04-29-2009, 11:30 | #21 |
Asaf Halet Çelebi ( 1907)- (1958) -------------------------------------------------------------------------------- 1907 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'nden mezun oldu. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde okudu. Adliye Meslek Mektebi'ni bitirdi. Çeşitli devlet memurluklarında bulundu. Çelebi, 18 yaşına kadar gazel ve rubai yazmış, daha sonra serbest şiire yönelmiştir. Doğu-Batı kültürlerini bağdaştıran, tasavvuf, dinler tarihi ve mitolojiden yararlanan egzotik bir şiirin şairidir.1958 yılında öldü. ESERLERİ He, Lâmelif ve Om Mani Padme Hum (bütün şiirleri) adlarını taşımaktadır. HAKKINDA YAZILANLAR Müzmin bağımsız aday: Asaf Hâlet Çelebi Beşir Ayvazoğlu Zaman 26 Temmuz 2007 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde eskiden şair, yazar ve bestekârlar da olurdu; yani sanat ve edebiyatımız bihakkın temsil edilirdi. Hasan Âli Yücel, Memduh Şevket Esendal, Samet Ağaoğlu gibi bazı edebiyatçılar çok önemli siyasî görevler de üstlenmişlerdir. Bence TBMM'de birkaç dönemdir sanat ve edebiyat dünyamız yeterince temsil edilmiyor. Politikacılar "sanatçı" deyince daha çok İbrahim Tatlıses gibi popüler isimleri anlıyor, onların şöhretlerinden faydalanmak istiyorlar. Gazetelerde yayımlanan listeleri gözden geçirdim; 22 Temmuz'da seçilen milletvekilleri arasında da, gazeteci kimliğiyle seçime girerek AKP'den Bursa milletvekili seçilen Mehmet Ocaktan dışında, edebiyatla profesyonelce ilgilenen başka bir isim göremedim. Edebiyat adamları mı siyasete ilgi göstermiyorlar, siyasette karar verme mevkiinde olanlar mı edebiyat ve sanat adamlarını ciddiye almıyorlar, bilmiyorum. Elbette, milletvekilleri arasında eli kalem tutan çok sayıda akademisyen var, hatta Hüseyin Çelik ve Necat Birinci gibi, edebiyat alanında ihtisas yapmış olanlar da... Ama ben, bir zamanlar bu mecliste görev yapmış Abdülhak Hâmid, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Reşat Nuri Güntekin gibi, yazar ve şair olarak temayüz etmiş isimlerden söz ediyorum. Yazar ve şairler aktif siyasete eskiden daha fazla ilgi duyarlardı. Edebiyat tarihimizin müzmin bir bağımsız adayı bile var: Asaf Hâlet Çelebi. Seçim sürecinde, boş meydanlara konuşan bağımsız adaylarla ilgili haberlere rastladıkça hep onu düşündüm. Seçkin bir entelektüel ve kudretli bir şair olmasına rağmen, yaşarken, daha çok tuhaflıklarıyla tanınan Çelebi, şiirde, yepyeni bir ses yakalamıştı. Çok geniş bir divan şiiri ve tasavvuf kültürüne sahipti, İran edebiyatına vâkıftı ve şiir yazacak kadar Farsça bilirdi. Fransızcası sayesinde hem Batı hem de Uzakdoğu kültürleriyle ilişki kurmuştu. Bu kültürlerden devşirdiklerini şiirine taşırdı. Rüyalar, masallar, efsaneler ve menkıbelerle örülü, nüfuz edilmesi kolay olmayan bir şiir dünyası vardı. Şiirlerinde Sanskritçe, eski Mısırca, Rumca vb. kelimeler ve ibareler bile kullanırdı. Bugün zevkle okuduğumuz Om Mani Padme Hum gibi şiirlerinin yanı sıra şiir okuyuşu, tostoparlak vücudu, aşağı sarkan upuzun bıyıkları, dar ve paçaları kısa pantolonlarıyla da mizah dergilerinin vazgeçilmez malzemesiydi. "Ultra-modern" veya "bobstil şair" diye anılırdı. Tavırları ve tekellüflü lisanıyla halis bir Beylerbeyili, şiiriyle son derece modern bir şair olan Çelebi, siyasete de ilgi duyardı. 1946'dan itibaren, yaşadığı sürece bütün seçimlere bağımsız aday olarak katıldı. 1946'da yayımladığı seçim bildirisindeki demokrasi vurgusu dikkat çekicidir. Bu bildiride demokrasiden ne anladığını, Roosevelt'in dört şartını (1. Sefalet ve açlık korkusu duymadan yaşamak, 2. Korkudan emin olmak, 3. Düşünce hürriyeti, 4. İnanç hürriyeti) hatırlatarak açıklayan Çelebi, hiç dinleyicisi olmasa bile, meydanlarda yüksekçe bir yere, mesela bir taşın üzerine çıkıp uzun uzadıya nutuklar söylerdi. Seçilmeyeceğini bilirdi elbette; bu, onun için belki seçim atmosferinden istifade ederek siyasî fikirlerini yüksek sesle ifade etme vesilesi, belki de bir oyundu. Dört yılda bir, Haldun Taner'in ifadesiyle, "Hyde Park hatipleri gibi ileri geri konuşup içini de boşaltmış olurdu." Râmiz'in bir karikatüründe, Çömez, Çelebi'ye "Neden milletvekili olmak istiyorsunuz?" diye sorar. Aldığı cevap pek hoştur: "Şiirlerim, inşadlarım, kıyafetimle senelerden beri milletin yüzünü güldürmüş bir şairim. Meclis'te de neşe ve şetaret havası yaratmak ülkümdür!" Ah, sevgili Çelebi, keşke yaşasaydın da, 22 Temmuz'da seçilseydin! Öyle anlaşılıyor ki, yeni Meclis'in de öncekiler gibi, bu neşe ve şetarete şiddetle ihtiyacı var! Yeri gelmişken hatırlatmak isterim: Bu yıl, Asaf Hâlet Çelebi'nin doğumunun 100. yılıdır, 2008 de ölümünün 50. yılı... Benden hatırlatması. |
|
04-29-2009, 11:31 | #22 |
Aşık Erbabi ( 1805)- (1884) -------------------------------------------------------------------------------- Aşık Erbabi.Asıl adı Hüseyin Farki olan bu saz şairimiz Erzurum'un Kara-Ars köyünden olup 1220-1300 (1805-1884) yılları arasında yaşamıştır. Konyalı Veli Efendi'nin oğlu olan Hüseyin Farki kendisine şeyhi tarafından Erbab denildiği için Erbabi takma adını kullanmıştır, Abdülmecit zamanında bir ara İstanbul'da bulunan, hatta Huzur'a da kabul edilen Erbabi, askerlik hizmetini bitirince memleketi Erzurum'a dönerek, çardaklı kahvehanelerde curasıyla şiirler terennüm etmiştir. Çağdaşlarından Erzurumlu Emrah, Tokatlı Nuri, Aşık Dertli gibi Erbabi'nin de şiirlerinden, yaşadığı devrin temayüllerine uygun olarak Divan edebiyatına yabancı olmadığı yabancı kelimeye terkipler, Divan teşbihleri, kullanarak hem aruz hem hece vezniyle yazdığı anlaşılmaktadır: Şiirlerinden örnekler : Zibadır sevdiğim kadd-ü kametin Nice vasfedeyin civanım seni Beni Mecnun etti çeşm-i afetin Leyla'ya benzettim a canım seni Kaşların kemandır, müjganın oktur Arz-ı halin çeker müşterin çoktur Dünyayı verseler gönlümde yoktur Vermezen ey hüsn-i fettanım seni Erbabı aşıkım ey dil güvendim Hasretinle yandım canım efendim Hakikat eyle gel sen de levendim Gönlümün tahtında sultatım seni xxxx Hatadan saklasın İslam'ı Allah Münacat'ım budur Ulu Subhan'a Gelip geçer ömrümüzün kervanı Bir gün de Azrail sunar bu cana Dinleyin kelamı ahbab-ü yaran Bakındi kalmadı Mühr-i Süleyman Azrail bu canı aldığı zaman Götürürler anı mezaristana Ne ettiyse bulur anın içinde Fayda yoktur asla anın içinde İmam talkın verir başı ucunda Ol vakitte mevta kalkıp uyana |
|
04-29-2009, 18:49 | #23 |
Aşık Kerem -------------------------------------------------------------------------------- Meşhur "Kerem ile Aslı" hikayesinin kahramanı olarak tanınan Kerem'in 16. yüzyıl aşıklarından olduğu bilinmektedir. Hikayeye göre, Kerem İsfahan şahının oğludur. Şahın hazinedarı Ermeni keşişin kızı Aslı'ya aşık olur. Bir müslümana kızını vermek istemeyen keşiş kızını alır, kaçar. Kerem peşlerine düşer, şehir şehir, köy köy onları takip eder. Nihayet bütün engeller ortadan kalkar. Evlendikleri gece, keşişin yaptığı sihirle Aslı'nın gerdek gömleği bir türlü açılmaz. Kerem sabaha kadar gömleği çıkarmaya çalışır, başaramaz. Sonunda içinden gelen bir ateşle tutuşup yanar, kül olur. Külleri süpürmeye uğraşan Aslı da tutuşarak yanar. Çiçekler İçinde Çiçekler İçinde Menevşe Baştır Güzeli Gösteren Göz İle Kaştır Gurbete Gidiyom Mektup Ulaştır Mektup İle Konuşalım Bir Zeman Şu Dünyada Üç Nesneden Korkarım Biri Gurbet Bir Ayrılık Bir Ölüm Hiç Birinden Hasta Gönül Şen Değil Biri Gurbet Bir Ayrılık Bir Ölüm Kerem Derki Dağ Üstüne Dağ Olmaz Ah Çekenin Yüreğinde Yağ Olmaz Elin Kızı Gelip Sana Yar Olamaz Varıp Kapısına Kul Olmayınca xxxxxxx Ala gözlerine kurban olduğum Hep senin derdinden yanar ağlarım Kime arzedeyim garip halimi Ellerin yanında görür ağlarım Benden kaçar sevdiğim, gayrden kaçmaz Dahi pek küçüktür, aşıkın bilmez Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez Yüzümü yerlere sürer ağlarım Yine düşt'ayrılık vücut şehrine Yürek mi dayanır dilber cevrine Sürülünce insan mahşer yerine Hak'kın divanına durur ağlarım Kerem der bu firkatla yanarsam Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem Bu hasretle kıyamete kalırsam Kefenim boynuma sarar ağlarım |
|
04-29-2009, 18:50 | #24 |
Aşık Şem'i ( 1783)- (1839) -------------------------------------------------------------------------------- Asıl adı Ahmet olan Aşık Şem'i 1783 yılında Konya'da Piresat mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Konya'nın tanınmış helvacılarından Mehmet Ağa isminde bir zattır. İrticalen şiir söyleme yatkın ve düşkün olması, belirli, bir tahsil görmemesine, hatta yirmi, yirmi beş yaşlarına kadar okur yazar olmamasına rağmen, ince düşüncesi, zekası, akranları arasında hazırcevaplığı, esprileri her konuda onları aydınlatması ve örnek davranışlarıyla kendisine büyükleri tarafından "Şem'i" mahlası verilmesine sebep olmuştur. Onun yetişmesinde Konya'da o tarihlerde birisi türbe önünde, diğeri de' Buğday Pazarında bulunan kahvelerin önemi büyüktür. Her gece genç ve acemi aşıkların devam ettikleri ve yetiştirildikleri bir ocak, bir okul olarak hizmet veren bu kahvelerden Şem'i de payına düşeni almıştır. Şem'i bade içen bir halk şairi olarak sadece hece ile değil aruzla da irticalen şiir söylemekte yetenekli biridir. 1839 Konya'da vefat eden Şem'i nin mezarı Mevlana Müzesinin hemen yanı başındadır. Şiirlerinden örnekler : Aceb kande gezer ol yüzü mahım Anı görmiyeli çok zaman oldu Enderundan çerağ olunca ahım Yedi katgöklere dirahşan oldu Uftade olalı bir afitaba Hasret oldu iki dideler haba Eşk-i çeşmim dökülünce türaba Rüy-i zemin lal-i bedehşan oldu Bana çok cevr-itti Haktan utanmaz Kişi sevdiğine kem sanı sanmaz Gözüm görmeyince gönlüm inanmaz Bazı ahbab dir ki müslüman oldu Kocaldın çeşmimin nüru döküldü Ah-ide ah-ide ömrüm söküldü Sakalım pir oldu kaddim büküldü Sarardı gül benzim zağferan oldu Ana dil vireli bu Şem'i kemter İder lisanında ismini ezber Bir kerre almadı vuslat müyesser Bevhude dillere dasitan oldu xxxx Benden selam eylen nazlı dilbere Gelip de karşımda dönüp durmasın Ben güzel sevmeden doydum usandım Anında hayali gelip durmasın Benim güzel ile yoktur pazarım Kaşların arası benim nazarım Yol üstüne koyun benim mezarım Yar gelip geçtikçe dönüp durmasın Gelindi hüsnüne sitemin çoktur Aradım cihanda akranın yoktur Nazlı dilber göğsün düğmeler takdır Esen rüzgar açıp açıp durmasın Duyun da düşmanlar siz de sevinin Dostlarım vah diyip varın yerinin Şem'i ye, mahbublar düşte görünün İntizarı sizde kalıp durmasın |
|
04-29-2009, 18:51 | #25 |
Aşık Veysel Şatıroğlu ( 1894)- (1973) -------------------------------------------------------------------------------- (1894-1973) Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü'nde doğdu. Yedi yaşında iken çiçek hastalığına yakalanarak gözlerini kaybetti. Babasının telkiniyle saz çalıp şiir söylemeye başladı. Ahmet Kutsi Tecer'in yardımıyla yurt çapında tanındı. Köy Enstitülerinde halk türküsü öğretmenliği yaptı. TBBM tarafından özel bir kanunla kendisine maaş bağlandı. Halk şiirinin başarılı örneklerini verdi. Şiirlerinde dünyanın geçiciliği, ölüm, kardeşlik, birlik-beraberlik ve sevgi gibi temaları işledi. Şiirleri, Dostlar Beni Hatırlasın adı altında bir kitapta toplandı. Şiirlerinden örnekler; GÖNÜL BİR GÜZELİ SEVMİŞ Gönül bir güzeli sevmiş ayrılmaz Dolanır peşinde çoban misâli Hiç kimse bu derdin dermânın bilmez Azmış yaraları perişan hali Lokman çâre bulmaz yoktur Eflâtun Yârdan ayrılması ölümden çetin Elde endaz ettim bu aşkın atın Terkettim sılayı vatanı ili Ferhat Şirin için kestiği taşlar Benim senin için döktüğüm yaşlar Seni yaksın beni yakan ateşler Yaktı bu sinemi savruldu külü Arılar bal için bekler petekler Alır her çiçekten verir emekler Mecnun Leylâ için pınarı bekler Ben de bir yâr için olmuşum deli Evvelden var idi bu sevda bende İlikte damarda cesette canda Ölünce hû çeksin kemiğim sinde Dünyâda durunca Veysel'in dili ----------------------------------------------------------- GÜZELLİĞİN ON PAR'ETMEZ Güzelliğin on par'etmez Şu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa Tâbirin sığmaz kaleme Derdin dermândır yâreme İsmin yayılmaz âleme Âşıklarda meşk olmasa Kim okurdu kim yazardı Bu düğümü kim çözerdi Koyun kurt ile gezerdi Fikir başka başk'olmasa Güzel yüzün görülmezdi Bu şak bende dirilmezdi Güle kıymet verilmezdi Âşık ve maşuk olmasa Senden aldım bu feryâdı Bu imiş dünyanın tadı Anılmazdı Veysel adı O sana âşık olmasa |
|
04-29-2009, 18:52 | #26 |
Attila İlhan ( 1925) -------------------------------------------------------------------------------- 1925 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığından Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığına geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan) 1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Bel başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar. İlk şiiri Balıkçı Türküsü, Yeni Edebiyat gazetesinde çıkmıştı (sayı: 23,1.10.1941), ilk düzyazısı ise (Kültürümüz Üzerine Düşünceler) Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde (29.10.1944). Duvar kitabına aldığı Cabbaroğlu Mehemmed şiirinin 1946 CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik almasıyla tanındı.Şairliğinin ilk on yılını, destan boyutlarıyla ve duygusal, gergin bir hava içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı saran bezginlik çöküntülerini yansıtmaya adamıştı. Zamanla (1955- ) toplumcu kollayışı bırakmamakla birlikte tek insanın duygu dünyasından kesitler verdi; artistik abartmalarla ve yerli dünya görüşüne de yaslanarak, bireysel temaları işledi. Aynı gerginlik ve gerilim kendine özgü bir söz dizim ve hazinesiyle at başı, çarpıcı benzetmelerle zenginleşmiş romanlarında da görülür. Eleştiride uzun zaman toplumcu gerçekçilik ilkelerine bağlı kalmıştı. ESERLERİ Şiir kitapları: Duvar (1948), Sisler Bulvarı (1954),Yağmur Kaçağı (1955), Ben Sana Mecburum (1960), Bela Çiçeği (1962), Yasak Sevişmek (1968), Tutkunun Günlüğü (1973), Böyle Bir Sevmek (1977), Elde Var Hüzün (1982), Korkunun Krallığı (1987), Ayrılık Sevdaya Dahil (1993). Romanları: Sokaktaki Adam (1953), Zenciler Birbirine Benzemez (1957), Kurtlar Sofrası (1963/64), Bıçağın Ucu (1973), Sırtlan Payı (1974), Yaraya Tuz Basmak (1978), Fena Halde Leman (1980), Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981), Haco Hanım Vay (1984), O Karanlıkta Biz (1988). Gezi notları: Abbas Yolcu (1957). Deneme-anı türü: Hangi Sol (1970), Hangi Batı (1972), Faşizmin Ayak Sesleri (1975), Hangi Seks (1976), Hangi Sağ (1980), Gerçekçilik Savaşı (1980), Hangi Atatürk (1981), Batının Deli Gömleği (Gazete yazıları, 1981), İkinci Yeni Savaşı (1983), Sağım Solum Sobe (Gazete yazıları, 1985), Yanlış Erkekler Yanlış Kadınlar (1985), Ulusal Kültür Savaşı (1986), Sosyalizm Asıl Şimdi (1991), Aydınlar Savaşı (1991), Kadınlar Savaşı (1992), Hangi Edebiyat (1993), Hangi Laiklik (1995),Hangi Küreselleşme (1997), Bir Sağ Kırmızı Karanfil (gazete yazıları, 1988). Senaryosunu yazdığı Sekiz Sütuna Manşet (6 bölüm) 1982’de, Kartallar Yüksek Uçar (12 bölüm) 1984’te, Yarın Artık Bugündür 1986’da, Yıldızlar Gece Büyür (16 bölüm) 1992’de, Tele-Flaş (13 bölüm) 1993’de TV dizisi olarak oynandı. Atilla İlhan’ın Bütün Şiirleri Bilgi Yayınevi tarafından basılıyor (1983). Tutuklunun Günlüğü kitabıyla Türk Dil Kurumu 1974 şiir Ödülü’nü, Sırtlan Payı romanıyla da 1974-1975 Yunus Nadi Armağanı’nı kazandı |
|
04-29-2009, 18:53 | #27 |
Aydil Erol ( 25.05.1938) -------------------------------------------------------------------------------- 25 Mayıs 1938'de istanbul Çengelköy'de dünyaya geldi. Ana ata yönünden Kastamonu Bozkurtludur. Safiye-Ahmet Erol'un büyük oğlu, adları "Ay" ile başlayan dört kardeşin (Ayfer, Aydil, Aynur, Aydın) ikincisidir, ilkokulu Çengelköy'de bitirdi. 1951 yılında Beyoğlu Erkek Orta Terzilik Okulu'nun 2'nci sınıfında, yani ortanın ortasında iken geçirdiği trafik kazası (daha doğrusu:Beşiktaş'ta Derya Kaptanı Barbaros Hayreddin Paşa türbesi önünde tramvaydan atlaması) yüzünden bir yıl kadar yürüyemedi. Yeniden yürüdüğü gün için:"Dünyaları verseler bu denli sevinmezdim!.." demekte, kendisini tedavi eden Dr. Nuri Sandıkçıoğlu'nu rahmetle anmaktadır.İyileştikten sonra, istemeyerek gönderildiği bu okulu bırakıp çalışmaya başladı.Okulu bıraktı ama okumayı değil!.. 20 yıl kadar trikotajcılık yaptı. İlk yazısı 1958'de Milliyet'te çıktı. Karakedi (2'nci çıkışı), Millî Yol, Tarla, Toprak, Ötüken, Kardaşlık (Bağdat, istanbul), Bilgi, Türkiye (1972, 1998, 1999), Defne, Tercüman, Devlet, Yeni istanbul, Babıâli'de Sabah, Son Havadis, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Türkeli (Ankara), Kurultay, B.Kurultay, Ayyıldız, Dil, Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Azat, Polemik, Şafak (Tekirdağ), Alkış (K.Maraş) vb yayım organlarında şiirleri, yazıları yayımlandı. Hafız Yusuf Cemil Ararat (Mahir İz'in Yılların Izi'ne bakıla), Nihâi Atsız, Arif Nihat Asya, Prof.Dr. M. Kemal Özergin'den görmüş olduğu unutulmaz teşvik ve yardımları minnetle anmaktadır. 1974 yılının sonbaharında (Yeni) istanbul gazetesinde günlük fıkra yazarı olarak gazeteciliğe başladı (10 ay kadar). 1 Haziran 1975-6 Eylül 1991 arasında Tercüman gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. 1977-1978'de Hergün gazetesinde 10 ay kadar günlük fıkra yazdı (Aydoğdu Ersin imzasıyla). Hamamizade ismail Dede Efendinin istanbul Akbıyık'taki evinin onarılıp Dede Efendi Müzesi hâline getirilmesi ilk defa onun tarafından teklif edildi:10 Ocak1978. 1983'te Bahar Erol ile evlendi. Bu evlilikten olan iki oğlu vardır:Doğuhan (1985), Batuhan(1986). "İlkokula 6 yaşımda başlamama rağmen, evlenmem de, gazeteciliğe girmem de geç oldu" demektedir. "Şarkılarla Şiirlerle Türkülerle ve Tarihî Örneklerle ADLARIMIZ" (Ankara 1989, 1992, İstanbul 1999) yayımlanan ilk kitabıdır ve Türk Dünyasnda sahasının en kapsamlı eseridir."Horyatlar" (istanbul 1990, 2000) ikinci kitabıdır. "Röportajlar" ve "Dosta Düşmana Karşı" mizahî eserleri ise baskıya hazırdır. Yazı hayatının kırkıncı yılı olan 1998'de sevenlerince AYDİL EROL ARMAĞANI çıkarıldı. Halen Yeniçağ gazetesinde çalışmakta, Ufuk Ötesi'nin yayın danışmanlığını yapmaktadır. 2002'de Mehmet Akif ve Ahmet Haşim adlı kitapları yayımladı. Adlar konusundaki çalışmalarından ötürü 2002 yılında Türk Dil Kurumu'nun adlar koluna üye alındı. Yayınladığı maniler arasında şu dörtlüğe yer vermesinden sonra, (Ufuk Ötesi, Nisan 2003, Yeniçağ 15.02.2003) Karen Fogg Çocukları deyimi basında geniş yankı gördü: Yediler sucukları giydiler gocukları memleketi satacak Karen Fogg Çocukları Bestelenmiş şiirleri Baş eğmeyiz feleğe, yâr ü ağyâre de biz Etmeyiz tenezzül bir gül için hâre de biz Ne sâkîden imdat, ne meyden şifa dileriz. Etmeyiz tenezzül bir gül için hâre de biz Segah Aksak şarkı, (1958) Beylerbeyli Kemençeci Hasan Fehmi Mutel (1885-1965) Çatlatır bülbülleri o nağme-i sazın senin Fetheder gönülleri asarın üstadım senin Vermiş Hak kabiliyet-i müstesna, hüner sana Yoktur naziri cihanda hüsn ü fehminin senin Hicazkâr Müsemmen şarkı (1957) Hasan Fehmi Mutel Erişti eyyam-ı nevbahar (Hasan Fehmi Mutel, Mahur Curcuna ş.) Gel buselerinde mest et bu gece (Hasan Fehmi Mutel, Mahur Aksak şarkı, 1954) Gül-gonca cemâlin bana bin cevr eder (Hasan Fehmi Mutel, Hicaz Türk Aksağı, şarkı, 1957) Seyredelim mehtabı gel seninle bu gece (H. F. Mutel, Nihavent Yürük Aksak Şarkı, 1954) Not: Birinci dörtlük, Hüseyin Rıfat Işıl'ın Rumeli Hisarı Mezarlığındaki mezar taşı yazısından esinlenerek kaleme alınmıştı: "Bazen ney olur, bazı da safi mey olurduk Gâhi neye meyler katarak hey hey olurduk Baş eğmedik asla feleğin kahrına bir gün Biz istemiş olsaydık eğer herşey olurduk" |
|
04-29-2009, 18:55 | #28 |
Abay . ( 22.08.1845)- (23.07.1904) Abay Kunanbayev, 22 Ağustos 1845’te doğdu. Çağdaş Kazak edebiyatında Abay Kunanbayev’in yeri çok ayrıdır. Abay, İlk eğitimini özel hocalardan aldı. Daha sonra Semey’de medrese eğitimi gördü. Arap, Fars ve Rus edebiyatlarını yakından tanıdı. Ayrıca klâsik Osmanlı şâirlerine de vâkıf oldu. Kazakların hayatlarını tenkidî bir süzgeçten geçirerek lirik şiirler yazdı. O, Kazakları çağdaş bir eğitime yönlendiriyor, onları göçebe hayat düzenlerini bırakarak yeni meslekler edinmeleri konusunda teşvik ediyordu. Şiirleri halk tarafından Kazak bozkırlarında ezbere okunuyordu. Kunanbayev, fikirlerini daha çok düz yazılarla ifade etmekteydi. Kara Sözder “Halk Sözleri” adıyla bir kitapta toplanan nesirlerinin çoğu, 1890’lı yıllarda kaleme alınmıştır. Abay, günümüzde de, hemen hemen her Kazak tarafından bilinmekte, şiirleri her yerde söylenmekte ve fikirlerine çok önem verilmektedir. Kazakların meşhur edebiyatçılarından Muhtar Avezov (1897-1961), 4 ciltlik büyük romanının adını Abay Jolı “Abay Yolu” koymuştur. Avezov, romanında Abay’ın Kazaklar için yapmak istediklerini, Kazakların gerçek medeniyete nasıl ulaşacaklarını anlatmaktadır. O, Abay’ın Kazakların yollarını aydınlatıcı bir rehber olduğunu herkese göstermiştir. Onun yolundan giden genç nesil, büyük Kazakistan’ı meydana getirecektir. Yani Kunanbayev, Kazaklar için, takip edilmesi gereken büyük bir fikir adamıdır. Abay, 23 Temmuz 1904’de Cengizdağı sırtlarında Balaşakpak yaylasında vefat etti. Mezarı Semey vilayetine bağlı Abay ilçesindedir. Mahabbatpen jaratkan adamzattı Sen de süy Allanı janan tetti Adamzattın berin süy bavrım dep Jane hak joli osı dep ediletti “(Allah) insanı muhabbetle yarattığı için Sen de o Allah’ı canından tatlı sev İnsanların hepsini ‘kardeşim!”diye sev. ‘Hak yolu budur.’ diye (insanlararasında) adaleti gözet.” (Abay Kunanbayev, Abaydı Okı, Tanırga “Abay’ı Oku, Tanı”, Almatı 1993.) Kazak Edebiyatının Belli Başlı Temsilcileri Bünyamin ÖZGÜMÜŞ Yağmur Sayı : 16 Temmuz - Ağustos - Eylül 2002 -------------------------------------------------------------------------------- HAKKINDA YAZILANLAR BİR SÖZ SANATI USTASI KAZAK MİLLİ ŞAİRİ ABAY KUNANBAYOĞLU* Yard. Doç. Dr. Abdulvahap Kara Ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un Goethe ve Tolstoylar ile kıyasladığı Abay (İbrahim) Kunanbayoğlu, kendi halkını tüm yönleriyle eserlerine yansıtabilen ender şair ve yazarlardan biridir. Özellikle Kazak edebiyatında yeni bir çığır açmasıyla tanınan Abay sadece Türk kültürüne değil, dünya kültürüne mal olmuş bir şahsiyettir. Bu sebeple, 1995 yılı UNESCO tarafından bütün dünyada “Abay Yılı” olarak ilan edilmiştir. Bu etkinlikler dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de kutlanmıştır. Bu çerçevede Zeytinburnu Belediye Başkanlığı ile Kazak Türkleri Vakfımızın ortaklaşa düzenlediği etkinlikte, ilçemizde bir caddeye onun adı verilmiştir. Daha sonra bu cadde de inşa edilen ve İstanbul’umuzun güzide okullarından biri olan İlköğretim okulumuza onun adı verilmiştir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 21 Mayıs 2003 tarihinde, ilçemize şeref vererek, bu okulun açılış törenine bizzat katılmışlardır. Bu da bize Abay isminin Kazak Türklerinde ne derece büyük bir saygı uyandırdığını göstermektedir. Edebiyat ve kültür araştırmacıları Abay’ın hem manzum ve hem de nesir yazılarında, Kazak kültürünü her yönüyle ortaya koyduğu konusunda hem fikirdirler. Abay’ın yetiştiği çevreye baktığımızda bunun bir tesadüf olmadığını görmekteyiz. Çünkü Abay hem iyi bir aile ve hem de iyi bir okul eğitiminden geçmiştir. Aşağıda bahsedeceğimiz gibi, Abay’ın çocukluğu eğitimde aile ve çevrenin etkisini bize açıkça göstermektedir. Özellikle sevgi, şefkatle ve ilgi yumağı içinde büyüyen çocukların daha iyi yetiştiğini görmekteyiz. Abay aldığı eğitimde, sadece mensup olduğu Türk-İslam kültürünü öğrenmekle kalmamış, aynı zamanda Rus ve dünya kültürünü de yakından tanımıştır. Böylece çevresindeki olaylara her zaman geniş açıdan bakabilmiş ve ardında kalıcı eserler bırakabilmiştir. Kazakların Argun boyundan gelen Abay’ın babası Kunanbay Öskenbayoğlu’dur. Kunanbay’ın dört eşi vardı. İlk eşinden Hüdaverdi (Kudayberdi), ikinci hanımı Ulcan’dan Tanrıverdi (Tanirberdi), İbrahim (Abay), İshak ve Osman, üçüncü hanımı Aykız’dan Halilullah ve İsmail isimli çocukları dünyaya geldi. Kunanbay’ın dördüncü hanımı olan Nurhanım’dan hiç çocuğu olmadı. Bu yüzden Abay bir şiirinde “atadan altav, anadan törtev”, yani “babadan altı, anadan dört kardeşiz” demektedir. 22 Ağustos 1845’te dünyaya gözlerini açan Abay, annesi Ulcan’dan ziyade, babaannesi Zere’nin elinde büyüdü. Abay’ın dedesi Öskenbay (1778-1850) zeki ve adil bir Kazak Beyi idi. Adaletli yönetimi dolayısıyla, halk arasında “haklıysan Öskenbay Bey’e, haksız isen Erali Bey’e git” şeklinde bir deyim oluşmuştu. Öskenbay Bey, orta yaşlara geldiğinde, beylik yetkilerini ikinci oğlu Kunanbay’a devretti. Kendisi ise sadece oğluna zaman zaman tecrübelerini aktarmakla yetindi. Dedesi Öskenbay 1850’de öldüğünde, Abay beş yaşındaydı. Babaannesi Zere ile birlikte dedesinin cenaze merasimine katıldığı tarihi kayıtlardan öğreniyoruz. Zere nine, çok akıllı, iyi huylu, kalp kırmaktan çekinen bir kimseydi. Ayrıca edebiyata ve şiire düşkündü. Abay’ı hikaye, masal ve destanlar anlatarak büyüttü. İşte Abay’daki edebiyat aşkı bu şekilde yerleşmiş olmalıdır. Çünkü, Abay daha çocuk yaşlarda hikaye ve destanlara ilgi duymaktaydı. Eve gelen misafirlerin bu konulardaki konuşmalarını can kulağıyla dinlemekteydi. Zere nine, torunları içinde en çok Abay’ı sever ve şımartırdı. Hatta torununu İbrahim diye adıyla değil, şımartarak Abay diye çağırmaktan haz alırdı. Böylece zamanla İbrahim isminin yerini Abay aldı. Zere nine, kocası Öskenbay’dan çok sonra, 1873 yılında öldü. Abay’ın annesi Ulcan da (1810-1887), Zere gibi, kültürlü ve iyi mizaçlı bir kimseydi. Şefkatli ve alçakgönüllü bir karaktere sahip olan Ulcan aynı zamanda hazır cevap ve hatipti. Annesinin bu özellikleri Abay’a da geçmiştir. Abay ilk eğitimini köyün imamı Gabithan Molla’dan aldı. 10 yaşına geldiğinde, babası Kunanbay onu Semey’deki Ahmet Rıza medresesine yatılı verdi. Abay burada dini bilgilerin yanısıra Arapça ve Farsça öğrendi. Çok zeki olan Abay dersleri hocalarının ilk anlatışında kavrardı. Böylece ders çalışmak için ayrıca bir zaman harcamazdı. Bu da onun boş vakitlerini arttırıyordu. Abay ders dışı saatlerini, edebi eserler okumakla değerlendirdi. Medrese kütüphanesindeki Doğu’nun klasikleri olan Nizami, Nevai, Saidi, Hafız ve Fuzuli’nin eserlerinden ne bulursa okudu. Gençlik döneminde yazdığı şiirlerinden birinde şöyle demektedir: “Fuzuli, Şemsi, Seyhali /Nevai, Saidi, Firdevsi /Hoca Hafiz – bu hemmesi /Medet ber ya şairi feryad.” Medresedeki üçüncü senesinde Abay, şehirdeki bir Rus okuluna devam ederek Rusça öğrenmeye başladı. Ancak, bu fazla sürmedi. O sene babası Kunanbay, Abay’ı kendisine yardımcı olması için yanına aldırdı. Kunanbay Bey, oğulları içinde kendisinin beylik işlerine en yatkın olanının Abay olduğunu fark etmişti. Böylece Abay daha 13 yaşındayken Kazak halkının idari işlerine karışmış oldu. Abay babasının yanında Kazak halkının bir çok meselesine aşina oldu. Kazak halkının ileri gelenleriyle tanıştı. Onların sohbetinde bulundu. Özellikle, Kazak şair ve ozanlarının çalıp söylediği eserleri zevkle dinledi. Böylece Abay, Kazak halkının edebi eserlerini, örf-adetlerini, sosyal olaylarını, geçim kaynaklarını yakından öğrenmek fırsatını buldu. Abay, duyduğu bir şeyi hiç unutmazdı. Ozanlardan ve tecrübeli aksakallardan duyduğu ilginç ve ibretli hadiseleri, kendi konuşmalarında ustalıkla kullanmasını bildi. Böylece genç yaşlarda bölgede iyi bir hatip ve şair olarak tanınmaya başladı. Abay bu yıllarda, Semey ile bağlantısını kesmedi. Sık sık şehrin kütüphanesine giderek edebi, felsefi ve tarihi eserleri okudu. Bu sıralarda Rusça kitaplara merak sardı. Mihaelis isimli bir Rus demokrat aydını Rusçasını ilerletmesine yardımcı oldu. Böylece Abay, Puşkin, Krilov, Çernişevski, Lermantov ve Nekrasov gibi Rus yazar ve düşünürlerinin kitaplarıyla tanıştı. Aynı zamanda, Spencer, Goethe ve Byron gibi Avrupalı yazarların Rusça’ya çevrilmiş eserlerini de okumak fırsatını buldu. Bütün bunlar, Abay’ın ufkunun genişlemesine yol açtı. Okuduklarının ışığında Abay, Kazak toplumundaki sosyal ve siyasal olayları daha iyi değerlendirecek bir hale gelmişti. Abay, kitaplar vasıtasıyla, Kazakistan bozkırlarından hiç çıkmamasına rağmen, dünyadaki siyasi ve sosyal gelişmelerden haberdar olmuştu. Böylece Çarlık Rusyasının yönetiminde halkının çektiği sıkıntıları ve geri kalmışlıkları çok iyi anlamış bulunuyordu. Özellikle halkının yerel yönetimler tarafından çok büyük haksızlıklara uğratıldığını farkediyordu. Abay, halkının uğradığı haksızlıkları azaltmak maksadıyla yerel seçimlere de katıldı. Konırkökşe ilçesindeki seçimleri kazanarak İlçe Başkanı (Bolıs) seçildi. 1876-1878 yıllarında başarılı bir yönetim sergiledi. Mazlumlara zulüm yapanlara yol vermedi. Hırsızlık ve gasp yapanları şiddetle cezalandırdı. 1885 yılında Semey Vilayeti Kazakları için ceza kanunları hazırlama komisyonuna başkan seçildi. Abay’ın başkanlığındaki komisyon Kazak örf ve adetlerine dayalı kanunları çok kısa bir sürede hazırladı. Bu durum bize Abay’ın sadece bir düşünür ve yazar değil, aynı zamanda iyi bir devlet adamı olduğunun bilgisini vermektedir. Abay, 23 Temmuz 1904’de Cengizdağı sırtlarında Balaşakpak yaylasında vefat etti. Mezarı Semey vilayetine bağlı Abay ilçesindedir. Abay’ın yazdığı şiirler, Rus şairlerinden yaptığı çeviriler ve nesir yazıları üç şekilde okuyucularına ulaşmıştır. Birincisi matbu eser olarak, ikincisi halk arasında ağızdan ağıza yayılarak, üçüncüsü birbirinden kopya edilen elyazmaları şeklindedir. Abay’ın şiirleri toplu olarak ilk defa, ölümünden beş yıl sonra, 1909’da kitap olarak yayınlandı. Daha sonra bu kitap, bulunan başka şiirleriyle ikmal edilerek tekrar tekrar basılarak günümüze kadar gelmiştir. Abay’ın eserleri günümüzde iki cilt halinde basılmaktadır. Birinci ciltte onun manzum yazılarıyla çevirileri, ikinci ciltte ise nesir yazıları yer almaktadır. Abay’ın 200 civarındaki şiirlerinde ve Rus şairlerinden yaptığı manzum çevirilerde, tabiat, birlik-beraberlik, dürüstlük, bilimin aydınlığı, sevgi, aşk, yardımseverlik, ölüm, yaşam, örf-adetler, tarih ve efsane gibi çeşitli konular ele alınmaktadır. O şiirlerinde Kazak halkını geri kalmışlıktan ilerlemeye, cahillikten ilim ve bilime, tembellikten çalışmaya ve güzel huy ve ahlak sahibi olmaya öğütlemektedir. Bir şiirinde şöyle demektedir: Allanın özi de ras, sözi de ras, Ras söz eş vakıtta calgan bolmas. Köp kitap keldi Alladan, onın törti, Allanı tanıtuvga sözi ayrılmas. Allah’ın kendisi de gerçek, sözü de gerçek, Gerçek söz hiçbir zaman yalan olmaz. Çok kitap geldi Allah’dan, onun dördü, Allah’ı tanıtırken sözü ayrılmaz. Abay nesir yazılarında felsefi düşüncelerini ortaya koyar. Sade ve etkili cümlelerle ve genellikle soru-cevap türünde kaleme aldığı bu yazılarında çocuk terbiyesi ve psikolojisi, insanın tabiatı, bilimin önemi ve yüce Mevla’nın buyruklarına uygun yaşamanın gerekliliğine işaret eder. Abay’ın gerek manzum ve gerekse nesir yazılarındaki bazı ifadeleri o kadar etkilidir ki, onlar Kazak Türkçesinde birer vecize halini almıştır. Bunlardan birkaç örnek vermek gerekirse: İnsanın insanlığı akıl, ilim, iyi baba, iyi anne, iyi arkadaş ve iyi öğretmenden meydana gelir. (Adamnın adamşılıgı akıl, gılım, caksı ata, caksı ana, caksı kurbı, caksı ustazdan boladı.) İnsanoğlu insan oğlundan akıl, ilim, ar, huy denen şeylerle üstün olur. (Adam balası adam balasınan akıl, gılım, ar, minez degen narselermen ozadı.) Kötü arkadaş gölgedir. Başına talih kuşu konarsa ondan kaçıp kurtulamazsın, başına bir felaket gelirse, arayıp bulamazsın. (Caman dos kölenke, basındı kün şalsa kaşıp kutıla almaysın, basındı bult şalsa izdep taba almaysın.) Bütün insanoğlunu rezil eden üç şey vardır. Onlardan kaçmak gerekir: Evvela cahillik, ikincisi üşengeçlik, üçüncüsü zalimlik. (Külli adam balasın kor kılatın üş narse bar. Sonan kaşpak kerek: Aveli nadandık, ekinşi erinşektik, üşinşi zulımdık.) Mal tükenir, sanat tükenmez. (Mal cutaydı, öner cutamaydı.) Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Abay yazılarıyla halkını devamlı iyiye, güzele ve gelişmeye, kalkınmaya teşvik etmiştir. Bunu yaparken de söz sanatının inceliklerini büyük bir maharetle kullanmıştır. Böylece sözlü edebiyatı çok zengin Kazak edebiyatının yazılı türünün oluşmasına da büyük bir katkı yapmıştır. * Makale, Kazak Turkleri Vakfi Arman Dergisinin Aralik 2004 sayisinda (sayfa 22-24) yayinlanmistir. |
|
04-29-2009, 18:56 | #29 |
Abdulla Latifzade ( 1891)- (1938) -------------------------------------------------------------------------------- Kırım Türk Edebiyatı Edebi çalışmalarına 1917 inkılabından önce "Tercüman" gazetesinde başlayan Abdulla Latifzade (1891-1938), inkılabından sonra da çalışmalarına devam eder. Uyanık fikirli, zeki, halkına ve milletine bağlı bir şair olan Latifzade inkılabın getirdiği yenilikleri tam olarak benimsemiş; şiirlerinde halkı taassuptan kurtaracak, medeniyet ve kültürlerini geliştirecek arzu ve düşüncelerini sade bir dille anlatmıştır. Abdulla Latifzade'nin "Ömür", "Şaire", "Şairin Ruhu", "Közaydın", "Baar Türküsü", "Ahır Zaman Kuşu", "Hayırsız Tüş", "Mücde" gibi şiirleri Kırım edebiyatına konu ve şekil bakımından byük yenilikler getirmiştir. Sade bir dille yazdığı şiirleri okuyucuda derin bir tesir bırakır. Şair şiirlerini toplayarak 1928'de "Yeni Saz" ismindeki kitabında yayımlamıştır. Alfabe ve terminoloji komisyonlarında çalışan Latifzade, okullarda garp edebiyatı dersleri de vermiştir. Abdulla Latifzade, Kırım kültürüne dil ve edebiyat konularında yazdığı makalelerle de hizmet etmiştir. Latifzade 1927'de yazdığı "Kırım Tatar Edebiyatının Kısa Obruzı" isimli makalesinde Umer İpçi, Mahmut Nedim, Cafer Gafar, Ziyaddin Cavtöbeli,Eşref Şemizade gibi şair ve ediplerin eserlerini de inceleyerek Kırım edebiyatının gelişmesini açıklamıştır. Birkaç sene oynanan "Ömer Baari" adlı piyesi yazan Abdulla Latifzade, Kırım dramatoloji sanatının gelişmesinde de önemli rol oynamıştır.Kırım edebiyatı ve kültürünün gelişmesinde çok hizmetleri olan Laifzade, 1938 yılındaki toplu sürgün ve idamlar sırasında bir çok Kırımlı yazar ve şair gibi yok edilmiştir. Kırım Türkleri Edebiyatı Yrd.Doç.Dr. Zühal Yüksel kirimdernegi.org.tr |
|
04-29-2009, 18:57 | #30 |
Abduraman Bari Acımendili -------------------------------------------------------------------------------- Halq ocası :Abduraman Bari Acımendili Zera BEKİROVA Abduraman Bariyev 1897 senesi Kerç yarımadasındaki Acımendi koyunde dünyağa kelgen. 1906 – 1908 senelerinde qomşu Sıcıvut koyundeki başlanğıç mektepte tasıl alğan, 1909 - 1910 senelerinde Cavtobe medrese-sinde Türk ve Arap tillerini ogrengen, soñra Kol – Alğıç, Saraymen medrese-lerinde oquğan. 1912 – 1913 senelerin-de Bağçasaray’da ki Zıncırlı Medrese- de oqup, tuvğan koyu Acı Mendige qayta ve mında ocalıuq yapa. Aqmes-citte neşir olunğan “Tatar Ocapçe” ga- zetesinde atalar sozleri, aytımlar, şiir- ler, maneler ve çıñları derc etqendir. 1917 – 1921 senelerinde Abduraman Oca bir zamanlar ozü oqugan Cavtoba Medresesinde ders bergen cenk arfe-sinde kene tuvğan Acı Mendisinde ocalıq fondında Lenin rayonunda 1922- 1923 senelerde çalışqan ocalarnıñ cedveli berilip, mektep mudiri Abdura-man Bariyev kulak oğlu ve milliy fırkacı sıfatında sınfiy düşmanlar sırasında qayıd etile. Sürgünliqte folklorcı oca dülger, suv agları saasında nevbetçi olıp çalışqan. Qırım Tatar halqı milli areketi başlanğan yıllarda Abduraman Oca milli kureşqe birinciler sırasında qoşu-la. Acı Mendi koyü sakinleriniñ adları – soyadları ile cedvelini tizip, milli areket- çilerimiz yapqan Qırım Tatar ehalisini cedvelge aluv, cenkte iştirakini, sür-günliqniñ ilk senelerinde ğayıp oluvınıñ sayısını belgilev işinde iştiraq ete. Ozüniñ baş maqsadını halq ağız yara-tıcılığı numünelerini, Harcibiye koyun-de ocalıq yapqan belli şairimiz Usein Şamil Toqtarğazi aqqında qıymetli malümatlarnı, 20. Asırnıñ ilk yıllarında medreselerdeki tasil, Qırım tarihi bo-yunca malümatlar toplavda korgen Abduraman Acımendili milli areketimiz-ge salmaklı issesini qoştı. Abduraman Ocanıñ hızmetlerin-den belli yazıcımız Şamil Alâdin, Şamil Toqtarğazige bağışlanğan “İblisniñ ziyfetine davet” adlı eserinde, tilşina-sımız Basır Ğafarov, folklorcı Alimimiz Refig Muzaffarov “Qırımtatar edebiya- tınıñ tarihı” nıñ muellifleri Rıza Fazıl ve Safter (H) Nogayev ve diğerleri faydalandılar. Abduraman oca “Çora Batır”, “Edige” kibi Qırımtatar destanlarınıñ variantlarını yazıp olğan, “Halq edebi-yatı” el yazmasında ikâye kaldırğan. Qırımda grajdan cenki, inqılâb, açlıq, kollektivleştirüv kibi vagiçlar aqqında ikaye ete. A. Bariyev bizlerge salmaqlı Qırımtatar luğatınıñ zarurlığını añlağan ve lûğat teşebbüsünen bir paylaşqan. Öz mektübinde Basır Ağa: “Qıymetli ve unıtılmaz Abduraman Ocam! Qırımtatar lûğatını yapmaq fikiriñiz pek qoşulam.Bu şeyniñ bizlerge pek buyuk faydası olur. O, tilimiz başqa tiller arasında tutğan yeri, tariqi ve emiyetini aydınlatuvda pek buyuk rol oynar.” dep yazğan. Aşağıda biz Abduraman Bari Acımendiliniñ “Hatirlerim” qol yazma- sından bir parçasını ( olğanı kibi) diqqatınızğa avale etemiz. 1911 – 1912. yılı Saraymen Medresesinde 1911 senesi salgın kuzde Abla Aqamnıñ toyunı toylağan soñ babam meni hasta yatsada Saraymen Medresesine yolladı. Maña onı hasta alda bıraqıp, medresege ketmek pek ağır qeldi. Biz uyle vaqıtlarında medreseniñ dershanesine tüştik. Dershaneniñ kuçük odasına barıp tüşer – tüşmez yahşıca qiyinğen 30 – 32 yaşlarında bir adam qeldi. O, bizneñ biraz laqırdı etti. Bundan soñ men, Şeyhrazi boyukniñ odasına kettim. Medresede 100 den ziyade talebe olıp, odağa yerleşqen ve şu boyukler idaresinde toplanğan ediler: 1-Nusredin Kemal Efendi. 2-Şeyhrazi Ebuleys Efendi 3-Ahmed Efendi. 4-Abdulla Efendi. 5-Usein İlyas 6-Seyt Celil Ğaniy 7-Mensait 8-Seyfedin boyukler. Saraymen Medresesi oqutuv usulı ceetinden Qırımnıñ başka medre-selerinden ayırıla edi. Mında oquv, oqutuv usulları biraz yañı ve eski med-reselerge qore çıtqaç edi. O zamanda Qırımda meşhur olğan şu medreseler bar edi: 1-Bağçasarayda Zıncırlı Medrese ve Han Medresesi. 2-Ozenbaş Medresesi. 3-Tavdair Medresesi. 4-Kulümbi Medresesi. 5-Sarayman Medresesi ve İlahre. Bu medreselerniñ episinde oquv Arapça ve eski Sholastik şekilde edi. 1906 – 1907. Yıllarda İstanbulda ketirilgen Alim Mustafa degen bir muderris olaraq onıñ yerine aslen Qırımlı bolğan Seytmurad Efendi qetirilgen edi. Saraymen Medresesinde oquv ve yaşayış Boyükler dep aytılğañ eski ve baş sohtalarnıñ odalarında 12 şer ve daa ziyade sohta bulunır edi. Odalar kiyiznen töşelip, divar etrafında minderler tizilgen adiy Tatar evleri kibi edi. Sohtalar aşayt içün cemiyetke ayda 5 (yahut ziyade) ruble para qoşıp umumi aşhanadan er qün ekişer funt otmek ve kunde bir kere uyle aşı (içinde 100 er gramm eti bolğan qapısta , makaron, pirniç şorba) alır ediler. Ya çay qaynata, yahut tükandan konserve, zeytun, penir, alva alır ve bunıñle keçinir ediler. Esas etibaren medreseniñ başı, direktorı Süleyman Acı idi. Medreseniñ yılda eki kere tatili olır edi: Kış ve uzın muddetli yaz darqavları. Bu darqavlarda talebelerni imtian yapa ediler. İmtianlar aftalarneñ devam eter, buña butün Kerç koylerindeñ din alimleri bolğan efendiler qelir edi. Saraymen medresesiniñ eñ parlaq vaqti tamam bu senede edi. Bu yıl medresede em talebe çoq edi, em medreseğe bu sene Türkiye ruştiye mektebi programmasınca Türkiy dersler kirsetilgen edi. Suleyman Acı aqaylarnıñ ve baylarnıñ, efendi aqaylarnıñ ve muderrisniñ bundan maqsadları em molla, em oca yetiştirmek olsa qereq. Muderrisniñ butün talebeleri Ruşdiyeniñ 1 ve 11. Sınıflarına bolüngen edi. Arapçadan şu ilimler okutula edi: 1-Usul – eñ buyuk felsefe, diñiy felsefe – bunı muderris Seytmurad Efendi oquta edi. Bunı eñ esli talebelerden Musredinen, Şeyhrazi oquv ediler. 2-Telhis – Arap edebiyati, maaniy ve aqaid – bunıda müderris oquttı. Bundan 10 – 12 adam olıp, çoqusı boyünler oquy ediler. 3-Cami dersi – bunı Musredin Efendi oquta edi. 4-İzar – bunı Şeyhrazi Efendi oquta edi. 5-Sarf – bunı Usein İlyas oquta edi. Medresede derslerge çalışmaq içün aqşamları talebeler geceniñ yarısına qadar ve daa ziyade vaqıt oğraşa ediler. Kuçük talebeler camige toplana, oquv yerine oyunnen vaqıt qeçire ediler. Men ozüm izarçı edim. Türkçe birinci sınıfta oquy ve şu sınıfnıñ ileri kelgen alâcısı edim. Talebeler arasında gazeta, edebiy kitap oquv işleri Talebeler arasında Türkçe gazetalar, jurnallar, edebiy kitaplar, roman, ikâye oquğanlar çoq edi. Lâkin bu işler teşkilâtsız kete edi. Edebiy tögerek degen şeyniñ o zaman ismi bile yoq edi. O zamandan talebeler ve Tatar halqı yalıñız siyasi ceetten Rusiyege tabi ediler. Mektepler Türkçe, Türk İslâmiyeti altında edi. Qırımdan İstanbul mektebinde oquğan yaşlar çoq edi. Bu sayede Tatar halqı ve sohtası Rusiyege duşman, çarimizge duşman, Türkçi ve İslâmcı olıp yetişe ediler. 1911 senesi İtalia Devleti öziniñ kolonial siyasetini omürge keçirmek içün Türklerniñ qolunda bolğan Trablusgarb ve Benğazığa ucüm yaptı. Bu sebepten İtalia – Türkiye cenki başladı. Cenk butün musulman halqlarnıñ İtalyanlarğa qarşı nefret ve duşmanlığını meydanğa qetirdi. Trablusgarta ve Benğaziyde Türk askerleriynen birlikte vatanını qorçalav oğrunda qaramanca İtalyanlarğa qarşı cenkleşken Arap halqları ve Türk askerleriniñ yigitlik ve batırlıqlarını sohtalr alqışlay ve cenk haberlerini qunü – qunüne gazatalardan izley ediler. Men o zaman birinci şiirimni yazğañ edim: İtalyanlarnı mağlup etti Osmanlı qaramanları Trablısnı suvlay İtalia asker çıqanları Saraymen medresesinde hususiy imtian (qışta) yazılı bolğan edi. Hocamed Efendi tahtağa er dersten sualler yazğan ve bu suallerge biz yazma olaraq cevaplar bergen edik. Bu bir taqım talebeler içün alverişli olıp çıktı. Çünki talebelerniñ birçokları bir – birlerinden koçürip oldılar. Baardeki imtian ise soravlarnen oldı. Arapçadan imtiannı bizden izar dersinden konçekli meşur Zinabadin Efendi olgan edi. Müellifniñ notu: Muellif Abduraman oca Barige bagışlangan mezkür saifelerimiz içün kıymetli malumatlarnı ve ocanın kolyazmalarını takdim etken Abduraman Barinin kızı Kaside Barievaga ve Moskvada yaşagan torını “Kırımskotatarskaya problema. 1944 – 1991” kitabınıñ muellifi, tarihçı Gulnara Bekirovaga teren minnetdarlıgını bildire. Gulnara hanım kartbabası akkında ve onın eserlerinden tertip etilgen kitap çıkartmaknı arzu ete. Alla onıñ bizler içün bu zarur işinde yardımcı olsun. Yazarın Adı: Zera BEKİROVA - KIRIM KALGAY Dergisi, Ocak – Şubat – Mart 2005, Sayı: 35, Sahife16 – 17 - 18 |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|