08-12-2009, 11:08 | #1 |
Yavuz Bahadıroğlu "Ülkemin gençliği de yorgun!"
“Boğaziçi Üniversitesi’ni bitireli üç yıl oldu” diyor isimsiz gençlerimizden biri; “Kendi çapımda hayata tutundum. Başarılı da sayılırım. Ama evdeki varlığım tartışılır. Hiçbir sözümü dinlemiyorlar. Söylediklerime değer vermiyorlar. Ya öğüt alıyorum, ya da azar işitiyorum. Toplum içinde etkim var, ama ailem içinde zerre kadar etkim yok. Bu durum ailenin en küçüğü olmamdan kaynaklanıyor olabilir, ancak artık çok yoruldum. Çocuk muamelesi görmekten bıktım. Ayrılıp tek başıma yaşamayı düşünüyorum. Bu konulara kafa patlattığınız için size yazmak istedim. Ailem her şeyime o kadar karışıyor ki, en sonunda isyan ettirecekler...” Gerisi selam sabah... Gördüğünüz gibi, ülkemizde sadece yaşlı olmak değil, genç olmak da zor! Bunu çok iyi biliyorum, çünkü her gün bir sürü gençten yakınmalar alıyorum... Öncelikle inandıkları gibi yaşamaya bırakmıyorlar gençlerimizi: İnanılana inanmaya zorlanıyorlar. Onu da ya devlet belirliyor, ya hükümet, ya askeriye, ya patron, ya da aile... Mantığınız alabora oluyor! Hayatınızı dilediğiniz gibi yönetmenize ve yönlendirmenize izin verilmiyor, diledikleri yere yönelmenizi istiyorlar... Şuurunuz çatlıyor! Eğitiminiz ne olursa olsun, bu ülkede istediğiniz gibi yaşamaya bırakmıyorlar sizi, istenileni yaşamaya zorluyorlar... Hayatınız tökezliyor! Bu ülkede özgürce sevmenize bile izin yok; kimi seveceğinizi, kimi beğeneceğinizi, kimi alkışlayacağınızı ve hayatınızı kiminle birleştireceğinizi size “büyükleriniz” söylüyor... Tercihiniz çözülüyor, yüreğiniz paramparça oluyor! • Gencecik yürekler paramparça ülkemde, yüreğini yaşamak isteyenin dünyası zindan. Özellikle gençler istediklerini yaşamakla istenileni yaşamak arasında bunalmış... Kendi beğendiklerini sevmeye bile hakları yok: İlle de aileler seçecek! “El kadar çocuk” nereden bilecekmiş doğruyu, yanlışı? Varsın o “el kadar çocuk” otuzuna merdiven dayamış olsun, varsın üniversiteler bitirmiş olsun, mastırlar yapmış olsun, varsın şirketler yönetmiş olsun; kimin umurunda!.. Ailenin gözünde o, ne istediğini bilmeyen “ebedi çocuk”tur!.. Onun yerine düşünür, onun yerine sever, onun yerine karar verirler. (Bazen sorar gibi yapsalar bile, sormalarında bile baskı kokusu vardır) Gençlere de yalnızca incinmek düşer! Ne yapın biliyor musunuz, bahar yüreklilerim: İncinen kalbinizi kırmızı bir gül goncasının içine koyun, aynanın karşısına geçin ve, “Gülün içindeki yüreğimi kendime saklıyorum!” deyin. Sonra aynaya gülümseyin, tertemiz bir yürekle yaratıldığınız için Allah’a şükredin ve her şeye rağmen ayakta kalma kararlılığınızı vurgulayın... Yüreklerimize hükmetmeye kalkışanlar, bunu asla başaramadıklarını bir gün idrak edecekler ve o gün yüreklere hükmetme sevdasından mecburen vaz geçeceklerdir. Hayat bir yarış, tırmanış ve yakarıştır! Herhangi bir gerekçeyle tırmanmaya ara verenler, kendilerini düşmeye mahkûm ederler... Malum işte: Düşenin dostu olmuyor. Düştüğünüzde dostunuz olmayabileceğini bilin, ancak siz düşenlere dost olmaya bakın. Gidenlerin arkasından ağlayarak vakit kaybetmek yerine, elinizde kalana gülümseyerek şükretmek daha doğru. Unutmayın: Sabretmeyi bilmeyen gönül ne sevmeyi bilir, ne kavuşmayı. Aşkı bir papatyanın kanadında bile yakalayıp yaşayan insan --sonu hüsran bile olsa-- hiç yaşayamayandan çok daha talihlidir: Hiç olmazsa kimi günlerini, yahut “an”larını mutlu geçirebilmiştir... Biliyor musunuz bu toplumda, para dışında hiç kimseyi sevmeden ve tabii hiç mutlu olmadan “severmiş gibi” yapıp “yaşarmış gibi” yaşayan milyonlar var! Sevgiyi de, hayatı da sadece taklit ediyoruz: Amma da ikiyüzlüyüz! Gençler ise dürüsttür, temizdir, masumdur. Yüreklerine bırakmalı onları, istediğimizle evlenmediler diye kasıp kavurmamalı. (Kızının kendisinden habersiz evlenmesine sinirlenen baba, düğüne giden eşini, küçük kızını ve kayınbiraderini öldürüp intihar etti. 22 Temmuz 2003 tarihli gazeteler) • Bize ve birbirlerine karşı bazı “yamukluk”ları da olmasa, tümüyle gençleri “haklı” çıkaracağım, ama ah şu sorumsuzluklar, sabırsızlıklar, tahammülsüzlükler, uygunsuzluklar! Hem birbirlerini kırıp geçiriyorlar, hem de ortalığı ezip büzüyorlar... Hatalarını, kusurlarını “yetişme tarzı”na verip bunların sorumluluğunu da yetişkinlere yıkmak elbette ki mümkündür, ancak böyle bir yaklaşım adil olmaz; neden derseniz, her türlü tercihi ve seçimi özgürce yapabilecek birikimde gösterdiğim gençlerin kendi sorumluluk paylarını üstlenmekten kaçındıkları gibi bir görüntü oluşur. Bu da çok güvendiğim gençlere yakışmaz. Biliyorum, bahar yürekli gençler, siz bir yürek inkılabı yapacaksınız... Bu inkılapla kendi dirilişinizi, kendi dirilişinizde Türkiye’nin dirilişini sağlayacaksınız... Bana da bu muhteşem “oluş”u seyredip keyfetmek düşecek. vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|