AK Gençliğin Buluşma Noktası
~ Nur-u Muhammediye ~ Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) hakkında herşey..



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-29-2009, 17:37   #101
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Peygamberimizin hanımlarından: Hz. AİŞE-İ SIDDIKA

Hz. Aişe validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve kabiliyetli idi. HePeygamberimizin hanımlarından: Hz. AİŞE-İ SIDDIKA

Hz. Aişe validemiz, küçük yaşta iken okuma-yazma öğrenmiş olup, çok zekî ve kabiliyetli idi. Her bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi, onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı. Çok akıllı, zekî, âlime, edibe ve afife ve saliha idi.

Üç gece rüyada gördüm

Resulullah efendimiz Hz. Hadice'nin vefatından sonra, ikinci defa olarak, Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Aişe'yi nikahladı, fakat düğünü yapılmadı. Peygamberimizin Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus, nikah akdinin Hz. Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde Peygamberimiz Hz. Aişe'ye şöyle buyurdu:- Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış “Bu senin hanımındır” dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise cenab-ı Hak imza eylesin” dedim. [Yani eğer rüya Rahmânî ise Allahü teâlâ müyesser kılsın demektir.]Resulullah efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, ev halkını Mekke'de bırakmıştı. Medine'yi şereflendirince, Ebu Rafiî ile azatlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi, iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla Mekke'ye gönderdi.Hz. Ebu Bekir de Abdullah bin Ureykıt'ı iki deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümm-i Ruman ve kızı Hz. Aişe ile kızkardeşi Esma'yı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah'a mektup yazarak emretti. Hz. Aişe, annesi Ümm-i Ruman ve Resulullahın kerimeleri kafile olarak yola çıktı. Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye Talha bin Ubeydullah da katıldı. Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman, Hz. Aişe'nin devesi kaçtı. Hz. Aişe buyuruyor ki:“Devem kaçtı. Ben devenin üstünde mahfe'nin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem, “Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medine'ye geldik. Ben Hz. Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte indim.”

Birer oda yapıldı

O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı. Mescid-i şerif yapılırken, Peygamberimizin hanımları Hz. Aişe ve Sevde için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adetleri dokuz oldu. Odalar, Arap âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi.Odalar mescidin cenup, şark ve şimâl taraflarında idi. Ker(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)ten yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hz. Fâtıma ile Hz. Aişe'nin odaları arasında kapı vardı.Mekke'den gelen Resulullahın ev halkı, kendi odalarının önünde indi. Hz. Aişe validemiz, Hz. Ebu Bekir'in evinde bir müddet ikâmet buyurdular. Hz. Ebu Bekir birgün Resulullaha şöyle arzetti:- Ya Resulallah, ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?

Hastalığı bol yerdi

Bunun üzerine Resulullah efendimiz, gerekli hazırlıkları yaparak, Hz. Aişe ile, nikahlarının vuku bulduğu Şevval ayında evlendiler.Hz. Aişe validemiz buyuruyor ki:“Medine'ye hicret edip geldiğimiz zaman, burası, hastalığı bol olan bir yer idi. Bütün eshab-ı kiram hastalığa tutuldular. Bu hastalıktan, ancak Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın korumasıyla kurtuldu."Hz. Aişe de hastalandı. Peygamberimiz Hz. Aişe'ye, “Sende gördüğüm nedir” diye sorunca, Hz. Aişe şu cevabı verdi:- Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah, hummadır. Allah onu kahretsin.Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Hayır, ona kötü söyleme! O, vazifelidir. İstersen sana bir duâ öğreteyim. Onu okuduğun zaman, Allahü teâlâ onu senden giderir.

Hz. Aişe de, “Öğret ya Resulallah” dedi.Peygamber efendimiz duâyı öğretince, humma geçti.Hz. Aişe validemiz, Medine'de, Resulullahın gazalarına katılmış diğer sahabî hatunları gibi, yaralıların tedavisi ve bakımıyla meşgul olmuş, büyük hizmetler görmüştür. Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de, Resulullah efendimiz buna müsaade buyurmamıştır. Mesela Uhud günü, Peygamber efendimiz yaralanmış, mübarek yüzü müşriklerin attığı taşla yaralanıp, kan içinde kalmıştı.Hz. Fâtıma validemiz, Resulullahın mübarek yüzünü yıkamış, kan durmayınca, yünden hasır yakmış ve külünü âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin mübarek yüzüne basarak, kanı durdurmuştu.

Arkalarında su taşıyorlardı

Hz. Aişe validemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhud'a gelmişti. Hz. Aişe ve Ümm-i Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne ise susuzlara su veriyordu. Enes bin Malik diyor ki:"Uhud gazasında müslümanlar bozulup, Resulullahın yanından dağıldıkları zaman, Hz. Aişe ile Ümm-i Süleym'i gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak gidiyorlar, doldurunca koşarak gelip, yine yaralılara su veriyorlardı.”Kadınların Uhud savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi, yaralıları tedavi için idi.Hz. Aişe, Müreysi gazasına katılmış ve bu gazada bazı münafıkların çıkardığı bir iftiraya maruz kalmış, bunun üzerine Allahü teâlâ Nur suresinde 17 ayet-i kerime göndererek, onun temizliğini bildirdi. Hz. Aişe buyurdu ki:"Resulullahın ilk hastalığı, Hz. Meymune'nin evinde oldu. O gün Resulullahın Hz. Meymune'ye uğradığı gündü. Burada Resulullahın hastalığı arttı. Diğer ezvac-ı tahirat gelerek Resulullahın hizmetine koyuldular. Peygamberimiz de buyurdular ki:- Ey benim zevcelerim, mâzur görün, takatım yoktur ki, evlerinizi dolaşayım. İzin verirseniz Aişe'nin evine gideyim, bana orada hizmet edersiniz.

Hz. Aişe'nin odasına gitti

Resulullah efendimiz Hz. Abbas ve Hz. Ali'nin omuzlarına dayanıp, benim odama geldiler. Döşeğe yattılar. Bu odada mübarek başı, göğsümde olduğu hâlde vefat ettiler."Resulullahın vefatından sonra da, eshab-ı kiramın, Hz. Aişe validemize hürmetleri, ikramları ve izzetleri çok fazla idi. Hatta bu hususta Hz. Ömer, bunda o derece ileri gitti ki, Hz. Aişe, "Resulullahın vefatından sonra Hz. Ömer bana çok iyilik etti. Ya Rabbi, bundan böyle, beni, onun ihsan ve iyilikleri için ayakta tutma" buyurdu.Hz. Aişe validemiz, Hz. Osman zamanında da din-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu. Hz. Aişe müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu. Çünkü Hz. Aişe, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehid idi. Ayet-i kerime ile medh ve sena olundu. ^Alim, edip, çok akıllı ve üstad idi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu.Aişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshab-ı kirama fetva verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtde birini Hz. Aişe haber vermiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:- Dininizin üçte birini Humeyra'dan öğreniniz!

Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok sevdiği için, ona "Humeyra" derdi.

Aişe hakkında, beni incitmeyiniz!

Eshab-ı kiramdan ve tâbiînden çok kimse, Hz. Aişe'den işittikleri hadis-i şerifleri haber vermişlerdir. Ürvet übnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki:"Kur'an-ı kerimin manalarını ve helal ve haramları ve Arap şiirlerini ve nesep ilmini Hz. Aişe'den daha çok bilen kimse görmedim."Eshab-ı kiram, hediyelerini, Resulullaha, Aişe'nin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmak için yarışırlardı. Zevceler, iki grup idi. Aişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı. İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi. Bunlar, Ümm-i Seleme'yi Resulullaha gönderip, "Eshabına emir buyursanız da, hediye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirse" dediklerinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Beni, Aişe hakkında incitmeyiniz! Cebrail bana yalnız Aişe'nin yanında iken geldi.

Ümm-i Seleme de dediğine pişman olup, tevbe ve af diledi.Resulullah efendimiz bir defasında, kızı Hz. Fâtıma'ya buyurdu ki:- Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin?

Hz. Fâtıma'nın, “Elbet severim” demesi üzerine, yine buyurdular ki:- O hâlde, Aişe'yi sev!

En çok kimi severdi?

Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok severdi. Resulullaha, “En çok kimi seviyorsun” denildiğinde buyurdular ki:- Aişe'yi.

"Erkeklerden kimi" dediklerinde, buyurdu ki:- Aişe'nin babasını.

Yani, en çok Hz. Ebu Bekir'i sevdiğini bildirdi.Hz. Aişe'ye sordular ki:- Resulullah efendimiz en çok kimi severdi?- Fâtıma'yı severdi.

- Erkeklerden en çok kimi severdi?- Fâtıma'nın zevcini.

Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, Hz. Aişe'yi, çocukları arasında Hz. Fâtıma'yı, Ehl-i beyti arasında. Hz. Ali'yi, eshabı arasında ise, Hz. Ebu Bekir'i en çok severdi.Hz. Aişe buyuruyor ki: “Birgün Resulullah efendimiz, mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakarak buyurdular ki:- Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?

Ben de, "Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim.Bunun üzerine, Resulullah efendimiz kalkıp yanıma geldi. Alnımdan öptü ve buyurdular ki:- Ya Aişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim.

Kıyamet gününde insanlar

Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, buyurdu. Hz. Aişe'nin mübarek alnından öpmesi, Resulullahı severek, onun cemalini anlayarak gördüğü için, aferin ve takdir olmaktadır.Birgün Peygamber efendimiz, kıyamet gününden bahisle Hz. Aişe'ye buyurdu ki:- Kıyamet gününde insanlar elbisesiz olarak haşredilecektir.

- Erkekler de kadınlar da böyle mi olacak?- Evet.

- O zaman birbirlerine bakmayacaklar mı?- Ey Aişe, o gün insanlar meşguliyetlerinden birbirlerine bakmaya zaman bulamayacaklardır. Gözleri göğe dikilmiş olarak kırk sene öylece kalacaklardır. Yemeyecek, içmeyeceklerdir. Şiddetli terliyecekler. Kiminin terinden biriken su, ayaklarını örtecektir. Kiminin de dizlerine, kiminin de karnına kadar yükselecektir. Kiminin de tepesine kadar çıkacaktır.

Musa bin Talha diyor ki:- Hz. Aişe'den daha fasih, düzgün konuşanı görmedim. Resulullahı metheden şu manada bir şiir söylemiştir:“Mısırdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yani, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha'yı kötüleyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı.”

Allahü teâlânın nimetleri

Hz. Aişe, kendisinin, Peygamberimizin diğer hanımlarının hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, övünürdü. Bunlardan da bazıları şunlardır:1- Resulullah efendimiz, beni istemeden önce, Cebrail aleyhisselamın benim suretimi getirip, kendisine gösterdiğini ve, “Bu senin zevcendir” dediğini söylerdi.2- Resulullahın zevceleri içinde, koca görmeden Resulullah ile evlenen, benden başka olmamıştır.3- Resulullahın zevceleri içinde, yalnız benim yanımda iken vahiy geldi. Resulullah efendimiz, bazı zevcelerine, “Aişe'yi üzerek, beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmektedir” buyurmuştu.4- Resulullahın zevceleri arasında, benden başka hiçbirinin hem babası, hem de annesi hicret etmiş değildir.5- Allahü teâlâ benim hakkımda berât ayetini nâzil eyledi.6- Resulullah vefat ederken, mübarek başları benim göğsümde idi.7- Resulullah benim odamda vefat etti.8- Benim odam Resulullahın türbesi olmuştur.

Resulullahı teselli ederdi

Hz. Aişe validemiz, Resulullahın rızasına kavuşmak için, gecesini gündüzüne katardı. Onu birazcık üzgün görse, teselli etmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Hatta Resulullahın akrabalarını da gözetir, onlara karşı da her türlü iyiliği yapardı. Hz. Aişe buyuruyor ki:"Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resulullah efendimiz görünce buyurdu ki:- Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana, her işten daha tatlı mı geliyor? Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez.”

Hâdimî hazretleri, burayı şöyle açıklıyor: “Resulullah efendimiz Hz. Aişe'nin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa, kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.”Resulullahın vefatından sonra, Hz. Aişe'ye, yemek yiyip yimediğini sordular. “Hiçbir zaman doyasıya yemedim” buyurdular ve ağladılar.Hz. Aişe buyurur ki: “Peygamber efendimizin karnı hiçbir zaman yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç içinde olmak, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, Onun bu durumu, gündüz orucundan onu alıkoymazdı.

Tahammül gösterdiler

İsteseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını isterdi. And olsun ki, Onun, o hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki:- Canım sana feda olsun! Sana güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler, yiyecek ve içecekler temin etsem olmaz mı?Bunun üzerine bana buyururdu ki:- Ey Aişe, dünya benim neyime! Ulul'azm olan peygamber kardeşlerim, bundan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular. Bu sebeple Rableri, onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat, beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.

Bu sözlerinden sonra fazla zaman geçmedi, bir ay kadar sonra vefat ettiler."Peygamber efendimiz Hz. Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:"Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Ey Aişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma:

1- Kur'an-ı kerimi hatim etmeden,

2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan,

3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden,

4- Hac etmeden.

Ondan kolay ne var?

Resulullah efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki:- Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana feda olsun. Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki:- Ya Aişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerifi ve bir Fâtiha suresini okursan, Kur'an-ı kerimi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevat getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş; önce müminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş; “Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr” tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.”

- Ey Aişe, yumuşak ol; zira Allahü teâlâ bir ev halkına iyilik murad ederse, onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.

- Ey Aişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.

- Ey Aişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.

- Ey Aişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.

- Ey Aişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, Allahü teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.

Kendini tutamadı

Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler. “Essâmü aleyk” diyerek, sırıttılar. Allahü teâlânın Resulü de, "Ve aleyküm" karşılığında bulundular. Bunları duyan Hz. Aişe, yahudilere “lânet” etmeye başladı. Çünkü “Essâmü aleyk!” sözlerinin manası, “Ölüm, senin üzerine olsun” demekti. İşte bu yüzden Peygamber efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler! Selam verir gibi görünüp, Hak teâlânın en şerefli Peygamberine hakarete yeltendiler. Hz. Aişe'yi üzen de onların bu “sefîl” niyetleriydi.Fakat Peygamber efendimiz sakin görünüyorlardı. Hanımına sordular:- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?

Hz. Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti. “Ne söylediklerini işitmediniz mi, ya Resulallah” dedi. Peygamber efendimiz de, "Sen de, benim onlara, (Ve aleyküm...) dediğimi işitmedin mi” buyurdu.Gerçekten, “Ve aleyküm” demek, “Sizin üzerinize olsun” manasına geliyordu. Böylece yahudilerin “ölüm” temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine iade etmişlerdi.

Şehitlerin derecesi

Hz. Aişe, birgün Resulullah efendimize sordu:- Şehitlerin derecesine yükselen olur mu?- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur.

- Ya Resulallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir gün geldi mi?- Ya Aişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Tâif şehrinde olmuştur.

Hz. Aişe'nin annesi Ümm-i Ruman binti Amir'dir. Lâkabı Sıddıka'dır. Hz. Aişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. Aişe üzülürdü. Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izafeten de künye alırsın.

Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izafeten ümm-i Abdullah diye künyelendi.Hz. Aişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. 676 senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i münevverede vefat etti.r bir hâdise üzerine hemen bir şiir söylemesi, onun zekâsına bir delildir. Öğrendiği ve ezberlediği bir şeyi katiyen unutmazdı. Çok akıllı, zekî, âlime, edibe ve afife ve saliha idi.

Üç gece rüyada gördüm

Resulullah efendimiz Hz. Hadice'nin vefatından sonra, ikinci defa olarak, Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Aişe'yi nikahladı, fakat düğünü yapılmadı. Peygamberimizin Hz. Aişe ile evlenmelerinde en önemli husus, nikah akdinin Hz. Peygamberin arzusuyla değil, Allahü teâlânın emri ile olmasıdır. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde Peygamberimiz Hz. Aişe'ye şöyle buyurdu:- Seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış “Bu senin hanımındır” dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise cenab-ı Hak imza eylesin” dedim. [Yani eğer rüya Rahmânî ise Allahü teâlâ müyesser kılsın demektir.]Resulullah efendimiz Medine'ye hicret ettiği zaman, ev halkını Mekke'de bırakmıştı. Medine'yi şereflendirince, Ebu Rafiî ile azatlı kölesi Zeyd bin Hârise'yi, iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla Mekke'ye gönderdi.Hz. Ebu Bekir de Abdullah bin Ureykıt'ı iki deve ile onların yanına katıp, hanımı Ümm-i Ruman ve kızı Hz. Aişe ile kızkardeşi Esma'yı develere bindirerek göndermesini, oğlu Abdullah'a mektup yazarak emretti. Hz. Aişe, annesi Ümm-i Ruman ve Resulullahın kerimeleri kafile olarak yola çıktı. Kubeyd mevkiinde Hz. Zeyd 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye Talha bin Ubeydullah da katıldı. Mina mevkiinden Beyda denilen yere ulaştıkları zaman, Hz. Aişe'nin devesi kaçtı. Hz. Aişe buyuruyor ki:“Devem kaçtı. Ben devenin üstünde mahfe'nin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem, “Eyvah kızcağızım, eyvah gelinciğim” diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medine'ye geldik. Ben Hz. Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte indim.”

Birer oda yapıldı

O zaman Mescid-i Nebevî ve etrafındaki odalar yapılmıştı. Mescid-i şerif yapılırken, Peygamberimizin hanımları Hz. Aişe ve Sevde için birer oda yapıldı. Sonra, ihtiyaç oldukça bir oda yapılarak, adetleri dokuz oldu. Odalar, Arap âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi.Odalar mescidin cenup, şark ve şimâl taraflarında idi. Ker(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)ten yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hz. Fâtıma ile Hz. Aişe'nin odaları arasında kapı vardı.Mekke'den gelen Resulullahın ev halkı, kendi odalarının önünde indi. Hz. Aişe validemiz, Hz. Ebu Bekir'in evinde bir müddet ikâmet buyurdular. Hz. Ebu Bekir birgün Resulullaha şöyle arzetti:- Ya Resulallah, ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?

Hastalığı bol yerdi

Bunun üzerine Resulullah efendimiz, gerekli hazırlıkları yaparak, Hz. Aişe ile, nikahlarının vuku bulduğu Şevval ayında evlendiler.Hz. Aişe validemiz buyuruyor ki:“Medine'ye hicret edip geldiğimiz zaman, burası, hastalığı bol olan bir yer idi. Bütün eshab-ı kiram hastalığa tutuldular. Bu hastalıktan, ancak Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın korumasıyla kurtuldu."Hz. Aişe de hastalandı. Peygamberimiz Hz. Aişe'ye, “Sende gördüğüm nedir” diye sorunca, Hz. Aişe şu cevabı verdi:- Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah, hummadır. Allah onu kahretsin.Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Hayır, ona kötü söyleme! O, vazifelidir. İstersen sana bir duâ öğreteyim. Onu okuduğun zaman, Allahü teâlâ onu senden giderir.

Hz. Aişe de, “Öğret ya Resulallah” dedi.Peygamber efendimiz duâyı öğretince, humma geçti.Hz. Aişe validemiz, Medine'de, Resulullahın gazalarına katılmış diğer sahabî hatunları gibi, yaralıların tedavisi ve bakımıyla meşgul olmuş, büyük hizmetler görmüştür. Cephelerde eline kılıç alıp, çarpışmayı istemiş ise de, Resulullah efendimiz buna müsaade buyurmamıştır. Mesela Uhud günü, Peygamber efendimiz yaralanmış, mübarek yüzü müşriklerin attığı taşla yaralanıp, kan içinde kalmıştı.Hz. Fâtıma validemiz, Resulullahın mübarek yüzünü yıkamış, kan durmayınca, yünden hasır yakmış ve külünü âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimizin mübarek yüzüne basarak, kanı durdurmuştu.

Arkalarında su taşıyorlardı

Hz. Aişe validemiz de sırtında yiyecek ve içecek su taşıyarak Uhud'a gelmişti. Hz. Aişe ve Ümm-i Süleym kırba ile su taşıyorlar, Hamne ise susuzlara su veriyordu. Enes bin Malik diyor ki:"Uhud gazasında müslümanlar bozulup, Resulullahın yanından dağıldıkları zaman, Hz. Aişe ile Ümm-i Süleym'i gördüm. Arkalarında kırbalarla koşa koşa su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı. Kırbaları boşaldıkça koşarak gidiyorlar, doldurunca koşarak gelip, yine yaralılara su veriyorlardı.”Kadınların Uhud savaşına katılmasına müsaade edilmesinin sebebi, yaralıları tedavi için idi.Hz. Aişe, Müreysi gazasına katılmış ve bu gazada bazı münafıkların çıkardığı bir iftiraya maruz kalmış, bunun üzerine Allahü teâlâ Nur suresinde 17 ayet-i kerime göndererek, onun temizliğini bildirdi. Hz. Aişe buyurdu ki:"Resulullahın ilk hastalığı, Hz. Meymune'nin evinde oldu. O gün Resulullahın Hz. Meymune'ye uğradığı gündü. Burada Resulullahın hastalığı arttı. Diğer ezvac-ı tahirat gelerek Resulullahın hizmetine koyuldular. Peygamberimiz de buyurdular ki:- Ey benim zevcelerim, mâzur görün, takatım yoktur ki, evlerinizi dolaşayım. İzin verirseniz Aişe'nin evine gideyim, bana orada hizmet edersiniz.

Hz. Aişe'nin odasına gitti

Resulullah efendimiz Hz. Abbas ve Hz. Ali'nin omuzlarına dayanıp, benim odama geldiler. Döşeğe yattılar. Bu odada mübarek başı, göğsümde olduğu hâlde vefat ettiler."Resulullahın vefatından sonra da, eshab-ı kiramın, Hz. Aişe validemize hürmetleri, ikramları ve izzetleri çok fazla idi. Hatta bu hususta Hz. Ömer, bunda o derece ileri gitti ki, Hz. Aişe, "Resulullahın vefatından sonra Hz. Ömer bana çok iyilik etti. Ya Rabbi, bundan böyle, beni, onun ihsan ve iyilikleri için ayakta tutma" buyurdu.Hz. Aişe validemiz, Hz. Osman zamanında da din-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu. Hz. Aişe müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dair fıkhî hükümler kendisinden sorulurdu. Çünkü Hz. Aişe, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî müctehid idi. Ayet-i kerime ile medh ve sena olundu. ^Alim, edip, çok akıllı ve üstad idi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu.Aişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshab-ı kirama fetva verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh bilgilerinin dörtde birini Hz. Aişe haber vermiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:- Dininizin üçte birini Humeyra'dan öğreniniz!

Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok sevdiği için, ona "Humeyra" derdi.

Aişe hakkında, beni incitmeyiniz!

Eshab-ı kiramdan ve tâbiînden çok kimse, Hz. Aişe'den işittikleri hadis-i şerifleri haber vermişlerdir. Ürvet übnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki:"Kur'an-ı kerimin manalarını ve helal ve haramları ve Arap şiirlerini ve nesep ilmini Hz. Aişe'den daha çok bilen kimse görmedim."Eshab-ı kiram, hediyelerini, Resulullaha, Aişe'nin evinde getirip, böylece sevgisini kazanmak için yarışırlardı. Zevceler, iki grup idi. Aişe tarafında Hafsa, Safiyye, Sevde vardı. İkincisi, Ümm-i Seleme ve ötekiler idi. Bunlar, Ümm-i Seleme'yi Resulullaha gönderip, "Eshabına emir buyursanız da, hediye getirmek isteyen, hangi zevce yanında iseniz, oraya getirse" dediklerinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Beni, Aişe hakkında incitmeyiniz! Cebrail bana yalnız Aişe'nin yanında iken geldi.

Ümm-i Seleme de dediğine pişman olup, tevbe ve af diledi.Resulullah efendimiz bir defasında, kızı Hz. Fâtıma'ya buyurdu ki:- Ey kızım, benim sevdiğimi, sen sevmez misin?

Hz. Fâtıma'nın, “Elbet severim” demesi üzerine, yine buyurdular ki:- O hâlde, Aişe'yi sev!

En çok kimi severdi?

Resulullah efendimiz, Hz. Aişe'yi çok severdi. Resulullaha, “En çok kimi seviyorsun” denildiğinde buyurdular ki:- Aişe'yi.

"Erkeklerden kimi" dediklerinde, buyurdu ki:- Aişe'nin babasını.

Yani, en çok Hz. Ebu Bekir'i sevdiğini bildirdi.Hz. Aişe'ye sordular ki:- Resulullah efendimiz en çok kimi severdi?- Fâtıma'yı severdi.

- Erkeklerden en çok kimi severdi?- Fâtıma'nın zevcini.

Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, Hz. Aişe'yi, çocukları arasında Hz. Fâtıma'yı, Ehl-i beyti arasında. Hz. Ali'yi, eshabı arasında ise, Hz. Ebu Bekir'i en çok severdi.Hz. Aişe buyuruyor ki: “Birgün Resulullah efendimiz, mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyor, gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakarak buyurdular ki:- Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?

Ben de, "Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim” dedim.Bunun üzerine, Resulullah efendimiz kalkıp yanıma geldi. Alnımdan öptü ve buyurdular ki:- Ya Aişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni sevindiremedim.

Kıyamet gününde insanlar

Yani, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur, buyurdu. Hz. Aişe'nin mübarek alnından öpmesi, Resulullahı severek, onun cemalini anlayarak gördüğü için, aferin ve takdir olmaktadır.Birgün Peygamber efendimiz, kıyamet gününden bahisle Hz. Aişe'ye buyurdu ki:- Kıyamet gününde insanlar elbisesiz olarak haşredilecektir.

- Erkekler de kadınlar da böyle mi olacak?- Evet.

- O zaman birbirlerine bakmayacaklar mı?- Ey Aişe, o gün insanlar meşguliyetlerinden birbirlerine bakmaya zaman bulamayacaklardır. Gözleri göğe dikilmiş olarak kırk sene öylece kalacaklardır. Yemeyecek, içmeyeceklerdir. Şiddetli terliyecekler. Kiminin terinden biriken su, ayaklarını örtecektir. Kiminin de dizlerine, kiminin de karnına kadar yükselecektir. Kiminin de tepesine kadar çıkacaktır.

Musa bin Talha diyor ki:- Hz. Aişe'den daha fasih, düzgün konuşanı görmedim. Resulullahı metheden şu manada bir şiir söylemiştir:“Mısırdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yani, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zeliha'yı kötüleyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi de acısını duymazlardı.”

Allahü teâlânın nimetleri

Hz. Aişe, kendisinin, Peygamberimizin diğer hanımlarının hepsinden daha üstün olduğunu söyleyerek, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, övünürdü. Bunlardan da bazıları şunlardır:1- Resulullah efendimiz, beni istemeden önce, Cebrail aleyhisselamın benim suretimi getirip, kendisine gösterdiğini ve, “Bu senin zevcendir” dediğini söylerdi.2- Resulullahın zevceleri içinde, koca görmeden Resulullah ile evlenen, benden başka olmamıştır.3- Resulullahın zevceleri içinde, yalnız benim yanımda iken vahiy geldi. Resulullah efendimiz, bazı zevcelerine, “Aişe'yi üzerek, beni incitmeyiniz! Biliniz ki, onun yanında bana vahiy gelmektedir” buyurmuştu.4- Resulullahın zevceleri arasında, benden başka hiçbirinin hem babası, hem de annesi hicret etmiş değildir.5- Allahü teâlâ benim hakkımda berât ayetini nâzil eyledi.6- Resulullah vefat ederken, mübarek başları benim göğsümde idi.7- Resulullah benim odamda vefat etti.8- Benim odam Resulullahın türbesi olmuştur.

Resulullahı teselli ederdi

Hz. Aişe validemiz, Resulullahın rızasına kavuşmak için, gecesini gündüzüne katardı. Onu birazcık üzgün görse, teselli etmek için elinden gelen her şeyi yapardı. Hatta Resulullahın akrabalarını da gözetir, onlara karşı da her türlü iyiliği yapardı. Hz. Aişe buyuruyor ki:"Günde ikinci defa yemek yiyordum. Resulullah efendimiz görünce buyurdu ki:- Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana, her işten daha tatlı mı geliyor? Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez.”

Hâdimî hazretleri, burayı şöyle açıklıyor: “Resulullah efendimiz Hz. Aişe'nin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştur. Yoksa, kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.”Resulullahın vefatından sonra, Hz. Aişe'ye, yemek yiyip yimediğini sordular. “Hiçbir zaman doyasıya yemedim” buyurdular ve ağladılar.Hz. Aişe buyurur ki: “Peygamber efendimizin karnı hiçbir zaman yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç içinde olmak, onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa bile, Onun bu durumu, gündüz orucundan onu alıkoymazdı.

Tahammül gösterdiler

İsteseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazinelerini, meyvelerini ve refah hayatını isterdi. And olsun ki, Onun, o hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve derdim ki:- Canım sana feda olsun! Sana güç verecek, şu dünyadan bazı menfaatler, yiyecek ve içecekler temin etsem olmaz mı?Bunun üzerine bana buyururdu ki:- Ey Aişe, dünya benim neyime! Ulul'azm olan peygamber kardeşlerim, bundan daha çetin olanına karşı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular. Bu sebeple Rableri, onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevaplarını artırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan hayâ ediyorum. Çünkü böyle bir hayat, beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır.

Bu sözlerinden sonra fazla zaman geçmedi, bir ay kadar sonra vefat ettiler."Peygamber efendimiz Hz. Aişe'ye birçok tavsiyelerde bulunmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:"Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Ey Aişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma:

1- Kur'an-ı kerimi hatim etmeden,

2- Benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan,

3- Müminleri kendinden hoşnut etmeden,

4- Hac etmeden.

Ondan kolay ne var?

Resulullah efendimiz bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de yanıma geldiğinde, kendilerine dedim ki:- Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem, babam, canım sana feda olsun. Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?Bunun üzerine tebessüm ederek buyurdular ki:- Ya Aişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerifi ve bir Fâtiha suresini okursan, Kur'an-ı kerimi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevat getirirsen, şefaatımıza kavuşmuş; önce müminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnut etmiş; “Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr” tesbihini okursan hac etmiş sayılırsın.”

- Ey Aişe, yumuşak ol; zira Allahü teâlâ bir ev halkına iyilik murad ederse, onlara rıfk, yumuşaklık kapısını gösterir.

- Ey Aişe bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.

- Ey Aişe, hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah katında en kötü insan, şerrinden kaçarak insanların terkettiği kimsedir.

- Ey Aişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.

- Ey Aişe, sana birisi, istemeden, birşey verirse, kabul et! Çünkü o, Allahü teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.

Kendini tutamadı

Sevgili Peygamberimizin huzurlarına, birtakım yahudiler girdiler. “Essâmü aleyk” diyerek, sırıttılar. Allahü teâlânın Resulü de, "Ve aleyküm" karşılığında bulundular. Bunları duyan Hz. Aişe, yahudilere “lânet” etmeye başladı. Çünkü “Essâmü aleyk!” sözlerinin manası, “Ölüm, senin üzerine olsun” demekti. İşte bu yüzden Peygamber efendimizin hanımı, kendini tutamamıştı.Bu şaşkın yahudiler, güya kurnazlık ettiler! Selam verir gibi görünüp, Hak teâlânın en şerefli Peygamberine hakarete yeltendiler. Hz. Aişe'yi üzen de onların bu “sefîl” niyetleriydi.Fakat Peygamber efendimiz sakin görünüyorlardı. Hanımına sordular:- Ey Aişe! Sana ne oldu ki, onlara lânet ettin?

Hz. Aişe-i Sıddıka hâlâ hiddetini yenememişti. “Ne söylediklerini işitmediniz mi, ya Resulallah” dedi. Peygamber efendimiz de, "Sen de, benim onlara, (Ve aleyküm...) dediğimi işitmedin mi” buyurdu.Gerçekten, “Ve aleyküm” demek, “Sizin üzerinize olsun” manasına geliyordu. Böylece yahudilerin “ölüm” temennisini; sevgili Peygamberimiz, aynen kendilerine iade etmişlerdi.

Şehitlerin derecesi

Hz. Aişe, birgün Resulullah efendimize sordu:- Şehitlerin derecesine yükselen olur mu?- Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehitlerin derecesini bulur.

- Ya Resulallah! Sizin üzerinize, Uhud gününden (harbinden) daha şiddetli bir gün geldi mi?- Ya Aişe! Gördüğüm eziyetin en şiddetlisi, Tâif şehrinde olmuştur.

Hz. Aişe'nin annesi Ümm-i Ruman binti Amir'dir. Lâkabı Sıddıka'dır. Hz. Aişe'nin çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. Aişe üzülürdü. Birgün Hz. Peygambere bunu arzetmiş ve Peygamberimiz de buyurmuştu ki:- Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izafeten de künye alırsın.

Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izafeten ümm-i Abdullah diye künyelendi.Hz. Aişe, Hicret'ten dokuz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. 676 senesinin Ramazan ayının 17. salı günü Medine-i münevverede vefat etti.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:37   #102
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Peygamberimizin en sevgili kerimesi: Hz. FÂTIMA

Hz. Fâtıma, hicretten onüç sene önce, Mekke'de doğmuştu. Küçük yaşına rağmen, Peygamber efendimize yardım ediyor ve Kureyş kâfirlerinin işkencelerine karşı geliyordu.Abdullah ibni Mesûd der ki: Resulullah efendimizin Kureyşe bedduâ ettiğini asla işitmedim. Yalnız birgün, Kâbe-i şerif yanında namaz kılıyordu. Ebu Cehil, kendi adamlarıyla bir yerde oturuyorlardı. O sırada bir kimse gelip, ölmüş bir deve işkembesini oraya bıraktı. Ebu Cehil dedi ki:- Bu kan ile bulaşmış işkembeyi, kim götürüp, Muhammed secdeye inince, arkasına koyar?

Fâtıma'ya haber verdi

Onların içinde en ziyade bedbaht Ukbe bin Ebî Muayt, bu çirkin işe girişip, onu, Peygamberimiz secdede iken üstüne koydu. Resulullah efendimiz secdeden kalkmadı. O bedbahtlar gülüştüler. O kadar ki, gülmekten birbirlerinin üzerine düştüler.”İbni Mesûd anlatmasına şöyle devam etti:“Ben uzaktan bakardım. Müşriklerin korkusundan yanına varamadım. Nihayet bir kimse, Hz. Fâtıma'ya haber verdi. Hz. Fâtıma gelip, Resûl-i ekremin üzerinden onu kaldırdı. Bunları yapanlara ağır sözler söyledi, bedduâda bulundu. Hz. Fâtıma bu sıralarda küçük bir kız idi.Müşriklerin hiçbiri Hz. Fâtıma'ya cevap vermedi. Peygamberimiz, namazdan kalkınca, bunların isimlerini sayarak üç kere buyurdu ki:- Ya Rabbi! Kureyşten şu topluluğu sana havale ediyorum.”

İbni Mesûd der ki: Allah hakkı için, onları Bedir günü gördüm. Hepsini katledip, ayaklarından sürüyerek, Bedir kuyusuna bıraktılar. Ümeyye ve Amr'ı ise parça parça ettiler. Ammar ve Velid'i çok fecî şekilde öldürüp, cehenneme gönderdiler. Resulullah efendimiz, Medine-i münevvereye, Allahü teâlânın emriyle hicret ettikten sonra, hanımı Sevde, kızları Ümm-i Gülsüm ve Hz. Fâtıma'yı getirmeleri için, Ebu Râfiî ile Zeyd bin Hârise'yi Mekke'ye gönderdi. Onlara 500 dirhem gümüş ile iki deve verdi.

Emrine bağlıdır

Zeyd ile Ebu Râfiî Mekke'ye gittiler. Resulullahın kızları Ümm-i Gülsüm, Hz. Fâtıma, Sevde, Zeyd'in zevcesi Ümm-i Eymen'i ve oğlu Üsâme'yi alıp, beraber Medine'ye geldiler.Hz. Fâtıma küçük yaşta iken, annesi Hadice-tül Kübra vefat ettiği için, Resulullah efendimiz onu, bülûğ yaşına kadar, yanından ayırmadı. Onu en iyi şekilde yetiştirip, terbiye etti.Birgün Hz. Fâtıma, bir hizmet için, Resul-i ekremin huzuruna girmişti. Resulullahın mübarek nazarları kerimelerine ilişti. Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler.Ümm-i Seleme ve Selman'dan rivayet olunmuştur ki; Hz. Fâtıma bülûğ çağına erdikte, Kureyşten çok kimseler istedi. Resul aleyhisselam, kimsenin sözüne iltifat etmeyip, buyurdu ki:- Onun işi, Hak teâlânın emrine bağlıdır.

Birgün Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Sâd bin Muâz, mescidde oturup; Hz. Fâtıma'yı, Hz. Ali'den gayri herkes istedi. Kimseye iltifat olunmadı” diye konuştular. Hz. Sıddık dedi ki:- Zannederim ki, Ali'ye nasip olur. Gelin, ziyaretine gidelim ve bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse, yardımda bulunalım.Sâd bin Muâz da dedi ki:- Ya Eba Bekir! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım.

Beni memnun ettiniz

Üçü birden mescidden çıkıp, Hz. Ali'nin evine gittiler. Hz. Ali, onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Hz. Ebu Bekir şöyle sordu:- Ya Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resul-i ekrem katında hiç kimseye nasip olmamış bir mertebedesin. Fâtıma'yı herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı. Sana nasip olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin?Hz. Ali bunu işitince, mübarek gözleri yaşla doldu ve dedi ki:- Ya Eba Bekir! Beni ziyadesiyle memnun ettiniz. Ona, benden daha fazla rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir.Hz. Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle cevap verdi:- Böyle söyleme! Allahü teâlâ ve Resulünün yanında, dünya birşey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var, Fâtıma'yı iste!

Hz. Ali buyuruyor ki: Resulullahın huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resulullahın bütün heybet ve vakârı üzerinde idi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Niçin geldin, bir ihtiyacın mı var?

Sustum. Resulullah efendimiz:- Herhâlde Fâtıma'yı istemeye geldin buyurunca; "Evet" diyebildim.Peygamber efendimiz, Hz. Fâtıma'ya, Hz. Ali'nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu. Peygamber efendimiz buyurdular ki:- Fâtıma'ya mehr olarak verecek neyin var?

- Ya Resulallah! Benim hâlimi sizden iyi kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Başka bir şeyim yoktur.

Mihr olarak kâfidir

Resulullah efendimiz tekrar buyurdular ki:- Kılıcın gazaya lazımdır. Deven bineğindir. Sana verdiğim Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu?

- Yanımdadır.- Onu sat ve parasını bana getir! Mihr olarak o kâfidir.”

Bunun üzerine Hz. Ali, zırhını satması için birine verdi. Verdiği kimse, pazarda satarken, Hz. Osman efendimiz zırhı tanıyarak 400 dirheme satın aldı. Yanına da 400 dirhem daha koyarak:- Bu zırh sizden başkasına lâyık değil diyerek Hz. Ali'ye geri gönderdi. Hz. Ali, bu para ile düğün hazırlıklarına başladı.Peygamber efendimiz, sevgili kızı Hz. Fâtıma'nın düğün vakti yaklaştığında, "Eğer annesi hayatta olsaydı, şimdi onun çeyizini hazırlardı" diye düşündü. Bu düşüncede iken, Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:- Ya Resulallah! Hak teâlâ sana selam ediyor. "Hiç merak etmesin. Kızı Fâtıma'nın bütün ihtiyaçlarını, çeyizini ben temin edeceğim" buyurdu.

Hak teâlânın emri nasıldır?

Peygamber efendimiz, bu sözleri duyunca, şükür secdesi yaptı. Daha sonra Cebrail aleyhisselam, elinde, üzeri bir bohça ile örtülü altın bir tepsi ve yanında bin melekle geldi. Mikail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselam da aynı şekilde gelmişlerdi. Bunların ellerinde de birer altın tepsi vardı.Peygamber efendimiz, bunları görünce sordu:- Ey kardeşim Cebrail! Hak teâlânın emri nasıldır? Bu altın tepsiler de nedir?

Cebrail aleyhisselam şöyle cevap verdi:- Ey Allahın Resulü! Allahü teâlâ sana selam ediyor. "Habibimin kızı Fâtıma'yı, Ali'ye ben verdim. Arş-ı a'zamda nikâh ettim. Habibim de eshab-ı arasında nikâh etsin! Tepsilerin birinde, cennet elbiseleri vardır. Onu Fâtıma'ya giydirsin. Diğer tepsilerde cennet yemekleri vardır. Onlar ile de eshabına ziyafet versin!" buyurdu.Resul-i ekrem efendimiz, bu müjdeyi işitince, yine şükür secdesi yaptı. Sonra, dörtyüz dirhem mehr ile nikâh yapılacaktı. Haberciler Hz. Fâtıma'ya müjdeyi götürdüler. Fakat O, razı olmadı.Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:- Ya Resulallah! Allahü teâlâ, "Fatıma dörtyüz dinara razı olmuyorsa, dörtbin dinar olsun! buyurdu.Hz. Fâtıma'ya bunu haber verdiler. O yine razı olmadı.

Şefaat etmek istiyorum

Peygamber efendimiz, kızının esas maksadının ne olduğunu öğrenmek için, yanına gitti. Esas maksadının ne olduğunu sordu. Hz. Fâtıma dedi ki:- Babacığım, ben dünyalık bir şey istemiyorum. Benim maksadım dünya değildir. Benim isteklerim ahiret ile ilgilidir. Sen ahirette, ümmetinden günahkârlara şefaat edeceksin. Ben de ümmetinden günahkâr kadınlara şefaat etmek istiyorum. Muradım budur. Bu isteğim kabul edilirse, razı olurum.Peygamber efendimiz, bu isteğini Cebrail aleyhisselama bildirdi. Cebrail aleyhisselam, Hz. Fâtıma'nın arzusunun kabul edildiğini, ahirette, ayrıca onun da şefaat edeceğini bildirdi.Peygamber efendimiz, gelip bu haberi sevgili kızına bildirdi. Hazret-i Fâtıma dedi ki:- Babacığım, senin şefaat edeceğine dair Kur'an-ı kerimde ayetler vardır. Benim şefaat edeceğime dair delil nedir?Peygamber efendimiz, durumu Cebrail aleyhisselama tekrar bildirdi.Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam beyaz bir ipek getirdi. Bunun üzerinde şöyle yazıyorduKıyamet günü mümin kadınlara, Fâtıma kulumu şefaatçi tayin ettim. Bu hüccet elinde bâkî kalsın.)

Hz. Fâtıma'nın şefaatine izin verildikten sonra, Peygamberimiz Hz. Bilâl'e hitap edip, muhacirin ve ensarı toplamasını emretti. Cümlesi mescid-i şerifte toplandılar. Peygamberimiz minbere çıktı. Hamd ve sena eyledikten sonra, muhacirin ve ensara hitaben buyurdu ki:- Ey müslümanlar, biliniz ki, kardeşim Cebrâil gelip, Hak teâlânın, melekleri toplayıp, “Fâtıma binti Muhammed'i, kulum Ali bin Ebî Talib'e verdim ve akit ettim” buyurduğunu haber verdi. Bana da emretmiş ki, eshabım arasında bu akdi tecdid edip, şahitler huzurunda akd-i nikâh edeyim.

Ben de râzı oldum

Sonra Hz. Ali'ye dönüp buyurdu ki:- Ya Ali! Kalk, nikâh hutbeni yerine getir!

Hz. Ali kalkıp, Peygamber efendimizin önüne geldi. Hak teâlâya hamd ve sena eyledi. Habib-i Rabbil âlemine salevat getirdi. Sonra Habibullaha işaretle dedi ki:- Resulullah efendimiz, kızı Fâtıma'yı bana tezvic etti. Ben de buna razı oldum. Sizler de bu nikâha şahit olun.Eshab-ı kiram buyurdular ki:- Ya Resulallah! Bu şekilde tezvic buyurduğunuza biz şahit olalım mı?Peygamberimiz buyurdu ki:- Evet şahit olun.

Etraftan, “Allahü teâlâ mübarek etsin” dediler. Sonra Resulullah odasına geldi. Hz. Ebu Bekir'e biraz para verip, çeyiz için bir şeyler almak için gönderdi. Selman ile Bilal'i de çağırıp buyurdu ki:- Taşınacak şey olursa siz taşıyın.

Hz. Ebu Bekir buyurur ki: Dışarı çıktım. Parayı saydım. Üçyüzaltmış dirhem geldi. Hz. Fâtıma'nın çeyizini o para ile gördüm. İçi yün dolu bir döşek aldım. İçi hurma lifiyle dolu bir yastık, topraktan birkaç kap kacak aldım. Resul aleyhisselama getirdim. Görünce, mübarek gözlerinden yaşlar aktı ve, Ya Rabbi! En iyi kapları toprak çanak olan bu kullarına bereket ver diye duâ eylediler.

Ne iyi hanımdır

Hz. Ali buyurdu ki:Bunun üzerinden bir ay geçti. Bu hususta mecliste hiç konuşulmadı. Ben de hicabımdan ağzımı açamadım. Fakat, bazen beni yalnız gördüklerinde buyururlardı ki:- Senin hanımın ne iyi hanımdır. Sana müjdeler olsun ki, O, âlemdeki hanımların efendisidir.

Bir aydan sonra, Hz. Ali'nin yakınları dediler ki:- Ya Ali! Bu nikah ile çok sevindik. Lâkin bir de düğün nasip olsa.Hz. Ali de onlara, Benim de isteğim odur, ancak söylemekten hicâb ederim” diye cevap verdi.Bunun üzerine Ümm-i Eymen'den, aracılık yapmasını istediler. O da durumu Peygamber efendimizin hanımlarına söyledi.Peygamber efendimizin zevcelerinin, durumu Resulullaha arz etmelerinden sonra, Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırarak buyurdu ki:- Zevceni ister misin ya Ali?

Hz. Ali de şöyle cevap verdi:- Evet ya Resulallah! Anam ve babam sana feda olsun.Resul-i ekrem efendimiz emir buyurdu. Hz. Fâtıma'nın çeyizini hazırladılar. Hz. Ali'ye bir miktar para verip, hurma ve yağ almasını söyledi. Hz. Ali bunları getirince, hurma, yağ ve yoğurdu karıştırıp, bir çeşit yemek yaptı ve eshab-ı kirama düğün yemeği olarak yedirdi.

Evimden çıkıp gidiyorsun

Yemekten sonra Resulullah efendimiz, bir eliyle Hz. Ali'yi ve diğer eliyle de Hz. Fâtıma'yı tutarak, evlerine götürdü. Fâtıma'yı bağrına bastı.Peygamber efendimiz Hz. Fâtıma'ya düğün günü şöyle nasihat etti:- Kızım, evimizden çıkıp, başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun. Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran! Öfkeli hâllerinde sessizce yanından kayboluver. Öfkesi geçinceye kadar ona görünme!

Ağzını ve kulağını muhafaza et! Kocan sana fena söylerse, söylediklerini duyma ve sakın mukabelede bulunma! Ona karşı gelme! Daima senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün. Bu suretle sana iyi nazarla baksın.

Sonra alnından öptü. Hazret-i Ali'ye teslim etti ve "Zevcen iyi zevcedir" buyurdu. Her ikisini Hak teâlâya ısmarladı. Sonra mübarek eliyle kapının iki kanadını tutup, bereket ile duâ eyledi ve çıkıp gitti.

Bir miktar kalsın

Hz. Ali buyurdu ki:“Resulullahın hanemize teşrif buyurduğu gün, düğünden dört gün geçmiş idi. Bizimle sohbet eyledi. Sonra bana dedi ki:- Yâ Ali! Su getir!

Kalktım su getirdim. Bir ayet-i kerime okudu ve buyurdu ki:- Bu sudan biraz iç! Bir miktar kalsın!

Öyle yaptım. Kalan suyu başıma ve göğsüme serpti. Tekrar, "Su getir" buyurdu. Yine su getirdim. Bana yaptığı gibi, Hz. Fâtıma'ya da yaptı. Sonra beni dışarı gönderdi. Fâtıma'ya nasihat ettikten sonra, beni davet etti. Bana da Fâtıma'yı ısmarlayarak buyurdu ki:- Ya Ali! Fâtıma'nın hatırına riayet eyle! O benden bir parçadır. Onu hoş tut! Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.

Sonra, ikimizi de Allahü teâlâya ısmarladı. Resulullahın soyu Hz. Fâtıma'dan devam etti. Peygamberimizden 6 ay sonra vefat etti.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:38   #103
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Cennet gençlerinin efendisi : Hz. HASAN

Peygamber efendimizin, "Cennet gençlerinin seyyidi, efendisidir" buyurduğu, torunu Hz. Hasan, 625 senesinin Ramazan ayının ortasında doğdu. Peygamber efendimiz, kulağına ezan ve ikamet okuyup, ismini Hasan koydu. Doğumunun yedinci günü akika olarak iki tane koç kesti. Saçını da kestirip, ağırlığınca gümüş sadaka verdi.

Hep onu tutuyorsunuz

Âlemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimizin terbiyesiyle yetişip, büyüyen Hz. Hasan, mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Peygamberimiz, Hz.Hasan'ı çok sever, ona şefkatle muamele ederdi.Bir defasında Hz. Hasan, kardeşi Hz. Hüseyin ile Resulullahın huzurunda güreşiyorlardı. Resulullah efendimiz, Hz. Hasan'ı teşvik buyurdular. Anneleri Fatıma-tüz-Zehra, babasına dedi ki:- Ya Resulallah! Hasan büyüktür, hep onun tarafını tutuyorsunuz. Hâlbuki küçüğe yardımcı olmak daha uygun değil midir?Bunun üzerine buyurdular ki:- Ya Fatıma! Cebrail aleyhisselam, Hüseyin'e yardım ediyor.

Ebu Eyyûb-el-Ensarî, Hasan ile Hüseyin'in, Resulullahın huzurunda oynadıkları sırada huzurlarına girince dedi ki:- Ya Resulallah! Sen bunları çok mu seviyorsun?Peygamber efendimiz de buyurdu ki:- Nasıl sevmem. Bunlar benim dünyada öpüp, kokladığım iki reyhanımdır.

Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre, birgün Resulullah efendimiz Hz. Hasan'ı kucağına oturtmuştu. O da mübarek sakallarıyla oynuyordu. Resulullah efendimiz üç defa buyurdu ki:- Ben bunu çok seviyorum. Sen de sev! Onu sevenleri de sev!

Hz. Hasan henüz akıl ve baliğ olmadan Resulullaha biat eden çocuklardandı. Sekiz yaşına geldiği zaman, 632'de, önce dedesi, sonra da annesi Fatıma-tüz-Zehra vefat edince, yetim kaldı. Bundan sonra da babası Hz. Ali'nin terbiyesinde büyüdü.Abdullah bin Sebe taraftarları fitne çıkarıp, Hz. Osman'ın evini sardıkları zaman, onun imdadına gitti. Babasının şehit olmasından sonra, altı ay halifelik yaptı.Hz. Hasan daha küçük yaştayken, Resulullah efendimizin; Bu oğlum seyyiddir. Ümit ederim ki, Allahü teâlâ onun vasıtasıyla iki tarafın arasını bulur hadis-i şerifine mazhar oldu.

Cennet gençlerinin büyüğü

Hz. Hasan, zevcesi Cade binti Eşas tarafından, 669 senesinde zehirlenerek şehit edildi. Cenaze namazını Said bin As kıldırdı. Kardeşi Hz. Hüseyin tarafından Medine-i münevveredeki Bakî kabristanlığına defnedildi.Hz. Hasan hakkında sevgili Peygamberimiz; Hasan ile Hüseyin, cennet gençlerinin büyüğüdür. Babaları onlardan efdaldir buyurdu.Hz. Hasan oniki imamın ikincisidir. Birincisi Hz. Ali'dir. Vilâyet yolunda bütün velîlere feyz ve ihsanlar, bu oniki imam vasıtasıyla gelir.Onbeş erkek ve sekiz kız evladı olan Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere Şerif denir. Resulullah efendimizin soyu, Hz. Hasan ve kardeşi Hz. Hüseyin'in çocukları ile devam etmiştir.Peygamber efendimiz birgün Hasan, Hüseyin, Fatıma ve Ali'yi, abası altına alıp, Ahzâb suresinin 33. ayetini okuyup; "Ey ehl-i beytim! Allahü teâlâ sizlerden ricsi, her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor" buyurduktan sonra, şunları ilave ettiler: Allahım! Benim ehl-i beytim bunlardır!

Her müslümanın sevmesi lazım gelen ehl-i beytten olan Hz. Hasan, beyaz ve güzel yüzlü olup, yüzü Resulullaha çok benzeyen yedi kişiden birisidir. Resulullah efendimize ondan daha çok benzeyen kimse yoktu.

Resulullaha benziyor

Birgün Hz. Ebu Bekir, ikindi namazını kıldıktan sonra, yolda oynayan Hz. Hasan'ın yanına gitti. Onu omuzlarına aldı. Hz. Ali'ye buyurdu ki:- Ya Ali! Sana değil de, tamamen Resulullah efendimize benziyor.

Bunun üzerine, Hz. Ali tebessüm etti.Hilm, yani yumuşaklık, rıza, sabır ve kerem, yani cömertlik sahibiydi. İki defa her şeyini Allah rızası için dağıttı.Bir kişinin, münacatında; Ya Rabbî! Bana on bin altın ihsan eyle! dediğini işitince, aceleyle evine gitti ve adamın münacatında istediğini gönderdi.Bol sadaka verirdi. Alış-verişlerinde pazarlık eder, ucuz almaya çalışırdı. Kendisine dediler ki:- Bir günde binlerce dirhem sadaka veriyorsun da bir şey satın alırken niçin uzun uzun pazarlık edip yoruluyorsun?- Verdiklerimi Allah rızası için veriyorum. Ne kadar versem yine azdır. Fakat alış-verişte aldanmak, aklın ve malın noksan olmasıdır.

Aldığı bir hediyeye değerinden fazla karşılık verirdi. Yirmibeş kere yaya olarak hacca gitti. Birgün Abdullah bin Zübeyr ile yola çıkmıştı. Bir hurmalıkta dinlendiler. Abdullah bin Zübeyr dedi ki:- Ağaçta hurma olsaydı, iyi olurdu.Hz. Hasan, sessizce duâ etti. Bir ağaç hemen yeşerip hurma ile doldu. Orada bulunanlar; Bu sihirdir dediler. Hz. Hasan buyurdu ki:- Hayır, sihir değil, Resulullahın torununun kabul olan duâsı ile cenab-ı Hak yaratmıştır.

Hz. Hasan, kızına ve yeğenlerine nasihat eder; İlme çalışınız! Ezber zorunuza gidiyorsa, yazınız ve evlerinize götürünüz buyururdu.

Aslında ben bilmiyormuşum

Hz. Hasan ve Hüseyin birgün çölde gidiyorlardı. Bir ihtiyarın abdest aldığını gördüler. Abdesti doğru almıyor, şartlarına uymuyordu. Yaşlı olduğu için, Böyle abdest sahih olmaz demeye sıkıldılar. Yanına giderek dediler ki:- Mübarek efendim! Birbirimizden daha iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Birer abdest alalım. Hangimizin haklı olduğunu bize bildirir misiniz?Önce Hz. Hasan, sonra Hz. Hüseyin güzel bir abdest aldılar. Aldıkları abdest tamamen birbirinin aynıydı. İhtiyar, dikkatle baktı ve sonra dedi ki:- Evlatlarım! Aldığınız abdestin birbirinden hiçbir farkı yok. Aslında ben abdest almasını bilmiyormuşum. Abdest almasını şimdi sizden öğrendim.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:38   #104
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Cennet gençlerinin seyyidi : Hz. HÜSEYİN

Ümm-i Hâris hazretleri anlatır:Birgün Resulullahın huzuruna varıp, bir rüya gördüğümü ve çok korktuğumu arzettiğim zaman, buyurdular ki:- Ne gördün?

- Sizin vücudunuzdan bir parça kestiler, benim yanıma eklediler.- İyi görmüşsün, Fatıma'nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacaktır.

Beraber mescidden çıktılar

Bir müddet sonra, Hz. Hüseyin dünyaya geldi. Resulullah her sabah namazını kıldıktan sonra, mübarek yüzünü eshab-ı kirama çevirirlerdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler, mesrur olurlardı. O gün sabah namazından sonra, yüzlerini döndürmeden, Hz. Ali'yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar. Eshab-ı kiram nereye, niçin gittiklerini anlayamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular. İkisi Hz. Fatıma'nın evine gittiler.Peygamberimiz Hz. Ali'ye, kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi. Hz. Hüseyin doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Hz. Ebu Bekir duramayıp, Hz. Ali'nin evine gitti. Sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman ve bütün eshab-ı kiram Hz. Ali'nin evine gittiler.Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali'den, Resulullahın nerede olduğunu sordu. Hz. Ali, içerde olduklarını bildirince, Hz. Ebu Bekir buyurdu ki:- İzin verirsen, ben de gireyim.- Allahın Resulü meşguldür.

- Benim içeri girmememi sana emretti mi?- Hayır, yalnız dörtyüzyirmidörtbin melek geldi.

Hz. Ebu Bekir hayret edip, durdu.Bir müddet sonra, Resulullah dışarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emrettiler. Eshab-ı kiram içeri girdiler. Hz. Ali'nin meleklerin sayısındaki sözü söylendi. Resulullah efendimiz Hz. Ali'ye sordular:- Meleklerin sayısını nasıl bildin?

- Melekler grup grup geliyorlardı. Herbiri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi.Bunun üzerine Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Allah aklını ziyade etsin ya Ali!

Cennet gençlerinin efendisi

Resulullah efendimiz Hz. Hüseyin doğduğu zaman, kulağına, (O, cennet gençlerinin efendisi, seyyididir) diye seslenmişlerdi.Hz. Üsame bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselamı gördüğünü ve Onun, (Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır. Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev) buyurduğunu rivayet etmektedir.Bir defasında da, (Hüseyin benden, ben Hüseyin'denim, Allahü teâlâ Hüseyin'i seveni sever) buyurmuştu.Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde, ehl-i beyte, mealen buyuruyor kiAllahü teâlâ, sizlerden ricsi, yani her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade ediyor.)

Bu ayet-i kerime gelince, eshab-ı kiram sordular.- Ya Resulallah! Ehl-i beyt kimlerdir?

Benim ehl-i beytim

O esnada, Hz. Ali geldi. Mübarek hırkasının altına aldılar. Fatıma-tüz-Zehra da geldi. Onu da yanına aldılar. İmam-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına, sonra gelen İmam-ı Hüseyin'i de öbür tarafına alarak buyurdular ki:- İşte bunlar, benim ehl-i beytimdir.

Bu ayet-i kerime ve ilgili hadis-i şerifler, Resulullahın iki mübarek torununu sevmenin şart olduğunu belirtmektedir.Hz. Hüseyin buyurdu ki:Birgün yüksek dedemin huzuruna varmıştım. Übey bin Kâb da orada idi. Bana, "Merhaba, ey Ebu Abdullah, ey göklerin ve yerin süsü" diye hitap ettiler. Übey bin Kâb hazretleri dedi ki:- Ya Resulallah! Gökler ve yer için, senden başka süs var mıdır?Resulullah bunun üzerine buyurdular ki:- Beni insanlara Peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın hakkı için, Hüseyin bin Ali, yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyade süs, göklerin tabakalarıdır.

Birgün Hz. Hüseyin, Resulullah efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu idi. Resulullah efendimiz duâ buyurdu. Hz. Hüseyin eve gidinceye kadar, yağmur ara verdi.Birgün Resulullah efendimiz, Hz. Hüseyin'i sağ dizine, oğlu İbrahim'i sol dizine aldı. Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:- Hak teâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç!Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Eğer Hüseyin vefat ederse, benim canım yandığı gibi, Ali'nin ve Fatıma'nın da canları yanar. Eğer İbrahim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum.

Üç gün sonra oğulları İbrahim vefat etti.Resulullah efendimiz, Hz. Hüseyin yanına her gelişinde, onu öper ve buyururdu ki:- Selamet ve saadet o kimseye ki, oğlum İbrahim'i ona feda ettim.

Hz. Hüseyin'in ilk çocukluğu Resulullah efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Zira Peygamber efendimiz vefat ettiler. Hz. Hüseyin, bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı.

Etrafını aydınlatırdı

Hz. Hüseyin'in yüzü, karanlık gecede etrafını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi. Çok cömert idi. Buyurdular ki:- Cömert, efendi olur; cimri, hor olur. Bu âlemde bir mümin kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.Eshab-ı kiramdan Hz. Dıhye, devamlı ticaret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrail aleyhisselam çok defa Resulullahın huzuruna Dıhye şeklinde gelirdi. Birgün Cebrail aleyhisselam Fahr-i âlem hazretlerinin huzurunda bulunuyordu.

Dıhye, dedemizin yanında

O zaman henüz küçük olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den biri, Cebrail aleyhisselamı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak dedi ki:- Dıhye, dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim.

Koşup mescide girdiler.Cebrail aleyhisselamın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrail aleyhisselamın koynuna soktular. Resulullah efendimiz, torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mâni olmak istedi. Cebrail aleyhisselam, Resulullahın mahcup olduğunu görünce, dedi ki:- Ya Resulallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fatıma teheccüd namazını kılarken, Hak teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım. Böylece Hz. Fatıma rahatça namazını kılardı. Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye, beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edepsizlik saymayın. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.Resulullah efendimiz buyurdu ki:- Ey kardeşim Cebrail! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endişesiyle mâni oldum. Çünkü, eshabımdan Dıhye isminde birisi vardır. Çok kere sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediye getirir. Sizi Dıhye zannedip, ellerini koynunuza soktular.

Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam, Ya Rabbi! Beni Habibinin yanında utandırma diye duâ etti.Oturduğu yerden ellerini cennete uzattı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hz. Hasan üzümü, Hz. Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken, bir dilenci gelip dedi ki:- Ey ehl-i beyt! O üzüm ve nardan bana da verir misiniz?Resulullahın yüksek yaratılışlı torunları, dilenciye vermek istediklerinde, Cebrail aleyhisselam mâni olarak dedi ki:- Ya Resulallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken, hile ile ondan yemek istedi.

Kerbela'da şehit oldu

Hz. Hüseyin hep babasının yanında idi. Babası şehit olunca, Medine'ye geldi. Yezîd'e biat etmedi. Kufeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, İbni Ömer, İbni Abbas ve daha nice eshab-ı kiram mâni oldular ise de, kabul etmeyip yetmişiki kişi ile Mekke'den Irak'a yola çıktı.Irak valisi Ubeydullah bin Ziyad, Ömer bin Sâd kumandasında bir ordu gönderdi. Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, İmam kabul etmeyip harp etti. 681 yılında Muharremin onuncu günü Kerbela'da şehit oldu. Yezîd bunu duyunca, çok üzüldü. Allah İbni Mercane'ye (ibni Ziyad'a) lanet eylesin! Hüseyin'in isteklerini kabul etmeyip de onu şehit ettirdi. Böylece beni kötü tanıttı dedi. Hz. Hüseyin'in mübarek oğlu Zeynelabidin küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve İmamın mübarek başı ile Şam'a gönderildi. Mübarek başı, Mısır'da Karafe kabristanında medfundur.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:38   #105
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Peygamberimizin hanimlarindan: Hz. REYHANE

Peygamber efendimiz Hendek savaşından sonra, 626 senesinde, Medine'nin dışında bulunan ve bir kaleye sığınan Benî Kureyza yahudîlerinin üzerine yürüdü. Çünkü bunlar orada devamlı huzursuzluk kaynağı oluyorlardı.Benî Kureyza yahudîlerinin bulunduğu kale; muhasara ve kuşatmadansonra müslümanların eline geçti. İçinde bulunan yahudîler malları, mülkleri, çocukları ve kadınları ile birlikte ganimet olarak alındılar.

Peygamberimizin hissesine düştü

Benî Kureyza'dan alınan savaş ganimetleri ve esirler, müslümanlar arasında İslâm dinine uygun bir şekilde taksim edildi. Ganimetler taksim edilip, sıra esirlere gelmişti. Reyhane de savaş esirleri arasında bulunuyordu. Reyhane de Peygamber efendimizin hissesine düsmüştü. Bunun üzerine, Reyhane Ümm-i Münzir'in evine gönderildi.Resulullah efendimiz o zaman yahudîlik dinine inanan Reyhane'yi, dilerse kendi dininde kalmak, dilerse müslüman olmak hususunda serbest bırakmışlardı. Reyhane de, Peygamber efendimize şöyle arzetmişti:- Ben kendi dinimde kalmak istiyorum.Peygamberimiz bu hareket ve davranışıyla, “İIslâm dinine girmek için zorlamak yoktur” hükmünü bizzat kendileri tatbik etmişlerdir.Daha sonra Salebe bin Sâye'nin tavsiyesiyle Reyhane'nin kalbi İslâmiyete ısındı. Bunun üzerine Peygamberimiz daha sonra Reyhane'ye şöyle buyurdular:- Sen Allahü teâlânın ve Onun Resulünün yolunu tutmak ister misin? Ben böyle münasip görüyorum.

Hz. Reyhane de; “Evet” dedi. Peygamber efendimiz, bu davranışından sonra Reyhane'yi azat ettiler. Kendilerini, bizzat Mehir vererek, nikâhına aldılar. Düğünleri de Ümm-i Münzir'in evinde oldu. Böylece bütün müslümanların annesi olmak şerefine kavuştu.

“Evliliklerim izinle olmuştur”

Peygamber efendimiz, evlenmelerinin hepsini Allahü teâlânın emri ile yaptı. Bunlar dinî, siyasî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. Reyhane ile de olan evlenme böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu kiBütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrail'in Allahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur.)

Hz. Reyhane sakin, temiz karaktere sahip, yumuşak huylu bir hanımefendi idi. Peygamber efendimizden önce vefat ettiği için naklettiği hadis-i şerif yoktur.Hz. Reyhane, Medine'de bulunan yahudîlerin Benî Kureyza kabilesindendir. İlk önceleri Hakem isimli biri ile evlenmişti. Adi Reyhane binti Semun'dur. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Bakî kabristanlığına defnedilmiştir.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:38   #106
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Cennetle müjdelenenlerden: HZ. SAİD BİN ZEYD

Saîd bin Zeyd hazretlerinin babası Zeyd bin Amr, İslâmiyetten önce Peygamberimizle görüşürdü. Allahü teâlânın kendisine verdiği ilhâm ile putlara tapan insanların hâline şaşar, putperestliğin şirk olduğunu, onlara kesilen kurbanların etinin yenemeyeceğini düşünürdü.

Bir Allaha inan!

Bu sebeple kendine yeni bir din bulmak için, Suriye taraflarına gidip, Hz. İbrahim dînine girerek Hanîflerden oldu. Mekke'ye döndüğünde, câhiliye âdetlerinden biri olarak kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerle mücâdele etti. Kız çocuklarının çoğunun ölümden kurtulmalarına sebep oldu.Oğlu Saîd'e de sık sık, “Bir Allaha mı, yoksa bin ilâha, putlara mı inanayım” der, onu Allaha inanmaya teşvik ederdi. Bu sebepledir ki, Peygamber efendimiz, Saîd'e Müslüman olmasını söyleyince, Hz. Ömer'in kızkardeşi olan hanımı Fâtima ile birlikte hemen Müslüman oldu.Muhammed aleyhisselâm, İIslâm dînini tebliğe başladığında, ilk katılanlardan olup, ilk inananların arasına girdi. Habbâb bin Eret, evlerine gelip, onlara Kur'an-ı kerim okurdu.Hz. Ömer bin Hattâb da Saîd bin Zeyd'in evinde okunan Kur'an-ı kerimden kalbi yumuşayıp, tesiri altında kaldı. Kur'an-ı kerimi okuyup, fesâhati, belâgati, mânaları ve üstülüklerine hayran kalıp, düşmanlığı silindi. Bunun üzerine, Resûlullahın yanına gidip îman etmekle şereflendi.Saîd bin Zeyd Müslüman olunca, Mekke'deki diğer Eshâb-ı kirâm gibi müşriklerden çok eziyet çekip, işkence gördü. Mekke'de suikast, işkence, zulüm ve tazyikler artınca, Peygamber efendimizin müsaadesi ile Habeşistan'a hicret etti. Sonra Medîne'ye geldi.Hicret-i Nebevî'den sonra, Resûlullahın emriyle Hz.Talha bin Ubeydullah ile beraber Suriye tarafına, oradakilerin hâllerini incelemek ve araştırma yapmak vazifesiyle gönderildi. Bu vazifedeyken, Ebû Süfyân'ın başkanlığındaki kervanın durumunu araştırdı.

On kişi Cennettedir

Bedir gazâsında bulunmadıysa da, Peygamber efendimiz onun oklarını attılar. Ganimetten pay ayrıldı. Peygamber efendimizin diğer bütün gazvelerine katıldı.Bir gün Peygamber efendimiz buyurdular ki:- On kişi Cennettedir. Ebû Bekir Cennettedir. Ömer, Cennettedir. Osman Cennettedir ve Ali, Zübeyr, Talha, Abdurrahman bin Avf, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Sa'd bin Ebî Vakkâs Cennettedirler. Peygamberimiz bu dokuz kişiyi zikredip, sustular. Eshâb-ı kirâm suâl ettiler:- Yâ Resûlallah onuncusu kimdir?Resûlullah efendimiz buyurdu ki:- Saîd bin Zeyd Cennettedir.

Saîd bin Cübeyr der ki:Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Sa'd, Saîd, Talha, Zübeyr ve Abdurrahman bin Avf'ın Resûlullahın katındaki yerleri bir idi. Savaşta onun önünde, namazda arkasında idiler. Hadis kitaplarının en kıymetlisi olan Buhârî ve Müslim bunu böylece bildirmektedir.Saîd bin Zeyd, Hz. Ebû Bekir halîfe olunca, ona bîat etti. Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında, Ecnadeyn savaşında süvâri kuvvetlerine, Fihl savaşında piyâde birliklerine kumanda etti. Şam'ın kuşatılmasına katılıp, şehrin fethinde bulundu.

Âhirette rahmet bahşeder!

Yermük savaşına da katıldı. Savaşın en kızgın ânında, düşman birlikleri İslâm ordusunun sol tarafına saldırdılar. Düşman galip gelecek gibiydi.Hz. Saîd, hemen atına atlayarak, askerlere şöyle hitap etti:- Cesâret ve kahramanlık dünyada insana şeref, âhirette rahmet bahşeder. Bu ikisini de kazanmaya çalışalım!

Bu sözlerle coşan İslâm askerleri daha büyük bir gayretle düşmanla savaşmaya başladılar. Sonunda Hz. Saîd'in düşman kumandanını öldürmesiyle, düşman paniğe kapıldı. Sonunda her tarafta bozguna uğrayarak Müslümanlar büyük bir zafer kazandı.Şam şehri feth edilince, Ebû Ubeyde bu şehrin vâliliğini Hz. Saîd'e teklif etti. O bunu kabûl etmeyerek dedi ki:- Ey Ebû Ubeyde! Ben Allah yolunda cihâd etmek istiyorum. Sen vâliliği uygun gördüğün birisine ver.

Hz. Ömer'in vefâtından sonra onu kabre koyarlarken, Saîd bin Zeyd ağlamaya başlamıştı. Bunu görenlerden biri sordu:- Yâ Saîd! Niçin ağlıyorsun?Bunun üzerine buyurdu ki:- İslâm dîni ve Müslümanlar için ağlıyorum. Çünkü Hz. Ömer'in şehit edilmesi, İslâmda açılan bir gediktir. Bu gedik de kıyâmete kadar kapanmayacaktır.

Saîd bin Zeyd hazretleri, zamanını devamlı ibâdetle geçirirdi. Dünya ve dünya nîmetlerinden daha çok âhireti düşünürdü. Makam ve mevkiyi hiç düşünmez, ancak kendisine bir vazife verilirse, bunu en iyi şekilde yerine getirirdi. Cihâdı çok sever, gösterişi hiç sevmezdi.Duâsı kabûl olanlardan idi. Bunun için, kendisini kırmaktan herkes çekinirdi. Çok kimse ondan ilim öğrenmiştir. Esmer tenli, uzun boylu ve saçları gür idi. Peygamber efendimizden kırksekiz hadis-i şerif rivâyet etmiştir.

Duâsı kabûl oldu

Bir gün bir kadın, Saîd bin Zeyd hazretlerinin evinin bir kısmının kendi malı olduğu iddiâsi ile mahkemeye müracaat etti. Bunun üzerine Hz. Saîd dedi ki:- Evi ona bırakınız! Ben Resûlullah efendimizin şöyle buyurduğunu işittimHer kim, hakkı olmaksızın bir karış yer alırsa, kıyâmet gününde, yedi kat yerin dibinden başlayarak onun boynuna dolanacaktır.)

Allahım! Eğer bu kadın yalancı ise, gözünü görmez et! Kabrini de evinde yap!

Hz. Zeyd'in duâsı tutmuş ve çok geçmeden kadının gözleri görmez olmuş ve kabri evinde olmuştur.Saîd bin Zeyd, 671 senesinde Medîne'de vefât etti. Cenâzesini Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri yıkayıp, techiz etti.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:38   #107
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Meshur Islâm kumandanlarindan: İKRİME BİN EBİ CEHİL

İkrime bin Ebî Cehil, meşhûr İslâm düşmanı Ebû Cehil'in oğludur. Önce İslâma büyük düşman idi. Mekke'nin fethedildiği gün, öldürülmesi emir buyurulan altı kişiden biri de o idi.İkrime, o gün Yemen'e kaçmak için gemiye bindi. Yolda fırtına çıkıp, gemi batmak üzereyken, “Kurtulursam Muhammed'in ayaklarınakapanacağım” diye niyet etti. Kurtulup, Yemen'e varınca, Müslüman olmaya karar verdi.

Ona taarruz etmeyin!

Hanımı ve amcasının kızı olan Ümmü Hakîm, Mekke'nin fethedildiği gün îman edip, onun için de Peygamberimizden emân (af) almıştı. Yemen'e giderek ona müjdeyi verdi:- İnsanların en üstünü, en halimi ve en kerimi olan zat tarafından sana emân getirdim. Senin için Resûlullahtan emân istedim. Eshâbına, “Allahü teâlânın emânında olsun, kimse ona taarruz eylemesin!" buyurdu.İkrime, hanımı ile Mekke'ye dönüp, Resûlullahın huzûruna geldi. Resûl-ı ekrem, İkrime'nin geldiğini görünce, ona doğru gelerek ayakta karşıladı, kucaklaştılar. Sonra Peygamber efendimiz oturdular. Emir buyurunca, İkrime ve hanımı da oturdular. Zevcesinin yüzü kapalıydı.Bundan sonra İkrime, Peygamberimize dedi ki:- Zevcem, benim için sizden emân aldığını söyledi. Bu sebeple geldim. Resûl-ı ekrem efendimiz buyurdu ki:- Zevcen doğru söylemiş, sen emniyettesin.

İkrime bunun üzerine dedi ki:- Yâ Resûlallah! Önceki yaptıklarıma pişman oldum. Bana İslâmiyeti öğretir misiniz?Resûlullah efendimiz ona İslâmi öğrettiler. İkrime de, “Allahtan başka ilâh olmadığına, Peygamberimizin de Allahın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ediyorum” diyerek Müslüman oldu. Peygamber efendimiz de Cenâb-ı Hakka duâ ederek, onun için af ve mağfiret talebinde bulundu.Hz. İkrime, Müslüman olduktan sonra, Resûl-i ekrem ile beraber Medîne'ye gitti. Oraya yerleşti. Hicretin onuncu yılında Resûlullah efendimiz tarafından Hevazin'e zekât toplayıcı olarak gönderildi.

Mürtedleri temizledi

Hz. Peygamberin vefâtında Hz. İkrime, Yemen'in Tebâle şehrinde bulunuyordu. Bu sebeple Resûl-i ekremin vefâtında Medîne'de bulunamamıştı.Hz. Ebû Bekir devrinde İkrime, bir ordu ile Yemâme'de bulunan ve yalancı Peygamberlik dâvâsına kalkışan Müseylemetül-Kezzâb üzerine gönderildi. Fakat yardımcı kuvvetleri beklemeden Müseyleme'ye hücum edince mağlup oldu.Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, onu, önce Umman tarafında bulunan Huzeyfe'nin yanına yardımcı kuvvet olarak gönderdi. Burada vazifesini yaptıktan sonra Mehre'ye yolladı. Mehre halkının İslâmiyeti kabûlünden sonra, Hz. İkrime ordusu ile birlikte Yemen'e gönderildi. Yemen'deki bütün mürtedleri ortadan kaldırdı. Daha sonra Medîne'ye geri döndü.Hz. Ebû Bekir, Yemen'deki mürtedleri temizleyen Hz. İkrime'yi, bir ordu ile birlikte Suriye tarafına gönderdi. Burada Ecnadın'de Bizanslılarla savaştı. Bu savaşta ağır yaralandı. Sonra Medîne'ye geri döndü. Daha sonra 636 yılında, Yermük savaşına katıldı.Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:“Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de, güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum.

Su istiyor musun?

Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki:- Su istiyor musun?Belli ki, istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile, "Çabuk, hâlimi görmüyor musun?" der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında Hz. İkrime'nin sesi duyuldu:- Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun, su!

Amcamın oğlu Hâris, bu feryâdı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen Hz. İkrime'ye götürmemi istedi.Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa, Hz. İkrime'ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken, Hz. Iyas'ın iniltisi duyuldu:- Ne olur bir damla su verin! Allah rızâsı için bir damla su!

Bu feryâdı duyan Hz. İkrime, elini hemen geri çekerek suyu Iyas'a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi.

Hepsi şehit oldular

Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa, Hz. Iyas'a yetiştiğim zaman, son nefesini Kelime-i Şehâdet getirerek tamamladı. Derhal geri döndüm, koşa koşa Hz. İkrime'nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim? Onun da şehit olduğunu müşâhede ettim.Bâri dedim, amcamın oğlu Hz. Hâris'e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çâre ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula rûhunu teslim eylemişti.Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri gıpta ile baktığım en büyük îman kuvveti tezâhürü olarak hâfızama âdeta nakşoldu!” Hz. İkrime şehit olduğunda, üzerinde 70'den fazla kılıç ve mızrak yarası vardı.Hz. İkrime, İslâmiyetle şereflenince, çok samimi bir Müslüman olmuştur. Bu ihlâsinin nişânesi olarak, savaştan savaşa at sırtında yıldırım gibi koşmuştur. Cesâretli ve çok iyi bir kumandandı. Müslümanlığa gönülden bağlanmıştı. Kur'an-ı kerimi eline alınca, önce alnına koyar, sonra ağlamaya başlardı.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:39   #108
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Meleklerle konusan Sahâbî: İMRÂN BİN HUSAYN

İmrân bin Husayn, Hayber savaşında Müslüman oldu. Ondan sonraki bütün savaşlarda Peygamber efendimizin yanında ve hizmetinde bulunmakla şereflendi. Peygamber efendimiz kendilerini çok severdi.Eshâb-ı kirâm içinde çok faziletlere sahipti. Fikir ilminde üstün derecesi vardı.Duâsı kabûl olunan seçilmişlerdendir. Mekke'nin fethinde Huzaa kabîlesinin sancağını taşıdı.

Daha hayırlı gelmedi

Hz. Ömer halîfe olunca, Basra halkına İslâmiyeti öğretmek için İmrân bin Husayn'i gönderdi.Hasan-i Basrî hazretleri, kendisinden çok hadis-i şerif öğrenmiş ve yemin ederek demiştir ki:- Basralılar için İmrân'dan daha hayırlı biri gelmemiştir.

Abdullah bin Amr, İmrân'i Basra kâdılığına tayin etti. Kâdılı'ğı zamanında, iki kişi hüküm vermesi için kendisine geldi. Bunlardan birisi şâhidini getirdi, diğeri getiremedi. Hüküm şâhit getirenin lehine verildi. Şâhit getiremeyen kimse bunu kabûl etmeyip dedi ki: - Bu karar bâtıldır.Hz. İmrân bunun üzerine, Abdullah bin Amr'dan azlını isteyerek istifa etti.Yakalandığı hastalığı sebebiyle ne oturabilir, ne de ayakta durabilirdi. Kendisine hurma dallarından bir sedir yapmışlardı.Orada günlerini geçirir, Rabbini zikrederdi. Otuz sene bu hâl devam etti.Mutarrif bin Abdullah ile kardeşi A'lâ, ziyâretine gittiler. Mutarrif, onun bu hâlini görünce ağladı.Hz. İmrân, ona sordu:- Niçin ağlıyorsunuz?- Senin hâline ağlıyorum.

Hz. İmrân buyurdu ki:- Ağlama, ben ölünceye kadar da kimseye söyleme! Melekler benim ziyâretime gelip selâm veriyorlar.Meleklerin selâmını alıyor, onlarla konuşuyorum. Onların bu ziyâretlerinden fazlasıyla memnun oluyor, hasta olduğumdan dolayı verilen bu nîmetlere şükrediyorum.Böyle bir hastalık hâlinde Melekleri gören bir kimse, bu dertlere râzı olmaz mı?

Yalnız Kur'andan söyle!

Bir gün İImrân bin Husayn'a birisi dedi ki:- Bize yalnız Kur'andan söyle!- Ey ahmak! Kur'an-ı kerimde namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?

Böyle söyleyerek, hadis-i şeriflerin ve âlimlerin açıklamalarının da lâzım olduğunu bildirdi.İmrân bin Husayn 672 senesinde vefât etti. Resûlullah efendimizden 120 hadis-i şerif nakletmiştir.Hz. İmrân bin Husayn, hasta yatağında bile ilim öğretirdi. Talebelerine şöyle anlattı:“Peygamber efendimiz, merhametten ayrılmamakla beraber, harp meydanlarında din düşmanlarına karşı şiddetli olurdu. Huneyn cenginde, müşrikler onu kuşattığı zaman, atından inerek, “Ben Peygamberim, yalan yok. Ben Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'in oğluyum” buyurarak, düşmana saldırdı. O gün, Ondan daha cesur ve daha metin kimse görmedim.”

Size müjde olsun!

Yine anlatır:"Birgün Peygamber efendimizin huzuruna Temim oğullarından bir grup gelmişti. Peygamberimiz onlara, “Ey Temim oğulları, size müjde olsun” buyurduktan sonra, onlara, insanların yaratılışını ve kıyâmetin kopmasını anlattılar.Temim oğulları, “Bizi müjdeledin. Fakat biz, devletin hazinesinden para istiyoruz” diyerek, îman etmediler. Sonra Yemen halkından bir grup ziyârete geldi. Peygamber efendimiz, Yemenlilere buyurdu ki:- Ey Yemenliler! Madem ki, Temim oğulları îman etmeyi kabûl etmediler. O hayır ve saadet müjdesini siz alınız!

Yemenliler de dediler ki:- Kabûl ettik yâ Resûlallah! Zaten biz huzurunuza îman etmek için gelmiştik.Peygamber efendimiz, onlara da insanların yaratılışını ve kıyâmetin kopmasını anlattıkları sırada, bir kimse gelerek bana dedi ki:- Yâ İmrân! Bindiğin deve, yularını sıyırarak kaçtı.Ben de devemi bulmak için, hemen çıkıp baktım. Keşke deveyi bıraksaydım da, Resûlullahın mübârek sözlerini dinlemek firsatını kaçırmasaydım.”Hz. İmrân bin Husayn, hastalığı sırasında namazlarını nasıl kılacağını Peygamber efendimize sordu. Resûlullah efendimiz de ona buyurdu ki:- Ayakta kıl! Gücün yetmezse, oturarak kıl! Buna da kudretin olmazsa, yan veya sırtüstü yatarak kıl!

Fakirlere verdik

Emîrlerden biri; İmrân bin Husayn'i zekât'ı toplamak üzere göndermişti. Dönünce, Emîr kendisine, topladığı malın nerede olduğunu sordu. Bunun üzerine buyurdu ki:- Mal için mi göndermiştin? Peygamber efendimiz zamanında aldığımız gibi aldık ve yine Onun zamanında dağıttığımız gibi dağıttık. Yâni zenginden zekâtını alıp, hak sahibi olan fakirlere verdik.

Bir sohbetinde de talebelerine buyurdu ki, Resûlullah efendimiz, bizlere buyurdular kiEy Eshâbım! Kur'an-ı kerim okuyunuz! Kur'an-ı kerimin feyzi ile ihtiyaçlarınızı Allahu teâlânın ihsân deryasından isteyiniz! Sizden sonra bir sınıf Kur'an-ı kerim okuyucuları gelecektir ki, bunlar, Allahü teâlâdan değil, insanlardan menfaat sağlamak için Kur'an-ı kerim okuyacaklardır.)

Hz. İmrân bin Husayn şöyle anlatır:Bir gün Peygamber efendimiz bana buyurdu ki:- Yâ İmrân, sen de bilirsin ki, biz seni çok severiz. Kızım Fâtıma rahatsızmış. Eğer beraber gelirsen, onun ziyâretine ve hatırını sormaya gidelim.

- Anam, babam, canım sana feda olsun yâ Resûlallah, gidelim.

Başka örtüm yok

Kalktım, beraberce Fâtımatüz Zehrâ'nin evine gittik. Peygamber efendimiz kapıyı çaldı ve, Esselâmü aleyküm yâ Ehle Beytî diye selâm vererek içeri girdiler. Fâtımatüz Zehrâ da cevap verdi:- Ve aleyküm selâm, sevgili babam yâ Resûlallah! Buyurunuz!- Kızım, yanımda İmrân bin Husayn da vardır. Onunla beraber geldik, başını ört!

- Babacığım, seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu yün örtüden başka örtünecek bir şeyim yoktur.- Kızım, işte onunla örtün!

- Ey Babacığım! Başımı örtsem vücudum, vücudumu örtsem başım açık kalır.- Bu örtüyü düz düzüne değil de, köşeleme, yâni uzunlamasına ört ki, vücudunun her tarafını kaplasın.

İmrân bin Husayn diyor ki:Ben dışardan bu konuşmaları işittikçe, gözlerimden yaş, ciğerlerimden kan geliyordu. Hz. Fâtima'nın dünyaya hiç bağlanmamasına gıpta ediyordum. Nihayet Hz. Fâtıma sevgili Peygamberimizin târifleri üzere güzelce başını bağlayıp örttükten sonra, içeri girmeme izin verdiler. İçeride Peygamber efendimizin arkasında oturdum.Peygamberimiz, “Kızım, nasılsın, rahatsızlığın nasıl oldu?” diye hatırlarını sordular. O da dedi ki:- Babacığım, bu gece çok rahatsızdım. Sancıdan sabaha kadar uyuyamadım. Şimdi öyle bir hâldeyim ki, bir lokma ekmek yemeye bile takatım kalmadı. Açlıktan çok bitkinim.

Müjdeler olsun ey kızım!

Bu söz üzerine Allahü teâlânin habîbi, Resûl-i ekrem efendimizin mübârek gözlerinden yaşlar boşandı. Buyurdular ki:- Kızım, sakın hâlinden şikâyet etme! Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben, yaratıkların en üstünü, Allahü teâlânın habîbi olduğum hâlde, üç gündür mideme bir lokma ekmek girmedi. Hâlbuki, Rabbimden istesem beni doyuncaya kadar yedirir. Fakat ümmetime ibret olması için geçici rızıkları, sonsuz rızıklar için feda ettim.

Resûlullah efendimiz, sonra mübârek elleriyle Hz. Fâtıma'nın omuzlarını tutarak buyurdu ki:- Müjdeler olsun ey kızım, sen Cennet kadınlarının hanım efendisisin!
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:39   #109
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Peygamberimizin hirkasini verdigi sâir Sahâbî: KÂ'B BİN ZÜHEYR

Kâ'b bin Züheyr, Müzeyne kabîlesinden olup, onbir şâir yetiştiren bir âileye mensuptu. Babası Züheyr bin Ebî Sülemî ve kardeşi Büceyr de şâir idi. Kâ'b bin Züheyr'in babası Hırıstiyan ve Yahûdi âlimlerinin yanlarına gider, onları dinlerdi. Onlardan âhir zamanda bir Peygamber gönderileceğini işitmişti.

İşâreti anlamıştı

Züheyr, bir gece rüyâsında, gökten bir ip uzatıldığını, o ipten tutmak için elini uzattığı hâlde yetişemediğini görmüştü. Bu rüyâsının, âhir zamanda gelecek olan Peygambere yetişemeyeceğine ve ömrünün o gönderilmeden biteceğine işâret olduğunu anlamıştı.Fakat oğulları Kâ'b ve Büceyr'e, âhir zaman Peygamberi gönderilince, Ona îman etmelerini vasiyet etmişti.Kâ'b bin Züheyr ve kardeşi Büceyr, İslâmiyet gelince, Peygamberimizle görüşmek üzere Medîne-i Münevvereye doğru yola çıkmışlardı. Ebrak-ul Azzâf denilen yere geldiklerinde, kardeşi Büceyr dedi ki:- Sen burada bekle, ben Medîne'ye gidip, O Peygamberi bir göreyim. Söylediklerini dinleyeyim.

Büceyr Medîne'ye gidince, Peygamberimiz ona, İslâmiyeti anlattı ve Müslüman olmasını söyledi. O da hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.Kâ'b bin Züheyr, kardeşi Büceyr'in Müslüman olduğunu öğrenince, ona çok kızdı. Bunu dile getiren bir şiir yazdı. Şiirinde, Peygamberimize ve İslâmiyete karşı hoş olmayan sözler söylemişti. Kardeşi Büceyr, buna tahammül edemeyip, durumu Peygamberimize arz etti. Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:- Kâ'b'a kim rastlarsa, onu öldürsün!

Kardeşi Büceyr, Kâ'b'a bir mektup yazıp gönderdi. Mektupta, “Başının çâresine bak!” diye yazarak durumu bildirdi. Kâ'b'in yazdığı kötüleyici şiire karşılık bir de şiir yazdı. Bu şiirinde özetle şöyle dedi:- Ey Kâ'b! Kabûl etmeyip, yerdiğin bu İslâm dîninden daha gerçek ve daha sağlam bir din olamaz, var sende? Kurtulmak istiyorsan putları bırak, bir olan Allaha îman et, Müslüman ol ki, kurtulabilesin! Kıyâmet gününde kaçılamayacak olan Cehennem ateşinden, Müslüman olup, îman edenlerden başkası kurtulamayacaktır.

Resûlullahın yanına gel!

Büceyr, kardeşi Kâ'b'a yazdığı mektubun bir kısmında da şöyle yazmıştı:- Resûlullahı şiir yazarak hicvedip üzen Mekkelilerden bâzıları öldürüldü. Kureyş şâirlerinden sağ kalan İbni Zibâra ve Hubeyre bin Ebî Vehb ise başlarını alıp kaçtılar. Eğer sağ kalmak istiyorsan, acele Resûlullahın yanına gel!

O, yaptığına pişman olup, tevbe ederek yanına gelen kimseyi öldürmez. Böyle tevbe ederek, gelip Müslüman olanların hepsini kabûl etti. Bu mektubumu alır almaz Müslüman ol ve hemen buraya gel! Eğer bu dediğimi yapmayacak olursan, yeryüzünde başını al, nereye gideceksen git!

Kâ'b bin Züheyr, kardeşi Büceyr'in mektubunu alınca, sanki yeryüzü ona dar gelmişti. Zaten kabîlesi arasında bulunan düşmanları, onun için, "O, artık öldürülmüş demektir!" diyerek dedikodu yayıyorlardı.Kâ'b bin Züheyr, bu durum karşısında derin derin düşünmeye başladı. Yavaş yavaş gönlü aydınlanıyordu. Nihayet Müslüman olmaya karar verdi. Medîne yollarına düştü. Peygamber efendimizi metheden ve kendisinin de tevbe edip, Müslüman olduğunu bildiren uzun bir şiir yazdı.

Sohbetini dinliyorlardı

Medîne'ye varınca, gizlice Cüheyni kabîlesinden olan bir arkadaşının evine gidip, misâfir oldu. Ertesi gün sabah, evine misâfir olduğu kişi, onu, Peygamberimizin yanına götürdü. Peygamberimiz o sırada, Eshâb-ı kirâm arasında idi. Eshâb-i kirâm etrafini sarmış, sohbetini dinliyorlardı.Kâ'b bin Züheyr, devesini mescidin önüne çöktürüp, içeri girdi. Peygamberimizin yanına yaklaşıp, kendini tanıtmadan dedi ki:- Yâ Resûlallah! Kâ'b bin Züheyr yaptıklarına pişman ve Müslüman olarak aman dilemeye gelmiş bulunuyor. Ben onu sana getirsem, aman verip, Müslüman olmasını kabûl eder misiniz?Peygamberimiz buyurdu ki:- Evet.

- Yâ Resûlullah, ben şehâdet ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur. Sen de O'nun Resûlüsün!- Sen kimsin?

- Ben Kâ'b bin Züheyr'im.Eshâb-ı kirâm onun Kâ'b bin Züheyr olduğunu anlayınca, Ensârdan biri ayağa kalkıp dedi ki:- Yâ Resûlallah! Müsaade et, boynunu vurayım!

Peygamber efendimiz buyurdu ki:- Vazgeç ondan! O, içinde bulunduğu hâlden pişman ve Hakka dönmüş olarak gelmiştir.

Bu sırada Kâ'b bin Züheyr, Müslüman olduğunu bildiren bir kaside okumaya başladı. Bu kasîdesinde uzun bir girişten sonra, asıl mevzuya geçip, Müslüman olduğunu, tevbe ettiğini ve af dilediğini dile getirdi. Son kısmında da Peygamberimizi ve Eshâb-ı kirâmi metheden beyitleri okudu.

Hırkasını hediye etti

Peygamberimiz, Kâ'b bin Züheyr'in, "Banet süâdü= Sevgili uzaklaştı" sözleriyle başlayan bu kasîdesini beğenip, çok memnun oldu. Onu affetti. Bürdesini (hırkasını) çıkarıp, onun omuzlarına koydu. Bu sebeple Kâ'b bin Züheyr'in kasîdesi, "Kasîde-i Bürde" ismi ile meşhur olmuştur. Hz. Kâ'b 645 senesinde Şam'da vefât etti.Resûlullahın hediye ettiği bu hırka, Hz. Muaviye tarafından Kâ'b bin Züheyr'in vârislerinden satın alınıp, muhafaza edilmiştir. Sırasıyla Emevîlere, onlardan Abbasîlere, daha sonra da Mısır'ın fethinde Mekke Serifi tarafindan diğer kutsal emânetler ile birlikte Yavuz Sultan Selim Han'a teslim edilmiştir. Günümüze kadar korunan bu hırka, "Hırka-ı Saadet" ismi ile meşhur olmuştur. Bugün hâlâ İstanbul'da Topkapı Müzesinde "Hırka-ı Saadet" odasında muhafaza edilmektedir.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-29-2009, 17:39   #110
Kullanıcı Adı
Bilal Baştan
Standart
Eshab-i kiramin okçularindan : KATADE BİN NU'MAN


Eshab-ı kiramdan Cabir bin Abdullah şöyle bildiriyor:Uhud Harbi sırasında, Katade bin Nu'man, Peygamberimize bir yay hediye etmişti. Peygamberimiz de yayın baş kısmı eskiyinceye kadar bu yay ile müşriklere ok atmış'idi. Sonra yayı tekrar Katadeye iade etmişti.Katade de bu yay parçalanıncaya kadar düşmanlara ok attı. Yay parçalandıktan sonra da, sapı ile Peygamberimizin önünde durarak, Ona hücum eden müşriklere karşı vücudunu siper etti. Nihayet gözüne bir ok isabet ederek gözü çıktı.

Hiçbir eksiği olmaz

Gözbebeğini eline alarak, Peygamberimizin huzuruna geldi. Resulullah efendimiz onu görünce, buyurdu ki:- Ya Katade bu ne hal?

- Ya Resulallah, gördüğünüz gibi gözüm çıktı.Bunun üzerine Resulullah efendimiz buyurdu ki:- İstersen bu haline sabret! O zaman cennet senin için hazırlanır. Eğer istersen göz bebeğini yerine koyup, senin için Allahü teâlâya duâ edeyim, eskisinden hiçbir eksiği olmaz.

Hz. Katade dedi ki:- Ya Resulallah! Benim çok sevdiğim bir eşim var. Beni bu halde görürse, belki hoş karşılamaz. Peygamber efendimiz Katade hazretlerinin elinden gözü alıp, çıktığı yere koydu ve, "Ya Rabbi! Katadenin gözünü güzel eyle!" diye duâ etti.Katadenin gözü eskisi gibi sağlam oldu. Peygamberimizin mucizesiyle görmeye başladı. Hatta bu gözü diğer gözünden daha iyi görürdü.İmam-ı a'zam hazretleri Peygamberimizi methetmek için yazdığı bir şiirinde, bu hadiseyi şöyle yazmıştır: “Mucizenle geri getirdin, Katadenin gözünü.”Mekke'nin fethedildiği gün, kabilesinin, Beni Zafer kolunun bayrağı Hz. Katadenin elindeydi.

Dönüşte bana uğra!

Katade hazretleri bir gece, karanlıkta yatsı namazına giderken, yolda Peygamberimize rastladı. Peygamberimiz ona sordular:- Katade, sen misin?

- Evet, ya Resulallah.- Dönüşte bana uğra!

Namazdan sonra uğradığında, Peygamberimiz ona bir hurma dalı verdi.O günden sonra Katade hazretleri gece bir yere giderken, yanında o hurma dalını taşıyınca, o hurma dalından etrafa ışık yayılır, çevresini aydınlatırdı.Hz. Katade buyurdu ki:“Size, hastalığınızı teşhis ettirip, tedavi çarelerini bulduran Kur'an-ı kerim'dir.Hastalığınız günah işlemek, tedavisi ise, tevbe ve istiğfardır. Kabir azabı üç şeyden meydana gelir: Bunun üçte biri gıybet, üçte biri nemime yani söz taşıma, diğer üçte biri de idrardan sakınmamaktır."Elbise, servet, güzellik ve ilim gibi nimetler kendisine verilip de, tevazu etmesini bilmeyenlerin bu varlıkları, kıyamet günü kendilerine vebaldir.Hz. Katade hicri 646 tarihinde 65 yaşında Medine-i münevverede vefat etti.
Bilal Baştan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
eshabi kiram, hz.ali, hz.ebubekir, hz.hamza, hz.hasan, hz.huseyin, hz.omer, hz.osman


Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi