AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yakın Tarih Cumhuriyet tarihimiz ile ilgili paylaşımlar.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 06-15-2010, 10:45   #1
Kullanıcı Adı
Ahmet Yasin
Standart Türkler, Kürtler ve Osmanlılar
Türkler, Kürtler ve Osmanlılar

Kürt sorunu yeniden Türkiye'nin gündeminde. Başbakan Erdoğan Şemdinli'de halka hitap ederken "Türk 'Türküm', Kürt 'Kürdüm', Laz 'lazım', Boşnak 'Boşnağım' diyecek, ama hepimizi birleştiren üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığıdır" dedi. Bu sözlere CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'dan sert tepki geldi. Tepkiler devam edecek. Edebilir de. Ama bağnazca veya hamasetle değil. Çünkü onyıllar boyunda inkar ettiğimiz Kürt sorununu artık bir şekilde çözmek ve bunun için de mutlaka özgürce tartışmak gerekiyor.
Soru özetle şu: Türkiye'nin Kürt vatandaşları, ülkemiz içinde nasıl konumlandırılacak; bölücülüğe prim vermeyen bir barış ve beraberlik formülü nasıl bulunacak?
Bunun cevabına ışık tutabilecek bir olgu ise, Türklerin ve Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde asırlar boyu kardeşçe ve hatta tek bir "millet" bilinciyle yaşamış olmaları. Bugüne ilham verebilecek çok önemli bir tecrübe bu. Bu konuda geçtiğimiz yıl Aksiyon dergisinde yayınlanmış bir araştırmamı, konunun önemi ve güncelliği nedeniyle, arşivlerden çıkarmakta yarar gördüm.

NOT: Bu araştırma, "Türk Solu" adlı ırkçı/faşist dergide yer alan, "Kürt sorunu yok, Kürt istilası var!" başlıklı, gözü dönmüş bir Kürt düşmanlığı içinde kaleme alınmış ve tümüyle uydurma bilgilere dayalı "makaleye" de bir cevap niteliğindedir.



KÜRT SORUNU İÇİN OSMANLI TECRÜBESİ
Binlerce yıldır Ortadoğu"da yaşayan bir halk olan Kürtlerin, Türklerle olan ortak tarihini anlamak için 16. yüzyılın başlarına, Yavuz Sultan Selim devrine uzanmak gerekiyor. Osmanlı devletinin sınırlarını doğuya doğru genişleterek Ortadoğu"nun büyük bir bölümüne hakim olan Yavuz Selim"in karşılaştığı en büyük tehlike Safavilerdi. Liderleri Şah İsmail, sürekli olarak Anadolu"daki isyanları körüklüyor ve Osmanlı için askeri bir tehdit oluşturuyordu. 1514 tarihli Çaldıran Savaşı ile Yavuz, Safavi tehlikesini önemli ölçüde püskürttü. O zamana kadar Safavilerden rahatsız olan Sünni Kürt ve Türkmen aşiret beyleri, bu savaşta Osmanlı ordusuna büyük destek verdi.

Bu, Osmanlı ile Kürt beyleri arasında doğal bir ittifakın oluşması anlamına geliyordu. Ancak Çaldıran savaşı, Güneydoğu Anadolu"nun Osmanlı tarafından fethedilmesi anlamına gelmiyordu. Savaştan sonra da bölge, aralarında herhangi bir birlik olmayan Kürt beylerinin egemenliği altında ve Safavi tehlikesine açık kalmıştı. Savaştan sadece iki yıl sonra bu sorun da halledilecek ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler Osmanlı toprağı haline gelecekti. Bunu sağlayan en önemli aktör ise "İdris-i Bitlisî" adlı Kürt din âlimidir.
Yirmi yıl kadar Akkoyunlu devletinin hizmetinde çalışan İdris-i Bitlisî"nin babası soylu Kürt ailelerinden Mevlânâ Şeyh Hüsameddin El Bitlisî"ydi. İdris, Kürtçe gibi Türkçeyi de çok iyi biliyordu. Sühreverdi tarikatına bağlıydı. Akkoyunlu Türkmen devletinin başkenti Diyarbakır iken, burada hükümdar Uzun Hasan Beğ"in sarayında şehzadelerin hocası ve katip olarak çalışmıştı. Şah İsmail, Tebriz"i fethederek Akkoyunlu devletini yıkınca İdris de İstanbul"a gelip II. Bayezid"le görüştü. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterdi ve onu Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla görevlendirdi. İdris, Osmanlı"nın ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı ünlü eserini burada yazarak Sultan"a sundu.

Sultan Bayezid"in yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris, yeni sultanın Doğu siyasetinin danışmanı oldu. Yavuz"la birlikte Çaldıran seferine katıldı, savaş sonunda Osmanlı egemenliğine geçen Tebriz"de bir süre kalarak Ulu Cami"de halka vaazlar verdi. 1516 yılında, Şah İsmail"in Doğu ve Güneydoğu Anadolu"yu yeniden istila etme hazırlığında olduğu ortaya çıktı. Şah, Çaldıran savaşında öldürülen komutanı Mehmed Han"ın yerine onun kardeşi Karahan"ı tekrar Anadolu"ya gönderdi. Bu komutan Diyarbakır ve çevresini kuşatma altına aldı.

Osmanlı'ya Sığınan Kürt Beyleri
Bu tehlike karşısında, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlı"ya katılma kararı aldı. Bu talebi de "Ariza" adlı bir metinde anlattılar. "Ariza"yı Kürt beylerini temsilen Sultan"a götüren kişi İdris-i Bitlisî"den başkası değildi. İdris, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı İstimaletname"de "Bilad-ı Ekrad" yani "Kürt beldeleri" hakkında bilgiler verdi. Yavuz Sultan Selim, kendisine başvuran Kürtlerin isteğini geri çevirmedi ve bu "bendeleri" Safavi tehdidinden kurtarmaya karar verdi. Yavuz"un emriyle, Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisi"nin manevi desteğiyle 10 bin kişilik bir gönüllü ordusu topladı ve Diyarbakır"ı Safavilerden kurtardı. Safavi kumandanı Karahan, Mardin"e kaçtı. Osmanlı ordusu, Mardin üzerine yürüdü sonuçta bu kenti de aldı.

Bu tarihten itibaren, Diyarbakır ve Mardin Osmanlı topraklarına dahil edildiği gibi, İdris"in Yavuz Selim adına bölgenin Kürt-Türk beyleriyle anlaşması sayesinde Bitlis, Urmiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i İbn Ömer gibi toplam 25 mıntıka barışçı yollarla Osmanlı idaresine bağlandı. Bu üstün başarılarından dolayı Yavuz Selim, İdris-i Bitlisî"yi ödüllendirdi. Kendisine bir ferman göndererek Diyarbakır bölgesini ona "temlik" olarak verdi. Ayrıca merkezi Diyarbakır olan ve Yavuz Selim"in 1516 yılında yeni kurduğu "Arab Kazaskerliği" kendisine bahşedildi. Böylece İdris-i Bitlisi Osmanlıların en büyük siyasi rütbelerinden biri olan kazaskerlik rütbesiyle taltif edilmiş oldu.

Uzun Osmanlı Yılları
Bölge Osmanlı"ya bağlandıktan sonra Kürt aşiret ve beyliklerine otonomi tanındı. Kurulan "Diyarbekir Vilayeti" bünyesinde 11 sancak Türk idarecilerine, 8 sancak yerli (Kürt) beylere verildi. Osmanlı"nın idari sisteminde en büyük birim "vilayet" idi. Tek bir Diyarbekir vilayeti tüm Güneydoğu Anadolu"yu içine alıyordu. Vilayetin altında livalar, onun da altında sancaklar vardı. 1520 yılındaki bir Osmanlı belgesinde, "Vilayet-i Diyarbekir" başlığı altında 9 liva, bunların da altında 28 "Ekrad sancağı" (Kürt sancağı) sayılıyordu. 1526 yılına ait bir belgede ise, "Diyarbekir Vilayeti Livaları" başlığı altında önce 10 Osmanlı sancağı, sonra da Vilayet-i Kürdistan başlığı altında "Ekrad sancakları" denilen 17 sancak sayılmıştı.

Belgeleri yorumlayan tarih profesörü Ahmet Akgündüz, Diyarbekir vilayeti içindeki sancakların 35"i geçtiğini; bunların 16"sının tımar düzenine tâbi klasik Osmanlı sancakları olduğunu; kalanların ise "yurtluk-ocaklık" ve "hükümet" diye de tasnif edilen "Kürdistan vilayeti livaları" olduğunu söylüyor. Bunun anlamı, söz konusu Kürt bölgelerinin belirli bir otonomiye sahip olduklarıdır. Bu düzende Kürtler kendi hayatlarını sürdürdü. Bu durum onlara kimliklerini koruma imkanı verdiği gibi, feodal düzenin sürmesini kolaylaştıran bir hukuki düzen de getirmiş oldu.

Türklerle Kürtlerin Kaynaşması
Osmanlı tarihi bakımından belirtilmesi gereken bir diğer olgu da, Kürtler ile Türklerin kaynaşmış olmalarıdır. Kürtlerin tarihi konusundaki en önemli uzmanlardan biri olan David McDowall, The Kurds adlı kitabında bu hususun altını çiziyor: "Kuşku yok ki, geç dönemde, bazı Arap ve Türkmen aşiretleri kültürel anlamda Kürtleştiler. Kürt ve Türkmen kabileleri bir arada yaşadı, bazı durumlarda birbirleri ile karıştı, bazı Türk liderler Kürtleri cezbetti veya bunun tam tersi oldu." David McDowall"a göre, aynı şekilde çok sayıda Kürt, özellikle Müslüman ordularında profesyonel asker olanlarla, Türk veya Arapların yoğun yaşadığı bölgelere göçen köylüler ve aşiretler, Kürt kimliklerini kaybetti.

Kürtler için Osmanlı ordusunun ilgi çekici olduğunu dile getiren David McDowall, Kürtlerin sabit ordunun süvarileri arasında Türklerin yanında yer aldığını söylüyor. Kürtlerin en önemli katkısının, özellikle merkezden uzaktaki birliklerde olduğunu hatırlatan McDowall, 1630"ların ortalarında İran"a yapılan bir Osmanlı seferinde Hakkari ve Mahmudi Kürtlerinin ana ordunun önünde yer aldığını, Bitlis"ten gelen piyadelerin ise arka birlikleri oluşturduğunu belirtiyor.

Bedirhan Efsanesinin Aslı
Kürtler arasında, 1840"lardan itibaren bazı isyanlar baş gösterdi. Kürt tarihinde önemli bir yere sahip olan Bedirhan ailesine, bu isyanlardaki öncü rolü sebebiyle hâlâ pek çok Kürt milliyetçisi tarafından efsanevi anlam yüklenir. Halbuki, ne Bedirhan ailesinin isyanlarında ne de o dönemdeki diğer Kürt kalkışmalarının herhangi birinde milliyetçi motif yoktu. Bunlar, 1839 yılındaki "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" ile başlayan Tanzimat dönemine tepki olarak gelişmiş hareketlerdi. Osmanlı, Tanzimat"la birlikte, daha önce geniş bir otonomi verdiği bölgeleri merkeze sıkı biçimde bağlamaya çalışıyordu. Buna tepki gösteren yerel liderler de ayaklanıyordu. Bunların kimisi Kürt, kimisi de Türkmen"di.

Tanzimat süreci ile Osmanlı idarecileri, merkezi yönetimi güçlendirmek, etkili biçimde vergi toplamak ve kuvvetli ordular kurmak niyetindeydi. O dönemde pek çok eyalette vergi Osmanlı memurları tarafından değil, yerel yöneticiler tarafından toplanıyor, bunlar da topladıkları verginin ancak bir kısmını merkeze aktarıyordu. Merkezin güçlenmesi için etkili bir bürokratik yapının kurulması ve bu yolla eyaletlerin kontrol altına alınması gerekiyordu. Bu işi en iyi başaran kişi, devleti 1876-1909 yılları arasında yöneten Sultan II. Abdülhamid oldu.

Hamidiye Alayları ve Abdülhamid"in Kürt politikası
Sultan II. Abdülhamid, devletin Müslüman halklarını bir arada tutmaya büyük önem verdi. Doğudaki Ermeniler arasında gelişen fanatik milliyetçi çeteler, Abdülhamid"in bu bölgeye özel bir şekilde eğilmesine vesile oldu. Abdülhamid"in getirdiği çözümün çatısını da "Hamidiye Alayları" oluşturdu. Abdülhamid"in ismine kurulan bu alaylar, Güneydoğu"daki Kürt aşiretlerinden adam devşirilerek bölgeyi Osmanlı devleti adına korumak amacıyla kurulan yarı askeri birliklerdi. Giderek büyüyen Rus tehdidine ve Ermeniler arasındaki milliyetçi örgütlenmeye karşı güvenlik unsuru olan Hamidiye Alayları, aynı zamanda Kürtlerin devlete olan sadakatlerini pekiştirmek gibi bir amaç da taşıyordu.
Aslında alaylar, Sultan Abdülhamid"in Kürtleri devlete daha da ısındırmak ve bağlılıklarını artırmak için yürüttüğü kapsamlı projenin parçasıydı. Projede Kürt önde gelenlerinin çocuklarının İstanbul"da eğitilmesi, bölgeye gönderilen din adamları yoluyla "Osmanlı" bilincinin güçlendirilmesi gibi unsurlar da vardı. İstanbul"da "aşiret mektepleri"nin açılması, bölgedeki medreselere maddi destek verilmesi bu projenin ayaklarını oluşturuyordu. Abdülhamid, ayrıca, yöreye gezici öğretmenler ve vaizler göndererek halkın eğitimine de önem verdi.
Prof. Dr. Ercüment Kuran, Kürt aşiret reislerinin çocuklarının askeri okullarda okutulması ve bunlardan Harbiye mektebinden mezun olanlarının nizamiye ordusuna tayin edilmesinin önemine işaret eder ve hükmünü "Doğu Anadolu halkının devletle bütünleşmesinde Abdülhamid"in hizmeti büyüktür" şeklinde verir. Askeri bir misyonu da yerine getiren alaylar, doğudaki Rus destekli Ermeni çetelerine karşı koyar, gerilla tipi savaş verir.

Kürtlerin Milliyetçiliğe Yüz Çevirişi
Milliyetçilik, modern çağda doğan bir olgu. Modernizm öncesi dönemde, milliyetçilik yoktu. İnsanlar kendilerini şu veya bu milletin bir ferdi olarak değil, bağlı oldukları siyasi otoritenin (çoğunlukla bir kralın, padişahın veya derebeyinin) tebaası ve ait oldukları dini cemaatin bir parçası olarak görüyordu. Osmanlı tarihinde, devletin son birkaç on yılı sayılmaz ise kayda değer bir milliyetçilik bulmak mümkün değil. 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı devletinin tebaası, kendini daha çok dinî temelde tanımlıyordu. Kürtler, kendilerini "Kürt"ten ziyade "Müslüman" olarak görüyordu.

Jön Türk hareketiyle birlikte Kürt entelektüeller tarafından başlatılan milli bilinç oluşturma çabaları geniş Kürt kitleleri üzerinde etkili olmadı. The Kurds adlı kitabın yazarı Derk Kinane"ye göre Kürt ağaları, hanları, şeyhleri bu modern Kürtlerin milliyetçi çabalarından hiç etkilenmedi. Çünkü, onları "dinsiz ve devrimci fikirlerin taşıyıcısı" olarak gördü ve kuşkuyla değerlendirdi. Kuşkuyla bakılanlar arasında elbette Türk milliyetçileri de vardı. 1909 yılında Sultan Abdülhamid"e karşı düzenlenen Jön Türk darbesinden ve bunun ardından iktidarı ele geçiren milliyetçi kadrodan rahatsız oldular. Yine de bu huzursuzluklar isyana dönüşmedi ve Kürtlerin Osmanlı devletine olan sadakati sürdü.

Kürtlerin Osmanlı"ya sadakatinin en çarpıcı göstergesi, 1912"den 1918"ye kadar aralıksız devam eden kanlı savaş yıllarıdır. Trablusgarp, Yemen ve Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı"nda pek çok Kürt, Osmanlı ordusunda görev aldı. David McDowall, düzenli orduda görev yapmaya karşı evrensel bir gönülsüzlük olmasına rağmen binlerce Kürt"ün silah altına girdiğini belirtiyor. Kürtler tüm bu savaşlarda, resmi dili Türkçe olan Osmanlı devleti adına savaşmıştı. Peki bu sadakat nereden geliyordu? McDowall"a göre, en önemli faktör Müslüman kimliğiydi.

Kurtuluş Savaşı"nda Kürtler
Atatürk"ün Kurtuluş Savaşı"nda gösterdiği en büyük başarılarından biri, Anadolu"daki farklı unsurları ortak bir dava için birleştirmesiydi. Bunu da, tıpkı Sultan Abdülhamid gibi, söz konusu unsurların ortak kimliğine vurgu yaparak gerçekleştirdi. Bu kimlik özellikle de Kürtlere hitap ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, 1916 yılında Diyarbakır"da 16. Ordu"da görev yapmış, bu sırada pek çok önemli Kürt aşiret lideri ile yakınlık kurmuştu. Nitekim Samsun"a çıktıktan sonra "doğu vilayetleri"nden aldığı sinyallere güvenerek, Kürt vilayetlerindeki bazı önde gelen isimlere, örneğin Cemil Paşazade Kasım Bey"e, Milli Mücadele konusunda bilgilendiren ve yardımlarını talep eden telgraflar gönderdi. Zaten Kürt aşiretleri de, "din ve vatan uğrunda açılacak mücadeleye katılmaya hazır olduklarını" Kazım Karabekir Paşa"ya bildirmişlerdi.

Mustafa Kemal Paşa, telgraflarında kullandığı "anasır-ı İslam" yani "İslam unsurları" kavramına Milli Mücadele boyunca büyük vurgu yaptı. 1 Mayıs 1920 tarihli Meclis konuşmasında, "Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürt, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye"dir, samimi bir mecmuadır" diyerek milletin bu unsurlardan oluştuğunu açıklamıştı. Bu politika Kürtler arasında olumlu etki meydana getirdi.

Sevr'i Protesto Eden Aşiret Liderleri
Anadolu"da bunlar olurken, Avrupa"da ise başka bir gelişme yaşandı. Osmanlı mirası üzerinde paylaşım kavgasının verildiği Sevr Konferansı"na, milliyetçi entelektüellerden oluşan bir grup Kürt temsilci de katıldı. Başlarında Osmanlı ordusunda görev yapmış bir Kürt olan Şerif Paşa vardı. Amaçları Ermenilerle anlaşarak bir "Kürt Devleti" kurmak için Avrupalı devletlerden onay almaktı. Ağustos 1920"de imzalanan Sevr Antlaşması"nın 62. maddesi, "Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerel otonomi" verilmesini öngörüyordu. 64. madde ise "Kürt halkları"nın "Türkiye"den bağımsızlık elde etmeleri"nin yolunu açıyordu.

Ne var ki "Jön" Kürtler, Avrupalı diplomatlardan aldıkları desteğin bir benzerini güneydoğu Anadolu"da bulamadı. Kürtler arasında bu habere duyulan şiddetli tepki, Paris"e bir seri telgrafın yollanmasına sebep oldu. Bu telgraflarda Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediği, iki halkın soy ve din itibarıyla kardeş olduğu savunuluyordu. Erzincan"dan 10 ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine, Şerif Paşa"nın hareketlerini protesto eden bir telgraf yolladı. Benzer telgraflar Ocak 1920"de, Milli Misak"ın kabulünden iki gün önce, Osmanlı Parlamentosu"na da yollandı. Mart 1920"de İslami dayanışmayı vurgulayan ve Kürtlerle Türkleri ayırma çabalarına karşı çıkan bir deklarasyon, 22 Kürt aşiretinin lideri tarafından imzalandı.

Dönemin Vakit gazetesinde Bediüzzaman Said-i Nursi, Ahmet Arif ve Mehmet Sıddık, Kürtler adına yayınladıkları ortak yazıyla, Türklerin ve Kürtlerin birlikte maruz kaldıkları Rus ve Ermeni terörüne atıfta bulunarak, Şerif Paşa"yı şiddetle kınıyorlardı. Kısacası sonradan ulusal hafızamızda "sendrom" olarak yerini alacak olan Sevr Antlaşması"nı protesto edenler arasında Kürtler ön saftaydı. Kürtlerin Milli Mücadele"ye verdiği destek sonuna kadar sürdü. Urfa ve Maraş"ın düşman işgalinden kurtarılmasında önemli roller üstlendiler.

Benzer işbirliği Lozan görüşmeleri sırasında da yaşandı. Lozan"da Avrupalı devletler Kürtlerin "azınlık" olduğunda ısrar edince, İsmet Paşa "Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti"nin ana unsurlarıdır. Kürtler bir azınlık değil bir millettir; Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir" diyerek karşı çıktı. Meclis"teki Kürt vekiller de İsmet Paşa"ya tam destek verdi. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922"de Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, Sevr"i bir "paçavra" olarak niteledi, Türk-Kürt kardeşliğini vurguladı. Bir sonraki celsede ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır ve Van milletvekillerinin hepsi, Türklerle Kürtlerin tek bir kütle olduğunu belirten ortak bir açıklamaya imza attı.

Kürt Meselesinin Doğuşu
Peki Osmanlı"ya büyük sadakat gösteren, Milli Mücadele"ye canla başla destek veren, Sevr"i protesto edip Lozan"da "Türklerden ayrılmak istemeyiz" diyen Kürtler arasından nasıl oldu da bir "Kürt sorunu" doğdu? Bu sorunun cevabı, bir yönüyle Kürt milliyetçiliği ile ilgili. Osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkan Kürt milliyetçiliği her ne kadar geniş kitleleri etkilemese de varlığını sürdürdü; cumhuriyet döneminde, özellikle de tek parti döneminde büyüdü. Atatürk"ün milliyetçilik anlayışı, hiç kimsenin etnik kökenine önem vermeksizin, "Türküm" diyen herkesi eşit vatandaş kabul etme esasına dayalıydı. Ancak uygulama her zaman böyle olmadı. Tek parti döneminde kimi bürokratlar, etnik temelli bir Türk milliyetçiliği geliştirdi.
Kürt sorununun kırılma noktası ise, 1925 baharında patlak veren Şeyh Said isyanı oldu. İsyan, Kürtler arasında çok sınırlı bir destek buldu; Bediüzzaman Said Nursi gibi önde gelen Kürt din adamları isyana karşı çıktı. Ama isyanı bastırmak ve "kökünden halletmek" için başlatılan Takrir-i Sükun döneminde sert yöntemlere başvuruldu. Bu tarihten itibaren 1930"ların sonuna kadar "bölge"de hemen her yıl ayaklanma yaşandı. Türkler ve Kürtler arasındaki birliği sağlayan Müslüman kimliğine yapılan vurgunun azalması sorunun çözümünün en etkin yolunu da ortadan kaldırmış oldu.

http://www.mustafaakyol.org/arsiv/20...osmanlilar.php

 

Ahmet Yasin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 06-15-2010, 10:46   #2
Kullanıcı Adı
Ahmet Yasin
Standart
Dayatma tarih ile kendilerini kandıranlar bi zahmet okusunlar.Kimseye zorla düşüncelerimizi empoze edecek değiliz sadece tarih bilsinler yeter...
Ahmet Yasin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-15-2010, 11:07   #3
Kullanıcı Adı
rizzelli
Standart
yazının teması son cümlede.

Türkler ve Kürtler arasındaki birliği sağlayan Müslüman kimliğine yapılan vurgunun azalması sorunun çözümünün en etkin yolunu da ortadan kaldırmış oldu.
rizzelli isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi