04-19-2008, 00:48 | #31 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
bu konunun açılması iyi oldu aklımdaki sorulara inşALLAH buradaki arkadaşlar cevap verebilirler. ilk başta şunu söyleyeyim benim bu soruları sormamda ki amacım sizleri köşeye sıkıştırmak değil gerçekten cevabını bilmek istiyorum. ilk başta sizlere aklımdaki karışıklığı anlatayım. ben 3 yıldan beri nur cemmatinin içinde sayılırım. lise bir de onların dersanesine yazıldım bu vesileylede hizmetle tanışmış oldum. daha ilk günden beri acizane biraz dini bilgim olması sebebiyle beni sohbetlerine davet ettiler. bende hiç aksatmaksızın gittim sonra hocalarım beni diğer öğrencilerden ayrı tutup sadece cemmaat üyelerine yapılan hizmet anlatılan ve Fethullah Gülen kasetleri dinlenen programlara çağırdılar. her öğrencinin bunlardan haberi yoktu. bizzat kendi isteğimle ve irademle katıldım o programlara. memnunda kaldım hatta dini bilgilerimin çoğunu o programlar sayesinde edindim. daha sonra yurtlarında yatılı kaldım ve hocalarımın her söylediğine itirazsız uydum lise 2 ye geldiğimde artık kesin kararımı vermiştim hizmete girip hizmet edecektim ama sonra birden işin rengi değişti lise 2 de hocam benimle sadece zaman üyeliği sızıntı üyeliği bundan başka birşey konuşulmaz hale geldi sonra ben dersanemin eğitiminden memnun kalmayıp başka dersaneye yazılmaya karar verdim ama bana hememn vefadan bana verdikleri emeklerden bahsetmeye başladılar başka dersanede ALLAH benim yardımcım olmayacakmış gibi konuşmaya başladılar. o gittiğimiz ablalarda artık eskisi gibi değillerdi bizlere sanki nereden çıktı bunlar dermiş gibi bakıyorlardı. artık herşey çıkar üzerine kurulduğunu eğer onlardan biriysen iyisin değilsen kötüsün diye birmantık benimsediklerini yavaş yavaş anladım. bu arada yavaş yavaş internetten milli görüşü araştırmaya başladım ve anladım ki nur cemaati milli görüşü hiç sevmezmiş babama söyledim babam aman ha milli görüşcü olduğunu hocalarına belli etme senin yüzüne bile bakmazlar dedi. sonra düşündüm bu ne mantıktı YARABBİ ben onların dersanesine para ödüyordum onlardan olunca iyi başka görüşten olunca seni dışlıyorlardı. ve üstelik durmadan kurbanlarınızı bize verin zamana üye olun üye olduk oda yetmedi başkalarını üye yapın sızıntıya üye olun diye üzerimizde baskı kuruyorlardı. yani sadece kendi çarklarını dönsün diye uğraştıklarını farkettim ve iyice soğudum. yine birgün bize sohbet veren hocamız göz yaşları içinde Fethullah Gülen'den bahsetmeye başladı ve konuyu daos zirvesine getirdi ağlayarak mubala yapmıyorum şu sözleri sarfetti: "sayın ecevit ALLAH rahmet eylesin daos zirvesinde türk okullarını övdü ve hocam diyorki sırf bu yüzden ECEVİT CENNETLİKTİR." sonra oradan Demirele geçtik yine göz yaşları içinde sayın Demirel diye söze başladı ve kendileri hocamla görüşme yapmıştır dedi. ben tabi şok oldum sonra öğrendimki akp den önce nur cemaati Ecevite oy veriyormuş. sonradan öğrendiklerim beni dahada şok etti Fetullah Gülen zamanında çıkıp Erbakan hocamın hükümetinin gitmesi için açıklama yapmış. bu video gibi birçok video izledim ben. ama halada kötü düşünmüyorum Fetullah Gülen hakkın da çünkü biliyorum ki o benden kat kat daha imanlı ve Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan bir insan hatta şimdi onun kitabı olan sonsuz nuru okuyorum. bununla beraber aklım çok karışık. zamanında Kur'an kurslarını kapatan ecevit niye türk okullarına destek verdi? sonuçta müslümanlara zulm eden bir adam niye nur cemaati tarafından cennetlik yapıldı niye sırf ecevit türk okullarını destekledi diye bütün cemaat SOL bir partiye oy verdi? niye Erbakan hocaya ve milli görüşe bu kadar düşmanlar? bir yandan bakıyorum Peygamber aşkıyla yanan benden kat kat imanlı bir yandan bakıyorum papaya yazdığı mektupla onu göklere çıkartan bir insan. ben Fethullah güleni eleştirmiyorum çünkü o makam ve mevkide değilim yine tekrarlıyorum o benden kat kat daha imanlı. bu sorularıda inananın bana bütün samimiyetimle sırf kafam karışık olduğu için soruyorum. umarım beni tatmin edecek bir açıklama yapabilirsiniz
|
|
04-19-2008, 01:17 | #32 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
milli_mücahide kardeşim Erbakan hoca Dinler arası diyaloğa şiddetle karşı olan birisi çünkü Dinler arası diyalog Dinimizce kesin olarak yasaklanmıştır...
Erbakan hoca İslam ülkelerini birleştirip İslam birliğini kurmak ister Amerika ve Avrupa ilede sadece insani münasebetlerde bulunup bunun ötesine(Dinler arası diyaloğa) kesinlikle girmek istemez Fetullah Gülen hoca ise Dinler arası diyaloğa önem verir Ehli Kitabın tuzağına düşer onun yüzüne gülen kafirlerin arkasından kuyusunu kazdıklarını anlamıyor gibi gözüküyor... Allahü Teala "Siz onların dinine girmediğiniz müddetçe onlar sizden asla razı olmazlar"buyuruyor.. Diğer mesele Erbakan hoca başka cematlere yakınlık duyuyordu İşte bu sebeblerden dolayı olacaktır ki Fetullah Gülen hoca Erbakan hükümetinin gitmesini istemiştir.. :-* Başka sebeblerde olabilir tabi ki ama benim aklıma gelenler bunlar |
|
04-19-2008, 01:43 | #33 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
Bir müslüman liderin yolunu gazabına uğramışlar ve sapmışlar'la bukadar icli dışlı olması hoş değil.
|
|
04-19-2008, 10:33 | #34 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
TEBLİĞ KAHRAMANLARI Cenab-ı Hakk’ın hikmetine sual olunmaz. Bu yüzden İslam’ın gerçek anlamıyla yeryüzünde temsil edilme meselesini bazıları asla anlayamazlar. İslam’ın bütün yeryüzünün tek dini olması ve gittikçe batan bütün insanlığı Şeytanî ve nefsî bataklıklardan çekip çıkarması için bütün insanlarla diyalog kurulmasının, yine bunlarca idrak edilmesi zor görülüyor. Anlayamadıkları için de, güya İslam adına saldırdıkları diyalog faaliyetlerinde bulunanları (Tebliğ Kahramanlarını) İslam’ın “gıybet etmeyin, hüsnü zanda bulunun, kardeşlerinizi küfürle itham etmeyin” gibi emirlerine rağmen, gıybet ederek İslam’a ve İslam’ın aziz şanlı Resulü’nün emirlerine taban tabana zıt davranışlarda bulunuyorlar. Her şeyin bir yolu ve yordamı, üslubu olduğu için eleştirinin de bir üslübu vardır. Belli bir edep, ahlak ve nezaket dairesinde yapılan eleştirilere herkesin açık olduğu gibi Allah ’ın izniyle İrşad Kahramanları da açıktırlar. Ama nereden geldiği ve yönlendirildiği pek belli olmayan! Ve her fırsatta, her platformda akıl almaz bir kin ve gayzla yapılan itham, hakaret ve küfür dolu ifadeleri de ciddiye almanın asla bir anlamı yok. Oysa böyle yapacaklarına bu insanlar yani, böyle büyük bir vebale gireceklerine neden araştırmazlar, neden sormazlar? Ve neden şöyle demezler: Ey Diyalog yoluyla insanlığa hizmet etmeyi düşünenler! Madem Allah sizlerin samimi gayretlerinizden dolayı en azından bu ülke için insanlara diyalog kurma gibi peygamberane bir görevi sizlere nasip etti. Hele bir gelin bakalım, oturun Allah için hiç riya ve benlik karıştırmadan anlatın ne yaptınız? diye sormazlar… Sormazlar, soramazlar, zira anlatılsa bile dinleyemezler çünkü onlar şartlı. Yine bu bir avuç şartlı güruh: Bu yüreklerinin temizliği ve samimiyet yüzlerine akseden samimi insanlara, anlatın hele bir sizler neler yapıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz? Nasıl yapıyorsunuz? Şimdiye kadar kaç kişi sizin şahsınızda vurulduğu İslam’a girdi? Sizden kaç kişi onların sistemlerine vuruldu? Diye sormazlar… Evet dostlar sormazlar bu insanlar! Çünkü onları sevk ve idare edenler onlara bu soruları sordurmazlar, sordursalar da kasıtlı sordururlar. Cevapları alsalar da yanıltarak yayınlar. Bu sorular istikamet üzere olan mümin bir kitleye karşı suizanda bulunup günaha girilmemesi için her Müslüman’ın kendisine sorması gereken elzem sorular. Ama bakın bu diyalog faaliyetlerinde bulananlardan (Tebliğ Kahramanları) bir teki haşa ve kella milyon kere haşa ve kella… Allah ‘ın insanlık için gönderdiği en son din olan İslam’dan geri dönmüş mü? Allah ‘a onun şanlı Resulüne kalp’ten yürekten bağlı bu Allah dostlarının bir tekinin kalbinde en ufak bir pürüz ve şüphe meydana gelmiş mi? bunların namazında, orucunda, zekatında, tebliğ görevlerinde en ufak bir sapma olmuş mu? Evet milyon kere haşa ve kella: Bırakın bunların bir tekinde bile böyle bir düşünce, bu aziz hicret erleri hayallerinin bir tekinde bile böyle bir düşünceden dolayı kendilerini elli bin defa cehennemin alevleri arasına atmaya hazırlar. Bütün işleri Allah ve Resulü olan, bu aşkla dünyanın bütününe hitap eden, bu uğurda hicret eden, anadan, yardan, gerektiğinde serden geçebilecek kalbî ve aklî, ruhî donanımlara sahip bu gönlü yücelerin yeryüzünde yaşarken tek hedefleri Allah Rızası. Bunu elli bin kere deklere eden bu insanları ısrarla anlamak istemeyenlere söylenmesi gereken şey yine Allah dostlarının her zaman yaptıkları gibi “Allah Selamet versin” den başkası olmuyor. Olmuyor ama bütün bunlara rağmen onlar: “Dudaklarında muhabbetten tebessüm, gönülleri sevgiyle harman, bakışları insanî duygularla buğu buğu; herkese ve her şeye şefkatle gamze çakan; doğup-batan güneşlerden, yanıp-sönen yıldızlardan hep muhabbet mesajları alan sevgi kahramanları” dırlar. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 192) öyle oldukları için de en yakınlarından en uzaktakilere karşı hep aynı mantıkla yaklaşır ve öyle kabul ederler. |
|
04-19-2008, 10:39 | #35 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
Gözden kaçan noktalar ve bu davanın büyüklüğünü anlatan, "gerçek hizmet erlerini" ifade eden paylaşımı lütfen "Milli Mücahide" sizler de okuyun. Bunun dışındaki her şey, hizmet adına yapılan herşey ferdi, fevri ve menfidir. Bakış açınızın değişmemesi de temelinizin sağlam ve ferdi hataların güruha atfedilemeyeceğinin ifadesi olmuş. Tebrik eder, saygılar sunarım...
http://www.akpartiforum.com/index.ph...4856#msg344856 |
|
04-19-2008, 10:50 | #36 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
Diyalog kopunca tebliğ imkânı da ortadan kalkar. Profesör Doktor Hayreddin Karaman, İslam hukuku uzmanı. Günümüzde yeni yeni ortaya çıkan problemlere ilişkin konularda yaptığı açıklamalarla bir yol gösterici, bir otorite konumunda. Hayreddin Karaman’ın “Dinlerarası Diyalog Nedir?” isimli kitabı Da Yayıncılık Ufuk Kitapları’ndan bugünlerde 50 bin adetlik ilk baskısıyla piyasaya çıktı. Karaman, kitabında Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sas) Allah’ın elçisi olarak ortaya çıkışı ve sonrasında insan toplulukları ve onların liderleriyle olan ilişkilerini derin bilgi birikimi ve yorum gücünden gelen net bir dille açıklıyor. Yeni Şafak gazetesindeki diyaloğu işlediği köşe yazıları ve bu konuyla ilgili röportajlardan oluşan kitabında anlattığı insan ve topluluklar arası ilişkileri, Yalova’daki yazlık evinin bahçesinde kendisiyle bir kez daha konuştuk. Karaman Hoca, diyaloğun mantalitesini anlatırken karşı çıkanların bilgisizliğine dikkat çekti. Diyalog, olmasa da olur bir şey mi günümüzde? Veya olması faydalı, gerekli mi? Diyalog yapmakla yapmamak arasında neyi, niye tercih etmeliyiz? Bugün acaba herhangi bir ülke, dünyanın diğer ülkeleriyle ve o ülkelerin halklarıyla tamamen alakasını keserek, ilişki kurmayarak, ya da şöyle söyleyeyim savaş hali ilan edip bunu idame ettirerek yaşayabilir mi? Benim buna verebileceğim cevap ‘hayır’dır. Bugün hiçbir ülke dünyanın bütün ülkeleriyle -ki dinleri aynı olsun farklı olsun hatta yönetim biçimleri rejimleri aynı olsun farklı olsun-, tamamen alakasını keserek, hiç ilgilenmeyerek, bu ilgisizlik hali ya da savaş hali ilan ederek yani devamlı mücadele içerisinde yaşayamaz. İlişki kopukluğu ya da savaş hali. Bu iki ihtimali ortadan kaldırdığımızda üçüncü bir ihtimal var. O da diyalogdur. Başka bir ihtimal mevcut değil. Diyalog ne demek? Şu demek. Başka milletleri ‘öteki’ sayarsanız tabii ki o milletlerin kendi değerleri, çıkarları, menfaatleri, amaçları, hedefleri vardır. Bunlar bazen paralel düşer bazen çatışır. Bu dünya yüzünde milletler, halklar birbirinden en az zarar görerek ve en fazla fayda elde ederek maddi ve manevi nasıl yaşayabilirler diye soruyorum ben kendi kendime. Cevaben diyorum ki ilişki kurarak. Bu sadece devlet olarak değil halk olarak da böyledir. Halk içerisindeki sivil toplum kuruluşları olarak da böyledir. Onlar da dünyada aynı amaç ya da zıt amaçlı olanlarla bir şekilde diyalog kurarak yollarına devam edebilirler. Bu, ülkemizle diğer ülkeler, halkımızla diğer halklar arasındaki tasavvurdan yola çıkarak diyaloğun zorunlu olduğu sonucuna varışla alâkalı bir düşünce, bir mantık. Şimdi gelelim Türkiye’nin içine… Türkiye’nin içinde de belli bir inanca, belli bir değerler sistemine bağlılığı bakımından ve o değerler sisteminin diğer değerler karşısındaki durumu bakımından üç hal tasavvur edebilirim, ben ediyorum. Bunlardan bir tanesi ülkede bir inanç vardır, bir hayat tarzı vardır başkası yoktur. O zaman farklılık da yoktur. Diyaloğa ihtiyaç yoktur. Böyle bir ülke mevcut mudur? Ben diyorum ki hayır. İkincisi ülkede farklı inançlar, ideolojiler ve hayat tarzları vardır. Fakat bu farklı gruplar birbirleriyle gerginlik ve mücadele hatta mukatale, savaş hali yaşıyorlardır. Bu şu demek. Her biri varlığını ötekinin yokluğunda görüyor. O yok olsun ki ben varlığıma devam edeyim. Yani bir devletin halkı inanç ve yaşayış tarzı bakımından gruplara ayrılıp, her biri diğerini yok ederek hayatını idame ettirmeyi düşünebilir mi? Bunu denedi dünya. Bu da hiçbir gruba başarı, huzur, mutluluk getirmedi. İdeolojiler, dinler, menfaat grupları ‘sadece biz olalım ötekiler olmasın’ dediler. Bunun için de iktidar ellerinde olduğu için mesela komünizmde, faşizmde olduğu gibi bir süre dayattılar kendi inaçlarını, ideolojilerini ve hayat tarzlarını. Diyalogsuz yani ‘öteki’siz. Fakat bunun çıkar yol olmadığı anlaşıldı ve görüldü. Bazen de iktidar değil sivil olarak halk gruplara ayrıldı. İşte dindir, mezheptir, ideolojidir menfaattir şudur budur, partidir. Bu gruplar özellikle de gençleri kullanarak birbirleriyle, hatta şiddet kullanarak mücadele ettiler. Bu da ülkelere huzur, başarı getirmedi ve hiçbirine kazanç getirmedi. Şimdi üçüncü bir hal ortaya çıkıyor zorunlu vaki, yaşanabilir. Nedir bu yeni hal? Hiçbir ülkede tek bir inanç tek bir ideoloji tek bir hayat tarzı olmaz. Mutlaka farklı olur. Bu farklılıklar içerisinde birini diğerlerine karşı üstün kılıp ötekileri zaman içerisinde yok etmek üzere dayatmak mümkün olmaz. O halde mümkün olan nedir? Farklı gruplar birbirleriyle bir şekilde ilişki kurarlar. Biz bunun adına diyalog diyoruz. Diyaloğu bu manaya alıyoruz. Ve bu ilişkinin bir amacı vardır. Karşı tarafı eritip kendisine entegre ya da asimile etmek değil bu ilişki kurmanın maksadı. Birbirine zarar vermeden tıpkı halklar arasında olduğu gibi birbirlerine zarar vermeden her birinin yoluna huzur mutluluk ve başarı içerisinde devam etmesini sağlamaktır. Amaç budur. Bu ilişkinin adı diyalogdur. O halde ben bu üç hal tasavvurundan bir sonuca varıyorum. O da şudur: Herhangi bir ülkede bugün dünyanın neresine giderseniz gidin farklı gruplar vardır. Ve bu farklı gruplar arasında bir çeşit beraberliği -milli birlik diyorlar ya şimdi- oluşturabilmek için gruplar arasında diyalog zorunludur. Diyalogsuz tebliğ yapmak mümkün mü günümüzde? Dinleri ve ideolojileri, davet eden ve etmeyen, içine kapalı ve dışa açık diye iki gruba ayırmak lazımdır. Bazı dinler ve ideolojiler içine kapalıdır. Onlarda davet, misyonerlik yoktur. Kendilerini korumak isterler. Bir de misyonerlik yapan, davet eden, tebliğ eden, ötekini kazanmak isteyen dinler ve ideolojiler vardır. İslam bunlardan biridir. Ama Hıristiyanlık da öyledir. Şimdi örnek olarak Hıristiyanlığı alalım. Müslüman olarak siz ötekilerle eğer maksadınız tebliğ ise birçok yol ve yöntemden birisi de canlı temastır. Canlı olarak yan yana gelmek ilişki kurmak çok çeşitli ilişki biçimleri kurmak hem de. Sadece gelip bir çay kahve için selamlaşıp kalkıp gitmek değil. Çok çeşitli ilişki biçimleri kurmak. Ve bu ilişki biçimi içerisinde karşı tarafı incitmeden, güvenini sarsmadan kendinizi anlatmak ve tebliğ etmek, zorlamadan. Peki topluluk öncüleri ne yapabilir? Her iki tarafın da liderleri olabilir. Müslümanların liderleri olur, önde gelen alimleri olur, daileri olur. Hıristiyanların da din adamları, misyonerleri olur. Bunlar arasında diyalog olmalı mı olmamalı mı meselesine gelince. Bunlar arasında diyalog olmazsa şayet her iki tarafın da amacına doğru yürüyüşünde birtakım arızalar meydana gelir ve bundan her iki taraf da zarar görür. O halde amaçlarımızı bilerek ben biliyorum ki karşımdaki insan Hıristiyan’dır o da dinini yaymak istiyor. O da biliyor ki karşımdaki insan Müslüman’dır o da dinini yaymak istiyor. Ve her ikimiz de lider seviyesinde şu veya bu derecede lider seviyesinde bir araya gelmemizde fayda görüyorum. Nasıl bir fayda görüyorsunuz? Dünyada farklı dinlerin, ideolojilerin, inançların işleri sadece tebliğ ve misyonerlik; karşı tarafı kendine kazanmaktan ibaret değildir. Dünyada farklıların ortaklaşa gerçekleştirebilecekleri ve farklıların hepsinin de müştereken ortak olarak hayırlı iyi olarak kabul ettikleri birtakım işler, faaliyetler ve amaçlar vardır. Bunları gerçekleştirmek için liderlerin bir araya gelmeleri icap edebilir, gerekir yani. Bir ikincisi de misyonerlik yaparken biz ona tebliğ ve davet diyoruz. Karşı taraf mesela Hıristiyanlığı örnek olarak alırsak onlar ona misyonerlik diyor. Her ikimiz de bunu yaparken haddi, sınırı aşabiliriz, gerginlik yaşayabiliriz. Yani gruplar olarak gerginlik yaşayabiliriz ve birbirimize zarar vermeye kalkışırız. Zarar verdiğimiz takdirde diyalog kopar. Diyalog kopunca tebliğ imkanı da ortadan kalkar. O halde tebliğin de normal yürüyebilmesi için diyaloğa ihtiyaç vardır. Ben böyle düşünüyorum. Hıristiyan dünyası maddeten güçlü duruyor, biz de dinimizden eminiz. Müsademe-i efkar doğsa kim kazançlı çıkar? Tabii burada tarafların yetişmişliği, temsil kabiliyeti, ehliyeti çok büyük rol oynar Ben bir örnek vereyim size. Hıristiyanlığın resmî, dinî ve ruhanî lideri olarak en başta geleni papa. Müslümanlıkta bu manada bir ruhani lider yok ama Türkiye Cumhuriyeti’ni nazar-ı itibara aldığınızda resmi olarak dini temsil eden kişi Diyanet İşleri başkanı. Dünyada kötü beslenmeden dolayı ya da tedavisizlikten dolayı ölen çocukların durumuna çare bulmak üzere bir medyanın önünde bir araya gelseler. Bundan nasıl bir sonuç çıkar. Bakın şöyle sıralayalım: Müslümanlar papayı görürler papa kimmiş nasıl bir şeymiş, nasıl konuşuyor, fikirleri düşünceleri ne bunu öğrenirler. Hıristiyanlar da bir Müslüman’ı görürler. Ve onun şahsında İslam’ı görürler. Bundan sonrası nedir? Bundan sonrası kimin dini insanların dine olan ihtiyaçlarını en iyi tatmin ediyorsa kazanç onun olur. Benim çıkardığım sonuç budur. Bir Müslüman da papayı görünce şu Hıristiyanlığı ben bilmiyorum bir okuyayım da öğreneyim diye Hıristiyanlığı okuduğunda Müslüman Hıristiyan mı olur, Hıristiyan Müslüman mı olur hangi ihtimal daha fazladır derseniz bana göre Hıristiyan’ın Müslüman olması ihtimali daha fazladır. Müslüman’ın Hıristiyan olması ihtimali sıfır derecesinde zayıftır eğer o Müslüman Müslüman’sa. O bakımdan demek ki bu tamamen dinî bir konuyu tartışmanın ötesinde hepimiz için önemli olan bütün dinler ahlak sistemleri ve felsefeler içinde bir değer mahiyetinde olan bir probleme çare buluyorsunuz. Yani çocuklar açlıktan ve tedavisizlikten ölmesin diye bir konu konuşuyorsunuz. Diyaloğun konusu bu. Din tartışmıyorsunuz. Ama bu diyaloğun sonucunda ben İslam’ın kazanacağını düşünüyorum. Peki İslam kazanmadı Hıristiyanlık da kazanmadı. Ama diyelim ki yüz tane çocuğu tedavi ettirdik ve bin tane çocuğu da doyurduk. Bu hayır, mı şer mi? Geçen hafta Londra’da yine bombalar patladı. Müslümanlar yine terörist olarak gösterildi? Bu doğru mu? Buna karşı ne yapmak gerekir? Tabii ki bu doğru değil. Fakat Müslümanlar orada dehşete ve korkuya kapılsalar, kaplarına çekilseler. “Biz bunların yüzüne nasıl bakacağız bizden birisi bunu yaptı; insanların kanını akıttı. Şimdi bunlar bize kötü niyetle bakarlar. Ben bunların yanına gitsem şimdi benim şahsımda bir teröristi görür.” deseler. Yani korkuya ve vehme kapılsalar kaybederler. Burdada kazanmanın yolu diyalogdur. Orada Müslümanlar kendilerine güvenen, teröre bulaşmamış, terörü ve şiddeti mahkum eden Müslümanlar karşı tarafa gidecekler. Hazm-ı nefs diye bir tabir vardır. Onur gurur meselesi yapmadan ötekine gidecekler, geçmiş olsun diyecekler, taziye verecekler onlarla ağlayacaklar; çünkü bir masum ölmüştür. Yani ağlanır tabii üzülür insan üzülmez mi üzülür. Onların acılarına iştirak edecekler, yaralarını birlikte saracaklar. Yapılan eylemin İslam’da, herhangi bir dinde ve ahlakta yeri olmadığını ifade edecekler. Ve böyle kazanırlar. Bu bir diyalogdur ve böyle kazanırlar. Diyaloğun kökenleri İslam’ın altın devrinde var mı? Günümüze uyarlanabilir mi? Bazı gruplar onu yapan peygamberdi, o da yaşamadığına göre, o çapta biri olamayacağına göre bu yapılamaz günümüzde, diyorlar. Medine Vesikası’nın örnek oluşturmasını reddediyorlar. Siz ne dersiniz? Peygamberimiz’in yapıp ettiklerinden bize örnek olanlarına sünnet diyoruz. Peygamberimiz (sas) en önemli vazifesi, işi, Kur’an-ı Kerim’i Allah’tan vahiy yoluyla aldığı gibi bize tebliğ etmenin yanında onu açıklamak anlatmak ve uygulayarak bizim anlamamızı ve sonra da nesiller boyu uygulamamızı sağlamaktır. Onun için de Peygamberimiz’in dine dahil olan bize örnek olan davranışlarına ne diyoruz; sünnet diyoruz. Ve sünnet bizim dini hayatımızda ikinci kaynağımız oluyor. İkinci bilgi kaynağımız oluyor. Ve dini bakımdan ikinci otorite oluyor. Peki o zaman biz Peygamberimiz (sas) nasıl taharet ediyordu, bunu öğrenip O’nun gibi taharet ediyoruz da yani taharette bile O’nun yaptığını yapmaya çalışıyoruz. Öteki dediğimiz yani İslami bakımdan ya iman ya amel ya ahlak bakımından farklı olanlara O’nun davranışını nasıl örnek almayız? Eğer O’nun davranışını örnek almazsak, yani ötekilere olan davranışını örnek almazsak O’nun sünnetinin önemli bir kısmını kaale almamış olmaz mıyız? Yani kaale almamış yani o sünneti terk etmiş olmaz mıyız? Ne demek istiyorum yani açıkçası şu: Peygamberimiz’in ötekilerle ilişkisi O’nun sünnetinin bir parçasıdır. İbadetinde, ahlakında, taatında, nasıl O’nun yapıp ettiklerini örnek alıyorsak ötekilerle ilişkisinde de yapıp ettiklerini örnek alırız. Müslüman olarak bu bizim vazifemizdir. Allah da Kur’an’da O’na ve O’nun şahsında ümmetinde mesela orada ehli kitabı zikrederek işte, “Ey ehli kitap gelin aramızda ortak olan bir kelimede birleşelim. Allah’a şirk koşmayalım ve birbirimizi rab edinmeyelim. Böyle de.” diyor. Yani bu sadece bunu de ,karşı tarafla sadece bu anlamda diyalog kur manasına gelmez. Bu, ön notlardan bir tanesi. Peygamberimiz’in (sas) müşriklerle Yahudilerle, Hıristiyanlarla görüşmesi, onlarla ilişki kurmasının belki 20-30 şekli olmuştur. Çeşitli amaçları olmuştur. Bunlar içerisinde İslam’ı tebliğ de vardır. Sadece İslam’ı tebliğ değil; kendini koruma, ümmetini koruma, belli bir meşru amaca ulaşmak için karşı tarafın yardımını sağlama, ya da karşı tarafın engellemesini ortadan kaldırma gibi birçok sebeple diyaloglar kurmuş Peygamberimiz. Biz de hem şekli hem amacı nazar-ı itibara alarak bunu günümüze adapte eder ve diyaloğu yürütürüz. Yani diyalog olsun diye diyalog yapmayız. Buna ihtiyaç olduğu sürece ve fayda gördüğümüz sürece diyaloğu yürütürüz. |
|
04-19-2008, 11:18 | #37 | |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
Alıntı:
Bediüzzaman’a göre Hristiyanlar dinlerini terk değil, ta’dil etmelidir. Bediüzzaman’ın -Peygamber Efendimiz’in(a.s.m.) müjdesi üzerine- Hıristiyanlık’ta vuku bulmasını beklediği tasaffi (aslına dönmesi - tevhid inancına dönmesi) , hıristiyanların dinlerini bütünüyle terk ederek İslâmiyet’e girmeleri şeklinde bir beklenti değildir. Çünkü, İslamiyet eski dinlerin güzelliklerini ve şeriatlarının prensiplerini barındırdığı için, ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnızca, zaman ve mekanın değişimiyle hükmü kalmayan fürüat kısmında yenilikler getirmiştir. Bu sır gereğince, hıristiyanlar zaten sahip oldukları dinlerinin esaslarına dayanmakla ve inançlarını tekmil etmekle asli dinlerine kavuşacaklardır.Bu yaklaşımın gereği olarak Bediüzzaman Hazretleri ” Ey ehl-i kitap! İslamiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira, size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz” (100) diye teklifte bulunuyor. Yani , - Teslis inancınızı Tevhid inancına , - Allah’ın son peygamberi Hz.İsa (AS) inancınızı , Hz.Muhammed (SAV) şekline - Allah’a haftalık yaptığınız ibadetlerinizi , günlük 5 vakit namaz şekline - İncil ‘e olan imanınızı, Kur’an’a da göstererek İtikadınızı tadil ve tekmil ediniz ! Yoksa , dininizi tamamen terk ediniz değil ! 100 İşârât’ü-l İ’câz s.52 Murad Karşıdakini yok saymak değil, hakkaniyeti göstermektir... Semavi dinler, hangi semavi dinler ifadesi bile ön yargı ifadesi ve onun iradesine gem koymak, ötekileştirmektir. Murad islam ise bunu yapamassın. islami tebliğ bunun önünde metodlar gerektirir. Bu ifadeleri kullanabiliyorsan, paylaştığım metinleri hiç okumamışsın demektir. Muhterem Hocaefendi her zaman "Basit bir kul" olduğunu ifade etmiş, biz ise yaptıkları ve onun iç dünyasını yakından tanıdığımız için onun ne kadar büyük bir hizmet, dava ve İslam büyüğü olduğunun farkına vardığımız, hareketin de bunun ispatı olduğu için hakettiği değeri veriyoruz. Senin gibi gerçeklerin önüne set çekse idik, senden farklı ifadeler kullanmazdım. Bu hakaretvari ifadelerini, bile hem o büyüğümüze hem de ona gönülverenlere yapıyorsun. Bunu ifade edeyim. Seçtiğin sözcükler incitici olmamalı... Sevgilerimle... |
||
04-19-2008, 11:30 | #38 | |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
Alıntı:
Değer ifade etmemesi, önyargılarından kurtulup aklı selim ile araştırıp, önyargısız tanımaya çalışmamandan kaynaklı olsa gerek. Fethullah Gülen neden ABD’de yaşıyor? CEVAB : Kanaatimce soruyu biraz tashih etmekte fayda var: Fethullah Gülen Hocaefendi sağlık sorunları ile gittiği ABD’den neden geriye dönememiştir ? Evet, 1986 yılında gittiği Hac yolculuğunda: ”Şayet bu Kutsal Topraklardan geri gelmek istemez, oralarda kalırsam, başıma bir ip bağlayın ve beni sürüye sürüye Türkiye’ye getirin” diyen bir Zat, nasıl olur da, -haşa- keyfi veya nefsi bir sebebten ötürü kendi memleketi dışında biryerde yaşadığı varsayılabilmektedir? Mescid-i Nebeviyye’de Efendisi (SAV) huzuruna giderken, Medine sokaklarında dönüp dolaşan ve “ ben şimdi hangi yüzle Rasulullah’ın huzuruna gideceğim? Ümmet-i Muhammedin mağdur ve mazlum hali karşısında nederim ? ” endişesi taşıyan bir insan, nasıl oluyordu da, kendi memleketinda yapılacak Kudsi Hizmetleri uğruna yaşamaktan bile feragat ettiği Mekke ve Medine ‘ye rağmen, memleketi dışında bir yerde yaşarken, onun hakkında farklı düşünce ve su-i zan yelkenleri açılıyor? Konuya ilişken değerlendirmeleri kendi beyanatlarından dinliyelim: Amerika’ya gelişimin öncesi var. 1997’de anjiyo için gelmiş ve 2-3 ay kalıp dönmüştüm. Hatta o zaman Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel referans olmuş, Cleveland’da bulunan Dr. Murat Bey’i aramıştı. Sağ olsun, alakadar oldu, yol gösterdi, ameliyat üzerinde ısrarla durdu. O zaman da ‘niye Amerika, niye orada kalıyor, kaçtı’ gibi şeyler söylendi. Oysa buraya geldiğimde -kalbimden dolayı- üzerimdeki yorganı kaldıramayacak kadar halsizdim. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullanıyordum. Bant üzerinde ve açık havada yürüyüşlere devam ediyordum. Ama durumum zordu. Bu seferki gelişim de yine aynı hastalıkla alakalı oldu. Mayo Kliniği’nde Kırım Türklerinden Dr. Sait Bey vardı. Türkiye’ye geldiğinde halimi gördü, ısrarla buraya gelmemi söyledi. Bu davet Almanya’dan olsaydı, Almanya’ya giderdim. Amerika’ya geldim, tedavi başladı, 1-2 ay sonra Türkiye’de o komplo fırtınası koptu. Kalakaldım burada. Gideyim dedim, doktorlar izin vermedi. ‘Kendini büyük tehlikeye atıyorsun’ dediler. Bu mevzuda dünya kadar rapor var. Sağlık durumun ortada. Niye kaçayım, kaçacak neyim var benim? “Bir ayağı Amerika’da, bir ayağı Suudi Arabistan’da” deniyor. Suudi Arabistan’a en son 1986’da hac için gitmiştim. 20 yıldır gitmedim. Bir ayağı Suudi Arabistan’da diyenler, eğer gitseydim, o zaman daha farklı yorumlar getirecek, iki ayağı da orda falan diyeceklerdi. Belki başka türlü sorgulamalar olacaktı. İran, daha büyük problem olurdu. İran’la, işin doğrusu münasebetim olmadı. Menşei Türkiye olan eğitim, kültür, hoşgörü faaliyetleri mevzuunda, müşterek bazı şeyler yapalım teklifine de sıcak bakmadılar. Bana ve beraberimde birkaç arkadaşım oraya gitmesine sıcak bakacaklarına ihtimal vermiyorum. Öyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. İran’a gitseydim, şimdi çeşit çeşit yorum yapanlar, o zaman da; “Batı’nın oradaki eli ayağı, gözü kulağı” diyeceklerdi. Kalp bozuk olunca, kendi hayallerinde sizi bir yere oturtunca, bir şeyle bağlayınca sizi, ne yaparsanız yapın yine öyle şeyler diyecekler. Ağızlarını kapamak diye bir vazifemiz de yok. Düşünce ve fikir hürriyeti var. Eğer öyle bir kısıtlama varsa onu sadece bize uyguluyorlar ve o da yeter. Amerika yılları sizi nasıl etkiledi? Fıkıh tabiriyle söyleyecek olursak, benim burada kalmam iki şerden hafif olanı tercih kabilinden oldu. Ben gelmek istemiyordum buraya, fakat Dr. Sait Bey çok ısrar etti, sağlık durumunun ihmale tahammülü olmadığını ifade etti. Bana çok ağır gelse de, ya ülkemden, kendi insanımdan uzak, yabancı bir devlette bulunmayı tercih edecektim, ya da bir devlet adamımızın dediği gibi küçük şeyleri büyüterek, her gün yeni bir komplo kuranlarla karşı karşıya kalmayı tercih edecektim. Birtakım kötülükleri görüp kendi insanımıza darılmamak için, istişare ettiğim arkadaşların da kanaatini alarak hasret çekmeye razı oldum. Haziran komplosunu (kasetlerle ilgili) önceden bildiğim halde yayımlandığı zaman bazı yerlerine baktım. Komplocularla beraber olanların yazılarını onlara karşı içimde bir ukde olmasın diye okumadım. Türkiye’den hasretle bahsediyorsunuz, ama dönmüyorsunuz. Neden? Belli bir yaştan sonra vücudun tahammülü olmuyor. Bir Arap şairinin ifadesiyle, yakın hissetmeme mani şeyler olmasın diye uzakta durup kalben, vicdanen orada bulunmayı tercih ediyorum. Bir espriyle söyleyeyim, tasavvufta âşıklar üstü bir makam vardır. Orada bulunanlar vuslatı bile istemezler. Yani içime ateşler sal, hep hicranla inleyeyim fakat vuslat istemem derler. Türkiye’ye karşı böyle zevkli bir hasret, zevkli bir hicran bana daha derince, daha vefalıca ve yürekten geliyor. Bunlar dönmeyeceğiniz anlamına mı geliyor? Zaten dönüş için yasal bir engel yok. Türkiye’ye dönmeyi bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Yine de Türkiye’de önemli yerlere sordurdum. “Bir şey yok, gelebilir” dediler ama, “gelebiliri” söyleyiş tarzlarından sanki gelince onların başını ağrıtırım gibi bir şey hissettim. Devletten birileri mi? Evet, önemli bir vazifedeyken emekli olmuş bir yakınlarına, “Benim gelmem kendileri için ne ifade eder? ” diye sordurdum. Tebessüm ettiler ama gelmese daha iyi olur dediler. Benim dönüşümün herhalde bazı şeyleri tetikleyebileceği düşünülüyor. Sanki bazıları bazı kimseleri sokağa dökecek, huzursuzluğa sebebiyet verecekler. Ben, Türkiye’de oluşmuş istikrar ortamının bozulmasına fırsat vermek istemem. Türkiye’ye Humeyni gibi döneceğinizden endişe edenler de var… Dönersem kendim gibi, Ramiz Efendi’nin üç şerefeli camide imamlık yapan oğlu gibi dönerim. Size komik gelebilir ama, döndüğüm zaman acaba bana yine o camide imamlık verirler mi, yine aynı pencerede kalsam; ya da Kestane Pazarı’nda idarecilik vermeseler bile, tahta kulübem gibi bir kulübede kalmama müsaade ederler mi diye düşünüyorum. Bir diğer düşüncem de, bütün samimiyetimle ifade edeyim, köyümde, dedelerimin arsası üzerinde yapılmış bir misafirhane var, gitsem orada kalsam diyorum. Doğduğum, büyüdüğüm köyde bir köylü gibi ölsem. ‘Doğduğum köye gitsem, orada ölsem’ diyorsunuz. Köye gidip susacak mısınız? Dünyada, beklentilerim değil, derdim oldu. Aynı derdi terennüme devam edeceğim; şartlar ne olursa olsun, sözüme kıymet verenleri eğitim faaliyetleri için dünyanın dört bir yanına koşmaya teşvik edeceğim. Mezara konulurken bile fırsatım olursa yine, gidin okul açın, Türk dilini dünya dili haline getirme mevzuunda gayretten dur olmayın diyeceğim. Esnafımıza, dünyanın dört bir yanına sürgünler halinde açılın ve sonra ağaçlar haline gelin, lobiler oluşturun ve Türkiye’yi destekleyin; dünyadan kopmuş bir Türkiye’nin ayakta durması mümkün değildir, demeye devam edeceğim. Eğer bir gün hususi kanun çıkarıp ağzıma kilit vursalar bile, elimle, ayağımla bunları yazacak ama yine anlatacağım. Çünkü, bunları cami kürsülerinde, devletin memuru olarak açık açık ve herkese anlattım; ifade ettikleri gibi “müritlere” değil. Belki diğer hocalarımızdan farklı olarak dedim ki: Türkiye’yi geliştirin, her yerde Türk insanının sesi duyulsun. Bence millilik de, ulusalcılık da ancak böyle olur; meselenin hikâyesini yaparak değil. Türkiye’nin davası büyük bir davadır. Ona topyekûn bir milletin, milli mücadelede olduğu gibi sahip çıkması lazımdır, demeye devam edeceğim. Bu hususta sesimi kesecek ve bana bunları söyletmeyecek bir kanun da bilmiyorum. Milletime karşı bir vefa borcu olarak bunları söylemeye devam edeceğim. Merak edilen konulardan birisi de, böyle fakirane yaşayan bir insan ABD gibi pahalı bir ülkede nasıl yaşayabiliyor? Bu konu farklı maksatlarla ortaya atıldığı için, sizi tenzih ederek, hazımsızlık yapanlara söyleyeyim: Benim hakkımda böyle diyenlerden hiç birisi için ben böyle bir soru sormadım. Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD’de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyararak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum.Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim. Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur.Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, -rahatsızlıklarım da olduğu için- ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. Az önce dediğim gibi, zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah’ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem. (Kaynak: Mehmet Gündem ile röportaj, Milliyet, 01.2005) Konu ile ilgili birde Hüseyin Gülerce ‘nin köşesinden: Önce “neden gelmiyor? ” sorusundan başlayalım. Cevabı ararken bir soru da biz soralım: Gelmek istemez mi? Hem de nasıl ister. O halde neden gelmiyor? Merak edenlerin dışında, bazı küçük insanlar; “korkmasın, gelsin, mahkemelere çıksın, gerekirse hapis yatsın..” diye ileri geri konuşuyorlar. Bu gibiler öncelikle Sayın Gülen’i tanımıyorlar. Sonra, sevmiyorlar ve saygı duymuyorlar.Çünki Sayın Gülen gibi ömrünü milletine, dinine vakfetmiş insanların şahsî takıntıları olmaz. Şahıslarıyla ilgili hesabı da olmaz. Sayın Gülen’in dönüp dönmemesinde asıl etken, atacağı adımın omuzladığı dâvâsına ne faydası olacağıdır. Eğer, O`nun Türkiye’ye dönmesiyle birileri yeniden ülke gündemini değiştirerek, Avrupa Birliği üyelik sürecini bir başka zeminde daha zora sokacak bir siyasî krizin hesabını yapıyorsa, Sayın Gülen neden âlet olsun? Yakalanan siyasî istikrarın devamı adına yüreğine taş basmayı elbette tercih edecektir. Evet, Hicret Hz.Adem (AS) mın Cennetten Dünyaya gelmesi ile başladı, Hz.Nuh(AS) ile gemiye bindi, Hz.Musa (AS) ile Tur-i Sinaya çıktı, Hz.İsa (AS) mın göğe yükselmesine vesile oldu, Efendimiz (SAV) min Medine’ye yolculuğuna şahitlik yaptı, Sahabe-yi Kiram ile Hırsitiyan Habeşistanda tanıştı, Emir Sultan Hazretleri ile Bursa’da buluştu, Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerinin Hindistana götürdü, Sultan Vahdettini Romaya sevk etti, Mehmet Akif Ersoy’u Mısır ile hasbihal ettirdi, Bediüzzaman Hazretlerinde sürgün şekilini aldı, Esat Coşan Hocaefendi ile Avustralya’nın ihyasına çalıştı, nice ışık süvarisine Rehberlik etti ve muhterem büyüğümüz ile Asrın Hicretine eşlik etti! Amerika Küfrün Merkezi deniyor. Bizde şöyle diyoruz, daha iyi, Küfrün Merkezinde yapılan İslami Hizmet, diğer Küfür beldelerinden daha faziletlidir. Teşbihte hata olmaz fehvasınca ; Hz.Musa(AS) mı Firavun sarayından koruyan Allah değilmiydi ? Evet, gerek Amerikada gerek AB ülkelerinde İslama dehaletler fevc fevc artmaktadır. Boş oturarak nasıl artacak? Mücahede ve Tebliğ olmadan? Hicretler bitmez, yeterki talib olunsun, Hicreti sıradan bir seyahat görenler, Hicret ufkuna bilmemki ulaşabilirlermi? Bir çok merak edilen, birinci ağızdan yanıt bulmuştur inşaallah. Selametle... |
||
04-19-2008, 11:35 | #39 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
Bu konuların yeniden pişirilip önümüze konması manidar... Biz hüsn-i zan ile yanılmış da olsak, buna değer. Böyle basit soruların cevapları, muhteremin kendi ağzından alıntılarla yanıtlandı.
Bize de hizmet imkanı doğdu... Önyargısız bakıldığında, okunduğunda tatminkar olduğu da açıktır. Tatmin olmayanlar da ön yargıları ile olabiliyorlarsa mutlu olsunlar... Sevgilerimle... |
|
04-19-2008, 12:12 | #40 |
Fethullah Gülen - Papa buluşması ...
tayyipleyiz
Neden müslüman liderlerle dini önderlerle diyalog kurmayı denemiyoruz? Müslümanlar dağınık halde değilmi? Müslümanların birbirlerile diyoloğa ihtiyacı kaldığını düşünmüyormusun? Papanın ne tür bir diyalog çağrısı yaptığını biliyormusun? Vatikan bu diyalog gelişmeleri nasıl değerlendirdi biliyormusun? |
|
Konuyu Toplam 10 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 10 Misafir) | |
|
|