![]() |
#1 |
![]() Türkler Nerede Doğuyorlar Ya da Gülen'i Anlamak…
Türkler nerede doğuyorlar diye sormak zorunda kaldım. Neden mi? Anlatayım; Rivayete göre dünyanın ilk yerleşim merkezlerinden birisidir Madagaskar. Yine rivayete göre Hz Adem bu okyanus adasında neşet etmiş. Bu topraklara daha önce Türklerden yerleşen olmamış. Birkaç "gönüllü" Türk ilk kez 2001'de gidip yerleşmişler, College La Lumiere yani "Bitmeyen Işık Koleji"ni kurmuşlar. Bugün 25 milyonluk Madagaskar'da aileleriyle birlikte toplam 25 Türk bulunuyor. Hint, Çin, Fransız, Endonezya, Arap ve birçok milletin yasadığı ada ülkesinde "ilk Türk bebeği" 7 Temmuz 2007'de dünyaya gelmiş. Bebeğe Selim adını vermişler. Bu durum "Türkler nerede doğuyorlar" sorusunu düşürdü aklıma. Dünyanın her yerinde… Benim bildiğim şu anda en az 130 ülkede fikir birliği etmiş halde "mefkure sahibi" Türkler yaşıyorlar ve yüzlerce bebek doğuyor. Her bebekle daha da kök salıyor düşünceleri. Neden? Ülkelerinden uzakta yaşadıkları için. Ülkelerini sevdikleri kadar insanı da sevdikleri için. Sevgi ve sorumluluk duygusunun bileşkesi onları harekete sevk ettiği için… İçlerinde, insanlığa dair "büyük ürperti" duydukları için. Peki bu "gönülle" yeryüzüne dağılmışlık kimin eseri? Kitleleri büyük bir ideale inandıran fikrin… Bakın Anadolu insanı için dünya ne kadar da küçüldü, olmadığımız, yaşamadığımız yer neredeyse kalmadı. Koca dünya küçüldü ve sığdı Anadolu'ya. Bu tablo "Türkiye bir dünyadır" gerçeğini fısıldıyor bana. "Türk okulları" dışarıda bir "sığınak" olarak anlamını buluyor. Dünya insanları, siz Anadolulu, siz "yabancı Türklere" dünyanı her yerinde çocuklarını emanet ediyorlar. Bu nasıl olur, akıl alır gibi değil. "Türk okulları" gittikleri her yerde, din, dil, ırk, coğrafya farkı gözetmeksizin benzer ilgi ile karşılanıp benzer başarılar elde ediyorlar. Değer ve anlam bunalımı yaşayan insanlığa "sevgi okulları" yeni bir soluk vaat ediyor, "sulh adaları" olarak "ne olursan ol gel" çağrısı yapıyor. Türk yapımı bir "dalga kıran" yükseliyor. İnsan odaklı bu büyük seferberlik sevginin hayata taşınmış halidir. İnsanı canlı tutmanın yolunun insana hizmetten geçtiğini öğreten bir "düşünce" bu. Bu tablonun arkasında duran bir büyük fikir, derin bir düşünce ve aksiyon var elbette. Bir de ne kadar kendisini nefyetse de o fikrin mimarı… Fethullah Gülen'den söz ediyorum… Büyüklüğü, çapı ve etkinliği gittikçe artan bir hareketten, onun paradigmasından söz ediyorum. Bu hareket siyasi değil, "sosyal ve manevi" bir çizgide yol alıyor. Yeni bir insan tipi beliriyor, donanımlı ve değerleriyle kayıtlı… Topluma, yakın ve uzak coğrafyalara ilgili, duyarlı, oralarda insan adına olup bitene karşı mesuliyet hisleriyle dolu insan… "Dünyada beklentim değil, hep derdim oldu" diyen fikrin rehberliğinde "Türkiyeli bir dünya" kuruluyor. Türkler dünyaya dağılırken, Türk bebekleri dünyanın her yerinde doğup dünyalı olurken, Gülen "Türkiye merkezli bir dünya"dan söz ediyor. Ona göre bu yeni "paradigmanın gücü" coğrafi büyüklüğü aşıyor. Yani "dünyadan büyük Türkiye, Türkiye'nin parçası olan bir dünya" söz konusu… Türkler son 15 yıldır dünyada doğuyorlar, "değerleriyle mücehhez" olarak dünyada yaşıyorlar. Peki dünyada doğan ve dünyada yaşayan Türkler nerede anlaşılıyorlar? Ya "gönüllüler hareketi"nin fikir mimarı Fethullah Gülen en çok nerede anlaşılıyor? Nerede suçlanıyor? Biz insanları "kendi gerçekliğinden" koparıp kendimize benzeterek seviyoruz, tüketiyoruz, ya da bize benzemediği oranda yine "gerçekliği" reddederek anlamsızlaştırıyoruz. Ne çok insan var ön yargılarımızla ademe mahkum ettiğimiz. Fikri ve ruhu dünyasını anlayamadığımızdan, anlama gayreti gösteremediğimizden silip attığımız. Önce kendimiz sonra da başkaları için anlamsızlaştırdığımız insanlar. Sayıları o kadar çok ki… Bu halimizle biz gittikçe yalnızlaşıyor, gittikçe değersizleşiyoruz. Bugün vicdanımın sesi hakim yazıya. İnsan nedense bende "hüzün" çağrıştırıyor. Hayatını insana vakfetmiş insanın anlaşılmaması "acı" veriyor. Yanlış anlaşılması ise daha derin bir şey; ızdırap. Bu durumda anlamamak, yanlış anlamaktan çok dahi iyidir. Kime niye düşmanız, kime niye dostuz idrakte zorlanıyorum. İnsanların düşünce ve davranışlarını eleştirirken neden onların varlıklarını da hedef alır ve neden onları ortadan kaldırma gibi ilkel bir davranışa gireriz? İçimizi dışa taşırken, kendimizi yansıtırken, konuşurken, yazarken, hissederken yanımızda bir "vicdan" belirmeli. "İnsaf" bizi gerçeğe çağırır da elimizden, dilimizden gelecek "zulümden" kurtuluruz Bu dünya zannedildiği kadar büyük ve zannedildiği kadar önemli değil, önemli olan tek varlık insan. Öteki bütün varlıklar, bütün gayretler insan için; insanın selametle, akli, fikri, ruhi, kalbi, vicdani yolculuğunu sürdürebilmesi için… Hepimizin anlamaya ve anlaşılmaya ihtiyacı var. Peki bu büyük gerçeğe rağmen neden anlayışımız yetersiz, her şeyimiz gelişiyor da, neden anlayışta tökezliyoruz? Dünyada bir Fethullah Gülen gerçeği var. İçinde bulunduğumuz yüzyılda onlarca paradigma iflas etti. Hepsi insanı, mekanı, ülkeleri istila etti. İnsana değil, insanı yaşadığı yer altı ve yer üstü kaynaklarına yöneldiler. Bugün Gülen hareketi dünyanın önüne "insanı insana çağıran, insanı yücelten" yeni bir paradigma koyuyor. Elinize haritayı alın, dünyanın sorunlu bütün bölgelerinde, insanın yanında "çare arayışı" olarak onları görmek mümkündür. Felsefi, fikri ve pratiği olan bir paradigmayla… Okullar o paradigmanın vitrini ama sadece bir parçası. Büyük resmi görmek lazım… "İyi anlaşılmış" ve fakat aynı oranda "yanlış anlaşılan" kişi olarak ben Fethullah Gülen'i bilirim... Çok "iyi anlaşılmış", çünkü yarım asırdır kitlelere "derdini" anlatıyor, onları bir ideale inandırmaya çalışıyor. Anlatanın anlatması, anlayanların himmet ve gayretleriyle ortada bir fikir ve aksiyon belirmiş, Anadolu'dan taşıp dünyaya yayılan bir hareket çıkmış. Gülen 50 yıla yakındır aralıksız, konuşuyor, yazıyor. Fikrini ve hissini bu derecede ortaya koyan, ilişkileri şeffaf az sayıda insan vardır. O, sözde, yazıda, yaşantıda, eserde gösteriyor kendisini. Yüze yakın kitap, birlerce kayıtlı konuşma… Dert, insanı konuşturuyor. "Söz" bir anlam ifade etmiyorsa, hayatı ve eseri ortada. Daha ne desin, daha ne yapsın? Bizim büyük eserlere ilgisiz bir yanımız var. Gülen'i kendi eserlerinden okumuyoruz, hiç değilse anıt gibi yükselen eseri üzerinde yeniden düşünebilsek. Dünyanın hayretle ve hayranlıkla ilgi duyduğu "Türk okulları" o eserin bir parçası. Dünyada adına kürsüler kuruluyor, "anlamak için" kafa yoruluyor, fakat kendi ülkesinde ise bir kısım kişiler "anlayamadıklarından" olacak, "yanlış anlaşılması" için sistematik şekilde çalışıyorlar. Elbette bu durum Gülen gerçeğini değiştirmiyor. "Hareket" hareket halinde… Bu hareket Türkiye'nin iç dinamiklerini, tarihten tevarüs eden şuuraltı müktesebatını ve dünyanın seyrini çok iyi anlamış ve değerlendirmiş durumda. Değişime tabi olmadan, değişim süreçlerini görebilmiş, paradigmasını oluşturabilmiş… Zihnimizdeki şablon, hayatı ve hayatın içindekileri, bizi ve bizden olanları anlamaya yetmiyor. Bizi "kirlenmiş zihnimiz" ve "susan vicdanımız" yanıltıyor. Bu "kimseyi karşısına almayan", insana, olmuyorsa insanın içindeki insana seslenen, müspet "cazibe merkezini" göremiyoruz. Myanmar diye bir ülkenin varlığını hepimiz yeni, 100 bin insan ölünce öğrendik, ama gördük ki "mefkure sahibi" Türkler oralara da gitmişler yıllar önce… Yaşatmak için yaşama sevdasından vazgeçerek gitmişler… Bugün Gülen'e yabancılaşmak, "Türkiyeli dünyaya" yabancılaşmaktır. Gülen'in arkasında Amerika değil, daha büyük bir güç var… Devamı haftaya… Anlama çabası için… 11.05.2008 - Mehmet Gündem, Yeni Şafak
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Allah yar ve yardımcıları olsun.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|