AK Gençliğin Buluşma Noktası
Kültür-Sanat Köklü Kültür Ve Sanatımız ile ilgili tüm paylaşımlar burada yapılıyor



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 08-14-2011, 05:44   #1
Kullanıcı Adı
Özgür Çağrı
Thumbs up Yılankale Anadolu'da adeta bir şato!
Adana-Ceyhan arası E-5 Karayolu üzerinde, ovaya hâkim bir tepede yer alan Yılankale, Toroslar üzerinde müthiş bir yapı!
Adana’dan Maraş’a, Antep’e gitmiş olanlar, Ceyhan ilçesine gelmeden E-5 Karayolunun 3 km. sağında tepede bir kale görürler. Ortaçağ gravürlerinde gördüğümüz dağ kalelerini andıran bu kale sivri, kayalık bir tepe üzerindedir. Günümüz şartlarında yapılsa bile yapımı aylarca sürebilecek olan muazzam bir yapıdır.
Korkudur efsaneyi üreten
Çocukluğumda Maraş’tan Risale-i Nur okuma programı için Adana’ya gidiş-gelişlerimde bu kaleyi görür, çocuk aklımla onun hikâyesini çok merak ederdim. Anayoldan ayrılan 3 kilometrelik yolun başındaki levhada kalenin adı yazıyordu: Yılankale! Yılan ve kale kelimelerini bağdaştırmak için artık nasıl bir hayal gücün varsa çalıştır…


Doğu Roma İmparatorluğu’nca yapılıp Ermeni Kilikya krallarınca birkaç kez tahkim edilen Yılankale, sapsağlam kalmış iri taşlı yüksek surlarında sekiz yuvarlak burcuyla, kuleleriyle, mazgallarıyla o kadar görkemli ki insanda korku uyandırıyor. Bu sebepten olacak; yörede Yılankale ile ilgili, hepsi de korku içeren birçok anlatı var.
Necip Fazıl Kısakürek kayda geçirdi
Lisede arkadaşım Ahmet Uşak bana Necip Fazıl Kısakürek’in Hikâyelerim adlı kitabını hediye etmişti. Kitaptaki yedinci hikâye, Yılan Kalesindeki Hazine adını taşıyordu ve bu kale üzerine anlatılan bir efsane, ilk memuriyet yeri Ceyhan olan şairce 1928 yılında yazıya geçirilmişti. Anlatıya göre bir derebeyi, hazinelerini bu kaleye saklamış. Öldükten sonra da ruhu yılanlar eliyle hazineyi korumayı sürdürmüş. Bir gece yakın bir köyden üç delikanlı kaleye hazineyi aramaya giderler ama geri dönmezler. Sabahleyin köylüler her üçünün de yılan sokmuş gibi şişmiş bedenlerini bulurlar. Bu anlatı, o kalenin önünden geçen kervancıların dilinden aktarılıyor. Belki merhum Necip Fazıl da onlardan işiterek kayda geçirmiş, öyküleştirmiştir efsaneyi.
Efsanelerin kalesi
Yılankale’ye dair Necip Fazıl’ın aktardığı bu efsane dışında “yılanların şahı” anlamına gelen Şahmaran’ın burada yaşadığı veya yılan terbiyecisi olan Şeyh Meram’ın yılanlarını burada eğittiği, süt vererek beslediği gibi birçok efsane daha var. “Şahmaran” ile “Şeyh Meram” kelimesi arasındaki benzerlik de, halk muhayyilesindeki aktarımları fark etmek bakımından ilginç doğrusu.


Kültür Bakanlığı’nın “Kaleler” belgeseli
Gerçekte Yılankale, kervan yollarını korumak için kurulmuş kalelerden ilki. Suriye üzerinden gelen kervanlar Orta Anadolu’ya dağ yollarından gidiyorlar ve her görüş menzilinin ucunda bir kale var. Geniş bilgi için T.C. Kültür Bakanlığı’nca hazırlanan, Anadolu’daki başlıca kalelerin anlatıldığı “Kaleler” belgeseline bakılabilir desem şaka olur. Çünkü böyle bir belgesel maalesef hazırlanmış değil.
Kilikya bölgesi; Osmanlı-Memluk çekişmesinin, Ermeni derebeyliklerinin, Kürt, Türkmen, Avşar, Yörük aşiretlerinin yüzyıllar boyu savaşa tutuştuğu bölge. Bir yerde kaleler varsa orada çok kanlı çekişmeler vardır. Kanlı çekişmeler de ticarî nüfûz mücadelesine, en nihayet paraya dayanır.
Yılan kabuğu var, yılan yok!
Maraş’tan dört arkadaş kaleyi gezdik. Bu nasıl Yılankale; yılan kabuğu gördük, yılan göremedik. Halep Kalesi hariç gezdiğim en muhteşem kaleydi Yılankale. İki avlusu vardı. Üç ayrı kapıdan geçerek iç kaleye vardık. Surlardan, burçlardan, kulelerden, mazgallardan sonra yüce kapılar, dolmuş sarnıçlar, kalın surların altına gizlenmiş yüksek tavanlı geniş karanlık mahzenler gördük. Definecilerin açtığı çukurlara sövdük. Kale kendi kaderine terk edilmişti, hiçbir koruma yoktu, erken Bizans devrinde, Hz. Peygamber zamanında yapıldığı tahmin edilen kaleden harçlar sökebilirdiniz. Nitekim bazı yapı taşları sökülüp aşağıya atılmışlardı, dik tepenin aşağı eteklerine doğru yer yer saçılmışlardı, üzüldük.



Eski insan yeni insan
Eski insanların ruhlarını çok yakından hissettik. Onların arasında dolaştık. Acaba şu iri taşları bu dik tepeye bin bir çileyle taşıyan işçilerin, bunları muntazaman ören ustaların iskeletleri şimdi nerdeydi? Şu iri kayaya bu merdiven basamaklarını oymuş olan hırs, sabır, sebat, irade neredeydiler? O zamanlar hayati bir ehemmiyeti haiz bu yapı şimdi işlevsiz kaldığı için terk edilmişti. Ova çok aşağıda kalmıştı, yemyeşil tarlalar ufka kadar uzanıyordu. Yirmi dört yaşındaki çiçeği burnunda memur Necip Fazıl’ın at tutkusu bu ovada başlamıştı; atını koşturduğunda ufka kadar dümdüz uzanan bu ovanın topraktan bir deniz gibi kendisini kuşattığını, bunun kendisine ürküntü verdiğini yazar. Eski insanın taşlaşmış hırslarına karşılık çok uzakta yeni insanın otobanlarında arabalar vızır vızır işliyordu. Günbatımı yönünde kireçtaşından bir tepenin yarısı iş makinalarınca kemirilmişti, bu yeşillik içerisinde bembeyaz sırıtıyordu.
Doyumsuz bir kale
Akşam oldu, ışıklar yandı. Dönelim dedim, arkadaşlar kaleye doyamadı. Herkes hayran, bir yerlere dağılmıştı. Öfkeyle bağırdım. Hava kararıyordu, akşam namazı geçecekti, dik kayalardan zar zor tırmandığımız yerlerden karanlıkta inerken ayağımız kayabilirdi. Çıkarken tırmanması inmesinden kolay dik kayalardan geçmiştik. Önümüzü aydınlatan fenerli kameranın, flaşlı cep telefonlarının pili bitecekti. Beni dinleyen kimdi? Bir mahzene pusu kurup içlerinden birinin yardımıyla diğerini fena korkuttum. Tek başıma karanlıkta uzun toprak yoldan aşağıya indim. Arabamı park ettiğim yerde bir kafeterya vardı. Dışarıdaki musluğu açıp ona bağlı hortumdan abdest almak için izin istedim, masada bir kadınla karşılıklı sigara içen adam oralı olmadı. İçeri gidip bir şişe su, birkaç kek alacaktım, küçücük kafede kocaman Atatürk resmini görüp keskin alkol kokusuna maruz kalınca her şeyden vazgeçtim. Arabaya yürüyüp arka koltuktaki suyu kafama dikerken ellerinde ışığı zayıflamış kamerayla üç arkadaşım kale yolundan indi. Elimizi yüzümüzü yıkadığımız bagajdaki su kan gibi sıcaktı. Arabaya doluştuk. İlk petrolde sağa çektim. Mescidin kliması içeriyi buzdolabına çevirmişti. Sadece farzı kılıp çıktığımızda uzakta gece mavisi içinde Kont Drakula’nın şatosu kadar azametli Yılankale, keskin gözleriyle bizi gözlüyordu.

Mehmet Sait Çakar ben o kaleyi sağlamken gezdim dedi

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi