AK Gençliğin Buluşma Noktası
Kitaplar ve Dergiler Kitaplar ve Dergi içerikleri, değerlendirme ve tavsiyeler.


Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 01-01-2013, 20:20   #221
Kullanıcı Adı
Garibüzzaman
Standart
Bu ülkenin bütün ırklarını tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biolojik değil, moral bir vahdet. Yani vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. Aynı şeylere inanmak. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Lazı, Kürdü, Arnavudu düğüne koşar gibi ölüme koşturan bir inanç bu. 600 yıl aynı potada erimek ve kainata meydan okumak, zaferden zafere koşmak, beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra çözülüş, çürüyüş, kokuş. Ve bir mezarlık haline gelen memleket. Tarihin dışına çıkan Anadolu. Tarihin ve hayatın. Ve Avrupa kapitalizminin uyuz köpeği intelijansiya.

Bu çöküşde kıyametlerin ihtişamı yok. Şiirsiz, şikayetsiz, bir frengi şankrmın kemirdiği bedbaht uzviyetlerin çirkinliği var. Ve intelijensiya, efendilerinin fırlattığı kemikleri yalamakla meşgul. Havlamasını bile unutmuş. Dişsiz, kuyruksuz. İnsan, inançlarım kaybedince çomarlaşıyor. Dinsizlik irticaların en affedilmezi. En yiğit orduyu en miskin sürü haline getiren veba.


Sosyalizm iktisadî bir düzen olarak tartışılabilir belki. Fakat bugünkü talepleri, bugünkü ifadesi, bugünkü kopukluğu içinde bir ihanet-i vataniyedir. Yani sen haklısın. Kurtuluşumuzu ancak kendimiz yaratabiliriz. Doğu da düşman, Batı da. İkisinin de sırtında kamçımızın izleri var. Avrupa da eski kölemiz, Rusya da. Ve biz kölelerimizin çizmesini yalamaktan garip bir şehvet duyuyoruz. Faşizm, yani tehlikeli bir hayat, yani bir avuç insanın bütün kalabalığı uçurumdan zirveye kanatlandırması, yani bu uyuşuk, bu pelteleşmiş, bu erkekliğini kaybetmiş insanları kan ve ateş içinde eritip yeniden gra-nitleştirmek. Kafayı yerine oturtmak. Sosyalizmin en rezil tarafı, zaten kindar, zaten yırtıcı olan Türk insanını Türk insanına düşman etmesi. Yok edilmesi gereken bir avuç satılmış var, yok edilmesi, yani sahneden kovulması. Bütün bu ülke mazlum insanların, iftiraya uğrayan insanların vatanı. Onları hayata kavuşturmak, bütün bir husumet dünyasıyla karşı karşıya olduğunu anlatmak ve ondan fedakârlık istemek: yapılacak iş bu. Ama önce kendimiz ne kadar fedakârız?

Cemil Meriç | Jurnal
Garibüzzaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-19-2013, 11:09   #222
Kullanıcı Adı
Garibüzzaman
Standart
Ben herhangi bir tarikatın sözcüsü değilim. Yani ilan edilecek hazır bir formülüm yok. Derslerimde de, konuşmalarımda da tekrarladığım ve darağacına kadar tekrarlayacağım tek hakikat: Her düşünceye saygı…

Cemil Meriç
Garibüzzaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-27-2013, 16:10   #223
Kullanıcı Adı
Garibüzzaman
Standart
Sait'in müridi, yığın, midye gibi bir kayaya yapışmış. Sait, naslarm katı ve karanlık duvarları arkasında konuşuyor. Hitap ettiği toplum yalnız hayalinde mevcut. Ama bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşiyor. Yani nurculardan önce kelam var. Anlaşılmayan, esrarengiz, çağdışı. Kabuklarına çekilen yüz binlerce insan bu sesin cazibesiyle uykudan uyanıyor. Bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbiriyle. Dallarında kuşlar cıvıldamıyor. Adsız bir uğultu. Nur Risalelerinin bir fırtına rüzgârına benzeyen, zaman zaman heybetli, zaman zaman boğuk yankısı. Bu sahipsiz, bu unutulmuş bu tarihin dışında yaşayan kalabalığı Nur Risaleleri etrafında toplayan kuvvet ne? Yeni bir hakikat, bakir bir düşünce, akıncı bir ruh mu? Hayır. Sait Nursi bütünüyle bir tekrardır. Gazap, tehdit ve horlayış. Ama zulmün ahmakça taarruzu bu münzevî sesi sayhalaştırmış. Laisizmin kartondan setleri birer birer yıkılmış bu sesle. Şehirle köy, çağdaş uygarlık düzeyi(!) ile Anadolu, Batının yalanlarıyla mağlup bir medeniyetin rüyaları, arayanlarla bulanlar, tereddütle inanç., iki dünya halinde ayrılmış birbirinden. İlmin yobazları için, bu emekleyen, bu kekeleyen topluluk bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki bu kendi yüz karalarıdır. Filhakika nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin tepkisi. Nur Risalelerinin gücü, bir isyanı dile getirişlerinden. Temyizi olmayan bir mahkumiyet kararı. Derbeder, perişan, karanlık. Ama samimi ve dürüst. Şuuraltının çığlığı. Bir yanda düşüncesizlik, bizim olmayan değerler ve samimiyet yokluğu. Ötede için için kaynayan ve bir menfez arayan ihtibasa uğramış duygular. Batının tabiri ile filoneizmle mizoneizm. Tanzimattan beri yurdumuzu perişan eden illet, teceddüt aşkı. Her şeddi yıkan bu çılgın aşkın karşısına tek hisar kurulabilirdi: nurculuk, ifrat tefriti yaratacaktı ve yarattı. Bu iki zıt kutup arasında bir anlaşma zemini bulmak kabil mi? Hiçbir mahpes sağlam bir kale değildir. Tarih mumyalanamaz. Nurcuları deve kuşu haline getiren, aydınların anlayışsızlığı. Unutulmasın ki iman kendi kendine yeter. Her nurcu fert olarak bahtiyardır. Ama kökünden kopmak, yosunlaşmak kimseye mutluluk getirmez. Nurcular adalarında hayatlarına devam edebilirler. Onları yok farzetmek onlarmkinden çok daha vahim bir gaflettir.
Hülasa edelim. Sait Nursi bir kavga adamıdır. Yalçın bir irade, sert, müsamahasız bir mizaç, sözü ile özü bir, tefekkür değil iman. Yogi ile Komiserin savaşı.

Cemil Meriç | Jurnal
Garibüzzaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-23-2013, 02:17   #224
Kullanıcı Adı
zülcenaheyn
Post
"...İslami muhalefet için söylediklerimiz, Kürtçü muhalefet için de geçerli olabilir. Kürt hareketinin liderlik bayrağının Ayan reisi Abdülkadir ve Sorbonne mezunu Bedirhan beylerden Şeyh Said ve Seyyid Rıza gibilerine, ve asli etkinlik alanının başkent salonlarından Hakkari ve Dersim'in dağlarına çekilmesi, daha çok 1924 sonrasına özgü bir gelişme gibi görünüyor...

...1925 yılından sonra CHP iktidarına muhalefet, taşranın İslamcı ve tarikatçı unsurlarıyla (ve, yerel olarak, Kürt isyanlarıyla) sınırlı kalmıştır. Rejimin genel çerçevesi içinde muhalefet edebilecek aydın ve elit çevreler, bu tarihten itibaren ya sinmişler, ya yurt dışına gitmişler, ya da rejime iltihak ederek Ankara'da mevki edinmek yolunu tutmuşlardır. Muhalefetin sözcülüğü, kasaba uleması ile tarikat şeyhlerine terkedilmiştir.

Yasal bir muhalefet kadrosu içinde yer alma imkânları yokedilen İslamcılar daha radikal yollara yöneldikçe, rejimin onlara karşı yöneltmek zorunda olduğu şiddetin dozunun artacağı da doğaldır. Özellikle 1926-27'de şapka kanununa gösterilen tepkiler dolayısıyla ve 1930-31'de Menemen olayları ertesinde tüm yurtta son derece sert bastırma tedbirlerine ihtiyaç duyulmuştur.

Kolayca tahmin edileceği gibi bunlar, İslamcı (ve Kürtçü) tepkiyi daha uç noktalara itmiş, karşılıklı bir tırmanma süreci yaşanmıştır.

O devirde doğan cepheleşmenin, bugün de Türk siyasetine hâkim görünmesi ilginçtir..."

Yanlış Cumhuriyet, sayfa 85-86 / Sevan NİŞANYAN
zülcenaheyn isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-23-2013, 17:52   #225
Kullanıcı Adı
zülcenaheyn
Post
"Osmanlı toplumunda devlet-üstü kimlik düzeyi iki yönlüdür.

Bir yanda Tanzimattan itibaren Osmanlı elitinin ve gayrimüslim tebaanın benimsediği Avrupalılık yönelişi; öbür yanda 1860'lardan itibaren "ittihad-ı İslam" fikriyle siyasi bir anlam kazanan ümmet duygusu, farklı istikametlerden de olsa, siyasi otoritenin mutlakiyetini kısıtlamaya yönelen eğilimler olmuşlardır.

Cumhuriyet rejimi ümmet identifikasyonunu reddetmiş, Tanzimat Batıcılığını ise gayri milli, kozmopolit ve yoz bir anlayış olarak mahkûm etmiştir.

"Batılılaşma" adı altında getirilen şey Avrupa uygarlığına aidiyet ve dayanışma duygusu değildir: mutaassıp bir ulusçuluk anlayışı çerçevesinde, devletçe kuvvetlenip "yabancı düşmanlara" meydan okuma çabasıdır."

Yanlış Cumhuriyet, sayfa 158-159 / Sevan NİŞANYAN
zülcenaheyn isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-26-2013, 07:03   #226
Kullanıcı Adı
Garibüzzaman
Standart GÜL ANDI
Hatırla o zamanı ki... Zaman ezeldi... Var olan yoktu varlık mimarı olandan gayrı ve var’lığa Gül’ün nuruydu, geldi... Adem, ruh ile ceset arasındaydı; ve gelişler deste beste, gitmeler gelişi güzeldi...


Efendim bir elçiydi o gün!...

Düşün o günü ki... Olacak olan olduğunda... Var olan her şey yine yok olduğunda... Zaman dolduğunda ve Azrail son cana da son ecel merhabasını sunduğunda...

Efendim yine bir elçi olacak!..

İki elçilik arasındaki her şey, seven ile sevilen arasında hakikatte, ve gerisi yalnızca bir vesaire... Bunca tufan, bunca fırtına, Gül olana bir sevgi sınanması... Bir ömür boyu, üşenmeden ve usanmadan, ve ayrık sevgilere aldanmadan ve kanmadan, belki gayrıyı varlık sanmadan, sevgiyi iplik iplik göz yaşlarıyla yamayıp giyenin sınanması... Öyle ki Gül sevgisini küçümseyenin, Gül’e dair aşka heyhat diyenin, hayata vurduğu silleler ve çilleler arasında bir sınanma... Gölgesini içine düşüren asırlık özleyişlerde doğmaya çalışan güneşlerin, belki silmece çıkmayan lekeleriyle içlerinin mürekkebini boğmaya alışan leşlerin duruşması. Sevinçlerin kumaşında parlayan hüzünlü dokunuşlarla bencil güvelerin delik deşik ettikleri sahte tebessümler arasında süregelen bir dava... Ve bunda yitmeler... Ve onda gitmeler... Temiz gönüller adına; “Bir hâdise var cân ile cânân arasında”.

***

Gül yüzlüm! Kitaplar kitabında öz nefsimizden evla okunası ey!..

Sevginde ihmal ettik diyedir şimdi bütün acılar... Bizi sevdiğin gibi sevemediğimiz içindir seni bütün kötülükler... Emeklerimizi başkaları giyiniyor ya; ve parmak uçlarıyla ak renklerimiz çiğneniyor ya, sevginin yokluğundan, ve isyanın çokluğundandır hep. Zenginliğimiz içinde fakir, ilim çağında cahil isek bundandır. Aşk yüzyıllarının rutubetli arşivlerine inen acılarımızın sessizliklerde kuluçkalanması da; incecik görüntüsünde bir ışığın dağılan parçalarını toplayamayan mıknatısların halkalanması da bundandır, bundandır Efendim. Kadim zamanlara ait elyazmaların fersude sözler eleyen sayfalarına yazgılı kurutulmuş çiçeklerimizin, ya ki hatıraların hüzünle konuştuğu odalarda ufalanan ürpertili kelebeklerimizin içimize sığmayan aşkları... ve özleyişleri... ve ayrılıkları bundandır. Bundandır Efendim, bir kıyıda, bir karanlık köşede tuzak kurmuş acılarla yüzleştirilmesi kalbimizin ve pençelerle yaralanması yüreklerin, bundandır...

Gül sözlüm! Öksüz yalnızlıklarımıza bayramlık giysi diye dokunası ey!..

Seni umutlandık bunca yıl, bunca zaman, yokluğunda sevgine sığınmakla dilendik aman ha aman... Acıdan ve acıtan dağların gölgeleri düşürüldüğünde bile içimize seni umutlandık hep. Yürümelerimiz saydam ölmelere çizikler attı; aynı yerde kalmalar kara kaderlere silahlar çattı. Şenlik üstüne beyhude şenliklerde yoruldu kentlerimiz ve gecenin kapkara çırpınışlarıyla düğümlendi kementlerimiz; kelepçelendi hürriyet adına kimliklerimiz ve kalakaldık, ilerleyemedik, tutulduk, vurulduk; Gül sözlüm, Efendim vuruldukça vurulduk!... Seküler umutlar sardı içimizi ve sonra yaprak uysallığında girdi damarlarımızdan korkular. Güzelliklerimizi düş kovalarıyla kör kuyulardan çıkarmak yazıldı alnımıza. Emellerimiz hep senden yana iken umutsuzluğa açıldı sonunda ellerimiz. Kabir şahidelerine yaslanmış öksüz ağıtlar abandı leyl gecelerimizin üstüne; ay nazarlık oldu, nazara geldik. Acemi âşıkların arasına mahir cellatlar salındı, öldük, mezara geldik. Yokluğunda Efendim, yeni kesilmiş etler gibi seğirmede şimdi dört bir yana yol şaşırmış canlarımız; taze tuzak setler gibi her cihetten seğirtmede yol aşırmış kanlarımız. Acemi nağmelere ipoteklenip kalmış Efendim neyler, ve karaya vurmuş adalar kadar şaşkın ve çaresiz her şeyler... Beyaz güvercinleri avlayan azgın kediler pusu üstüne pusu kurmada hâlâ; ve sürur çağında kadim hatıraların taziye giysili kösü vurmada hâlâ. Seni umutlandıksa Efendim, yokluğunda sevgine tutunduksa, bundandır hep Efendim... Efendim....

***

Gül yanaklım! Kadehi evvelde nur aslından ve beşer neslinden dolan ey!..

Dolunay olup parlamıştın hani bir tepenin ardından, üstüne zamanın; umut olmuştun, sevinç olmuş, muştu olmuştun!. Biz, şarkısını söyleyip ağlaşırız hâlâ o sevincin, ve hayal ederiz o gelişi, düşünür, düşleriz hâlâ Efendim... Düşleriz ki belki gelesin yeniden hayatımıza, ve doğasın kimliklerimize!.. Gel Efendim, kara bulutların altında denizleri sel basıyor sensiz. Semiz başaklarımızı cılız başaklar yutuyor. Mirasın yüzünü ağartan ataları unutturduk nesillerimize, duvarları ve evlerini zalim sarmaşıklara yutturduk sonra. Tenha gecelerde damla damla mendillere dökülen sırlar nesholundu birden, hayatımızın anlamı anlamsızlaştı, kalakaldık. Sensizlikte ferze çıkan piyadelerimizin şah huzurunda kılıçlar vuruyor artık boynunu; kalelerden atlar boşanıyor dört nala çaresiz ve sessiz... Ve Sinimmar, Münzir’e bir saray yapıyor yokluğunda Efendim; zulümlerin saraylarını yazık ki müminlerin yapıyor!..

Gül dudaklım! Zincire hürriyet, müştâka su, canlara cânân olan ey!..

Doğ içimize, kuşat bizi Efendim; gir kalbimize yaşat bizi... Güneş ki Efendim, yokluğunda her gün yeniden geliyor üstümüze ve her gün yeniden arıyor senin izini, izinin tozunu, tozunun sözünü, sözünün özünü köhne hayatlarımızda... Milim milim tarıyor karanlıklarını dünyanın şafaktan ta şama değin ve gönül gönül soruyor âşıklarını seherden akşama değin. Akşam ki akşam oluyor, Mi’raçta hoş gelişlerine güller serpen İsa Ruhullah’a açıyor derdini kara rengiyle ağlayıp; ve birlikte bizi ağlaşıyorlar ta fecre kadar. Her seher bir daha, her sabah yeniden başlıyor yolculukları güneşlerin; ve her akşam yeniden ağlayışlar, yokluğunda Efendim... Doğ içimize de; bir damlası olsun bizim gözlerimizde rahmete dönsün ağlayışların ya Resul!... Ve avare âşıklar gibi düşelim yollarına; Varalım kûy–ı dilârâya gönül Hu diyerek / Gidelim kûyuna yârin bir içim su diyerek. Arayalım sonunda izini, izinin tozunu, tozunun...

Sevgili!...

And olsun, bunca tufan, bunca duruşmada... Burada durup burada çürüyecek olsak da... Sevgilerin boynunu giyotinlere düşüren hasretinle... Ağaçtan koparılan yongalar misali kıvranarak... Sana naatlar söyleyecek, tazarrular diyeceğiz...

Sevdiklerin hatırına, gelecek olan gün geldiğinde, bizleri de hatırlar mısın!..


| İskender Pala, Mir'at, Gül Andı, Sayfa: 73-77 |
Garibüzzaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-08-2013, 19:44   #227
Kullanıcı Adı
Garibüzzaman
Standart
Bir bardak suda okyanus saklıdır çünkü kalbinde gözü olana. Ve dahi bir bardak suda fırtına koparır kalp gözü kapalı olan. Yine de bir bardak su bütün sularla aynı özellikte bir şeydir. Ve dörtte üçü su olduğundan mı vücudumuz okyanuslar gibi Ay’ın cazibesinin etkisindedir? Bu yüzden mi içimiz gel git halindedir?

Sular ve gökler arasında yapayalnızım. Tut ki yeni yaratılmışım.

Bu yüzden mi sudan sebeplerle yitiririz su gibi aziz şeyleri çoğu zaman. Sular durulduğunda aydınlanır anlamlar; ama sular durulmaz dalgalanmadan. Suda selamlarız hayatı, suda vedalaşırız. Bir yudum su hayattır canlı olan her şeye.

Nazan Bekiroğlu | Mor Mürekkep, Su, s:150-151
Garibüzzaman isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 08-22-2013, 16:27   #228
Kullanıcı Adı
medkir
Standart
Çok güzel bi paylaşım yeri olmuş teşekkürler.
medkir isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.




çarşamba çilingir webmaster blog çarşamba pasta

çarşamba koltuk yıkama çarşamba webtasarım