08-20-2014, 04:26 | #21 |
Almanya'da Hamburg'da yapılan protestolara karşı Alman Hükümeti'nin yapmış olduğu sert müdahaleler ve ABD'de Ferguson'da yapılan protestolara karşı Amerikan Hükümeti'nin yapmış olduğu sert müdahaleler, Türkiye'de mevcut meşru hükümeti devirmeye yönelik olarak gerçekleştirilmiş olan Gezi Kalkışması'na karşı yapılan müdahaleleri eleştirenlerin fikren perişan olmalarını sağladı Allah'a şükürler olsun.
Türk Polisi, Gezi Kalkışması süresince büyük bir kahramanlık sergileyerek hem Gezici anarşistlerin anarşilerini bastırmaya çalışırken hem de can kaybı olmaması için orantılı müdahalele bulunmaya çalıştı. Maalesef ki 5-6 civarında vatandaşımız istenilmese de çoğunluğu kazaen olmak üzere bu kalkışma sırasında öldüler. Kimse kimseyi kandırmaya kalkışmasın. Türkiye'de 4 askerî darbeyle (27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 askerî darbeleri) 3 tek parti yönetimindeki sağ hükümet (1960'da Demokrat Parti, 1971 ve 1980'de 2 kez Adalet Partisi) ve 1 sağ koalisyon (1997'de Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi'nin oluşturmuş olduğu Refahyol Koalisyonu) gayrimeşru yolla devrilmiştir. Daha önce 4 askerî darbeyle milletin hükümetlerinin devrildiklerini bilen şımarık zengin çocukları, bir kısım Alevi vatandaşlarımızı da kandırarak Gezi Kalkışması'yla 5. askerî darbeyi yaptırmak ve 1 sağ parti hükümetini (Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti) daha yine askerî darbeyle yine gayrimeşru yolla devirmek için anarşist kalkışmada bulunmuşlardır. Gezi Kalkışması, 5. askerî darbe teşebbüsüdür ve AK Parti Hükümeti'nin sağlam duruşu ve Türk Polisi'nin kahramanca mücadelesi ve Müslüman Türk Milleti'nin de partisinin ve polisinin yanında ve arkasında yer alması sayesinde başarıyla bastırılmıştır hamdolsun. Gezi Kalkışması olayları sırasında Reis ne yaptı? Erdoğan, kalkışmanın öncülerinden bazı şahıslarla görüşerek Gezi Parkı'na Topçu Kışlası'nın yapılmasını halk oylamasına götürmeye hazırız diyerek demokratik bir öneri sundu. Buna rağmen Geziciler anarşilerine devam ettiler. Reis, demokratça davrandı, kararı halkımız versin dedi; ama Geziciler anarşistliklerini, darbeciliklerini sürdürdüler. Demokrasilerde, meclislerden güven oyu almış olan hükümetler sokaklarda yapılan kalkışmalarla düşmezler, düşürülmezler. Türkiye'de yaşayan laik vatandaşlarımızın ve Alevi vatandaşlarımızın ülkemize ve milletimize karşı kışkırtılmaları ve saldırtılmaları büyük bir alçaklıktır. Kimse laik vatandaşlarımızı ve Alevi vatandaşlarımızı vatanımıza ve milletimize saldırtmaya çalışmasın. Laik vatandaşlarımızın ve Alevi vatandaşlarımızın destekledikleri siyasi partiler iktidara gelemezler diye bir kural yok. % 10 civarındaki laik vatandaşlarımız + % 10 civarındaki Alevi vatandaşlarımızın oluşturduğu CHP, eğer birlikte iktidar olabilecek kadar bir çoğunluğa ulaşabilirlerse % 10 civarındaki Türk milliyetçisi vatandaşlarımızın oluşturduğu MHP ile CHP-MHP faşizm koalisyonunu oluşturabilir. Türkiye'de daha önce de bunun benzeri bir koalisyon olan Anasol-M Koalisyonu kurulabildi. % 10 civarındaki laik + % 10 civarındaki Alevi + % 10 civarındaki Türk milliyetçisi vatandaşlarımız genel seçimlerde halkımızı ikna edebilirlerse; laik, Alevi ve Türk milliyetçisi CHP-MHP faşizm koalisyonunu oluşturabilirler. Herkes hukuk kuralları ve demokrasi içerisinde mücadelesini sürdürmeli ve kimse, darbe, kalkışma türü gayrimeşru yollara tevessül etmemelidir. Konu Cihannur tarafından (08-20-2014 Saat 07:06 ) değiştirilmiştir.. |
|
08-20-2014, 08:12 | #22 |
Selim Atalay
Kollarını kaldırıp teslim olsa bile... Önceki yıl Florida’da 17 yaşındaki bir siyah genç, mahalleyi korumak için gönüllü muhafızlık yapan beyaz tarafından öldürüldü. Beyaz muhafız, siyah gencin tipini beğenmemişti... Mahkemede beraat etti. Başkan Obama o sıra -O genç 35 yıl önce ben olabilirdim- dedi... Haklıydı. Amerika’da siyah olmak, potansiyel suçlu sayılarak öldürülmek için yeterli bir neden. Siyah adam öldürülmeden gençlik yıllarını atlatabilirse, orta yaşlarda ABD Başkanı olabiliyor. Önemli olan, seçilene dek sağ kalmayı başarmak... Üstelik siyah genç ölümleri sıklaşmaya başladı. Ve sayı artınca, Obama ölen her siyahla özdeşleşmekten vazgeçti. Geçen hafta Mizuri eyaletinin 20 bin nüfuslu Ferguson kasabasında 18 yaşında bir genç polis tarafından öldürüldü. Görgü tanıkları, gencin elleri havadayken polisin 7 ila 10 el ateş ettiğini söylüyor... Polis ise gencin, memurun silahını almaya çalıştığı için vurulduğunu savunuyor... Her durumda, silahsız birisine şarjör boşaltmaya -infaz- denmekte... Bu olay öncesinde de ABD’de siyahlar sudan nedenlerle polis tarafından öldürülmüştü. Ferguson’daki son cinayet, siyahlarda -Neden hep biz ölüyoruz- sorusunu uyandırdı, sonra da sokağa çıktılar... Ferguson 4 gün, daha çok geceleri birbirine girdi. Birkaç yüz siyah protestocu sokaklara çıkınca, karşılarına birkaç yüz tam teçhizatlı ve üstelik askerî teçhizatlı polis çıktı... ABD; Irak ve Afganistan’dan çekildikten sonra elde o kadar çok silah, malzeme, helikopter, zırhlı araç kaldı ki, bunları polis teşkilatlarına vermeye başladılar. Polisler de bu askerî teçhizatla kendilerini Rambo sanmaya başladı... Ferguson’da siyah protestocuların karşısına özel harekât kamuflajlı, otomatik tüfek ve lazer dürbünlü bir savaş makinesi çıktı... Usulen gelen -Dağılın- komutuna uyulmayınca, polis gaz attı, plastik mermi kullandı. Karşıdan da molotof geldi... İlk gecelerde dükkanlar yağmalandı, yangınlar çıktı. Ferguson’un patlamakta olduğu gözle görülürken, ABD ulusal medyası olayla ancak 3. günde ilgilenmeye başladı. O ilgi bile 1-2 dakikalık TV haberleri ya da gazetelerde ajans haberleriyle sınırlı kaldı... Twitter ise Ferguson’u daha yakından izliyordu. Ulusal medya kasabaya gelince, bilgi akışı Twitter üzerinden hızlandı. Dördüncü gece ise kıyamet koptu... Polisin gaz kullanımı olaydan uzak evlere yansıdı. Kapsüller ilgisiz evlerin bahçelerine atıldı. Polis, medyayı doğrudan hedef aldı. Canlı yayın yapan TV ekibine gaz fişeği atıldı, yayındaki muhabirler kuşatılıp yayın kesildi... Kamera ekiplerine -kameraları kapatıp buradan uzaklaşın- dendi. Hamburgercide oturup haber yazmakta olan 2 muhabiri yıldırmak için polis -Burayı kapatıyoruz, siz de kalkın- dedi, muhabirler neden diye sorunca, kelepçelenip gözaltına alındı. Bir tanesi Washington Post’un muhabiriydi. Polis bu muhabiri kelepçeledikten sonra -fazla yavaş yürüyor- diye itip kola dolabına yapıştırdı... Sonra karga tulumba araca alındılar. Görüntüleri var. Bir saat nezarette kaldılar, sonra sorgusuz kayıtsız serbest bırakıldılar. Polis, muhabirleri etkisiz kılmak için önemli bir gıda zincirinin dükkânını kapattı. Barışçı protesto hakkı- diye birşey varsa, o Ferguson’da yoktu. Gerçi polis -itidalli davrandık, önce onlar molotof attı- diyor, ama barışçı unsuru ilk dakikalarda kayboldu. Sonra polisin aşırı güç kullanmaması ilkesi de ânında yok oldu. Selam- diyene polis otomatik silah namlularını doğrultup korku yaydı... Yağma, yangın bir-iki gece oldu, orada da protestocular çizgiyi kaybetti... Ve yağma, polisin kalıcı biçimde sertleşmesine yetti... Gözaltılar var, tam sayı belirsiz, ama -dağılın- uyarısından sonra gözaltına alınanlar anayasal gösteri hakkını mı kullanıyor, polise karşı mı geliyor, anlaşılamadı... Yaralılar var, ancak hafif... Kafasından kapsülle yaralanan bir-iki kişi var, karnına plastik mermi gelen de öyle... Eylemcilerin sayısı birkaç yüzde kaldı, ancak mahallelerin halkı çoluk çocuk protestoya katıldı. Bütün bu aşamalarda olayların gidişini polisin tavrı belirledi... Ve gerilim sürekli tırmandı. Bakınca, polislerin beyaz, karşısındakilerin de siyah olması zaten kendi başına gerilim nedeni. Sonunda Başkan Obama yeniden açıklama yaptı ve -mazereti olmayan- Anayasa ihlâllerini hatırlattı: - Polise karşı şiddet - Vandallık ve yağma - Polisin aşırı güç kullanması - Gösteri hakkını kullananın nezarete atılması - Gazetecilerin taciz edilmesi, nezarete atılması - Gazetecilerin haber toplama ve bildirme hakkının engellenmesi ABD Anayasasındaki temel hak ve özgürlüklerin hemen hepsi Amerika’nın ortasında çiğnenmiş... Bunlar münferit olarak yaşanmaktaydı, şimdi toplu hâlde. Evet ihlâllerin -mazereti yok- ama 1960’ları andırırcasına 2014 yılında hâlâ ihlal yaşanıyor. Hesapta ABD siyah bir başkan seçti... Olayları yatıştırmak için konuşan bir siyah yerel siyasetçi: Bütün dünya bizi izliyor- dedi... Doğru... Hayret ve şaşkınlıkla izledik... Görgü tanıkları Ferguson’daki gencin vurulmadan önce kollarını ‘teslim’ şekilde havaya kaldırmış olduğunu anlatıyor. Teslim olan ve silahsız olan ahlâken de hukuken de vurulmaz... Vahşi Batı’da bile öyleydi... Şimdi ise vahşi kent sokaklarında teslim olmak bile yaşamı kurtarmaya yetmiyor. Ölünce de trajedi deniyor. Kaynak Star 16.08.2014 |
|
08-20-2014, 08:48 | #23 |
Selim Atalay
Ağustos 2014’te ABD: Sokağa çıkma yasağı, ardından asker Yirmi bin nüfuslu Ferguson’da siyahların ayaklanması var... Polis kurşunuyla öldürülen 18 yaşındaki Michael Brown olayının sarsıntısı günlerdir sürüyor. Önce yerel polis etkisiz kaldı, sonra tam teçhizatlı eyalet polisi etkisiz kaldı. Gece sokağa çıkma yasağı işe yaramadı. Sokağa çıkma yasağı, ABD’de tarihî önemde bir karardır ve en uç noktayı gösterir: Halkı eve kapatmadan asayiş sağlanamıyor... Ardından da Ferguson’a asker yollandı... Bu ABD’de sıkıyönetim ilanı gibi birşeydir. Halkı eve kapat ve sokağa asker yolla... Bunlar kıyamet alametleri. Ferguson’da siyah gencin öldürülmesi haberine ABD TV’leri başlangıçta mesafeli kaldılar. İlgi, öldürülen gencin dükkân soyma görüntüleriyle arttı... Genelde sosyal medya öne çıktı. Cumartesi günü ise bir başka gariplik yaşandı. Akşam üzeri valinin -sokağa çıkma yasağı- açıklaması duyuruldu, ama bu karara neyin yol açtığını TV’den öğrenmek mümkün olmadı... Meğer cuma gecesi ciddi yağma yaşanmış... Yasak saati yaklaştıkça kentteki durumu TV’lerden göremiyorduk. Yasağın başlamasına 5 saat kala haber kanallarında saat başı bültende Ferguson birkaç dakika vardı, sonra yok oldu. Zaten sonra saat başı bülten de yoktu, cumartesi geceleri pek bülten olmazdı. Yasak saati yaklaşırken kentten canlı yayın beklerken, hiçbir kanal normal akışını bozmadı. Günde 1 ana haber saati olan ulusal kanalların akış değiştirmesi zaten beklenmezdi. Ancak haber kanallarında da ses yoktu. Yasağa 4 saat kala Fox News normal saat başı bültende birkaç dakika Ferguson’a bağlandı. Rakibi CNN ise haftalardır promosyonunu yaptığı belgesele geçti: Karabalık- Katil Balinaların hikâyesi. Bu belgeselden önce CNN’de Yezidiler ve Robin Williams için 2 ayrı kuşak daha vardı. Ferguson’da yasak öncesi gerilimin arttığı Twitter’da belliyken ve canlı yayın hak edecek görüntü, kent sokaklarında beklerken, CNN, Balina belgeselinden Kanun Kaçakları dizisine geçti. Fox, magazin sohbetiyle 2 saat geçirdi. MSNBC de o sıra belgesel yayınlıyordu. Vurgulamak gerekir: Fox açıkça Cumhuriyetçi Parti’yi, MSNBC de Demokratlar’ı destekler. Siyasi renkleri ilan edilmiştir. CNN ise ortadadır. Saat başında yasak yürürlüğe girince CNN, Kanun Kaçağı dizisini kesip, haber bültenine geçti ve Ferguson’a bağlandı. Bu sırada New York - Washington hattında saat 01.00, Ferguson’da gece yarısıydı ve ABD’nin doğusu yatağa girmişti... Yasak Ferguson’da başladığında ise polis bütün medyayı uzak bir kaldırıma toplayıp, çevrelerine plastik bant geçirdi: Sokağa çıkma yasağı medyayı da kapsıyordu, medya oradan kımıldamayacaktı. O noktadan kentte ne olduğunu anlamak mümkün değildi. O saatte Ferguson’dan yayının anlamı kalmamıştı. Ardından CNN anchor’ları gayet yatıştırıcı ve kanun -nizam- intizam yanlısı bir üslup izlediler. Anchor -Bu gece Ferguson’da barış, sükûnet var. Ve çoğu insan bunun sürmesini diliyor- derken, Twitter’da çatışma haberleri yer alıyordu... CNN yatıştırıcı ve sakin yayın yaparken, -kimsenin zarar görmemesi için polisin elinden geleni yaptığını, polisin gaz atmama sözü verdiğini ve bu sözü tuttuğunu, Ferguson halkının sükûnet istediğini, halkın bu olaylardan sıkıldığını, büyük çoğunluğun evde olduğunu, sokağa küçük grupların çıktığını- anlattı. Yasak yürürlükteyken CNN -İyi haberi verelim: Kentte sükûn, barış hâkim- dedi, olumlu tarafı vurguladı. İlk gece yasak sırasında birkaç medyacı gözaltına alındı. Kendilerine normal prosedür uygulandı: Silah doğrultuldu, yere yatırıldılar, elleri kelepçelendi, bir süre sonra da azarlanıp serbest bırakıldılar. İkinci gece olaylar erken patladı, silahlar konuştu, tam teçhizatlı polis, harekât başlattı. O sırada da haber kanalları daha seri canlı yayına geçtiler. Bu kez polis, -ayak altında dolaştıkları için- medyacılara sert davrandı. Peki medya neden Ferguson’a çekingen girdi? Önce belki cumartesi rehavetiyle yayın yıkmaya ve sponsorlu reklamlı belgeselleri aksatmaya cesaret edemediler... Nihayet Ferguson evet önemli sembolik anlamlar taşıyor olabilirdi, ama sokakta 100-200 kişilik grup olay çıkarıyordu. Sayılar ve yıkım daha fazla olsaydı ne olurdu, bilemiyoruz. Gerçek şu: ABD’de toplumsal eyleme karşı sokağa çıkma yasağı gibi çok olağandışı bir adım atıldı, ancak ilk gece kimse yayın akışını değiştirmedi. Canlı yayındaki yatıştırıcı üslup, polise destek ifadeleri, -halkın geneli bunu onaylamıyor- vurguları, yalnızca CNN değil, diğer kanallarda örneğin yerel eyalet kanalı KSDK’da da vardı. Anlaşılan kimse yangının üzerine körükle gitmiyordu. Hiçbir TV kanalı, olayı körükleyip, ABD’nin başka yerinde siyahları sokağa döken ve -Ağustos 2014’te ABD’yi yakan olayları tetikleyen TV kanalı olma- unvanını istemiyordu... O kadar dengeliydiler ki, Michael Brown’ı sokakta öldüren polis için bir avuç Fergusonlu destek gösterisi yaptı... Onu da yayında verdiler. Kaynak Star 19.08.2014 |
|
08-20-2014, 10:37 | #24 |
Akif Beki
Amerikan valisine teessüf ediyorum ABD'de polis, 18 yaşındaki silahsız bir zenciyi elleri havadayken vurup öldürürse ne olur? Kıyamet kopar... Missouri Eyalet valisi Jay Nixon da, Ferguson’da kopuveren kıyameti durdurmak için olağanüstü hâl ve sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bunu yaparken ‘bir avuç çapulcunun, halkın güvenliğini tehlikeye atmasına izin vermeyeceklerini’ söylediği için değil yalnız teessüfüm. Sokağa çıkma yasağı ilan ederek Amerikan küresel düzenine yanlış mesaj gönderdiği ve çok kötü örnek olduğu için de değil... Öyleyse, bir toplumsal kıpraşmada sarıldığı ilk şey yasak koymak olduğu için midir Vali Bey’e bu teessüflerim?... Kendi halkından, Hüsnü Mübarek’in, Tahrir Meydanı’ndaki Mısırlılardan korktuğu gibi korktuğu için mi yani?... Sokak olaylarını, hemen eskilerin zecri tedbir dediği sert önlemlerle bastırmaya kalkıştığı için mi?... İtirazı olan bireylere, zulme başkaldıran muhaliflere karşı devletin gücünü, Şark devletlerindeki gibi görgüsüzce göstermeye yeltendiği için mi?... Amerika’dan dünyaya sakil bir Ortadoğu manzarasının yansımasına fırsat verdiği için mi?... Sokak hareketlerine en fazla bir hafta dayanabildiği, hemen höt zöte, devlet şiddetine, kamu gücüne ve kaba kuvvete abandığı için mi ya da?... Yoksa her muhalifi terörist, her protestocuyu çapulcu, her eylemciyi potansiyel düşman yerine koyduğu için mi?... Demokratik protesto hakkını acılı ve öfkeli insanların elinden aldığı, barışçıl gösteri ve yürüyüşleri fiilen imkânsızlaştırdığı, düşünce ve ifade hürriyetini fütursuzca askıya aldığı için mi?... Seçilmiş zorbalık eğilimi sergilediği, sivil diktatörlük kurma özlemlerini dışavurduğu, otoriterleşme temayülünü ayyuka çıkardığı için mi peki?... Ülkesinin resmî söylemleri ve her seferinde başkalarının gözüne soktuğu demokratik değerleriyle ters düştüğü için mi?... Seyahat özgürlüğünü hiçe saydığı, bu çağda vatandaşlarını eve hapsettiği için mi?... ‘Demek ki imamın dediğini yapacaksın ama yaptığını asla yapmayacaksın’ sözünü, en azından Amerika’yı imam belleyenler açısından haklı çıkardığı için mi?... Gezi şamatası sırasında Beyaz Saray ve Dışişleri bakanlıklarının art arda yayımladığı ‘Demokratik muhalefeti susturmayın beyler’ temalı en az 18 uyarı, ikaz ve ihtarı şimdi nereye koyacağı sorusunu şak diye kendi alnının çatına bir serlevha gibi yapıştırdığı için mi?... Hayır, hiçbiri değil Amerikalı valiyi esefle kınama sebebim. Çok daha basit bir gerekçesi var. AK Parti iktidarına karşı yürüttükleri mücadelenin bütün ahlâki meşruiyetini, Amerikalıların resmî ağızlarından dökülecek iki kırık cümleye bağlayan Türkiye’deki sokak muhalefetini nasıl iyot gibi açığa düşürüp ortada bırakacağını hesaba katmadığı için... Bu çifte standart, bu tutarsızlık, bu çelişkiler karşısında, vaziyeti kurtarmaya çalışırken kıvranan bedbahtları ne gülünç zorluklara mâruz bırakacağını öngöremediği için... Obama’ya, aynen Tayyip Erdoğan gibi “Polise mukavemetin de, çapulculuk ve vandallığın da mazereti olamaz” dedirterek yandaşlarına kıvırma payı bırakmadığı için... Ankara’daki bir Amerikan Büyükelçisi’nin, bundan sonra sokak olaylarına hangi yüzle koltuk çıkacağını düşünmeden hareket ettiği için... ABD’nin lafına güvenerek kendi hükümetlerine kafa tutan dünyanın her yerindeki muhaliflerin ayağının altındaki referans halısını hoyratça çekip aldığı için... Kısacası, ‘Demokratik protesto hakkına saygı bekliyoruz, barışçıl gösterilere müdahaleyi kaygı ve endişeyle izliyoruz, bütün devletleri zorbalık ve ceberutluktan uzak durmaya çağırıyoruz’ türü teraneler eşliğinde çok güzel çalıp durdukları Amerikan zurnası, ne zaman ucu kendilerine dokunsa orada acı acı zırt dediği için... İşte bunun için kendilerine en kalbi teessüflerimi bildiriyorum. Hürriyet 19.08.2014 |
|
08-23-2014, 07:17 | #25 |
Cemile Bayraktar
Ferguson'da Malkom X ve Bedford Forrest posteri yan yana mıydı? Bir önceki yazımda, Suriyeli mülteciler konusundaki birtakım ırkçı çıkışlar ile Ferguson Olayları'nın "ırkçılık" başlığında benzerliğinden bahsedip, cümlemizi naçizane merhamete davet etmiştim, bu kez Ferguson Olayları'na basının yaklaşımı noktasındaki iki yüzlülük ve bir takım sorunlu analojiler üzerinden devam edelim... Ferguson'da geçtiğimiz hafta 18 yaşındaki siyahi genç, silahsız olmasına rağmen polis tarafından öldürüldü, gencin vücudundan 6 kurşun çıkarıldı. Bunun üzerine bölgede eylemler başladı, ABD güvenlik güçleri olaylara sert müdahale etti. Gezi günlerini hatırlarsınız, CNN ve BBC gibi dünya kanalları Gezi'den 24 saat canlı haber yaptı, kullandıkları haber dili sanki Türkiye'de bir "iç savaş çıkmış" gibiydi hatta bazen kaynağı olmayan, "iddiaya göre" diliyle haber yapma telaşına bile düşüldü. Mesele ABD/Ferguson'a gelince ise bu yayınlar mecbur olmadıkça konuyu dillendirmedi. Durum böyle olunca haklı olarak bu kanallar tarafgir olmakla ve basın etiği olmamakla itham edildi. Hatta Atlanta'da CNN'i protesto etmek için eylem yapıldı. Gezi'de ne olmuştu, kısmına girmeyeceğim zira çoğumuz bu başı spontan, devamı plânlı darbe girişiminin ne olduğunu, devamında gelen darbe girişimleri ve yukarıda saydığım basın sayesinde gayet net biliyor. Mesele Gezi değil zira Gezi başarısızlıkla sonuçlanmış bir darbe girişimi olarak nahoş anılarımız arasındaki yerini aldı. Mesele Ferguson ve Gezi arasında kurulan sakat analojiler... İlk sakat analojimiz Uluslararası Af Örgütü/Amnesty International'dan, aslında birçok noktada iyi işler yapan Amnesty, mesele Müslümanlar olunca yer yer tarafgir olabiliyor, daha evvel ABD ordusunun, Afgan kadınları "özgürleştirdiği" pankartına imza atan Amnesty'nin pankartının mürekkebi kurumadan, sivil Afgan kadınlar, ABD ordusu askerince katledilmişti. Ferguson Olayları konusunda da Amnesty boş durmamış ve Gezi ile benzerlik olduğu vurgusunda bulunmuş, ne alâkaysa? Diğer analojiler ise sosyal medya üzerinden yapılıyor, Fergusonlular ile Geziciler eşitleniyor... Uzatmayacağım; Gezi Olayları iç ve dış müdahaleler -özellikle bugünlerde bizi dinlediği ortaya çıkan Almanya- sonucu işlenen bir süreçti, Gezi'nin hedefinde Türkiye'deki zenciler -ahlâki ifade ile siyahiler- ve onların iradesi vardı, Ferguson'da da aynı şekilde hedef olan kesim siyahiler. Yani, Gezi ve Ferguson arasında bir analoji kuramayız, illa kuracaksak burada hedef olan kesimleri doğru tanımlamamız gerekiyor. İlla bir analoji kurulacaksa bir darbe girişimi olan Gezi, yakıp yıkan "Moğol anlayışı ile ilerleyen" Gezi eylemcileri ile Ferguson polisi arasında "siyahilere" karşı olmak bakımından bir analoji kurulabilir. Bir diğer husus kafa karışıklığı... Tozu dumana katan Gezi'deki mâlûm kafa karışıklığı sonucunda hatırlarsınız sık sık Mustafa Kemal posterleri ile Abdullah Öcalan posterleri yan yana açılmıştı. Mustafa Keser'in ah pardon Mustafa Kemal'in askerleri, Apocu gerilla ile yan yana yürüyordu. Kimin kime benzediği kısmına hiç girmeden, zira bu isimler arasında Malkom X'e benzetebileceğim kimse yok, merak ediyorum acaba Ferguson'da Malkom X posteri ile siyahilere yönelik ırkçılığın baş isimlerinden Klu Klux Klancı Bedford Forrest posteri yan yana gelmiş midir? Sorum retorik, gelmediğinden şüphemiz yok, en fazla Fergusonlular Malkom'un posterini taşıyorken, ABD kolluk güçleri Klu Klux Klan maskesi takıyordur. Ez cümle; bu sakat analojilere girilmemeli, meselede tek bir boyut var o da birtakım örgütlü medyanın Gezi'nin eylemcisi, Ferguson'un polisi olması mevzusu... Son olarak, dünyaya "demokrasi" dersi vermekte mahir, kendi içinde bir ABD milliyetçiliği -görmek için birkaç bölüm Rambo izlemek kâfi- oluşturmuş ABD için üzeri örtülü bir ırkçılık hortlaması tehlike sinyali veriyor: Amerika araştırma kuruluşlarından Pew Research'in Ağustos ayında 1.000 yetişkinle yaptığı araştırmaya göre, Amerikalıların % 44'ü olayın ırkçılıkla alâkalı bir konu olduğunu düşünüyor ama % 40'ı konunun hak ettiğinden fazla ilgi gördüğünü düşünüyor, ayrıca % 32'si olaylarda polisin doğru yaptığını düşünüyor. Sakat analojilerden ziyade mesele budur. Kaynak Yeni Şafak 20.08.2014 |
|
08-23-2014, 07:36 | #26 |
|
|
08-23-2014, 19:51 | #27 |
Selim Atalay
ABD'de uzun yaşamanın sırları Amerikan polisi silahını çekince, karşısındakinden mutlak itaat bekler... Ve polis tetiğe basmaya karar verdiğinde öldürmek için ateş eder... Öldürücü Kuvvet Kullanmak- deniyor... ABD polisi için silah kullanmak, bir güvenlik adımı... Yetkiyi anayasa mahkemesinden alıyorlar. Mahkeme kararlarından çıkan sonuç şu: Polisin, diğer polislerin ya da çevredekilerin yaşamına tehdit oluşturan bir kişiye polis ateş eder. Ayrıca eğer sanık ağır bir suç işlemişse ve kaçmaya çalışıyorsa ve de kaçması ciddi bir tehdit oluşturacaksa, yine vurulur. Ferguson’da günlerdir süren ayaklanmanın ve polisle çatışmaların temelinde 18 yaşındaki silahsız ve siyah gencin en az 6 kurşunla polis memurunca vurulması var... Silahsız birisinin öldürülmesi, her durumda rahatsız edici, ancak olayın ayrıntıları hâlâ tam bilinmiyor. Gencin, polisin silahını almaya çalıştığı ya da polise yumruk attığı iddiaları var. -Dur- ihtarından sonra koşarak polisin üzerine yürüdüğü de öne sürülüyor, ancak ayrıntı hâlâ yok. Bu olayın daha etkisi sürerken, 5-6 km ötede bir başka olayda polis bir siyahı daha öldürdü... Görüntüleri de var. Bu kez sanık bakkaldan iki kutu içecek alıp, ödemeden dışarı çıkıyor, sonra dönüp raftan bir de donut kurabiye alıyor... Dükkanın önünde oyalanırken ve akıllı hareketler yapmazken, polis geliyor. İki polis araçtan çıkarken, sanık bıçak çıkarıyor ve polislere doğru sallayıp, bağırıp çağırıyor. Bu arada -Olduğun yerde kal- komutu var, ancak dinlemiyor ve iki polis 12 el ateşle sanığı öldürüyor. Neden yaralamıyorlar? Polis anlayışında yaralama yok. O hareketlerin filmlerde olduğunu söylüyorlar... Yaralamaya çalışırken ıskalayıp başkalarına zarar vermeleri riski varmış. Ayrıca yaralamakla tehdidin durmayacağına inanç var. O yüzden silah çekiliyor, şöyle böyle ihtar ediliyor ve öldürücü kuvvet kullanılıyor. Ferguson’daki olayda ve diğerlerinde polisin ceza da almadan dosyanın kapanması mümkün. ABD’de 2012’de 410 kişi polis tarafından öldürüldü ve dosyalarda yargılamaya gerek görülmedi. 2013’te bu sayının 450’ye yaklaştığı söyleniyor. Tam veri yok. Japonya’da ise yakın tarihte bilinen hiç böyle bir olay yok. Almanya’da 8 kişi öldürülmüş. Yani Amerika’da her gün en az bir kişi polis kurşunuyla öldürülüyor. İdam cezası ile de karşılaştırmışlar, son 10 yılda idamların sayısı yılda 80-90 arasında kalmış. Polis kurşunuyla ölümler ise 400’den aşağı inmemiş. Silahsız adamı kurşunlayıp öldürmek -Orantısız güç kullanımı- diye düşünülse de yasa, polise mâkul karar verme yetkisi veriyor. Yani o anda başka polis nasıl düşünüp nasıl hareket ederse, o mâkul. Burada -silahsız adam polise doğru koştu, polis de onu vurdu- deyince, gerçekten tehdit olup olmaması değil, polisin algılaması ve takdiri önemli. Hukukçular şu garip örnekte ateş etmesi hâlinde polisin yargılanmayacağını söylüyorlar: Bir adamın, çocuğun boğazına bıçak dayadığını gören polis, ateş edip adamı vuruyor. Ama adam çocuğun babası ve elindeki de plastik bıçak: Baba şaka yapıyormuş... Burada polis -ben tehlike gördüm- deyip kurtuluyor. Aslında bu garipliklerin ve infazların en büyük nedeni: ABD’nin silah merakı... Herkes tepeden tırnağa silahlı olunca, silahlanmak bir Anayasal hak sayılınca, polis de herkesten daha önce tetiği çeken taraf olmak istiyor... Elini cebinden çıkaracaksın, çünkü silah tuttuğunu sanabilir. Amerikan polisi itaat bekliyor. Los Angeles’ta 17 yıl polislik yapan, şimdi de üniversite hocası Sunil Dutta, geçen, Washington Post gazetesine yazdı. Diyor ki: Canının yanmasını istemiyorsan, dediğime uy... Olaya polisin nasıl baktığını özetlemiş: “Kurşunlanmak, taser ile elektrik akımı yemek, biber gazına hedef olmak, coplanmak, yere indirilmek istemiyorsan, sana ne diyorsam onu yap. Benle tartışmaya girme, bana argo sıfatla hitap etme, -beni durduramazsın- deme, -ırkçı köpek- deme, sonra hakkımda dava açacağını ve beni meslekten attıracağını falan söyleme. Maaşını ben veriyorum- deme, hatta bana doğru sert adımlarla yürümeyi aklına bile getirme...” Peki poliste bir kanunsuzluk varsa: Sonra amirimi bul, şikâyet et, insan hakları kuruluşlarına git- diyor... Sistem açısından da -Polisin karşısında sen zaten yargı kararı kesinleşene dek suçlu değilsin- diyor ve polise o an tolere edilip, sistemin işlemesine izin verilmesini istiyor... Ve vurgu hep aynı: Öldürülmemek için, o an söylediklerime aynen uy... Polisten uzak kalmayı başaranlar, ABD’de uzun yaşıyor. Kaynak Star 23.08.2014 Konu Cihannur tarafından (10-10-2014 Saat 09:23 ) değiştirilmiştir.. |
|
08-24-2014, 12:01 | #28 | |||
Amerikan Polisinin, Ferguson Yakınlarında Yine Bir Siyahi Genci Vurarak Öldürmesinin Video Görüntüleri
|
||||
09-29-2014, 23:36 | #29 |
ABD polisi savunmasız bir siyahiyi daha vurdu
ABD’nin Güney Carolina eyaletine bağlı Richland County kasabasında emniyet kemerini takmadığı için durdurulan siyahi bir genç, silahsız olduğu ve hiçbir direnme göstermediği hâlde polis tarafından vuruldu. ABC News’un haberine göre, Levar Jones adlı 34 yaşındaki siyahi adam, emniyet kemerini takmadığı için polis tarafından durduruldu. Polis Sean Groubert, Levar Jones’u aracından indirerek kimlik belgelerini istedi. İKİ KEZ ATEŞ ETTİ Jones kimlik belgelerini almak için kamyonetinin içine eğildiği sırada silahını çeken polis Sean Groubert, “Arabadan çık” diye bağırdıktan sonra kurbana iki kez ateş ederek vurdu. "BENİ NEDEN VURDUN" Siyahi adamın o sırada, “Beni neden vurdun” diye bağırdığı duyuldu. Olay üzerine polis Sean Groubert açığa alındı. Groubert’in 20 yıl hapis istemiyle yargılanması bekleniyor. Kaynak En Son Haber 29.09.2014 |
|
09-29-2014, 23:38 | #30 |
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|