna işaret ediyor. Ayrıca, şiddete uğrayan kadınların büyük çoğunluğunun öncelikle karakola başvurduğu, ancak çoğu durumda polislerin kadına yönelik şiddeti “haklı” ya da “olağan” bulan yaklaşımları nedeniyle, kadınları şikâyetlerini geri almaya ve evlerine dönmeye ikna etmeye yöneldikleri pek çok raporda vurgulanıyor.
Kendisine şiddet uygulayan eşinden korunmak için defalarca devlet kurumlarına başvuran, boşandığı halde eski eşinin şiddetinden kurtulamadığı için savcılıktan korunma talep eden Zübeyde Yıldız’ın eski eşi tarafından öldürülmesi, devletin kadın yurttaşlarının yaşam haklarını korumadığını en açık örneği olarak önümüzde duruyor.
Töre cinayetlerinde iki kat artış
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın 2008 yılında hazırladığı “Töre ve Namus Cinayetleri” raporu, töre ve namus cinayetlerine kurban gidenlerin sayısının son beş yılda patlama yaparak 1100’ü aştığını ortaya koyuyor.
kaynak

 


Konu novek tarafından (05-09-2010 Saat 12:04 ) değiştirilmiştir..
novek isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-09-2010, 12:15   #2
Kullanıcı Adı
EZEL
Standart
Komunist ülkelerde kadın başbakan varmı yada oldumu ? Meclislerin % 'de kaçı Bayan ?
EZEL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-09-2010, 12:18   #3
Kullanıcı Adı
novek
Standart
Alıntı:
EZEL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Komunist ülkelerde kadın başbakan varmı yada oldumu ? Meclislerin % 'de kaçı Bayan ?
onu bilmemde nedne olmasın oyle bir engelmi var?

Sovyetler’de anne olmak






Dünya tarihinin reel sosyalizm örneği Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde kadın ve anne olmak Türkiye’dekinden oldukça farklıydı.
Eşitlik üzerine kurulu, devletin tüm sosyal olanakları sağlayarak kadınların yükünü hafiflettiği bir düzende kadın olmak; ev işi yapmayı, saatlerce çalışmayı, çocuk bakmayı değil bambaşka bir şeyi ifade ediyordu.
Sovyetlerde anne ve çocuk sağlığı yasalarla koruma altına alınmıştı. Ekim Devrimi ile birlikte 17 Aralık 1917’de anne ve çocuk sağlığının korunacağı ilan edilmiş, 1919 yılında çıkarılan bir yasa ile de anne ve çocuk sağlığı hizmetinin sürekli ve herkese sunulacağı, çocuk işçilerinin olmayacağı, kadın-erkek eşitliğinin sağlanacağı, eğitimde okul ve kiliselerin ayrılacağı belirtilmişti.
Sovyetler Birliği'nde anne adayları ve anneler işten atılamaz, gece çalıştırılamaz, iş seyahatlerine gönderilemezdi. Daha hafif işlerde çalıştırılır ancak daha az ücret almazlardı.
Anne ve çocuk sağlığı hizmetleri için çok sayıda kadın danışmanlık merkezi, ebe merkezi, anne evi, süt emzirme istasyonu, süt mutfağı, çocuk yiyecek istasyonu, kreş ve anaokulu, gebe danışmanlık merkezi vardı. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleri için ise, poliklinikler, anne ve çocuk sanatoryumları kullanılıyordu. Annelere ve anne adaylarına 20 bin 700 kadın ve çocuk danışmanlık birimi, 3 bin 655 anne, bebek ve çocuk sağlığını koruma enstitüsü, 203 bin 000 ebe, 224 bin 000 gebelere yönelik yataklı tedavi kurumu hizmet veriyordu.
Anneler doğumdan önce 8 hafta, doğumdan sonra 8 hafta ücretli izin kullanır, eğer sağlıklerini tehdit eden bir durum olursa, bu süreleri aşan ücretli izin verilirdi. Eğer anne sağlık emekçisi ise, doğum sonu üç ay daha fazla ücretli izin kullanırdı. Ayrıca, bebek bekleyen anneler, sanatoryumların yanında tatil evlerinden de yararlanabilirdi. Her kadının gebeliği boyunca yedi ya da sekiz kez izlenmesi zorunlu idi. Anne, doğumdan sonra eve gelir gelmez mutlaka çocuk sağlığı danışmanlık merkezinde çalışan hemşire tarafından ziyaret edilirdi. Dünyada anne ölüm oranının en düşük olduğu ülke olan SSCB’de bu oran yüz binde beşti. Ayrıca, SSCB kadına yasal kürtaj hakkı tanıyan ilk ülke olarak tarihe geçmiştir.
Anneler gebelikleri boyunca, sağlık eğitimi ve psikolojik danışmanlık hizmetlerinden de yaralanırlardı. Bu hizmetler büyük oranda ev ziyaretleri ile gerçekleşirdi. Özellikle annenin bebeğini emzirmesi devlet tarafından teşvik edildiğinden, annelerin bebeklerini emzirme oranı yüzde 91 civarındaydı. Aşılama zorunlu ve ücretsiz bir hizmetti.
Çocuk sağlığında aşılama, büyüme ve gelişmenin takibi, bebek ve çocuklara süt dağıtım merkezlerinden süt dağıtılması, çocuk kampları, tüm okullarda en az bir doktor ve hemşirenin bulundurulması ve zorunlu sağlık kontrollerinin yapılması, annelerin yükünü azaltan uygulamalardı ve devletin çocukların sorumluluğunu üzerine aldığının önemli bir göstergesiydi. Çocuk ve yaşlıların bakımı devlet kurumlarınca yapıldığından kadının toplumdaki “geleneksel” rolü aşılabilmişti.
1918’de devrimden hemen sonra düzenlenen Sovyet anayasasının 64. Maddesinde kadınlar için “üretime katılarak topluma yararlı olanlar ile ev işleriyle ilgilenerek, diğerlerinin üretime katılmalarını destekleyenler” ifadesi yer alıyordu. Bu ifade günümüzde hala görmezden gelinen ev içi emeği kabul edip üretime bir destek olarak niteliyor.
1936 Anayasası’nın 122. maddesinde, kadının, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal yaşamın tüm alanlarında ve devlet nezdinde, erkekle eşit haklara sahip olduğu belirtilmiş, yasayla tanınan haklarını yaşama geçirmek için kadının erkekle eşit çalışma, eşit ücret, dinlenme ve eğlenme, eğitim ve sosyal güvence hakkının gözetileceği vurgulanmıştı. Son olarak, anne ve çocuğun devletin korumasında olduğu, annenin doğum öncesi ve sonrasında tam ödemeli ücretli izin, sağlık merkezi ile kreşe erişim haklarının güvence altına alındığı belirtilmişti. Bu konudaki haklar 1977 Anayasası’nda genişletilerek, çocuklu kadınların, çocuklarının ihtiyacı doğrultusunda, çalışma saatlerinin kısaltılması düzenlemesi getirilmişti.
Kadınlar, makinistlikten kozmonotluğa, erkeklerin çalıştığı her işte çalışabiliyorlardı. 1940’larda çalışan kadınların oranı sanayide yüzde 53’e, eğitimde yüzde 73’e, tıbbi hizmetlerde 83’ü buluyordu.

Konu novek tarafından (05-09-2010 Saat 12:47 ) değiştirilmiştir..
novek isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi