![]() |
#1 |
![]() Son yazımda; TÜSİAD'ın önce sahip çıktığı fakat daha sonra kendince nedenlerle "Kaleme alanların görüşleridir" dediği anayasa taslağının;
"cumhuriyet" anlayışı dışındaki önemli bazı hususların daha doğrusu değişmez olarak değerlendirdiğimiz ilk üç maddedeki bazı yaklaşımların da "tartışılabileceğini" dile getirmesini eleştirmiş ve tek başına cumhuriyet kavramının bir anlam ifade etmediğini vurgulamıştım. Aynı yazıda "Atatürk milliyetçiliği" kavramının metinden çıkartılabileceğinin dile getirilmesini de eleştirmiş, değişik ulus ve ulusçuluk kavramları olabileceğinden bahisle; "Atatürk milliyetçiliği" anlayışından vazgeçemeyeceğimizin altını çizmiş, konuyu bugüne bırakmıştım. Bugün bu önemli konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Xxxxxxxxxxx Geçen yazımda da değindiğim bir konuyu yeniden ele alarak başlamak istiyorum. Çok farklı ulus "anlayışları" ya da "tanımları" vardır. Örneğin; aynı ırktan gelen insanların oluşturduğu ulusa "ırk ulusu" adı verilir. Aynı kandan gelen insanların oluşturdukları ulusa "kan ulusu"; aynı dilden gelen insanların oluşturdukları ulusa "dil ulusu" denir. Aynı kültürden gelen insanların oluşturdukları ulusa; "tarih ya da kültür ulusu" denir. Bu türden yaklaşımları ve tanımları çoğaltabiliriz. Fakat konuyu fazla yaymadan şu kadarını söyleyeyim ki; tüm bu türden tanımlar dışında bir de "devlet ulus" anlayışı vardır. Aynı devletin vatandaşlarının oluşturduğu ulus anlayışıdır bu. (Günümüzde bu anlayışa "anayasal vatandaşlık" diyenler de vardır.) Nasıl bir ulus tanımından yola çıkarsanız ona uygun bir ulusçuluk anlayışına ulaşırsınız. Örneğin; ulusu "ırk ulusu" olarak tanımlarsanız; ulaşacağınız ulusçuluk "ırk ulusçuluğu" olur. Eğer ulusu "kan ulusu" olarak tanımlarsanız; "kan ulusçuluğuna" ulaşırsınız. Eğer ulusu "devlet ulus" olarak tanımlarsanız; ırka, dile, kana, kültüre, tarihe vs. hiç bakmaksızın; çağdaş bir tanım olan "devlet ulusçuluğuna" ulaşırsınız. Günümüz dünyasında 200 küsur devlet vardır ve bunlar arasında iç barışı koruyabilenler; genellikle böyle bir devlet ulusçuluğunu ön plana çıkartanlardır. Hele bizim gibi çok uluslu bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde kurulan devletler için; "devlet ulus" tanımı neredeyse kesin bir zorunluluktur. Düşünün ki; günümüz Türkiye'sinde "misak-ı milli" sınırları içinde 20'den fazla farklı etnik grup yaşamaktadır. Çoğunun; yaşayan bir anadili, farklı giyim-kuşamı, farklı mutfağı, farklı folkloru vs. olan bu etnik gruplar ancak "toparlayıcı" bir ulus tanımı çerçevesinde bir arada yaşayabilirler. Ve günümüz Türkiye'sinde "Türk olmak"; bir ırk ya da kan vb. özellikten değil Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlığından kaynaklanır. Xxxxxxxxxxxx Eskiden lise sosyoloji kitaplarında ulus; "aralarında ırk, dil, kültür, tarih vb. konularda birlik olan ve birlikte yaşama iradesine sahip insanların oluşturdukları grup" olarak tanımlanırdı. (Korkarım hâlâ aynı tanım öğretiliyor.) Aslında böyle bir ulus; hiç kuşkusuz uyum içinde olur ve eğer bir devleti böyle bir ulusun vatandaşları oluşturuyorsa, genellikle çatışmasız yaşayabilirler. Fakat bunun hiçbir garantisi yoktur. Örneğin; Araplar genellikle aralarında ırk, tarih, kültür vb. birlik olmasına rağmen bölük pörçük devletlerde yaşamakta ve kimi zaman birbirleriyle çatışmaktadır. Buna karşılık 3 farklı ulustan oluşan İsviçre barış içinde yaşayabilmektedir. (Tabii ekonomik doygunluk vb. gibi faktörlerin burada çok etkisi vardır ama bu konuya girmem bu yazı çerçevesinde mümkün değil.) Türkiye ve Türkiye gibi ülkeler; eğer ayrımcılığa gidebilecek ulus ve ulusçuluk tanımlarına sarılırlarsa; ipi kopmuş bir tespih gibi dağılırlar. Bu konuda çok özenli olunması gerekir. Yukarıda da değindiğim gibi; bugün Türkiye'de Türk olmak; Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olmaktan gelen bir özelliktir. Zaten Mustafa Kemal "Ne Mutlu Türküm Diyene" derken; böyle bir Türklük anlayışını ortaya koyuyordu. "Ne Mutlu Türk Irkından Gelene" ya da "Ne Mutlu Türk anadan babadan doğana" vb. bir açıklama yapmıyordu. Kaldı ki Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde; Kürdistan, Lazistan gibi bölgelerin milletvekilleri bu sıfatlarla yer alırken; Mehmet Akif'in "İstiklal Marşı"nı defalarca okuyan Hamdullah Suphi'yi gözyaşlarıyla dinliyor ve bu olağanüstü şiirde sözü edilen "Türk ırkı" gibisinden tanımlamalara hiç takılmıyorlardı. Nereden nereye geldik... Xxxxxxxxxxxxx Bugünkü yazımda; idam hükmünün yeniden TCK'ya konulması konusunda ortaya çıkan tartışmalara da kısaca değinmek istiyorum. Gerçekten; son dönemlerde özellikle kadın ve çocuk istismarı konusunda insanı isyan ettiren şeyler okuyoruz. Bunun getirdiği duygusallıkla idam hükmünün yeniden getirilmesini öneren isimlere rastlıyoruz. Eğer idam cezası geri gelirse, bu türden vahşetin ve suçların azalacağını umut ediyorlar. Önce şunu belirteyim ki; idam cezasının geri gelmesi bu türden suçları azaltmayacaktır. İkinci olarak; gözden ırak tutulmaması gereken nokta, hiçbir uygar ülkede idam cezasının kalmamasıdır. Zira "telafisi" yoktur... Toktamış ATEŞ - Bugün
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Hele bizim gibi çok uluslu bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde kurulan devletler için; "devlet ulus" tanımı neredeyse kesin bir zorunluluktur. Düşünün ki; günümüz Türkiye'sinde "misak-ı milli" sınırları içinde 20'den fazla farklı etnik grup yaşamaktadır. Çoğunun; yaşayan bir anadili, farklı giyim-kuşamı, farklı mutfağı, farklı folkloru vs. olan bu etnik gruplar ancak "toparlayıcı" bir ulus tanımı çerçevesinde bir arada yaşayabilirler. Ve günümüz Türkiye'sinde "Türk olmak"; bir ırk ya da kan vb. özellikten değil Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlığından kaynaklanır.
Mantıklı |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|