![]() |
#1 |
![]() milliyetçilik: "yaman" çelişkimiz. O dillere destan cenazeden sonra oldu ne olduysa.. “Hepimiz Ermeniyiz!” pankartlarıyla dolaşıldı ya. “Türk” oldukları en azından pankartlarındaki cümlenin Türkçe oluşundan anlaşılan binlerce insan, o cümlenin altında bir yerde bulunmaya nasıl oldu da razı oldular? Aslında, bir empati ifadesi olarak yorumlanmakla yetinilip tatlı buruk bir hatıra olarak arşive konulabilirdi. Ama öyle olmadı; içimizde ara sıra soğusa da, aniden alevlenen, ateşi yükselen, sınırlarının ne olduğuna henüz karar verilmemiş, tanımı konusunda mutabakatı sağlayamadığımız milliyetçiliğimize dokundu. Milletini, soyunu, nesebini, hatta dinini inkâr etmelere kadar yorumlara konu edildi. (Uzunca bir paranteze izin verin lütfen: Komplo teorilerine itibar etmem; zira her işin arkasında komplo araya araya sahici yaşamayı unuttuk, hayatın ortasına kalıbımızı koymayı erteledik, kalbimizi kekeme ve lâl ettik. Kendimizi başkalarının hesaplarına göre ayarlayalım derken, kendi varlığımızı, duygularımızı hesaba katmaz olduk. “Hepimiz Ermeniyiz!” cümlesi, yapılan zulüm Ermeni’ye de olsa biz o zulme karşıyız demeye gelir. “Öldürülen Ermeni’dir ama ben bir Türk olarak, ondan önce insan olarak sevdiği kör kurşunlara hedef olmayı elbette ki hak etmemiş bir Ermeni kadın kadar üzüntülüyüm, onun yetim çocuklarının acısını yüreğimde hissediyorum” demektir. Hadi, söyleyenler bunu kastetmedi diyelim, biz bunu böyle yorumlarsak ne kaybederiz?) Bu satırları yazarken bile ihtiyat adına uzun parantezler kullanmak zorunda kalıyorsam, bilinç altımıza nice zamandır yerleştirilmiş hazır “düşmanlar” üzerinden düşünmeyi henüz aşamadığımızı hissediyorum. Siz ki tâ ilkokul çağlarında “düşman”ı İzmir’de denize döktünüz; her defasında bu soruldu size, her defasında denize dökme eyleminin o sarsak fotoğrafı hücum etti aklınıza, Yunanlı olmayı nasıl tarif edersiniz? Hadi politikacılar arasında yıllara dayanan çekişmeler sürüp gidiyor diyelim, bir gün İstanbul’da yürürken Yunanlı bir kız çocuğu çıksa karşınıza, hesabınızı “denize dökülen düşman” üzerinden mi yapacaksınız? O masuma da düşman diye bakacak mısınız yoksa fıtratınızı dinleyip tebessüm ederken kimselere belli etmemeye mi çalışacaksınız? Yunanlı olmak kadar Ermeni olmak da, Rum olmak da korkulu çağrışımlar uyandırır bilinçaltımızda. Bu yüzden bir hayata da mal olsa, sonunda bir Ermeni ile empati kurabildiğimizi bütün dünyaya ilan edebilmek, hayli önemli bir kırılma noktası olsa gerek. Bu aynı zamanda, hazır ve toptan düşmanlıklar üzerinden yükseltilen, sivriltilen dışlayıcı bir “milliyetçilik” anlayışının da-anlayışla karşılamak gerek ki-kanırtıldığı kertedir. Çok değil 10 yıl kadar önce, Bosna savaşının yürekler sızlatan, ciğerler yakan vahşeti Avrupa’nın gözü önnüde sürüp giderken, vicdanı olup bitenlere isyan eden bir Sırp hanımın müslüman olduğu haberi yer almıştı gazetelerimizde. Ancak, çok geçmeden anlaşılmaz (yoksa anlaşılır mı?) okuyucu tepkileri yükselmişti: “Sırptan müslüman olur muydu ki?” O günlerde Sırplar adına yapılanlara duyulan öfke, ilk bakışta hak verilmeyi hak eden bir tepki doğuruyordu kalplerde. Zulümle, cinayetle, tecavüzle anılan “Sırp” kelimesi, “Müslüman” kelimesinin yanına yakıştırılamamıştı. “Sırp Müslüman” olamazdı. “Biri Sırp ise Müslüman değildir, Müslüman ise Sırp olamazdı.” Oysa, Sırp bir ırk adıydı; bir milletin ünvanıydı. Sırplar arasından birileri zulmediyor diye bütün Sırp olanlar suçlanamayacağı gibi, Sırp olarak doğanların da herkes gibi Müslüman olmaya hakları vardı. Sırp olmak, Müslüman olmamaya eşit değildir. Sırp olmak, en azından çok sayıda istisnaların hatırına, “Müslüman düşmanı” olmaya da eşitlenemez. “Müslüman Türk” olmak ne kadar mümkün ise “Müslüman Sırp” olmak da o kadar mümkündür. Yoksa, biz de bilmeden Yahudilerin “tahsis” anlayışını mı benimsiyoruz? Onlar ki dini bir ırka özel kılarlar. Gerçek bir Yahudi (Musevî anlamında) olmanız için İsrailoğullarından olmanız, yani Yahudi ırkından olmanız gerekir. Mûsa Aleyhisselam’ın Tevrat’la getirdiği din “Musevîlik” diye anılır ve elbette ki her ırka, her millete açıktır. Buna rağmen, gelin görün ki, yeryüzünde Musevîlik Yahudilikle anılıyor artık. Yahudi olmak artık sadece bir ırkı değil, bir dini de çağrıştırıyor. Elbette ki elçilerini “âlemlere rahmet” olarak gönderen “âlemlerin Rabbi” dini bir ırkın, bir milletin varlığına bağlı kılmayacaktır. Ama olan bitene bakın ki böyle... Hatta biz de “böyle”ce olan biteni sanki bize bakan yüzünden onaylıyormuşçasına, Yahudi ırkından birinin “Müslüman” oluşunu şüphe lie karşılamaya teşvik ediliriz. Hadi, bu şüpheyi hak verdirenler var diyelim, herkesi ama herkesi Sabetayist komplo içinde algılamaya çalışmak ne kadar hakperest bir tavırdır? İslam’ı fıtratıyla benimseyip yaşamaya çalışacak bir tanecik “Yahudi” kalbin bile derin kıpırtılarını ıskalamak küçümsenecek bir körlük müdür? Kalplerin içinde olanı ancak Allah bilirken, biz kişinin dudağına kadar getirdiği kelime-i şehadetini “dönme” hesapları içinde yok sayma hakkına sahip miyiz? İşte o cenazeden sonra sıkça sorulan bir soru dini bir ırka tahsis etme anlayışından epey nasipli olduğumuzun habercisi gibi geldi bana. Meğer “Ermenilik”i bir dinin adı biliyormuşuz biz. Bu yüzden “Hepimiz Ermeniyiz” demek “Hiçbirimiz Müslüman değiliz!” diye de algılanırmış. Ermenilerin çoğunlukla Hıristiyan oldukları doğru. Ama bu Ermeni olarak doğan birine Müslüman olma yollarını kapatıyor mu? Hem sonra, biz Müslüman olmayı “Müslüman yandaşlığı” olarak mı algılıyoruz Allah aşkına? İslam bir taraftarlıktan mı ibarettir? İslam sadece siyasal bir kutuplaşmanın ünvanı olacak kadar –haşâ–sığ mıdır? Müslüman olmak, her şeyden önce, “insan” olmanın kodlarına “teslim olmak” değil midir? Müslüman olmak, herkesten önce, herkesle paylaştığımız ortak paydamız olan fıtratın icabınca davranmak değil midir? Fıtratımız bize sırf Türk ırkından diye bir katilin yanında sessizce ve gizlice de olsa durmayı mı emrediyor? İnsanlığımız bizden birinin acısına sırf müslüman değil diye körelmemizi mi istiyor? Gerektiğinde, bir gayr-i müslimin de yanında yer almak, müslümanlığımızdan verdiğimiz bir taviz değil, aksine müslümanlığımızın icabıdır. Ne kadar müslümansak, o kadar insanız. Ne kadar Muhammed(asm) ümmeti isek, kendimizi o kadar ırktan ve kandan bağımsız tarif ederiz. Kolay değildir bunları kabullenmek, benimsemek. Her ulusu, her dili, her dini laiklik hatırına değil, İslam adına, müslüman oldukları için kucaklamış, asla sömürgecilik gibi bir zulme bulaşmamış atalarımızdan miras aldığımız topraklarda üzerimize “ulus” üzerinden kimlik gömlekleri giydirilmeye çalışılalı beri, yaman çelişkiler içindeyiz. Yaman çelişkinin en “Yaman”ını kalbinize salmak için, çok yakıcı ve sarsıcı bir naatin sözleriyle veda ediyorum: Gönül hûn oldu şevkinden boyandım ya Resûlallah Nasıl bilmem bu nîrana dayandım ya Resûlallah Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Resulallah Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen Muazzam bir sehasın sen, dilersen rû-nümasın sen Habib-i Kibriya’sın sen Muhammed Mustafa’sın sen Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah Meraklısına not: Çok zarif besteler eşliğinde dinlemiş olmanız muhtemel bu naatin yazarı bir Rum. Kendisi bir Müslüman mezarlığında yatmaktadır. Karacaahmet’e yolunuz düştüğünde, Küçük Selimiye Camii kapısını arkanıza alıp onbeş adım yürüyünüz. Durup solunuza bakın. Asırlık bir servinin altında karısı Hatice Hanımla yan yana yatan Yaman Dede’nin kabrini göreceksiniz. Mezar taşı üzerinde de şunları okuyacaksınız: HüvelBaki Mevlana Aşıkı Yaman Dede Hakk’a kavuşmak için ircii emrine etti itaat. 1304-3.5.1962 Yaman Dede, 1887’de, Rum anne ve Rum babanın oğlu olarak Kayseri’de doğdu. “Diyamandi” adını aldı. Sonraları Mevlânâ Celaleddin-i Rumî’nin eserleriyle tanıştı. “Müslüman Türk”lerin yaşadığı bu topraklarda onun kısmetine de bir “Müslüman Rum” olarak yaşamak düştü. Zorumuza gitmiyor değil mi?
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() süper :-*
|
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Gerçektende güzel bir paylaşım :-*
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|