![]() |
#1 |
![]() ![]() Erbakan, Ecevit ve ölüm oruçlarının arka planı Genç insanların yaşamı üzerine çok pis oyunlar oynandı bu ülkede. TBMM komisyon raporuna göre 17.000 faili meçhul cinayet işlenmiş olan bir ülkede, adaletten, haktan hukuktan, demokrasiden ne kadar söz edebiliriz ki? Herşey göstermelik. Ama beni hayatım boyunca en çok bazı yetkililerin vicdansızlığı ve acımasızlığı şaşırtmıştır.Bu yazıda anlatacaklarım birinci derece bir tanıklıktır. 1996’daki ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte “arabulucu” olarak katıldım.İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici, böyle bir misyon üstlenmemizi rica etti. O dönemde Necmettin Erbakan, başbakandı. Cezaevine girdik. 12 kişi ölmüştü. Yemliha Kaya’nın ölü bedeninin başında nöbet tutuluyordu. Konuşmaya çalıştığımız 20-21 yaşındaki gençler ölmek üzereydi. Bilinçleri kaybolmuştu. Bazılarının görme yetisi bir daha geri gelmemek üzere yitip gitmişti.Geçen her saat, yeni genç ölüler demekti. Bir kenara çekilip ağladığımı hatırlıyorum.Tek istekleri, hapisnadeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit hücrelerinde tek başına kalmamaktı. Bu isteği çok iyi anlıyabiliyordum, çünkü o korkunç hapishanelerde bir dostla dertleşmenin ne kadar önemli olduğunu ben de yirmili yaşlarımda acı bir şekilde öğrenmiştim. Hem de hiçbir suç işlememiş bir genç adam olarak. Hükümetle temas kurduk. Adalet Bakanı ters davrandı. Başbakan Erbakan’a ulaşmaya çalıştık. İstanbul’dan Ankara’ya giden uçakta olduğunu söylediler. Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların masum isteklerini anlattık, “Birçok genç bu geceyi çıkaramayacak” dedik. “Peki” dedi, “Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.” Hapishaneye müjdeyi verdik. Ambulanslar, ölmek üzere olanları hastanelere taşıdılar. Beklemekte olan gözü yaşlı aileler, ellerimize sarılıp, çocuklarından haber sordular. Ama Ferzan Çitici kulağıma şunu fısıldadı: “Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü aradı. ‘Biz ne güzel operasyon hazırlamıştık. Herşeyi berbat ettiniz’ diye çıkıştı bana” Basın bu süreçte olumlu davrandı. Hatta bizleri haketmediğimiz övgülere boğdu. Hürriyet, kahramanlar bile dedi.Aradan dört yıl geçti. Bu kez yine ölüm oruçlarında, arabulucu olarak hapishaneye gittik. Çünkü hükümetin verdiği sözler tutulmamıştı.Yine genç insanlar ölüm döşeğindeydi. Aynı süreç yaşanıyordu ama bu sefer Başbakan Erbakan değil Bülent Ecevit’ti.Basın sürekli provokasyon yapıyordu.Dört yıl önce bize kahraman diyen Hürriyet şimdi, “Ölüm oruçlarını cesaretlendiren hainler” olarak söz ediyordu bizden. Belli ki öldürme hazırlıkları tamamdı. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ü bizzat aradım. “Ne olur” dedim, “Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum.” Etkilendi. “Biraz bekleyin, başbakanla konuşayım” dedi. Nefesimizi tutup bekledik.Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı. Hikmet Bey, “Malesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor” dedi.Çaresizce ölüm mahkûmlarına veda edip gözyaşları içinde oradan ayrıldık. Sonra lav silahlarıyla koğuşlara saldırıp, insanları yaktılar.O akşam televizyonlar, yanan mahkûmlara başka cezaevlerinden cep telefonlarıyla ulaşıldığını ve “Kendinizi yakın” talimatı verildiğini söylüyordu bangır bangır. Ali Kırca’ya konuk oldum ve dedim ki: “Yalan söylüyorlar. Hapishanede cep telefonu çalışmıyor. Arabulucular arasında yer alan Yaşar Kemal, ölüm döşeğindeki karısı Thilda’ya ulaşmaya çalıştı ve ulaşamadı.” Bu tanıklık bütün yalanı çürütüyordu ama hükümet ve basın genç insan kanı dökmenin şehvetine kapılmıştı bir kere.Kimse sağduyulu bir tanıklığı dinleyecek halde değildi Sonuçta “dinci Erbakan” genç ölümlere yol açmamış ama “solcu-şair Ecevit” katliam emri vermiş oldu. Bunları anlatmak tarih önünde benim namusum ve sorumululuğumdur. Not: Leyla’nın Evi oyununda başrollerden birisini oynayan yetenekli, gencecik aktör Onur Bayraktar’ı kaybettik. Acımız sonsuz. Zülfü Livaneli 28.11.2010 Pazar Erbakan, Ecevit ve ölüm oruçlarının arka planı - GAZETEVATAN.COM
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ![]() Abdülkadir Özkan milligazete Hasan Cemal’ın sorusu, Livaneli’nin yazısı Hasan Cemal'in Milliyet'te dünkü yazısı "Bu topraklar neden tımarhane gibi?", Zülfü Livaneli'nin Vatan'daki yazısının başlığı ise "Erbakan, Ecevit ve ölüm oruçlarının arka planı" şeklindeydi. Muhteva olarak iki yazının birbiri ile ilgisi yok. Sadece Livaneli'nin yazısını okuduktan sonra Hasan Cemal'in "Bu topraklar neden bir tımarhane gibi?" başlıklı yazısına Livaneli'nin yazısı adeta bir cevap gibi geldi. Konu olarak hiçbir ilgisi olmayan iki yazı birbirine cevap olamazdı. Sadece her iki yazar da ülkemizin sorunlarına farklı açıdan yaklaşıyor. Hasan Cemal çeşitli konulardaki yanlışlara, haksızlıklara, bu ülkeyi terk etmek zorunda kalmış insanlara dikkat çekiyor. Zülfü Livaneli ise yazısının başlığından da anlaşılacağı gibi 1996 ve 2000 yıllarında cezaevlerinde yaşanan ölüm oruçlarına dikkat çekiyor ve yazısını "Bunları anlatmak tarih önünde benim namusum ve sorumluluğumdur" cümlesiyle bitiriyor. Bu sorumluluğu yerine getirmek için niçin bunca yıl beklendiği sorusunun cevabı ayrı bir konu ancak Livaneli'nin şu değerlendirmesine dikkat çekmek istiyorum: "Sonuçta 'dinci Erbakan' genç ölümlere yol açmamış ama 'solcu şair Ecevit' katliam emri vermişti." Livaneli'nin bu ikrarı sanki Hasan Cemal'in yazı başlığındaki "Bu topraklar neden tımarhane gibi?" sorusunun cevabı niteliğindeydi. Çünkü, bugün bu değerlendirmeyi ve tarihe tanıklığı yapanlar hâlâ Ecevit'in temsilcisi ve savunucusu olduğu fikriyatın yandaşlığını sürdürüyorlar. Maksadım Livaneli'yi eleştirmek değil. Hâlâ Erbakan Hoca söz konusu olduğunda O'nun Müslümanlığının 'dinci' şeklinde nitelendirilmesidir ki gerçeklerin topluma anlatılmasını engellemektedir. Çünkü, Hoca'nın inancından rahatsızlığın bir ifadesi olarak 'dinci' nitelendirilmesi yapılmaktadır. Böyle olunca da gerçekler gizleniyor, zalimler masum, masumlar zalim durumuna düşürülüyor. Böyle bir ülkenin de tımarhane haline gelmesinin yadırganacak bir yanı kalmaz. Sanıyorum gazetemizin bugünkü basından seçmeler bölümünde Livaneli'nin söz konusu yazısına yer verilmiştir. Ben sadece yazının özünü çarpıtmadan çok kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Livaneli yaşadıklarını şöyle aktarıyor: "1996'daki ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte arabulucu olarak katıldım. O dönemde Necmettin Erbakan Başbakan'dı. Konuşmaya çalıştığımız gençler ölmek üzeriydi. Bilinçleri kaybolmuştu. Bazılarının görme yetisi bir daha geri gelmemek üzere yitip gitmişti. Tek istekleri hapishanedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit hücrelerinde tek başına kalmamaktı. Hükumetle temas kurduk. Adalet Bakanı ters davrandı. Başbakan Erbakan'a uluşmaya çalıştık. Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların isteklerini anlattık. 'Peki' dedi, 'Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.' Hapishaneye müjdeyi verdik. Ama Ferzan Çitici (İstanbul Başsavcısı) kulağıma şunları fısıldadı: 'Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü aradı.' Biz ne güzel operasyon hazırlamıştık... Her şeyi berbat ettiniz' diye çıkıştı bize. Aradan dört yıl geçti. Yine ölüm oruçlarında arabulucu olarak hapishaneye gittik. Aynı süreç yaşanıyordu ama Başbakan Erbakan değil Bülent Ecevit'ti. Basın sürekli provokasyon yapıyordu. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ü bizzat aradım. 'Ne olur. Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum.' Etkilendi. 'Biraz bekleyin, başbakanla konuşayım' dedi. Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı. Hikmet Bey, 'Maalesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor' dedi. Sonra lav silahlarıyla koğuşlara saldırıp insanları yaktılar. Sonuçta 'dinci Erbakan' genç ölümlere yol açmamış ama 'solcu şair Ecevit' katliam emri vermişti." |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() ![]() Abdülkadir Özkan milligazete Hasan Cemal’ın sorusu, Livaneli’nin yazısı Hasan Cemal'in Milliyet'te dünkü yazısı "Bu topraklar neden tımarhane gibi?", Zülfü Livaneli'nin Vatan'daki yazısının başlığı ise "Erbakan, Ecevit ve ölüm oruçlarının arka planı" şeklindeydi. Muhteva olarak iki yazının birbiri ile ilgisi yok. Sadece Livaneli'nin yazısını okuduktan sonra Hasan Cemal'in "Bu topraklar neden bir tımarhane gibi?" başlıklı yazısına Livaneli'nin yazısı adeta bir cevap gibi geldi. Konu olarak hiçbir ilgisi olmayan iki yazı birbirine cevap olamazdı. Sadece her iki yazar da ülkemizin sorunlarına farklı açıdan yaklaşıyor. Hasan Cemal çeşitli konulardaki yanlışlara, haksızlıklara, bu ülkeyi terk etmek zorunda kalmış insanlara dikkat çekiyor. Zülfü Livaneli ise yazısının başlığından da anlaşılacağı gibi 1996 ve 2000 yıllarında cezaevlerinde yaşanan ölüm oruçlarına dikkat çekiyor ve yazısını "Bunları anlatmak tarih önünde benim namusum ve sorumluluğumdur" cümlesiyle bitiriyor. Bu sorumluluğu yerine getirmek için niçin bunca yıl beklendiği sorusunun cevabı ayrı bir konu ancak Livaneli'nin şu değerlendirmesine dikkat çekmek istiyorum: "Sonuçta 'dinci Erbakan' genç ölümlere yol açmamış ama 'solcu şair Ecevit' katliam emri vermişti." Livaneli'nin bu ikrarı sanki Hasan Cemal'in yazı başlığındaki "Bu topraklar neden tımarhane gibi?" sorusunun cevabı niteliğindeydi. Çünkü, bugün bu değerlendirmeyi ve tarihe tanıklığı yapanlar hâlâ Ecevit'in temsilcisi ve savunucusu olduğu fikriyatın yandaşlığını sürdürüyorlar. Maksadım Livaneli'yi eleştirmek değil. Hâlâ Erbakan Hoca söz konusu olduğunda O'nun Müslümanlığının 'dinci' şeklinde nitelendirilmesidir ki gerçeklerin topluma anlatılmasını engellemektedir. Çünkü, Hoca'nın inancından rahatsızlığın bir ifadesi olarak 'dinci' nitelendirilmesi yapılmaktadır. Böyle olunca da gerçekler gizleniyor, zalimler masum, masumlar zalim durumuna düşürülüyor. Böyle bir ülkenin de tımarhane haline gelmesinin yadırganacak bir yanı kalmaz. Sanıyorum gazetemizin bugünkü basından seçmeler bölümünde Livaneli'nin söz konusu yazısına yer verilmiştir. Ben sadece yazının özünü çarpıtmadan çok kısa bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Livaneli yaşadıklarını şöyle aktarıyor: "1996'daki ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte arabulucu olarak katıldım. O dönemde Necmettin Erbakan Başbakan'dı. Konuşmaya çalıştığımız gençler ölmek üzeriydi. Bilinçleri kaybolmuştu. Bazılarının görme yetisi bir daha geri gelmemek üzere yitip gitmişti. Tek istekleri hapishanedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit hücrelerinde tek başına kalmamaktı. Hükumetle temas kurduk. Adalet Bakanı ters davrandı. Başbakan Erbakan'a uluşmaya çalıştık. Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların isteklerini anlattık. 'Peki' dedi, 'Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.' Hapishaneye müjdeyi verdik. Ama Ferzan Çitici (İstanbul Başsavcısı) kulağıma şunları fısıldadı: 'Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü aradı.' Biz ne güzel operasyon hazırlamıştık... Her şeyi berbat ettiniz' diye çıkıştı bize. Aradan dört yıl geçti. Yine ölüm oruçlarında arabulucu olarak hapishaneye gittik. Aynı süreç yaşanıyordu ama Başbakan Erbakan değil Bülent Ecevit'ti. Basın sürekli provokasyon yapıyordu. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ü bizzat aradım. 'Ne olur. Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum.' Etkilendi. 'Biraz bekleyin, başbakanla konuşayım' dedi. Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı. Hikmet Bey, 'Maalesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor' dedi. Sonra lav silahlarıyla koğuşlara saldırıp insanları yaktılar. Sonuçta 'dinci Erbakan' genç ölümlere yol açmamış ama 'solcu şair Ecevit' katliam emri vermişti." |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() hocayı sabah dinledim radyoda...
konuşmaya mecali yoktu.. hey Allah'ım hala neyin peşindesin be adam... |
|
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Milli görüş şimdide Livaneli nin ağzınamı bakıyor...
|
|
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|