08-15-2010, 20:20 | #1 |
Yasin Aktay - 27 Mayıs'ın Hesabı 12 Eylül'de Görülecek
Yasin Aktay
27 Mayıs'ın Hesabı 12 Eylül'de Görülecek 12 Eylül'de halkoyuna sunulacak anayasa değişiklik paketi, içinde yer alan geçici 15. Maddenin kaldırılmasıyla ilgili düzenleme etrafında "geçici" bir yoğunlaşma yaşandıysa da, 12 Eylül darbesini yargılamaktan ibaret değil. Aksine AYM raportörü Osman Can'ın da çok yerinde tespitiyle bu referandumun hedefi 12 Eylül'de birçok yanı pekiştirilen ama daha ziyade 27 Mayıs darbesiyle tesis edilmiş olan bir düzenle hesaplaşmaya daha çok uyuyor. Türkiye'nin yakın tarihindeki darbe düzeninin anası 27 Mayıs'tır ve 27 Mayıs'ta tesis edilmiş olan düzen T.C.'ne resmen yeni bir format kazandırmıştır. 9-12 Mart da, 12 Eylül de, 28 Şubat da, 27 Nisan da o formatın mümkün kıldığı bir zemin üzerinde gerçekleşmiştir. Her birinin sonunda ne kadar zulüm ve işkence yapılmış olduğu, ne kadar hak-hukuk ihlali yapılmış olduğu, bunun yanında, tali bir konudur. Şimdiki Anayasa değişikliğini sıradanlaştırmak için zaten 1982 Anayasasında önceden 15 paket değişikliği yapıldığı söyleniyor. Ferhat Kentel ile birlikte Mehtap TV'de sunduğumuz Tersi ve Yüzü programında ise, Osman Can asıl şimdiye kadar 1982 Anayasasında yapılmış olan ve hak ve hürriyetleri genişleten düzenlemelerin hiç birinin çok da önemli olmadığını anlatıyordu. Buna göre asıl olan bu yasal düzenlemelerin veya metinlerin gerçekten hak ve hukuk lehine değerlendirilebileceği bir yargı sisteminin tesis edilmesidir. Bu gerçekten çok önemli bir nokta çünkü yine Can'ın işaret ettiği gibi, bazı çevrelerin öve öve bitiremediği 1961 Anayasasında hak ve hukuk ile ilgili olarak tam 62 madde vardır ama bu maddelerin hiçbiri Türkiye'de insan hakları ve demokrasi konusunda bir teminat oluşturamamıştır. Çünkü bu maddelerin anayasalarda zikredilmesine karşılık birçoğu, yine aynı anayasa tarafından tesis edilmiş olan yargı sistemi tarafından geri alınabilmiştir. Yargı erkine sistem içinde dâhiyane bir mimari ile biçilmiş rol, anayasal güvenceleri de geçersiz hale getirmesine imkân tanımış böylece yasalarda ne zikredilirse zikredilsin bir yargı kararının bunu anlamsız hale getirebilmesi sağlanmıştır. O yüzden 1961 Anayasasının özgürlükçülüğü sadece darbeyi yapanların kendi sadık çevrelerine sağladığı maddi imkânlar yoluyla yayılan bir efsaneden ibaret kalmış, demokrasinin özüne veya halkın geri kalanına katmanlı bir ideolojik-otoriter devlet pratiği olarak yansımıştır. Demokratik sürecin önlenemeyen gelişimi sayesinde parlamentoya kadar yansıyan halk iradesinin önü böylece senato ve yargı sistemi sayesinde kesilmiş, Meclis pratikte yasama yapamayan, dolayısıyla hiçbir siyaset üretemeyen bir atalete sürüklenmiştir. Yasama yapamıyor çünkü yaptığı yasaların önemli bir kısmı ya Anayasa Mahkemesi tarafından iptal veya Senato tarafından veto edilmiştir. Anayasa'ya yerleştirilen engelleyici kurumlar yüzünden siyaset üretemeyen siyaset aygıtı siyasetin dışında kalan alanlara yönelmiş, böylece siyaset erkinin saygınlığını da berhava etme yoluna girmiştir. Çünkü siyasetçinin kendi uğraşını ihmal ettiğinde yöneldiği yollar, aş-iş sorunlarıyla ilgilenmenin açtığı paylaşım yollarıdır ki, bir siyasetçinin en kolay yanlış yola sapabildiği alandır bu. Siyasetin süreç içinde maruz kaldığı bu verimsizlik halk nezdinde böylece siyaset-dışı mihrakların aranmasını sağlamış, onlara yönelik popüler davetiyeleri yazmıştır. 12 Eylül'deki halk oylamasında doğrudan 12 Eylül darbesiyle ilgili bir 15. Madde vardır; ama 27 Mayıs'la başlayan bütün bir darbeler düzeninin kendini sağlama almak üzere tesis ettiği en önemli kurumlar olarak yüksek yargı kurumları bu referandumun en önemli konusudur. Anayasa Mahkemesi, HSYK ve Askerî yargının alanlarının yeniden düzenlenmesi 27 Mayıs darbe düzenine karşı devrim niteliğinde bir adım olacaktır. O yüzden konunun 12 Eylül'den öteye 27 Mayıs'a dair bir tartışmaya uzatılması bu hesabın ufkunu gerektiği gibi genişletmiştir. Yoksa konu gerçekten de spesifik olarak bir takım insanlarla değil bir zihniyetle hesaplaşmadır. Konu 12 Eylül'ün aktörlerinin şahsen yargılanıp yargılanmamasından da öte darbe yapma düşüncesine karşı yüksek bir duyarlılık geliştirmeyle ilgilidir. O yüzden 12 Eylül günü 12 Eylül'den öte, 12 Eylül'den ziyade bütün darbelerin ana fikrinin oluşturulduğu 27 Mayıs'la bir hesaplaşma olarak gerçekleşmesi çok daha anlamlı olacaktır. Yeni Şafak 09.08.2010
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|