02-05-2008, 05:02 | #1 |
Yavuz’un küpesine ve bıyığına takılmak
Olayların iç yüzünden çok dış görünüşü çelmeliyor dikkatimizi. O kabuğu delip içine girmekte epeyce zorlanıyoruz. Nitekim geçen haftaki “Yavuz, 40 bin Alevi’yi kesti mi?” başlıklı yazıma gelen tepkiler de ağırlıklı olarak hiç tahmin etmediğim bir yönde toplanıyordu: ‘Efendim, yazınıza koyduğunuz küpeli ve bıyıklı ‘padişah’ resmi Yavuz’a mı aittir?’ Kimisi bu resmin Şah İsmail’e ait olduğunu söyleyip dikkatsizliğime sitem oklarını yolluyordu, kimisi de piyasadaki bazı yazıları kanıt gösterip Yavuz’un küpeli ve bıyıklı olmadığı iddiasını celallendiriyordu. Peşinen söyleyeyim ki, bu resmi ben değil, editörümüz seçmişti. Fakat ne yalan söyleyeyim, yazımın daha olgun tepkileri hak ettiğini düşünüyordum. Gerçi tek tük asıl konuyla ilgili yazanlar da yok değildi aralarında ama seslerinin biraz cılız çıktığını söylemeliyim. Dolayısıyla bu konuda bir şeyler söylemek de borcu oldu boynumun. Söyleyeceklerimi soru-cevap şeklinde vermenin daha uygun olacağını düşündüm. 1. Yavuz denilince akla ilk gelen bu resim gerçekten de ona mı aittir? Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bu yağlıboya resmin saraya nasıl geldiği ve hangi ressamın eseri olduğunu bilmiyoruz. Ancak oldukça yakın bir dönemde, muhtemelen 19. yüzyılda ve bir Avrupalı ressam tarafından yapıldığını söyleyebiliyoruz. Dolayısıyla onu gören birisi tarafından yapılmış değildir. 2. Yavuz’un başka küpeli resimleri var mıdır? Avrupa’da yapılan tablolarından bazılarında Yavuz nedense ısrarla küpeli olarak resmedilmiştir. Üstelik Topkapı Sarayı’ndaki meşhur tablonun bir öncüsü, 1530’larda bir Macar ressam tarafından ağaç oyma tekniğiyle yapılmıştır ve bu defa küpe, Yavuz’un sol değil, sağ kulağında gösterilmiştir. 1517 tarihli bir madalyonda da küpeyi seçebiliyoruz. Osmanlı ressamlarının tersine Avrupa’daki ressamlar arasında Yavuz’un küpesine gösterilen bu yoğun ilgi yine de dikkat çekicidir. 3. Bu tabloda gördüğümüz, sarığın üzerine konulan mücevherli tac onun Şah İsmail’e aidiyetine delil sayılabilir mi? Osmanlı padişahları da, Safevi şahları da Batı ülkelerinde kralların başında gördüğümüz türden mücevherli madeni taclar takmamışlardır. İran’da ancak Kaçar hanedanı döneminde bu tür tacların takıldığını görüyoruz resimlerden. Hele hele Şah İsmail’in resimlerinde böyle bir tacın sarığın üzerine takıldığına dair herhangi bir bilgimiz yoktur. 4. Bu tablodaki kırmızı külahın Kızılbaşlığın sembolü olan “kızıl börk”, üzerindeki 12 dilimli tacın ise yine Kızılbaşlığın sembolü olan “Haydarî tacı” olduğu söyleniyor. Doğru mudur? Kızılbaşlığın sembolü olan bir tac vardır elbette; lakin bu tacın resimde görüldüğü gibi mücevherli altınlı bir tac olduğunu zannetmek feci bir hata olur. Zira “tâc-ı Haydarî”, dövme yünden yapılırdı ve bildiğimiz Mevlevî külahı gibiydi; ama rengi kırmızıdır. Bu kavuğun uç kısmı (kubbe) 12 dilim, bazı tarikatların -ve özellikle Bektaşilerin- mezar taşlarında da gördüğümüz gibi 12 imamı sembolize eder. Tacın başa geçen kısmı (lenger) ise 4 köşelidir ve dört kapıya işaret eder. Yani buradaki tac, bildiğimiz külah veya kavuktur. 5. O zaman neden Osmanlı padişahları için “tâc ü taht sahibi” denilmiştir? Osmanlı padişahları için kullanıldığında, başlarına Batı’daki krallar gibi tac giydiklerini değil, kavuğun üzerine beyaz tülbent sarıp onun üzerine mücevher, tüy, sorguç vs. süsler taktıklarını anlatır. 6. Bu resimde Yavuz, diğer Osmanlı padişahlarından farklı olarak bıyıklı görünüyor. Üstelik de pos bıyıklı. Oysa bizim sanatçılarımızın yaptığı minyatürlerde Yavuz’un asla böyle görülmediği söyleniyor. Doğrusu nedir? Tam tersine, Şükrî’nin “Selimnâme”si haricinde Yavuz’un Osmanlı ressamları onu hep sakal tıraşını olmuş ve bıyıklı, hem de pos bıyıklı göstermişlerdir. Bunlar arasında Nakkaş Osman’ın “Şemâilnâme”deki yan tarafa aldığımız minyatürü, Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde 1263 numarada kayıtlı bulunan “Terceme-i Şakâyık-ı Nu’mâniyye”yi resimleyen Nakşî Ahmed’in Yavuz’u elinde ok ve yayıyla gösteren minyatürü ile “Hünernâme”de Yavuz’u cülus töreninde ve İran seferinden dönerken gösteren minyatürleri açıkça bıyıklıdır. Şükrî’nin Yavuz’u ölüm döşeğinde yatarken gösteren sakallı minyatürüne gelince, bu resim, muhtemelen ıstıraplı geçen son hastalık aylarında Yavuz’un artık sakal bıraktığına bir işaret sayılabilir. 7. Yavuz’un bu resimde küpeli olarak resmedilmesi gerçeklere uygun mudur? Osmanlı minyatürlerinde Yavuz’un küpeli resmedilmediği bir gerçek. Zaten süse püse meraklı olmayan, son derece sade yaşamasıyla tanınan mütevazı bir padişahtır kendisi. Ancak bazı yerlerde kulağına bu resimde görüldüğü gibi küpe değil de, “mengûş” taktığına dair bazı rivayetler var. “Mengûş” ne midir? Eh, artık bir zahmet onu da siz buluverin! 8. Yavuz hakkında yazılanlar orijinal kaynaklara dayanmıyor mu? Maalesef, hakkında Hasan Can’ın oğlu Hoca Sa’deddin Efendi gibi onu yakından tanıyanların yazdıklarına itibar edilmiyor da, genellikle kulaktan duyma bilgilere başvuruluyor. Yahut da eski tarih dergilerinde yazılanlar aslı araştırılıp soruşturulmadan birkaç çekiç darbesinden sonra okurlara servis ediliyor. Ne demek istediğimi merak edenler şu iki yazıyı bulup okusunlar: Midhat Sertoğlu, “Kılıcımızın ağzı kestikçe düşmanın gözü bizi görmez…”, Yıllarboyu Tarih, Sayı: 2, Ocak 1979, s. 75 ve Ayten Dirier, “Yavuz Selim’in tek küpesi”, Yıllarboyu Tarih, Sayı: 9, Eylül 1979, s. 64-65. Gördüğünüz gibi sorularınız bu yazımı aldı, götürdü. Halbuki Merkez Bankası’nın ABD’li ortağından bahsedecek, Karamanlis’in son ziyareti dolayısıyla Anadolu’yu kan ve ateş denizi haline getiren Venizelos’u bile bağrına basan Türkiye’nin Sultan Vahdettin’e 85 yıl sonra bile neden veryansın ettiğini veya “Türk hukuk devrimi”nin Lozan Antlaşması’nın eseri olduğunu yazarak yine hafızalarınıza çimdik atacaktım. Neyse, sayenizde bir hafta rötar yapmış olduk. Nasipse haftaya... MUSTAFA ARMAĞAN
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|