![]() |
#11 |
![]() GANÎ (El-Ganî):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiçbir zamanda, hiçbir mekânda, hiçbir hâlde, hiçbir şeye muhtâc olmayan. Allahü teâlâya, hiçbir şekilde başkasına muhtaç olmayan mânâsına Ganiy-yi mutlak da denir. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: O'na bir yol bulabilenlerin (gücü yetenlerin) Beyti (Kâbe-i muazzamayı) hac (ve ziyâret) etmesi, Allahü teâlânın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim küfrederse, şüphesiz ki Allahü teâlâ âlemlerden ganîdir. (Âl-i imrân sûresi: 97) Rabbin herşeyden ganîdir ve rahmet sâhibidir. Eğer dilerse (ey müşrikler) sizi giderir (ortadan kaldırır), arkanızdan da yerinize dileyeceğini getirir. Nitekim sizi de başka başka bir kavmin neslinden peydâ etmiştir. (En'âm sûresi: 133) Ey benim kullarım! Şüphesiz siz bana hiçbir zarar veremezsiniz ve bana hiçbir fayda sağlayamazsınız. Ben bunlardan münezzeh ve berîyim. Ben, ganîy-yi mutlakım siz de fakîr-i mutlaksınız, mutlak muhtaçsınız. (Hadîs-i kudsî, Hilyet-ül-Evliyâ) Allahü teâlâ ganîdir. İnsanlara acıdığı için, onlara ihsânı olarak emir ve yasaklarını bildirmiştir. Emirlerin ve yasakların faydaları insanlaradır. Allahü teâlâya faydası yoktur. Allahü teâlânın bunlara ihtiyâcı yoktur. Allahü teâlâ Ganiy-yi mutlaktır. Ne kendine, ne sıfatlarına, ne de fiillerine hiçbir sûretle, hiçbir şey lâzım değildir. (Ahmed Fârûkî) Hastalık veya bir musîbet geldiğinde el-Ganîyyü ism-i şerîfi okunduğunda, Allahü teâlâ âfiyet verir ve o belâdan muhâfaza eder. (Yûsuf Nebhânî) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#12 |
![]() GANÎMET:
Harpte düşmandan zorla alınan mal. Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Şimdi elde ettiğiniz ganîmetten helâl ve hoş olarak yiyin. (Enfâl sûresi: 69) Ganîmetler bana helâl kılındı. Benden önce hiç kimseye helâl kılınmadı. (Hadîs-i şerîf-Buhârî-Müslim) Düşmandan alınan ganîmet, dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) getirilince, askerin hakkı olur. Fakat, taksim edilmeden önce mülk olmaz. Ganîmetin beşte biri beytülmâle (hazîneye) verilir. Geri kalanı askere dağıtılır. (İbn-i Âbidîn) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#13 |
![]() GARÂMET:
Borçlanılan şeyi ödeme. Bir çeşit vergi. Müslümanların, hıristiyanlara ve yahûdîlere yapmakla yükümlü oldukları muâmele şekli, bizzat Resûlullah efendimizin, bütün müslümanlara hitâben yazdırdığı şu mektûbda açıkça bildirilmiştir. Mektûbun tercümesinin bir kısmı şöyledir: Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed'in, bütün hıristiyanlara verdiği sözü bildirmek için yazılmıştır... Müslüman olmayan herkes, benim himâyem (korumam) altındadır. Hıristiyan manastırlarının (kiliselerinin) hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların kiliselerinden mal alınıp, müslüman mescidleri için kullanılmasın. Ticâret yapmayan ve ancak ibâdet ile meşgûl olan kimselerden, her nerede olursa olsunlar, garâmet almayın... (Feridun Bey-Mecmûa-i Münşeât-üs-Salâtîn) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#14 |
![]() GARAZ:
1. Kin, içinden düşmanlık yapmak. 2. Gâye, maksad, arzu, dilek, istek. Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan gayrı Garazım yok, reh-i ışkında fenâdan gayrı (Fuzûlî) (Ey sevgili! senin bulunduğun yerde, benim belâdan başka bir kazancım yoktur. Aşkının yolunda, yok olmaktan başka bir maksat, gâye taşımıyorum.) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#15 |
![]() GARER:
Tehlike, zarar. Sonu belli olmayan şüphe ihtimâli olan satış. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem garer bulunan satışı, yasak etmiştir. Bu sebeble yakalanmadan önce, balığı, havadaki kuşu, kaçıp, kayıp olan hayvanı satmak bâtıldır. Hattâ sonra gelip müşteriye teslim edilse yine satış geçerlilik kazanmaz. (M. Ebû Zühre) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#16 |
![]() GARÎB:
1. Yabancı, memleketinden uzakta bulunan, kimsesiz. Garîb hastalanır, dört yanına bakınır da, tanıdık bir kimse göremezse, Allah onun geçmiş günâhlarını affeder. (Hadîs-i şerîf-Deylemî) Dünyâda garîb veya yolcu gibi ol ve kendini ölmüş say. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) Garîbler azdır. Onları sevmeyenler çoktur. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel) En garîb ve muhtac olduğun gün, kabre konduğun gündür. (Ebû Zer Gıfârî) Gariblere merhamet etmek Resûlullah efendimizin sünnetidir. Nerede bir garip görsen ona olan merhametinden dolayı gözyaşların akmalıdır. (Ahmed Yesevî) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#17 |
![]() GASB:
Başkasının malını izinsiz (rızâsı olmaksızın) zorla elinden almak. Malı alana gâsıb, alınan mala mağsûb denir. Gasb, haram olduğu gibi, gasbedilen malı; hediye, sadaka, ücret olarak almak, kirâ ile kullanmak da haramdır. (Abdülganî Nablüsî) Bir müslüman ölüp geriye gasb edilmiş bir mal bıraksa, vârislerin bu malı, parayı alması helâl olmaz. Vârislerin bu malı sâhibine, eğer sâhibi bilinmiyorsa fakîrlere vermesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#18 |
![]() GASÎL-ÜL MELÂİKE:
Melekler tarafından yıkanan; Eshâb-ı kirâmdan Uhud harbinde şehîd olan ve cenâzesini meleklerin yıkadığı Peygamber efendimiz tarafından müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretleri. (Âdem aleyhisselâmı da melekler yıkamıştır.) Hanzala'ya Gasîl-ül melâike lakabı verilme hâdisesi şöyle olmuştur: HanzalaUhud gazâsına çıkılacağı gece evlenmişti. O gecenin sonuna doğru Peygamber efendimizin harb haberini alınca, boy abdesti alma fırsatı bulamadan Uhud harbine katıldı ve şehîd oldu. Harb sonrası Medîne'ye dönüldüğünde, hanımı, Hanzala'yı sorunca, Resûlullah efendimiz şehîd olduğunu bildirdi. Hanımı tekrar: "Yâ Resûlallah! O, boy abdesti almadan harbe katılmıştı, bulunup yıkansın" deyince, Peygamber efendimiz; "Sen Hanzala için hiç merak etme. Ben Hanzala'yı rahmet suları ile melekler tarafından yıkanırken gördüm" buyurdu. (İbn-ül-Esîr, İbn-i Hacer) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#19 |
![]() GASL:
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması. Âdem aleyhisselâm vefât edince, melekler Cennet'ten hanût ve kefen getirdiler. Su ve sedir yaprağı ile gasl ettiler. Üçüncüsünde kâfûr koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Namazını kıldılar. Lahd (mezârın içinde kıble tarafının biraz açılması) yaptılar. Defnettiler. Sonra çocuklarına dönerek, ey âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız!" dediler. (Sa'lebî, Nişâncızâde, Mirhaund) Meyyiti gasletmek, kefenlemek, cenâze namazı kılmak farz-ı kifâyedir (bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden düşen farz). (İbn-i Âbidîn) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#20 |
![]() GÂŞİYE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen sekizinci sûresi. Gâşiye sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Yirmi altı âyet-i kerîmedir. İlk âyet-i kerîmede geçen Gâşiye kelimesi sûreye isim olmuştur. Sûrede kıyâmet ve âhirete âit haberler bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs-Taberî) Allahü teâlâ Gâşiye sûresinde meâlen buyuruyor ki: Cennet'te yüksek sedirler ve tahtlar vardır. (Âyet: 13) Kim Gâşiye sûresini okursa, Allahü teâlâ (kıyâmet gününde) onun hesâbını kolay eyler. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir) | |
|
|