![]() |
#1 |
![]() (Bu yazı yazılırken Bakanlar Kurulu açıklandı, önce onunla ilgili kısa bir değerlendirme yapalım, sonra asıl konumuza geçelim. )
Yeni Bakanlar Kurulu bir iki değişiklik dışında genelde bir önceki kabineyle aynı özelliklere sahip. Cemil Çiçek’in yerine Bekir Bozdağ geldi. Belli ki Bozdağ, devletin hükümetteki temsilciliğine atanmış. Ciddiye alınacak en önemli değişiklik Prof. Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanlığına atanmasıdır. Ömer Dinçer, sağlam bir dünya görüşüne sahip. Geçmişte CHP tarafından Cumhuriyet karşıtı Şeriatçı diye istenmeyen adam ilan edilmişti. Ömer Dinçer’in Bakanlığa atanması bu söylemde olanlara bir tür meydan okumadır. Milli Eğitim Bakanlığı, Ak Parti’nin en başarısız olduğu ve en çok eleştiri aldığı bakanlıktır. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi, Ahmet Necdet Sezer döneminde bu bakanlığa yapılan atamaların akredite kişilerden seçilmesi. İkincisi, bundan önceki dönemde hangi kriterle seçilmişse Nimet Çubukçu’nun bu göreve atanması. Öyle anlaşılıyor ki bütün duyarlı çevrelerin eleştirileri Çubukçu’yu sadece Milli Eğitim Bakanlığı’dan değil, aynı zamanda bakanlıktan da etti. Ömer Dinçer, mevcut eğitimin felsefesinin bozuk olduğuna inanan biridir. Eğer bu yöndeki düşüncelerini Eğitim Bakanlığı’na taşıyabilirse eğitim alanında pek çok değişiklik beklemek gerekir. Şimdi konumuza geçelim: Merkezi vaaz meselesi… Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, merkezi vaazın faydadan çok zarar getirdiğini ifade etmiş. Kesinlikle doğru bir tespit. Bu tespitin Diyanet İşleri Başkanı tarafından dile getirilmiş olması ayrıca değer taşımaktadır. Merkezi vaaz konusu ne zaman gündeme gelse aklıma bu uygulamayı ilk kez duyduğum öğrencilik yıllarımın Diyarbakır’ı gelmektedir. Bir Cuma vakti camiye gitmiştim. Diyarbakır, 28 Şubat için adeta bir prova yeri seçilmişti. 28 Şubat’tan çok önce, 1995’te merkezi vaaz Diyarbakır’da alelacele uygulamaya konmuştu. Caminin imamı susmuş, radyodan düzgün bir Türkçeyle vaaz dinleniyordu. Cami adeta yastaydı. Açık bir öfke vardı. İmam aniden ayağa kalktı, radyonun konduğu vaaz kürsüsüne yöneldi, ardından cemaate döndü ve : -Muhterem Cemaat, siz bu aletten bir şey anladı...? Dedi. Cemaat, hep birlikte “Hayır!” diye seslendi. İmam, -Madem siz anlamıyorsunuz, ben de bunu kapatıyorum, soruşturmaya razıyım deyip radyoyu kapattı ve olabildiğine bozuk, yarı Kurmancki-Zazaki bir Türkçeyle kendi vaazını vermeye başladı. Camide bir heyecan… Bir heyecan… Yas bitti, bayram geldi camiye… Hey Allah razı olsun, diline kurban diye seslenenler… Neredeyse gözyaşı dökenler… İkinci hikâyem, iki hafta öncesine ait… İstanbul’dan... Mahallemizin imamı her Cuma, merkezi sistemi açar. Cami, radyodan çıkan cızırtılı ses dışında, ürkütücü bir sessizliğe bürünür. Hutbe başlamadan cami dolmaz. İki hafta önce gittiğimde tıklım tıklımdı cami. Eski imam izne ayrılmış. Şivesinden Karadenizli olduğu her halinden belli epey yaşlı bir başka hoca vaaz veriyor, cami pürdikkat dinliyordu. Hoca, “Gençler, kızlı erkekli, trafik kazası geçiriyorlar. Vah, vah… Diyorlar… Arada içkiliymişler… Bir de sevgili… Diye gizleyivererek söylüyorlar. Yahu arkadaş, kimse çıkıp bunlar sarhoştu ve zina halindeydi, demiyor. Neden, çünkü çağdaş yaşammış, çağdaş yaşama dil uzatmak sakıncalıymış. Şimdi Türkçe söyleyelim; Ne çağdaş yaşamı be adam? Gavurca yaşam, gavurca yaşam… Hah, adını koyalım cemaat anlasın…” Laz Hoca adını koydu, cemaat de anladı, merkezi vaazda uyuklayan cemaat neredeyse ayağa kalkıp tekbir getirecekti. Diline kurban, dedim Laz Hocam, diline kurban, dinine kurban… Ama malum herkes kendi çevresine bakar. Ben, camide bulunan Mardin-Diyarbakır yöresinden birkaç ihtiyar anlıyor mu, diye düşündüm. Son kısmı anlamıştır, ya gerisi? Çok geçmeden cevabımı aldım. Bu durumu evde anlatınca bir insanlık dramını dinledim: Mardin’den çocuklarının yanına gelen ihtiyar bir kadın komşumuz, cumartesi pazar verilen vaaza gidiyormuş, burada ayrıntılandırmam doğru olmaz, hoca ne anlatıyorsa bizim teyze hepsini tam tersinden anlıyormuş. Emin olun, tam tersinden… Teyze az buçuk Türkçesiyle “-me/-ma” olumsuzluk eklerini kaçırınca İmamın yapın dediği her şeyi, üstelik aile hayatıyla ilgili, bizim teyze yapmayın diye anlıyor ve etrafındaki genç kadınlara dayatıyormuş. Teyze, yanlış anlıyorsun, demişler, inanmamış, gelin siz de dinleyin, demiş, ama onların da Türkçesi onunkinden çok ileride değil, anlamadığımız bir vaaza niye gelelim, demişler. Teyze “Olsun orada oturmak da sevap, ben her hafta asıl o sevabı almaya gidiyorum” demiş. İşte samimiyet ve işte çaresizlik… Merkezi vaaz fayda vermez, çünkü vaaz kendi araçlarıyla birlikte vaazdır. Cemaat imamın yüzüne de ameline de jest ve mimiklerine de bakar; ondan da ders alır. Ona göre kendisine çeki düzen verir. İnsan, mevzu din olunca karşısında adam görmek ister, kuru ses değil… Bunun için merkezi vaazın kaldırılması çok hayırlı. Ama vaazın en büyük aracı dildir. Dil, olmayınca vaaz bir hiçtir ve hatta zararlıdır. Cemaat imamı görsün, ama ya imamın söylediklerini tersinden anlarsa, maazallah…! Diyanet, sadece Diyarbakır, Mardin, Siirt, Van’da değil, Antep, Adana, İstanbul gibi şehirlerde de Cuma günleri mümkün değilse hiç olmazsa diğer günlerde Saat 10, Saat 14 gibi saatlerde bile olsa Kürtçe vaaz koymalı. Kendi dilinden dinine hasret kalan insanlara ulaşmanın yolu budur. Buna ikna olmayanlar, lütfedip de İstanbul’un semtlerini bir dolaşsınlar, insanların nasıl bir vaaza, bir nasihate hasret kaldıklarını görsünler, bataklık içinde nasıl bir kurtuluş yolu aradıklarını gözleriyle görsünler… Bunun önünde bir engel de yok… Batı illerinden birinde bir kardeşimizden dinlemiştim. İmamı izne ayrılan bir camiye hutbe için çağırmışlar, bakmış ki cemaat tümden Kürt yaşlıları… Kürtçe vaaz vermiş, cami birden dolmuş, meğer onu dinleyen, yakınlarına haber vermiş, diğer hafta daha büyük bir kalabalık… Diğer hafta müftülük, bir müftü yardımcısı göndermiş. Daha önce doğru dürüst cemaati bulunmayan camideki bu şenliği halktan dinleyen müftü yardımcısı görev sizin deyip kendisi de dinlemeye başlamış… İşte samimiyet budur. Kardeşimiz, bitirmek istemiş, cemaat “Hoca anlıyoruz, anlıyoruz, Allah rızası için devam et!” diye yalvarmış… İşte İslam’a hasret kalmak budur… Diyanet bunu yapmıyorsa bu işi sivil toplum üstlenmeli. Kendi imkanlarını halka ahlakı, tesettürü anlatmak için kullanmalı, aynen camideymiş gibi ahlaki konular üzerinde Allah rahmet eylesin Timurtaşvari vaazlar vermeli. Ahlak, siyasi meselelere kurban edilmemeli. Halk hoşlanmıyorsa, halk siyaset yüzünden vaazdan kaçıyorsa siyaset vaazın dışına atılabilmeli… Aksi halde dinine hasret kalan bir halkın günahı bizim boynumuzda olur. Abdulkadir Turan / doğruhaber
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Başıma gelen bir olayı anlatayım bende bu konu ile ilgili..
Geçen sene Bitlise gittğimizde Bitlisteki terihi camii de imam olan akrabamız anlatıyor. Her cuma verirler elimize bir kağıt bunu camii de okuyun diye, mart ayında yine böyle bir kağıt verdiler elimize baktım içeriğine ağaç dikmek(!) ile ilgili diyor ki cemaate ağaç dikmeyi anlatın nasıl dikileceğini syleyin herkesin ağaç dikmesini isteyin. dışarı baktım en az 1 metre kar var.Millet soğuktan dışarı çıkmıyor bide ağaç mı dikecekler.Elbette ağaç dikmek faydalı ve gerekli bişey bunun zamanlamasına dikkat etmeleri lazım. düşündüm bunu anlatsam cemaat bana gülecek anlatmasam müftülük niye anlatmıyorsun diyecek.Gel de çık işin içinden Bu tür hutbe ve vaazlar bize bildiklerimizi bile unutturdular.Sonunda bu yanlışa dur diyecek birileri çıkmaya başladı. Özellikle doğu ve güneydoğudaki cemaatin çoğu verilen hutbe ve vaazlardan hiçbirşey anlamaz bizim çocukluğumuzda imamlar hep Kürtçe anlatırdı hemde çok etkili olurdu geçen haftaki cumada hutbe ve vaazın konusu neydi diye sorsan hatırlamam ama 20 sene öncekiler gözümün önünden gitmez. cemaatin yarısı gözyaşlarını tutamazdı.biz filistini bosnayı karabağı keşmiri buralardan öğrendik. Hakikaten bugüne bakıyorum da türkçe ezan dönemlerinden pek fark göremiyorum.İnsanların istemediği veya anlamadığı şeylere ısrarla yapma derdindeler ki ters teptiğini görmüyorlarmı? |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() zaten hutbeler sene dönüyor. sürekli devri daim eden konular var. ana babaya saygı vatan çiçek böçek ağaç sevgisi. milli ve dini bayramlar ve tabiki Atatürk sevgisi. islam bunlardan ibaret sanki. mübarek diyanet başka konu bulamıyor.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|