AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-23-2008, 02:22   #1
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Kur'an-ı Kerîm'de adı geçen ve İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. Hz. İsa (a.s) batılı tarihçilere göre miladi yıldan dört veya beş sene kadar önce doğmuştur.

Yine batılı tarihçilere göre Hz. İsa (a.s) Romalıların elinde bulunan Yahudiye'de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde otuz yaşlarına doğru peygamberliğini insanlara bildirdi. Önce Celile'de sonra Kudüs'te insanları hak dine davet etti. Yahudilerin dinini ikmal onların dine kattıklarını düzeltmek için gönderilen Hz. İsa (a.s) kendisine indirilen İncil adlı kutsal kitapta bunu şöyle anlatır: "Ben yok etmeğe değil, tamamlamaya geldim." Hz. İsa (a.s), yahudilerin tahrif ettiği Eski Ahid'i onların anlayışından kurtarmaya, Hz. Musa (a.s)'ın getirdiği akideyi yerleştirmeye ve yahudilere daha önce bildirilen zahmetli bazı ilahi kanunları hafifletmeye çalıştı.

Memleketi Celile'de Genaseret gölü kıyısında ilk vaaz ve tebliğlerini bildiren Hz. İsa daha sonra Kudüs'e gitti. Yahudiler Hz. İsa'yı, dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus'a şikayet ettiler. Havarilerin içinde Yahuda isimli birisi Hz. İsa'ya ihanet etti ve Hristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur'an-ı Kerîm'de ise hadise şöyle anlatılmaktadır: "Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı" (en-Nisa: 4/156). Rivayete göre Hz. İsa'ya ihanet eden Yahuda, Romalılar tarafından isa (a.s.) zannedilerek asılmıştır.

İsa (a.s); orta boylu, kırmızıya çalar beyaz benizli, dağınık, düz saçlı idi. Saçını uzatır, omuzları arasına salardı. Geniş göğüslü, küçük yüzlü çok benli idi: Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış sandal giyer, çoğu zaman da yalınayak yürürdü.

Kendisinin geceleri varıp barınacağı bir evi, ev eşyası ve zevcesi yoktu. Hiç bir şeyi yarın için biriktirip saklamazdı. İsa (a.s) dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a ibadete koyulurdu. Yeryüzünde nerede güneş batarsa orada konaklar iki ayağının üzerinde namaza durur; gece namaz gündüz de oruç ile günlerini geçirirdi.[1] İsa (a.s) göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bit çift mesti, bir de deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı.[2]

Kur'an-ı Kerîm'e göre Hz. İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem'dir. Meryem (a.s), yine Kur'an'da ismi geçen dört seçkin aileden biri olan İmrân ailesinden idi. Hz. Meryem, Zekeriya (a.s)'ın koruması ve gözetim altındaydı. Meryem, Beytü'l-Makdis'te, doğu tarafta özel bir bölmeye yerleştirilmişti. Zekeriya (a.s), Meryem'in yanına geldikçe orada, rızkını ve yiyeceğini hazır görürdü. Hz. Meryem, Beytü'l Makdis'te zikirle, ibadetle hayatını geçiriyordu. İşte bu sırada Allah, on,a bir beşer sûretiyle Cebrail'i gönderdi. bu durum, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde anlatılır:

"Meryem dedi ki; ben senden Rahman'a sığınırım. Eğer O'ndan korkuyorsan bana dokunma! O da, ben, temiz bir oğlan bağışlamak için Rabbının sana gönderdiği elçiden başkası değilim, dedi. Meryem; bana bir insan temas etmemişken, ben kötü kadın olmadığım halde nasıl oğlum olabilir? dedi. Cebrail, bu böyledir; çünkü Rabbın, "bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız," diyor, dedi. İş olup bitti. Böylece Meryem, İsa'ya gebe kalarak bir köşeye çekildi. Doğum sancıları başladı ve başına gelen bu hadiseden dolayı çok üzülerek, keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim, dedi." (Meryem: 19/18-23)

Cebrail, Meryem (a.s)'e, babasız doğuracağı çocuğun özelliklerini ve mücadelesini haber vermiş, Meryem'i teselli etmiş ve ayrılıp gitmişti. Hz. Meryem'in kendisini Allah'a ibadete verdiğini ve onun tertemiz bir kadın olduğunu bilenler de bilmeyenler de bu duruma hayret etmiş ve doğumun bu şekilde nasıl olabileceği tartışmasına girmişlerdi. Hz. Meryem ise olayı, çocuğa sormalarını işaret etmişti. Fakat "Onlar, biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz? dediler. Çocuk, ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım sürece namaz kılmamı ve zekât vermemi, anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirileceğim gün de, bana selâm olsun, dedi" (Meryem: 19/23-33).

İsa (a.s)'ın babasız olarak mucizevî bir şekilde doğuşu, Allah'ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Adem (a.s) ile İsa (a.s) arasında fark yoktu. Nitekim ayet-i kerimede, durum şu şekilde izah edilir:

"Gerçekten İsa'nın babasız dünyaya geliş hâli de Allah katında Adem'in hâli gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yarattı, sonra da ona ol dedi; o da hemen (insan) oluverdi." (Âlu İmrân: 3/59)

İsa (a.s) otuz yaşında iken peygamberlik görevi aldığında, hemen İsrailoğullarına durumu bildirdi. İsa (a.s)'nın çağrısına kulak tıkayan ve ellerindeki Tevrat'ı tahrif edip pek çok değişiklikler yapan İsrailoğulları, Hz. İsa (a.s)'a inanmadılar. Ayrıca Allah, Hz. İsa'nın risâletini destekleyen mucizeler de gösteriyordu. Kur'an-ı Kerim'de zikri geçen mucizeleri şunlardır: İsa (a.s) nın, çamurdan kuş biçiminde bir heykel yapması ve onu üfleyince kuş olup uçması, ölüleri diriltmesi; anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulmuş olanları tedavi etmesi; gökten sofra indirmesi[3]; Havarîlerin ve diğer arkadaşlarının evlerinde ne yediklerini ve neler sakladıklarını söyleyerek gaybdan haber vermesi.[4]

İsrailoğulları, İsa (a.s.)'ı ve ona tâbi olanları durdurmak için pek çok yol denediler; sonunda Hz. İsa'yı öldürmeğe karar verdiler. Ancak Allah, onların planlarını etkisiz hâle getirdi. Yahudiler, İsa (a.s.)'a benzeyen birini yakalayıp astılar ve "Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" dediler (en-Nisâ: 4/157). Öte yandan Kur'an-ı Kerîm, asıl durumu şu şekilde açıklar: "Halbuki onlar İsa'yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Ayrılığa düştükleri şeyde, doğrusu şüphededirler. Onların bu öldürme olayına ait bir bilgileri yoktur. Ancak kuru bir zan peşindedirler. Kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah, onu kendi katına yükseltti. Allah güçlüdür, hâkimdir." (en-Nisâ: 4/157-158).

İsa (a.s) ayette de belirtildiği gibi, öldürülmeden göğe yükseltilmiştir. Mezarı dünyada değildir. Ayrıca Mi'rac'da, peygamberimiz kendisini görmüştür. Hz. İsa, göğe yükselmeden önce, havârîlerine ve tüm insanlığa şu müjdeyi vermişti:

"Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan, Tevrat'ı doğrulayan ve benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim" (es-Saf: 61/6).

Hz. İsa (a.s) göğe çekildiği sıralarda kendisine inananların sayısı çok azdı. Daha sonra bir ara Hz. İsa'nın getirdiği inancı kabul edenler çoğaldı ise de, sonunda Hristiyanlar da İsrailoğulları gibi yoldan çıktı ve pek çok yanlışlıklara saptılar. Bugün, Hıristiyanların sahip oldukları teslis inancı, İsa (a.s)'nın göğe yükseltilmesinden hemen sonra ortaya çıkmıştır.

İsa (a.s)'ın annesi Hz. Meryem Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra altı sene kadar daha yaşamış ve ölmüştür.[5]

Hz. İsa (a.s)'a dört büyük ilâhi kitaptan biri olan İncil verilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de İncil'in Hz. İsa'ya verilişi ile ilgili şu bilgiler vardı:

"Arkalarından da izlerince Meryem oğlu İsa'yı Tevrat'ın bir tasdikçisi olarak gönderdik; ona da bir hidâyet, bir nur bulunan İncil'i, ondan evvelki Tevrat'ın bir tasdikçisi ve sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere verdik" (el-Mâide: 5/11)

Ancak bu İncil de Tevrat gibi tahrifata uğramıştır. Bununla birlikte Allah Teâlâ tarafından son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)'e indirilen Kur'an-ı Kerîm, Zebur, Tevrat ve İncil'in hükümlerini ve geçerliliklerini ortadan kaldırmıştır. Hz. İsâ İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre cisim ve ruhuyla göğe yükseltilmiştir. Kıyamet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir.[6]

Hz. İsa bedeniyle göğe yükseltildiğinden, Kur'an-ı Kerim'de bildirilen "ölümden evvel" (en-Nisa: 4/159) ve "öleceğim güne ve diri olarak ba's edileceğim güne" (et-Tevbe: 9/34) mealindeki ayetler Hz. İsa'nın nüzûlünden sonraki ölümünü anlatır. Hz. İsa gökten Arz-ı Mukaddes'e inecek, elinde bir kargı olacak; Afik denilen bir yerde ortaya çıkacak ve Kargı ile Deccâl'ı öldürecek ve sabah namazında Kudüs'e gelecektir. İmam kendi yerini ona vermek isteyecek fakat o İmâm'ın gerisinde Hz. Peygamber (s.a.s)'ın şeriatına uygun olarak namazını kılacaktır. Sonra domuzu öldürecek ve haçı kıracak, sinagoglar ve kiliseleri yıkacak ve kendisine iman etmeyen bütün hristiyanlarla savaşacaktır.

Hz. İsa nüzûlünden sonra kırk sene daha yaşayacak, öldüğünde müslümanlar namazını kılacak ve İslâm dinine uygun olarak gömülecektir.[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi: 2/334-335.

[2] Abdurrezzak, Musannef: 11/309.

[3] el-Mâide: 5/110-115.

[4] Âlu İmrân: 3/49.

[5] Hakim, Müstedrek: 2/596.

[6] Buhârî, Buyu': 102.

[7] Mefail Hızlı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/176-178.

 

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-23-2008, 02:22   #2
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi:


“İsa” kelimesi, Süryânice asıllıdır. “Mübârek” anlamına gelir; aslı “Îşau”dur. Bazı hıristiyan toplumlar “Yesû(s)”, Frenkler “Jesu(s)” derler. “Mesîh” İbrânice bir kelime olup aslı “Meşîha”dır. Hz. İsa’nın bir lâkabıdır, elini sürdüğü hastayı iyileştirdiği, bereketle meshedilerek mânevî kirlerden arındığı, çok seyahat ettiği, annesinden yağ sürülmüş ve tertemiz olarak doğduğu için bu isim verildiği belirtilir. “Meryem” ise Süryânice hizmetkâr anlamındadır. Allah’a adanıp dinin ve Mescid-i Aksâ’nın hizmetinde bulunduğu için bu isim verilmiştir.

Ülü’l azm, yani kendilerine kitap verilmiş büyük peygamberlerden biri olan Hz. İsa, batılı tarihçilere göre, yanlış olarak kendi doğum yılı kabul edilen “milât”tan dört veya beş sene kadar önce dünyaya gelmiştir. Bazı araştırmacılara göre ise milâttan 3 yıl sonra doğduğu kabul edilir. Kudüs yakınlarındaki Nâsıra’da dünyaya gelmiştir. Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir. Kur’an’a göre İmran’ın kızı Hz. Meryem, Beytü’l Makdis’te (Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ) zikir ve ibâdetle hayatını geçiriyordu. Allah, ona Cebrail’i bir beşer suretiyle gönderdi. Cebrâil, ona bir oğlan çocuk bağışlaması için Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğunu söyledi. Hz. Meryem’in, kendisine bir insan eli değmediği ve iffetsiz olmadığı halde nasıl çocuğu olabileceğini hayretle sorduğunda melek, bunun Allah için kolay olduğunu ve insanlara bir delil, bir mûcize olsun diye Allah’ın böyle hükmettiğini bildirdi. Çocuk doğunca kavmindeki bazı insanlar onu ayıplayacak oldu. Hz. Meryem, bebeğe işaret etti. Çocuk İsa kundakta şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı...” (Bkz. 19/Meryem, 16-37)

Hz. İsa’nın, babasız olarak mûcizevî bir şekilde doğuşu, Allah’ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Âdem (a.s.) ile İsa (a.s.) arasında fark yoktu: “Gerçekten İsa’nın babasız dünyaya geliş hali de Allah katında Âdem’in hali gibidir. Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra da ona ‘ol’ dedi; o da hemen (insan) oluverdi.” (3/Âl-i İmrân, 59)

Hz. İsa, otuz yaşında, Romalıların elinde bulunan Yahudiye’de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde peygamberlik görevi aldığında bunu İsrâiloğullarına bildirdi. Önce Celile (Galile)’de, sonra Kudüs’te insanları hak dine dâvet etti. Kendisine İncil verildi (3/Âl-i İmrân, 48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27). İnsanları, tek ilâh olan Allah’a ibâdet ve kulluğa çağırmış, O’ndan başka tanrı olmadığını ilân ve tebliğ etmiştir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.” (3/Âl-i İmrân, 50-51). Havârilerine ve tüm insanlığa Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini müjdelemiştir (61/Saff, 6).

İsa Mesih, İsrâiloğullarına birçok mûcizeler gösterdiği halde bu mûcizelerin sahibinin Allah olduğunu, mûcizelerin kendi peygamberliğine alâmet olduğunu açık seçik ilân ettiği halde, onlar yine inanmaya yanaşmadılar, küfür ve inatlarında ısrar ettiler. Bütün bunlara rağmen İsa (a.s.) dâvâsından vazgeçmiyordu. “İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: ‘Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?’ dedi. Havârîler: ‘Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik, şâhit ol ki bizler müslümanlarız’ cevabını verdiler. (Havârîler ‘Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şâhitlerden yaz’ dediler.” 3/Âl-i İmrân, 52-53) Havâriler, Hz. İsa’nın yardım isteğine ânında cevap vermişler, Allah’ın yolunda yardım, sosyal nizamı gerçekleştirmeye yardım için derhal ileri atılmışlardı. Her dâvetçinin mutlaka yardımcılara ihtiyacı vardır. Rasûlullah da hicretten az önceki hac mevsiminde şöyle demişti: “Rabbimin sözünü tebliğde bana yardım edecek kimdir? Muhakkak ki Kureyş, Rabbimin sözünü tebliğ etmemi engelliyor.” Nihayet Allah, Medinelileri yardımcı yaptı. Havârî, Habeşçe’den Arapçaya geçmiş bir kelime olup “yardımcı” anlamına geliyordu. Hz. İsa’nın havârileri gibi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de yardımcıları çıktı. “Yardımcılar” anlamına geliyordu “ensâr” kelimesi de.

Havâriler Hz. İsa’ya yardım etmek istediklerinde, İsrâiloğulları, kendi süflî çıkarlarını zedeleyen peygamber hakkında komplo kurmuşlardı; ama Allah, onların tuzaklarını boşa çıkaracak, hilelerine karşılık verecekti (3/Âl-i İmrân, 54). Yahudiler Hz. İsa’yı, dönemin Kudüs valisi Romalı Pontus Pilatus’a şikâyet ederek şöyle dediler: “Birisi çıkmış, insanları saptırıyor, düzene ve krala itaatten insanları çeviriyor, bölücülük yapıyor, birliği parçalıyor, insanların arasına nifak sokuyor. Baba ile evlâdın arasını ayırıyor...” Hatta büyük bir iftira ile kötü kadının oğlu olduğunu bile söylemekten çekinmediler. Yöneticileri Hz. İsa’nın aleyhine tahrik ettiler. Havârilerden sayılan Yahuda da Hz. İsa’ya ihanet etti ve hıristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur’an ise şöyle der: “Halbuki onlar İsa’yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.” (4/Nisâ, 157) Allah, Nûh’u tûfandan, İbrâhim’i Nemrut’tan ve ateşten, Mûsâ’yı Firavun’dan ve boğulmaktan, Muhammed Mustafa’yı müşriklerin tuzaklarından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da, onu öldürmek isteyen yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa’ya ihanet ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek onu öldürtmüştür.

Onu kendi katına kaldırmıştır. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Âlimlerin çoğunluğuna göre, Allah onu kudretiyle manevî semâlardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir (Bkz. 43/Zuhruf, 61). Bu değerlendirmeye göre, cisim ve rûhuyla göğe yükseltilen Hz. İsa, Kıyâmet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir.

Bir başka anlayışa göre Allah onu yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat ettirmiş ve rûhunu semâdaki yerine kaldırmıştır. Kıyâmetten önce gelecek olan da onun rûhudur. “Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım...” (3/Âl-i İmrân, 55)

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (5/Mâide, 117)

“İsa şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (19/Meryem, 30-31)

Hz. İsa’yı ve annesini tanrılaştırıp teslis akidesini oluşturan hıristiyanlarla Hz. İsa, Kıyâmet gününde yüzleştirilecek ve böylece hıristiyanların uydurdukları yalan ve iftiralar tümüyle ortaya çıkacaktır (Bkz. 5/Mâide, 117).

Hıristiyanlık, Hz. İsa’ya ilk olarak inanan havârilerin kabullerinden oluşmaktadır. Aslında Kur’an’ın ifadesine göre, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği din hıristiyanlık, havâriler de hıristiyan değildi. Onlar saf ve temiz müslümanlardı: “Havârîler dediler ki: ‘Biz Allah'a iman ettik; şâhid ol ki biz müslümanlarız.” (3/Âl-i İmrân, 52). Sonra İslâm’dan ferâgat edilerek, özellikle Pavlos’un ve bazı mühtedî rolündeki yahûdilerin kasıtlı, bazı câhillerin de iyi niyetli tahrifleriyle hıristiyanlık adı altında yeni bir din ortaya çıktı. “Hıristiyanlık” ismini ilk kez kullanmaya başlayan 43-44 yıllarında Antakya’lı müşrikler oldu. Pavlos ve Barnabas Antakya yöresine gelip dinlerini yaymak istediklerinde, kendilerine karşı çıkan müşrikler onlara alaylı bir şekilde Mesîhî anlamına gelen “hıristiyan” dediler. Daha sonra bu isim yaygınlık kazandı ve o günden itibaren kullanılmaya başlandı. Ancak Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa’ya tâbi olanlara hiçbir zaman hıristiyan denilmemiştir. Onlara “nasârâ”, yani “yardımcılar” adı verilmiştir.[1]

Nasârâ, yani Hz. İsa’nın yardımcıları, onun insanların arasından çekilmesinden sonra çeşitli fırkalara ayrıldılar. Kimileri inkâr etmeye kalkarken, kimi de onu Tanrı’nın oğlu, hatta daha da ileri götürerek Tanrı ilân etmeye başladılar. Kur’an, bunların küfür ve şirklerini ilân ediyor: “Andolsun ki ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih: ‘Ey İsrâiloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibâdet/kulluk edin. Bilin ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar yoktur’ demişti. Andolsun ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki tek bir ilâhtan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diyegeldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap vardır.” (5/Mâide, 72-73 ve bkz. 9/Tevbe, 30-31)

İsa (a.s.) hakkında böyle fırkalara ayrılan İsrâiloğulları, yaklaşık üç yüz sene sonra Doğu Roma İmparatoru Konstantin hıristiyanlığı kabul etti. Onun putperest anlayışı benimsetmek ve hıristiyanlığı bozmak için bu dine girdiği de söylenir. Şurası kesindir ki, Konstantin, Mesih’in getirdiği dini devlet dini haline getirmek için değiştirip tahrif etti. Dinde atmalar ve katmalar yaptı. Tevhid içerikli İncilleri yaktırdığı gibi, papalığı ilk defa o ortaya çıkardı. Kiliselere resimler, heykeller, putlar girmeye başladı. Mesih’in işlediğini zannettikleri bir günah sebebiyle orucu on gün arttırdılar. Böylece Mesih’in dini Konstantin’in dini oldu. Bunun yanı sıran Konstantin, on iki binden fazla kilise, manastır yaptırdı. Kendi adıyla anılan Kostantiniyye (İstanbul) şehrini kurdu ve kraliyet ailesini yeni dine soktu.

Hıristiyanlar, Hz. İsa’dan sonra sadece tevhid kavramını zedelemekle kalmadılar. Bir çeşit putperestliğe de başladılar; azizlere, havârîlere, râhiplere ve mezarlara tapmaya başladılar. Kiliselere Hz. İsa, Hz. Meryem, havâriler, melekler ve hûrilerin heykelleri/putları yerleştirildi. 431 yılında papa kurulu bir araya gelerek Hz. İsa’nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem’in “Tanrı’nın anası” olduğu akîdesini resmen kabul ettiler. Yahûdilerin Tevrat’ı ve Hz. Mûsâ’nın dinini tahrif ettikleri gibi; hıristiyanlar da İncil’i ve Hz. İsa’nın getirdiği dini tahrif ettiler.[2]

Unutulmamalıdır ki, yeryüzündeki bütün dinlerden, sadece İslâmiyet, hıristiyanlığın temel inançlarından olan Hz. İsa’nın babasız olarak, iffetli ve dindar bir bâkireden doğduğunu kabul etmiştir. Yalnız müslümanlar, Hz. İsa’nın peygamber, hem de vahy ürünü olan, içinde hikmet ve nur olan İncil’i getiren büyük peygamber olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların, kendilerine müslümanlardan çok yakın kabul ettikleri yahudiler, bütün bu konularda inançsızdırlar ve de Hz. İsa’yı kendilerinin öldürdüklerini ileri sürerek bununla iftihar bile ederler. Yahûdiler, Hz. İsa’nın peygamberliğine de, İncil’in vahy ürünü kutsal bir kitap olduğuna da inanmazlar.

Hz. İsa, ancak üç yıl tebliğini sürdürme fırsatı bulmuş, 33 yaşında, gençlik döneminde tevhidi hâkim kılmaya çalıştığı toplumunun arasından ayrılmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği tevhid dini, Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra tanınmayacak kadar şirk ve küfür unsurları katılarak hak din vasfını kaybetmiştir. Dinin bu tebdil ve tahrifinde en büyük pay ve en büyük vebal, Hz. İsa’nın yoluna ihanet eden Pavlos’un ve ona körü körüne uyan papazlarındır.[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi: 1/544.

[2] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri: 81-82.

[3] Ahmet Kalkan Kur’ani Kavramlar: 1610-1613.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:22   #3
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa:


“İsa” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de 25 yerde geçer. Hz. İsa’nın lâkabı olan “Mesîh” 11 yerde ve çoğunluğu “İbn Meryem” şeklinde olmak üzere “Meryem” ismi de 34 yerde kullanılır. İsa ismi, Kur’ân-ı Kerim’de geçen âyetlerin tümünde “İbn Meryem -Meryem oğlu-” ifadesiyle geçer. Bu şekilde kullanılması, Hz. İsa’nın bir beşer olduğu ve bir beşerden doğduğunun vurgulanması için olmalıdır.

İsa, Meryem’in oğludur. Bâkire olan Meryem’den Allah’ın yaratıcı kudretinin bir nişânesi olarak doğmuştur; Allah’tan bir kelime’dir veya Allah’ın kelimesi’dir (3/Âl-i İmrân, 45; 4/Nisâ, 171; 19/Meryem, 34) ki, Allah onu Meryem’e ilka etmiş ve ona “Kün (Ol)!” demiş o da olmuştur (4/Nisâ, 171). Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelişini yadırgayanlara Kur’an, Hz. Âdem’i örnek göstermektedir. Allah Âdem’i nasıl anasız ve babasız yaratmışsa ve buna gücü yetmişse İsa’yı da babasız yaratmıştır. Bunda Allah'a ve O’nun yüce kudretine iman edenler için bir gariplik yoktur (3/Âl-i İmrân, 59).

Hz. İsa’nın bir ünvan ve sıfatı da Mesih’tir. Melekler şöyle demişti: “Ey Meryem, Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir.” (3/Âl-i İmrân, 45) Bir âyette İsa’dan “Allah’ın rûhu” olarak bahsedilmektedir: “Meryem oğlu İsa Mesih... O’ndan bir rûhtur.” (4/Nisâ, 171) Başka âyetlerde Yüce Allah’ın Âdem’e de rûhundan üflediği ifade edilmiştir (bkz. 15/Hıcr, 29; 38/Sâd, 72). Kur’an’da geçen “Kendinden bir rûh”, “Allah’tan bir rûh”, “Rûhumuzdan” ifadeleri, Allah’ın emrinden, yaratıklar âleminden bir rûh demektir. Allah’ın rûhu, hâşâ Allah’ın kendisi demek değildir. Bir erkek olmadan, sırf melek vasıtasıyla üflenen ruhtan yaratıldığı için, Hz. İsa’ya “Allah’tan bir rûh” veya “Rûhumuzdan” denmiştir. “Meryem’e kendi rûhumuzdan üfledik” âyeti de aynı anlamdadır. Bazı şeylerin Allah'a nisbet edilmesi, onların Allah katındaki değer ve itibarını belirtmek içindir. Hz. İsa da, Allah’ın yarattığı ruhtan, sperm aracılığı olmadan ve sadece meleğin üflemesiyle ana rahminde oluştuğu için “Allah’tan bir rûh” denmiştir.

Hz. İsa, Kur’ân-ı Kerim’e göre ancak bir kuldur (43/Zuhruf, 59). Abdullah, yani Allah’ın kuludur (19/Meryem, 30). Kur’an, onun kul olmanın ötesinde bir sıfatla anılmasını veya insan üstü bir varlık olarak düşünülmesini kesin ifadelerle reddeder ve Hz. İsa’nın da, gözde meleklerin de Allah'a kul olmaktan asla çekinmeyeceklerini belirtir (4/Nisâ, 171). Kendilerini Allah’ın kulu olarak ifade etmekten onur duyan peygamberlere tapılmaz, onlara tanrı muâmelesi yapılmaz.

İsa (a.s.) dünya ve âhirette şerefli (vecîh) ve Allah'a yakın kılınanlardandır (mukarrabîn) (3/Âl-i İmrân, 45); mübârek (19/Meryem, 31), yani kendisinde başkaları için hayır ve bereket bulunan biridir. Beşikte iken konuşmuştur (3/Âl-i İmrân, 46; 5/Mâide, 110). Şahsiyet olarak cebbâr, zorba ve şakî biri değildir (19/Meryem, 32). Bir nebîdir: “Allah beni nebî/peygamber yaptı.” (19/Meryem, 30); rasûldür (4/Nisâ, 156, 171; 5/Mâide, 79; 61/Saff, 6); Kitabı vardır (19/Meryem, 30). “Kavlu’l-Hakk” hakikatin sözüdür veya gerçek sözdür (19/Meryem, 34). Sâlihler (iyiler)dendir (3/Âl-i İmrân, 46; 6/En’âm, 85). Muhâtaplarına “beni ilâh edinin” dememiştir (5/Mâide, 116); Kitabının adı İncil’dir (5/Mâide, 50; 57/Hadîd, 27). Kendinden önce geçen peygamberleri ve kutsal kitapları tasdik edip doğrulayan bir Allah elçisidir (5/Mâide, 46; 3/Âl-i İmrân, 50). Kendisi ve anası mûcize oldukları gibi (23/Mü’minûn, 50), peygamberliği de bir mûcize ve rahmettir (19/Meryem, 21).

Hz. İsa, İsrâiloğullarına bir mesel, bir remz kılınmış (43/Zuhruf, 57, 59), muhâtaplarına belgeler ve hikmet getirmiş (43/Zuhruf, 63; 5/Mâide, 109; 2/Bakara, 87, 253) ve Allah tarafından Rûhu’l-Kuds ile desteklenmiştir (2/Bakara, 87). Allah kendisine Kitab’ı, hikmeti, Tevrâtı’ı ve İncil’i öğretmiştir (5/Mâide, 110). İnkâr eden yahûdiler onun dili ile lânetlenmiştir (5/Mâide, 78).

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini haber vermiştir: “Ey İsrâil oğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim.” (61/Saff, 6). Tevrat’ta olduğu gibi İncil’de de “ümmî peygamber”in geleceği yazılıdır (7/A’râf, 157). Hz. İsa’nın has ve sâdık arkadaşları havârîler Allah'a ve O’nun elçisi Hz. İsa’ya iman ederek müslüman olmuşlardır (3/Âl-i İmrân, 52-53; 5/Mâide, 111; 61/Saff, 14).

Kur’ân-ı Kerim Hz. İsa’nın bazı mûcizelerine de temas etmektedir. Allah’ın izni ile o, ölüleri diriltmiş, hastalara şifa vermiş, balçıktan kuşlar yaparak onlara can vermiş, anadan doğma körü, alaca hastalığına tutulmuş kişiyi iyileştirmiş, İsrâil oğullarının yediklerini ve evlerinde sakladıkları şeyleri kendilerine haber vermiştir (5/Mâide, 10; 3/Âl-i İmrân, 49). Hz. İsa, kulluk görevlerini bizzat yaptığını muhâtapları olan insanlara ifade etmiş, Allah’ın kendisine namaz kılmayı, zekât vermeyi, annesine iyi davranmayı emrettiğini açıklamıştır (19/Meryem, 33).

Kur’an, Hz. İsa hakkında gerçek dışı inançlarında ısrar eden ehl-i kitabın dinde taşkınlık yapmamalarını, teslisten (üç tanrı anlayışı) vazgeçip Allah’ı birlemelerini emretmiştir (4/Nisâ, 171). Kur’an, bu âyetin dışında, değişik yerlerde de Allah’ın “çocuğu olmadığı” gerçeğini vurgular. (bkz. 2/Bakara, 116; 10/Yûnus, 68; 17/İsrâ, 170; 19/Meryem, 88, 92; 21/Enbiyâ, 26; 25/Furkan, 2; 112/İhlâs, 3). İsa (a.s.) kendisine insan olmanın dışında bir sıfat izâfe etmek isteyenlere “kul” olduğunu hatırlatma ihtiyacı duymuştur: “Ben şüphesiz Allah’ın kuluyum.” (19/Meryem, 30). Allah’ın bu konudaki soracağı soruya karşı: “Ben onlara sadece ‘Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ diye bana emrettiğini söyledim” diyecektir (5/Mâide, 117).

Kur’an, bütün peygamberlerin yolunun ve tabiatıyla Hz. İsa’nın yolunun da “İslâm” olduğunu, onların müslüman olarak ölmeyi çocuklarına vasiyet edip öğütlediklerini (2/Bakara, 132); kendilerini teslim olanlardan kılması, nesillerinden de teslim olan müslüman bir ümmet göndermesi için Yüce Allah'a duâda bulunduklarını (2/Bakara, 128) zikrettikten sonra şu soruyu yöneltmektedir: “Yoksa siz, İbrâhim, İsmâil, İshak, Yakup ve torunlarının, yahûdi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: ‘Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” (2/Bakara, 140)

Hz. Muhammed (s.a.s.), İsrâiloğullarına ve hıristiyanlara da gönderilmiş bir peygamberdir. O, ehl-i kitabın gizledikleri ve sakladıkları şeylerin çoğunu kendilerine açıklamıştır. Ancak yahûdi ve hıristiyan toplumlar, kendilerini “Allah’ın oğulları ve sevgilileri” sayarak O’na karşı çıkmışlardır. Ehl-i kitap, aynı zamanda Uzeyr’i, İsa (a.s.)’yı Allah’ın oğlu sayan kimselerdir ve bu davranışlarından dolayı küfre girmişlerdir (5/Mâide, 12-18). Halbuki Allah, İhlâs sûresinde de ifade edildiği gibi tektir, birdir, ortağı yoktur, mutlak hüküm sahibidir, hiçbir şeye muhtaç değildir; kimseden doğmadığı gibi kimseyi de doğurmamıştır. Onların küfür ve şirk anlayışları, bir âyette şöyle cevaplandırılır: “Allah, Meryem oğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi dilerse kim O’na karşı koyabilir?” (5/Mâide,17).

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:23   #4
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Kur’an, Hz. İsa’nın tevhid inancını tebliğ eden bir Allah elçisi olduğunu açıklar ve onun tanrılaştırılmasına şiddetle karşı çıkar; Kur’an’a göre ona verilen gerçek İncil, bir hidâyet ve nur kaynağıdır; öğüt vericidir, yol göstericidir (5/Mâide, 46). Hz. İsa’ya verilen saf ve gerçek İncil’de hıristiyanlara, Allah'a ve âhiret gününe iman etmeleri ve iyi işler yapmaları emredilmiştir. Fakat ehl-i kitap, Tevrat ve İncil’e uymamış, Rabbe kul olanlar ve bilginler günah söylemek, haram yemekten çevresindekileri yasaklamamışlardır (5/Mâide, 63).

Hıristiyanların bu konudaki yanlış anlayışlarına cevap mâhiyetinde Kur’an, Hz. İsa konusunda sapık anlayışları düzeltir: “Meryem oğlu Mesih (İsa), sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğru biridir. İkisi de (diğer insanlar gibi) yemek yerlerdi...” (5/Mâide, 75). Hz. İsa da, kendisinden önce yaşamış peygamberler gibi normal bir insandı; Allah’ın elçisi idi. Diğerlerinden farklı bir yanı yoktu. Her peygamber gibi o da Allah’ın izni ile bazı mûcizeler göstermişti. Diğer insanlardan farkı olarak, tek hârikulâdeliği babasız dünyaya gelmiş olmasıydı. Onun sadece bu gözle görülmesi, böyle düşünülmesi gerekirdi. Fakat hıristiyanlar böyle davranmadılar. Onu Allah’ın tanıttığından başka türlü tanımaya ve tanıtmaya çalıştılar. Azıp saptılar; doğru yoldan çıktılar ve: “Hıristiyanlar, ‘Mesih, Allah’ın oğludur’ dediler.” (9/Tevbe, 30). Allah’ın oğlu ve kızı olmayacağı gerçeğini bir kenara ittiler. Peygamberlerin uyarılarını dikkate almadılar. Kur’an, onların bu iddialarının hiçbir haklı ve mantıkî gerekçesinin olmadığını, “Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir.” şeklinde ortaya koyar. Ve bu inançlarıyla da müşriklere benzediklerini belirtir (9/Tevbe, 30). Gerçekleri bu ölçüde saptıran kişileri de şöyle lânetler: “Allah onları kahretsin!” (9/Tevbe, 30).

Hıristiyanlar Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu demekle yetinmediler. Daha da ileri gittiler: “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir, dediler.” (5/Mâide, 17). Bu sözleriyle Meryem oğlu Mesih’in Allah olduğunu öne sürdüler. Kur’an, bir başka âyette hıristiyanların Hz. İsa ile ilgili tanrılık iddialarının bir başka yönüne de işaret eder: “(Hıristiyanlar) Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler.” (9/Tevbe, 31) “Oysa kendilerine yalnız tek mâbud olan Allah'a ibâdet/kulluk etmeleri emredilmişti” (9/Tevbe, 31). Bu emri dinlemediler. Azdılar ve saptılar. Şirkin en kötüsüne düştüler . Halbuki, Hz. İsa’nın dilinden kendilerine şöyle seslenilmişti: “... Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibâdet/kulluk edin (şirke düşmeyin). Zira kim Allah'a şirk/ortak koşarsa, şüphe yok ki Allah ona Cenneti haram etmiştir ve onun (neticede dönüp dolaşıp) varacağı yer Cehennemdir; zâlimlerin (böyle şirke düşenlerin) asla yardımcıları yoktur.” (5/Mâide, 72).

Hıristiyanlar, Hz. İsa’ya Allah veya Rab dedikleri gibi, anası Hz. Meryem’e de bu hususta bir pâye verdiler. Bir âyette Yüce Allah Hz. İsa’ya şöyle hitap eder: “Ey Meryem oğlu İsa! ‘Beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilâh edinin’ diye sen mi söyledin insanlara?” (5/Mâide, 116). Bütün gayesi, insanlara tevhidi, Allah’ın hak ve tek mâbud olduğunu öğretmekten ibaret olan bir peygamber kendisinin veya anasının ilâh olduğunu, kendisine veya anasına tapılmasını arzu edebilir mi? Bunun için en küçük bir îmada bulunabilir mi? Elbette bulunamaz. Nitekim, Hz. İsa, bu ağır ithama şöyle karşılık vermiştir: “Hâşâ, dedi, Sen yücesin. Benim için (böylesine) gerçek dışı bir şeyi söylemek yakışmaz. Eğer söylemiş olsam Sen bunu bilirsin.” (5/Mâide, 116). Hz. İsâ muhataplarına neyi telkin ve tavsiye ettiğini açıklama ihtiyacı duydu ve şöyle devam etti: “Ben onlara; ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibâdet/kulluk edin’ diye Senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim.” (5/Mâide, 117)

Ehl-i kitabın yanlış söz ve inançlarını eleştiren Kur’an, şöyle emir ve tavsiye eder: “Allah'a ve elçilerine iman edin; (ilâhlar) üçtür demeyin! Kendi faydanıza olarak buna son verin... Allah, ancak bir tek ilâhtır.” (4/Nisâ, 171). Yahûdiler de: “Meryem oğlu Mesih’i öldürdük” dediler (4/Nisâ, 157) Rab ölür mü? Allah -hâşâ- öldürülür mü? Ölen veya öldürülen varlık ilâh olur mu, düşünmediler. Allah, gerçekleri kabul etmeyişleri sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir (4/Nisâ, 155). Yahûdilerin önemli bir yanlışı da şöyle düzeltilir: “Onlar onu (Hz. İsa’yı) öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Kesin olarak onu öldürmediler.” (4/Nisâ, 157).

Peygamberimiz ve bütün peygamberler gibi Hz. İsa da, muhâtaplarının çeşitli ithamlarına mâruz kalmıştır: “(İsa) İsrâiloğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkâr edenler, ‘bu apaçık bir büyüdür’ demişlerdi.” (5/Mâide, 110 ve benzer ifade için bkz. 61/Saff, 6). Yüce Allah onların vermeleri muhtemel zararlardan İsa (a.s.)’yı korumuştu (5/Mâide, 110).[1]

Hz. İsa ile ilgili, Onun hayatını, tebliğ ve mücâdelesini anlatan âyetleri görelim:

“...Meryem oğlu İsa’ya da mûcizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik...“ (2/Bakara, 87)

“Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrâhim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. Allah işiten ve bilendir. İmrân’ın karısı şöyle demişti: ‘Rabbim! Karnımdakini âzatlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sensin.’ Onu doğurunca, Allah, ne doğurduğunu bilip dururken: ‘Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu Senin korumanı diliyorum’ dedi. Rabbi Meryem’e hüsnü kabul gösterdi; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyyâ’yı da onun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyyâ, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?’ der; o da: ‘Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine sayısız rızık verir’ derdi.” (3/Âl-i İmrân, 33-37)

“Melekler demişlerdi ki: ‘Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesîh’dir; dünyada, âhirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır. O, sâlihlerden olarak beşikte iken ve yetişkinlik halinde insanlara (peygamber sözleriyle) konuşacak.’ Meryem: ‘Rabbim! dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?’ Allah şöyle buyurdu: ‘İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece ‘ol!’ der; o da oluverir.’ (Melekler, Meryem’e hitâben İsa hakkında sözlerine devam ettiler ‘Allah ona Kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i öğretecek. O, İsrâiloğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek ‘Size Rabbinizden bir mûcize getirdim: Size çamurdan bir kuş sûreti yapar, ona üflerim ve Allah’ın izni ile o, kuş oluverir. Yine Allah’ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’min kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mûcize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin. Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur.’

İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: ‘Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?’ dedi. Havârîler: ‘Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik, şâhit ol ki bizler müslümanlarız’ cevabını verdiler. (Havârîler ‘Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şâhitlerden yaz’ dediler. (Yahûdiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır. Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben hükmedeceğim.” (3/Âl-i İmrân, 45-55)

“Allah yanında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona ‘Ol!’ dedi ve oluverdi.” (3/Âl-i İmrân, 59)

“Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’in üzerine büyük bir iftira atmalarından. Ve ‘Allah’ın rasûlü, Meryem oğlu İsa’yı öldürdük’ demeleri yüzünden... Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık/şüphe içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendine yüceltmiştir. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şâhit olacaktır.” (4/Nisâ, 156-159)

“Ey ehl-i kitab! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında, gerçekten başkasını söylemeyin. Mesih, ancak Meryem’in oğlu İsa’dır, (O) Allah’ın rasûlüdür, Meryem’e ulaştırdığı (“Ol=kün”) kelimesi(nin eseri)dir, O’ndan (O’nun tarafından gönderilmiş, yahut te’yid edilmiş, veya Cebrâil tarafından üfürülmüş) bir ruhtur. Allah'a ve peygamberine iman edin. ‘(Tanrı) üçtür’ demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilâhtır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter. Ne Mesih ve ne de Allah'a yakın melekler, Allah’ın kulu olmaktan çekinirler. O’na kulluktan çekinip büyüklenen kimselerin hepsini (Allah) yakında huzuruna toplayacaktır.” (4/Nisâ, 171-172)

“Allah o zaman şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes rûh (Cebrâil) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrât ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen Benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine Benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ölüleri Benim iznimle (hayata) çıkarıyordun. Hani İsrâiloğullarını (seni öldürmekten) önlemiştim; kendilerine apaçık deliller (mûcizeler) getirdiğin zaman inkâr edenler: ‘Bu apaçık bir sihirdir, başka değil’ demişlerdi.” (5/Mâide, 110)

“Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: ‘Beni ve anamı, Allah’tan başka iki tanrı bilin’ diye sen mi dedin?’ buyurduğu zaman o şöyle dedi: ‘Hâşâ! Seni tenzih ederim; Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin; halbuki ben Senin zâtında olanı bilmem. Gaybı/gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (5/Mâide, 116-117)

“(Rasûlüm!) Kitapta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti. Meryem, onlara karşı bir perde çekmişti. Derken, Biz ona rûhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem dedi ki: ‘Senden, çok merhametli olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma). Ruh: ‘Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim’ dedi. Meryem: ‘Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?’ dedi. Melek: ‘Öyledir, (zira) Rabbin buyurdu ki: ‘Bu Bana kolaydır. Çünkü Biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız’ dedi. Bu, hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi. Meryem ona hâmile kaldı. Bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. ‘Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!’

Altından (İsa veya melek) ona şöyle seslendi: ‘Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki, üzerine olgun taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: ‘Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım. Nihayet onu kucağında taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: ‘Ey Meryem! Hakikaten sen çok garip bir iş yapmışsın! Ey Hârun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi. Bunun üzerine çocuğu gösterdi. ‘Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz? Çocuk şöyle dedi: ‘Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O, beni mübârek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır. İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa, Hak sözünce budur. Allah için bir evlât edinmek, olur şey değildir. O, münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece ‘Ol!’ der ve hemen olur. Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur.” (19/Meryem, 16-36)

Ve birkaç hadis-i şerif: “Ben, dünyada da âhirette de Meryem’in oğluna insanların en yakınıyım. Benimle onun arasında başka bir peygamber yok. Peygamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.” (Buhârî, Enbiyâ, 44; Müslim, Fezâil 145, hd. no: 2365; Ebû Dâvud, Sünnet 14, hd. no: 4675; Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 179-180)

“Nasârânın (hıristiyanların) İbn Meryem’i (Hz. İsa’yı) bâtıl üzere medhettikleri gibi siz de beni medhetmekte mübâlâğa etmeyin! Şüphesiz ki, ben bir kulum; bana: ‘Allah’ın kulu ve O’nun rasûlü’ deyin.” (S. Buhâri Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 181)

“Zamanındaki dünya kadınlarının hayırlısı İmrân kızı Meryem’dir. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hadîce’dir.” (S. Buhâri Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 167)[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hz. İsa’nın hayatı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Abdullah Aydemir, Peygamberler: 235-265; Ahmet Kalkan Kur’ani Kavramlar: 1614-1616.

[2] Ahmet Kalkan Kur’ani Kavramlar: 1617-1619.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:23   #5
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Hıristiyanlara Göre Hz. İsa:


Hıristiyan kaynaklarına göre Hz. İsa, yaklaşık 30 yaşına geldiği zaman, Vaftizci Yahya insanları şu tarzda uyarmaya başlamıştı: “Tevbe edin, çünkü göklerin saltanatı yakındır.” (Matta, 3/1). Vaftizci Yahya’nın Yahûdiye çölündeki bu irşad hareketine Hz. İsa da katılmış ve diğer insanlarla beraber o da vaftiz edilmişti. Bir gün duâ ederken gökler açılmış ve kendisine “Rûhu’l-Kuds” aracılığı ile ilk “ses” gelmiştir (Luka, 3/21). Hz. İsa’nın söyledikleri halkı sevindirmiş ve onun etrafında kümelenmelerine yol açmıştır. Ancak yahûdilerin önderleriyle okumuşları onu devrimci bulmuş ve öğrettiklerini tehlikeli saymışlardır. Önceleri ses çıkarmamışlarken, sonraları amansız düşman kesilmişlerdir. Bundan sonra Hz. İsa “şâkirtler” (Kur’an’da “Havârîler”) diye anılan 12 öğrenci ile daha çok meşgul olmuş ve onları eğitmiştir. Baştan kendisinden hoşlanan halk, karşı telkinlerin de etkisiyle onu reddetmiş, hatta ailesi bile bu harekete sıcak bakmaz olmuştur. Kudüs’teki dinî otoritelerin İsa (a.s.)’yı tutuklatmalarından önce onun aktif bir çalışma içinde olduğu anlaşılmaktadır (bkz. Rasullerin İşleri, 10/37-38; İşaya, 61/1-2; Luka, 4/16-19). Tutuklanan Hz. İsa, yahûdi yüksek mahkemesince ölüme mahkûm edilmiş, bu mahkûmiyet Roma valisince çarmıha germe şekline dönüştürülmüştür.

İsa (a.s.)’nın askerlerce götürülmesi ve tutuklanması üzerine bütün öğrencileri ve sevenleri kendisini yalnız bırakmışlardır. Belki de pek çoğu ümitleri tamamen sönmüş vaziyette evlerine çekilmişlerdir. Haçta ölen ve mezarı kapatılan Hz. İsa’nın kabrinin iki gün sonra boş bulunduğu söylenmektedir (Markos, 16/2-6; Rasullerin İşleri, 2/23-24; Luka, 24/44-51). Hz. İsa’nın mezarından kıyam etmiş olduğuna kendi öğrencileri (Havâriler) bile önceden güçlükle inanmışken, sonradan, onun yaşadığı kanaatini benimsemişlerdir (Bkz. Luka, 24/44-51).

Hıristiyanların temel inançlarından biri, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesiyle ilgilidir. Hz. Âdem, yasak meyveyi yiyerek Allah'a âsi olunca onun bu günahı soyunda devam edegeldi. Âdem soyundan gelen bütün insanlar, atalarının işlediği, kendilerine miras kalan bu günah yüküyle doğarlar. İnsanlar, hem kendi işledikleri günahlarından ve hem de babaları Âdem’in günahından ötürü cezaya müstahak oldular. Adâlet ve merhamet sahibi Allah için, Âdem ve soyunda ortaya çıkan bu günah yüzünden bir problem ortaya çıktı: Âdemoğullarını cezalandırması rahmetine aykırı olacak, cezalandırmaması da adâletine aykırı düşecekti. İşte Allah, düşündü; nihayet günümüzden yaklaşık iki bin sene önce, bu iki sıfatını bağdaştırmanın yolunu buldu: Kendi nefsi olan oğlunu, çocuk şeklinde bir kadının karnına koyacak, tam bir insan olarak dünyaya gelecek, insanlar gibi yiyip içecek, yaşayacak ve sonunda düşmanların zulmüne uğrayarak asılacak, böylece kendi nefsi olan oğlunu fedâ ederek insanlığı ezelî günahından kurtaracaktı. Öyle yaptı. İşte İsa’nın asılması, Allah’ın oğlunun, insanları ezelî günahtan kurtarmak için kendini fedâ etmesidir.

Eldeki 4 İncillerin hepsinde Hz. İsa’nın haça gerildiği belirtilirken, aynı zamanda haça gerilen kimsenin lânetli olduğu da belirtilir. Güya Hz. İsa, tüm insanlık uğruna kendini feda ederken, lânete müstahak da olmuş, ödül yerine ceza almıştır. Kitab-ı Mukaddes’te bu konu şöyle ifade edilir: “Mesih, bizim uğrumuza lânet olmuş olarak bizi şeriatın lânetinden kurtardı; çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç üzerine her asılan lânetlidir.” (Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14). Bu konu, Ahd-i Atik’te (Tevrat’ta) şöyle yer alır: “...Asılmış olan adam Allah tarafından lânetlidir.” (Tesniye, 21/23). Hem tanrı ve hem de lânetli olmak! Tam dalâlet ehlinin/sapıkların, aklını kullanmayan, kitaplarını tahrif ve dinlerini oyuncak edenlerin anlayışı...

Aslında çarmıha gerilme ve göğe kaldırılma inancı, eski dinlerden beri süregelen bir inançtır; şirk inancı. İnsanlık için kendini fedâ etme hikâyesi, çeşitli toplumlarda din kurucusu ve liderlerine uyarlanmıştır. İlâhî adâlete ve mantığa uymayan bu itikad, putperestlikten hıristiyanlığa geçmiştir. Hinduizm’de de insanlığın ezelî günahından ve bunun kaldırılması için babasız dünyaya gelen Krişna’nın, kendisini fedâ ettiğinden, asılırken başında altın bir taç bulunduğundan söz edilir. Krişna, elleri ayakları delinerek, yani çivilenerek asılmıştır. Hıristiyanlara göre de İsa asılırken başında dikenden bir taç vardı. Eski Uzakdoğu dinlerinin birçoğunda elleri ayakları çivilenerek asılmak suretiyle insanlığı ezelî günahtan kurtaran bir din büyüğünden söz edilir ve bu adam, Allah’ın insan biçiminde bir görüntüsü kabul edilir (M. Reşid Rızâ, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm, c. 6, s. 32-33).

Şeyh Tantâvi, İsa (a.s.)’nın çarmıha gerilmesi hikâyesinin, bir Bâbil efsânesinden hıristiyanlığa adapte edilmiş olduğunu, müslümanlığı kabul etmiş olan Lord Headly’nin “İslâm İçin Batılıları İkaz” adlı kitabından naklediyor. Lord Headly, 1903-1904 yıllarında Alman arkeologlar tarafından keşfedilen Asur yazısıyla yazılmış iki Bâbil yazıtından Bill’in dramının, aynen hıristiyanlığın kabul ettiği İsa dramına benzediğini 14 benzer delil göstererek izah ediyor (Tantavî, El-Cevâhir, 10/23; naklen S. Ateş, K. Ans. 10/213-214). Yine, Yunan mitolojisindeki, diğer tanrılar görmeden ateşi çalıp insanlara götüren ve sonra tanrıların yakalayıp cezalandırdığı, insanlık için kendini feda eden Promete adlı Yunan tanrısının etkisi vardır.

Allah’ın Hz. İsa’nın doğumuna dek bu kadar yıl -hâşâ- kullarını kurtaracak bir yol bulamaması, Hz. Âdem’den binlerce yıl sonra ancak çare bulabilmesi, -hâşâ- bu uzun süre içinde câhil ve âciz kalması, Hz. İsa’dan önce yaşamış insanların günahkâr ve cehennemlik olarak ölmesi, içlerinde peygamberlerin de bulunduğu bu insanların kendi işlemedikleri suçtan mahkûm olmalarının adâletle nasıl bağdaşacağı, Allah’ın bir günahı direkt bağışlamaya gücünün yetip yetmemesi, İsa’nın asılmasından başka çarenin niçin olmadığı, kendi oğlunun haça gerilmesinin ayrıca bir suç teşkil edip edilmemesi, Allah’ın âciz ve zayıf bir çocuk şekline girip anne karnında kalan zavallı biri olarak görülmesinin ilâhî azametle/yücelikle nasıl bağdaşacağı, haça gerilenin İncillere göre mel’ûn kabul edilmesiyle (bkz. Pavlus’un Galatyalılara Mektubu, 3/14; Tesniye, 21/23) bu olayın bağdaştırılması gibi nice sorular sorulabilir; ama hıristiyanlardan pek mantıklı cevap alınamaz. Çünkü, aklı bırakmadan hıristiyan olunamayacağı belirtilir.

Hemen tüm hıristiyanlara göre İsa, Tanrı’dır, Tanrı’nın oğludur. Tanrı, hem birdir, hem üçtür; üçlü koalisyon olarak insanları gökten yönetmektedirler. Hz. İsa, insanların doğuştan sahip oldukları aslî günahın keffâreti olarak kendini insanlık için fedâ etmiştir.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:23   #6
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Hz. İsa’nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular:


Kur’an, Hz. İsa’nın haça gerilmediğini, idam edilmediğini kesin bir dille belirtirken, bu olayın şâhitlerinin de kuşkularını dile getirir: “Onlar bu konuda derin bir kuşku içindedirler, sözleri kesin bilgiye değil; zanna dayanmaktadır. Onu kesin biçimde öldürmediler.” (4/Nisâ, 158) İncillerde Hz. İsa’nın şâkirtlerine: “Bu gece hepiniz benim hakkımda kuşkuya düşeceksiniz” dediği belirtiliyor. İsa’nın bizzat öğrencileri, onun hakkında kuşkuya düşeceklerine göre, olayı sisleyen zaman aşımından sonra gelenlerin kuşkuya düşmeleri gayet doğaldır. Bugünkü 4 İncil’de İsa (a.s.)’nın çarmıha gerilip daha sonra göğe kaldırıldığı, birbiriyle hayli çelişik biçimlerde anlatılmaktadır. (Bu çelişkiler için karşılaştırın: Matta, 26-27. Bap; Markos, 13; Luka, 23-24; Yuhanna, 13. baplar)

İncillere göre çarmıha gerilme olayı gece olmuştu. İsa’yı yakalamağa gelenler onu tanımıyorlardı. Askerler geldikleri zaman, bütün şâkirtleri (havârileri) İsa’nın yanından kaçmışlardı. Sadece Petrus, çok uzaklardan olayı seyretmiş, ama askerlerin Hz. İsa’yı yakaladıklarını yakından görememişti. Demek ki Hz. İsa’nın yakalanışını ve çarmıha gerilişini, onu tanıyanlardan hiç kimse görmemişti. Onu ihbar eden Yahuda da İsa (a.s.) yakalandıktan sonra bir daha görülmemiştir.

İncillerin anlatımından, vali Platus’un İsa’yı sevdiği, onu korumak istediği anlaşılmaktadır. Nitekim yahûdi kâhinlerine, bu suçsuz adamı asmak istemediğini, onun yerine başka birini asmaya râzı olmalarını önermişti. Yahûdiler ille onun asılmasını isteyince, vâli, İsa’yı yakalayıp onun yerine bir başkasını İsa diye çarmıha gerdirmiş olabilir. Nasıl olsa kâhinler ve askerler içinde İsa’yı tanıyan yoktu. Yine İncillere göre, çarmıha gerildikten sonra İsa’nın kabrine gidenler, onun cesedini görememişlerdi. Demek ki İsa çarmıha gerilmemişti. Fakat onlar İsa’nın mutlaka çarmıha gerilip öldürüldüğüne inandıkları için cesedini kabirde göremeyince İsa’nın dirilip cesediyle birlikte göğe çıkartıldığına inandılar.

İsa’nın şâkirtleri, Taberiye gölünde balıkçılık yapan kimselerdi. Öyle parlak zekâlı, bilgin kişiler değillerdi. Bir olayın bütün yanları görülüp anlaşılmayınca özellikle ümmî insanlar arasında efsaneleştirme, olaya olağanüstülük niteliği verme eğilimi vardır. İşte İsa (a.s.)’nın cesedinin kaldırılıp göğe yükseltilmesi inancı da olayın niteliğinin bilinmemesinden doğmuştur. Peygamberlerin mûcizesi elbette vardır, ama ölen kimsenin dirilip cesediyle birlikte göğe çıkması Kur’an’da sünnetullah denen ilâhî yasalara aykırıdır.

Yine Kur’an’ın Hz. İsa’nın asılmadığını ve bu konuda şâhitlerin şüpheye düştüğüyle ilgili diğer bir izah tarzı şudur: Hz. İsa’yı öldürecek olanlar, İncillerin verdiği habere göre onu tanımıyorlardı. İncillere göre otuz gümüş karşılığında İsa’nın bulunduğu yeri haber veren şâkirdi/havârisi Yahuda İskaryot, askerlere: “Ben kimi öpersem, İsa odur, onu yakalayın” diye işaret vermişti (Matta, 26/48). Barnaba İncilinde askerlerin, İsa sanarak Yahuda İskaryot’u yakaladıkları, çünkü onun İsa’ya benzetildiği belirtilir (Barnaba, fasıl 210, s. 309). Dört İncil’le Barnaba İncili’nin birleştiği nokta, İsa’yı yakalamağa gelenlerin, onu tanımadıklarıdır. Tanımadıklarına göre yakaladıkları şahsın isa olduğundan emin olamazlardı. Hıristiyanlarca mûteber İncillerden üçü, Yahuda’nın, yaptığı ihanete pişman olarak İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra kaybolup görünmediğini söylüyor. Kimine göre İsa, yakalanınca Yahuda üzüntüden kendisini asmış (Matta, 27/5), kimine göre de Yahuda İsa’yı haber vermesi karşılığında aldığı paralarla bir tarla satın almış, oradaki tepeden baş aşağı düşüp ortadan çatlamış, bütün bağırsakları dökülmüştür (Rasullerin İşleri, 1/18).

Bu rivâyetler, İsa (a.s.)’nın yakalanmasından sonra Yahuda’nın bir daha görünmediğinde birleşiyorlar. Ama onun âkıbeti hakkında kesin bilgi yoktur. Gerçekten görünmemiştir, çünkü İsa yerine o asılmıştır. M. Reşid Rızâ, bu konuda özetle şöyle diyor: “İsa’ya çok benzeyen Yahuda, önce İsa’nın saklandığı yeri para karşılığında askerlere haber verdi. Sonra bu yaptığına pişman oldu, vicdan azabından kurtulmak için kendisini İsa diye tanıtıp asıldı. Hıristiyan kaynaklarında İsa’yı haber veren Yahuda’nın İsa’nın asılmasından sonra bir daha görülmeyip intihar ettiği belirtilir. Kendini İsa diye tanıtıp askerlere teslim olması da bir çeşit intihardır. Demek ki Kur’an’ın dediği gibi Allah, İsa’ya ikram edip onu düşmanlarının elinden kurtarmış ve İsa, gizlice başka bir ülkeye gidip normal hayatını yaşadıktan sonra vefat etmiş, vefatından sonra da ruhu, Allah katında yüce derecelere yükseltilmiştir.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi: 10/203-205; Ahmet Kalkan Kur’ani Kavramlar: 1620-1622.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:24   #7
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
İncillere Göre Hz. İsa’nın Beşerî Yönleri:


Hz. İsa’nın normal bir insan olduğuna dair 4 İncil’in hemen her sayfasında satırlara veya bunu ifade eden anlatımlara rastlanmaktadır. “Çocuk büyüyor, kuvvetleniyor ve hikmetle doluyordu; Allah’ın inâyeti de onun üzerinde idi.” (Luka, 2/40-43. 48, 51). “İsa, hikmette ve kamette (boy ve bosca), Allah ve insanlar yanında terakkî ediyordu.” (Luka, 2/52). “Yemlikte yatan, kundağa sarılmış bir çocuk bulacaksınız.” (Luka, 2/12).

İncillere göre Hz. İsa, bir çocuk olarak konuşmaya son derece arzulu idi ve özellikle dine karşı büyük bir ilgi duymakta idi. Fazlaca seyahat etmiş ve bu gezilerinden yorgun düşmüştü. Susayan, yiyip içen, uyuyan, neşelenen, dertlenen bir insandı. Bilgisi ve gücü sınırlı idi. Dostluklardan hoşlanır, kişisel dikkatli davranışları takdir ederdi. Memleketini ve halkını seviyor, dertleriyle dertlenip ilgileniyordu. Doğaya, çiçeklere, kuşlara düşkündü. İncillerde 26 yerde Allah'a duâ ettiği bildirilmektedir. Ondan fazla yerde onun, Allah’ın irâdesini aradığı belirtilmiş; şuurlu bir şekilde Allah'a bağlı olduğu açıklanmıştır. Hz. İsa’nın, kendisi için kullandığı deyim, bir “insan oğlu” olduğudur. Bu deyim, 4 İncil’de en az 70 defa geçmektedir. Bu ifade, Hz. İsa’nın kendisini normal bir insan saydığını en açık bir şekilde göstermektedir.[1]

Bunun yanında İsa, İncillere göre aynı zamanda peygamberdir de. İncillerde tam 37 yerde Hz. İsa, kendisinin Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini belirtir. “Ve kalabalıklar: Galile’nin Nâsıra şehrinden İsa peygamber budur, dediler.” (Matta, 21/11). Hz. İsa’nın bir mûcizesi anlatılırken Luka İncili’nde şunları görüyoruz: “Herkesi korku aldı ve aramızda büyük bir peygamber çıktı ve Allah kendi kavmini ziyaret etti, diyerek Allah’a hamd ediyorlardı.” (Luka, 7/16). Hz. İsa, kendisini Allah’ın gönderdiğini söyler: “Ben kendiliğimden bir şey yapamam; işittiğim gibi hükmederim ve benim hükmüm doğrudur. Zira ben kendi irâdemi değil; fakat beni gönderenin irâdesini ararım.” (Yuhanna, 5/30). Bunları söyleyen birinin tanrı olması veya kendini ilâh diye tanıtması, hatta bu konuda en küçük bir îmada bulunmuş olması düşünülemez. “Bir kimse, aynı zamanda hem tanrı, hem de peygamber nasıl olur?” demeyin. “Akıl ve mantığı bırakmadan hıristiyanlık anlaşılmaz” der papazlar. Hem yaratılmış, ölümlü âciz ve muhtaç bir insan; hem de her şeye kudreti yeten bir tanrı nasıl olunuyorsa o da öyle oluyor.

Aslında İncillere göre de İsa bir kuldur; Allah’ın kulu: “İşte, benim seçtiğim kulum; Canımın kendisinden râzı olduğu sevgilim; Rûhumu onun üzerine koyacağım, Ve milletlere hükmü ilân edecektir.” (Matta, 12/18). “Ve dokuzuncu saate doğru, İsa: ‘Eli, Eli lama sabaktani?’, yani ‘Allah’ım, Allah’ım, beni niçin bıraktın?’ diye yüksek sesle bağırdı.” (Matta, 27/46 ve Markos, 15/34) Bu ifadeye göre Hz. İsa, çarmıha gerilirken Allah’a kendisine niçin yardım etmediğini sorarken “Allah’ım, Allah’ım!” demektedir. Hiç kendisi tanrı olan biri böyle söyler mi?

İsa, devamlı olarak, hatta bütün gece boyunca Allah’a ibâdet ederdi: “Ve İsa, şâkirtleri kayığa binmeğe ve halkı salıverinceye kadar kendisinden önce karşı yakaya geçmeğe zorladı. Ve halkı salıverdikten sonra, duâ etmek için dağa ayrıca çıktı; akşam olunca, orada yalnız başına idi.” (Matta, 14/22-23) “Onları uğurladıktan sonra, duâ etmek için dağa gitti.” (Markos, 6/46) “Ve vâki oldu ki, o günlerde İsa dua etmek için dağa çıktı; bütün geceyi Allah’a duâ ile geçirdi.” (Luka, 6/12)

“Ve vâki oldu ki, İsa yalnız başına duâ ederken, şâkirtleri yanında idi; onlara sorup dedi: Halkın dediğine göre ben kimim? Onlar da cevap verip dediler: Vaftizci Yahya’dır; başkaları: İlya’dır; ve başkaları da; Eski peygamberlerden biri kıyam etti, diyorlar. Onlara dedi: Ya siz ben kimim dersiniz? Petrus cevap verip dedi: Allah’ın Mesihisin. İsa da bunu kimseye söylemesinler diye onlara tenbih ederek emretti.” (Luka, 9/18-21)

“O zaman İsa onlarla beraber Getsemani denilen bir yere gelerek, şakirtlerine dedi: Ben şuraya gidip duâ edinceye kadar siz burada oturun.” (Matta, 26/36) (Ve yine bkz. Luka, 11/1) Duâ bir ibâdettir. Zaten özel yere çıkıp duâ etmesi, namaz kıldığını gösterir. Kur’an’a göre bütün peygamberler gibi Hz. İsa da tabii ki namaz kılıyordu (19/Meryem, 31). İbadet etmek, kulluk alâmetidir; ilâhlık özelliği değildir. Ama gel bunu hıristiyanlara anlat!

Hıristiyanlıkta Allah’tan, daha ziyade “Baba” diye bahsedilmektedir (Luka, 23/46). Dört İncil’de çeşitli vesilelerle Hz. İsa’nın 150 defa “baba” kelimesini kullandığı belirtilmekte ve aynı kelimenin Yeni Ahid’de 300 kez geçtiği görülmektedir. Belki de şefkat, bağışlama, güven ifadesi olarak mecâzi anlamda kullanılan “baba” kelimesi, sonradan Hz. İsa’nın babası olarak karşımıza çıkmıştır. Tabiatıyla İsa da -hâşâ- Allah’ın oğlu olmuştur. Zamanla “Allah’ın oğlu”nun alelâde bir insan olarak görülmesiyle yetinilmemiş, ona önce ilâhlıkta bir pâye verilmiş ve daha sonra da ilâh olarak karşımıza çıkmıştır ve işin sonu, tesliste karar kılınmıştır.

Bugünkü bilinen en eski İncil bile, orijinal İncil’in latince çevirisidir. Hz. İsa’ya indiği dilde bir İncil elde mevcut değildir. Orijinalinde ne olduğunu bilmediğimiz kelimeler latinceye “baba” ve “oğul” şeklinde çevrilmiştir. Fakat bu latince tercümelerde bile “oğul” kelimesi sırf Hz. İsa için değil; Allah’ın tüm sevgili kulları için kullanılır. Aynı şekilde “baba” kelimesi de, sadece Hz. İsa’nın babası anlamında değil; tüm kulların babası manasında kullanılır: “Siz göklerde olan Babanızın oğulları olasınız.” (Matta İncili, 5/45). “... Benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Allah’ımın ve sizin Allah’ınızın yanına çıkıyorum.” (Yuhanna İncili, 20/17). Yani mevcut İncil’i şu andaki tercümesiyle eline alan bir kişi bile, şu andaki anlatımıyla “Allah’ın oğlu tanrı İsa”yı İncil’de bulamaz. Çünkü bu tâbirin tüm insanlar için kullanılması, bu kavramın mecazî anlamda kullanıldığını gösterir. Büyük bir ihtimalle İncil’in orijinalinde “kul” manasına yakın bir kelime “oğul”; Yaratıcı anlamına yakın bir kelime de “baba” diye (cahilce veya kasıtlı tahrif gereği) çevrilmiştir. Fakat her şeye rağmen, İncil’in her yerinde bu kelime, bu tarzda çevrildiği için, kelimenin tüm insanlık için kullanılmış olmasından, ne mana kasdettiği anlaşılabilir. Problem, kutsal kitabın tahrifi kadar; belki ondan da büyük yanlış olarak, Kitab’ın müteşâbihat cinsinden olan kelime ve kavramlarını tahrif etmek, beşerî yorumları vahyin önüne geçirmek, Kitab’a göre inanılması gerektiği halde; yanlış kabullere göre Kitab’ı te’vil etmektir. İbret alınmadığı müddetçe, bu problemin müslümanlara yansıması da kaçınılmazdır.

Hıristiyanlara göre teslisin asıl unsuru Baba’dır. Allah’ın özü, Baba Tanrı, Oğul Tanrı ve Rûhu’l-Kuds Tanrı olarak görünse de, yine o birdir. Kitab-ı Mukaddes’te Allah’ın bir olduğunu kesin şekilde belirten tevhidle ilgili ifadeleri tümüyle atamayan hıristiyanlar, bunu te’vil etmişler, aklın almayacağı izahlarla olayı geçiştirmişlerdir. Onlara göre Allah, hem birdir hem üçtür. Kutsal üçlük’ün üç şahsının her biri Tanrı’dır. Bunlar, bir olan Tanrı’nın değişik tezâhürleri, sıfatları olarak izah edilmeye çalışılmaktadır. Hıristiyanlarca bu üçlük, “izahı zor, fakat inanılması gerekli bir sır” olarak formüle edilmiştir. Hıristiyan inancına göre Baba olarak nitelendirilen Tanrı, nurdur; İsa da O’nun oğludur. Tanrı, İsa’nın şahsında insan ile birleşmiştir. İsa’nın bedeni insan, ruhu tanrıdır. Onda tanrılık bir öz vardır. Bu görüşler, nasıl te’vil edilirse edilsin Kur’an’a göre “şirk”tir, Allah’a eş koşmaktır (5/Mâide, 17, 72-73; 9/Tevbe, 30-31). Kur’an’a göre Hz. İsa, bir tevhid peygamberi olarak bunlardan münezzehtir (5/Mâide, 72).[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Abdullah Aydemir, Peygamberler: 247.

[2] Ahmet Kalkan Kur’ani Kavramlar: 1623-1624.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:24   #8
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Hz. İsa’nın Babasız Doğma Mûcizesi:


Her müslüman, Kur’an’ın açık ifadesine inanarak Hz. İsa’nın babasız doğduğuna inanır. Kur’an, Hz. İsa’nın babasız doğumunu, annesiz ve babasız yaratılan Hz. Âdem’e benzetir: “Allah yanında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir; Onu topraktan yarattı, sonra ona ‘ol’ dedi, hemen oluverir.” (3/Âl-i İmrân, 59)

Determinizm ve materyalizm 19. asır Avrupa’sında patlak verince tüm mânevî değerlere saldırdı; bu arada Hz. İsa’nın babasız doğuş mûcizesini de inkâr ederek alay konusu haline getirdi. Hatta, biyolojiye koydukları “kendi kendine üreme olmaz” ilkesinde sırf Hz. İsa’ya sataşma amacı gütmüşlerdir. Her konuda olduğu gibi, biyolojide de erken ve eksik bilgilere rağbet ederek böyle yanlış kural ve yargılara varmak ateistlerin âdetidir. Bilimdeki gelişmeler, eski yanlış teorileri çökertmekte, çok kere bilim, kendi putunu kendi devirmektedir. Dün, “babasız çocuk olmaz” diyen bilim adamları, bugün canlıları klonlayarak laboratuar şartlarında canlı kopyalamaya çalışmaktadırlar. Aslında çağımız biyolojisi, bir embriyonun oluşumunu ve gelişimini oldukça iyi ölçülerde tanıyabilmektedir. Bugünkü biyoloji verileri ile şöyle demek daha doğru olur: Asıl mûcize, babasız çocuk doğurmak değil; babalı çocuk doğurmaya mecbur olma olayıdır. Çünkü, ince hikmet nedeniyle annenin yumurta hücresi bir çocuğu tümüyle meydana getirme yeteneğine sahip iken, özellikle yetkisi Allah tarafından elinden alınmıştır.[1]

Hz. İsa’nın babasız doğmasına bazılarının akıllarının ermemesi; bakmasını bilmedikleri, bakış açılarının yanlışlığı sebebine dayanır. Allah’ın yaptıklarıyla kendi yaptıklarını aynı kefeye koyup mukayese etme yanlışlığıdır. Bilinmesi gerekir ki, insanlar için yapılması imkânsız olan şeylere Allah’ın “ol” demesi kâfidir. Aslında babasız meydana gelen sadece Hz. İsa da değildir. Canlılar dünyasında bunun pek çok misalleri vardır. Arılar bunlardan sadece birisidir.

Bilindiği gibi, her kovanda bir ana arı bulunur. Ve hayatında, bir defa çiftleşme uçuşuna çıkar. Bu uçuş sırasında en hızlı erkek arı ile çiftleşir ve ondan aldığı spermalar (erkek üreme hücreleri) bir kese içerisinde depo edilir. Kovana döndükten sonra ana arı yumurtlamaya başlar. Yumurtalar, spermaların bulunduğu kesenin yanından geçerler. Bu esnada bazı yumurtalar spermalar tarafından döllenir. Bazıları ise hiç döllenmeden çıkarlar. İşte döllenen yumurtalardan dişi arılar, sperma ile döllenmeyen yumurtalardan ise erkek arılar meydana gelir. Bu tip üremeye biyolojide “partenogenetik üreme” denilir.

Hz. İsa’nın babasız oluşunu, “aklımız almıyor” diye inkâr edenler, yeryüzünde her yıl milyarlarca babasız erkek arının meydana gelişini hangi akılla ve nasıl açıklayacaktır?

Bir başka örnek de yaprak bitleri (afidler)’dir. İlkbaharda bazı bitkilerin yaprak ve tomurcuklarından özsu emerek yaşayan bu böcekler çiftleşmeksizin (yani babasız olarak) yavrular doğururlar. Bu yavruların tamamı dişidir. Ancak sonbaharda erkeklerle çiftleşen böcekler doğurmayıp yumurtlarlar. Döllenmiş bu yumurtalardan ilkbaharda dişi yavrular çıkar. Erkekler sadece sonbaharda meydana gelir. Su pireleri (dafnialar) de belirli bir mevsimde partenogenetik (yani babasız olarak) üreme gösterirler. Döllenmemiş yumurtalardan yavrular çıkar. Bu örnekleri daha da artırmak mümkündür. Karıncaların, uyuz böceklerinin ve solucanların bazıları da babasız ürerler.

Dikkat edilirse, gerek yaprak bitleri ve gerekse su pirelerinin babasız üremeleri devamlı değildir. Sadece belirli mevsimlerde olur. Yani Cenâb-ı Hak mânen diyor ki: “Üreme kanunumu istersem hikmetime göre değiştirebilirim. Canlıları, babalı olduğu gibi, babasız da yaratabilirim. Sebepler sizi aldatmasın.” Anne ve babamız, dünyaya gelmemizde sadece birer sebeptirler. Bundan başka bir rolleri yoktur. Meselâ, gözlerimizi ve ellerimizi annemiz mi verdi, yoksa babamız mı? Akıl, hâfıza, hayal, sevgi, nefret, şefkat gibi mânevî cihazlarımızı nereden aldık? Tek bir hücreden gelişerek meydana gelen bu vücut yapımızı bir düşünelim. Hangi kudret sahibi bu hârika yapıyı o tek hücreden çıkardı? Madem biz varız; Kendimizi inkâr edemiyoruz ve madem tek bir hücreden yaratılmışız. Böyle bir ilim ve kudret sahibi bizi neden annesiz ve babasız yaratamasın? Zaten anne ve babamızı da yaratan O değil mi?

Dünyada cereyan eden üreme kanunlarının hepsi de erkek ve dişi vasıtasıyla olacak diye bir kural yoktur. Bakteriler birkaç saat içinde neslinin neslini görebilecek kadar hızla ürerler. Fakat ne anne var, ne de baba. Bir bakteri ortadan ikiye bölünüyor ve oluyor iki bakteri. Diğer taraftan ilk insan Hz. Adem’in annesiz ve babasız yaratıldığı gibi, milyonlarca bitki ve hayvan türünün ilk yaratılışının da annesiz ve babasız olduğunu unutmamak gerekir.

Her sebebin, her kanunun bir istisnası bulunabilir. Anne ve baba vasıtasıyla dünyaya gelme kanununun bir istisnası olarak Hz. İsa yaratılmıştır. Bununla insanların imtihanı söz konusudur. Hikmet-i İlâhî böyle istemiştir. Çünkü Hz. İsa, büyük peygamberlerdendir. Peygamberlere Allah tarafından verilen mûcizeler ise zamanlarındaki insanlar hangi hususta ileri iseler, o çeşitten olmuştur. Hz. İsa zamanında tıp ilmi revaçta olduğundan, onun mûcizesi de tıpçıları âciz bırakacak olan babasız yaratılma şeklinde olmuş ve bu, ölüleri diriltme gibi mûcizelerle devam etmiştir. Başta babasız doğum olmak üzere bu mûcizelerle ruhu inkâr eden ve insanı sadece maddî organlardan ve sebep sonuç ilişkilerinden ibaret kabul eden topluma, ruh ve can konusunu düşünmeleri hatırlatılır. Hz. İsa’nın babasız doğuşu, Allah’ın istediğini istediği gibi yaratabileceğini gösterir. Bu olay ile O, bizim sebepleri putlaştırıp sebeplerde boğulmamamızı ihtar ediyor. Allah’ın kendi yarattığı sebeplere uyma zorunluluğunun olmadığını isbat ediyor. Anne ve babanın birer sebep olduğunu, hikmeti gerektirirse insanları ve hatta bütün canlıları annesiz babasız da yaratabileceğini gösteriyor.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Halûk Nurbaki, Kur’an’dan Âyetler ve İlmî Gerçekler: 332.

[2] A. Tatlı, M. Dikmen, (İ. Arıcıoğlu) Merak Ettiklerimiz: 48-50.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:24   #9
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Hz. İsa’nın Ref’i ve Nüzûlü Meselesi:


Hıristiyan kaynaklarına göre Hz. İsa, yahûdilerin şikâyeti üzerine, Romalılar tarafından çarmıha gerilmiş ve haçta insanların günahı için ölmüştür. Gömülmesinden üç gün sonra kıyam etmiş, havârilerine görünmüş, onlarla yemek yemiş ve sonunda göğe yükselerek Allah’ın yanına çıkmış, O’nun sağına yerleşmiştir. Kıyâmetten önce dünyaya gelecek, dünyayı sulh ve adâletle dolduracak, kendisine inanmayanlardan öç alacak ve saltanatı ebedî olarak sürecektir.[1]

Kur’an, Hz. İsa’nın öldürüldüğü ve çarmıha gerildiği tezini reddetmektedir. O öldürülmemiş, çarmıha gerilmemiştir. Allah onu kendi katına “ref” etmiş, yüceltmiş ve yükseltmiştir.[2] Hz. İsa’ya ait bu yüceltme ve yükseltme işinin beden ile mi, yoksa ruh ile mi; beden ve ruh diri olarak mı, yoksa beden ölü olup yalnız ruh olarak mı gerçekleştiği hususu müphemdir. Bu konu, asırlar boyu Kur’an yorumcularını meşgul etmiştir. Bunu aydınlığa kavuşturmaya çalışan tarih ve kıssa yazarlarıyla müfessirler belli ölçüde yahûdi ve hıristiyan kaynaklarından ve onların sözlü geleneğinden etkilenmişlerdir. Kezâ Hz. İsa’nın nüzûlü ve kıyâmetten önce dönüşü konusu da tartışılmaktadır. Eldeki rivâyetlerin gözden geçirilerek değerlendirilmesinde fayda vardır. Hadis rivâyetlerinde yer alan Hz. İsa’nın dönüşü konusu müfessirleri, âyetlerde geçen[3] kelimeleri yoruma (te’vil) zorlamış ve “âhad” olsalar da hadisleri değerlendirmeye almışlardır. Gerçekten de bu haberlerde, oldukça detaylı bilgiler yer almaktadır. İki asırdan beri hıristiyan ilâhiyatçıların ve oryantalistlerin Hz. İsa’nın dönüşü konusunu değişik metodlarla müslüman câmia içinde yayma gayretlerinin doğurduğu antipatinin de tesiriyle İslâm dünyasında konu bazı bilginlerce yeniden ele alınmış ve selef çığırının dışına taşan tartışma ve yorumlara neden olmuştur[4]

Bazı müfessir ve âlimler, bu konuda fazla yorum yapmak istemezler. “Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda Ben hükmedeceğim.” (Âl-i İmrân: 3/55) Seyyid Kutub, bu âyetin tefsirinde şunları söyler: “Onun vefatı ve ref’ edilmesi mugayyebâta ait bir husus olup, te’vilini Allah’tan başkasının bilemeyeceği müteşâbih meselelerdendir. Zaten bunun ötesinde akîdeye ve şeriata müteallik, fazla bir mesele de yoktur.[5]

Mevdûdî, Nisâ, sûresi, 158. âyetindeki “Allah onu kendisine yükseltti” ifadeyi tefsir ederken şöyle der: Burada Allah, meselenin gerçeğini anlatıyor. Kur’an yahûdilerin Hz. İsa’yı öldürmeyi başaramadıklarını, Allah’ın onu kendisine yükselttiğini açıkça söyler; fakat meselenin nasıl olduğunu ve ayrıntıları konusunda sessiz kalır. Ne Allah’ın onu bedeni ile birlikte yeryüzünden gökteki bir yere yükselttiğini, ne de onun diğer insanlar gibi ölüp rûhunun göğe yükseltildiğini belirtmez. Mesele o kadar kapalı bir dille anlatılmıştır ki, olay hakkında, olayın olağanüstü mûcizevî olduğunu söylemekten başka bir yorum yapmak imkânsızdır.[6]

Aynı âyetle ilgili Muhammed Esed, Hz. İsa’nın beden olarak semâya yükseldiğini kabul etmez ve şu açıklamayı yapar: “Âyette Allah, Hz. İsa’ya ‘Seni ölüme yollayacağım ve katıma yücelteceğim’ buyurur. ‘Refaahû’ (lafzen, onu yüceltti, yahut onu yukarı çıkarttı), bir insanın ref’ edilmesi fiili, ne zaman Allah'a atfedilmişse, her zaman “onurlandırma”, yahut “yüceltme” anlamlarına gelir. Kur’an’ın hiçbir yerinde, Allah’ın Hz. İsa’yı yaşadığı sırada bedensel olarak cennete “yükselttiği” şeklindeki yaygın inancı destekleyen bir beyan yoktur. Yukarıdaki âyetteki “Allah onu kendi katına yüceltti” ibâresi, Hz. İsa’nın Allah’ın özel rahmeti mertebesine yükseldiğini gösterir; “rafe’nâhu (onu yücelttik)” fiilinin İdris Peygamber ile bağlantılı olarak kullanıldığı Meryem: 19/57. âyetinden açıkça anlaşılacağı gibi bu, bütün peygamberlerin yararlandıkları bir lütuftur.[7]

Müfessirlerden çoğunun kanaatine göre Hz. İsa, rûhu ve cesediyle birlikte göğe yükselmiştir ve âhir zamanda tekrar yeryüzüne inecektir. Bir kısım müfessirlere göre de göğe yükseltilen, İsa (a.s.)’nın cismi değil; rûhudur. Kur’an’da ifade edilen “Seni Bana yükselteceğim” (Âl-i İmrân: 3/55) hitabıyla kast edilen, Hz. İsa’nın rûhudur. Çünkü rûh, insanın hakikatidir. Ceset, emanet elbise gibidir, artar eksilir. Değişmeyen insanın rûhudur.[8] Yine Hz. İsa’nın göğe kaldırıldığı kabulünün müslümanlara hıristiyan inançlarından geçtiği belirtilerek bu olay şöyle değerlendirilir: Gök ile kast edilen, maddî gök ise bu, yıldızlardan, galaksilerden ibarettir. Yani İsa, şu yıldızlardan birine mi çıkarılmıştır? Eğer kast edilen mânevî gök ise oraya ceset gitmez, rûh gider; çünkü orası maddî değildir.[9]

Kur’an, İsa (a.s.)’nın göğe yükseltildiğini değil; Allah'a yükseltildiğini söyler: “Bel rafaahu’llahu ileyh” (4/Nisâ, 158) cümlesi: “Allah, onu göğe yükseltti” değil; “Allah, onu kendisine yükseltti” anlamındadır. Bu konuyla ilgili diğer âyette de aynı ifade vardır (bkz. 3/Âl-i İmrân, 55). Göğe yükseltmek başka, Allah'a yükseltmek başkadır. Allah’ın onu kendine yükselttiği mecburen kabul edileceğine göre, onun göğe yükseltildiğini söylemek, Allah'a belli bir mekân tahsis etmek olur. Oysa Yüce Allah her yerdedir. İsa’nın Allah'a yükselmesi için göğe çıkması gerekmez. Allah, göklerin de yerin de ilâhıdır. Allah’ı gökte imiş gibi düşünüp Allah'a yükseltilen İsa’nın göğe yükseltildiğini söylemek, âyetin ifadesine uymamaktadır. Âyetin anlamı, İbn Cüreyc’in dediği gibi, Allah’ın İsa’nın rûhunu yüceltmesi, şânını yükseltmesi, katında O’na değer vermesi demektir.

Yüce Allah, Hz. İsa’yı saldırganların elinden kurtarmak suretiyle mânevî derecelere nâil eylemiş, şânını yüceltmiştir. Nitekim “Kıyâmet gününe kadar sana uyanları, inkâr edenlere üstün kılacağım” (3/Âl-i İmrân, 55) âyetinden bu anlam anlaşılmaktadır. Gerçekten Hz. İsa’ya uyan ve ona yakın olanlar yahûdilere hâkim olagelmiştir. Bu da onun Allah katındaki şânının yüceliğini gösterir.

Müfessirlerin “Seni vefat ettireceğim, Bana yükselteceğim” (3/Âl-i İmrân, 55) âyetini, genellikle İsa’nın göğe çıktığı şeklinde tefsir etmelerinin başlıca iki etkeni vardır: Bunlardan birincisi ve en önemlisi, hıristiyanlar ve yahûdiler hakkındaki âyetlerin izahı için İslâm’a yeni girmiş olan yahûdi ve hıristiyan âlimlerine başvurmaları ve onların söylediklerini tam gerçek kabul edip aktarmalarıdır. İkinci etken de, İsa (a.s.)’nın göğe çıktığı ve âhir zamanda yere inip Deccal’ı öldüreceği, haçı kıracağı ve İslâm şeriatıyla amel edeceği hakkında anlatılan hadis rivâyetleridir.

Âl-i İmrân 55. âyetiyle Mâide, 117. âyetine göre Hz. İsa’nın bedeninin öldüğü açıkça belirtilmiştir. Ama Hz. İsa’yı başkaları öldürmemiş, Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir. Yükseltilen onun mânevî derecesi, Allah’ın katına çıkan rûhudur. Zaten bütün peygamberlerin ruhları Allah’ın huzuruna çıkar, O’ndan ikram görür. Hz. İsa’nın vefatını haber veren âyetleri, âhad haberlere dayanarak te’vil etmek yerine bu hadisleri te’vil etmek daha doğrudur. Bu hadisler şöyle te’vil edilir: İsa’nın rûhu, yani ümmeti mahvolmadı, daha yaşayacaktır. Fakat kıyâmetten önce bu rûh, yani İsa ümmeti, İslâm’a dönecektir. Bu hadislerden, hıristiyanların bir gün müslüman olacakları değerlendirilebilir. Said Nursi bu kanaattedir. Meşhur müfessirimiz Elmalılı Hamdi Yazır da yaklaşık bunu söylemektedir:

“Her peygamberin rûhânî eceli, ümmetinin ecelidir. Rûhânî ecelleri tamam olmuş nice peygamberler var ki Kur’an’da zikredilmemişlerdir. Allah’ın seçkin peygamberleri içine giren büyük peygamberlerin, derecelerine göre rûhânî semâda bekaları devam etmektedir ki bunlar da İbrahim âilesidir. İmrân âilesi de bunlardandır. İsa’nın cesedi Allah'a kaldırılmış, fakat İsa’nın rûhu da kabzedilmemiş, yani ümmetinin eceli gelmemiş, İsrâiloğullarının sû-i kastı, hilesi ile hıristiyanlık mahvolmamış, yaşamış ve İsa’nın rûhu, Mûsâ maiyetinde (beraberliğinde) yaşamıştır. Bunun için mahvoldu zannedilen bir avuç tâbileri, bu rûhtan istifade ederek kısa bir zamanda yahûdilerin üstünde bir hayata kavuşmuşlardır. Ve nihayet Hz. Muhammed (s.a.s.)’in gelmesiyle hepsi, Hz. Muhammed’in rûhunun emri altına geçmiştir. Artık bundan sonra İsa da diğer peygamberler gibi, Muhammed (s.a.s.)’in rûhu maiyetindedir. Bir gün gelecek, ümmet-i Muhammed’in daraldığı bir devirde, Allah’ın garib bir kelimesi olan İsa’nın rûhu ortaya çıkacak, Muhammed’in rûhu maiyetinde hizmet edecek ve fakat kıyâmetten evvel vefat eyleyecektir.”[10]

Muhammed Abduh da bu konuda şöyle diyor: “Bu te’vile göre İsa’nın zamanı, insanların İslâm şeriatının rûhuna bağlanacakları ve şekilleri bırakıp içleri ıslah için İslâm şeriatının özüyle amel edecekleri zamandır.”[11]

Müfessirlerden bir kesimi, Hz. Peygamberimiz’in Miraç’ta Hz. İsa ve Hz. Yahyâ’yı ikinci gökte görmüş olmasını Hz. İsa’nın rûhu ve cesediyle göğe çekilmesiyle ilgili delillerden biri sayar. Eğer Hz. Peygamber’in Miraç’ta görmesi Hz. İsa’nın cesediyle göğe çıktığına delil ise, Hz. Yahyâ’nın ve diğer peygamberlerin de cisimleriyle göğe çıktığına delildir. Çünkü Hz. Peygamber, öteki peygamberleri de çeşitli göklerde görmüştü. Oysa hiç kimse, başka bir peygamberin rûhu ve cesediyle birlikte göğe çıktığını ileri sürmemiştir. Zaten bütün peygamberlerin rûhları yücelere, melekût âlemine yükselirler.

Hz. İsa’nın nüzûlü, Kur’an’da geçmez. Bu konudaki kabul, mütevâtir olmayan hadis-i şerif rivâyetlerine, yani haber-i vâhide (âhad hadislere) dayanır. Bu hadislerin sahih olduğu kabulünden dolayı, bazı âyetler bu hadisler çerçevesinde yorumlanmış, te’vil edilmiştir. Aslında hadislerin Kur’an’a arzedilmesi, Kur’an âyetlerine göre tashih, te’vil ve yorumlarının yapılması daha doğru bir yol kabul edilseydi, bu zorlama te’viller yapılmazdı. Bu konuyla ilgili bazı hadis rivâyetlerini görelim:[12]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Korintoslulara 1. Mektup, 15/22 vd..

[2] Nisâ: 4/157-158.

[3] Âl-i İmrân: 3/55; Nisâ: 4/156-159; Mâide: 5/117.

[4] Abdullah Aydemir, Peygamberler: 254.

[5] Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’an: 1/297.

[6] Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an: 1/380.

[7] Muhammed Esed, İslâm Mesajı: 1/177.

[8] Tefsîru’l-Menâr: 3/316-317.

[9] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi: 10/206.

[10] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Yayınları: 2/1112-1114.

[11] M. Reşid Rızâ, Tefsîru’l Kur’âni’l-Hakîm: 3/317.

[12] Ahmet Kalkan Kur’ani Kavramlar: 1626-1629.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:25   #10
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İsa (a.s)
Hz. İsa’nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis Rivâyetleri:


“Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, muhakkak yakında Meryem oğlu İsa, âdil bir hâkim olarak inecektir. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. O zaman, mal o kadar artacak ki, onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah'a bir kere secde etmek dünya ve dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlı olacaktır.”[1]

“Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer şekilde mücadeleye Kıyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman İsa ibn Meryem de iner. Bu müslümanların reisi: ‘Gel bize namaz kıldır!’ der. Fakat İsa (a.s.): ‘Hayır!’ der, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak siz birbirinize emîrsiniz.”[2]

“İbn Meryem gökten sizin yanınıza indiği zaman devlet reisiniz kendinizden, namazda imâmınız olduğu (İsa da imâmınıza uyduğu) halde bakalım nasıl olursunuz?”[3]

“Meryem oğlu (İsa a.s.), Feccu’r-Ravhâ adlı mevkide, hac yapmak veya umre yapmak, yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir.”[4]

Bir hadis rivâyetinde “Meryem oğlu İsa kıyâmetin 10 alâmetinden biri” sayılmakla beraber onun gökten ineceğinden söz edilmez[5], Bazı hadis rivâyetlerinde, “Şam’daki beyaz minareye iner”[6]; “Hz. İsa inmeden kıyâmet kopmaz”[7]. “O indikten sonra kırk yıl kalır”[8]. Bir rivâyette İslâm ümmetine imamlık yapmaz, İslâm kumandanı Mehdî’nin cemaati olurken, başka bir rivâyette “Rumları yenen, İstanbul’u fetheden askerler, orada zeytin ağaçlarına kılıçlarını asmış vaziyette ganimetleri bölüşürken şeytanın ‘Mesih evlerinize sahip oldu’ diyeceği, Bunların Şam’a gelerek savaşmak için kılıçlarını düzeltirken namaz kılacağı, namazlarında İsa’nın inip onlara imam olacağı, Allah’ın düşmanı Deccal’ın onu görünce tuzun suda erimesi gibi erimeye başlayacağı”[9] söylenir. “O, Deccâl’ı Ludd kapısında öldürecektir.”[10] Deccâl’dan bahseden bir hadis rivâyetine göre, Meryem oğlu İsa’nın geleceği, Allah’ın onu Deccâl’dan koruyacağı, Allah’ın vahyiyle mü’minleri Tur’a çıkaracağı, sonra Ye’cûc ve Me’cûc’un zuhur edip Taberiye Gölüne doğru yürüyecekleri, İsa ve adamlarının kuşatılacağı, sonra İsa ve adamlarının dağdan yere inecekleri, yerde her şeyin bollaşacağı, nihayet kıyâmetin kopacağı”[11] anlatılmaktadır.

Hadis rivâyetlerinde bunlar gibi daha birçok detay bilgiler verilmektedir. Rasûlullah (s.a.s.)’ın kendi zamanında İsa’nın inme ihtimalinden bahsedilir: “Ben, ömrüm uzarsa Meryem oğlu İsa’ya ulaşacağımı umuyorum. Eğer ecelim acele gelirse, sizden ona ulaşan selâmımı söylesin”[12]

Lâfızları, birbirinden hayli değişiklikler gösteren bu hadis rivâyetlerinin, manalarında da bir birlik yoktur. Birinde İsa zuhur edince çok bolluk olacağı, Deccâl’ı öldüreceği belirtilirken, ötekinde İsa ve adamlarının, Ye’cûc ve Me’cûc tarafından kuşatılacağı, bir süre çok darlık çekecekleri söylenmektedir. İsa’nın ineceği ifade edilen bu rivâyetlerde, iniş safhalarının birbirinden farklı anlatıldığı görülür. Hadis rivâyetlerinde geçen İsa’nın bütün kiliseleri yıkacağı ifadesi de 22/Hacc, 40 âyetine aykırıdır. Bu âyette Allah’ın koruduğu ve kulları vasıtasıyla savunduğu Allah’ın adı anılan mâbedleri İsa nasıl yıkar? Âyete göre Hz. İsa’nın bu mâbedleri koruyanların başında olması gerekir.

Ayrıca bu rivâyetlerde müslümanların kılıçlarını düzelteceklerinden söz edilmektedir. Bu, asırlar öncesi savaş silâhını ifade eder ama Deccâl’ın çıkacağı kıyâmete yakın zamanların silâhını ifade edemez. Herhalde modern çağlarda müslüman askerleri, silâh olarak kılıç değil; modern silâhlar taşırlar. Ayrıca bu istikbal haberleri, Allah’tan başka kimsenin gaybı bilemeyeceği hakkındaki âyetlere (7/A’râf, 188; 27 Neml, 65; 10/Yûnus, 20; 11/Hûd, 123; 6/En’âm, 50, 59) aykırıdır.

İsa’nın ineceğine inanmak, itikadî bir meseledir. İtikad, şek üzerine kurulmaz; yakîn ve mütevâtir nass üzerine kurulur. Hz. İsa’nın göğe çıktığına ve âhir zamanda ineceğine dair yakîn (kesin bilgi) ifade edecek herhangi mütevâtir bir haber yoktur. Bu konudaki rivâyetlerin hepsi âhad haberlerden ibarettir. Hz. İsa’nın ineceği hakkında anlatılanlar, Ehl-i Beyt’ten Mehdî adındaki âdil bir imamın geleceğine dair anlatılan rivâyetlere de çok benzerlik gösterir. Mehdî hakkındaki rivâyetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu rivâyetler, mütevâtir olmadığı gibi meşhur bile değildir. Hadisçiler katında sahihin altında bir derece olan “hasen hadis” kabul edilmiştir. Kesinlik ifade etmeyen bu hadis rivâyetleriyle itikad kurulamaz.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Muhammed (s.a.s.)’den önce hiçbir insana ebedî yaşama verilmediği, ondan öncekilerin hepsinin öldüğü belirtilir: “Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak Bize döndürüleceksiniz.” (21/Enbiyâ, 34-35) Peygamberimiz’in de bir gün öleceği vurgulanan bu âyetlere göre Hz. Hz. İsa’nın öldüğüne inanmak gerekir.[13]

Ahmet Keleş, “Hadislerin Kur’an’a Arzı” adlı kitabında Hz. İsa’nın ref’i ve nüzûlüyle ilgili hadislerin Kur’an’a arzedilmesini tavsiye eder ve şöyle der:

Bazı âlimler, Hz. İsa’nın nüzûlünün Kur’an’da da zikredildiği, bir kısım âyetlerin bu konuda bilgi verdiği gerekçesiyle, söz konusu hadislerin Kur’an’a da uygun olduğunu iddiâ etmiştir. Bu konuda delil kabul edilen âyetler şunlardır:

“Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şâhit olacaktır.” (4/Nisâ, 159)

“Şüphesiz ki o, kıyâmet için bir bilgidir. Sakın onda şüpheye düşmeyin ve Bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur.” (43/Zuhruf, 61) Bu âyette geçen “o”, Hz. İsa olarak kabul edilmiş ve âyette geçen “ilm” kelimesi, kırâat farklılığı olarak “alem” şeklinde de okunmuştur. O zaman âyetin anlamı şöyle olur: “O (İsa), kıyâmet için bir alâmet/işarettir.”

Bu iki âyetten hareketle kıyâmetten önce Hz. İsa’nın geleceği söylenmiştir. Ancak bu âyetlerdeki işaretler sarih/açık olmadığından dolayı, onlar için bu iddianın, açık bir delil olması söz konusu değildir. Bazı müfessirlerin bu kanaate varmalarında hadis rivâyetlerinin önemli ölçüde rolü olmuştur. Çünkü Elmalılı, bu konuda yaptığı tefsirinde; “Yâ İsâ! Seni öldüreceğim ve kendime yükselteceğim.” (3/Âl-i İmrân, 55) âyetini açıklarken, bu âyetteki “öldüreceğim” anlamındaki “müteveffîke” kelimesini başka anlama te’vil etmenin câiz olmadığını, sarih anlamıyla anlamak gerektiğini ifade etmektedir.

Ancak, hadislerdeki Hz. İsa’nın tekrar ineceğini bildiren haberlerden dolayı bu âyeti uygun bir şekilde te’vil etmek gerektiğini söylemektedir (Elmalılı, Eser Y. II/372). Bu ifadeler bize, “şayet bu rivâyetler olmamış olsaydı, müfessirler bu âyetlere böyle mana vermeyeceklerdi” kanaatini vermektedir. Âyete verilen anlamda rivâyetlerin rolü gayet açıkça görülmektedir. Ancak, sahâbenin Kur’an ilimleri ve tefsiri konusunda en meşhuru, bu âyetteki kelimeye farklı anlam vermez: İbn Abbâs (r.a.): “Ey İsa, şüphesiz ki seni vefat ettirecek olan (onlar değil) Benim” (3/Âl-i İmrân, 55) âyetindeki “müteveffîke” ibâresini “seni öldürecek olan” diye açıklamıştır. Bu rivâyeti Buhârî, bab başlığında kaydetmiştir (Buhârî, Tefsir, Sûretu’l-Mâide 13; Küt. Sitte Terc. c. 3, s. 365)

Bu âyetlerden söz konusu “nüzûl/inme”nin anlaşılmayacağı üzerinde de durulmuştur. Hz. İsa’nın öldüğünü, tekrar gelmesinin söz konusu olamayacağını, bu konudaki âyetlerin yanlış anlaşıldığını ifade eden âlimler de olmuştur.[14]

Zeccâc, “ölümünden önce ona mutlaka bütün ehl-i kitap inanacaktır” (4/Nisâ, 159) âyetindeki “ona” ifadesindeki zamirin, hem Hz. İsa’ya, hem de Hz. Muhammed (s.a.s.)’e râci olabileceğini, her iki anlamının da doğru olduğunu söylemektedir. Çünkü ona göre, bu âyetin ifade ettiği anlam şöyledir: “Her peygamberi inkâr edenler, ölümlerinden önce gerçeği görmek sûretiyle yanlış yolda olduklarını anlar ve peygamberin getirdiklerinin doğruluğuna inanırlar.” (Zeccâc, Meâni’l-Kur’an, II/129-130). Yine müellif; “Bu âyetten Hz. İsa’nın gökten inip de bütün ehl-i kitabın ona inanacağını anlamaya dil müsâit değildir. Çünkü âhir zamanda olanlar ona inanacaklardır, diyelim; o zamana kadar olanları ne yapacağız? Doğrusu bu âyetten böyle bir mana çıkarmak doğru değildir” demektedir (a.g.e. s. 130).

“O, kıyâmet için bir bilgidir/alâmettir” (43/Zuhruf, 61) âyetinin de, Hz. İsa’ya delâletinin kat’i olmadığını bildirmişlerdir. Zeccâc, buradaki alâmetin Kur’an olması da mümkündür demektedir (a.g.e. 4/417). Taberî, her iki anlamı da birçok müfessirden naklettikten sonra, kurrânın ekseriyetinin bu kelimeyi “ılmun” şeklinde okuması nedeniyle, kıyâmete âit bilginin “Kur’an” olması görüşünü tercih etmiştir. Çünkü Kur’an, kıyâmetin bilgisini vermektedir.

Bu iki âyetin ifade ettikleri anlamlara arz ederek Hz. İsa’nın ineceğine dair hadisleri tashih etmek, arz usûlü olarak belirtilen prensipler muvâcehesinde mümkün değildir. Şimdi, Kur’an’da zikredilen âyetlerin Hz. İsa’nın her ölümlü gibi öldüğüne, tekrar dünyaya gelmesinin imkânsız olduğuna dair Kur’an metinlerini görelim:

“Her nefis/can, ölümü tadacaktır. Sonra da Bize döneceksiniz.” (29/Ankebût, 57; ayrıca bkz. 3/Âl-i İmrân, 185; 21/Enbiyâ, 35)

“Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.” (21/Enbiyâ, 8)

“Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz Bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben vereceğim.” (3/Âl-i İmrân, 55)

“Allah’ın rasûlü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük, dediler. Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık/şüphe içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendine yüceltmiştir. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (4/Nisâ, 157-158)

“(İsaDoğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün selâm/esenlik banadır.” (19/Meryem, 33)

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (5/Mâide, 117)

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat O, Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.” (33/Ahzâb, 40).

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi