11-21-2012, 19:45 | #1 |
Yavuz Bahadıroğlu "Kibir ve inat"
Cami tartışmaları bugün başlamadı. Peygamber Efendimiz'in sağlığından beri var. Bugünkü cami tartışmalarının dışında tutulması gereken çok olumsuz bir örnek olmakla birlikte, "Mescid-i Dırar" olayını hatırlamak lâzım… Kısaca, Amr ibn Avf oğulları Kuba'da bir mescid yapmış ve Peygamberimiz Kuba'ya gidip o mescitte namaz kıldırmıştı. Bunu kıskanan amcaoğulları Kuba Mescidi'nin yanına bir mescit daha yaptılar. Ancak amaçları hayır yapmak değil, cemaati bölmek ve eski cahiliye döneminin ihtilaflarını hortlatmaktı. Tebük Savaşı öncesinde Peygamberimizi mescitlerinde namaz kılmaya davet ettilerse de, Peygamberimiz, "Savaştan sonra" diyerek gitmedi. Savaştan sonra daveti yinelediler. Bunun üzerine, Tevbe Sûresi'nin 107-108. âyetleri indi: Mescidin asıl yapılış amacının, Müslümanların arasına "fitne" sokmak olduğu Peygamber Efendimiz'e bildirildi ve o mescitte namaz kılmaması emredildi. Bunun üzerine Peygamberimiz, mescidi yıktırdı. Anlaşılan her mescit (cami) birliğe-bütünlüğe hizmet etmiyor. Osmanlı bunun bilincinde olduğu için cami yapımını sıkı prensiplere bağlamıştı. Parası olan istediği yere cami dikemez, istediği kadar minare ve şerefe yapamazdı. Dırar Mescidi'nin inşa amacıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamakla birlikte, bundan otuz sene kadar önce bizim köyde de bir "cami ihtilâfı" yaşanmıştı. Eskiyen köy camiini (elif-bayı o camide öğrenmiştim) yenilemek üzere, elbirliğiyle yıkmışlar, ancak yeni caminin yerini belirleme konusunda çıkan ihtilâf yüzünden ikiye bölünmüşlerdi: Karşı mahalledekiler, "Yeni camiyi bizim mahalleye yapalım, böylece deniz tarafından da görünür" (etraftan görünecek ki, "Ne güzel cami yaptılar" densin) derken, diğerleri eski yerinde kalmasında ısrar ediyorlardı. Anlaşamadılar. "Cami eski yerinde kalacak" diyenlerle (babamlar), "Hayır! Karşı mahalleye taşınacak" diyenler, bir birine girdi. Bu inatlaşmanın sonucu olarak da bizim köye iki cami yapıldı. Cemaat ikiye bölündü: Aradan otuz sene geçmesine rağmen, bir birlerinin camisinde hâlâ namaz kılmıyorlar. Oysa "cami", kelime anlamı itibarıyla, "toplayan, bir araya getiren yer" demektir. Ama bizim köyde, gururun çocuğu olan inat yüzünden, caminin mânâsı tersine döndü, "bölen, parçalayan" hale getirildi. Böyle başka örnekler de gördüm: Vaktiyle Bafra'nın (Samsun) bir köyüne giderken, yol üstünde dört şerefeli minareye sahip bir cami gördüm. Hayretler içinde kaldım. Çünkü ilk kez dört şerefeli minare görüyordum. Sebebini sorduğumda, karşı köyün camiine üç şerefeli bir minare yapıldığını, kendilerinin, onu geçmek maksadıyla, mecburen bir şerefe fazla yaptıklarını söylediler. Bu minarede de gurur ve inat vardı… Eski kaynaklar, Süleymaniye Camii'nin de hafiften "gurur" koktuğunu ima ederler. Çünkü Kanuni Sultan Süleyman'ın ihtişamını yansıtmak için plânlanmış, bu yüzden alabildiğine heybetli ve görkemli yapılmıştır… Oysa Sultan I. Ahmet'in yaptırdığı Sultanahmet Camii'ne "tevazu" hâkimdir. Bu yüzden, Süleymaniye'deki "ihtişam"ın yerini, Sultanahmet'te "estetik" kaygılar alır. Süleymaniye, padişahlık "ihtişam"ını, Sultanahmet ise "kulluk tevazuu"nu yansıtır. O kadar ki, Evliya Çelebi, Sultanahmet Camii'nin temel kazma çalışmalarına, Sultan I. Ahmed'in bizzat katıldığından, kazma sallayıp, toprak taşıdığından bahseder. Cami tamamlandıktan sonra ise, Sultan I. Ahmet, her Ramazanın son 10 günü Hünkâr Mahfili'nde "itikâf"a girer, günlerini ibadet ve tövbe ile geçirirdi. Yani Süleymaniye Camii, güç, kuvvet, zenginlik, kudret vurgusu, Sultanahmet Camii ise "kulluk" arzıdır. Bu kimlikleriyle Süleymaniye "kibirli", Sultanahmet "mütevazı"dır. Çamlıca'ya inşa edilmesi plânlanan camiin, bir de bu açıdan değerlendirilmesinde fayda olduğu kanaatindeyim. İş, yıllar boyu ezilen dindarların "güç gösterisi"ne ve "meydan okuma"sına dönüşmemeli. Zira böyle bir şey kimseye yarar sağlamaz.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|