|
05-09-2008, 11:07 | #1 |
Üç defa şehîde: Çin’de başlayan kutlu yolculuk
Üç defa şehîde: Çin’de başlayan kutlu yolculuk
Önde giden hanım atlılar silsilesinin en önlerindeydi Nuran Alver. Bir amansız hastalık bitirdi dünya gurbetini. Onun gibilerin kutlu mefkûresi, doğunun en doğusundan batının en batısına kadar her yeri sarıp sarmalıyor şimdi... -------------------------------------------------------------------------------- İslam tarihi, yeryüzünü şereflendiren mümin erkekler kadar, mü’mine kadınların da tarihidir. Son asrın muhacirleri de erkek-kadın birlikte yüklendiler hakikat hamallığını. Bunlardan “üç defa şehide” Nuran Alver, eğitim hizmetlerinin şefkat boyutunun müstesna bir temsilcisi. Bakırköy İmam Hatip Lisesi’nde öğrenim gördüğü yıllarda tanıştığı birkaç arkadaşı, hayatında yeni bir sayfa açar Nuran Hanım’ın. Zaten nezih yapısı, anlatılanlar karşısında daha da safileşir. Günler geçtikçe bağlandığı duygular üniversite yıllarında artarak devam eder. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuduğu senelerde, özellikle yurtdışından gelen öğrencilere yardımcı olmaya adar kendisini. Her türlü dertleriyle ilgilenmektedir talebelerin. Zamanla İstanbul’da ikamet eden ailesinin gönlünü alarak öğrencilerle daha fazla vakit geçirme adına onlarla aynı mekânları paylaşmaya başlar. EVLİLİK İÇİN ARADIĞI ŞART: HİCRET Talebelerin yanında bulunmak, sorumluluklarını artırır. Her tarafa yetişmeye çalışır. O yıllardan arkadaşı Sevil Tuncel şöyle hatırlıyor Nuran Hanım’ı: “Çok sağlam karakterliydi. İşi itibariyle ilgilendiği kişiler hususunda çok titizdi. Meselelerin zorluğu karşısında yılgınlık gösterdiğini hatırlamıyorum.” Günleri, hayatından ve meşgalelerinden memnun bir şekilde geçerken evlenme vaktinin geldiği fısıldanır kulağına. Hayırlısını arayan gönlünün tek şartı vardır: “Yurtdışına gitmeye niyetli, hatta mümkünse yurtdışında olan biri olmalı.” Hicret sevdasıyla kanatlanan gönlü, artık Türkiye’de kalmaya dayanamamaktadır çünkü. Samimi bir istek, geri çevrilmez bir duadır. Dualara cevap veren Allah, Nuran Hanım’ın duasına Çin muhaciri Hamdi Bey ile cevap verir. Nuran Hanım artık Hamdi Bey’in eşi sıfatıyla Çin’e gidecek, yeni gönüllere ulaşacaktır. Çok sever Çin’i. Çünkü gayretlerinin semeresini bol bol almaktadır. Muvaffakiyet, aşk ve iştiyakını daha da artırır ve Çince kursuna yazılır. DOĞUNUN EN DOĞUSUNDAN, BATININ EN BATISINA Bir müddet sonra Malezya’daki insan ihtiyacı, eşiyle birlikte yeni bir hicrete çeker onu. Çin hicretin en öte noktası gibi göründüğünden ona, Malezya’ya gitmeyi bir geri adım telakki eder Nuran Alver. Yine de eğitim hizmetlerinin cephesi yoktur. Bu arada Alver ailesi genişlemiş, Fethiye ve Nuriye isimli kızları evin neşe kaynağı olmuştur. Önden giden atlılar mekânla birlikte zamanı da ezer geçerler. Onlar için asıl olan harekettir. Hicret bir defa yaşanan ve yeni bir hayata atılınan arızî bir durum değildir onlar için. Onlar daim hicret halinde yaşarlar. Hamdi ve Nuran Alver çifti doğunun en doğusundan batının en batısına, Malezya’dan ABD’ye çağrıldıklarında bu şuurla hazırlanırlar yeni hicret yolculuklarına. Bu yolculukta ilk durak Türkiye’dir. Üçüncü çocuğunu bekleyen Nuran Hanım’ın hamilelikten kaynaklandığını düşündüğü ağrıları vardır. Fatih ismi verilen oğlu doğduktan sonra ağrılar devam edince doktorun kapısı çalınır. Netice vuslat habercisi bir hastalık teşhisidir: Kanser. İlaç tedavisi çok da müspet neticeler vermez. Hastalığını hamilelik sırasında kapmış olan Nuran Hanım manevi bir şehadete hazırlamaktadır kendini. Bu sırada gittikleri ABD’de Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret etme fırsatı doğar. Nuran Hanım, Hocaefendi’sinden şifa duası ister. Hocaefendi’nin manevî ikliminden aldığı moralle döner Türkiye’ye. Geldikten sonra yapılan kontrollerde doktorları, “Sen bu aralar ne yaptıysan aynısına devam et. Çok iyi böyle” diyerek hayretlerini ifade ederler. Ancak kader son sözü söylemiştir; mukadder hayatı ne bir dakika uzatmak, ne bir dakika kısaltmak mümkündür. Yâranları yalnız bırakmaz Nuran Alver’i. Her gelen şifa için dua etmektedir. Ancak Sevil Tuncel’den ayrı bir dua isteği vardır Nuran Hanım’ın: Hazreti Ali’ye atfolunan Celcelûtiye isimli virdin yanında okunması. “Malezya’da bu duanın çok sırlarını gördüm. Bunu mutlaka oku bana” dermiş Nuran Hanım. VİZE SİZE ÇIKAR, AMA BEN GELEMEM Eşinin hiçbir zaman metanetini ve tevekkülü kaybetmediğini ifade eden Hamdi Bey, “Istırap çektiği zamanların günahlarına kefaret olacağına ve sabır ile sevap kazanacağına tam inancı vardı. Vefat durumunda ise inşallah şehid olacağını düşünüp teselli bulmaktaydı” diyor. Her şeye rağmen çocukları adına endişelenmektedir Nuran Hanım. Bu sebeple eşine, çocuklara sahip çıkması hususunda telkinde bulunmaktadır. Belli ki akıbetini tahmin etmektedir. Zaten daha hastalığın ilk çıktığı dönemde gördüğü rüyayı buna yormuştur. Amerika’ya hicret hazırlıkları sırasında vize işlemleri için koşuşturulduğu döneme denk gelen rüyada eşine ve çocuklarına vizenin verildiğini; ancak kendisinin bir asansöre bindirilip göklere doğru çıkarıldığını görür. Nuran Hanım rüyasını, “Size vize verilecek; ancak ben gelemeyeceğim herhalde” diye yorumlar. Hastalığı fark edileli 11 ay olmuştur. Son dönemde durumu ağırlaşır. Çevresindekileri hüzne boğan, Nuran Alver’i Rabb’ine kavuşturan son hicret 16 Ocak 2007 günü vuku bulur. Üniversite yıllarında onu yetiştiren ablası Halide Çelebi, Nuran’ının yüzünü son kez görmek ister. O ânı şöyle resmediyor Halide Hanım: “Kefenlenirken yetiştim. Yüzü çok güzeldi. Burnundan kan geldiği için tampon koyup bağlamışlardı. Bu haliyle peçe takmış bir güzele benziyordu. Simasındaki canlılığı ise asla unutmayacağım.” KALBİ ÇİN’DE, MALEZYA’DA KALDI Gurbete âşık Nuran Alver’in cenazesi İstanbul’da toprağa verildi. Fakat o Malezya’dan yola çıkmış, Amerika’ya giderken yolda İstanbul’a uğramıştı. Bir hicretten bir başka hicrete giden bir yolcuydu aslında. Hem hamile, hem hicrette hem de seferde olarak vefat etti. Belki de üç defa şehit oldu. Bedeni İstanbul’a defnedildi; ama kalbi hâlâ Çin’de ve Malezya’daydı; niyet ve nazarı ise Amerika’ya yönelmişti. Bir gün eğitim gönüllülerinin içinden çıkan şehitler vuslat-ı Rahman’a erdikleri ülkelere göre kaydedilecek olurlarsa eğer, Nuran Alver’i, “Çin’in ve Malezya’nın ve Amerika’nın İstanbul’da toprağa düşmüş şehidi” diye anmak doğru olacaktır. Nitekim Nuran Alver’i tanıyanların onun İstanbul’da vefatı hakkındaki kanaati de şöyle: “Bu kadar hicret delisi bir insanın vefatı gurbette vuku bulsaydı, muhakkak kendini hicret topraklarına emanet ettirirdi.” Beşinci Türkçe Olimpiyatları’na Kırgızistan’dan katılan Çolpon Kamçıbekkızı, “Anadolu’dan Geldik” isimli şarkıyı seslendirdi. Şarkının sözleri Anadolu’dan giden, dünyanın dört bir bucağında küçük Anadolular inşa eden eğitim gönüllülerini anlatır gibiydi. Eksik olan sadece “Geri dönmemek üzere geldik” ifadesiydi. Onu da son konuşmayı yapan TBMM’nin o günkü başkanı Bülent Arınç ekledi: “Bize düşen bir iş daha var. Koşarken ölebilmek; hizmet yaparken ölebilmek; bu aşkı duyarken ölebilmek; onu yaşarken ölebilmek. Ölüm bize ne uzak; bize ne yakın ölüm / Ölümsüzlüğü tattık, bize ne yapsın ölüm.” ÎTİZÂR VE AHDE VEFA “Örnekleri kendinden bir hareket”in şehadet örnekleri de; dönmemek üzere giden muhacir örnekleri de kendinden olmalı değil miydi? Hayatları destan olanların ölümleri de destanlaştırılmalı değil mi? Onları hatırlamak vefa; unutmaksa insanlığa veda olurdu. Hacı Ata’dan Adem Tatlı’ya kadar sayısı belki yüzü bulmuş olan şehitlerin içinden bir demet sunmak istedik size. “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz,” diyen Üstad’ın mezarına takılacak birer bahar hediyesi olarak sunmak istedik Adem Tatlı’nın, Yasin Çalkım’ın, Erkan Çağıl’ın, Meryem Betül ile Yusuf Özgür’ün ve nihayet Nuran Alver’in Mevlâ’larına kavuşma hikâyelerini. Bedenlerini toprağa tohum gibi eken hicret şehitlerinin hikayeleri burada anlatılanlarla bitmiyor elbet. Ne gurbet toprağını vatana dönüştüren öteler yolcularının tamamını, ne de bu yolculardan herhangi birinin bütün fedakarlıklarını anlatmaya sayfalarımız yeterdi. Seçici davranmadık; bize geleni anlatmakla yetindik. Arkada kalanlar, “Niçin bu ağabeyimizin veya şu ablamızın hikayesini de anlatmadınız?” deseler haklıdırlar. Ancak kanaatimiz o ki bu ağabeyler veya şu ablalar anlatılmamayı tercih ederlerdi. Çünkü onlar ‘desinler’ diye yaşamadılar. Ve yaşatmak için gittiler en önde… Bu dosyanın oluşma sürecinde onlarca kişinin emeği geçti. Her birinin ismini zikretmek, hazırlayan için şereftir. Fakat gaflet eseri bir kişinin dahi ismini zikretmeme saygısızlığına düşme endişesiyle ad vermiyoruz. Tüm emeği geçenler namına muvakkat gurbetteki Fethullah Gülen Hocaefendi’ye Anadolu insanının ufkunu genişlettiği için, örneklerini kendi içinden çıkarabilen bu eğitim hareketinin fikrî hamulesini yoğurduğu için selam ve dualarımızı gönderiyoruz. Yüce Allah müteveffa muhacirlerimizin üzerinden rahmet ve bereketini eksik etmesin. Yaşamak yetmeyip, yaşatmak gerektiği gibi; okumak da yetmez. Bu dosyanın çağrısı, yeryüzünün dört bir yanına yayılmış, gurbeti vatan yapmışlarsa; gitmeye hazırlananlara, gitmeyi arzulayanlara: “Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden; Senin de destanını okuyalım ezberden.”
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|