![]() |
#1 |
![]() Vedat Bilgin
![]() Tarih önünde Davutoğlu Yeni Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın, “yeni Başbakan adayımız Ahmet Davutoğlu kardeşimdir” açıklaması tarihî bir karardır. Aslında bu tercih, Davutoğlu’nun devlet bilinciyle, sorumluluk ahlâkıyla, bir düşünce ve siyaset adamı olarak tarih önünde büyük bir sorumluluğu üstlenmesi demektir. Bugün Ahmet Davutoğlu adı, içerde dışarıda dost-düşman herkese bir şey söyleyen bir isimdir. Onun akademik kimliğinin, rutin akademik faaliyetlerin ötesine geçtiğini, bir düşünce adamı olarak bir tarih felsefesine ulaştığını iyi kötü kendisini takip edenlerin bildiği, farkına varabileceği bir husustur. Bu sebeple, burada Davutoğlu’nun çalışmalarından, eserlerinden bahsetmeyeceğim. Onun sahip olduğu tarih görüşünün dayandığı medeniyet anlayışından bahsederek, bunun siyasete getirdiği, önümüzdeki dönemde “Büyük Türkiye yürüyüşüne” katacağı değerlerden söz edeceğim. Türkiye neyi temsil ediyor? Davutoğlu “Türkiye merkezli bir siyaset anlayışına” inanmış bir devlet adamıdır. AK Parti hükümetlerinin bu dönem süresince ortaya koyduğu gelişmeyle, ülkenin uluslararası sistem içerisinde “Türkiye merkezli” yaklaşımının etkinlik kazanması tesadüf değildir. Esas itibarıyla yaşanan başarı, bu siyasetin liderlik, dünya görüşü, davanın idrakinde olan bir kadroyla Türkiye’nin toplumsal olarak talep ettiği değişimin siyasete dönüştürülmesinin eseridir. Türk toplumunun, tarihî olarak müzminleşmiş sorunlarını üç kategoride ele almak mümkündür: Birincisi, toplum-devlet karşıtlığı ekseninde ortaya çıkan sorunlar; ikincisi, yüzyıllık geri kalmışlık-kalkınma ekseninde yaşanan ekonomik problemler; üçüncüsü ise, Türkiye’nin içinde yer aldığı dünya sistemi ile kurduğu ilişkiler ve buradan doğan sorunlardır. Bu sorunlara ilk aşamada verilen cevap, Türk siyasal sisteminin yapısını “demokrasi yönünde” ilerletmek şeklinde olmuştur. Eğer Türkiye demokratikleşme sürecini ileriye taşıyacak adımlar atan bir siyaseti benimsemeseydi, eski yapıyı değiştirmek bir başka zamana kalabilirdi. AK Parti, eğer bu değişimi, demokratikleşme sürecini “temel strateji” hâline getirmemiş olsaydı, kendi varlığını dahi koruyamayabilirdi. Bir anlamda siyasi hareketin temsil ettiği, bütün yerli-muhafazakâr-yeni sivil güçler Erdoğan’ın liderliğinde bu değişimi sürdürdükçe, siyasal varlık alanını genişletmiş, genişlettikçe de “demokrasi mücadelesi daha ileri bir aşamaya” yönelmiştir. Tarih ve devlet bilinci Demokratikleşme meselesi, ekonomide yeni bir açılım imkânı sunmuştur. Devlet yapısı üzerinden kurulan “ekonomik-politik iktidar” demokrasi sayesinde topluma açılmış, “emir-komuta ekonomisinin” karşısında “sivil ekonomik sektörlerin” yükselmesine, piyasa ekonomisinin oluşmasına katkı yapmıştır. Bütün bunların, Türkiye’nin dünya sistemi içerisindeki “Batı’ya bağımlı” konumu üzerinden yapılması ve bu değişimin sürdürülmesi mümkün değildi. Bu bakımdan “Türkiye merkezli” yeni bir uluslararası ilişkiler modeline geçmek zaruret hâline gelmişti. Davutoğlu’nun düşünce plânında temsil ettiği siyaset anlayışı, bu yeni Türkiye merkezli ilişki biçimini ön plâna çıkarmıştır. Türkiye yenilenirken, böyle bir vizyona sahip bir başbakana sahip olmak tarihî bir fırsattır. Biliyoruz ki, tarihsel değişme süreçlerinde, “değişimin ruhunu kavrayacak” millî kültürden, medeniyet değerlerinden habersiz olmak, yabancılaşmak demektir. Bu durumun yaratacağı “ahlâki kayıtsızlık” pratik olarak, akıntıya kapılma, etkisiz ve pasif kalmaya razı olmaktır. Bu tarihsel değişimi, zaman ve mekânı, tarihin ve ânın, coğrafyanın ve kültürel anlam dünyasının içinden okumak, ona yön verecek donanım ve politikalara sahip olmak ise “ahlâki sorumluluk” taşımak demektir. Tarih önünde duran Davutoğlu böyle bir şahsiyettir. Kaynak Akşam 25.08.2014
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|