![]() |
#1 |
![]() ![]() .............. O yüksek rütbeli kişi, şiirin ne ma’nâya geldiğini anlar ve hemen ayaklarını toplayarak “Ne zamân yazdın bunu? Senden ve benden başka duyan oldu mu?” dedi. Yûsuf Nâbî de; “Daha önceden söylememiştim. Şu anda sizi bu durumda uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok.” dedi. Bu sözler üzerine o kişi, rahat bir nefes alarak; “Mâdem ki bu şiiri burada söyledin, burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz.” diye ikâz eder. Nâbî (1642 Urfa – 1712 İstanbul): Asıl adı Yûsuf’tur. Nâbi, 25 yaşlarında İstanbul’a gider ve sarayda kâtipliğin yanı sıra “târih düşürme”ler yapardı. Osmânlı şâiri ve velî Nâbî 1678’de hacca gider. Hac kâfilesi Osmânlı devlet ricâlinden meydana geliyordu. Hicaz yollarında, Peygamber Efendimizin aşkından dolayı, Yûsuf Nâbî neredeyse hiç uyumuyordu. Medîne’ye yaklaştıkları bir gece, kâfiledeki bir devlet büyüğünün deve üzerinde ayaklarını kıbleye doğru uzatarak uyuduğunu gören Nâbî, adamı uyandıracak bir sesle şu na’ti okur: Sakın terk-i edebden, kûy-i mahbûb-i Hüdâ’dır bu Nazargâh-i ilâhîdir, Makâm-ı Mustafâ’dır bu (Edebi terketmekten sakın! Zîrâ burası Allâh-ü Teâlânın sevgilisi olan Peygamber efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak teâlânın nazar evi, Resûl-i Ekrem(sav)’in makâmıdır.) Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazîletde Tefevvuk kerde-i arş-ı Cnâb-ı Kibriyâ’dır bu (Burası Cenâb-ı Hakk’ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazîlet yönünden düşünülürse, Allâh-ü Teâlânın arşının en üstündedir.) Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil İmâdın açdı mevcûdât dü çeşmin tûtiyâdır bu (Bu mübârek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaradılmışlar, iki gözünü körlükten açtı. Zîrâ burası kör gözlere şifâ veren sürmedir.) Felekde mâh-ı nev Bâb’üs-Selâmın sîne-çâkidir Bunun kandîli cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu (Gökyüzündeki yeni ay, O’nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O peygamberin nûrundan doğmaktadır.) Mürâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha Metâf-ı kudsiyâdır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu (Ey Nâbî, bu dergâha edebin şartlarına riâyet ederek gir. Zîrâ burası, büyük meleklerin etrâfında pervâne olduğu ve peygamberlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf yeridir.) O yüksek rütbeli kişi, şiirin ne ma’nâya geldiğini anlar ve hemen ayaklarını toplayarak “Ne zamân yazdın bunu? Senden ve benden başka duyan oldu mu?” dedi. Yûsuf Nâbî de; “Daha önceden söylememiştim. Şu anda sizi bu durumda uzanmış görünce elimde olmayarak yüksek sesle söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok.” dedi. Bu sözler üzerine o kişi, rahat bir nefes alarak; “Mâdem ki bu şiiri burada söyledin, burada kalsın. İkimizden başkası duyarsa, senin için iyi olmaz.” diye ikâz eder. Kâfile, sabah ezânına yakın Mescid-i Nebî’ye varınca minârelerden müezzinler ezândan evvel Nâbî’nin, “Sakın terk-i edebden...” diye başlayan na’tini okuyorlardı. Nâbî ve o yüksek rütbeli kişi hayretten dona kaldılar. Sabah namazını kıldıktan sonra, Nâbî ve öbür zât namaz kıldıkları câminin müezzinini bulup; “Allâh aşkına, Peygamber aşkına ne olursun söyle! Ezândan önce okuduğun na’ti kimden, nereden ve nasıl öğrendin?” diye sorar. Müezzin gâyet sâkin bir şekilde: “Rasûl-i Ekrem (sav) bu gece Mescid-i Nebî’deki bütün müezzinlerin rüyâsını girerek buyurdu ki: “Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyârete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezânından önce, onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak, Medîne’ye girişini kutlayın.” Biz de Rasûlullâh (sav)’ın emirlerini yerine getirdik.” Nâbî ağlayarak; “Sâhiden Nâbî mi dedi? O iki cihânın Peygamberi, Nâbî gibi bir zavallıyı ve günahkârı, ümmetinden saymak lütfunu gösterdi mi?” dedi. “Evet” cevâbını alınca da, sevincinden oracıkta bayılıvermişti. Nâbi’nin ölümüne bir çok kişi târih düşürmüştür. “Gitti Nâbî Efendi cennete dek” “Zelîha-yı cihânda çekti dâmen Yûsuf-ı Nâbî” Vefât târihini bilen şâir: Nâbî bir çok olaya târih düşürmüş ama asıl ilginç olanı kendi ölümünü bilip târih düşürmesidir; “Nâbi be-huzûr âmed” (Nâbî dünyânın çilesinden kurtuldu, huzura erdi) Nâbî’nin düşürdüğü belki de en güzel târih bu oldu… Na’t 1. Beyit) Eyâ habîb-i Hüdâ’yâ Muhammed Ârabî Şefî’i rûz-i cezâ ya Muhammed Arabî (Ey Hakkın sevgili olan Arab asıllı Muhammed (asv)! Ey, herkesin, yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağı günün şefaatçisi) 2. Beyit) Heva-yı gerdiş-i mihrinde çerha girmiştir Süradıkât-i sema yâ Muhammed Arabî (Ey Muhammed Arabî! Büyük bir padişah çadırına benzeyen gökkubbe bile senin güneşinin dönüşüne özenerek sema meydanına girmiş dönmektedir.) 12. Beyit) Libası-ı sâyeden oldun bürehne cisim etdin O denli terk-i sivâ yâ Muhammed Arabî (Ey Muhammed Arabî! Maddi olan şeylerden kendini arındırman o dereceyi buldu ki gölge elbiseni bile terk ettin ve cisimden soyundun) 29. Beyit) Değil resîde pesin-paye-i ibâretine Medâri-i füsaha yâ Muhammed Arabî (Ey Muhammed Arabî! En parlak konuşanların merdivenleri, senin en geri mertebedeki sözlerine bile ulaşamaz) Nef’î (1575 Erzurum – 1635): Asıl adı Ömer’dir. İlk şiirlerinde Darrî veya Zarrî (zararlı) mahlasını kullanmıştı. Sihâm-ı Kazâ adlı dîvânıyla meşhûrdur. Söylediği hicivler onun evvela zindana girmesine sebep olmuş, daha sonra affedilmesine rağmen bir süre sonra boğularak öldürülmesine sebeb olur. Nef’î’nin ölümüne düşürülen târihler: “Katline oldu sebeb hicvi hele Nef’î’nin” “Geçdi Sihâm-ı Kanâ” “Katl şud Nef’î” “Nâgehân geldi bir eksüldi didi târihin Âh kim kıydı felek Nef’î gibi üstâda” Der Na’t Seyyid-i Kâinât (Kâinâtın Efendisine Övgü) 44 beyittir. 1. Beyit) Ukde-i ser-rişte-i râz-ı nihânîdir sözüm Silk-i tesbîh-i dür-i seb’al-mesânîdir sözüm (Sözüm, gizli sır ipinin ucundaki düğüm ve yedi tekrar (Fâtiha Sûresi) incisinin dizildiği tesbîh ipidir.) 2. Beyit) Bir güherdir kim nazîrın görmemiştir rüzgâr Rüzgâra âlem-i gayb armağanıdır sözüm (Sözüm, benzerini dünyânın görmediği, görünmezlik alemi (alem-i gayb) armağanı olan incidir.) 19. Beyit) Nüktede âlem harif olmaz bana gûya benim Her ne söylersem cevâb-ı “len terânî”dir sözüm (Nükteli ince söz söylemede, kimse bana eş olamaz; çünkü benim her sözüm, “sen beni göremezsin” cevâbı gibidir.) Hz. Mûsâ, Tûr dağında Allâh’a, “Yâ Rabbî, bana kendini göster de sana bakayım” dediğinde Allâh, “sen beni göremezsin” diye cevâb verdi (Ar’af, 143). Şâir bu hâdiseye ve bu âyete böylece telmîhte bulunmuştur. 38. Beyit) Addolunmaz mu’cizatı halden efzûn neylesin Gerçi kim bilir râvi-i mu’ciz-beyânidir sözüm (Her ne kadar sözüm, az sözle çok şey anlatılan bir anlatıysa da, O’nun mucizeleri o kadar çok ki, saymakla bitiremem, ne yapayım)
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|