06-02-2009, 07:24 | #1 |
Yavuz Bahadıroğlu "Yaşlılarımız mutlu mu? "
Hangi yaşlıyı görsem, yakınıyor...
Yaşlılıktan, hastalıktan, umursanmamaktan, saygı kalmamasından... En çok da yalnızlıktan... Farkında değiliz belki, ama yaşlılarımız müthiş bir yalnızlık yaşıyor. Hele de eşleri ölmüşse, yaşadıkları şeyin adı “yalnızlık” olmaktan dahi çıkıyor, “yapayalnızlık”a dönüşüyor. Bu da müthiş bir yorgunluğun yanı sıra, çevreye kırgınlık da getiriyor. Kendileriyle ilgilenilmemesi, vaktiyle kendilerinin gösterdiği yakın ilgiyi sorgulamalarına neden oluyor... Bu ise daha yoğun bir yalnızlaşma demektir. Kısacası, toplumsal yapımızda bir “yaşlılar sorunu” var! Eskiden böyle bir sorunumuz yoktu. Çünkü “yaşlılar” aile içinde baş tacı ediliyordu. Yaşlısı genciyle tüm aile ayni çatı altında oturuyor, sorunlar elbirliğiyle çözülüyordu... Bu geniş aile yapısında gençler yaşlılara, yaşlılar gençlere yardımcıydı. Artık her iki grupta da yalnızlaşma var. Geçenlerde devlet ektiğimiz topraklara (Domaniç ve Söğüt tarafları) yaptığımız gezi sırasında böyle bir manzaraya şahit oldum... Yirmili yaşlarda bir genç seksenlerde gösteren dedesinin koluna girmiş gezdiriyordu... Osmanlı asırlarında son derece “sıradan” olan bu birliktelik, çağımızda müthiş dokunaklı geldi bana... Delikanlıyı duyarlılığından dolayı kutladım. Fedakârlığını takdir ettiğimi söyledim. “Ne fedakârlığı” dedi, “dedem sayesinde Türkiye’yi dolaşıyorum.” Dedesini çok sevdiği belliydi. Her göz göze gelişlerinde gözlerinde sevgi şimşekleri çakıyordu. Yadırgamadan, dışlamadan, “öteki”leştirmeden en doğal şekliyle birbirlerini kabullenmişlerdi... Eminim müthiş eğleniyorlardı... Gözlerinin içinin gülmesi bundandı. Türbeye de sinemaya da birlikte gittiklerini anlattı, delikanlı. Dede izledikleri filme burun kıvırmış. Fazla “gerçekçi” bulmuş. Film dediğin insanın hayalini zorlamalı imiş. Eski filmler gibi... Bir dede ile torunu böylesine bir sıcak ilişki içinde ve tüm doğallığıyla yan yana izlemek, toplumumuzda o kadar sık rastlanacak bir şey değil. Hatta bu o kadar seyrek rastlanan bir tablo ki, hemen dikkatimi çekti. Hayat böyle yaşansaydı gençler himayesiz (çünkü yaşlılar gençleri hem eğitir, hem de anne babanın sert çıkışlarına karşı himaye ederlerdi) ve boş kalmazlardı. Farkında değil misiniz ki, gençlerimiz, ülkelerine ve ülkülerine karşı git gide yabancılaşıyorlar... Gençler yabancılaşırken, yaşlılarımız yalnızlaşıyor. Modernitenin dayattığı “çekirdek aile”den iki taraf da mutlu değil. • Gençler de, yaşlılar da yalnızlık içinde... Gençlerin yalnızlığı telefonlarla, internetle vs. bir parça doluyor, ancak yaşlıların yalnızlığı git gide koyu bir karanlığa dönüşüyor. Camiden eve evden camiye yalnızlıklarını sürüklüyorlar. Vaktiyle saçlarını süpürge ederek yetiştirdikleri oğullarıyla kızlarının sürekli işleri vardır... Ziyaretine gelmek için bile fırsat bulamazlar da bu iş kerhen yapılan iki bayram ziyaretine münhasır kalır. Hatta bazı zamanlarda o bile yoktur... Yaşlılık tam anlamıyla koyu bir yalnızlıktır! Kahvehanelere de gidemezler, çünkü emekli maaşlarını idareli kullanmak zorundadırlar. Birkaç fazla çay bütçede açık vermek demektir. Çocuklarından yardım gelmeyeceğini bilirler. Gelse bile mırın kırın eşliğinde gelir ki, onları kaldırmak hayat yükünü kaldırmaktan daha zordur! İnsan o durumda ne düşünür dersiniz? Çocuklarına her şeyini verdiğini, onları okutmak için nasıl çırpındığını, yemediğini, giymediğini, onlar iyi yetişsin diye kendini çok şeyden mahrum ettiğini düşünür mü? Sanmıyorum... Çünkü anne babalar bu fedakârlıkları bir “fedakârlık” olarak yapmazlar. “Annelik”, “babalık” olarak yaparlar. Peki çocuklar neden “evlatlık” duygusunu astılar? Çağın tüm hastalıklarına vahyin ışığını tutmak gibi müthiş bir özelliği olan Bediüzzaman’ın bu soruya verdiği cevabı dinleyelim: “Hayat-ı içtimaiyeyi (sosyal hayatı) idâre eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet (fena halde) sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elîm (elemli) ve biçare (çaresiz) ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.” (Kastamonu Lâhikası, s.149). Evet, evlatları tarafından terk ediliyorlar... Dışlanıyorlar... Yalnızlaştırılıyorlar. Oysa yaşlıları mutsuz olan toplumlar mutlu olamaz! NOT: “Türkçe Olimpiyatları”nı neden yazmadığımı soran sevgili dostlarıma davetli olmadığımı hatırlatmakla yetineceğim. Görmediğim bir şeyi nasıl yazayım? vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|