07-24-2010, 23:54 | #1 |
Mehmet Akif Ersoy Abdülhamit düşmanımıydı ?
Bir kaç gündür internette ve safahat kitabında gördüğüm bazı şeyler kafama takıldı sizlerinde görüşlerini almak istedim sizce bunlar gerçekten mehmet akif'in kendi kaleminden çıkan şeylermi yoksa bazı dış güçlerin baskısıyla yazdırılmış yazılarmı şimdiden değerli yorumlarınız için teşekkür ederim..
Yazıların alt kısımlarındaki yorumlar bana ait değildir yazıyı aynen yapıştırdım lütfen tamamını okumadan yorum yapmayalım.. Mehmet Âkif Ersoy, 1966 baskılı Safahat isimli kitabında diyor ki: ------------------------------------------- ... Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer (s. 402) ... Çoktan beridir vardı benim bir derdim Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim Kafes ardında hanımlar gibi Saikliydi Hamid Âl-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid (s. 415) Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti (s. 421) Kız kadın hepsi haremlerde bütün gün mahpus Şu telakkiye bakın en kötü vahşet namus (s. 422) Herifin sofrada şampanyası hâlâ ayran Bâri yirminci asırdan sıkıl artık hayvan (s. 422) ... Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi (s. 422) “Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh” Çıkarıp gönderelim hasılı şeyhim yer yer Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler” (s. 422) ------------------------------------------- Mehmet Âkif Ersoy’un, Müslümanların halifesi olan Sultan II. Abdülhamid Han'a, (Korkak, baykuş, merkep, hayvan, zalim, mel’un, kızıl kâfir, hâlâ şampanya yerine sofrasında ayran içen herif… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason Abduh gibi reform istemiştir. İşte kitap, inanmayan bakabilir Safahat, 1966 baskısı(Mehmet Âkif Ersoy) (Kütüphanelerde bulabilirsiniz.) Ayıca; İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine diyor ki: ”Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e” Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli? Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir. Ey bunca zamandır bize te’dip eden Allah Ey alemi İslamı ezen, inleten Allah, Bizler ki senin va’di ilahine inandık Bizler ki binüç bu kadar yıl seni andık Bizler ki beşer bir sürü ma’buda taparken Yıktık o zaman şirki, devirdik ebediyyen Bizler ki birer hamlede evhamı bitirdik Mabedlere ma’budu hakikiye getirdik Bizler ki senin ismini dünyaya tanıttık Gördükse mükafatını, Ya Rab, yeter artık Çektirmediğin hangi alem, hangi ezadır Her anı hayatın bize bir ruz-u cezadır. Diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor. Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç? Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ? Ayrıca “Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı” adlı şiirinde Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı! Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun! Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında, Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında, Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm; Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm! Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i, En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!... Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın Emvâci hurûş-âver olurken melekûta? Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet, Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet? Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban? Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin, Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in? İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet? Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ! Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm! Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm? Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân; İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân! Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık! Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın... Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın! Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi! Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted: Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed! Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar! En kanlı senâatle kovulmuş vatanından, Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan! İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok! Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî! Diyor ve bu şiir ile Allahü Tealaya resmen tekalufat ediyor... yine bir başka şiirde ”Böyle bir şehidin mükafatı ancak zaferdir Vermezsen ilahi dökülen hun-u hederdir” Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehitlerin kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları? Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti âyetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekanı diyorlar. Âkif de, Allah’a öğüt veriyor; Eğer bu zulümleri durdurmazsan, yani Arşın yanar diyor. Yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazife başlıklı şiirinde diyor ki: Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı? Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’İn hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Arş bu, Allah Arş’ı çok övüyor, Arş asla Âkif'in sözü ile yanmaz. Mehmet Akif'in Meşrutiyet öncesinin hisleriyle doluyken yazdığı, II. Abdülhamid ve yönetimini eleştiren "İstibdad" adlı şiirinden örnek: "Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdad (kirli istibdad devri) Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd (kirli bir hatıra) Diyor ecdadımız makberlerinden (kabirlerinden) Ey sefil ahfad (oğullar) Niçin binlerce masum öldürürken her gelen cellad, Huruç etmezdi (çıkmazdı) mezbûhane (ümitsiz bir çırpınışla da) olsun birferyad? O birkaç hayme (çadır) halkından cihangirane (dünya çapında) bir devlet, Çıkarmış, bir zaman dünyayı lerzân etmiş (titretmiş) millet; Zaman gelsin de görsün böyle dünyalar kadar zillet, Otuz üç yıl devam etsin, başından gitmesin nekbet (felaket)... Bu bir ibrettir amma olmayaydık böyle biz ibret! Semâ peyma iken râyâtımız (gökte dalgalanırken bayraklarımız) tuttun zelil ettin; Mefahir bekleyen abadan evladı hacil ettin (babalarından övülecek işler bekleyen çocukları utandırdın); Ne âli (yüce) kavm idik; hayfâ (yazık) ki sen geldin sefil ettin; Bütün ümmîd-i istikbali artık müstahîl ettin (bütün gelecek ümidini artık imkansızlaştırdın); Rezîl olduk... Sen ey kâbus-i huni, sen rezîl ettin! Hamiyyet gamz (gayret ifâde) eden bir pak alın her kimde gördünse, "Bu bir cani" dedin sürdün, ya mahkum eyledin hapse. Müvekkel eyleyip casusu (hafiyelerini vekil edip) her vicdana, her hisse. Düşürdün milletin en kahraman evladını ye'se (ümitsizliğe)... Ne mel'unsun (ne lanetlisin) ki rahmetler okuttun ruh-i İblis'e! Değil kâbusun artık, devr-i devlet intibahındır. (Şimdi artık senin kabusun değil, uyanıklık devrindir) Gel ey nazende (nazlı) hürriyet ki canlar ferş-ı râhındır (yoluna sergidir). Emindir mevki'in: En pak vicdanlar penahındır (sığınağındır). Serapa mülk-i Osmanî müeyyed taht-gâhındır (Bütün Osmanlı ülkesi senin sağlam tahtındır) Serîr-ârâ-yı ikbâl ol ki: Bir millet sipahındır. (Yücelik tahtını süsle ki: bir millet askerindir) " ukarıda, açıktan olmasa da gizliden gizliye II. Abdülhamid'e çatan ve hürriyete çağrılar yapan Mehmet Akif, bir başka yerde de bu defa direkt hakaret yoluyla istibdadın sahibini eleştirmektedir: "Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek. Otuz üç yıl bizi korkuttu "Şeriat" diyerek." Mehmet Akif, bu defa da direkt adını kullanarak bazılarının "kızıl", bazılarının "ulu" dediği hakana hakaretler yağdırır: Âsim'dan Kadri Bey sağdı, Trabzon'da henüz valiydi. Yine bir dolduran olmuştu ki, Abdülhamid'i, Karakoldan dediler: "Şimdi, İmam, Erzurum'a!" Bir de kış, bir de kıyametti ki artık sorma! Tıktılar çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek. Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek. Bakalım şimdi makamında görün Kadri Bey'i; Zorlu valiydi herif, -İlme de vardır emeği. Evet, oğlum, Hoca Mandal'la tutunduk el ele, Evvelâ Kâzım'ı gördük; bizi hürmetlerle, Alarak durmadı valiye haber gönderdi; Geliniz emrini vali de serîan (çabucak) verdi. Kâzım önden, hadi bizler de peşinden daldık. -Vay imam, sen yine düştün mü bu kışlarda? Yazık! Ya Hocam, sen niye ta Yıldız'a çıktın bu sefer? Otur anlat, bakalım, çünkü fena söylediler. -Kim fena söyledi? -İstanbul'a sormuştuk da... Oflu tedriç ile (yavaş yavaş) bağdaş kurarak koltukta, Dedi: Çoktan beridir vardı benim bir derdim; Gideyim, zâlimi(II. Abdülhamid) ikaz edeyim isterdim. O, bizim cami uzaktır, gelemez, mâni ne? Giderim ben, diyerek vardım onun câmi'ine. Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid, Koca şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid. Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız; O silahşörler, o al fesli herifler sayısız. Neye mal olmada seyret herifin bir namazı: Sade altmış bin adam kaldı, namazsız en azı! Hele tebzîri (savurganlık sınırını) aşan masrafı, dersen, sorma. Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma, Dedim ki: "Bunca zamandır nedir bu gizlenmek? Biraz da meydana çıksan da hasbıhal etsek. Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden; Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden. Değil mi saklanıyorsun, demek ki, korkudasın; Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın. Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak."
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-25-2010, 00:07 | #2 |
Pek zannetmiyorum...
|
|
07-25-2010, 01:10 | #3 |
Zannetmiyorum diyoruzda dostum bende senin gibi düşünüyodum fakat kitapta aynen bunlar yazılı..
|
|
07-25-2010, 01:20 | #4 |
evet bu konuyu araştırmışdım daha önceden.
M.Akif Ersoy Aslen bir ittihad terakkicidir. Ulu Hakanı Yıkmak için çeşitli fikirler ve girişimlerde bulunmuştur. Nitekim başarılıda olmuşlardır. Ancak Abdulhamid Han Tahttan indirildiği vakit yanlış yolda olduğunu görmüş ve Pişmanlığını dile getirmiştir. sizinde paylaştığınız şiirin şu kısmı değil bir halifeye bir kafire söylenecek kelimeler değildir. Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e” |
|
07-25-2010, 02:47 | #5 |
Evet ayrıca ömrünün son zamanlarına pişmanlığını dile getirecek ve onun haklılığını ispatlayacak şiirler ve yazıalr ayzacaktı ancak ömrü vefa etmesi.Ayrıca Ulu Hakan döneminde o kadar bir kara propaganda vardı ki(özellikle son zamanlarda ve ittihatçılar darbe yaptıktan sonra) Mehmet Akif gibi bir insan bile ne yazık ki onun karşısında olmuştur.Ayırca bu konuyla ilgili çok açıklayacı ve aydınlatıcı bilgi olarak Mustafa Armağan Abdülhamitin Kurtlarla Dansı 1 kitabında bulabilirsin istersen payalaşabilirm
|
|
07-25-2010, 09:40 | #6 | |
Alıntı:
|
||
07-25-2010, 13:01 | #7 |
insanın düşmanına söylemeyeceği sözleri M.Akif Ersoy, Abdulhamid'e söylemiştir. Çok ağır lafları vardır Safahatta. zaten tek kitabı da Safahattır.
Abdulhamid için sansürcü, sürgüncü gibi ifadeler kullanılırdı yalnız o dönemin edebiyatçılarının büyük bir özgürlük altında Osmanlı padişahını yerden yere vurduğunu, padişahın ölümünün ülke için hayırlar getireceğini belirttikleri şiirler ve yazılar yazdıklarını görüyoruz. Ermeni komitacılarca 1905 yılında Abdulhamid'e suikast girişiminde bulunulur. 26 kişinin öldüğü, 58 kişinin yaralandığı ve 20 atın parçalandığı suikast girişimi, Sultan Abdülhamit'i öldüremediği için başarısız olunca, dönemin şairlerinden Tevfik Fikret yazdığı "Bir Lahza-i Taahhur - Bir anlık duraklama" şiiriyle, adeta suikastın başarısızlığına üzüntüsünü dile getirmişti. Şiirinden bir dörtlük: “Ey şanlı avcı,damını bi Hüda kurmadın, Attın,fakat yazık ki,yazıklar ki,vuramadın. Dursaydı bir dakikacağız devr-i bi-sukun Bir hayır olurdu, misli asırlara geçmemiş.” Abdulhamidin suikasttan kurtuluşuna oğlu papaz olan Tevfik Fikret büyük üzüntü duyar ve yukarıdaki şiiri yazar. Ermeni suikatsçı, büyük Hakan Abdulhamid tarafından affedilir. Abdulhamid suikastin mimarlarından Edward Jorris'i bağışlamıştı. Jorris daha sonra Abdulhamid'e bağlı kalmış ve Abdulhamid için Avrupa'da ajanlık yapmaya başlamıştı. Tevfik Fikret'in asıl adı Mehmettir. isminden rahatsız olup değiştirmiştir. Batılılaşmak için İslam'dan vazgeçilmesi görüşünü benimsemiştir. |
|
07-25-2010, 13:37 | #8 |
Bu şiir uydurma değil gerçektir o dönem de Abdülhamit Han için öyle büyük karalama kampanyaları yapıldı ki Mehmet Akif Ersoy dahi onun değerini sonradan anlayanlar arasın da yer aldı..
Aslın da buna şaşırmamak lazım günümüz de dahi Abdülhamit Han'a Kızıl Sultan diyen kötü gözle bakan o kadar insan varken bence Mehmet Akif onun değerini çok erken anlayanlardan Bize yutturulmaya çalışılan yalanlar üzerine kurulu bir resmi tarih vardır o dönem de ise yalanlar üzerine kurulu oyunlar kitaplar da değil gerçek hayat'ta sergileniyordu.. |
|
07-25-2010, 13:58 | #9 |
mehmet akif her ne kadar dindar bilinsede aslen kendisi mezhepsizdir ve mezhepsizlerin yolundan gitmiştir.. ilk şiirin son cümlesinde "Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler” şeklinde bahsettiği kişi cemaleddin afgani dir. mezhepsizlerin başıdır. afganiyi severken Cennet mekan Abdulhamid Hanı sevmesi zaten imkansızdır.. eğer arzu ederseni cemaleddin afgani hakkında detaylı bilgiler bulabileceğiniz kaynaklara sizi özelden yönlendirebilirim. bu arada o yazdığından daha ağır şiirleri hatta mezhepsizliği öven şiirleri mevcuttur. ama pek bilinmez gün yüzüne cıkarılmaz bazı çevrelerin işine gelmediğinden.
|
|
07-25-2010, 14:02 | #10 | |
Alıntı:
|
||
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|