|
11-10-2008, 15:10 | #1 |
BİR MATERYALİST OLARAK, ONUN ASIL SAVAŞI, ’DİN’LER İLE İDİ!
Bu arada, C. Dündar, M. Kemal’in asıl mücadelesinin ’din’le olduğunu, ama bunu filmine yansıtamadığını da itiraf ediyor..: ’Asıl mücadele ne Yunanlılara, ne asî Kürtlere, ne de gericilere karşı veriliyor. Atatürk’ün asıl mücadelesi, ’İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesi.’ Ben bütün mücadelesini topyekûn elden geçirdiğimde bunu gördüm. Yapmaya çalıştığı çok özel bir şey, sadece Türkiye’yi değil, bütün insanlığı ilgilendiriyor. Bütün insanlığı dönüştürebilecek bir şeyden söz ediyor. …bunu insanlık tarihinde söyleyebilecek başka bir lider bilmiyoruz. ’Biz ilhamlarımızı gökten değil, yeryüzünden alıyoruz, bizim ilkelerimiz gökten indiği sanılan kitabların dogmalarıyla bir tutulmamalıdır’ diyor. Burada sadece İslam da söz konusu değil, bütün dinlere bir gönderme var.’ (Ki, bu sözler 19. yüzyıl katı pozitivizminin, materyalizminin de sözleridir.-SEÇ) -Peki o zaman filmde niye bunun altını daha çok çizmediniz? Öyle geldi geçti... - Haklısın. ...Ama sen de kabul et ki bu kolay bir mesaj değil, …biz üzerinden 70 yıl geçtikten sonra bile henüz o cesarette değiliz. Bahsettiği, Barack Obama’nın İncil’e el basarak yemin etmesine uzanan bir süreç. Bütün insanlık tarihinde dinin tamamen siyasal ve toplumsal hayattan silinmesinden söz ediyor. Bu kadar radikal bir lider!’ Onu bir ’İslâm kahramanı’ diye niteleyen goygoycular, hele de ilâhiyatçılar; nerdesiniz? Onun, ’İslam’ın kabulü, bizi diğer Müslüman toplumlarıyla bir araya getirmeye yardımcı olmadığı gibi, millî hislerimizi uyuşturdu, millî bağlarımızı gevşetti.’ lafını n’apacaksınız? Devam ediyor Dündar: ‘- Ciddî bir sansür var Atatürk’ün üzerinde. ’Nasıl olabilir? Kim cüret edebilir?’ diye düşünüyorsun. Cüret edenlerin bazıları en yakınları. …istiyorlar ki Atatürk’ü herkes sevsin.. ...Okullarda okutulsun diye Âfet İnan’a dikte ettirdiği, hattâ oturup bizzat yazdığı bir kitap.. Bir lider düşün ki, ’Ben bir kitap yazdırıyorum, alın bunu okullarda okutun’ diyor. Onu okullarda okutmayı bırak, şu anda piyasaya çıkaramıyorsun.. Kitabın Tarih Kurumu’nca basılan versiyonunda bazı yerler çıkarılmış.. ’ İşte böyledir ol hikâyet.. Ve hepimizin acı hikâyesidir bu.. Çünkü laik rejimin temeli o!. Biz hep bunu anlatmaya çalışıyoruz. Resmî dayatmayı bırakınız da, millet, fobi ve korkularıyla ’dokunulamayan’ı, bir tabu gibi değil, adam gibi, hür iradesiyle tartışsın; var mısınız? SELAHADDİN ÇAKIRGİL
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
11-10-2008, 15:59 | #2 |
Tüm zamanların Müslümanlarını bekleyen sorumluluk aynıdır. Bu günde Müslümanlara gerici, mürteci, fundamentalist, radikal, fanatik, köktenci suçlamasında bulunabilirler, bu mümkün… Ama onlara soyguncu, hortumcu, talancı, yalancı, sahtekar, hilekar, dolandırıcı, ırz düşmanı diyemezler, diyememelidirler… Ya da dedirtmemeliyiz… Ahlaki temsiliyetteki gücümüz ve güzelliğimiz buna müsaade etmemelidir… Cesaret, cömertlik, mertlik, dürüstlük ismimizin sıfatı olmalıdır… Erdem, onur ve ahlakımızla bizden önce namımız yürümelidir…
Ahlaki yüceliğimizle aleyhimizde tezgahlanan komploları ve kampanyaları boşa çıkartabilmeliyiz… Düşmanlarımıza karşı siyasi gücümüz yeterli olmayabilir, askeri gücümüzle onlarla boy ölçüşemeyebiliriz ama ahlaki gücümüzle onların hilelerini ve hesaplarını bozabilmeliyiz… Hani, hatırlayıverin, Mekke’nin en azılı müşrikleri bile emanetlerini Muhammedu’l – Emin’e teslim etmek durumunda değiller miydi? İşte bugünde cellatlarımız bile emanetlerini bize verebilmeliler… İşte o zaman ahlaki yapımızla kapalı yüreklerin kapılarını tıklayabiliriz… Tüm kalleşlikler kardeşlik duvarımıza çarpıp tuz-buz oluverir… Bireyci, dünyacı, fırsatçı, çıkarcı, hazcı acımasızların dünyasında sehavet ve merhamet ile yolumuza devam edebiliriz… Bize yönelik tüm hile, hinlik ve hainlikleri hilim ve hikmetle savabiliriz… Allah’ın terazisinde ahlakın ne kadar ağır bastığını biliyoruz… Düşmanlarımızın silahı ahlaksızlık olsa bile bizim cevabımız ahlak ve erdem olacak… Güç, iktidar, fırsat bizde olsa bile bu zorbalığa ve sömürüye neden olmayacak… Gücü sınırlayacak ahlaki değerler öne çıkacak… Cinnetin eşiğine gelmiş toplumsal travmaya, çıkar ilişkisine dayalı ekonomik dünyanın çarpıklığına ve doyumsuzluğuna, siyasetin seviyesizliğine, zorbaların tanrılaşma ve hayvanlaşma heveslerine karşı kalkış noktamız ahlak çağrısı olacaktır… Rahmet meltemleri estirmek, merhamet kanatlarını germek, adalet ve emniyet iklimini sunmak için bir ahlaki kalkış kaçınılmazdır… Siyasal yozlaşma, sosyal kokuşma, ticari çürüme ahlaki bir sorgulamayı zaruri kılıyor… Artık siyasete, ticarete, kültüre, düşünceye, sanata, edebiyata, sokağa, pazara, kamuya, tüm alanlara ve anlara ahlakı taşımak farz oldu… Tabii ki, sessiz, sinik, teslimiyetçi, pasif bir ahlak değil; sorgulayan, denetleyen, savunan bir ahlak sistemi… İtaati öğrettiği gibi itirazı da olan bir ahlak… Hep “Evet efendim”ci değil, sırasınca “Hayır”da diyebilen bir ahlak öğretisi… Modern dünyanın çıkmazlarında dik durmayı öğretecek erdem iklimi… RAMAZAN KAYAN |
|
11-11-2008, 12:37 | #3 |
Evet, yüce bir ahlakla duruşunu netleştirmeyen yürüyüşünü sürdürmeyenin ruhu yorgun, söylemi yavan, zemini kaygandır… Dikkat edilirse yolda dökülenlerin çoğunun nedeni, ahlaki zaafiyetler olduğu görülecektir…
Benliklerimizi okşayan beğenilerin bizi şımartmasından ve şaşırtmasından endişe ediyorum… Kendimizi öncelediğimiz ve sadece kendimizi önemsediğimiz günden beridir ki, ortak mücadele ruhu ve heyecanı zedelenmeye başladı… Yenilgiden korkmuyorum, acelecilikten doğacak fevriliklerden, olumsuzluklardan oluşacak feverandan çekiniyorum… Uzun soluklu bir seferi sürdürecek sabır ve sebattan yoksun kalmak en ciddi bir tehdittir… Başaramamak önemli değil, başarının büyüsünün bizi bozmasından kaygılanıyorum… Siyasi başarıların nasıl baş döndürdüğüne, ticari kazanımların baştan çıkarıcı etkilerine az mı tanık olduk? Büyümenin büyüsünü bozacak tevazu ve teenniye sahip miyiz? Güzelim değer ve doğrulara yönelik şüphe ve vesveseler salınırken bunu savacak ihlas ve yakini kuşanabildik mi? Üzerine titrediğimiz ilkeler yeni zamanların gerekliliklerine feda edilirken savunma refleksimizi bilememiz gerekiyor… Her türlü aracı, alanı, yolu, yöntemi mubah-meşru gören makyavelist, liberalist aklın, anlayışın doğruyu, güzeli, iyiyi öncelemesini ve bunun üzerinde direnmesini beklemek safdillik olur… Artık akıl, kurnazlıkların, hileciliğin, iş bitiriciliğin aracıdır… Bilgi “hamd”in, “şükr”ün vesilesi olması gerekirken “gurur”un, “kibr”in nedeni olmaya başlar… Sermaye, şımarmanın ve sömürünün tetikleyicisi ise o zaman geçmiş kavimlerde refah içinde nimetlerle şımaranların akıbetine bakmak lazım… Güç ve iktidar, tekebbür ve tahakkümle sonuçlanıyorsa, adalet ve ahlak ayak altı demektir… Ama tüm olumsuzluklara rağmen, yani ahlaksız bir dünyada ahlaklı yaşamanın imkanı bizdedir… Bu açıdan bir ahlak yürüyüşü başlatmalıyız… Ya da yürüyen ahlak olmalıyız… Ahlakı ayağa kaldırdığımız zaman nice kapalı kapıların bize açıldığını göreceğiz… Ahlak üzerinden yürekler arası köprüler örülecektir… Tabii ki, bizim derdimiz ahlakçı olmak değil, ahlaklı olmaktır… Hem nasıl bir ahlak? “Amentü” ile formüle edilen esasların oluşturduğu bir ahlak… Şayet dinamik bir ibadi hayatı kurmaz, üstün bir ahlakı kuşanmaz isek, o zaman hazlarımız ibadetleşmeye başlar, hevanın tutsağı oluruz… Çıkış yolumuz ise; takva ile tahkim edilmiş yüce ahlaktır… RAMAZAN KAYAN |
|
11-12-2008, 13:28 | #4 |
Ancak insanlar son peygamberden sonra da yoldan sapmalar yaşamış. Ancak, hiçbir sapma modern diye tanımlanan batı modernitesinin yaptığı sapmayı aşamamıştır. Batı aydınlanması diye de tanımlanan modern dönemden önceki sapmalar; Allah’ı veya dini inançları toptan reddetme yerine, kendi çıkarlarına uygun bir yorumunu savunarak doğru yolda olduklarına inanırlardı. Çoğu kez de yaptıkları işin meşru olmadığı şüphesini derinden duyarak pişmanlıklara kapı aralarlardı. Ancak batı modernitesi sonrası ise; insanlık yeni bir duruma evrildi. Bizzat Allah inancı ile birlikte Allah’ın varlığı konusunda da şüpheler oluşturarak tanrısız bir dünya kurgulandı. İşin insani boyutu açısından bakıldığında son peygamber ve vahiy gönderilmiş, vahiy ise, bir kitap (Kur’an) olarak elimizde bulunmaktadır. Fakat insanlığın karşı karşıya kaldığı durum gerçekten çok trajik; kendi velinimetini; yani yaratıcısını yok sayarak yeni bir dünya kurma oynaşında bulunmaktadır.
Batı dünyası ve kültürü bu durumda! Peki, İslam coğrafyasında durum ne âlemde acaba? İslam coğrafyası, özellikle Osmanlının gerilemesi ile birlikte siyasi üstünlüğünü da kaybederek derin bir mağlubiyet psikolojisine yakalandı. İbn-i Haldun’un belirttiği gibi: ‘Mağluplar, galiplerini taklit ederler’ ilkesince körcesine bir batı taklitçiliği başladı. Yönetimlere ve siyasi erke bu batıcı kültürü benimseyenler geçti. Ve geçmişe ait ne varsa ona yönelik bir düşmanlık psikolojisi ile saldırı başladı. İslam ve Müslümanlığa yönetim ve iktisat alanlarında geçit verilmedi. 20. Yüzyılın ilk yarısına kadar böyle devam etti. Daha sonra demokrasiye geçiş süreçleri başladı. Kaba bir din düşmanlığı daha rafine hale getirilerek devam ettirildi. Ancak, millette de derin bir uyanış başlamıştı. Bu uyanış, milletin kendi düşüncelerine ait veya saygısını belirtmekten uzak durmayanlara iktidar yolunu açtı. İslam coğrafyasının birçok yerinde İslami muhalefet çabaları cidden güçlendi, bazı yerlerde de iktidara ortak oldu. Bütün bu gelişmeler iyi olmakla birlikte, yaşanan derin mağlubiyet psikolojisi ve dini bilgiyi elde etmede modern kültürün dayatması altında bulunması en önemli engel olarak tarihe adını yazdırdı. ABDULAZİZ TANTİK |
|
11-13-2008, 17:15 | #5 |
* İnsan bazen kendi istediği gibi sevilmeyebilir, ancak bu hiç sevilmediği anlamına gelmez…
* İnsan kimi zaman çok haklı olarak bazen sinirlense bile, asla acımasız olmamalıdır… * Arkadaşlarınız, dostlarınız, sevdikleriniz ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, sizi ne kadar büyük bir sevgiyle severlerse sevsinler, bazen size karşı hatalar yapabilirler, sizi üzebilirler; bu durumda bile onları sevmekten ve affetmekten vazgeçmemek gerekir… * Başkaları tarafından affedilmek yetmez, asıl önemli olan kişinin kendi kendisini affetmesidir... * İnsan ne kadar kırgın, kızgın, bıkkın, yorgun, ezik, acılı olursa olsun, hayat devam eder… * Başkalarından enerji alan insanlar, başkaları enerji üretemediği, yahut o insana transfer yapamadığı an yıkılmaya mahkûmdurlar; enerjisiz kalmak istemeyen insan kendi elektriğini üretmeli, bir anlamda yüreğini jeneratöre (enerji merkezine) dönüştürmelidir… * İki kişinin tartışması birbirlerini sevmedikleri, hiç tartışmayanların ise birbirlerini sevdikleri anlamına gelmez... * Aynı yere, hattâ aynı şeye bakan iki kişi çoğunlukla farklı şeyler görürler. Gördükleri genel olarak görmek istedikleriyle ilgilidir. * Hayatı her zaman dürüst bir şekilde yaşayanlar, vardıkları sonuçları fazla önemsemezler… * Sizi doğru dürüst tanımayan, sizin de doğru dürüst tanımadıklarınız, birkaç gazete haberiyle hayatınızı birkaç gün içinde altüst edebilirler… * İftira okuna karşı dayanabilecek güçte bir zırh yoktur… * Hayat çok renkli, çok çetrefil bir serüvendir. İnsan dahil her şeyi “doğru-yanlış”, “günah-sevap”, “olumlu-olumsuz” şeklinde yalnız siyah-beyaz görme eğiliminde olanlar bu renk cümbüşünü kaçırırlar. Tekdüze bir keyifsizlik içinde yaşarlar YAVUZ BAHADIROĞLU |
|
11-13-2008, 19:16 | #6 |
Sürekli kendini sorgulamalı, “Şurada daha temkinli davranamaz mıydım; şu meselede daha mülayim olamaz mıydım?” türünden suallerle nefsini hesaba çekmeli ve geniş düşünmenin herkes için en selametli yol olduğu mülahazasını hep hatırda tutmalıdır.
Hayat yolunda kendimize hayat felsefesi yapmamız niteliğindeki satırlar için teşekkürler |
|
11-14-2008, 14:22 | #7 |
Müslümanlar olarak, indirgemeci tanımlara, sömürgeci dile, mantığa, söyleme, yaklaşıma mahkum olmadığımızı öğrenmeliyiz, Bizler, Müslümanlar olarak kendimiz kalmak, kendimiz olmak istiyoruz, ideolojik çevreler bizim kendilerine benzememizi ve kendimizden vazgeçmemizi istiyor. Sömürgeci dil, ötekileştirici, yabancılaştırıcı, aşağılayıcı bir dil’dir. Bu nedenle de hakkaniyetten ve adaletten uzaktır, ideolojik düşünme biçimlerinin, her tür düşünsel özgürlüğe kapalı olduğunu bilmek gerekir, içerisinde bulunduğumuz dönemde, İslam dünyasında, Türkiye’de de İslamcı algı/bilinç/proje ve yapılanmalara karşı, bu yapılanmaları etkisiz kılmak üzere yeni bir kuşatma çalışması yapılıyor. Kuşatmaları ruhumuzda hissetmediğimiz için, kuşatmaya karşı alınması gereken önlemleri, tavırları konuşmuyoruz, Anlaşılması güç bir tevekkül anlayışı içerisindeyiz, anlaşılması güç bir rehavet içerisindeyiz. Hiç bir rahatsızlığımızı dile getirmiyoruz, her kuşatmayı, saldırıyı bir kader gibi kabul ediyoruz, İslam dünyası ülkeleri/toplumları jeopolitik kimlikleri olmayan, stratejik bakış açıları olmayan ülkeler/toplumlar olarak yaşıyor.
Sömürgeci yapılar tarafından ötekileştirilenler, zayıflar, güçsüzler için her vesile ile bir olağanüstü durum, bir sıkı denetim/sıkı gözetim durumu icat edilebiliyor. Ötekiler için, zayıflar için kurallar işletilmeyebiliyor. Hukuk boşlukları Türkiye’de olduğu gibi yönsüzlüklere ve olağandışı durumlara yol açabiliyor. Siyaset bir türlü siyasal alana bırakılmıyor, bireyler gereği gibi siyaset yapamıyor, toplum iktidara katılamıyor. Okullar/üniversiteler ideoloji, üretim merkezi gibi kullanılıyor, buralarda pedagojik mühendislik yapılıyor. Otoriter toplumlarda resmi/ideolojik vatandaş algısı, bireyin kendisini gerçekleştirmesine izin vermiyor. Aynı şekilde İslami kesimlerde de, bir hizbe, bir cemaate, bir lidere bağlananların bireyselliklerine hiç kimse saygı duymuyor. Bu yolla, bütün otoriter yapılar, her durumda edilgin üyeliklerle varlıklarını sürdürebiliyor. Tüm otoriter yapılarda liderlikler topluma karşı, cemaate karşı sorumluluk taşımıyor. Daha güçlü bir iradeyi taklit eden bireylerin de, toplumların da, bu yolla, hiç bir sorunlarını çözümleyemediklerini hatırlamak gerekir ATASAY MÜFTÜOĞLU |
|
11-14-2008, 16:37 | #8 |
İnsanları mahçup etmemeye azami gayret göstermeli, başkalarının en büyük hatalarına bile müsamahayla yaklaşmalı, onlardan özür beklemeden ve onların suçluluk psikolojisi içine girmelerine fırsat vermeden mümkünse maruz kaldıkları kötülüklere makul mazeretler bulmalıdırlar. Muhataplarının hatalarını yüzlerine vurarak onları utandırmamalı, suçluluk psikolojisine sürükleyerek kendilerini müdafaa etme zaafına düşürmemelidirler. Kendi hal ve davranışlarının bazı yanlış mülahazalara sebebiyet vermiş olabileceğini düşünmeli, bunu ikrar ederek muhataplarını rahatlatmalı ve ne yapıp etmeli, onları kin, nefret, iftira gibi şeytani tuzaklardan ve bu günahlara girerek ahiretlerini kaybetme talihsizliğinden korumalıdırlar.
Çok güzel ifade etmişsiniz Yalçın bey bugün bu kesintiyi bizlere iki sefer okuttunuz ...insanlar yaptıklarını sorguladığı mühletçe doğru yolu bulurlar haklısınız...bizlerde buna azami gayret gösteriyoruz...velhasıl bazen doğru diye yaptıklarımız farkına varmadan yanlışlıklara sebep olabiliyoruz...yine yaptığımız her yanlıştan Yaradana sığınıp affını dilemek en güzelidir.. Paylaşım için teşekkürler.. |
|
11-15-2008, 10:18 | #9 |
Biz Müslümanlar için en kuşatıcı, en belirleyici, en genel, en temel, en ulvi, en büyük ilke tevhid ilkesidir. İslam
bütüncül bilgiyle temellendirilmeyen iddiaları aldatıcı iddialar olarak değerlendirir. Gerçekle uyuşmayan, zanna dayalı bilgiler, aldatıcı bilgilerdir. Hayatımıza vahyin ve aklın birliği yön vermelidir. Islama inanmak', hakikatin, bilginin, insanlığın, birliğine inanmak demektir. Bütün değerlerin, ilkelerin, erdemlerin barbarca yok edildiği bir dünyada ahlaki erdemleri, ufukları, değerleri îslam temsil etmeye devam ediyor. Medya'nm, İslam ile ilgili, îslam toplumları ile ilgili, îslami hareketlerle ilgili olarak yansıttığı şeylerin kesinlikle bilgi olmadığını bilmek gerekiyor. Günümüz dünyasında îslamın marjinalleştirilmesi yolunda bir kamuoyu mutabakatı üretilmeye çalışılıyor. Bu amaca yönelik olarak, bağımsızlık hareketleri, direniş hareketleri tarafından sürdürülen mücadeleler,çok muğlak bir şekilde kullanılan "terörizm" tanımı ile yaftalanarak etkisiz hale getirilmek isteniyor. Tiranların, şiddet eylemleri, barbarlıkları medya'da kesinlikle yansıtılmıyor, tiranların eylemleri terör sayılmıyor. Küresel iktidar bir olağanüstü hal iktidarıdır. İçerisinde yaşadığımız dönemde, îslam toplumlarını kuşatan en büyük sorun dayanışma yoksunluğu sorunudur. Geçici umutlara yaslanmak yerine, soylu bir dava bilinci ve bağlılığı içerisinde, en geniş anlamda bir umut ve sorumluluk ortaklığı gerçekleştirmek gerekir. Bilincimizin ve ruhumuzun heyecanlarını aşkla yüklenerek her alanda bir direnme yeteneği kazanabilmeliyiz. İlkesel yetersizlikleri, yüzeysellikleri aşarak, her türlü yabancılaştırıcı etkiye karşı, düşünsel, ahlaki, kültürel direnişi yükseltebilmeliyiz. Toplumsal çıkarlara göre hareket etmek, ulusal çıkarlara göre hareket etmek, hakikate göre hareket etmek anlamına gelmez. Onurumuzla yasamak elimizdedir. Bunun için ahlaki bir devrime, nihai anlamda bir tercihe ihtiyacımız vardır. İnandığımız temel ilkelerle, hayatımız ve ilkelerimiz arasında eksiksiz bir uyum sağlayabilmeliyiz. Sahici bir hayat yaşayabilmek için, erdemli iradelerin içtenlikli dayanışması, hayati önem taşıyan bir konudur. ATASAY MÜFTÜOĞLU |
|
11-15-2008, 14:46 | #10 |
Paylaşımlarımızla bugün sizlerin okuduğu alıntılarına vesile olabilmişiz...teşekkürler efendim..
|
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 4 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 4 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|