AK Gençliğin Buluşma Noktası
Tartışıyorum AK Partililerin, AK Parti Gençlerinin Seviyeli tartışma bölümü.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 04-19-2009, 13:22   #1
Kullanıcı Adı
kararlı
Standart YENİ NATODA ERGENEKONA NEDEN İHDİYAC DUYULACAK
BİRAZ UZUN ANCAK UFUK GENİŞLETİR
************************************************
Geçtiğimiz günlerde TVNet isimli televizyon kanalı “Yeryüzü Notları” isimli programda NATO’yu inceleyeceklerini ve bu konudaki değerlendirmemi almak istediklerini söylediklerinde “yeni NATO” meselesini ve bu yeni dönemin dikkatlerden kaçan kimi özelliklerini anlatabilme fırsatı olacağını düşünerek teklifi memnuniyetle kabul ettim.

Belki bu televizyon kanalının (ya da programın?) iktidarın dışpolitika aklına olan taahhütlerine ve iktidarın uzantısı sivil toplumun bu bahisteki hareket tarzına uymayan şeyler söylediğim için, başka görüşlere yer verilen programda benimle yapılan kayıt yayınlanmadı.

Programı izlediğimde farkettim ki, Müslüman zihni ve vicdanı huzursuz etmeyecek ansiklopedik bilgileri çıkarıp ortadaki hâsılanın darasını aldığımızda geriye kalan malumatta “yeni NATO”nun çok önem verilmesi gereken yeni yapılanmasının yapıtaşları üzerine derda deva, sadra şifa analiz yoktu. Öyleyse benim açımdan işin bu kısmını değerlendirmek elzem bir ihtiyaç olarak yerinde duruyor demektir.

Bu yazıda “yeni NATO’nun ‘Ergenekon’una neden ihtiyaç duyulacağı” meselesinden hareketle Batı dünyasının güvenlik muhitinde bizim ne aradığımız ve bu işin bize maliyetinin ne olacağı sorusunun cevabını da bulmaya çalışacağız. Dolayısıyla sözün başında belirtmek yerinde olur ki temel varsayımımız, Ergenekon isimli gayri nizami harp dokusundan geriye kalanların tasfiyesi manasına gelecek tüm girişim ve operasyonlara rağmen aslında yapılanın, Ergenekon’u NATO’nun yeni dönemine uygun hale getirmek ve yeni tehdit ve güvenlik konseptine göre yeniden yapılandırmak olduğudur. Yeni yapılanma da, tahmin edileceği gibi, küresel sisteme entegre olmayı reddeden İslami duyarlılığın Ortadoğu ve İslam ülkelerindeki etkisini önlemeyi amaçlamaktadır. Yani Ali Şeriati’nin enfes takdimiyle asıl mesele, “dine karşı din” durumudur.

Bilindiği gibi Soğuk Savaş NATO’su, sadece askeri yolla değil, sivil örgütlenme yoluyla da “komünist yayılma”ya karşı tedbirler uyguluyordu. İtalya’da Gladyo, Türkiye’de de “Ergenekon” adı verilen organizasyonlar bu tedbirin örgütlü görünümleriydi.

NATO’nun sivil direniş örgütlenmesi, askeri güvenlik konseptine uygun olarak komünizm tehlikesine karşı yapılandırılmış olduğundan, tabiidir ki komünizme karşı sivil örgütlenmelerle temas halinde olmayı çalışma prensibi haline getirmişti.

60’lı yıllardan itibaren muhtelif “komünizmle mücadele” dernek ve oluşumlarının, aradaki organik ilişki kanıtlansın kanıtlanmasın, NATO tezgahından geçtiğini düşünmemiz o nedenle bühtan olmaz. Çünkü organik ilişki bulunmasa bile böylesine devasa bir güvenlik konseptinin şemsiyesi altında ve korumacı iklimi içinde faaliyet gösteren o günkü oluşumlar ne kadar kendiliklerinden refleks geliştirmiş olabilirler ki!

Kaldı ki bu sahada gevşek ilişki türüyle yetinilmeyip resmi olarak Sivil Savunma kapsamında ya da askeri özellikli Özel Harp Dairesi bünyesinde “gayri nizami harp” hücrelerinin oluşturulduğunu biliyoruz. Bu konudaki söylentilere itibar edip etmemek bir yana, devlet gücü ve imkanlarının himayesinde faaliyet gösteren bu hücrelerin kimi zaman kendiliğinden kararlar vererek güncel siyasal gelişmeler karşısında tavır alabildiğini söyleyebiliriz. Hal böyle olunca, devlet gücünün ve imkanlarının belli bir politik görüşün menfaatine istihdam edilmesi gibi bir sorun ya da kuşku hep varolmuştur.

Kronolojik sırayla gidersek, “komünizmle mücadele” oluşumları, MTTB, Yeniden Milli Mücadele inisyatifi, ülkücülük vs. gibi dinamik güçlerin, birkaç katmandan sonra ulaşılıveren NATO’nun kollektif aklının etkisi ve nüfuzu altında olduğunu iddia etmek büyük bir keşif sayılmaz.
Bu politik çeşitliliğin, zaman içinde ortaya çıkan Amerikan karşıtı yeni güçler ve olgular karşısında nedense hep Amerikan çıkarlarının tarafında ve lehinde tutum aldıkları da bir gerçektir. Mesela 60’lı yıllarda Sovyetler Birliği’ne karşı Amerika’nın cazibe alanı içinde komünizme karşı mücadele veren kimi çevreler, 1979’da İran’da gerçekleşen İslam devriminden sonra Amerikan çıkarlarına cephe alan İran’a karşı bir anda husumet içinde olabilmişlerdir. Buna karşılık, Afganistan’da Sovyetler Birliği’nin işgaline karşı verilen (ABD’nin de desteklediği) cihadı sonuna kadar desteklerken, Amerikan karşıtı gurupların mücadelesine mesafe koymuşlardır.

Lübnan’da ABD nüfuzuna karşı mücadele veren Hizbullah’ın bu husumetten nasibine düşeni almış olduğuna da şaşmamalıyız. Komünizm karşıtlığının yerini 80’lerde bu kez Şii karşıtlığı almış, geçmişin anti-komünistleri kolaylıkla anti-Şia olmuşlardır.

Lafın burasında, aynı düşünce çevresinin 70’li yılların MSP’sini ve Akıncıları itham ederken aynı zihinsel modele başvurarak “yeşil komünist” nitelemesini kullandığını dikkatle hatırlayalım. Bu karşıtlığın belli periyotlar boyunca güncellendiğini ve mesela bugün de muhafazakâr oyları bölme temeline oturtularak Saadet Partisi’nin, (komünist?) PKK için kullanılan “bölücü” sıfatıyla mevsuf gösterilmeye çalışıldığını gözlemliyoruz. Yine, Saadet Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi için başkan adayı olan Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu’ndan bahsederken “Müslüman solcu” nitelemesini zikretmeye özel bir önem ve değer atfettiklerini de gördük.

NATO’nun çekim alanı içinde faaliyet gösteren sivil hücreler, dönemsel değişimlere bağlı olduğu kadar, insan kaynağındaki değişimlerle de ilişki olarak kendince değişen düşman tanımları yapmaktaydı. Bunun belirgin göstergelerinden biri, Türkiye’de 90’lı yıllarda aniden ortaya çıkan abartılı laiklik duyarlılığı ve “irtica” fenomeniydi.

60 ve 70’lerde komünizm, 80 ve 90’larda irtica, nihayet 2000’lerde şimdilik darbecilik, devlete paralel bu yapılanmanın düşman tanımı ve güvenlik konsepti gibi gözüküyor. 2000’lerin konseptinin darbelere karşı mücadele şeklinde tebarüz etmesinin geçici olduğunu iddia edip gerçek düşman tanımını zaman içinde göreceğimizi bir kenara not edelim.

İtalya’da “temiz eller” ve “Gladyo” operasyonlarına bakılırsa, 90’lı yılların başlamasıyla birlikte kimlik krizine giren NATO’nun geçiş döneminde ilk akla gelenin, komünizmin yayılmasına karşı kurulan ama zaman içinde fazlasıyla kirlenen sivil direniş hücrelerini tasfiye etmek olduğunu anlıyoruz.

Bu tür operasyonlar genel bir strateji olmadığı için başka ülkelerde benzerlerine rastlayabildiğimizi söyleyemeyiz. Mesela Gladyo’nun Türkiye’deki akranı (Ergenekon?), tasfiye edilmek yerine, aksine yeniden yapılanarak kendisine uluslararası ittifaklar bile bulabildi. İsrail’le olanı, bu ittifakların başında geliyor.

1991’de Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin canlanmasından başlayarak 1997’deki 28 Şubat Genelkurmay Karargahı darbesine kadar geçen sürede NATO protokollerine bağlı “gayri nizami harp” organizasyonunun tehdit değerlendirmesini güncelleyerek tüm sivil hücreleriyle birlikte sivil toplum içindeki İslami hareketliliğin üzerine gittiğini tek tek olaylarıyla takip edebiliriz. En azından bugün “Ergenekon iddianamesi”nde zikredilen kanıtlar, ilişkiler, olaylar, eylemler, eylem girişimleri, isimler, darbe girişimleri vs. resmi daha net görmemizi sağlayacak öğelerle doludur.

Anlaşılan odur ki, NATO’nun “komünist yayılma”yı hem askeri, hem de sivil güvenlik tedbirleriyle caydırmak üzere desteklediği hücreler, tıpkı Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Rusya’nın tepeden tırnağa risk oluşturan dağınık, istikrarsız, kontrolsüz ve denetim dışı bir coğrafyaya dönüşmesi gibi kontrolden çıkmış, denetimsiz hale gelmiş ve tabir caizse tutanın elinde kalmıştır.

Görebildiğimiz kadarıyla 1991-1993 döneminde bu hücrelerin merkezî yapılanmasını (Ergenekon) elinde tutan, İsrail yanlısı güçler olmuştur. O güçlerin, 1996’da Susurluk ve 1997’de 28 Şubat müdahaleleriyle laik ve sol kitleleri nasıl sahaya indirdiklerini gördük. 1999 hükümetiyle başlayıp 2001 ve 2002’deki ekonomik ve siyasi krizlere, oradan da AKP iktidarına uzanan kara delik dönem ayrı bir fasıl olarak değerlendirilmelidir.

2004’te İstanbul’da düzenlenen NATO zirvesinde ittifak anlaşmasına yeni bir kimlik, güvenlik analizi ve risk değerlendirmesi kazandırılana dek “gayri nizami harp” organizasyonu kimin elinde kaldıysa onun arzusu doğrultusunda işlere kalkışmıştır.

Ergenekon iddianamesi denilen olgu, bu serüvenin hülasasıdır.

NATO’nun 2004’te İstanbul’da yeniden tanımlanması ve “terör”ün yeni tehdit olarak kayda geçirilmesinin keyiften olmadığını, bunu hazırlayan çok önemli faktörün, Afganistan ve Irak’ta karşı karşıya kalınan belirsizlik olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Ya da başka bir ifadeyle, ABD Başkanı Bush’un, 2001’de başlattığı “haçlı seferi”nde Avrupa’daki bölünme nedeniyle NATO’yu istediği gibi kullanamaması sebebiyle NATO’ya paralel askeri ve sivil organizasyonlar ya da konseptlerle işi götürmeye çalışırken karşılaştığı büyük başarısızlık, NATO’yu yeniden devreye sokma ihtiyacını dayattığından, kuruluşa üye ülkelerin kabul edebileceği bir meşruiyet alanı oluşturabilmek için İstanbul zirvesinde kafa kafaya verilmiştir.

Yeni milenyumda Bush’un, bir bütün olarak hareket edemeyen Avrupa’nın engeline takılmamak için NATO’ya paralel “müttefik güçler” veya “koalisyon güçleri” adı altında yeni askeri ittifaklar geliştirdiğini söylemiştik. Bunun anlamı şudur: Bush’un çevresindeki neo-con kadrolar NATO’yu fazlasıyla hantal, fazlasıyla kurallara bağlı, risk ve tehdit değerlendirmelerinin çerçevesi belli ve kendisini sınırlamış bir örgüt olarak gördüklerinden ve biraz da aceleleri bulunduğundan NATO yerine “Büyük Ortadoğu Projesi” isimli çerçeve düşüncenin askeri ittifaklarıyla harekete geçmeyi tercih etmişti.

NATO’ya paralel bir yapı kurulduğu için bu işin sivil ayağı da ihmal edilmedi ve Gelecek Vakfı (Foundation for the Future, www.foundationforfuture.org) şemsiyesi altında İslam ülkelerinin sivil toplumu da askeri amaçlar için dirençli hale getirilmeye çalışıldı. Kuşkusuz bu direnç, Müslüman toplumun Batı tipi modernleşme sürecine girerek dönüşmesiyle mümkün görülüyordu. Zaten Afganistan ve Irak’ın işgali sırasında bu ülkelere demokrasi götürme davası, aslında İslam dünyasının modernleşme yoluyla ulaşamadığı demokrasiyi, kestirmeden askeri işgal aracılığıyla topluma enjekte ederek bu sayede modernleşme evresinin başlamasını sağlama fikrine dayanıyordu.

O tarihte Türkiye’nin NATO’dan ve meşruiyet tartışmasından ziyade Bush’un BOP’una “eşbaşkan” olmaya can atmasının ülke içinde ne tür etkilere yolaçtığını belki 2008 ve 2009 içindeki Ergenekon operasyonlarının hedefleri içinde el yordamıyla da olsa keşfedebiliriz. Eğer Soğuk Savaş’ın “Ergenekon”u tasfiye ediliyorduysa onun yerine yeni konsepte uygun yeni bir “Ergenekon” koymadan hiçkimsenin kılını kıpırdatmayacağını ilgili ilgisiz herkes tahmin edecektir. Ne ki, Bush’un üslup ve yöntemi doğal sınırlarına gelip dayandığından ve üstüne üstlük bu kaba gücü finanse eden sanal ekonominin Berlin Duvarı’nınkine benzer bir gürültüyle çökmesinin ardından işleri yeniden yasal, meşru ve görünür zemine oturtma arayışı “yeni Ergenekon” için de kader belirleyici bir dönemin başlamasını sağlamış olmalıdır.
Şimdi büyük soru şu olmalıdır:

Obama döneminde ABD’de yaşanan üslup değişikliğinden fazlasıyla etkilenen Avrupalı liderlerin Obama’ya büyük kredi açmaları nedeniyle tekrar NATO’ya dönüleceği anlaşılıyor. NATO’ya dönülecekse bunun sivil uzantısı bu kez ne olacaktır?

Bir zamanlar komünizmle mücadele derneklerinin parçası olmuş veya civarında bulunmuş isimlerin bu yeni yapının organizasyonuyla ne kadar meşgul olduklarını, Ergenekon’un tasfiyesine olan mesafelerinden ve ilgilerinden çıkarmak mümkündür. Bir başka ifadeyle, Ergenekon soruşturması kapsamında isimleri darbeci olarak çokça tekrarlanan bazı emekli generallerin (ve kuvvet komutanlarının) neden ifade vermeye bile çağrılmadıkları, buna karşılık Ergenekon başlığı altında çok geniş bir çevrenin üzerinden buldozer gibi geçildiğine ilişkin pekçok soru cevapsız olarak yerinde duruyorsa NATO’nun çekim alanında yeni bir doku inşasının da eşzamanlı olarak devam ettiğini kanıtlayacak başka bulguların peşine düşmemiz gerekmez.

Netice itibariyle, NATO’nun yeni misyonu olan “teröre karşı savaş”ın hedefinde hâlâ İslam dünyası var ve Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri yapılmasıyla durumun eskisinden daha da ağırlaşabileceğini ilişkin ilk izlenimleri almış oluyoruz. Fakat Bush döneminden farklı olarak Obama’nın başkanlığı sırasında “teröre karşı savaş”ın hedefine konacak Müslümanlar ve İslami anlayışa ait fotoğrafın daha da netleştirileceği anlaşılıyor. Bunun bariz anlamı şudur ki, Obama döneminde “teröre karşı savaş”ın hedefi, küresel ekonomik ve siyasi sisteme entegre olmayı reddeden İslami akımlar, devlet dışı organizasyonlar ve devletler olacaktır. İşte yeni dönemin NATO’sunda sivil toplum içinde rol alması muhtemel yeni Ergenekon bu İslami anlayışa karşı mücadele verecek ve küresel sisteme entegre olma yanlısı İslami akımın insan kaynağından oluşacaktır.

Artık yeterince farkedilmiş olmalıdır ki, küresel krizin anlamını “mali kriz”e indirgeyerek olabildiğince küçülten Washington, “medeniyetler çatışması” veya “tarihin sonu” tezlerine dayalı uygarlık davasını sürdürebilmek için İslam medeniyet havzasındaki kültürleri ve milletleri küresel ekonomik ve siyasi sisteme entegre olmaya mecbur etmektedir. Dolayısıyla çatışma potansiyelinin bundan sonraki aşamasında hedef, küresel sisteme direnen kültürler ve milletler olacaktır. Yeni NATO’nun, bu çatışmayı göğüsleyecek entelektüel ve beşeri kabiliyeti bulunmayan Batı uygarlığı için Müslüman dünyada “dine karşı din” çatışmasını ayarlayacak imkanların proje ofisi olarak faaliyet göstereceğini, yeni Ergenekon’un da bu amacın saha uygulamasında rol alacağını tahmin etmek zor gözükmüyor.

Yeni NATO’nun Ergenekon’una neden ihtiyaç duyulduğunu çözümlerken ilk bakacağımız kriz alanı, Batı uygarlığı ile İslam medeniyetinin karşılaşmasında varlık gösteremeyeceği her bakımdan belli Batı dünyasının derin zaafları olmalıdır. Bu zaafların telafisi için alternatif çatışma ve gerilim alanları icat edildiğini 60’lı yıllardan bu yana sistematik biçimde izlemek mümkündür. O sistematiğin en güncel çatışma alanı, İslam anlayışları arasında küresel sisteme entegre olmayı reddedenleri “terörist”, “aşırı”, “radikal” ve benzeri tanımlarla suçlayarak ötekileştirmek ve düşman hale getirmek; buna karşılık bir kısmını da “diyalogcu”, “hoşgörücü” kabul ederek müttefik ilan etmektir.

Ergenekon yoluna yeni konsept, yeni doku ve yeni insan kaynağıyla devam edecektir. Bu yeni dokunun insan kaynağı, Allah rızası için küresel sisteme katılmayı içselleştirirken, buna karşı çıkanları da muhtemelen Allah rızası için demokrasi düşmanı ilan edip lanetleyecek ve politik beddualarla anacaktır.

28 Şubat döneminde (kendi organizasyonunu kurtarmak için?) kendilerine yakışmayan sözler sarfettiklerini kabul edenler, o gün küresel sisteme eklenmeyi reddeden meşru hükümetin bir renkli darbeyle yıkılmasına dolaylı destek verirken bugün muhtelif konuşmalarda satır aralarında küresel sisteme entegre olmayı reddeden merkezleri hedef alıyorlarsa yeni Ergenekon’un kuruluşuyla ilgili zemin etüt çalışmalarının hangi katmanlarda raporlandığını arayacağımız çok fazla alternatif yok demektir.
ALINTI KENAN ÇAMURÇU

 

kararlı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi