03-28-2010, 14:07 | #21 |
KÖŞE YAZARLARI GAZETESİ A. TURAN ALKAN Bu reform, Hammurabi kanunlarına aykırıdır! "... Hammurabi kanunları, milattan önce 18. aşıra tarihleniyor; bilindiği kadarıyla en eski kanun külliyatıdır ve tasa kazınıp ilan edildiğinde şüphesiz kendinden önce yürürlükte bulunan birtakım kanunlara yenilik getiriyor, değiştiriyordu... Nereden çıktı bu hukuk tarihi dersi diyeceksiniz; Anayasa değişikliğine karşı tam takım muhalefete geçen cepheyi dinlerken böyle bir hisse kapıldım. Hukukta bir üst sınıfa terfi ederken, tutucu çevrelerden bu ve buna benzer itirazlar geliyor, "İstemezük" diyorlar, "Eski düzen neyimize yetmez" diyorlar; bunlar biraz da "Nizam-ı cedit neymiş, biz gâvur talimi istemezük" diyen Yeniçeri taifesini andırıyorlar... Hükümetin reform taslağı, başta Hammurabi kanunları olmak üzere, gelmiş geçmiş bilumum hukuk düzenlemelerine aykırı; öyle olması gerekir; öyle olmasaydı halâ Hammurabi büyüğümüzün koyduğu yasalar hükümfennâ olurdu. Hammurabi yasalarının kadr ü kıymeti bilinmemiştir... Gelgelelim bizim yüksek yargı cephesi On Emirle, Hammurabi ile ilgilenmiyor; onlar 82 Anayasası'na âşık; halbuki 82 Anayasası 61 Anayasası'na buz gibi aykırıydı; o dönemin cuntacıları "Anayasa yapılacaaak yaap!" diye emir verdiklerinde bizimkiler "şaak" diye yapıvermişlerdi anayasayı. Unutmadan hatırlatayım, 61 Anayasası da 24 Anayasası'na aykırıydı ha!... Atatürk'ün anayasasıdır bu anayasa. Atatürk'ün pabuçlarına bile kutsallık atfedip müzelerde saklayan Atatürkçülerimiz, dağ gibi Atatürk anayasasının "gümbüür" diye yıkılmasına aldırış bile etmediler. Kimse de çıkıp, "Menderes'i devirdiniz işte kardeşim, Atatürk anayasasının ne günahı vardı?" demedi, diyemedi. İşte o yüzden bizde hukukçu takımı, o tarihten beri ahrazdır efendim; birşeyler söylüyorlar ama kelâm edemiyorlar. Cevabı ben vereyim elim değmişken; 24 Anayasası'nı Atatürk "Nasıl olsa bizim parti (yani CHP) her daim iktidarda olacak" diye kaleme almıştı. CHP'nin yerine DP geçince şekil bozuldu; CHP'nin anayasal yetkilerini DP kullanınca gariplere dünyayı dar ettiniz, Yassıadalarda Karakuş mahkemesi kurup Menderes ve iki bakanını "Anayasayı çiğnediniz" diye astınız; iki gün sonra da anayasayı kendiniz lağvettiniz. Bu yaptığınızı biz affederiz ama Hammurabi? Zannetmiyorum!..." MEHMET KAMIŞ Statükocular, Saadet'ten size oy çıkmaz, başka kapıya "... Bugün yaşadığımız gerilimin arkasında statüko ile yenilikçiliğin olduğunu dilimiz döndüğünce söylemeye çalışıyoruz. Deniz Baykal ile yüksek yargının söylemlerinin bu kadar benzerlik göstermesinin arkasında da bu gerçek yatıyor... Onlara göre bu değişiklik isteği bir tuzak ve gerçekte yargının 'ele geçirilmesi' çabası var... Yargı şu anda kimin elinde ki, birileri onu ele geçirmek istesin? Bu söz dünyanın en gerici ifadelerinden birisi aslında! Başkasını öteleyen, dışlayan, kendisinden olmayan herkesi devleti ele geçirmek isteyen düşmanın safında gören anlayıştan başka bir şey değil bu... CHP bir taraftan referandumu engellemeye çalışırken bir taraftan da karşı cepheyi bölme ve yanına yandaş bulma çabası içinde. Baykal'ın Saadet Partisi'ne zeytin dalı uzatmasının anlamı da bu. Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında Saadet Partisiyle seçimlerden sonra koalisyon kurabileceğini söyleyen CHP lideri Deniz Baykal, muhtemel bir referanduma karşı şimdiden hazırlık yapıyor. Saadet oylarının hayır olarak sandığa yansımasını sağlamaya çalışıyor. Referandumu bir statükoyu koruma çabasından çıkartıp AK Parti karşıtlığında bütün partileri birleştirmek istiyor. Ancak herkes de biliyor ki, bu anayasa paketine taraf ya da karşı olmak, AK Parti yanlısı ya da karşıtı olmak anlamına gelmiyor... Bu nedenle muhtemel bir referandumda Saadet Partisi'nin oynayacağı rol, gerçekten çok kritik ve anahtar hükmünde! Saadet Partisi'nin gerek yöneticileri gerekse de partiye gönül verenleri, mevcut yasaların devletle toplumun kucaklaşmasına nasıl engel olduğunun farkında. Refah Partisi'nin 28 Şubat sürecinde nasıl da gayri hukuki yollarla kapatıldığını hiç unutmuyorlar. HSYK'nın karanlık odakların üzerine giden hakim ve savcıların üstüne nasıl kılıç salladığını görüyorlar. Karanlık odakların, faili meçhul olayların üzerine gidemeyen bir ülkede darbe dönemlerinin asla kapanamayacağını çok iyi biliyorlar. Darbe dönemleri kapanmadığı müddetçe de, Türkiye'nin o derin çukurdan asla kurtulamayacağının farkındalar. Aksini düşünmek bugüne kadar yaşananları görmemek olur. Bu nedenle CHP ve yüksek yargı gibi statükoculara Saadet Partisi'nden, Büyük Birlik Partisi'nden MHP tabanından oy yok. Hadi başka kapıya..." GAZETESİ SEDAT ERGİN Yeni HSYK modeli Avrupa ölçülerine ne kadar uygun? "...Bu konuda getirilen modelin Avrupa ölçülerine uygunluğunu analiz edebilmek açısından en önemli referansı, Avrupa Konseyi'nin 2000 yılında yargıyı güçlendirmek amacıyla kurduğu Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi'nin (Consultative Council of European Judges) ortaya koyduğu ilkeler oluşturuyor. Söz konusu bağımsız kuruluş, Avrupa'da yargıya ilişkin konulardaki en yüksek otorite... AYDK'nın 2007 yılında hazırladığı 10 numaralı rapor, "Yargı Üst Kurulları"nın nasıl oluşturulması ve çalışması gerektiği hususlarındaki ana ilkeleri düzenliyor. Bu belge ışığında değerlendirildiğinde hükümetin taslağında hem artılar, hem de eksiler var. Belgede, güçler ayrılığı ilkesini kuvvetlendirebilmek için, bu kurulların "her türlü siyasi, ideolojik ve kültürel kaynaklı önyargı ve dış baskıdan korunması" ana hedef olarak vurgulanıyor. Rapor, kurulların tümüyle yargıçlardan oluşması gibi bir zorunluluk getirmiyor, yargıç olmayan (non judges) şahsiyetlerin de üye olmasına kapıyı açık bırakıyor. Hükümet taslağının Konsey'in çeşitlilik beklentisini karşıladığı çok açık... Belgedeki iki önemli noktanın altını çizelim. Birincisi, kuruldaki yargıç üyelerin yargının bütün kesimlerinden gelmesi. İkincisi, bu üyelerin kendi meslektaşları tarafından seçilmesi. Hükümet taslağı, HSYK'nın 21 üyesinden 16'sının yargının muhtelif organ ve kademelerinden (Yargıtay, Danıştay, Adli Yargı, İdari Yargı gibi) ve seçim yoluyla belirlenmesini öngörüyor. Bu haliyle Konsey'in bu iki beklentisinin de taslakta karşılandığı söylenebilir. Taslak, HSYK'ya 4 üyenin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanmasını öngörüyor. Konsey ise bu yönde bir düzenlemeye kapıyı kapalı tutuyor... Konsey, bu kategorideki üyelerin siyasi olmayan otoriteler tarafından seçilmesini öneriyor. Bu mümkün olmadığı ve seçim parlamentoda yapıldığı takdirde, oylamada "nitelikli çoğunluk" aranmasını istiyor. Bu haliyle taslakta yer alan 4 üyenin Cumhurbaşkanı tarafından atanması yolundaki hüküm, ADYK belgesinin temel mantığına ters düşüyor. Ayrıca hükümet taslağında HSYK üyesi olarak yerini koruyan 21'inci üye Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın durumu da Konsey açısından tartışmalı. Rapor, "aktif siyasetçiler, parlamenterler, yürütme ve yönetimin temsilcileri kurula üye olmamalıdır" diyor. Bu durumda hem Adalet Bakanı hem de Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın üyeliği sıkıntılı hale geliyor. Konsey, Adalet Bakanlığı'nın kurul başkanlığına zaten kategorik bir şekilde karşı... Yalnızca Cumhurbaşkanı'nın şekilsel yetkilere sahip olduğu ülkelerde, bu makamın kurula başkanlık yapabileceği belirtiliyor... Konsey, "aksi takdirde başkan bir yargıç olmalıdır" diyor... Konsey, ısrarla "vatandaşların beklentilerinin kurul'un siyaset dışı kalması yönünde olduğunu", bu çerçevede "seçim sürecinde halkın yargıya güveninin tehlikeye düşürülmemesi gerektiğini" vurguluyor. Kutuplaşmanın ülkenin bütün kurum ve katmanlarına yayıldığı, bu çerçevede yargının da iki ayrı örgütlenmeye sahne olduğu bir ülkede bu hedefin nasıl başarılabileceği, yanıtı meçhul bir sorudur..." FATİH ÇEKİRGE Van Gölü canavarını gördüm "... VAN Gölü'nün tam ortasındayız... Devlet Bakanı Egemen Bağış, Gevaş Belediye Başkanı Nazmi Sezer'e soruyor: - Yani bu kiliseyi ayine açsak ne olur? Botun ön tarafında ayağa kalkan Sezer heyecanla cevap veriyor: - Sayın bakanım, muazzam olur. Haçını da koymak lazım... Bu defa ben soruyorum: - Tepki çekmez mi? - Neden çekecek... Her gün onlarca faks alıyorum. Dünyanın her yerinden Akdamar'ın ayine açılmasını isteyen talepler geliyor... Uzun uzun gezdik... Akdamar Kilisesi bakımsız... Dökülüyor. Duvarlarındaki o eşsiz yontmalar, işlemeler sahipsiz... Kiliseye haçı yasaklamışlar. İbadete kapalı... Evet, gölün ortasında sorduğumuz sorunun nihayet cevabı geliyor... Küçük bir adım da olsa kilise yılda bir kez ibadete açılıyor... Ben yine de bu kararı alanları kutluyorum. Aslında kilisenin adı Ağtamar... Ama değiştirmişler... Tıpkı bir dönem Kürt köylerinin isimlerinin değiştirildiği gibi... Bu isim değiştirmeler, yasaklamalar aslında bu topraklardaki "ruh zenginliği"nin "duygu yelpazesi"nin kurutulmasıdır... Mardin'den bir Süryani kardeşim yazıyor: "Bir şarap fabrikası kurmak istedim. Burnumdan geldi... Hâlâ kuramadım..." Niye? Çünkü baskı var... Şimdi bu ülke kıvranıyor... Kürt açılımı diyor. Ermeni açılımı diyor. Rum açılımı diyor... Demokratikleşme diyor... Ağır sancılar yaşıyor... Ne gariptir ki, bütün bunları isteyecek olan "sol" yok... Sesi çıkmıyor. Bu yüzden olmuyor. Özgürlüklerin sol kolu kesik... Kangren... Mardin'de, Van'da, Büyükada'da toprağı biraz eşince görürsünüz ki; oralarda "bastırılmış uygarlıkların tarihi" yatmaktadır... İşte bu yüzden Van Gölü'nün tam ortasında sormuştum: - Acaba aslı var mıdır bu Van Gölü canavarının? Ve yine orada bulmuştum cevabı... Canavarı görmüştüm... Ağtamar Kilisesi'nden ayrılırken bottan göle doğru biraz eğilip bakınca görmüştüm. Gölün üzerine doğru yayılan kendi suretimizdi gördüğüm... Yıllarca, farklılıkları inkâr eden, isimleri değiştiren, türküleri yasaklayan, kendi uygarlıklarını yiyen o suret... Canavarın sureti... Umarım Ağtamar'la ilgili bu karar, o canavardan kurtuluşumuzun ilk işareti olur..." GAZETESİ AHMET TAŞGETİREN Bilinçaltı fışkırıyor "... Anayasa tartışmaları ister istemez, sistemin bütün vidalarını, somunlarını irdeleme imkânı sağlıyor... Yapılmakta olan anayasa değişikliğine karşı itirazlara baktığınızda, en temelde "millete güven" sorununun yattığı, bunun bilinçaltına en derin biçimde nüfuz ettiği ve tartışmalarda farkında olmadan ortaya çıktığı gözleniyor. Mesela; "Ele geçirme" söylemi böyle bir bilinçaltı dışavurumu... "Son kale" söylemi öyle. "Erdoğan'ın gizli gündemi" söylemi öyle. "Sivil dikta" söylemi öyle. "Sistem çöker" söylemi öyle... "Bir dönem Cumhurbaşkanı Sezer'in, paralel olarak, askeri veya yargısal vesayetin çoğunluk iradesine karşı supap olabileceği" söylemi öyle... Bunların hepsinde, tepedeki oligarşik yapılanmanın, milletten gelecek ve sistemi zorlayacak oluşumlara karşı mevzilenmesi beklentisi var. "Sistemimiz millete rağmen kurulmuştur ve millet iradesinin yolu açılırsa, bu sistemi değiştirir." Ana korku bu ve sistem bu korkuya karşı tahkim edilmiş durumda. Cumhurbaşkanı'nın Meclis'te, kontrol dışı millet iradesi tarafından seçilecek olması, "Son kale elden çıkıyor" söylemlerini üretmişti. Cumhurbaşkanı değişirse, Anayasa Mahkemesi'nin, YÖK'ün üye yapısının değişmesi de gündeme gelebilir ve bu da "sistemin yukarıdan denetimi" modelini devre dışı bırakabilirdi... Bakın, Bülent Arınç ne demiş:Başsavcılıkta başka birisi olsa, CHP için kapatma davası açabilir! İş bu. AYM'de onların istedikleri olmalı, askerde onların istedikleri olmalı, başsavcılıkta onların istedikleri olmalı, HSYK'yı onlar kontrol etmeli... Medya, iş dünyası, aydınlar vs... Böyle bir güçlü azınlıkla, millet iradesi dengelenmeli, hatta üstten denetlenmeli... Öfke, bu yapının değişmesine... "Erdoğan'ın gizli gündemi" söylemi hikâye aslında... Erdoğan, darbe yapıp gelmedi oraya. Millet iradesi ile geldi, millet iradesi "git" derse gidecek. Erdoğan'ın gizli gündemini onlar okuyor da, millet okumuyor öyle mi? Milletin gözü kapalı. Millet uyuya uyuya oy verir, öyle mi?... Ama gel gör ki, millet Erdoğan'a oy vermiş, onlara oy vermemiş... Neredeyse tüm sistemi, "milleti terbiye etmek" üzerine tesis etmişler... Şimdi beylerimiz, seçimden çok rahatsızlar. Çünkü seçim onları seçtirmiyor..." GAZETESİ MAHMUT ÖVÜR Bugün referandum olsa... "...Merak edilen sadece sürecin nasıl geçeceği... Bu ihtimallerden biri de referanduma gidilirse sonuç ne olur? İşte bu sorunun cevabını Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar şirketinin son kamuoyu yoklaması veriyor... İlk soru şu; "Hükümetin hazırladığı anayasa değişiklik paketi hakkında ne düşünüyorsunuz?"... Yüzde 44.7 olumlu, yüzde 39.8 olumsuz buluyor. Yüzde 15.5 ise fikrim yok diyor. Bir adım da olsa "olumlu bakanlar" önde. Aradaki fark yüzde 5. Uzmanlar bu farkı kritik olarak niteliyor. Her şey sürecin nasıl yönetileceğine bağlı. Ancak olumlu-olumsuz bakanların partilere göre dağılımında iki partinin durumu dikkat çekiyor. AK Partililerin yüzde 68.3'ü olumlu bakarken, AK Parti'deki olumsuzların oranı yüzde 19. MHP'de ise olumlu bulanların oranı yüzde 32.5, olumsuzlar ise yüzde 52.2. MHP'de olumlu bakanların oranının partiye oy verenlerin üçte biri kadar yani yüzde 32.2 olması ilginç. Taban, tavan arasında ciddi bir algı farkı var. Pakete olumlu bakan toplum, yüksek yargının pakete karşı çıkışını ise yüzde 46.1 haklı, yüzde 36.2 oranında haksız buluyor. Bu durum önceki ve sonraki sonuçlarla çelişse de ilginç bir sonuç... Üçüncü sırada CHP'nin değişiklik paketine karşı tavrı değerlendiriliyor. CHP'nin tavrı yüzde 29.2 doğru, yüzde 61.0 yanlış bulunurken fikri olmayanların oranı 9.8. Burada ilginç olan CHP'nin kendi tabanının da yüzde 29.7 oranında partinin tavrını yanlış bulması. Benzer bir durum MHP için de geçerli. MHP'nin "Değişiklikleri bu meclis değil, bir sonraki meclis yapsın" tavrına toplumun yüzde 36'sı katılmıyor, yüzde 56.1 katılıyor, yüzde 7.8 ise "fikrim yok" diyor. MHP tabanın durumu da ilginç... MHP tabanının yüzde 36.7 gibi önemli bir kısmı yönetimin tavrını onaylamıyor. Şimdi gelelim en kritik soruya, değişiklik referanduma giderse nasıl oy verirsiniz? Yüzde 48.1 evet, yüzde 38.2 hayır, yüzde 13.7 fikrim yok cevabı geliyor. Bu cevapların partilere göre dağılımında yine en çarpıcı tavrı MHP tabanı gösteriyor. MHP'lilerin yüzde 38.9'u referanduma "Evet" diyor. Aslında CHP ve MHP dışında kalan SP, DP ve BBP gibi partilerin tabanı da yüzde 50'nin üzerinde "Evet" diyor. BDP'lilerin "Evet" oranı ise yüzde 60.4... Vatandaş anayasa taslağına neye göre oy verecek? İçeriğe mi yoksa oy verdiği partilerin tavrına göre mi? Yüzde 55.1 içerik, yüzde 37.9 parti tavrı, yüzde 6.9 fikrim yok diyor. İlk bakışta şaşırtıcı gelen bu durumu araştırmacı Prof. Sencer şöyle yorumluyor: "Aslında bu yüzde 55 yasanın içeriğine bakmayacak, böyle bir imkânı yok. Ama radyo ve TV'lerde gördükleri, duydukları onları ikna ederse liderlerine rağmen farklı oy kullanabilirler. Bu da siyasi partilerin iletişimdeki başarısına bağlı... Bence vatandaşta 'parti liderinin kapıkulu değilim' duygusu gitgide yükseliyor."..." MEHMET BARLAS Seçmen ayrıntıya bakmaz, sadece istediğini duyar... "... Birbirinden çok farklı konuları içeren Anayasa değişikliği paketinin aynı referandumda halkoyuna sunulacak olması da eleştiriliyor. Aslında bu eleştiri de kafa karışıklığımızın bir göstergesi değil mi? "Anayasa" dediğimiz şey zaten böyle çok konulu bir temel metin değil midir? "Seçmen" denilen ve Kars'tan Edirne'ye uzanan alandaki ortak aklı temsil eden sanal kişi oy kullanırken, ayrıntılara pek bakmaz. Anayasa'nın değişmesini istiyorsa ve bu değişikliği öneren siyasi partiyi tutuyorsa "Evet" oyu verir. Genel seçimlerde de böyle belirlenir seçmenin oyunun yönü. Bir partinin programını falan kimse incelemez. Aslında o partinin milletvekili adaylarının çoğu da o partinin programını ve tüzüğünü okumuş değillerdir. Liderin kişiliği, söylemleri ve verdiği görüntü önemlidir... Adaylar da hangi partinin listesindeyseler, ona göre seçilirler veya seçilmezler. Nadir Nadi 1950 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden Muğla'da bağımsız adaydı. Seçim konuşması yapmak için çıktığı kürsüden inerken "Au revoir Muğlalılar" diye Fransızca veda etmiş miting meydanındakilere. Neticede o da seçilmişti. CHP adayı olsaydı seçilmezdi..." GAZETESİ TAHA AKYOL Mahkeme ne diyecek? "...TASLAK Meclis'te 330'un üstünde oyla kabul edilirse ve CHPAnayasa Mahkemesi'nde "Kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı" diye iptal davası açarsa ne olur? Çok büyük bir ihtimalle Anayasa Mahkemesi öyle bir davayı reddeder ve değişiklik referanduma gider!... Çünkü Anayasa Mahkemesi, anayasa değişikliklerine ancak "şekil" yönünden, mesela Meclis'te kaç oyla kabul edilmiş diye bakar, "esastan" inceleyemez! İtirazları duyuyor gibiyim: Türban yasağının kaldırılmasında Anayasa Mahkemesi "şekil"den iptal imkânı bulamayınca "laikliğe aykırı" diyerek "esastan" iptal etmemiş miydi?.. Bu defa da yine değişmez nitelikte olan "kuvvetler ayrılığı" ve "demokratik hukuk devleti" ilkelerine aykırı bularak iptal kararı veremez mi? Evet beklenti budur; ama... Ama bu defa aynı yorumu yapmasına hiç ihtimal vermiyorum. "Kuvvetler ayrılığına aykırılık" iddiası, ‘laiklik'le mukayese edilemeyecek kadar farklıdır. Anayasa Mahkemesi baştan itibaren çok dar ve yasakçı bir laiklik içtihadı geliştirmişti. Hatta hiç çekinmeden "Avrupa'daki gibi bir laiklik bizde olmaz" diye yazabilmişti! (Karar: 89/12) Ve, kendisinin yerleştirdiği bu dar ve otoriter laiklik içtihadına dayanarak, başörtü yasağını laikliğin zorunlu bir unsuruymuş gibi kabul etmişti... Ve, yasağın kalkmasını "dolaylı yoldan" laikliğin kalkması gibi yorumlayarak anayasa değişikliğini "esastan" iptal etmişti. Peki, şimdi de Anayasa Mahkemesi'ne üye seçiminin değiştirilmesini aynı şekilde "değişmez ilkelere aykırı" sayarak iptal edemez mi?!Hayır, iptal edemez! Çünkü Mahkeme'nin kendisi 2003 yılında daha ileri bir değişiklik önerisinde bulunmuştu! Laiklik konusundan farklı olarak, Mahkeme'nin yapısının nasıl olması gerektiğine dair içtihatlar da yoktur, olamaz zaten. Üstelik Batılı demokrasilerde Anayasa Mahkemesi üyelerinin nasıl "çeşitli" kaynaklardan ve parlamento tarafından seçildiği de ortadadır. Bir iptal söz konusu olamaz. HSYK için iptal? Peki, Mahkeme HSYK'nın yeniden yapılandırılmasını "kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti" gibi değişmez ilkelere aykırı bularak anayasa değişikliğinin bu bölümünü "esastan" iptal edemez mi? Hayır, edemez! Çünkü taslak, yargı bağımsızlığını kaldırmıyor, ilerletiyor: Müfettişler, sekretarya ve bütçe bakanlıktan alınıp HSYK'ya veriliyor... Taslak yeterli sayılarla Meclis'ten geçerse, referandum hukuken önlenemez gözüküyor..." FİKRET BİLA Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu "... İktidar, Venedik Komisyonu kararlarını benimsiyor. Kapatma davasında kendisini bu komisyonun belirlediği kriterlerle savunmuştu. Bugün de savunuyor. Ancak Venedik Komisyonu'nun referandumla ilgili kriterleri de var. Buna karşılık, hazırlanan anayasa değişiklik paketinin referanduma sunulması halinde, bu kriterlere uyulmayacağı anlaşıldı... Venedik Komisyonu ne diyor? CNN Türk'teki Ankara Kulisi'nde Murat Yetkin'le konuk ettiğimiz AİHM eski yargıcı Rıza Türmen, referandum konusunda Venedik Komisyonu'nda kabul edilen "Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzu"ndan söz etti. Venedik Komisyonu'nun kabul ettiği karar şöyle: "Seçmenler, aralarında bir bağ olmayan sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin bir soruya olumlu yanıt verirken diğerine karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Değişiklik çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa halka bir dizi soru sorulmalıdır." Komisyon, bir metnin tümden değiştirilmesi halinde -yeni bir anayasa yazılması gibi- referandumda tek soru sorulabileceğini de belirtiyor... Eğer Venedik Komisyonu'nun kararları benimsenecekse, referandum konusundaki kılavuzu dikkate alınmalıdır. Partilerin kapatılması kriteri olarak Venedik Komisyonu'nun belirlediği kriterler, Türkiye'deki siyasi partilerin çoğu tarafından benimseniyor. Ancak anayasa değişiklik taslağının öngördüğü TBMM komisyonuna ciddi itirazlar var. Taslağın öngördüğü TBMM'de grubu bulunan siyasi partilerden beşer üyenin katılımıyla oluşacak komisyonun siyasetin yargıya müdahalesine kapı açacağı ve işleyişinde önemli tıkanıklar çıkacağı eleştirisi yaygın. Ankara Kulisi'nin diğer konuğu eski Adalet bakanlarımızdan Prof. Dr. Hikmet Sami Türk de DSP adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a bu konuda yeni bir öneri yaptıklarını belirtti. Türk'ün önerisi, parti kapatılmasına ilişkin ön incelemeyi TBMM'de bu şekilde kurulacak bir komisyon yerine Yargıtay Ceza Daireleri başkanlarından oluşan heyetin yapması. Partilerin kapatılmasının zorlaştırılması konusunda da partiler arasında görüş birliği mevcut... Taslak, adeta yüksek yargıyı cezalandırıyor. Yargıtay ve Danıştay'ın taslaktaki konumu bunu gösteriyor. İktidar diğer eleştirileriyle birlikte yüksek yargının bu konudaki itirazlarını da dikkate almalı..." GAZETESİ OKAY GÖNENSİN Halk nasıl izliyor? Ankara'daki savaşların halk tarafından nasıl algılandığına, nasıl tepkiler oluştuğuna ilişkin bir araştırma açıklandı. Metropoll'un anayasa tartışmasının başlamasının hemen ardından yaptığı araştırmanın sonuçları, kamuoyunda ibrenin AKP'nin tarafında olduğunu gösteriyor. Metropoll soruyor: - Anayasa değişikliğini nasıl karşılıyorsunuz? Olumlu: Yüzde 44,7; Olumsuz: Yüzde 39,8. - Referandum olursa nasıl oy kullanacağı sorulduğunda cevap şöyle geliyor: Evet yüzde 48,1; Hayır yüzde 38.2. Aradaki farktan, kendini AKP'ye yakın hisseden bir kısım seçmenin anayasa değişikliğini en azından gereksiz bulsa bile AKP'nin istediği yönde oy kullanacağı sonucunu çıkarmak mümkün. - Yüksek yargı ile ilgili soruya cevap verenlerin yüzde 46,1'i Yüksek Yargı'yı haklı, yüzde 36,1'i haksız buluyor. Anayasa değişikliğini olumlu bulanların (toplamın yüzde 8'i), referandumda olumlu oy kullanacakların (toplamın yüzde 12'si) önemli bir kesiminin Yüksek Yargı'yı haklı görmesinin iki açıklaması olabilir: Birincisi, bu tür araştırma konularında her yerde olduğu gibi "yüksek ve korkulan bir otoriteden çekinme" olabilir. Ama ikinci bir ihtimal de tartışma alanı ne olursa olsun, halkın kavga istememesidir. Bu araştırmada "Genel seçim olsa oyunuz ne olur" sorusunun cevabı da şöyle çıkıyor: AKP yüzde 36,3; CHP yüzde 18,6; MHP yüzde 12,3. Metropoll'un ilke olarak dağıtmadan verdiği kararsız vs. gibi tercihlerin oranları da araştırmada yüzde 20 dolayında çıkıyor... ANAR'ın "Bugün seçim olsa" araştırmasının sonuçları, kararsızlar dağıtılarak şöyle: AKP yüzde 40,6; CHP yüzde 21,4; MHP yüzde 14,6... İki araştırmadaki "ana eğilimler" bugünkü koşullarda önemli bir değişiklik olmaması durumunda anayasa referandumundan "evet" çıkma olasılığının yüksek olduğunu da gösteriyor... CENGİZ ÇANDAR 12 Eylül'ün 'balta girmemiş ormanı'na balta vurmak... "... Ana muhalefet partisi CHP altı maddelik ‘anayasa değişikliği' önerisini nihayet dün ortaya attı. Ciddiye alınabilir bir yanı yok... Örneğin seçim barajının düşürülmesi, ‘ilke' olarak benim de benimsediğim ve savunduğum bir husus. Ancak ‘ilke' başka, ‘siyaset' başka. Gün siyaset günü ve CHP bunu ‘yüzde 10 barajının indirilmesi'ne yürekten inandığı için değil, BDP'ye bir ‘havuç' uzatarak ‘değişiklik paketi'ne olumlu oy vermesinin önüne geçmek amacıyla yapıyor. Belli. Besbelli. Çünkü Ak Parti, barajı düşürmemeye kararlı ve BDP, ‘yüzde 10 seçim barajı'nı daha önce ‘kırmızı çizgi' diye açıklamış ama buna rağmen ‘ibresi'ni ‘değişiklik paketine destek verebileceğine çevirmişti... Yani CHP ‘ilke siyaseti' yapmıyor. Siyasi taktik güdüyor... ‘Milletvekili dokunulmazlığının kürsüyle sınırlandırılması' talebinde bir yanlışlık var mı? Yok. Ancak, ‘yüksek yargı organları'nın CHP organları gibi ‘siyasallaştığı' ve her konuya asker-CHP ekseninde tavır aldığı bir dönemde, bu talep de bir ‘siyasi taktik' konusudur ve Ak Parti hükümetinin TBMM zeminindeki CHP ile yüksek yargı arasında kıskaç alınması için kullanılacaktır... Gelelim, günün can alıcı konusu olan yargıda yapısal değişikliği öngören ‘Anayasa değişikliği'ne; ne öneriyor CHP? HSYK başkanını kendi seçecek. Üyelerin seçimi sadece yargı organlarınca yapılacak... Yani, CHP'ye ‘lojistik destek' sağlayan ‘bürokratik oligarşi'nin iktidarının devamı sağlanacak. Kusura bakmayın, almayalım. CHP'nin asıl niyeti, TBMM Başkanı'na şu anda tartışılmakta olan paketin TBMM'ye sunulması halinde Başkan M. Ali Şahin'e ‘işleme koymayın, iade edin' çağrısında ortaya çıkıyor... Bu, tıpkı, daha önce olduğu gibi CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne ‘Anayasa değişikliği'ni iptal başvurusunda bulunacağının ilânıdır. 12 Eylül askeri darbe anayasasının mimarisine dokunduğunuz, ‘yapısal değişiklikler'e yani yargının yapısını yeniden düzenle-meye ve parti kapatmaların önüne geçmeye kalktığınız anda, CHP-Anayasa Mahkemesi ittifakı ile Türkiye'de değişimin önüne set çekilmek isteniyor... Türkiye'de ‘hukuk devleti' mücadelesi, siyasetten bağımsız bir mücadele değildir. Bir siyasi mücadeledir. Siyasi mücadele söz konusu olunca, herkesin hukuk uzmanı kesilmesi gerekmez. Siyasi duruşla, siyasi önseziyle duruma bakıp tavır alması gerekir. ‘Çevrecilik' doğrudur da, 12 Eylül askeri darbe anayasasının ‘balta girmemiş ormanı'na balta vurulurken ‘çevrecilik' anlamlı değildir..." GAZETESİ MEHMET ALİ BİRAND Erdoğan, Erivan'ı çok şaşırtmış... "... ERİVAN- Kültür Üniversitesi Küresel Siyasi Eğilimler Merkezi'nin düzenlediği, Türkiye- Ermeni siyasi gelişmeleriyle ilgili konferansa katılmak üzere buraya geldim... Başbakan'ın, Türkiye'de çalışan 100 bin kaçak Ermeni'nin sınır dışı edilebileceğini söylemesi, Erivan'ı tahminlerin de ötesinde etkilemiş... "Gördünüz mü, hâlâ aynı mantık devam ediyor. Türk'ün aklına hemen Ermenileri sürmek geliyor" diyenler var. Ancak Başbakan'ın dün Ermeni liderlerle görüşmesi ve son konuşmaları, kaçak işçilerle ilgili çıkışının yarattığı olumsuz etkileri giderme çabası olarak da görülüyor. Erivan'da kafalar karışık. Bir yandan protokollerin Meclis'ten geçip geçmeyeceği hesaplanıyor öte yandan Amerikan Kongresi ve Başkan Obama'nın yapacağı açıklamalar bekleniyor. Herkeste soru işaretleri var. TRT Haber hoşgeldi... Yaklaşık on günden beri aramıza yeni bir haber kanalı katıldı. TRT HABER, bu kurumun dev olanaklarından yararlanarak yayın yapıyor. Ben özel kanalların da TRT'nin de içinde çalışmış ve olanaklarını bilen bir kişiyim. TRT, özellerle karşılaştırıldığında öylesine büyük ve güçlüdür ki, yanına dahi yaklaşamayız... Tek handikapı nedir biliyor musunuz? Her iktidarın bu kurumu kendi malı gibi görmesi ve sözcülüğünü yapmasını istemesidir. Bu durum da, orada çalışan tüm değerli gazetecilerin üstüne bir kâbus gibi çöker... TRT'nin kendine göre kuralları vardır. Bu kuralların da hiçbir albenisi yoktur. İşte bu canım kurumu, özeller karşısında elini kolunu bağlayan en önemli sorunu da budur. Ne olursa olsun, TRT HABER şimdiden daha fazla olabileceğinin işaretlerini veriyor. Eğer Genel Müdürleri İbrahim Şahin de ön ayak olur Bülent Arınç da desteklerse, bu yeni haber kanalını hiçbirimiz tutamayız. Yeter ki, elleri kolları bağlanmasın..." GAZETESİ ERGUN BABAHAN Yeter artık, söz milletin "... Anayasanın önemli bir kısmını değiştirmeyi öngören bu paketin Türkiye'de demokrasi ile hak ve özgürlükleri çıtasını yükselteceğini düşünüyorum. Ayrıca böyle bir paketin Meclis tarafından değil de halk tarafından onaylanmasının önemli olduğuna inanıyorum. Elbette pakete karşı çıkmak, eleştirmek de farklı düşünenlerin hakkı. Bunların başında Ertuğrul Özkök geliyor... Böyle bir ruh haline herhalde ‘'Nazizm'e doğru'', ‘'Sivil diktatörlük'' gibi manşetler yakışırdı. Vicdanını ezdirmeye gelince, zamanında o kadar çok masumun vicdanı ezdikten sonra bunu yazmak ilginç geldi. Anayasa değişikliğine gelince, statükocuların öfkesi bile bu paketin ne kadar sağlıklı olduğunun göstergesi. 1980 Darbesine sahip çıkanların onun kurduğu düzenin muhafazasını öngören yazılı metne de sahip çıkmaları doğal. Onlar, ‘'Dediğim dedik, çaldığım düdük'' düzeninin sürmesinden yana. Rekabetten uzak, her türlü pazarlığa açık görüşmelerle güçlerine güç, zenginliklerine zenginlik katmaları bu düzene bağlı çünkü. Yargının şeffaflaşması, topluma karşı sorumlu hale gelmesinden korkuyorlar... Cumhuriyet'in kuruluşundan beri gerçek iktidar sahibi olan bürokrasiye ‘'Yeter artık söz milletin'' deniliyor. Evet, daha iyi, daha kapsamlı olabilirdi... Kadına, çocuğa pozitif ayrımcılık elbette önemli ama Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun lonca benzeri bir kliğin elinden kurtarılması daha önemli. Bu kurulda yargı mensuplarının ağırlıklı bir biçimde temsil edilmesi sağlanırken, savunma ve yurttaşlara söz hakkı verilmesi çok çok önemli. Genelkurmay Başkanı'nın yargıya doğrudan müdahalesini görmezden gelip, görevini yapan savcıları meslekten uzaklaştıran bir zihniyetin tasfiye edilmesi daha da önemli... Bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi için bu değişime evet diyorum..." GAZETESİ MEHMET ŞEKER Allah sizi davul etsin "... Adalet ve Kalkınma Partisi, yargıya karşı geniş çaplı bir harekete girişmiş. Kendi yargısını oluşturma çabası içindeymiş. Kendi hâkimini, kendi mahkemesini... Yargıyı ele geçireceklermiş. Bu çok önemli ve çok değerli bilgileri, Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinden öğreniyoruz. Allah sizi davul etsin e mi? Etsin de otuz Ramazan boyunca, millete bir hayrınız dokunsun. Suçladığınız o parti, mahkemelerde il ve ilçe başkanları olan kişileri mi görevlendirmek istiyor? Kendi milletvekillerini mi atayacak hâkim olarak? Delegelerini mi? Hangi hâkim olursa olsun, görevlendirilecek kişiler, hâlihazırda görevi başında olan hukuk adamları değil mi? Nasıl oluşturacak kendi yargısını? Bu mantığın sakat tarafı bir tane değil. Bir defa, hâlihazırda görevde olan hâkimlerden bazıları iktidar yanlısı demektir. Bazıları da onların karşıtı demektir. Mahkemelerde hukuk yerine siyaset yapılıyor demektir. Bunca feveran etmenin anlamı başka ne olabilir? Şayet öyleyse, yargıya ciddi şekilde dokunmak gerekir. Yargıya dokunma, anayasaya dokunma çığlıkları, ne anlama geliyor, onu da açıklayalım. Bu çığlıklar, bir açıdan da sen yol yap, baraj yap, enflasyonla ilgilen fakat yönetmeye kalkma, orasını biz hallederiz demek. Az daha "Anayasayı değiştirmek, anayasaya aykırıdır" diyecekler. Hatta bir ara dediler galiba..." YASİN AKTAY Baykal Kenan Evren'i seviyor "... Bu bir falın sonuç cümlesi değil. Anayasa değişikliği ile ilgili son durumda ortaya çıkan açık ve net tablo bu. Çok değil bundan sadece birkaç ay önce hükümete anayasanın geçici 15. Maddesini kaldırmayı dolayısıyla 12 Eylül darbesini yapanların yargılanmasına imkân tanıyan düzenlemeyi yapmayı teklif etti Baykal. İçinde 15. Maddenin kaldırılmasını da barındıran bir anayasa değişikliği teklifinin içeriğini görmeden reddedeceğini, hatta anayasaya aykırılık ihtimali barındırıp barındırmadığına bakmaksızın yapılacak her düzenlemeyi anayasa mahkemesine götüreceğini ilan etti bile. Ama hakkını yemeyelim, 23 maddelik değişiklik teklifinin içinden 15. Madde çıkarılıp ayrıca getirilirse destekleyebileceklerini de söyledi CHP'liler. 15. maddenin kaldırılması demek 12 Eylül'ü yapanların yargılanmasının önündeki engeli kaldırmak anlamına geliyor. Baykal daha önceleri bunu söylüyor muydu? Doğrusu hiç hatırlamıyoruz ama muhtemelen iktidar partisinin buna cesaret edemeyeceğini zannederek bir süre önce böyle bir teklifi bir meydan okuma havasında ilan etti. AK Parti gece yarısı meclisten askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabileceklerine dair bir kanunla Baykal'ın bu çağrısına aslında olumlu karşılık vermekle kalmadı, daha fazlasını da vermiş oldu. Sadece 12 Eylül'ü yapanları değil bundan sonra herhangi bir şekilde darbeye yeltenebileceklerin hepsini yargılamayı mümkün kılan bir kanunu Meclisten geçirince CHP'liler iptal talebiyle Anayasa Mahkemesinin yolunu tuttu. 15. Maddenin kaldırılmasını teklif etmiş oldukları halde bu yasanın iptalini istemeleri şunu söylemiş oldu: darbe yapmak her askerin en doğal hakkıdır. Bunu yargılayacaksak 30 yıl sonra yargılayalım... Çünkü Baykal'ın 15. Maddenin kaldırılmasını istemesi, anlaşılıyor ki bir blöften ibaret. Yoksa 15. Maddenin kaldırılmasını isteyerek 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını talep ederken 12 Eylülcülerin bu topluma attıkları en büyük kazık olan anayasaya bir tür dokunulmazlık kalkanı oluşturmak, uzlaştırılabilir davranışlar değil... Bugün anayasa değişikliği kapsamındaki yüksek yargı 12 Eylül düzenini tesis eden onu sürekli hale getiren en sağlam kurum ve Baykal bir yandan 12 Eylülcüleri yargılamayı teklif ederken bir yandan onların tesis ettikleri en sağlam kurum olarak yüksek yargının bugünkü haline sahip çıkıyor. Dünyanın hukuk standardının her bakımdan çok gerisinde olan bu yargı sistemini cumhuriyetin en sağlam ve dokunulamaz kurumu olarak kutsuyor ve selamlıyor... O varlığını değilse bile bugünkü gücünü büyük ölçüde onların tesis etmiş oldukları düzene borçlu olduğunu çok iyi biliyor. Yüksek yargı ile CHP'nin aynı ağızdan siyasi muhalefet yapıyor olmaları bir tesadüf değil tabi. Baykal Yargıtayıyla, Danıştayıyla, Anayasa mahkemesiyle, HSYK'sıyla Yüksek yargıyı kendisinin "arka bahçesi" olarak görüyor ve bu bahçeyi kendisine 12 Eylülcülerin tahsis etmiş olduklarını ve anayasanın bu haliyle bu bahçeyi sürekli olarak sulayıp beslemeye devam ediyor olduğunu çok iyi biliyor. 12 Eylül Baykal'ın velinimeti. Baykal belli etmemeye çalışıyor ama her halinden belli oluyor: O Kenan Evren'i ve 12 Eylülcüleri çok seviyor..." GAZETESİ AYŞEM KALYONCU Hamudu ile götürmek "... GÜNLERDİR Anayasa değişikliği paketi ile uğraşmaktayız... Bizler halk olarak Venedik Komisyonu'nun aldığı kararlardan haberdar mıyız? Ya da Venedik Komisyonu'nu biliyor muyduk? 'Demokrasi' diye direten İktidar partisi o kadar rahat bir şekilde "Anayasa taslağı Meclis'ten geçmezse halka gideriz" diyor ki, işin içinde demokrasi harici bir hinlik olabileceğini düşünemiyoruz. Çünkü biliyorlar ki Türk halkı kuzu kuzu denileni yapar... Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi'nin anayasa hukuku konularındaki danışma organı konumunda ve "Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu" olarak da anılırmış... ESKİ Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun gündeme getirdiği Venedik Komisyonu'nun 13-14 Ekim 2006 tarihinde 68. Genel Kurulu'nda kabul edilen 21 Aralık 2006 tarihinde yürürlüğe giren maddesi bakın meğer neler diyormuş; "Referandumlarda İyi Uygulamalar Kılavuzunun 30. maddesinde şöyle; "İçerik birliği, özgür oy iradesinin önemli bir gerekliliğidir. Seçmenler, aralarında bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır. Bir metinde yapılacak değişiklik, çok sayıda farklı unsuru kapsıyorsa, halka bir dizi soru sorulmalıdır. Ancak, özellikle anayasa gibi bir metnin tümden değiştirilmesi, tabiidir ki, sadece birbiriyle bağlantılı unsurlarla ilişkili olamaz. Dolayısıyla bu durumda, içerik birliği gerekliliği geçerli olmaz. Bir metnin, bir dizi bölümünü içeren, kökten değişikliği tümden değiştirmeye eş sayılabilir; ama bu, farklı bölümlerin ayrı ayrı halkoyuna sunulamayacağı anlamına gelmez." YANİ Sayın Kanadoğlu bu hatırlatmayı yapmasa Meclis'teki vekillerimiz uyumaya, bizler de uyutulmaya devam edeceğiz. Hani 'hamuduyla götürmek' diye bir deyim vardır ya... Anayasa'da kısmen değişiklik yapılmasına ilişkin teklifte bütün maddeleri bir arada oylatmak isteyen AKP iktidarına söyleyecek başka benzetme bulamadım..." GAZETESİ HÜSNÜ MAHALLİ Ortak payda Erdoğan "... 22 Arap ülkesinin lider ve temsilcisi bugün Libya'nın Sirte kentinde bir araya gelerek kendi aralarındaki ilişkilerin yanı sıra başta Filistin ve Irak olmak üzere Arap dünyasını ilgilendiren tüm bölgesel ve uluslararası konuları konuşacaklar. Her yıl bugünlerde bir araya gelen Arap liderlerin bu konuşmalarının tam anlamıyla işe yarayabileceğini söylemek pek kolay değil. Ama kolay ve kesin olan şey tüm Arap liderlerin zirve açılışında bir konuşma yapacak olan Başbakan Erdoğan'ı ciddiyetle dinleyeceğidir. Çünkü Arap halklarının ortak paydası olan Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye, son dönem bölgesel politikaları ile herkesin ilgisini çekiyor ve insanlar Ankara'dan gelen tüm sinyalleri merak ve heyecanla izliyor. Durum böyle olunca başta El-Cezire olmak üzere hemen hemen tüm Arap televizyonlarından canlı olarak yayınlanacak Başbakan Erdoğan'ın konuşması çok daha önem kazanıyor. Bunun bilincinde olan Başbakan'ın da konuşmasında önemli mesajlar vermesi beklenebilir. Çünkü Gül-Erdoğan-Davutoğlu Üçlüsü 2003 yılından itibaren çok önemli bölgesel açılımlara imza atmış ve bu açılımlarla Türkiye bölgesinin tüm denge, hesap, plan ve senaryolarında hiç kimsenin görmemezlikten gelemeyeceği bir ülke durumuna gelmiştir. Daha açık bir ifade ile bölgede kim ne yaparsa yapsın mutlaka Türkiye için ayrı bir hesap yapmak zorundadır. Çünkü Türkiye, Batılıların Ortadoğu olarak adlandırdığı bizim coğrafyada dostluk ve kalkınmanın egemen olması ama daha önce barış ve istikrarın sağlanması gereğine inanmış ve bu inancı doğrultusunda politikalar üretip uygulamıştır. Bu politikaların sonucu olarak bölgenin çok daha kötüye gitmesi önlenmiş, Türk vatandaşları Suriye, Ürdün, Lübnan ve Libya'ya vizesiz girmeye başlamış ve son iki ayda bu ülkelerden yüz binlerce insan Türkiye'ye vizesiz gelmiştir. Türkiye'nin bu coğrafya açılımları bölgeyi heyecanlandırmış ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'yı yeni düşünceler üretmeye itmiştir. Son anda vazgeçmezse Musa bugün Arap liderlerine Bölgesel İşbirliği Platformu kurulmasını önerecektir. Bu platforma Arap ülkelerinin yanı sıra Türkiye, İran ve Yunanistan ile İspanya gibi bazı çevre ülkeleri davet edilecek. Başbakan Erdoğan da bir adım ileride olmak amacıyla böyle bir platforma ev sahipliği yapabileceklerini söyleyebilir. Çünkü hem Araplar hem de İran ve Avrupalı ülkelerle iyi ilişkisi olan tek ülke Türkiye... Böylesi önemli ve tarihsel görev ve sorumluluğu bu aşamada taşıyabilecek ve bundan dolayı da herkesin güvenini kazanabilecek tek kişi Başbakan Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye'dir... Çünkü bir çoğu anti-demokratik kurallarla ülkelerini yöneten ve ağırlıklı olarak Amerikan talimatı ile iş yapan Arap liderler kendi halklarının yakından ve gıpta ile izlediği Müslüman bir ülke olarak Türkiye'nin artılı-eksili laik demokrasisinden endişe duyuyor. Türkiye'nin tüm demokratik açılımları coğrafya halkları tarafından yakından izlenmektedir. Yani içte tartışmalı olmasına rağmen bu açılımların sonucu yalnız Türkiye'yi değil tüm bölgeyi ilgilendirmektedir. Bir zamanlar 'Bize ne Araplardan ne de Acemlerden' diyen o bildik garip zatlar bugün artık bölge ülkeleri ile geliştirilen çok yönlü ilişkilerin her alanda Türkiye açısından ne denli yararlar sağladığını görmezlikten gelemiyor. Bu politikalar devam ettiği sürece Türkiye bölgesel ve uluslararası alanda çok önemli prestij ve politik-ekonomik güç kazanacaktır..." GAZETESİ ABDURRAHİM KARAKOÇ Siyasetin namuslusu kimin umrunda ki? "... "Rabbena, hep bana" mantığı caridir şimdilerde... Hakiminizi muhkem tutacaksınız, daha size kurşun geçmez... Yıllar önce verildi işaret: "Avukat tutacağınıza hakim tutsanıza..." Ne diyor memleketin büyük dehası (?).. "Değerli arkadaşlarım, her taraf bir kuşatma altındadır..." "Silkinip doğrulmanız, intikam duygusuyla yoğrulmanız birinci ve de diğer vazifelerinizdir..." Bir zamanlar hükümet ortağının, emrinden çıkmayan, hakaretini bile sineye çeken, Türkiye'yi veya emir uşaklarını hakaretin müsebbibi çitte pazarlayan... Önlerinde sigara içmekten hicab eden "ulusalcı" ya da yalancı pehlivan ellerini sallıyor, bendelerini solluyor, fırsat kolluyor... Burası Türkiye ve her şey normaldir... Anormal olan ise, nevzuhur yiğidin sola hizmette solcuları geçtiği, sık sık er meydanından kaçtığı... En çirkini de kendilerine geçmişten gelen alışkanlıkla kucak açtığı, ayrıca seviye kaybına uğradıkça yükseldim zannetmesidir... Sahi siz kimden yanasınız? Domuzdan yana mı Türk halkından yana mı? Verebilirseniz cevabınıza müştakım..." GAZETESİ YİĞİT BULUT AK Parti'nin alternatifi daha radikal olacaktır! "...SEÇİMLER yaklaşırken aklıma takılan sorulara cevap arıyorum... En çok sorduğum da: Varolan yapı içinde AK Parti'nin alternatifi var mı veya olabilir mi? Sevgili dostlar, bu soruya cevap ararken önüme şöyle bir tablo çıkıyor: 1946'dan bugüne, tek başına veya daha radikal partilerin koalisyon desteği ile iktidar olan sağ partiler sürekli daha radikal ve din odaklı noktalara kaymışlar... Birlikte alt alta yazalım... Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol-Refah koalisyonu ve son olarak AK Parti... Her parti belli alanda diğerlerine göre daha radikalleşmiş ve en önemlisi daha sağa kaymış... Veya daha açık yazayım: Din motifinin belirginleşmesi sürekli güçlenmiş!... AK Parti sonrası iktidar olacak yapı bana göre; daha sağda, daha radikal veya başka bir ifadeyle; daha milliyetçi ve çok daha dini odaklı olacak! Deniz dalgalanır ve tercihler kayar-yeni bir algılama oluşursa eldeki verilere göre; Türk halkı merkeze gelmek yerine bu serinin gelişimi gereği, daha radikal liderlerin peşinden gidecek... Örnek mi?... Avrupa Birliği projesi Türk halkına pazarlandı, ekonomik refah, kültürel-sosyal açılımlar düşündürüldü, sonuç hayal kırıklığı oldu!... Türkiye, bu yolda giderse ve "Türkiye Batı dünyasının parçasıdır" diyenler, bu şekilde samimiyetsiz tutumlarında devam ederlerse; Türkiye daha da çok değişecek! Türk halkı yerleşik düzeni tasfiye ederken daha da sağa kayacak! Rahatsız mıyım! Bu noktayı çok ciddi tartışmalıyız! Son söz: AK Parti'nin alternatifi daha milliyetçi-daha din odaklı bir söylem ile ortaya çıkacak daha radikal görünümlü bir lider partisi olacaktır! Ve çok kısa vadede de böyle bir gelişme olmayacak, ancak ve ancak AK Parti siyasi ömrünü doldurmaya yaklaştıkça bu akım güçlenecektir! Süslü salonlarda sosyal analizler yapanlara duyurulur!..." GAZETESİ MEHMET ÇETİNGÜLEÇ Geçici maddeler kalıcı izler "...Anayasa'daki en tartışmalı operasyonlar "geçici madde'ler üzerinden yapılıyor. 12 Eylül darbecilerini korumak üzere konulan meşhur "geçici 15. madde" kaldırılırken, 3 yeni geçici madde konuluyor. "Geçici" olması maddenin ağırlığını hafifletiyor gibi görünse de, aslında getirilen 3 geçici maddeden 2'si yüksek yargı sisteminin yapılanmasını temelden değiştiriyor... Şimdi geçici maddelere tek tek bakalım: önce Anayasa Mahkemesi ve HSYK yapılarını değiştiren geçici 19. ve 20. maddeler. Bu konularda Hükümet kanadından basına verilen brifinglerde Avrupa ülkelerindeki yapılanmaların esas alındığı bildiriliyor. Hükümetin dağıttığı bilgi notlarında, HSYK benzeri yargı kurullarına sahip olan Fransa, İtalya, Belçika, İspanya, Portekiz, İrlanda, Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Estonya, Litvanya, Slovakya ve Romanya'daki uygulamalardan örnekler veriliyor. Söz konusu ülkelerde genel olarak karma bir yapılanmanın oluşturulduğu, parlamentoların bu kurullara üye seçtikleri vurgulanıyor. Ayrıca; ilk derece ve istinaf mahkemelerinde görev yapan hakimlerin mutlaka kurulda ağırlıklı olarak temsil edildikleri belirtiliyor. Geçici 18. maddeye gelince: Aslında gayet açık. Parti kapatmaların zorlaştırılması hedefleniyor. Bu arada yeni bir "kapatma davası" ihtimaline karşı tedbir alınıyor... Yeni esaslar ne diyor? Parti kapatmak için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın talebinin TBMM'de uygun bulunmasını şart koşuyor. Yani TBMM'de grubu bulunan her bir siyasi partinin 5'er üye ile temsil edildiği bir komisyonda, üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyuyla vereceği izin üzerine dava açılabiliyor. Bu şekilde parti kapatma izni çıkması zor. Çünkü "demokrasinin sembolü" olan bir organdan "parti kapama"ya yol açabilecek bir kararın çıkmasını kamuoyuna izah etmek mümkün değil. Siyasi nedenlerle de olsa, hiçbir partinin "yasakçı" damgası yemek istemeyeceği, dolayısıyla Yargıtay Başsavcısı'na kolay kolay izin verilmeyeceği hesaplanıyor. Buna rağmen "kapatma"dan yana oy kullanan parti olursa; Onun durumu halka havale ediliyor..." GAZETESİ AHMET ALTAN Kıran kırana "... Kavganın en sert yerindeyiz. Hem aradan yumruk atıp hem de kavga etmiyormuş gibi durarak "her şey mutabakatla çözülsün" diyenlere bayılıyorum doğrusu... İki tarafın birden "kazançlı" çıkacağı bir "oyun" değil bu, bir tarafın kazanıp, diğer tarafın kaybedeceği bir kavga. Halkın iradesiyle oluşmuş bir parlamentonun "411 oyla geçirdiği" bir kararı "yok sayan" birkaç yüz "hukukçu" mu bu ülkeyi orduyla yönetecek... Böyle bir kavgada kim kimle, niye anlaşıp mutabık kalacak? Anayasa Mahkemesi'nin "türban kararı", halka da, hukuka da, parlamentoya da, demokrasiye de hatta bizzat bu ülkenin "gerici" anayasasına da karşıydı. Ülkeyi, bu Anayasa Mahkemesi mi yönetecek? Türkiye'yi 1923'ün tek partili diktatörlük rejiminin içine hapsetmek isteyen yargıçlarla generaller mi egemen olacak yoksa bu ülkenin 2010 yılının şartlarında yaşayan halkı mı kendi geleceğini belirleyecek?... Ergenekon'u soruşturan, devletin içindeki çeteleri ortaya çıkartan bir hukuk sistemimiz mi olacak yoksa "Ergenekon'un avukatı" olan CHP'nin cüppeli taraftarları, darbecilerle Ergenekoncuları mı koruyacak? Biz çeteleşmiş, disiplinden kopmuş bir aşiret devleti mi istiyoruz yoksa çağdaş, disiplinli, hukuka uygun bir devlet mi istiyoruz?... Bir orgeneralin emriyle savcıları görevden atan hukukçular mı bize istediklerini dikte ettirecek yoksa hukuk neyi emrediyorsa onu yapacak hukukçularla yeni bir sistem mi kuracağız? 28 Şubat darbesini destekleyen hukukçulara mı adalet sitemimizi teslim edeceğiz yoksa darbelere geçit vermeyen bir hukuk sistemi mi kuracağız? Halkı küçümseyenler, halkı aşağılayanlar, halka güvenmeyenler, kendilerini içinden çıktıkları halktan daha üstün görenler mi "efendilik" yapacak yoksa bizzat halkın kendisi mi kendi ülkesinde "efendi" olacak?... Cumhurbaşkanının kim olacağına bir avuç generalle, bir avuç yargıç mı karar verecek yoksa bu halkın seçtiği parlamento mu? Kavganın bir yanı, eski rejimin aynen sürmesini, halkın ezilmesini, generallerle ordunun memleketin "ağaları" olmasını, hukuku, yasayı, anayasayı rahatça çiğneyebilmesini savunuyor. Nasıl uzlaşacağız bu insanlarla?... Bugüne kadar halkı ezdiler, sindirdiler, susturdular, yanlarına aldıkları medyayla bütün istediklerini yaptılar, devletin paralarını istediklerine dağıttılar. Bunun sürmesine mi izin vereceğiz? Halk bunu istemiyor artık... Bu anayasa değişiklikleri yetersiz, eksik ama sistemin en can alıcı yerine, "hukukçu sultasına" dokunuyor, bu sultayı ortadan kaldırıyor. Bu sultadan yana mısınız bu sultaya karşı mısınız? Soru bu. Ve, bu kavganın iki yanı arasında bir uzlaşma ihtimali yok..." MURAT BELGE 'Esastan' girme yetkisi "... Nasıl olsa seçime bir buçuk yıl bir şey kalmış, şimdi "anayasa değişikliği" diye telâş etmenin ne anlamı varmış! Zaten otuz yıldır bu anayasa ile oturuyoruz, bir iki yıl daha oturuverelim, ne olacak, değil mi? Bütün bu sözler, "Dokunmayın, değiştirmeyin. Anayasa'ya ilişmeyin" cümlelerinin söylenmesi Türkiye'de dahi epey ayıp kaçan bu cümlelerin yerine söyleniyor... 12 Eylül'ün Anayasası Yüksek Yargı'yı güvenilir bir müttefik ve iş arkadaşı saydığı için, Yargı'yı alabildiğine "bağımsızlaştırmış" (bu bağımsızlığın sınırı Yargı'da kimin nereye geleceğini önce Cumhurbaşkanı sonra da başka bir iki kurum yoluyla Silâhlı Kuvvetlerin belirlemesine kadar uzanıyor tabii) ve yetkilerini de geniş tutmuştu. Ama AKP hükümetine karşı kıran kırana savaş başlayınca, Yargı o genişlikleri iyiden iyiye genişletti... Hükümet ne yapmaya kalksa, bunun Cumhuriyet'in temel ilkelerini değiştirmeye yönelik bir girişim olduğunu iddia ediyor ve metinde yalnızca biçim hatalarını düzeltebileceği açıkça belirtilmişken, 12 Eylül Anayasası'nın bile tanımadığı yetkiler icat ederek "esastan" müdahale ediyor. Bu yetkiye sahip olduğunu iddia etmesi yetki gaspı kapsamında bir şey... Şimdi, Meclis'ten güdük çıkacağı için ancak referandumla onaylanabilecek bu anayasa değişikliği paketinin yürürlüğe girmesini engellemek için bu üslûpta yeni bir demagojiye hazırlandıkları anlaşılıyor. HSYK gibi kurulun ya da doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısını değiştirmek, daha önemlisi bu kişilerin seçilmesinde sözgelişi Meclis'e de sınırlı bir yetki tanımak, Yargı'yı Yasama'nın ve Yürütme'nin emrine vermek olacakmış. Onların emrine verince, ne oluyor? Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın değiştirilemez ilkelerinden biri olan "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesi çiğneniyor! Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kendi icadı olan "içtihadı" yeniden yürürlüğe sokup bu değişime de "esastan" bakacak ve tabii değişikliği iptal edecek. Bu muhakemeyi öne sürenler dünyanın neresinde Yüksek Yargı'ya atamalarda Parlamento gibi bir kurumun hiçbir yeri olmadığını da bize açıklayabilirler mi?... Çeşitli andıçlardan muhtıralardan, dünyanın her yerinde suç sayılacak keyfî davranışlardan hiç etkilenmeyerek, tınmayarak mı "bağımsız" olunur?..." |
|
03-28-2010, 14:07 | #22 |
DIŞ BASIN ÖZETLERİ SUUDİ ARABİSTAN:EL VATAN: TÜRKİYE, İSVEÇ BÜYÜKELÇİSİNİ STOCKHOLM'A GÖNDERİYOR VE İSRAİL'DEN İNSANSIZ UÇAK ALIYOR 26.03.2010, Fikriye Ahmet İsveç Parlamentosunda 1915 yılında meydana gelen olayların "Ermeni soykırımı" olarak tanınmasıyla ilgili tasarının onaylanmasından sonra Türkiye, Stockholm Büyükelçisini Ankara'ya çağırmıştı. Ancak Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün yaptığı açıklamada, "İsveç Büyükelçimiz Sayın Zergün Korutürk, çok yakında Stockholm'deki görevine geri dönecek." dedi. Davutoğlu şunları söyledi: "İsveç hükûmeti, 1915 yılında meydana gelen olayların ve 'Ermeni soykırımı' iddialarının Parlamentoda onaylanmasına açık ve net bir şekilde karşı çıktığını açıkladı yani İsveç'ten sonradan gelen mesajlar çok iyiydi. Yapılan değerlendirmelerimiz olumlu." Öte yandan Türkiye'nin Savunma Bakanı Vecdi Gönül, dün yaptığı açıklamada, Türkiye'nin, İsrail'den 6 adet Heron İnsansız Uçak teslim aldığını ve mart ya da haziran ayının sonuna kadar 4 tane daha teslim alınacağını kaydetti. Açıklamaya göre Heron uçaklar eğitimli Türk askerleri tarafından uçurulacak. Türkiye'nin satın aldığı Heron uçaklarının, terörle mücadelede istihbarat amaçlı kullanacağı bildirildi. ALMANYA: SÜDDEUTSCHE ZEİTUNG: ANKARA AYİN YAPILMASINI ONAYLIYOR 26.03.2010 Doğu Anadolu'da 10. yüzyılda Van Gölü üzerindeki bir adada inşa edilmiş olan bir Ermeni kilisesinde yılda bir kez olmak üzere dinî ayin yapılabilecek. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, uzun çekişmeler neticesinde, Ermeni kilisesinde yılda bir kez temmuz ayının ikinci haftasında kısıtlı katılımcıyla "inanç turizmi" kapsamında dinî ayin yapılmasına izin verdi. İstanbul'da yaşayan Ermeni cemaati söz konusu kilisede yılda bir kez ayin yapabilmek için uzun zamandan beri talepte bulunuyordu. Türk hükûmeti kilisenin onarımı için 1,5 milyon avro harcadı. DİE WELT: MERKEL, ALMANYA'DA TÜRK LİSELERİNE KARŞI 26.03.2010, Miriam Holstein Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın taleplerine Angela Merkel (CDU) çok soğuk tepki gösterdi. Şansölye, Almanya'da Türk liseleri açılması talebini reddediyor. Şansölye, Passauer Neue Presse gazetesine yaptığı açıklamada, "Bence bu ilerleme sağlamaz. Türk kökenli çocuklar ve gençler genel olarak bizde Alman okullarına gitmelidir. Tüm Türk öğrencilerin bir Türk lisesine gitmesi düşüncesini doğru bulmuyorum." diye konuştu. Şansölye, gelecek hafta başında Türkiye'ye yapacağı ziyaret öncesinde, Erdoğan'ın ülkesinin AB'ye tam üye olması talebine de yeniden tepki verdi. Bu konudaki düşüncesinin değişmediğini hatırlatan Merkel, "Ben hâlâ Türkiye ile imtiyazlı ortaklığa gidilmesi gerektiğini düşünüyorum." şeklinde konuştu. AB üyeliği konusunda Erdoğan ile zaten uzun süredir farklı görüşte olduklarını dile getiren Merkel, "Buna rağmen Türkiye ile AB'ye katılım müzakerelerinde anlaşmalara bağlı kalınması kuralı geçerlidir." ifadesini kullandı. Şansölye, AB'nin yıllardan beri bu temelde Türkiye'nin olası AB üyeliği için müzakereleri ucu açık bir şekilde yürüttüğünü kaydetti. İSPANYA: EL MUNDO: TÜRKİYE BİR İSPANYOL ANAYASASI İSTİYOR 25.03.2010, Fran Martinez Bahçeşehir Üniversitesi Avrupa İlişkileri Bölüm Başkanı Cengiz Aktar bize Gezi İstanbul Kafe'de, "Türkiye, İspanya'nın 30 yıl önce yaşadığına benzer siyasi bir geçiş süreci yaşıyor. İspanya, geçişi nasıl yaptığı, azınlıkların uyumu, ordunun toplumdaki ağırlığının azaltılması ve sosyal özgürlüklerin artırılması gibi çok karışık konuları barışçı şekilde nasıl hâllettiği açısından bir örnektir." diye açıklıyor. Bu hafta Erdoğan'ın partisi, Türkiye'de anayasal reform teklifi ilan etti. Aktar, "Yetersiz fakat doğru yolda ilerliyor." diye düşünüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Bu reformlar, AB kanunlarıyla uyumludur. Yargıtay'ın eleştirilerini anlayamıyoruz. Reformları eleştirenler sadece statükoyu muhafaza etmek istiyor." diye yorumluyor. Şu an hükûmet, bir darbe sonrasında yazılan 1982 Anayasası'nın 26 maddesini değiştirmeyi planlıyor. En önemli değişiklikler yargıyı etkileyecek. Bu reformla Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 11'den 19'a çıkacak. Üyeler 12 yıllığına seçilecek ve 65 yaşına kadar hizmet edecek. Ayrıca askerler de sivil mahkemelerde yargılanabilecek; parti kapatmalar Mecliste de tartışılacak ve dinî eğitim hakkındaki kararlar siyasi bir partiyi kapatma nedeni olamayacak. Bununla birlikte değişiklik paketi, "devletin birliğini ve Cumhuriyetin laik karakterini tehlikeye atma durumunda" partilerin kapatılmasına imkân tanıyan maddeyi muhafaza ediyor. 1982 Anayasası'nın kabulünden bu yana 20 partinin kapatılmasını sağlayan bu madde AB tarafından da eleştiriliyor. Bu madde yüzünden AK Parti bile, 2008'de bir kapatma girişimiyle karşı karşıya kalmıştı. Başbakan Erdoğan, ordu ve hâkimleri kastederek "Yürütme ve yargıya karışmaktan vazgeçmeliler." dedi. Anayasa değişikliği, üçte ikiçoğunluk oyu gerektiriyor; Meclisteki 550 milletvekilinden 337'si AK Partili. Söz konusu çoğunluğun sağlanamaması durumunda tasarı, halk oylamasına götürülebilir. KATAR: EL CEZİRE: TÜRKİYE ERMENİLERİN ÖLDÜRÜLMESİYLE İLGİLİ GERİLİMİ HAFİFLETİYOR 26.03.2010 Türkiye'nin İsveç Büyükelçisi, İsveç Parlamentosunun 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etmesinin üzerine ülkeye geri çağırılmasının ardından birkaç gün içinde yeniden göreve başlayacak. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Büyükelçi Zergün Korutürk'ün gelecek haftanın başında görevine geri döneceğini açıkladı ancak Ankara'nın hâlen Washington Büyükelçisini ne zaman geri göndereceğini değerlendirmeye devam ettiğini belirtti. Davutoğlu, bu kararın, ABD'nin konuyla ilgili kararına bağlı olduğunu da sözlerine ekledi. Davutoğlu, İsveç hükûmetinin karara karşı olduğunu açıkça göstermesinin ardından ABD ile İsveç örneklerinin uyumlu olmadığına dikkati çekti. İsveç Büyükelçisini geri gönderme kararı, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi sürecine gölge düşüren Ermenilerin öldürülmesiyle ilgili sorunun yarattığı gerilimi hafifletmek için atılmış bir adım. Bir diğer gelişme ise dün yapılan açıklamada Türkiye, yılda bir kez Van Gölü'ndeki terk edilmiş Akdamar Adası'ndaki kilisede ibadet izni verdi. Akdamar Kilisesi, Ermeniler için büyük bir sembolik değer taşıyor. PAKİSTAN: THE NATION: TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI 30 MARTTA GELİYOR 26.03.2010 Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Abdul Basit, dün düzenlediği haftalık basın toplantısında, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Pakistan'a dört günlük resmî bir ziyarette bulunacağını belirtti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, Başbakan Yusuf Rıza Gilani ve diğer liderlerle görüşecek. Gül 30 Martta İslamabad'da olacak ve Türk Cumhurbaşkanına bakanlar, milletvekilleri, üst düzey yetkililer ve mühendislik, inşaat, enerji, tekstil ve imalat sektöründe iş yapan şirketlerin yöneticileri de eşlik edecek. Sözcü gazetecilere yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Zerdari'nin Cumhurbaşkanı Gül'e düzenlenen bir törenle Pakistan Nişanı vereceğini de belirtti. Gül'e ayrıca İslamabad'daki Quaid'e Azam (Büyük Önder) Üniversitesi tarafından uluslararası ilişkiler alanında fahri doktora da verilecek. İNGİLTERE: REUTERS: TALAT: RAKİBİM SEÇİMLERİ KAZANIRSA KIBRIS GÖRÜŞMELERİ SONA EREBİLİR 26.03.2010, Simon Bahçeli Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat, gelecek ayki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybederse Türkiye'nin AB emelleri açısından büyük önem taşıyan Kıbrıs'ın yeniden birleştirilmesi görüşmelerinin durma noktasına geleceğini söyledi. Talat, başlıca rakibi 18 Nisandaki seçimleri kazanırsa Kıbrıslı Rum lider Dimitris Hristofyas ile devam etmekte olan müzakerelerin akıbetinin ne olacağı sorusuna cevaben Reuters'e yaptığı açıklamada, "Benim düşüncem, sürecin biteceği yönünde." dedi. Talat'ın başlıca rakibi sadece Ankara tarafından tanınan Kıbrıs'ın kuzey kesimindeki yönetimin Başbakanı Derviş Eroğlu. Eroğlu, Çek-Slovak tarzı "kadife boşanmaya" atıfta bulunarak yeniden birleşmeye iki devlet biçiminde bir alternatif önerebileceğini söylüyor. Amaç tarafların federasyon şeklinde bir yeniden birleşme konusunda anlaşmaya varmaları ancak birlikte yönetimin nasıl olacağı, tarafların hangi toprakları alacağı ve mülkiyet anlaşmazlıklarının nasıl çözüleceği gibi sorulara cevap aranan potansiyel bir diplomatik mayın tarlasında müzakere ediyorlar. Talat, kendisinin kazanacağını söylediği seçimlerden sonra ne zaman bir anlaşmaya varılabileceğini söylemedi ancak görüşmeler için son tarihin Kıbrıslı Rumların kendi cumhurbaşkanlığı seçim kampanyalarına başladıkları zaman olmasının muhtemel olacağını belirtti ve "En geç gerçekçi tarih 2011 ortası olacaktır." dedi. Talat sözlerini şöyle sürdürdü: "2004'ten önce Kıbrıslı Türkler uluslararası toplumdan tamamen dışlanmışlardı... Onları dünyaya biz yaklaştırdık. Şimdi halk geri mi dönülecek yoksa dünyaya doğru mu ilerlenecek karar vermeli." REUTERS: TÜRKİYE ERMENİ MESELESİ KONUSUNDA ADIMLAR ATIYOR 25.03.2010, Daren Butler Ermenilerin Osmanlı güçleri tarafından Birinci Dünya Savaşı'nda öldürülmelerinin İsveç Parlamentosunda soykırım olarak kabul edilmesini protesto amacıyla çağrılmasından iki hafta sonra, Türkiye'nin İsveç Büyükelçisi birkaç gün içerisinde görevinin başına dönecek. Dün verdiği mülakatta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan bu girişim, oldukça hassas olan meselenin yarattığı gerginliğin hafifletilmesi için atılmış bir adımdı. Ermenistan ile ilgili bir başka gelişmeyle ilgili olarak Türkiye bugün, Türkiye'nin doğusundaki Van Gölü'nde terk edilmiş bir adada müze olarak restore edilen kilisede yılda bir ayin düzenlenmesine izin verildiğini duyurdu. Davutoğlu, Büyükelçi Zergün Korutürk'ün gelecek hafta başı itibarıyla görevine döneceğini söyledi fakat Ankara'nın Washington Büyükelçisinin geri dönüşünü hâlâ değerlendirmekte olduğunu belirtti. Bu karar ABD Temsilciler Meclisinde görüşülecek karar tasarısının akıbetine bağlı olacak. Öte yandan Van Valiliği'nden yapılan açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, kısa bir süre önce restore edilen Van Gölü'ndeki Akdamar Adası'ndaki Ermeni kilisesinde yılda bir ayin yapılmasına izin verdiği belirtildi. 10'uncu yüzyıla ait kilise, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Ermenilere ev sahipliği yapan Türkiye'nin doğusunda bulunuyor. Kilise 2007 yılında müze olarak yeniden açıldı. Kilisenin Ermeniler için sembolik önemi büyük ve ruhani liderler yılda bir burada ayin yapılmasına izin verilmesini önermişlerdi. Vali Münir Karaloğlu, "12 Eylülde ülke içinden ve dışından misafirlerimizi mümkün olan en iyi şekilde karşılayacağımızdan kimsenin hiçbir kuşkusu olmasın." dedi. RUSYA: VZGLYAD: RUSYA VE TÜRKİYE İÇİŞLERİ BAKANLARI GÜVENLİK ANLAŞMASINI ELE ALDI 25.03.2010 Rusya ve Türkiye İçişleri Bakanları Raşit Nurgaliyev ve Beşir Atalay, yaptıkları görüşmeler sonrasında düzenlenen basın toplantısı sırasında güvenlik konusunda yapılacak ikili anlaşmanın esasları üzerinde durduklarını açıkladılar. Nurgaliyev, "Görüşmemiz dostane bir ortamda ve yapıcı bir şekilde geçti. Türkiye'nin olduğu kadar Rusya'nın da güvenlik makamlarını ilgilendiren konuları konuştuk." dedi. Bakanın belirttiğine göre, "günümüzde hem Rusya, hem de Türkiye güvenlik ve insan hakları konusunda yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyuyor." Nurgaliyev şunları söyledi: "Söz konusu yeni yaklaşımların temelini, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'in mayıs ayında yapacağı Türkiye ziyareti sırasında imzalanacak yeni anlaşmayla atacağız. Bu anlaşma, iş birliğinin hukuki ve normatif altyapısının geliştirilmesine, sınır ötesi suçlarla mücadeleye, terörizm ve aşırıcılıkla mücadeleye ve uyuşturucu ticaretinin engellenmesine yönelik olacak." Atalay ise mayısta imzalanacak belgelerin hazırlıklarını özel bir ortak komitenin yürüttüğünü söyledi. Atalay, "İş birliğimizle ilgili mevcut konuların hukuki boyutu üzerinde çalıştık. Anlaşmanın nihai metnini hazırlayan komite nisan ayında bir toplantı daha yapacak. Söz konusu belge güvenlik alanında mevcut konuların hemen hemen tamamını kapsayacak." dedi. |
|
05-09-2010, 17:59 | #23 |
Tanıtım ve Medya Başkanlığı 8 Mayıs 2010 Cumartesi GÜNLÜK BASIN RAPORU G Ü N D E M 8 MAYIS 2010 - CUMARTESİ 1- Suriye Cumhurbaşkanı Esad'ın Türkiye ziyareti... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2 günlük çalışma ziyaretinde bulunacak Suriyeli mevkidaşı Beşar Esad'ı İstanbul'da, Çırağan Sarayı'nda karşılayacak. (Saat: 11.25) Gül ve Esad, eşlerinin de katılımıyla baş başa görüşecek. (Saat: 11.30) Cumhurbaşkanı Gül ile Suriye Cumhurbaşkanı Esad'ın görüşmelerinin ardından anlaşma imza töreni ve ortak basın toplantısı yapılacak. (Saat: 12.00/12.45) Gül ve Esad, TCSG sahil güvenlik botunun tanıtımına katılacaklar. (Saat: 13.30) 2- TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Ankara'da, ''Anneler Günü'' resim sergisinin açılış törenine iştirak edecek. (Sabah: 11.00) 3- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu gerçekleştirilen eserlerin toplu açılışını, İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi'nde düzenlenen törenle yapacak. (Saat: 14.30) 4- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu yöneticilerini İstanbul'da ziyaret edecek. (Saat: 11.30) 5- Ticaret Müşavir ve Ataşeleri Toplantısı'nın beşincisi, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan'ın başkanlığında Ankara'da yapılacak. (Saat: 10.30) 6- Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu (OSBÜK) tarafından Mardin'de düzenlenen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölge Toplantısı'na katılacak. (Saat: 11.00) 7- Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Malatya'da ziyaretlerde bulunacak, açılış ve temel atma törenlerine katılacak. (09.30-14.15) 8- Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Afyonkarahisar'da ''Şuhut Ağzıkara Bal Ormanı'' açılışı ile Limak Kız Teknik ve Meslek Lisesi temel atma törenlerine katılacak, ziyaretlerde bulunacak. (Saat: 11.00/17.00) 9- ''Sevgi Bayrağı'' Samsun'dan yola çıkacak. Ankara'daki 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e sunulacak bayrağın yola çıkarılması dolayısıyla Kurtuluş Yolu'nda tören yapılacak. (Saat: 09.30) 10- Siyasi partilerden... AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu, partisinin genel merkezinde basın toplantısı yapacak. (Saat: 12.00) YAZILI BASIN ÖZETLERİ TARİH YAZDIK Başbakan Erdoğan, anayasa değişikliğinin kabulüne oy veren milletvekillerini "Tarih yazdınız" diye tebrik ederken, 'statüko ittifakı' dediği CHP, MHP ve BDP'yi 'ruh üçüzü' ilan etti. Erdoğan, "Simdi söz asıl sahibinde, karar milletin" dedi. TBMM'deki oylamalarda büyük 'statüko ittifakı' deşifre oldu. CHP ve MHP'ye BDP de katıldı, 'ruh üçüzü' oldular. Liderleri CHP'lilere 'oy kullanmayın' dedi, kullanmadılar. BDP de kullanamadı. Özgür değiller. iz dikta uygulasaydık paketin 8. maddesi reddedilmezdi. Ama biz demokrasiye inanıyoruz. Onlar emirle hareket etti, biz kendimize ve halkımıza güvendik. Tüm saldırılara rağmen tarih yazmayı başardık. "Maskeleri tek tek aşağı indi. Büyük statüko ittifakı deşifre oldu. Aylardır MHP, AK Parti hakkında ağza alınmayacak iftiralar atıyor. Bizi terörle kol kola göstermeye çalışanlar, iki hafta içinde gerçek yüzlerini ortaya koydular. CHP'yle, BDP'yle birlikte oldular. İmralı'yla aynı yaklaşım içinde oldular. Statükonun sağında olan da, solunda olan da, dağda olan da, ovada olan da gerçek yüzünü gösterdi." CHP ve MHP için önceleri ruh ikizi dediğini hatırlatan Başbakan Erdoğan "Şimdi ben bu ikiliye, BDP de katıldığı için artık onlara 'ruh üçüzü' diyorum. Bunlar partilerinin kapatılmasından rahatsız değiller. Çünkü oradan nemalanıyorlar" diye konuştu. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, AK Parti MKYK toplantısının ardından yaptığı açıklamada Anayasa değişiklik paketini halka anlatabilmek için 15 Mayısta "Türkiye Buluşmaları" programının ikincisini başlatacaklarını söyledi. Rekor cezanın hedefi basının sesini kesmek Vakit gazetesi, bir köşe yazısından dolayı 312 generalin açtığı davada 624 bin liralık rekor tazminat ödemeye mahkum edildi. Gazete, kararın temyiz edilmemesi halinde davayı AİHM'e götüreceğim açıklarken basın meslek örgütleri de ayaklandı generalin haklarında yayınlanan bir haber nedeniyle 624 bin TL'lik rekor bir tazminat ödemeye mahkum ettirdiği Anadolu'da Vakit gazetesi davanın temyiz edilmemesi halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gideceğini açıkladı. Gazete cezayı "Bizi susturmak için verdiler" diye değerlendirirken basın meslek kuruluşları da cezanın ağır olduğu görüşünde birleşti. Hukukçular da Vakit'e verilen cezanın Yargıtay'da iptal edilmesinin basın özgürlüğü açısından önemli olduğunu belirtti. 'ün bazı haber başlıkları: REFERANDUM SEFERBERLİĞİ Meclis, Anayasa'daki darbe izlerini azaltan değişiklik paketiyle tarihi bir karar verirken Başbakan Erdoğan, referandum süreci için hemen start verdi. AK Partili milletvekillerini tek tek tebrik eden Başbakan, 6 Mayıs 2010'u 'demokrasi bayramı' ilan etti. Ardından milletvekillerine 'Yollara dökülün' talimatı verdi. "Milletimize gidiyoruz, yeni maddelerle halkın ve demokrasinin kazanımlarını anlatacağız. Son karan aziz milletimiz söyleyecek. Söz de onun, karar da onun" dedi. Bu arada Cumhurbaşkanı Gül, dün Köşk'e gönderilen reform paketi için "Kararımın gecikmeyeceğini tahmin ediyorum" açıklamasını yaptı. Davutoğlu'ndan Kırım'a tarihi ziyaret Ukrayna'ya resmi ziyarette bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ukrayna ile vizelerin kaldırılması konusunda teknik hazırlıkların tamamlandığını açıkladı. Davutoğlu, Kiev'de Türkiye ile Ukrayna arasında yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi kurulmasına kakar verdiklerini söyledi. Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde de resmi temaslarda bulunan Davutoğlu, Simferopol'deki Kırım Tatar Milli Meclisi'nde, Kırım Tatarları'nın sorunlarını dinledi. Davutoğlu, Başbakan Dzharty ile görüşmesinde Kırım'ı geleceğin Singapur'u olarak gördüklerini ve bunun için her türlü desteğe hazır olduklarını söyledi. Davutoğlu, Türkler'in açtığı bir okulun ek binasının açılışına katıldı. 'in bazı haber başlıkları: Kararım gecikmez Meclis'ten 336 oyla geçen Anayasa değişikliği paketi, dün Çankaya Köşkü'ne gönderildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bir soru üzerine hukukçularının süreci yakından takip ettiğini belirterek, "Kararımın çok gecikmeyeceğini tahmin ediyorum" dedi. İran için Buluşma yeri: Türkiye Türkiye'yi ziyaret eden ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'yla görüşen İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki, "P5+1 'in toplantı yeri, zamanda anlaşırsak büyük ihtimalle Türkiye olacak" dedi. İstanbul'daki Çırağan Sarayı'ndaki yemekte bir araya gelen Davutoğlu ve İran Dışişleri Bakam Manuçehr Mutteki, ortak basın toplantısı düzenledi. Davutoğlu, kendisinin Tahran ziyareti sırasında gündeme getirdiği, İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Başmüzakereci Said Celili ile P5+1 'in temsilcisi durumundaki AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton arasındaki toplantının Türkiye'de gerçekleşebileceğini Mutteki'nin de ifade ettiğini açıkladı. Mutteki de konuyla ilgili, "Bu fikir İran tararından da kabul edildi. Zaman konusunda anlaşırsak bu toplantı en kısa zamanda olabilir. Büyük ihtimal bu toplantıların yeri Türkiye olacaktır. Bu teklif bizim için de güzel bir tekliftir" diye konuştu. P5+1 ülkeleri, BM Güvenlik Konseyi üyeleri İngiltere, Çin, Fransa, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri'ne ek olarak Almanya'dan oluşuyor. Mutteki, önceki akşam da New York'ta BM Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesinin temsilcileri için akşam yemeği verdi. İran'ın BM Daimi Temsilcilik rezidansında yapılan yemeğe, BM nezdindeki iki numaralı diplomatım yollayan ABD, İran'ın 'yaptırımlar'dan korktuğu için bu tür girişimlerde bulunduğunu ileri sürdü. 'ın bazı haber başlıkları: Karakolda ihmal var Bakanlık raporundan: Sarıyayla Karakolu'na takviye birlikler geç gitti, yeterli mühimmat yoktu. PKK'lılar birlikteki ağır silahları da götürdü. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın tepkilerinin ardından harekete geçen İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bir baskının ardından ilk kez sivil inceleme heyeti oluşturup Tunceli'ye gönderdi. İçişleri'nden bir yetkili yazımına önümüzdeki hafta başlanacak olan raporda, bazı istihbarat ve uyarıların dinlenmediği yönünde güçlü bulgulara ulaşıldığını söyledi. Rapora göre karakolun güvenliği yeterli değildi. Bölgede saldırı olabileceğine yönelik bir ay öncesinden üç ayrı istihbarat raporu vardı. Buna rağmen karakolda hiçbir önlem alınmadığı ortaya çıktı. Saldırıda karakolun içlerine kadar giren PKK'lıların üç telsiz ve iki ağır makineli Bixi silahı da aldığı öğrenildi. Dört askerin şehit olduğu, yedi askerin de yaralandığı baskında, takviye birliklerin olaydan 12 saat sonra yürüyerek bölgeye ulaşması da rapora 'ihmal' olarak girecek. İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın, "Elimizde bulgular var. Çok boyutlu olarak araştırıyoruz" sözlerine açıklık getiren İçişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili Tarafa şunları söyledi: "Saldırı öncesi alınan istihbaratlar ve uyarıların değerlendirilmediği yönünde bazı güçlü bulgulara ulaşıldı. Şu anda en ciddi bulgu budur. Bu iddiaların ve bulguların hepsi tek tek araştırılıyor. Bölgede şu anda birçok uzman kişi var. Üç farklı istihbarat raporuna rağmen neden önlem alınmadığı araştırılıyor. Bunun cevabı bulunduğunda, resmin en önemli parçası da ortaya çıkmış olacak. Sonuçlar, başbakan ve cumhurbaşkanına sunulacak. İçişleri Bakanlığı ilk defa böyle bir inceleme yapıyor." 'ın bazı haber başlıkları: Vizesiz Rusya Rusya ile vizenin aşamalı olarak kaldırılması için mutabakata varıldı RUSYA Başbakan Yardımcısı Igor Seçin'le yapılan görüşmelerde, ilk etapta 30 güne kadar olan ziyaretlere vize uygulanmaması konusunda anlaşma sağlandı. îki ülke vatandaşları, vizesiz geçiş hakkından yılda 3 kez yararlanacak. Vizeyi kaldıran anlaşma, Rusya Devlet Başkam Medvedev'in Türkiye ziyaretinde imzalanacak. Rusya ve Türkiye arasında başta turizm ve müteahhitlik alanında ilişkilerin üst düzeyde olduğunu belirten Enerji Bakanı Taner Yıldız, ticari hacminde yeni hedef konuldu. Çıtayı yükselttiklerini belirten Yıldız, 5 yıl içinde Rusya ile bugün 33 milyar dolar civarında olan ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarmak istediklerini aktardı. Yine Dağlıca Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde 21 Ekim 2007 gecesi düzenlenen saklında 12 askerin şehit düştüğü Dağlıca Tabur Komutanlığı, dün sabah yine PKK'lılann hedefi oldu. Ancak bu kez, baskının "istihbaratı alınarak bölgeye Jandarma Özel Harekât Timleri gönderildi. Timler dağlık arazide arama yaparken, dün sabah karakolun üs bölgelerinden Oramar Tepe'de karşılaştıkları teröristlerin açtığı ilk ateşte 23 yaşındaki Uzman Çavuş Metin Can ile 24 yaşındaki Uzman Onbaşı Abidin Tanrıkulu şehit oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Hakkari'deki saldırıyla ilgili, "Ne olursa olsun, sonuna kadar onlarla mücadele edilecektir, asla taviz verilmeyecektir. Sonunda hepsi pişman olacaktır "dedi. Başbakan Erdoğan da, Genelkurmay Başkanı'na gönderdiği başsağlığı telgrafında "Bu menfur saldırılar terör örgütünün psikolojik çöküntü ve çaresizliği örtbas etmeye yönelik beyhude çırpınışlardır" dedi. 'ın bazı haber başlıkları: AB: Anayasa reformu Türklerin hayat kalitesini yükseltecek Meclis'te kabul edilen 27 maddelik anayasa değişikliği teklifine Avrupa Birliği kuvvetli destek vermeye hazırlanıyor. Pazartesi günü yapılacak Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısında bu destek açıkça dile getirilecek. Zaman'ın ulaştığı 18 sayfalık Ortak Pozisyon Belgesi'nde, reformun Türk vatandaşlarının hayat kalitesini ve demokratik standartları yükselteceği vurgulanıyor. 22 Mart'ta Meclis'e sunulan paketin "anahtar reformlar" için gerekli olduğuna dikkat çekilen belgede, teklifin demokratik standartları yükseltme, insan haklarını koruma ve hukukun üstünlüğünü tesis etmeyi amaçladığının altı çiziliyor. Belgede, paketin, Türk toplumunca ve siyasi yelpazenin büyük kısmı tarafından benimsendiği ifade ediliyor. Ancak amaca ulaşılabilmesi için geniş bir istişare sürecine ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. AB, hem iktidara hem de muhalefete yapıcı tartışmalarda bulunmalarının tavsiye ediyor. Türkiye ile AB arasındaki en yüksek karar organı olan Ortaklık Konseyi pazartesi günü 48. defa Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın katılımı ile Brüksel'de toplanacak. Türkiye'nin "mühim bir bölgesel oyuncu" olduğu belirtilen belgede özellikle Ortadoğu ve Güney Kafkasya'da Ankara'nın güvenliğe yaptığı katkıya dikkat çekiliyor. Ermenistan ile geçen ekim ayında imzalanan protokollerin "ön şart"sız onaylanması çağrısı yapan AB, Kıbrıs'a ilişkin ek protokol konusunda ise Türkiye'yi eleştiriyor. Yolsuzluğun hâlâ yaygın olduğu kayıtlara geçiriliyor. En uzun paragraflardan birinin Aleviler ve dini azınlıkların dini hürriyetlerine ilişkin sorunlara ayrıldığı görülen belgede başörtüsü meselesine değinilmiyor. AB, bir defa daha "tarafsız, bağımsız ve etkili bir yargının" hayati ehemmiyette olduğunu vurgularken, hukukun üstünlüğü ilkesinin kuvvetlendirilmesi için "temel şartlardan" biri olduğunu ifade ediyor. Daha önce irtifa alamamıştık artık ekonomimiz kalkışa geçti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sincan Organize Sanayi Bölgesi'ne yaptığı ziyarette merhum başbakanlardan Adnan Menderes ile yaşadığı bir çocukluk anısını anlattı. Menderes'in Kayseri meydanında halka bir düdüklü tencere göstererek, İşte bu Türkiye'de üretiliyor.' dediğini aktaran Cumhurbaşkanı, bu hatıranın yerli sanayinin kat ettiği gelişmeyi çok iyi özetlediğini ifade etti. Burada işadamlarına hitap eden Cumhurbaşkanı Gül, ekonomi için uçakların kalkışı an lamına gelen İngilizce 'take-off tabirinin kullanıldığını hatırlatarak, "Uçak bir kez take-off yaptıktan sonra irtifa kazanır ve binlerce metre yüksekte yol alır. Türkiye, daha önce çeşitli zamanlarda take-off yapmaya çalıştı ama irtifa alamadı. Ama çok şükür, artık bunlar unutuldu. Ekonomimiz take-off yaptı. Türkiye, irtifasını kazanacak ve hedefine yol alacak." diye konuştu. Sanayinin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı, " Küçük ülkeler hizmet sektörüyle idare edebilir ama Türkiye gibi büyük bir ülkenin üretimi ihmal etmesi asla mümkün değildir ve böyle olmayacaktır." açıklamasını yaptı. Abdullah Gül, Termikel ve Hidromek'in üretim tesislerini de gezdi. Başbakanın çağrısına uyup 75 bin kişiyi işe alacağız Büyüme, ihracat ve sanayi üretiminde alınan olumlu sonuçlara rağmen işsizlikte beklenen iyileşmenin gerçekleşmemesi, iş dünyasını harekete geçirdi. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın 'her işletmenin 1 kişiyi işe alması' çağrısı çerçevesinde perakende sektörü istihdam sayısını artırıyor. Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği Başkanı Mehmet Nane, sektörde ilk 3 ay toplam 10 bin 500 kişiyi istihdam ettiklerini, yıl sonuna kadar bu sayıyı 75 bine çıkaracaklarını söyledi. 'in bazı haber başlıkları: MHP mahkeme yerine halka gidecek AKP'nin Anayasa değişikliği paketinin TBMM'de görüşülmesi sırasında sert muhalefet yapan MHP, paketi Anayasa Mahkemesi'ne götürmek isteyen CHP'ye destek vermek yerine meydanlara inerek, seçmene 'neden hayır demeleri gerektiğini' anlatacak. Anayasa değişikliğine başından beri 'esastan ve usulden' karşı olduğunu belirten MHP, parti kapatmalar konusunda istediğini almasına, rağmen Anayasa Mahkemesi'nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısının değiştirilmesi konusunda yapılan değişikliklerle ilgili muhalefet sürdürülecek. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Buradaki çalışmalarımızı halkoylamasında meydanlara taşıyarak sonucun değiştirilmesi için gayretlerimizi sürdüreceğiz" diyerek bunun sinyalini verdi. Partinin stratejisine göre referandum süreci, genel seçim öncesi bir ön seçim gibi değerlendirilecek. Bahçeli ve kurmayları, meydanlarda, Anayasa değişikliğine niye karşı olduklarını anlatacak, sandıkta vatandaşın bu değişikliğe 'hayır' demesini isteyecek. Sloganı Baykal buldu: Yok öyle yağma CHP var CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, referandumda izlenecek stratejisinin ana hatlarını çizdi. CHP Parti Meclisi, bir ay sonraki kurultay öncesi son toplantısını yaparken Baykal, konuşmasında şu mesajları verdi: Anayasa değişikliği konusunda Cumhurbaşkanı Gül bir fren değil. Asıl fren Anayasa Mahkemesi, yargıdır. Anayasa Mahkemesi'nin daha önce benzer durumlarda verdiği bazı kararlan referans alarak bu değişikliğin döneceğini düşünüyorum. AKP, yaptığı değişiklikle Anayasa Mahkemesi'ni AKP Anayasa Mahkemesi'ne çevirmeye çalışıyor. Çünkü gelecekte başlarına ne geleceğini biliyorlar, oraya gideceklerini görüyorlar. Anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi'nden geçer referanduma giderse halkımıza 'Hadi eline bir fırsat geçti maddelerden birisini biz hallettik, kalan ikisini de siz halledin' diyeceğiz. Van, Silivri, Ergenekon ve Balyoz iddianameleri çeviri ve ithal iddianamelerdir. Bu iddianamelerin içyüzünü göstermek için kısa broşürler hazırlamalıyız. En geç gelecek haziranda seçim var. CHP'nin oylan yükseliyor, AKP'nin düşüyor. Alanlara inip kendimizi anlatacağız. Son günlerde çok hoşuma giden bir slogan var, bunu kullanabiliriz. "Yok öyle yağma. Burada CHP var'. Kabadayı bir slogan. Halkın anlayacağı bir üslup. 'ın bazı haber başlıkları: OTELDEKİ DURSUN ÇİÇEK 'İrtica ile Eylem Planı' iddianamesindeki deliller arasında yer alan belgeye göre, Erzincan'daki Konak Mazlum Otel'de kaldığı belirlenen Dursun Çiçek'e Akşam ulaştı. 'Eylem Planı'nın altında ıslak imzası bulunduğu belirtilen Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'in, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ile buluştuğu iddiasına kanıt gösterilen müşteri listesindeki Dursun Çiçek, 33 yaşında bir işadamı. 28 Mart 2009'da Mazlum Otel'in 202 numaralı odasında kaldığını belirten Dursun Çiçek, adının geçtiği olaylar zincirini basından takip ettiğini belirterek, şunları söyledi: 'Tüm gelişmeleri basından takip ediyorum. O otelde kalan Dursun Çiçek benim. Konak Mazlum Otel'de iş ortağım Ferhat Murat Polat ile kaldım. Bizim bir inşaat şirketimiz var. İş ortağım Erzincanlı olduğu için sık sık birlikte seyahate gideriz. Ayrıca iş bağlantılarımız da olduğu için birçok otelde kaldım.' Bizi Apo ile birlikte affedecekler 'İrtica ile Eylem Planı' davasının bir numaralı sanığı Bedrettin Dalan'ın, 10 Ocak 2009'da Ergenekon sanıklarından Mehmet Haberal'la yaptığı telefon görüşmesi iddianamenin ek klasörlerine girdi. 24 dakikalık görüşmede, kendi telefonunun dinlendiğini belirten Dalan, Haberal'a "Seninki de dinleniyor olabilir" diye uyarıda bulunuyor. Dalan, görüşmede Haberal ile aldığı bir istihbaratı da paylaşıyor: "Bunlar şimdi böyle Atatürkçü, laik, cumhuriyetçi, vatansever kişileri toplayacaklar. Daha fazla 11., 12. dalga gelecek. Ondan sonra da bunları affediyoruz hikayesiyle genel bir af kanunu çıkaracaklar. 'Oh Bedrettin Dalan'ı affettik', işte neydi şunu da affettik, bunu da affettik, yani vatanseverler ama onu affederken Apo da affolunmuş olacak." 'ın bazı haber başlıkları: Baykal depremi Vakit gazetesinin internet sitesinden dün sabaha karşı yayınlanan, Baykal ile eski özel kalem müdürü, yeni milletvekili Nesrin Baytok'a ait olduğu iddia edilen yatak odası görüntüleri Türkiye'yi sarstı. Erdoğan, Baykal'a ait olduğu iddia edilen gizli kamera kaydını, özel Kalem Müdürü'nden öğrendi. Çok sinirlendi, Ulaştırma Bakara Binali Yıldırım'ın da bulunduğu kurmaylarına "Çektirin şunu" talimatını verdi. Bir saat geçmeden görüntüler yayından kalktı. Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Baykal'ın suç duyurusu üzerine soruşturma başlattı. Mahkeme kararıyla çeşitli internet sitelerine yayılan görüntülere erişim engellendi. CHP lideri dün hiçbir açıklama yapmadı ancak yakın çevresine "Büyük bir hukuki mücadele başlatacağım" dediği öğrenildi. ‘in bazı haber başlıkları: Genel liseler ‘Anadolu' olacak Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, valiliklere gönderdiği genelgeyle, genel liselerin Anadolu lisesi statüsüne kavuşturulması için 2013 yılına kadar gerekli planlamaların yapılması talimatı verdi. Bakan Çubukçu, yayımladığı genelgede, ortaöğretimde okul çeşitliliği yerine program çeşitliliğini esas alan bir yapıya geçilmesi çalışmaları kapsamında 3 Aralık 2008 tarihli onaydaki "Kalite ve verimliliğin artırılması amacıyla genel liselerin de gerekli alt yapı ve öğretmen ihtiyacı ile ilgili tedbirlerin alınması suretiyle uzun vadede ihtiyaç durumuna göre kademeli bir şekilde Anadolu lisesi statüsüne kavuşturulma çalışmalarının sürdürülmesinin uygun olacağı" hükmü çerçevesinde, genel liselerin kademeli bir şekilde Anadolu Lisesi statüsüne kavuşturulması için yürütülen çalışmaların devam ettiğini bildirdi. Bu uygulamanın 2005-2006 eğitim-öğretim yılından itibaren başladığını hatırlatan Çubukçu, ortaöğretimde kalitenin artırılması, mesleki ve teknik ortaöğretime daha fazla öğrencinin yönlendirilmesi amacıyla genel liselerin, Anadolu Lisesine dönüştürülmesi uygulamasının Dokuzuncu Kalkınma Planı'nın sonu olan 2013 yılında tamamlanmasının düşünüldüğünü belirtti. Paketteki maddeler slogan haline getirilecek Anayasa değişiklik teklifinin Meclis'te referandum için gerekli sayıya ulaşarak çıkması üzerine, bütün dikkatler şimdi referandum sürecine kilitlendi. Anayasa değişiklik tekfinin 336 kabul oyuyla Meclis'ten çıkması üzerine paket için referandum yolu gözüktü. AK Parti referandum hazırlıkları için düğmeye bastı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Seçim işleri Başkanı Ankara Milletvekili Haluk İpek, anayasa değişiklik paketinin referandum için yeterli sayıya ulaşarak Meclis'ten geçmesi üzerine, AK Parti'nin yapacağı referandum kampanyasının detaylarını Vakit'e anlattı, İpek, "Pakette yer alan maddelerin halkın anlayacağı biçime getirilip izah edilmesi gerekecek. Bunları sloganlar haline getireceğiz. Halkın anlayacağı şekil verilecek. Büyük mitingler tertip edilecek ve en etkili biçimde kampanya yürütülecek" dedi. İpek ayrıca, kitapçık bastırılması ve buna benzer işler için de çalışmalar yapıldığını belirtti, İpek, HSYK maddesi gibi konularda aktüel gelişmelerin kampanya için kullanılıp kullanılmayacağı konusunda ise henüz alınmış bir kararın bulunmadığı, bunun da partinin yönetim kurullarında görüşülerek kararlaştırılacağını söyledi. Özellikle Ergenekon temasının kampanyada kullanılıp kullanılmayacağı merak ediliyor. 'ün bazı haber başlıkları: Hüseyin Çelik: Referandum Temmuz ortasında olur AK Parti MKYK toplantısının ardından açıklama yapan Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, "CHP Anayasa paketini Anayasa Mahkemesi'ne götürüyor. Biz de vicdan mahkemesine götürüyoruz. Milletin vicdan mahkemesinin terazisi şaşmaz" dedi. Çelik, referandum süresini 60 güne indiren yasanın, yürürlüğe girmesiyle ilgili 1 yıllık sürenin henüz dolmadığı için uygulanamayacağı yönündeki iddiaları ise, "Zorlama yorum olur. Yeni bir 367 meselesi olur. 367'nin kimlere ne kaybettirdiğini herkes çok iyi bilir" sözleriyle değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Anayasa değişikliğini 15 günlük inceleme süresinin sonuna kadar beklemeden onaylayacağını tahmin ettiğini kaydeden Hüseyin Çelik, referandum tarihi olarak da "Temmuz ayı ortası"nı gösterdi. Esad hassas dönemde Gül'ün davetlisi olarak İstanbul'da Suriye Devlet Başkanı Esad, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün davetlisi olarak İstanbul'a iki günlük bir çalışma ziyaretinde bulunacak. Bugün ve yarın gerçekleşecek ziyaret, Suriye ve Batı ekseninde önemli gelişmelerin yaşandığı bir döneme denk gelmesi nedeniyle daha çok önem kazandı. İkili ilişkiler ve Ortadoğu sorunu başta olmak üzere, bölgesel konuların ele alınacağı görüşmelere Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da katılacak. Suriye, son dönemde başta İsrail olmak üzere, Batı tarafından Lübnan'daki Hizbullah'a Scud füzeleri sağlamakla suçlanıyor. ABD Başkanı Barack Obama, mayıs ayı başında Suriye'ye uygulanan yaptırımların bir yıl daha uzatıldığını açıklamış ve Suriye'nin "Terör gruplarına destek verdiğini" savunmuştu. Obama, Suriye'nin, ABD'nin güvenliği için "olağanüstü bir tehdit oluşturmaya devam ettiğini" de sözlerine eklemişti. Çankaya'nın yazılı açıklamayla duyurduğu ziyarete ilişkin şu ifadeler kullanıldı: "Sayın Cumhurbaşkanımızın, Cumhurbaşkanı Sayın Esad'la yapacağı görüşmelerde her alanda memnuniyet verici bir düzeyde gelişmekte olan ikili ilişkilerimizin bütün boyutlarıyla ele alınması, ayrıca güncel bölgesel ve uluslararası gelişmeler hakkında istişare ve görüş alışverişinde bulunulması öngörülmektedir." 'ın bazı haber başlıkları: ÖRGÜTÜN PİYONU CAPTAGON ALİ 28 Şubat sürecinde 'Sahte Şeyh' olarak gündeme gelen Ali Kalkancı'nın Ergenekon sanıklarıyla bağlantılarını, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nin (TEM) hazırladığı rapor ortaya koydu. 'Islak imza' iddianamesinin delil klasörlerinde yer alan 18 Şubat 2009 tarihli raporda, 2009 yılı Şubat ayında Captagon imalatı ve ticareti suçundan tutuklanan ve 'Beni 28 Şubat'ta Ergenekoncular kullandı' diyen Ali Kalkancı'nın Ergenekon sanıkları ile bağlantıları anlatıldı. TEM raporunda, Kalkancı ile birlikte uyuşturucu operasyonu kapsamında tutuklanan Abdülkadir Ekicioğlu'nun Ergenekon sanıklarıyla bağlantıları tek tek deşifre edildi. Sahte şeyh Kalkancı'nın, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklandıktan sonra sağlık nedenleriyle tahliye edilen İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferid İlsever'in kardeşi Ümit İlsever'le irtibatlı olduğu bilgisine de yer verildi. Rapora göre Kalkancı'nın bağlantılı olduğu Ergenekon sanıkları arasında AK Parti milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'a karşı eylem planı yapmaktan Ankara ve İstanbul TEM şube müdürlüklerince yasal işlemleri süren Ahmet Ercüment Gedikli ve Burhan Kıroğlu da var. Akademisyene üniversitede askerlik müjdesi Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, "Akademisyenlerin askerlik hizmeti verirken sadece bulunduğu bölgede değil, ihtiyaç duyulan yere giderek eğitim vermesi şartıyla askerlik hizmetini tamamlaması konusunda yeni bir çalışma başlatmayı düşünüyoruz" dedi. Bunun daha önce Türkiye'de uygulandığını bildiren Özcan, eskiden öğretmenlerin belirli eğitimi aldıktan sonra askerlik dönemlerinde de bulunduğu okulda öğretmenlik yaparak askerlik hizmeti verdiklerini hatırlattı. Özcan, "Öğretim üyesi ihtiyacı olan pekçok üniversitemiz var. İnceleme yapıp ordu tarafıyla da görüşüp gerekli bilgileri öğrendikten sonra belki böyle bir çalışma yapılabilir" şeklinde konuştu. 'in bazı haber başlıkları: 27 NİSAN GECESİ GÜL'ÜN KONUTU Hasan Cemal "Türkiye'nin Asker Sorunu" adlı kitabında "Ey asker siyasete karışma!" diyor. Cemal'in kitabına göre e-muhtıranın verildiğini öğrenen dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül apar topar evden çıkarken yakın bir dostunu arayıp şöyle diyor: "Eğer bana bir şey olursa ailem sana emanet" Meslekte 40 yılı geride bırakan gazeteci Hasan Cemal sekizinci kitabını yazdı: "Türkiye'nin Asker Sorunu." Kitabın üzerinde bir de logo var: "Ey asker, siyasete karışma!" Hasan Cemal, bu kitapla ilk kez meselenin tam adının konmuş olduğunu söylüyor. Cemal, "Türkiye'de asker sorununun anlatıldığı pek çok kitap yazılmıştır, ama ilk kez Alevi sorunu gibi, Kürt sorunu gibi. türban sorunu gibi. Bir sorun olarak meselenin adını koyuyoruz" diyor. Doğan Kitap'tan 12 Mayıs'ta çıkacak çalışma toplam 557 sayfa. Kitapta e-muhtıranın verildiği geceye ilişkin de çok ilginç ayrıntılar var. Genelkurmay açıklaması geldiğinde Hayrünnisa Hanım, Menderes'in darağacında biten sonunu konu alan Hatırla Sevgili'yi izliyor. Ekranlara e-muhtıra yansıyınca "Aman Allah'ım" diyor. Abdullah Gül eşini "Hazırlıklı ol ve metin ol!" diye teskin ediyor. 'nin bazı haber başlıkları: Şimsek: Yunanistan'ın etkisi sınırlı olur" Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Yunanistan'da yaşanan ekonomik krizin Türkiye'ye sınırlı olarak yansıyacağını belirterek, "Bizim için önemli olan Fransa, Almanya gibi çekirdek ülkelerdir" dedi. Bu ülkelerdeki ekonomik toparlanmanın beklenenden güçlü olduğunu belirten Bakan Şimşek, "Bu ülkelerin temel ekonomik göstergelerinde çok hızlı bir yükselme söz konusudur. Dolayısıyla bu anlamda Türkiye'ye yansıması sınırlı olur. Ancak tabii ki Avrupa'nın bazı ülkelerindeki sıkıntılar, euroda çok ciddi bir değer kaybına yol açmıştır. Bu ihracatımızı dolar bazında, miktar bazında değil, kısa vadede olumsuz etkileyebilir" diye konuştu. Şimşek, diğer bir soru üzerine de Türkiye için ek tedbire gerek olmadığını dile getirdi. |
|
05-09-2010, 18:02 | #24 |
KÖŞE YAZARLARI GAZETESİ MAHMUT ÖVÜR Bu değişim 8 yıla bedel "... Anayasa paketi oylamasının kritik günü son gündü... Nihayet sonuç, dün 01.56'da Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin tarafından açıklandı: "336 kabul, 72 ret, 1 boş." O sırada AK Parti kulisindeydim. Sonuç alkışlarla karşılandı... Grup salonuna giderken Başbakan Erdoğan'ın yakın çevresinden birine sonucu nasıl yorumladığını sordum, "Tarihi bir gün. AK Parti'nin bugüne kadar yaptıklarını bir kefeye koyun, bunu da öteki kefeye, bu ağır basar. Toplumun önünü açan bir sürecin en önemli adımı atıldı. Sivil siyasetin iradesi ortaya çıktı" şeklinde cevap verdi. AK Partililer, Başbakan Erdoğan'la birlikte grup salonuna geçtiler ve kapıyı kapattılar... Başbakanın basına da sızan o konuşması, bana 2007 seçimlerinden sonra yaptığı ünlü balkon konuşmasını hatırlattı... "Bir darbe anayasasında en kapsamlı değişikliği yapmak, Anayasamızı daha özgürlükçü, daha demokratik bir yapıya kavuşturmak, 28 yıl sonra bu kutlu kadroya nasip olmuştur. Ben bu yola sizin gibi arkadaşlar, dostlarla çıkmanın ve bu yolu sizlerle birlikte yürümenin, takılmadan, düşmeden ve birbirimizi çiğnemeden, birbirimizi incitmeden menzilden menzile koşmanın bahtiyarlığını yaşıyorum." Partinin içini karıştırmak isteyenlere de seslenen Erdoğan, "Felaket tellalları, karanlık senaryo yazarları bugün bir kez daha hayal kırıklığına uğradılar" diyerek gruba şöyle seslendi: "Bu ak kadro vazifesini ziyadesiyle yerine getirdi. 22 Temmuz'da bize verilen oylar annenizin ak sütü gibi helaldir. Sadece size oy verenler değil, oy vermeyenler de sizlerden fazlasıyla razıdır." Konuşmasını Âşık Veysel, Yunus Emre, Tevfik Fikret ve Muhammet İkbal'den yaptığı alıntılarla zenginleştiren Başbakan Erdoğan, referandum startını da şu sözlerle verdi: "Bundan sonra kararı millet verecektir. Şimdi millete giderek bir kez daha gerçekleri anlatacağız. Tarihi nitelikteki bu anayasa değişikliğini vatandaşlarımıza çok iyi anlatmalısınız. Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından ne büyük önem taşıdığını, özellikle temel hak ve özgürlükler açısından ve yüksek standartlarda bir demokrasi noktasında neler kazandırdığını milletimize anlatmalıyız." Anayasa paketinin son gün oylamasında Meclis kulisi gerilim ve heyecan arası gidip geliyordu... Meclis'te ilk önce CHP kulisine gittim... Siyasi dile umut ve değişim değil, kaygı ve kızgınlık hâkimdi... BDP kulisi ise sessizdi... Onlar da bir siyasi parti oldukların ve kendi siyasetlerinin gereğini yaptıklarını söylüyordu. MHP'den kimseyi göremeyince soluğu iktidar partisinin hareketli kulisinde aldım... Dengir Mehmet Fırat, Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Mehdi Eker, İhsan Aslan, Mehmet Müezzinoğlu, Zeynep Dağı, İbrahim Yiğit, Reha Çamuroğlu ve Burhan Kayatürk gibi çok sayıda milletvekili ile konuştuk. Hepsi de sonuca olumlu bakıyor ve paketin geçeceğini söylüyordu. İşte onlardan birkaçının görüşü. İhsan Aslan: Geçmişin yanlışlarıyla yüzleşme açısından bir tarih yaşanıyor. Bu değişim yeni bir anayasa yapabilmenin önünü açıyor. Böylece çok önemli bir tabu yıkılmış oluyor... Mehdi Eker: Öteden beri bilinmeyen ikizlikler üçüzlükler tezahür ediyor. Ruh ve davranış akrabalıkları ortaya çıktı çıkıyor. Mesela MHP ile BDP ve CHP aynı saflarda buluşuyor. Bu da tarihtir. Daha demokratik ve daha sivil bir Türkiye doğuyor. Mehmet Müezzinoğlu: Türkiye 3'üncü sınıf bir demokrasiden 2'nci sınıf bir demokrasiye geçer..." NAZLI ILICAK Anayasa paketi ve ihtimaller "... Anayasa değişikliğinde ilk raunt sona erdi. AK Parti açısından önemli bir başarı olduğunu söyleyebiliriz. 8. maddedeki fireden sonra, Tayyip Erdoğan, milletvekillerinin birlik ve bütünlük içinde hareket etmesini sağlayabildi... İkinci aşama, Anayasa Mahkemesi. Mahkeme'nin yürürlüğü durdurma kararı vereceğinden o kadar emin olmamalıyız. Çünkü anayasanın 148. maddesine göre, Mahkeme anayasa değişikliklerinin sadece şekil şartlarına uygunluğunu denetleyebilir. 2008'de, bir içtihat geliştirerek, anayasanın 2. maddesindeki ilkelere aykırılık sebebiyle, Meclis'ten çıkan 411 oya rağmen, 10 ve 42'nci maddelerdeki değişikliği iptal etmişti. Zaten öteden beri, başörtüsü konusunda katı bir tavrı vardı. Oysa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi'nin yapısının değiştirilmesinde, hukuk devletine aykırılık bulmak o kadar kolay değil... Dolayısıyla CHP sonuçtan emin olmamalı. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliğini yürürlüğe soktuktan sonra, 2 aylık referandum takvimi işlemeye başlayacak... Hem, yargı organları millet adına hareket ettiklerini söyleyecekler, hem de paketi, milletin elinden alacaklar. Bu çelişkiyi izah etmek veya doğacak tepkilere katlanmak zor gibi geliyor. Bir başka ihtimal, tartışılan maddelerin yürürlüğünün durdurulması, paketin geri kalan kısmının referanduma sunulması. (CHP açısından en iyi formül bu. Hem, halkın tepkisi hafifleyecek, hem de görüşü, Yüksek Yargı tarafından teyit edilmiş olacak.) Diyelim ki, Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti ilkesine bir aykırılık bulmadı ve yürürlüğü durdurma kararı vermedi. O zaman referandumda CHP'nin tezi çökmez mi?... Sonuç ne olursa olsun, AK Parti şimdilik erken seçim lâfını telâffuz etmiyor. Bu durumda, 2011 ilkbaharından önce, sandık yok. .." GAZETESİ İBRAHİM KİRAS MHP için zor günler başlıyor "... Artık iktidar partisi için en zor aşama sona erdi, şimdi muhalefet için zor bir dönem başlıyor. Anayasa değişiklik paketinin Meclis'ten onay alması işin en zor tarafıydı. Çünkü AK Parti'nin sadece 335 oyu var... AK Parti grubunun bir merkez sağ kitle partisi olmasının gereği olarak oldukça "heterojen" yapıda olduğu da hatırlanırsa bu güçlük daha kolay anlaşılır. Bütün bu zorluklara rağmen elde edilen sonuç en başta Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başarısıdır. Grubunu bir arada tutmayı ve aynı hedef doğrultusunda motive etmeyi başarması Erdoğan açısından da yeni bir "liderlik sınavı" oldu. Bu arada oylamalarda hiç fire vermeyen MHP grubu da Devlet Bahçeli açısından benzer bir başarı puanı getirdi. Ancak bu partinin milletvekilleri her ne kadar genel başkanlarının sözünden çıkmadılarsa da kendi tabanlarının hassasiyetleriyle ters düşen bir tutum içinde olmak hasebiyle bu işten pek de kazançlı çıkmadılar. MHP için zor günler şimdi başlıyor. Çünkü referandum sürecinde anayasa değişikliğine niçin karşı olduklarını izah etmek ve tabanlarını CHP ile aynı doğrultuda oy vermeye ikna etmek zorundalar... MHP yönetiminin Anayasa Mahkemesi ile HSYK'nın yapılarının yeniden belirlenmesi talepleri karşısında CHP çizgisinde muhalefet yürütmesi partinin düpedüz CHP'leşmesi demek olur... Devlet Bahçeli, daha geçtiğimiz günlerde "CHP'nin arka bahçesi" diye nitelediği Anayasa Mahkemesi'nin yapısının reforme edilmesine hangi gerekçeyle karşı çıkacak, ben şahsen merak ediyorum. Üstelik içlerinde MHP'lilerin de yer aldığı "411 el" tarafından kabul edilen değişikliğin Anayasa Mahkemesi'nin "yetkisini aşıp kendisini Yasama'nın yerine koyarak" iptal edişi henüz hafızalardayken! MHP'ye oy veren seçmen tabanıyla AK Parti'ye oy veren seçmen tabanı arasındaki sosyokültürel zemin paydaşlığı ve iki partinin seçmenleri arasındaki "geçişlilik" ortada. Bunun yanında MHP oylarının tabanın memnuniyeti veya memnuiyetsizliğine göre yüzde 8 ile yüzde 18 arasında oynayabilmesi de vakıa. Öyleyse referandum MHP için tehlikeli bir kavşak olabilir..." MUSTAFA KARAALİOĞLU Adı artık 12 Eylül Anayasası değil "... 1982'de kabul ettirilen o metni artık "12 Eylül Anayasası" olarak adlandırmaktan kurtulduk diyebiliriz. Belki ileri düzeyde bir demokrasi anayasasına kavuştuk da diyemeyiz ama en azından 12 Eylül apoleti sökülmüştür... Darbecilere yargı yolunun açılması da bunun ilanıdır... Tayyip Erdoğan, büyük bir siyasi zafer elde etmiştir. Son derece riskli bir Meclis grubuyla büyük bir değişime soyunmuş ve muvaffak olmuştur. Anayasa değişikliği paketini Meclis'ten geçirmek; kıyaslamak gerekirse 22 Temmuz seçimleri şiddetinde ama ondan daha kalıcı bir başarıdır... Bütün kavga-gürültüye rağmen, milletvekilleri yine de başarılı bir sınav vermişlerdir. Her şey toplumun gözü önünde canlı yayında cereyan etmiş ve muhalefet elinden gelen engellemeleri yaparak, iktidar da elinden gelen süratle paketi finale taşımıştır. Böylesine nitelikli değişim durumlarında gerginlik normaldir ama hepimiz gördük ki yine de her şey "meşruiyet" sınırları içerisinde gerçekleşmiştir... Böyle bir paketin 367 oyu bularak Meclis'te kesinleşmesi gerekirdi ama 12 Eylül ruhunun silinmesi için, tıpkı anayasanın ilk kabulünde olduğu gibi bir kez daha referanduma gidilmesi hayırlıdır. Belki gereklidir de!... Bu dakikadan sonra paketi Anayasa Mahkemesi'ne götürmek hem "centilmenlik" dışı bir girişim, hem de mahkemeyi yetkisi olmayan bir karara zorlamak "meşruiyet" dışı bir teşebbüs olacaktır. CHP yönetiminin ortaya çıkan bu tablodan sonra halkın karşısına çıkıp "Elimden geleni yaptım, bundan sonra görev sizindir" demekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır... Aksi takdirde tıpkı 367 olayında olduğu gibi, tıpkı 10 ve 42. maddelerin iptalindeki gibi çarpan etkisi yapan bir siyasi ve hukuki reaksiyona sebebiyet verilmiş olacaktır. İptal teşebbüsü, değişikliğe karşı blok oluşturan CHP/MHP/BDP ittifakının işine yaramadığı gibi AK Parti'yi daha da büyütmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır. Bir de halkın ayağına gelen karar yetkisinin mahkeme marifetiyle derdest edilmesine vereceği sandık tepkisi vardır ki, geçmiş örnekleri malumdur... Erdoğan Türkiye'yi tek parti rejimine mi götürüyor yoksa modern bir demokrasiye mi? Değişen maddeler toplumu ileriye mi geriye mi götürecek? Hiç şüpheniz olmasın insanlar bunu mahkemelerden çok daha iyi analiz ediyorlar... Eğer kaygı zaten bu ise, yani milletin doğruyu bulacağından endişe ediliyorsa da onlara şimdiden "geçmiş olsun" demek lazımdır..." GAZETESİ ALİ BAYRAMOĞLU Bir eşik daha geride kaldı... "... Anayasa değişiklik paketi Meclis'te kabul gördü. Değişim sürecinin sınırları geldi ve sonunda yargı kalesinin sınırlarına, duvarlarına dayandı. Türkiye'de yargı, özellikle yüksek mahkemeler birey değil devlet, hak değil ödev esaslı bir yaklaşıma sahip olmuşlardır... Otoriter uygulamaları doğrulamak, devlet ideolojisini mutlak ve sürekli kılmak yüksek yargının hemen her zaman arka planda yatan işlevleri olmuştur. Bu işlevler 28 Şubat'la birlikte arka plandan ön plana çıktı, yüksek yargının mutlak siyasallaşması, arka arkaya gelen kapatma davaları ve kararlarıyla tartışılmaz bir nitelik kazandı... Takip eden dönemde bu işlevinin yanına siyasi kararları esastan denetlemek işini de ekledi. Örneğin Anayasa Mahkemesi kendisini ilgilendiren bir değişikliğin bile Anayasa'ya aykırılığını, üstelik esastan aykırılığını ileri sürecek kadar aktörleşti. Ergenekon sürecinde de açıktır ki en derin devlet ayaklarından birisi olarak karşımıza çıkmıştır yargı. Bugün Anayasa değişikliğinin hedeflediği açık olarak bu yapıdır. Bundan dolayıdır ki, yüksek yargı organlarının temsilcileri, değişim karşısında direnen grupların önde gelenleri, kalemleri günlerdir, haftalardır sert ve kesintisiz sesler çıkarıyorlar. Yargının kuşatıldığından söz ediyorlardı, bugün kuvvetler ayrılığının ihlalinden dem vuruyorlar... Ne gam! Anayasa Mahkemesi'nin 367 hadisesiyle bizzat Anayasa'yı ihlal ettiği, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun Şemdinli savcısı hakkında verdiği karar ve Ergenekon davasında aldığı yandaş tavırla yargı düzenini iyice siyasileştirdiği bir ülkede yaşıyoruz... 28 Şubat zihniyetinin yüksek yargıçları tarafsızlıktan uzak, hukuki hiçbir ilkeyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir duruşun bağımsızlığı ve tartışılmazlığını talep ediyorlar... Ülkedeki hakim toplumsal dalga, bugün ortada bir sorun varsa, bunun her şeyden önce yargı mensuplarının zihniyeti ve ideolojik tutumlarıyla, etik tutumlarıyla ilgili olduğuna işaret ediyor. Gerçekten de yargı zihniyeti ve yargı politikası Türkiye'de demokratik değişimin karşısındaki en büyük engel olarak duruyor. Aralık ayında Taraf manşet yapmıştı. Yargıtay'ın internet sitesindeki 'Güncel Kararlar' bölümünde üç örnek karar vardı. Birincisi Hrant Dink'in Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde bilirkişi raporunun "Suç unsuru yoktur" raporuna rağmen 'Türklüğü tahkir ve tezyif' ettiği iddiasıyla 301. maddeden mahkûmiyet kararının onaylandığı karar tutanağıydı. İkincisi ise, ünlü Şemdinli davasında faillerin serbest kalmasına yol açacak sivil mahkemenin verdiği kararı usulden bozarak Askeri Mahkeme'ye gitmesine yol açan süreçle ilgiliydi. Sitede yer alan üçüncü "örnek" karar ise bir "töre" cinayetinde kadın hakları örgütü AMARGİ Kadın Akademisi'nin davaya müdahil olma talebinin reddi üzerine verilen karardı. Yeteri kadar açık değil mi?... Referandum umarız büyük demokratik hamleyi ifade edecek bir eşik daha oluşturur..." YASİN AKTAY MHP-BDP-CHP ittifakı kimin son çaresi? "... Anayasa değişikliği paketinin TBMM'ndeki görüşmeleri esnasında ortaya çıkan CHP-BDP-MHP ittifakı galiba birileri için tam bir "en zor zamanlar ittifakı" olarak düşünülmüş izlenimi veriyor... Birbiriyle hiçbir konuda bir araya gelmesi mümkün ve muhtemel görünmeyen bu üçlü sonuçta dönüp dolaşıp öyle bir konuda buluştular ki, bu durum şimdiye kadar sistemin nasıl bir kurguya dayanmış olduğunu da açığa düşürmüş oldu. Bu ittifakın açığa yol açan, statükonun savunma refleksinden başkası değildi. Bu refleks Anayasa değişikliği paketinin içerdiği gerçek bir tehdide karşı ortak bir savunma duygusunu harekete geçirmiş oldu. Bu da Anayasa paketiyle yapılan hamlenin ne kadar can alıcı, ne kadar gerçek bir yere dokunmuş olduğunu gösteriyor... Tıpkı iyot gibi açığa düşen yüksek yargı ile CHP arasındaki ilişkiler gibi, Türkiye'deki otoriter, milliyetçi, derin statüko ile demokratik ve özgürlükçü geçinen kemiler arasındaki işbirliği de iyot gibi açığa çıkmıştır. Özellikle BDP'nin mevcut sistemin devamından yana bütün şikâyetlerinin ve eleştirilerini sahte olduğu anlaşılmıştır... Anayasa değişikliği sürecinin TBMM aşaması tamamlandı. Bu aşamada genelde AK Parti'nin özelde Genel başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk siyasetinde siyasetin gerektirdiği en yüksek performansı sergilemiş olduklarını takdir etmek bir görevdir... Paketin TBMM'nden geçişi esnasında 335 kişilik grubu kontrol etmekte gösterdiği başarı, zaten çok güçlü olan liderlik vasfına yeni bir boyut ve derinlik katmıştır. Paketin partilerin kapatılmasını zorlaştıran ve TBMM iznini gerektiren 8. Maddesinin düşmesi üzerine gözler AK Parti'deki firelere çevrildi. İlk anda "AK Parti içindeki uyuyan Ergenekon hücreleri" yorumu yapıldıysa da paketin toplamının da geçmesi sonucunda daha kolay yapılabilecek bir değerlendirme şu oldu: 8. Maddenin düşmüş olması paketi fazla etkilememiş hatta bu yolla AK Parti birçok bakımdan çok kârlı bir durumla karşı karşıya kalmış oldu... İkincisi bu vesileyle BDP'nin de dâhil olduğu bütün partiler arasındaki mahcup ittifak bütün açıklığıyla ortaya çıkmaya mecbur bırakıldı. 8. Madde de sorunsuz geçmiş olsaydı, BDP'nin anayasa değişikliği konusunda statükonun safında durduğu yer bu kadar göze batmamış olacaktı... Sonuçta BDP'nin da katılımıyla ittifak daha fazla güçlenmiş olmadı, aksine her biri bu ittifaktan büyük yaralar alarak çıkmış oldular... Siyasette partiler arasındaki ittifakların seçmenin de ittifakına bire-bir yansıyacağı beklentisi genellikle ham-hayaldir... Seçmenlerine sadakat göstermeyen partilere seçmenin hiçbir şeklide sadakat göstermediği, hiçbir partinin seçmeninin kendi çantasında keklik olmadığı gerçeği referandum sürecinde kendisini en fazla hissettirecek gerçek olacaktır..." GAZETESİ AHMET TAŞGETİREN Baykal'ın öcü profili "Sivil dikta..." Nuray Mert üretti, Deniz Baykal ve benzeri CHP şürekâsı tüketiyor... Baykal'ın en son tanımlamasına göre, "Devlet olanaklarının, giderek Anayasa'nın, hukukun, demokrasinin gerekleri bir tarafa bırakılarak, baskılarla, yolsuzlukla, dayatmalarla, bir sivil diktanın emrine doğru dönüştürülmekte olduğu çok açıktır." Ona göre "İnsanlar tarihi bir süreci yaşarken bunu fark etmezler, kendilerini aldatırlar. Bu süreç yaşanıyor. Sürecin son aşaması Anayasa değişikliğidir. Bu tamamlanırsa Türkiye çok farklı bir aşamaya gelecek." Baykal'ın, Türkiye'nin önüne koyduğu "öcü profili" bu. Baykal'ın bu yaklaşımı, Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın daha geniş tabanlı bir üye yapılanmasına yöneltilmesi ve burada Cumhurbaşkanı ile TBMM'nin katkısının bir ölçüde artması ile bağlantılı bir değerlendirme... Peki soralım bakalım, nasıl olacakmış bu sivil dikta? Anayasa'yı Meclis değiştiriyor. Meclis'in onayından sonra Cumhurbaşkanı inceleme yapacak. Cumhurbaşkanını Meclis seçti. Meclis'in kararından ve Cumhurbaşkanı'nın onayından sonra halkın oyuna başvurulacak... Diyelim hükümet ve Cumhurbaşkanı bu süreçte yanlışlar yaptı. Bir yıl sonra genel seçim var. Halk bu seçimde iktidarın yanlışlarının hesabını sorup, onu düşürebilir. İki yıl sonra halkoyu ile Cumhurbaşkanı seçimi var. Cumhurbaşkanı Gül'ün aday olup olmayacağı bilinmiyor. Aday olduğu takdirde, elbette ki halk, geçen 5 yıllık süredeki performansına, tarafsız olup olmadığına, devleti iyi temsil edip etmediğine, içerideki-dışarıdaki başarısına bakıp oy verecek... Tek başına yarışmayacak. Belki Baykal da adaylığını koyacak. Veya CHP'nin benimsediği bir aday gösterilecek. Kim bilir belki de o aday, Gül'den veya AK Parti'nin benimseyip sunacağı (diyelim Tayyip Erdoğan) adaydan daha çok sevilecek. Baykal'ın "sivil dikta" teorisine karşı sorulacak iki soru şu: Bir yıl sonraki genel seçimlerde AK Parti'nin zaferinden başka ihtimal söz konusu değil mi? İki sene sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Gül veya AK Parti'nin destekleyeceği (diyelim Tayyip Erdoğan) bir adayın zaferinden başka bir ihtimal söz konusu değil mi? Yani "sivil dikta" AK Parti iktidarı ile Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı ile ya da Abdullah Gül ve benzeri bir kişiliğin Cumhurbaşkanlığı ile bağlantılı ise, halkın onlardan başka birisini bu görevlere getirmeyeceği kesin mi? Tabii, bu sorunun hemen altında, "Sayın Baykal'da, CHP'li bir kişilik dışında, halkın sorumluluk vereceği tüm şahıslar potansiyel anlamda sivil diktaya yönelebilirler kanaati mi hakimdir" sorusu vardır. Yani "Bu halk zaten 1950'den beri sorunludur" mu denmek istenmektedir? "Sivil dikta" yani Türkiye'de halk oyunun rengi! "Sivil dikta karşıtlığı" yani Türkiye'de halk oyu ile mücadele! Yani CHP..." GAZETESİ AHMET ALTAN Kedinin rengi "... Kesinlikle tarafız biz bu anayasa referandumunda. Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesini ve halk üzerindeki vesayetin artık ucundan köşesinden de olsa yıkılmasını istiyoruz. Özellikle yargı sisteminde yapılan değişiklikler, "bu sistemin" can evine dokunuyor. Onun için sistem sıkı bir şekilde direniyor... CHP de dâhil hiç kimse bu "değişikliklere" açıkça karşı çıkmıyor... Bu anayasa referandumuyla değişecek olan "sistemi" usulca bir kenara itip, tartışmanın merkezine AKP'yi oturtuyor. Bu anayasayı kim değiştirirse, bu değişiklikten o partinin yararlanacağını ve AKP'nin de bu değişiklikleri kendi çıkarı için yaptığını söylüyor. Ve, "AKP'nin çıkarına olan her şey kötüdür" diyor. Böylece, asıl hedef "sistemin özü" iken tartışma AKP üzerine dönüyor... Bu anayasayı değiştirmek isteyen, sistemin özüne dokunan, bu devletin yapısını dönüştürmek isteyen ve bu istediğini gerçekleştirecek güce sahip başka bir parti var mı?... Sistemi değiştirebilecek olan tek parti AKP ve "AKP kötü parti" olduğu için onun yaptığı her değişikliğe karşı çıkmamız lazım... Bu tavırla "hem ilerici, hem solcu, hem demokrat" oluyor hem de değişimi kilitliyorsunuz. Fena kurnazlık değil, değil mi? Geçerli de oluyor. O kadar geçerli oluyor ki Kürtlerin partisi BDP, Şemdinli'de Kürtleri bombalayıp öldüren askerler hakkında iddianame yazdığı için bir savcıyı meslekten atan "Hâkimler ve Savcılar Kurulu"nun yapısının değişmesinin "Kürtleri ilgilendirmediğini, bu değişiklik paketinin Kürtlere hiçbir şey vermediğini" söyleyebiliyor... Çin'in unutulmaz liderlerinden biri olan Cüce Teng, buna benzer bir tartışmada çok sıradan bir benzetme olmasına rağmen tarihe geçen bir açıklama yapmıştı. "Kedinin siyah mı beyaz mı olduğu önemli değildir, önemli olan fareyi yakalayıp yakalamadığıdır." AKP şöyle ya da böyledir, bu anayasa değişikliğiyle "fareyi yakalıyor" mu, yakalamıyor mu? Yakalıyor. AKP'yi beğenmiyorsanız AKP'yle mücadele edersiniz, "onun demokratlığını" yeterli bulmuyorsanız ondan daha demokrat olursunuz ama onun yaptığı "yararlı" bir işi "sırf o yaptı" diye reddetmezsiniz. Tabii, sistemle bir sorununuz varsa böyledir bu, sistemle bir sorununuz yoksa, bu sistemin devamından bir çıkar umuyorsanız, siz "fareyi bırakır kedinin rengini" tartışırsınız. Biz bu sistemin değişmesini istiyoruz, biz insanları bombalayan, öldüren kim olursa olsun yargılanabilsin istiyoruz, biz bu ülkedeki herkes eşit olsun istiyoruz, biz eşitliği reddeden bu düzen bitsin istiyoruz, halkın iradesini inkâr eden her gücün geriletilmesini istiyoruz... Biz "farenin" yakalanmasını sonuna kadar destekliyoruz. Türküyle Kürdüyle bu halkın, "kedinin rengiyle" mi yoksa "farenin yakalanmasıyla" mı ilgili olduğunu da referandumda görürüz..." GAZETESİ FATİH ALTAYLI Baykal'a komplo ama "... DENİZ Baykal'ın yaptığı hiçbirimizi ilgilendirmez aslına bakarsanız. Hesabını eşine verir. Olcay Hanım'a. Ama ne yazık ki, siyasetin zirvelerinde olunca, hesaplar halka veriliyor... "Bu olay bir komplodur" diyorlar. Doğru, bu bir komplodur. Yoksa kim, niye böyle bir ilişkiyi kayıt altına alsın... Ama komplonun malzemesini verenin hiç mi suçu yok. Böyle bir olay, dünyanın her yerinde haberdir... Muhalefet partisi liderinin, o partinin milletvekili kadınla ilişkisine kim "Haber değil" diyebilir... O zaman onlara sorarım: "Peki ya rakip siyasi partinin lideri bunu yapsa ve bu yayınlanmasa o zaman ne derdiniz?" Basını suçlamaz mıydınız, "Baskıdan korktunuz" diye. Bence bu olayın tek bir çözümü vardır. Deniz Baykal hemen istifa etmelidir. Çok başarılı olmasa da son güne kadar "temiz" götürdüğü bir siyasi hayatı, "insani bir zaafla kirlettiği" için CHP Genel Başkanlığından istifa etmelidir... DENİZ Baykal'a yönelik bu komplonun muhalif işi olma olasılığını düşük gördüğümü söylemeliyim. Bence komplocuyu yakınlarında bir yerde aramalı. Zaten bu bir muhalif komplo olsa, o görüntüler bugün değil, seçimlere bir ay kala yayınlanırdı... Bizim gördüğümüz, yayınlanan görüntüler farklı zamanlarda çekilmiş ve peş peşe eklenmiş. İnandırıcılığı artırmaya ve görüntülerdeki kişilerin kimliğini daha net vurgulamaya yönelik bazı işlemler yapılmış. Ama bütün bunlar sonucu değiştirmiyor. Deniz Baykal siyasi bir kimlik olmasa, halktan oy istemek zorunda olmasa bu konu kimseyi ilgilendirmezdi. Ama durum bu değil. Ortada büyük bir rezalet var. Ve her şeyin bir bedeli... BAYKAL'a yönelik komploda üzerinde durulması gereken bir şey var. "Bu görüntüleri kim kaydetti?" Bu görüntüleri eğer devletin bir güvenlik kuruluşu, MİT, Emniyet veya herhangi bir resmi birim kaydettiyse bu olayın seyri farklı bir yöne gider... Şu andan itibaren üzerinde durulması gereken nokta, bu görüntülerin "devlet gücü ve otoritesi kullanılarak elde edilip edilmediğidir". Bizim gazetecilik ilkesi olarak benimsediğimiz ise şudur: Bu görüntüler şöyle veya böyle illegal yöntemlerle taraflardan en az birinin bilgisi dışında elde edildiği için, biz bu görüntüleri yayınlamayız..." GAZETESİ FİKRET BİLA CHP'nin aykırılık dayanakları "... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, referandum hazırlıklarına başladıklarını açıkladı. Partisinin gençlerinden referandum için şimdiden çalışmaya başlamalarını istedi. Referandumun yeni çıkarılan yasaya göre temmuzun sonuna denk geleceği tahminleri yapılıyor, bazı tarihler veriliyor. Ancak, referandumdan önce Anayasa Mahkemesi aşaması var. Anayasa Mahkemesi'nin alacağı karar, referandum takvimini değiştirebilir. Nedeni ise, CHP'nin iptal başvurusu yaparken ayrıca yürürlüğü durdurma talebinde de bulunacak olması. Anayasa Mahkemesi, CHP'nin talebi doğrultusunda yürürlüğü durdurma kararı verirse, bu durumda referandum takvimi de durur. Referandum takvimi, ancak Anayasa Mahkemesi'nin davanın esası hakkında karar vermesinden sonra yeniden işlemeye başlar. Yüksek Mahkeme, CHP'nin talebini yerinde görmez ve yürürlüğü durdurma kararı vermezse, o zaman, referandum takvimi kesilmemiş olur... Referandum süresini kısaltan yasanın, seçim yasası gibi değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusu gündeme gelecektir. Bu konuyu da Yüksek Seçim Kurulu'nun karara bağlaması gerekiyor... CHP'nin anayasa uzmanları, iptal başvurusunu hazırlıyorlar. Yasalaşan değişikliklerin Anayasa'ya aykırılığı konusunda CHP'nin kullanacağı dayanakları şöyle özetleyebiliriz: 1- Gizliliğin ihlali: CHP, oylamalarda Anayasa'nın öngördüğü gizlilik kuralının ihlal edildiğini, bu nedenle Anayasa'nın 175. maddesine aykırılık oluştuğunu öne sürecek. CHP, bu tezine kanıt olarak oylamalar sırasında basına yansıyan görüntüleri kullanacak... 2- 2. maddenin ihlali: CHP, ayrıca Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısını değiştiren maddelerin de Anayasa'nın değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri düzenleyen 4. madde hükmüne aykırılık oluşturduğunu öne sürecek... CHP, aykırılık tezini, düzenlemenin değiştirilmesi teklif edilemez hükmüne aykırı olduğu, bu hükmün bir şekil şartı olduğu görüşüne dayandıracak. Böylece Anayasa Mahkemesi'nin şekilden hareketle esasa girmesinin mümkün olduğu tezini işleyecek ve Anayasa Mahkemesi'nin türbanla ilgili düzenlemeyi iptal ederken verdiği kararı örnek gösterecek. 3- Yürürlük maddesi de aykırı: CHP'nin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia edeceği bir diğer madde de, paketin referanduma bir bütün olarak sunulmasını öngören yürürlülük maddesi. CHP'ye göre bu madde de Anayasa'nın 175. maddesi ile Venedik Komisyonu kararlarına aykırılık oluşturuyor. 4- İki teklif: CHP, anayasa değişikliğiTBMM Başkanlığı'na verilen ve Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'in de imzasını taşıyan teklifi de iptal başvurusunda konu edecek... 5- İvedilik kuralının ihlali: CHP'nin Anayasa'ya aykırılık iddia edeceği bir diğer konu da görüşmeler sırasında "İvedilikle görüşülemez" hükmüne aykırı davranıldığı. CHP, değişiklik paketinin Anayasa'nın 148. maddesine aykırı olarak ivedilikle görüşüldüğünü öne sürecek..." GAZETESİ MURAT YETKİN Gül'ün uyarıları "... Anayasa değişiklik paketi 6 Mayıs'ın 7 Mayıs'a döndüğü saatlerde iki fireyle de olsa kabul edildi. Kimi AK Parti vekillerine göre, parti kapatmaları zorlaştıran maddenin paketten düşmesi (ve ona bağlı maddenin feda edilmesi) hayırlı bile oldu. Çünkü kapatmayı Meclis komisyonlarının kararına bağlayan hüküm yargı-yasama-yürütme çelişkisine yol açıyordu ve Anayasa Mahkemesi'nden (AYM) geri dönme riski taşıyordu... Değişiklik paketi dün Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin tarafından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e resmen gönderildi ve böylece Cumhurbaşkanı'nın 15 günlük inceleme süresi başladı... Cumhurbaşkanı'nın paketi olduğu gibi referanduma sunma ihtimali yüksek. Paketin Anayasa'nın ruhuna aykırı olduğu gerekçesiyle Mahkeme'ye taşımayı planlayan siyasi güç CHP... Başbakan Tayyip Erdoğan ise dün partisine referandum için çalışma talimatını verdi bile... Gül, bir yandan referandum sürecinin kendi yüzünden gecikeceği iddialarının önüne geçmek, diğer yandan da bu tartışmanın içine çekilmemek için kararında gecikmemeyi tercih edecektir. Gül'ün dünkü açıklamalarında PKK ile mücadele üzerine söyledikleri de Ankara'da bu alanda oluşan yeni bakışı, belki eski bakışa yeni bir açıdan dönüşü gösteriyordu. Gül, Hakkâri'nin Irak sınırındaki Dağlıca karakolu yakınlarında devriye gezen askerlerle PKK'lılar arasında çıkan ve iki askerin şehit olmasına beş PKK'lının da öldürülmesine neden olan çatışma sorulduğunda, ‘bahar gelince inlerinden çıkıyorlar' gibi sert bir söylem kullanarak "Taviz yok, sonuna kadar mücadele edilecek" dedi... Gül geçen hafta Tunceli'deki Sarıyayla karakoluna yapılan saldırı üzerine medyada dile getirilen ihmal kuşkuları üzerine de, daha önce örneği görülmedik şekilde Genelkurmay'dan bilgi istemişti. Jandarma'nın iki numarası Korgeneral Mustafa Bıyık Köşk'e çıkıp Gül'ün sorularını yanıtlamaya çalışırken, Jandarma Komutanı Orgeneral Atilla Işık da Tunceli'ye gidip teftiş etmişti. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bu gelişme ardından bir tümgeneral başkanlığında müfettiş heyeti oluşturulduğunu ve rapor sonucuna göre karar vereceklerini açıklamıştı. Şimdi, Dağlıca çatışmasıyla birlikte, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un da Brüksel'deki NATO temaslarını yarıda keserek Ankara'ya döndüğünü öğreniyoruz. ABD ile Irak'taki PKK'ya karşı işbirliğinin bir üst seviyeye çıkartılacağı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu tarafından Ankara'ya davet edildiği, diğer yandan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yönetiminde değişiklik yapılma hazırlığında olduğu bir dönemde bu gelişmeler, doğal olarak yakın dönemde yeni gelişmelere işaret ediyor. Bunu sezmiş olmalılar ki, Anayasa oylamasında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tepkisini alan BDP'liler ‘operasyonlar dursun' sloganıyla askeri sevkıyat konvoylarını durdurmak, ‘gerekirse canlı kalkan olmak' amacıyla Irak sınırına hareketleniyor. Gül, aynı zamanda Başkomutan sıfatıyla bu sürecin kontrolünü ele alma hazırlığında, ya da almış görünüyor. O nedenle bugünlerde Gül'ün uyarılarını daha bir dikkatle izlemek gerekiyor..." GAZETESİ OKAY GÖNENSİN İmralı kendi halkına ihanet ediyor "... PKK ve liderinin iddiası, Türkiye'nin Kürt vatandaşlarını temsil etmek ve onların haklarını almak için silaha sarılmış olduklarıdır. Demokratik bir siyasi mücadele yürütmek yerine "silaha sarılma"nın savunması olamaz... Demokratik mücadelelerin sağladığı gelişmeleri tek tek sıralamaya gerek yok; bunları herkes biliyor, kuşkusuz Kürt vatandaşlarımız da çok iyi biliyor... Siyasi özgürlükler, insan hakları ve özgürlükleri açısından atılması gereken daha birçok adım var. Ama PKK'nın şu anda yürüttüğü saldırılar o adımların atılmasını sağlamaz, tam tersine geciktirir. Bunu PKK'nın ve İmralı'daki liderinin de görmemesi mümkün değildir. O zaman göz göre göre "kendi" halklarına ihanet etmelerinin nasıl bir açıklaması olabilir? Kürt vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde ekonomik canlanmanın sağlanması için birçok çaba gösteriliyor. Ama hedeflenen ekonomik gelişmenin önündeki en büyük engelin terör olduğunu da bütün bölge halkı çok iyi biliyor. Türkiye'de önemli siyasi gelişmeler yaşanırken, PKK'nın saldırıları başlatmasının en başta Kürtleri rahatsız edeceği çok açıktır. Saldırılar arttıkça, şehit cenazeleri geldikçe, örneğin taş attığı için hapse konulan çocuklar konusunda bir yasal düzenleme yapmak bile zorlaşıyor. Bu durumda da ancak PKK'nın, o çocukların hapisten çıkmasını istemediği sonucuna varılır... PKK'nın kendi var oluş gerekçelerinin önemli bir bölümü yok oldu, bir bölümü de yakın gelecekte yok olacak. Türkiye bu sürece girmiştir, gecikse de süreç devam edecektir. Geriye iki mesele kalacak: Birisi, elini kana bulamamış olanlar için af, diğeri de İmralı'daki hükümlünün cezasını çekme koşulları. BDP bunları gündeme getirdiğinde, en azından konuşacak birilerini bulmak istiyorsa, önce yapılacak olan, PKK'nın saldırıları durdurması, silah bırakma kararı aldığını ilan etmesi ve buna herkesi inandırmasıdır..." GAZETESİ MEHMET ALİ BİRAND Artık yetti, bizi yordunuz... "... Anayasa değişiklik paket, biri eksik onaylandı ve çıktı. Tüm siyasetçilerimizden bir ricamız var: Bizi çok yordunuz. Sadece kavga ettiniz. Artık, tatile mi çıkacaksınız, ne yapacaksanız yapın ve bizi bir süre dinlendirin... Öylesine bir maraton yaşadık, iki hafta süresince öylesine kavga-döğüş izledik ki, toplum yoruldu. Tartışmalardan da, hiçbir şey anlamadık. Sadece karşılıklı küfürlü, hakaretli, sille tokatlı bir kargaşa yaşadık. TBMM'de de, iki hafta süreyle içerik konuşulmadı. Bu değişikliğin ne anlama geldiği bir türlü tartışılmadı. Şimdi önümüzde, önce bir Anayasa Mahkemesi süreci var. Ardından da referandum gelecek. Eğer referandum sırasında da aynı kavga çıkacaksa, vah bizim halimize. Şu önümüzdeki günlerde gelin biraz dinlenelim... Bir süre için değişiklik paketinin içeriğini tartışalım. Sonra çok pişman oluruz..." GAZETESİ SERDAR ARSEVEN Hani "AK Parti-PKK elele" idi!.. "...İnanılmaz bir süreçti. İlk tur için 9. ikincisi için 5 gün Meclise kilitlendik... Önemi yıllar geçtikçe çok daha iyi anlaşılacak bir paket bu. Başbakanın "Ya tarih yazacaksınız ya tarih olacaksınız" sözünün ne manaya geldiğini bugün kavramakta güçlük çekenler... Türkiye'de -hele- bir iktidar partisini kapatmanın neredeyse imkansız hale geldiğini görecek. Yargı'nın (HSYK'daki "kimyasal değişim" sayesinde) daha az sıkıntı, daha çok adalet üretme imkanına kavuştuğunu zamanla idrak edecek. Hükümetin aradan bunca zaman geçtiği halde temel meselelerin çözümü yolunda adım atamadığını, samimi duygularla dile getirenler biraz olsun rahat edebilir... Bugüne kadar her hayırlı icraatın takozu: millete yakın hukuk adamlarının korkulu rüyası olan devlet organlarının çakılıp kaldıkları yerden oynatılması hayati öneme sahipti. ETÖ zihniyetinin çökertilmesi büyük ölçüde bu operasyona bağlıydı. Daha dün gerçekleştirdiği Mehmetçik katliamıyla "Pakete karşıyız" mesajını vermeye çalışan ETÖ bundan sonra iyice yer altına çekilmek durumunda kalacaktır... Bu Anayasa maratonu bir dolu müspet sonucu getirdi önümüze. İlki; ETÖ'nûn mahiyetini herkes kavramış oldu. "AK Parti-PKK elele" sloganının yerini bir başkası aldı. Biliyorsunuz artık. "Kimler kimlerle elele!.."... Ulusalcı Sağ ile Ulusalcı Solun gerçek mahiyetlerini, aralarındaki bağlantıları hep birlikte görmüş olduk!.. Bir grup Ülkücünün pakete Meclis dışından destek verişine de şahitlik ettik bu süreçte. "Milliyetçilik" ile "ulusalcılık" arasındaki farkın bu vesileyle net bir şekilde ortaya çıkması da en hayırlı neticelerden... Meclisteki çetin mücadeleyi "AK Parti şimdi parti oldu" cümlesiyle ifade etmiştim kuliste... Anayasa paketi görüşmelerinin başladığı güne kadar AK Partili vekillerin çoğu birbirlerini tanımıyordu... Şimdi (birkaç fireci hariç), aralarında önemli bir bağ oluştu. Bunun parti teşkilatlarına da yansıyacağını düşünüyorum. AK Parti'nin bu süreçte risk alması da "bedel ödemeye artık hazır oldukları" düşüncesini uyandırdı. Lider bu; sana 330 gerekiyor. Elinde bunu ancak birkaç oyla aşabileceğin kadar vekil var. Dengeleri gözeterek sağdan soldan toplama bir takım oluşturmuşsun... Oylama gizli. ETÖ Meclis içindeki uzantılarına sürekli olarak Mehmetçik katlederek tam destek veriyor... AK Partili vekillerin çileden çıkması için her türlü tahrik unsuru hazırlanmış... Bu kadar kritik ve gerilimli bir süreci böylesine az hasarla yönetip istediği neticeyi alan Başbakanın siyasi kariyerinin zirvesinde olduğu aşikar. Referandumdan çıkacak net sonuç, Erdoğan için KÖŞK'ün kapıları ardına kadar açabilir. Bu arada; "Başkanlık sistemi" de ilk Genel Seçimin ardından gündeme iyice yerleşebilir. Sokaktaki vatandaşın paketin içeriği ile fazla ilgilenmediği söyleniyor. Kısmen doğru... Lâkin, büyük resmi de pekala görüyor... Ak Parti Medya Tanıtım Başkanlığının hazırlamakta olduğu kitapçıkta Anayasa paketinin "tam olarak hangi alanlarda ne gibi yenilikler getirdiği" net olarak ortaya konacak. Vekiller, teşkilatlar iyice motive olmuş durumda. Paket (Anayasa Mahkemesi engeline takılmadığı takdirde) vatandaştan büyük destek görür. İyi anlatılırsa çok büyük destek görür. İyi anlatılamazsa yüzde 60'la geçer..." |
|
05-09-2010, 18:02 | #25 |
KÖŞE YAZARLARI GAZETESİ MAHMUT ÖVÜR Bu değişim 8 yıla bedel "... Anayasa paketi oylamasının kritik günü son gündü... Nihayet sonuç, dün 01.56'da Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin tarafından açıklandı: "336 kabul, 72 ret, 1 boş." O sırada AK Parti kulisindeydim. Sonuç alkışlarla karşılandı... Grup salonuna giderken Başbakan Erdoğan'ın yakın çevresinden birine sonucu nasıl yorumladığını sordum, "Tarihi bir gün. AK Parti'nin bugüne kadar yaptıklarını bir kefeye koyun, bunu da öteki kefeye, bu ağır basar. Toplumun önünü açan bir sürecin en önemli adımı atıldı. Sivil siyasetin iradesi ortaya çıktı" şeklinde cevap verdi. AK Partililer, Başbakan Erdoğan'la birlikte grup salonuna geçtiler ve kapıyı kapattılar... Başbakanın basına da sızan o konuşması, bana 2007 seçimlerinden sonra yaptığı ünlü balkon konuşmasını hatırlattı... "Bir darbe anayasasında en kapsamlı değişikliği yapmak, Anayasamızı daha özgürlükçü, daha demokratik bir yapıya kavuşturmak, 28 yıl sonra bu kutlu kadroya nasip olmuştur. Ben bu yola sizin gibi arkadaşlar, dostlarla çıkmanın ve bu yolu sizlerle birlikte yürümenin, takılmadan, düşmeden ve birbirimizi çiğnemeden, birbirimizi incitmeden menzilden menzile koşmanın bahtiyarlığını yaşıyorum." Partinin içini karıştırmak isteyenlere de seslenen Erdoğan, "Felaket tellalları, karanlık senaryo yazarları bugün bir kez daha hayal kırıklığına uğradılar" diyerek gruba şöyle seslendi: "Bu ak kadro vazifesini ziyadesiyle yerine getirdi. 22 Temmuz'da bize verilen oylar annenizin ak sütü gibi helaldir. Sadece size oy verenler değil, oy vermeyenler de sizlerden fazlasıyla razıdır." Konuşmasını Âşık Veysel, Yunus Emre, Tevfik Fikret ve Muhammet İkbal'den yaptığı alıntılarla zenginleştiren Başbakan Erdoğan, referandum startını da şu sözlerle verdi: "Bundan sonra kararı millet verecektir. Şimdi millete giderek bir kez daha gerçekleri anlatacağız. Tarihi nitelikteki bu anayasa değişikliğini vatandaşlarımıza çok iyi anlatmalısınız. Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından ne büyük önem taşıdığını, özellikle temel hak ve özgürlükler açısından ve yüksek standartlarda bir demokrasi noktasında neler kazandırdığını milletimize anlatmalıyız." Anayasa paketinin son gün oylamasında Meclis kulisi gerilim ve heyecan arası gidip geliyordu... Meclis'te ilk önce CHP kulisine gittim... Siyasi dile umut ve değişim değil, kaygı ve kızgınlık hâkimdi... BDP kulisi ise sessizdi... Onlar da bir siyasi parti oldukların ve kendi siyasetlerinin gereğini yaptıklarını söylüyordu. MHP'den kimseyi göremeyince soluğu iktidar partisinin hareketli kulisinde aldım... Dengir Mehmet Fırat, Egemen Bağış, Zafer Çağlayan, Mehdi Eker, İhsan Aslan, Mehmet Müezzinoğlu, Zeynep Dağı, İbrahim Yiğit, Reha Çamuroğlu ve Burhan Kayatürk gibi çok sayıda milletvekili ile konuştuk. Hepsi de sonuca olumlu bakıyor ve paketin geçeceğini söylüyordu. İşte onlardan birkaçının görüşü. İhsan Aslan: Geçmişin yanlışlarıyla yüzleşme açısından bir tarih yaşanıyor. Bu değişim yeni bir anayasa yapabilmenin önünü açıyor. Böylece çok önemli bir tabu yıkılmış oluyor... Mehdi Eker: Öteden beri bilinmeyen ikizlikler üçüzlükler tezahür ediyor. Ruh ve davranış akrabalıkları ortaya çıktı çıkıyor. Mesela MHP ile BDP ve CHP aynı saflarda buluşuyor. Bu da tarihtir. Daha demokratik ve daha sivil bir Türkiye doğuyor. Mehmet Müezzinoğlu: Türkiye 3'üncü sınıf bir demokrasiden 2'nci sınıf bir demokrasiye geçer..." NAZLI ILICAK Anayasa paketi ve ihtimaller "... Anayasa değişikliğinde ilk raunt sona erdi. AK Parti açısından önemli bir başarı olduğunu söyleyebiliriz. 8. maddedeki fireden sonra, Tayyip Erdoğan, milletvekillerinin birlik ve bütünlük içinde hareket etmesini sağlayabildi... İkinci aşama, Anayasa Mahkemesi. Mahkeme'nin yürürlüğü durdurma kararı vereceğinden o kadar emin olmamalıyız. Çünkü anayasanın 148. maddesine göre, Mahkeme anayasa değişikliklerinin sadece şekil şartlarına uygunluğunu denetleyebilir. 2008'de, bir içtihat geliştirerek, anayasanın 2. maddesindeki ilkelere aykırılık sebebiyle, Meclis'ten çıkan 411 oya rağmen, 10 ve 42'nci maddelerdeki değişikliği iptal etmişti. Zaten öteden beri, başörtüsü konusunda katı bir tavrı vardı. Oysa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi'nin yapısının değiştirilmesinde, hukuk devletine aykırılık bulmak o kadar kolay değil... Dolayısıyla CHP sonuçtan emin olmamalı. Cumhurbaşkanı, anayasa değişikliğini yürürlüğe soktuktan sonra, 2 aylık referandum takvimi işlemeye başlayacak... Hem, yargı organları millet adına hareket ettiklerini söyleyecekler, hem de paketi, milletin elinden alacaklar. Bu çelişkiyi izah etmek veya doğacak tepkilere katlanmak zor gibi geliyor. Bir başka ihtimal, tartışılan maddelerin yürürlüğünün durdurulması, paketin geri kalan kısmının referanduma sunulması. (CHP açısından en iyi formül bu. Hem, halkın tepkisi hafifleyecek, hem de görüşü, Yüksek Yargı tarafından teyit edilmiş olacak.) Diyelim ki, Anayasa Mahkemesi, hukuk devleti ilkesine bir aykırılık bulmadı ve yürürlüğü durdurma kararı vermedi. O zaman referandumda CHP'nin tezi çökmez mi?... Sonuç ne olursa olsun, AK Parti şimdilik erken seçim lâfını telâffuz etmiyor. Bu durumda, 2011 ilkbaharından önce, sandık yok. .." GAZETESİ İBRAHİM KİRAS MHP için zor günler başlıyor "... Artık iktidar partisi için en zor aşama sona erdi, şimdi muhalefet için zor bir dönem başlıyor. Anayasa değişiklik paketinin Meclis'ten onay alması işin en zor tarafıydı. Çünkü AK Parti'nin sadece 335 oyu var... AK Parti grubunun bir merkez sağ kitle partisi olmasının gereği olarak oldukça "heterojen" yapıda olduğu da hatırlanırsa bu güçlük daha kolay anlaşılır. Bütün bu zorluklara rağmen elde edilen sonuç en başta Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başarısıdır. Grubunu bir arada tutmayı ve aynı hedef doğrultusunda motive etmeyi başarması Erdoğan açısından da yeni bir "liderlik sınavı" oldu. Bu arada oylamalarda hiç fire vermeyen MHP grubu da Devlet Bahçeli açısından benzer bir başarı puanı getirdi. Ancak bu partinin milletvekilleri her ne kadar genel başkanlarının sözünden çıkmadılarsa da kendi tabanlarının hassasiyetleriyle ters düşen bir tutum içinde olmak hasebiyle bu işten pek de kazançlı çıkmadılar. MHP için zor günler şimdi başlıyor. Çünkü referandum sürecinde anayasa değişikliğine niçin karşı olduklarını izah etmek ve tabanlarını CHP ile aynı doğrultuda oy vermeye ikna etmek zorundalar... MHP yönetiminin Anayasa Mahkemesi ile HSYK'nın yapılarının yeniden belirlenmesi talepleri karşısında CHP çizgisinde muhalefet yürütmesi partinin düpedüz CHP'leşmesi demek olur... Devlet Bahçeli, daha geçtiğimiz günlerde "CHP'nin arka bahçesi" diye nitelediği Anayasa Mahkemesi'nin yapısının reforme edilmesine hangi gerekçeyle karşı çıkacak, ben şahsen merak ediyorum. Üstelik içlerinde MHP'lilerin de yer aldığı "411 el" tarafından kabul edilen değişikliğin Anayasa Mahkemesi'nin "yetkisini aşıp kendisini Yasama'nın yerine koyarak" iptal edişi henüz hafızalardayken! MHP'ye oy veren seçmen tabanıyla AK Parti'ye oy veren seçmen tabanı arasındaki sosyokültürel zemin paydaşlığı ve iki partinin seçmenleri arasındaki "geçişlilik" ortada. Bunun yanında MHP oylarının tabanın memnuniyeti veya memnuiyetsizliğine göre yüzde 8 ile yüzde 18 arasında oynayabilmesi de vakıa. Öyleyse referandum MHP için tehlikeli bir kavşak olabilir..." MUSTAFA KARAALİOĞLU Adı artık 12 Eylül Anayasası değil "... 1982'de kabul ettirilen o metni artık "12 Eylül Anayasası" olarak adlandırmaktan kurtulduk diyebiliriz. Belki ileri düzeyde bir demokrasi anayasasına kavuştuk da diyemeyiz ama en azından 12 Eylül apoleti sökülmüştür... Darbecilere yargı yolunun açılması da bunun ilanıdır... Tayyip Erdoğan, büyük bir siyasi zafer elde etmiştir. Son derece riskli bir Meclis grubuyla büyük bir değişime soyunmuş ve muvaffak olmuştur. Anayasa değişikliği paketini Meclis'ten geçirmek; kıyaslamak gerekirse 22 Temmuz seçimleri şiddetinde ama ondan daha kalıcı bir başarıdır... Bütün kavga-gürültüye rağmen, milletvekilleri yine de başarılı bir sınav vermişlerdir. Her şey toplumun gözü önünde canlı yayında cereyan etmiş ve muhalefet elinden gelen engellemeleri yaparak, iktidar da elinden gelen süratle paketi finale taşımıştır. Böylesine nitelikli değişim durumlarında gerginlik normaldir ama hepimiz gördük ki yine de her şey "meşruiyet" sınırları içerisinde gerçekleşmiştir... Böyle bir paketin 367 oyu bularak Meclis'te kesinleşmesi gerekirdi ama 12 Eylül ruhunun silinmesi için, tıpkı anayasanın ilk kabulünde olduğu gibi bir kez daha referanduma gidilmesi hayırlıdır. Belki gereklidir de!... Bu dakikadan sonra paketi Anayasa Mahkemesi'ne götürmek hem "centilmenlik" dışı bir girişim, hem de mahkemeyi yetkisi olmayan bir karara zorlamak "meşruiyet" dışı bir teşebbüs olacaktır. CHP yönetiminin ortaya çıkan bu tablodan sonra halkın karşısına çıkıp "Elimden geleni yaptım, bundan sonra görev sizindir" demekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır... Aksi takdirde tıpkı 367 olayında olduğu gibi, tıpkı 10 ve 42. maddelerin iptalindeki gibi çarpan etkisi yapan bir siyasi ve hukuki reaksiyona sebebiyet verilmiş olacaktır. İptal teşebbüsü, değişikliğe karşı blok oluşturan CHP/MHP/BDP ittifakının işine yaramadığı gibi AK Parti'yi daha da büyütmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır. Bir de halkın ayağına gelen karar yetkisinin mahkeme marifetiyle derdest edilmesine vereceği sandık tepkisi vardır ki, geçmiş örnekleri malumdur... Erdoğan Türkiye'yi tek parti rejimine mi götürüyor yoksa modern bir demokrasiye mi? Değişen maddeler toplumu ileriye mi geriye mi götürecek? Hiç şüpheniz olmasın insanlar bunu mahkemelerden çok daha iyi analiz ediyorlar... Eğer kaygı zaten bu ise, yani milletin doğruyu bulacağından endişe ediliyorsa da onlara şimdiden "geçmiş olsun" demek lazımdır..." GAZETESİ ALİ BAYRAMOĞLU Bir eşik daha geride kaldı... "... Anayasa değişiklik paketi Meclis'te kabul gördü. Değişim sürecinin sınırları geldi ve sonunda yargı kalesinin sınırlarına, duvarlarına dayandı. Türkiye'de yargı, özellikle yüksek mahkemeler birey değil devlet, hak değil ödev esaslı bir yaklaşıma sahip olmuşlardır... Otoriter uygulamaları doğrulamak, devlet ideolojisini mutlak ve sürekli kılmak yüksek yargının hemen her zaman arka planda yatan işlevleri olmuştur. Bu işlevler 28 Şubat'la birlikte arka plandan ön plana çıktı, yüksek yargının mutlak siyasallaşması, arka arkaya gelen kapatma davaları ve kararlarıyla tartışılmaz bir nitelik kazandı... Takip eden dönemde bu işlevinin yanına siyasi kararları esastan denetlemek işini de ekledi. Örneğin Anayasa Mahkemesi kendisini ilgilendiren bir değişikliğin bile Anayasa'ya aykırılığını, üstelik esastan aykırılığını ileri sürecek kadar aktörleşti. Ergenekon sürecinde de açıktır ki en derin devlet ayaklarından birisi olarak karşımıza çıkmıştır yargı. Bugün Anayasa değişikliğinin hedeflediği açık olarak bu yapıdır. Bundan dolayıdır ki, yüksek yargı organlarının temsilcileri, değişim karşısında direnen grupların önde gelenleri, kalemleri günlerdir, haftalardır sert ve kesintisiz sesler çıkarıyorlar. Yargının kuşatıldığından söz ediyorlardı, bugün kuvvetler ayrılığının ihlalinden dem vuruyorlar... Ne gam! Anayasa Mahkemesi'nin 367 hadisesiyle bizzat Anayasa'yı ihlal ettiği, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun Şemdinli savcısı hakkında verdiği karar ve Ergenekon davasında aldığı yandaş tavırla yargı düzenini iyice siyasileştirdiği bir ülkede yaşıyoruz... 28 Şubat zihniyetinin yüksek yargıçları tarafsızlıktan uzak, hukuki hiçbir ilkeyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir duruşun bağımsızlığı ve tartışılmazlığını talep ediyorlar... Ülkedeki hakim toplumsal dalga, bugün ortada bir sorun varsa, bunun her şeyden önce yargı mensuplarının zihniyeti ve ideolojik tutumlarıyla, etik tutumlarıyla ilgili olduğuna işaret ediyor. Gerçekten de yargı zihniyeti ve yargı politikası Türkiye'de demokratik değişimin karşısındaki en büyük engel olarak duruyor. Aralık ayında Taraf manşet yapmıştı. Yargıtay'ın internet sitesindeki 'Güncel Kararlar' bölümünde üç örnek karar vardı. Birincisi Hrant Dink'in Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde bilirkişi raporunun "Suç unsuru yoktur" raporuna rağmen 'Türklüğü tahkir ve tezyif' ettiği iddiasıyla 301. maddeden mahkûmiyet kararının onaylandığı karar tutanağıydı. İkincisi ise, ünlü Şemdinli davasında faillerin serbest kalmasına yol açacak sivil mahkemenin verdiği kararı usulden bozarak Askeri Mahkeme'ye gitmesine yol açan süreçle ilgiliydi. Sitede yer alan üçüncü "örnek" karar ise bir "töre" cinayetinde kadın hakları örgütü AMARGİ Kadın Akademisi'nin davaya müdahil olma talebinin reddi üzerine verilen karardı. Yeteri kadar açık değil mi?... Referandum umarız büyük demokratik hamleyi ifade edecek bir eşik daha oluşturur..." YASİN AKTAY MHP-BDP-CHP ittifakı kimin son çaresi? "... Anayasa değişikliği paketinin TBMM'ndeki görüşmeleri esnasında ortaya çıkan CHP-BDP-MHP ittifakı galiba birileri için tam bir "en zor zamanlar ittifakı" olarak düşünülmüş izlenimi veriyor... Birbiriyle hiçbir konuda bir araya gelmesi mümkün ve muhtemel görünmeyen bu üçlü sonuçta dönüp dolaşıp öyle bir konuda buluştular ki, bu durum şimdiye kadar sistemin nasıl bir kurguya dayanmış olduğunu da açığa düşürmüş oldu. Bu ittifakın açığa yol açan, statükonun savunma refleksinden başkası değildi. Bu refleks Anayasa değişikliği paketinin içerdiği gerçek bir tehdide karşı ortak bir savunma duygusunu harekete geçirmiş oldu. Bu da Anayasa paketiyle yapılan hamlenin ne kadar can alıcı, ne kadar gerçek bir yere dokunmuş olduğunu gösteriyor... Tıpkı iyot gibi açığa düşen yüksek yargı ile CHP arasındaki ilişkiler gibi, Türkiye'deki otoriter, milliyetçi, derin statüko ile demokratik ve özgürlükçü geçinen kemiler arasındaki işbirliği de iyot gibi açığa çıkmıştır. Özellikle BDP'nin mevcut sistemin devamından yana bütün şikâyetlerinin ve eleştirilerini sahte olduğu anlaşılmıştır... Anayasa değişikliği sürecinin TBMM aşaması tamamlandı. Bu aşamada genelde AK Parti'nin özelde Genel başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk siyasetinde siyasetin gerektirdiği en yüksek performansı sergilemiş olduklarını takdir etmek bir görevdir... Paketin TBMM'nden geçişi esnasında 335 kişilik grubu kontrol etmekte gösterdiği başarı, zaten çok güçlü olan liderlik vasfına yeni bir boyut ve derinlik katmıştır. Paketin partilerin kapatılmasını zorlaştıran ve TBMM iznini gerektiren 8. Maddesinin düşmesi üzerine gözler AK Parti'deki firelere çevrildi. İlk anda "AK Parti içindeki uyuyan Ergenekon hücreleri" yorumu yapıldıysa da paketin toplamının da geçmesi sonucunda daha kolay yapılabilecek bir değerlendirme şu oldu: 8. Maddenin düşmüş olması paketi fazla etkilememiş hatta bu yolla AK Parti birçok bakımdan çok kârlı bir durumla karşı karşıya kalmış oldu... İkincisi bu vesileyle BDP'nin de dâhil olduğu bütün partiler arasındaki mahcup ittifak bütün açıklığıyla ortaya çıkmaya mecbur bırakıldı. 8. Madde de sorunsuz geçmiş olsaydı, BDP'nin anayasa değişikliği konusunda statükonun safında durduğu yer bu kadar göze batmamış olacaktı... Sonuçta BDP'nin da katılımıyla ittifak daha fazla güçlenmiş olmadı, aksine her biri bu ittifaktan büyük yaralar alarak çıkmış oldular... Siyasette partiler arasındaki ittifakların seçmenin de ittifakına bire-bir yansıyacağı beklentisi genellikle ham-hayaldir... Seçmenlerine sadakat göstermeyen partilere seçmenin hiçbir şeklide sadakat göstermediği, hiçbir partinin seçmeninin kendi çantasında keklik olmadığı gerçeği referandum sürecinde kendisini en fazla hissettirecek gerçek olacaktır..." GAZETESİ AHMET TAŞGETİREN Baykal'ın öcü profili "Sivil dikta..." Nuray Mert üretti, Deniz Baykal ve benzeri CHP şürekâsı tüketiyor... Baykal'ın en son tanımlamasına göre, "Devlet olanaklarının, giderek Anayasa'nın, hukukun, demokrasinin gerekleri bir tarafa bırakılarak, baskılarla, yolsuzlukla, dayatmalarla, bir sivil diktanın emrine doğru dönüştürülmekte olduğu çok açıktır." Ona göre "İnsanlar tarihi bir süreci yaşarken bunu fark etmezler, kendilerini aldatırlar. Bu süreç yaşanıyor. Sürecin son aşaması Anayasa değişikliğidir. Bu tamamlanırsa Türkiye çok farklı bir aşamaya gelecek." Baykal'ın, Türkiye'nin önüne koyduğu "öcü profili" bu. Baykal'ın bu yaklaşımı, Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın daha geniş tabanlı bir üye yapılanmasına yöneltilmesi ve burada Cumhurbaşkanı ile TBMM'nin katkısının bir ölçüde artması ile bağlantılı bir değerlendirme... Peki soralım bakalım, nasıl olacakmış bu sivil dikta? Anayasa'yı Meclis değiştiriyor. Meclis'in onayından sonra Cumhurbaşkanı inceleme yapacak. Cumhurbaşkanını Meclis seçti. Meclis'in kararından ve Cumhurbaşkanı'nın onayından sonra halkın oyuna başvurulacak... Diyelim hükümet ve Cumhurbaşkanı bu süreçte yanlışlar yaptı. Bir yıl sonra genel seçim var. Halk bu seçimde iktidarın yanlışlarının hesabını sorup, onu düşürebilir. İki yıl sonra halkoyu ile Cumhurbaşkanı seçimi var. Cumhurbaşkanı Gül'ün aday olup olmayacağı bilinmiyor. Aday olduğu takdirde, elbette ki halk, geçen 5 yıllık süredeki performansına, tarafsız olup olmadığına, devleti iyi temsil edip etmediğine, içerideki-dışarıdaki başarısına bakıp oy verecek... Tek başına yarışmayacak. Belki Baykal da adaylığını koyacak. Veya CHP'nin benimsediği bir aday gösterilecek. Kim bilir belki de o aday, Gül'den veya AK Parti'nin benimseyip sunacağı (diyelim Tayyip Erdoğan) adaydan daha çok sevilecek. Baykal'ın "sivil dikta" teorisine karşı sorulacak iki soru şu: Bir yıl sonraki genel seçimlerde AK Parti'nin zaferinden başka ihtimal söz konusu değil mi? İki sene sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Gül veya AK Parti'nin destekleyeceği (diyelim Tayyip Erdoğan) bir adayın zaferinden başka bir ihtimal söz konusu değil mi? Yani "sivil dikta" AK Parti iktidarı ile Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı ile ya da Abdullah Gül ve benzeri bir kişiliğin Cumhurbaşkanlığı ile bağlantılı ise, halkın onlardan başka birisini bu görevlere getirmeyeceği kesin mi? Tabii, bu sorunun hemen altında, "Sayın Baykal'da, CHP'li bir kişilik dışında, halkın sorumluluk vereceği tüm şahıslar potansiyel anlamda sivil diktaya yönelebilirler kanaati mi hakimdir" sorusu vardır. Yani "Bu halk zaten 1950'den beri sorunludur" mu denmek istenmektedir? "Sivil dikta" yani Türkiye'de halk oyunun rengi! "Sivil dikta karşıtlığı" yani Türkiye'de halk oyu ile mücadele! Yani CHP..." GAZETESİ AHMET ALTAN Kedinin rengi "... Kesinlikle tarafız biz bu anayasa referandumunda. Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesini ve halk üzerindeki vesayetin artık ucundan köşesinden de olsa yıkılmasını istiyoruz. Özellikle yargı sisteminde yapılan değişiklikler, "bu sistemin" can evine dokunuyor. Onun için sistem sıkı bir şekilde direniyor... CHP de dâhil hiç kimse bu "değişikliklere" açıkça karşı çıkmıyor... Bu anayasa referandumuyla değişecek olan "sistemi" usulca bir kenara itip, tartışmanın merkezine AKP'yi oturtuyor. Bu anayasayı kim değiştirirse, bu değişiklikten o partinin yararlanacağını ve AKP'nin de bu değişiklikleri kendi çıkarı için yaptığını söylüyor. Ve, "AKP'nin çıkarına olan her şey kötüdür" diyor. Böylece, asıl hedef "sistemin özü" iken tartışma AKP üzerine dönüyor... Bu anayasayı değiştirmek isteyen, sistemin özüne dokunan, bu devletin yapısını dönüştürmek isteyen ve bu istediğini gerçekleştirecek güce sahip başka bir parti var mı?... Sistemi değiştirebilecek olan tek parti AKP ve "AKP kötü parti" olduğu için onun yaptığı her değişikliğe karşı çıkmamız lazım... Bu tavırla "hem ilerici, hem solcu, hem demokrat" oluyor hem de değişimi kilitliyorsunuz. Fena kurnazlık değil, değil mi? Geçerli de oluyor. O kadar geçerli oluyor ki Kürtlerin partisi BDP, Şemdinli'de Kürtleri bombalayıp öldüren askerler hakkında iddianame yazdığı için bir savcıyı meslekten atan "Hâkimler ve Savcılar Kurulu"nun yapısının değişmesinin "Kürtleri ilgilendirmediğini, bu değişiklik paketinin Kürtlere hiçbir şey vermediğini" söyleyebiliyor... Çin'in unutulmaz liderlerinden biri olan Cüce Teng, buna benzer bir tartışmada çok sıradan bir benzetme olmasına rağmen tarihe geçen bir açıklama yapmıştı. "Kedinin siyah mı beyaz mı olduğu önemli değildir, önemli olan fareyi yakalayıp yakalamadığıdır." AKP şöyle ya da böyledir, bu anayasa değişikliğiyle "fareyi yakalıyor" mu, yakalamıyor mu? Yakalıyor. AKP'yi beğenmiyorsanız AKP'yle mücadele edersiniz, "onun demokratlığını" yeterli bulmuyorsanız ondan daha demokrat olursunuz ama onun yaptığı "yararlı" bir işi "sırf o yaptı" diye reddetmezsiniz. Tabii, sistemle bir sorununuz varsa böyledir bu, sistemle bir sorununuz yoksa, bu sistemin devamından bir çıkar umuyorsanız, siz "fareyi bırakır kedinin rengini" tartışırsınız. Biz bu sistemin değişmesini istiyoruz, biz insanları bombalayan, öldüren kim olursa olsun yargılanabilsin istiyoruz, biz bu ülkedeki herkes eşit olsun istiyoruz, biz eşitliği reddeden bu düzen bitsin istiyoruz, halkın iradesini inkâr eden her gücün geriletilmesini istiyoruz... Biz "farenin" yakalanmasını sonuna kadar destekliyoruz. Türküyle Kürdüyle bu halkın, "kedinin rengiyle" mi yoksa "farenin yakalanmasıyla" mı ilgili olduğunu da referandumda görürüz..." GAZETESİ FATİH ALTAYLI Baykal'a komplo ama "... DENİZ Baykal'ın yaptığı hiçbirimizi ilgilendirmez aslına bakarsanız. Hesabını eşine verir. Olcay Hanım'a. Ama ne yazık ki, siyasetin zirvelerinde olunca, hesaplar halka veriliyor... "Bu olay bir komplodur" diyorlar. Doğru, bu bir komplodur. Yoksa kim, niye böyle bir ilişkiyi kayıt altına alsın... Ama komplonun malzemesini verenin hiç mi suçu yok. Böyle bir olay, dünyanın her yerinde haberdir... Muhalefet partisi liderinin, o partinin milletvekili kadınla ilişkisine kim "Haber değil" diyebilir... O zaman onlara sorarım: "Peki ya rakip siyasi partinin lideri bunu yapsa ve bu yayınlanmasa o zaman ne derdiniz?" Basını suçlamaz mıydınız, "Baskıdan korktunuz" diye. Bence bu olayın tek bir çözümü vardır. Deniz Baykal hemen istifa etmelidir. Çok başarılı olmasa da son güne kadar "temiz" götürdüğü bir siyasi hayatı, "insani bir zaafla kirlettiği" için CHP Genel Başkanlığından istifa etmelidir... DENİZ Baykal'a yönelik bu komplonun muhalif işi olma olasılığını düşük gördüğümü söylemeliyim. Bence komplocuyu yakınlarında bir yerde aramalı. Zaten bu bir muhalif komplo olsa, o görüntüler bugün değil, seçimlere bir ay kala yayınlanırdı... Bizim gördüğümüz, yayınlanan görüntüler farklı zamanlarda çekilmiş ve peş peşe eklenmiş. İnandırıcılığı artırmaya ve görüntülerdeki kişilerin kimliğini daha net vurgulamaya yönelik bazı işlemler yapılmış. Ama bütün bunlar sonucu değiştirmiyor. Deniz Baykal siyasi bir kimlik olmasa, halktan oy istemek zorunda olmasa bu konu kimseyi ilgilendirmezdi. Ama durum bu değil. Ortada büyük bir rezalet var. Ve her şeyin bir bedeli... BAYKAL'a yönelik komploda üzerinde durulması gereken bir şey var. "Bu görüntüleri kim kaydetti?" Bu görüntüleri eğer devletin bir güvenlik kuruluşu, MİT, Emniyet veya herhangi bir resmi birim kaydettiyse bu olayın seyri farklı bir yöne gider... Şu andan itibaren üzerinde durulması gereken nokta, bu görüntülerin "devlet gücü ve otoritesi kullanılarak elde edilip edilmediğidir". Bizim gazetecilik ilkesi olarak benimsediğimiz ise şudur: Bu görüntüler şöyle veya böyle illegal yöntemlerle taraflardan en az birinin bilgisi dışında elde edildiği için, biz bu görüntüleri yayınlamayız..." GAZETESİ FİKRET BİLA CHP'nin aykırılık dayanakları "... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, referandum hazırlıklarına başladıklarını açıkladı. Partisinin gençlerinden referandum için şimdiden çalışmaya başlamalarını istedi. Referandumun yeni çıkarılan yasaya göre temmuzun sonuna denk geleceği tahminleri yapılıyor, bazı tarihler veriliyor. Ancak, referandumdan önce Anayasa Mahkemesi aşaması var. Anayasa Mahkemesi'nin alacağı karar, referandum takvimini değiştirebilir. Nedeni ise, CHP'nin iptal başvurusu yaparken ayrıca yürürlüğü durdurma talebinde de bulunacak olması. Anayasa Mahkemesi, CHP'nin talebi doğrultusunda yürürlüğü durdurma kararı verirse, bu durumda referandum takvimi de durur. Referandum takvimi, ancak Anayasa Mahkemesi'nin davanın esası hakkında karar vermesinden sonra yeniden işlemeye başlar. Yüksek Mahkeme, CHP'nin talebini yerinde görmez ve yürürlüğü durdurma kararı vermezse, o zaman, referandum takvimi kesilmemiş olur... Referandum süresini kısaltan yasanın, seçim yasası gibi değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusu gündeme gelecektir. Bu konuyu da Yüksek Seçim Kurulu'nun karara bağlaması gerekiyor... CHP'nin anayasa uzmanları, iptal başvurusunu hazırlıyorlar. Yasalaşan değişikliklerin Anayasa'ya aykırılığı konusunda CHP'nin kullanacağı dayanakları şöyle özetleyebiliriz: 1- Gizliliğin ihlali: CHP, oylamalarda Anayasa'nın öngördüğü gizlilik kuralının ihlal edildiğini, bu nedenle Anayasa'nın 175. maddesine aykırılık oluştuğunu öne sürecek. CHP, bu tezine kanıt olarak oylamalar sırasında basına yansıyan görüntüleri kullanacak... 2- 2. maddenin ihlali: CHP, ayrıca Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısını değiştiren maddelerin de Anayasa'nın değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri düzenleyen 4. madde hükmüne aykırılık oluşturduğunu öne sürecek... CHP, aykırılık tezini, düzenlemenin değiştirilmesi teklif edilemez hükmüne aykırı olduğu, bu hükmün bir şekil şartı olduğu görüşüne dayandıracak. Böylece Anayasa Mahkemesi'nin şekilden hareketle esasa girmesinin mümkün olduğu tezini işleyecek ve Anayasa Mahkemesi'nin türbanla ilgili düzenlemeyi iptal ederken verdiği kararı örnek gösterecek. 3- Yürürlük maddesi de aykırı: CHP'nin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia edeceği bir diğer madde de, paketin referanduma bir bütün olarak sunulmasını öngören yürürlülük maddesi. CHP'ye göre bu madde de Anayasa'nın 175. maddesi ile Venedik Komisyonu kararlarına aykırılık oluşturuyor. 4- İki teklif: CHP, anayasa değişikliğiTBMM Başkanlığı'na verilen ve Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'in de imzasını taşıyan teklifi de iptal başvurusunda konu edecek... 5- İvedilik kuralının ihlali: CHP'nin Anayasa'ya aykırılık iddia edeceği bir diğer konu da görüşmeler sırasında "İvedilikle görüşülemez" hükmüne aykırı davranıldığı. CHP, değişiklik paketinin Anayasa'nın 148. maddesine aykırı olarak ivedilikle görüşüldüğünü öne sürecek..." GAZETESİ MURAT YETKİN Gül'ün uyarıları "... Anayasa değişiklik paketi 6 Mayıs'ın 7 Mayıs'a döndüğü saatlerde iki fireyle de olsa kabul edildi. Kimi AK Parti vekillerine göre, parti kapatmaları zorlaştıran maddenin paketten düşmesi (ve ona bağlı maddenin feda edilmesi) hayırlı bile oldu. Çünkü kapatmayı Meclis komisyonlarının kararına bağlayan hüküm yargı-yasama-yürütme çelişkisine yol açıyordu ve Anayasa Mahkemesi'nden (AYM) geri dönme riski taşıyordu... Değişiklik paketi dün Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin tarafından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e resmen gönderildi ve böylece Cumhurbaşkanı'nın 15 günlük inceleme süresi başladı... Cumhurbaşkanı'nın paketi olduğu gibi referanduma sunma ihtimali yüksek. Paketin Anayasa'nın ruhuna aykırı olduğu gerekçesiyle Mahkeme'ye taşımayı planlayan siyasi güç CHP... Başbakan Tayyip Erdoğan ise dün partisine referandum için çalışma talimatını verdi bile... Gül, bir yandan referandum sürecinin kendi yüzünden gecikeceği iddialarının önüne geçmek, diğer yandan da bu tartışmanın içine çekilmemek için kararında gecikmemeyi tercih edecektir. Gül'ün dünkü açıklamalarında PKK ile mücadele üzerine söyledikleri de Ankara'da bu alanda oluşan yeni bakışı, belki eski bakışa yeni bir açıdan dönüşü gösteriyordu. Gül, Hakkâri'nin Irak sınırındaki Dağlıca karakolu yakınlarında devriye gezen askerlerle PKK'lılar arasında çıkan ve iki askerin şehit olmasına beş PKK'lının da öldürülmesine neden olan çatışma sorulduğunda, ‘bahar gelince inlerinden çıkıyorlar' gibi sert bir söylem kullanarak "Taviz yok, sonuna kadar mücadele edilecek" dedi... Gül geçen hafta Tunceli'deki Sarıyayla karakoluna yapılan saldırı üzerine medyada dile getirilen ihmal kuşkuları üzerine de, daha önce örneği görülmedik şekilde Genelkurmay'dan bilgi istemişti. Jandarma'nın iki numarası Korgeneral Mustafa Bıyık Köşk'e çıkıp Gül'ün sorularını yanıtlamaya çalışırken, Jandarma Komutanı Orgeneral Atilla Işık da Tunceli'ye gidip teftiş etmişti. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, bu gelişme ardından bir tümgeneral başkanlığında müfettiş heyeti oluşturulduğunu ve rapor sonucuna göre karar vereceklerini açıklamıştı. Şimdi, Dağlıca çatışmasıyla birlikte, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un da Brüksel'deki NATO temaslarını yarıda keserek Ankara'ya döndüğünü öğreniyoruz. ABD ile Irak'taki PKK'ya karşı işbirliğinin bir üst seviyeye çıkartılacağı ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu tarafından Ankara'ya davet edildiği, diğer yandan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yönetiminde değişiklik yapılma hazırlığında olduğu bir dönemde bu gelişmeler, doğal olarak yakın dönemde yeni gelişmelere işaret ediyor. Bunu sezmiş olmalılar ki, Anayasa oylamasında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın tepkisini alan BDP'liler ‘operasyonlar dursun' sloganıyla askeri sevkıyat konvoylarını durdurmak, ‘gerekirse canlı kalkan olmak' amacıyla Irak sınırına hareketleniyor. Gül, aynı zamanda Başkomutan sıfatıyla bu sürecin kontrolünü ele alma hazırlığında, ya da almış görünüyor. O nedenle bugünlerde Gül'ün uyarılarını daha bir dikkatle izlemek gerekiyor..." GAZETESİ OKAY GÖNENSİN İmralı kendi halkına ihanet ediyor "... PKK ve liderinin iddiası, Türkiye'nin Kürt vatandaşlarını temsil etmek ve onların haklarını almak için silaha sarılmış olduklarıdır. Demokratik bir siyasi mücadele yürütmek yerine "silaha sarılma"nın savunması olamaz... Demokratik mücadelelerin sağladığı gelişmeleri tek tek sıralamaya gerek yok; bunları herkes biliyor, kuşkusuz Kürt vatandaşlarımız da çok iyi biliyor... Siyasi özgürlükler, insan hakları ve özgürlükleri açısından atılması gereken daha birçok adım var. Ama PKK'nın şu anda yürüttüğü saldırılar o adımların atılmasını sağlamaz, tam tersine geciktirir. Bunu PKK'nın ve İmralı'daki liderinin de görmemesi mümkün değildir. O zaman göz göre göre "kendi" halklarına ihanet etmelerinin nasıl bir açıklaması olabilir? Kürt vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde ekonomik canlanmanın sağlanması için birçok çaba gösteriliyor. Ama hedeflenen ekonomik gelişmenin önündeki en büyük engelin terör olduğunu da bütün bölge halkı çok iyi biliyor. Türkiye'de önemli siyasi gelişmeler yaşanırken, PKK'nın saldırıları başlatmasının en başta Kürtleri rahatsız edeceği çok açıktır. Saldırılar arttıkça, şehit cenazeleri geldikçe, örneğin taş attığı için hapse konulan çocuklar konusunda bir yasal düzenleme yapmak bile zorlaşıyor. Bu durumda da ancak PKK'nın, o çocukların hapisten çıkmasını istemediği sonucuna varılır... PKK'nın kendi var oluş gerekçelerinin önemli bir bölümü yok oldu, bir bölümü de yakın gelecekte yok olacak. Türkiye bu sürece girmiştir, gecikse de süreç devam edecektir. Geriye iki mesele kalacak: Birisi, elini kana bulamamış olanlar için af, diğeri de İmralı'daki hükümlünün cezasını çekme koşulları. BDP bunları gündeme getirdiğinde, en azından konuşacak birilerini bulmak istiyorsa, önce yapılacak olan, PKK'nın saldırıları durdurması, silah bırakma kararı aldığını ilan etmesi ve buna herkesi inandırmasıdır..." GAZETESİ MEHMET ALİ BİRAND Artık yetti, bizi yordunuz... "... Anayasa değişiklik paket, biri eksik onaylandı ve çıktı. Tüm siyasetçilerimizden bir ricamız var: Bizi çok yordunuz. Sadece kavga ettiniz. Artık, tatile mi çıkacaksınız, ne yapacaksanız yapın ve bizi bir süre dinlendirin... Öylesine bir maraton yaşadık, iki hafta süresince öylesine kavga-döğüş izledik ki, toplum yoruldu. Tartışmalardan da, hiçbir şey anlamadık. Sadece karşılıklı küfürlü, hakaretli, sille tokatlı bir kargaşa yaşadık. TBMM'de de, iki hafta süreyle içerik konuşulmadı. Bu değişikliğin ne anlama geldiği bir türlü tartışılmadı. Şimdi önümüzde, önce bir Anayasa Mahkemesi süreci var. Ardından da referandum gelecek. Eğer referandum sırasında da aynı kavga çıkacaksa, vah bizim halimize. Şu önümüzdeki günlerde gelin biraz dinlenelim... Bir süre için değişiklik paketinin içeriğini tartışalım. Sonra çok pişman oluruz..." GAZETESİ SERDAR ARSEVEN Hani "AK Parti-PKK elele" idi!.. "...İnanılmaz bir süreçti. İlk tur için 9. ikincisi için 5 gün Meclise kilitlendik... Önemi yıllar geçtikçe çok daha iyi anlaşılacak bir paket bu. Başbakanın "Ya tarih yazacaksınız ya tarih olacaksınız" sözünün ne manaya geldiğini bugün kavramakta güçlük çekenler... Türkiye'de -hele- bir iktidar partisini kapatmanın neredeyse imkansız hale geldiğini görecek. Yargı'nın (HSYK'daki "kimyasal değişim" sayesinde) daha az sıkıntı, daha çok adalet üretme imkanına kavuştuğunu zamanla idrak edecek. Hükümetin aradan bunca zaman geçtiği halde temel meselelerin çözümü yolunda adım atamadığını, samimi duygularla dile getirenler biraz olsun rahat edebilir... Bugüne kadar her hayırlı icraatın takozu: millete yakın hukuk adamlarının korkulu rüyası olan devlet organlarının çakılıp kaldıkları yerden oynatılması hayati öneme sahipti. ETÖ zihniyetinin çökertilmesi büyük ölçüde bu operasyona bağlıydı. Daha dün gerçekleştirdiği Mehmetçik katliamıyla "Pakete karşıyız" mesajını vermeye çalışan ETÖ bundan sonra iyice yer altına çekilmek durumunda kalacaktır... Bu Anayasa maratonu bir dolu müspet sonucu getirdi önümüze. İlki; ETÖ'nûn mahiyetini herkes kavramış oldu. "AK Parti-PKK elele" sloganının yerini bir başkası aldı. Biliyorsunuz artık. "Kimler kimlerle elele!.."... Ulusalcı Sağ ile Ulusalcı Solun gerçek mahiyetlerini, aralarındaki bağlantıları hep birlikte görmüş olduk!.. Bir grup Ülkücünün pakete Meclis dışından destek verişine de şahitlik ettik bu süreçte. "Milliyetçilik" ile "ulusalcılık" arasındaki farkın bu vesileyle net bir şekilde ortaya çıkması da en hayırlı neticelerden... Meclisteki çetin mücadeleyi "AK Parti şimdi parti oldu" cümlesiyle ifade etmiştim kuliste... Anayasa paketi görüşmelerinin başladığı güne kadar AK Partili vekillerin çoğu birbirlerini tanımıyordu... Şimdi (birkaç fireci hariç), aralarında önemli bir bağ oluştu. Bunun parti teşkilatlarına da yansıyacağını düşünüyorum. AK Parti'nin bu süreçte risk alması da "bedel ödemeye artık hazır oldukları" düşüncesini uyandırdı. Lider bu; sana 330 gerekiyor. Elinde bunu ancak birkaç oyla aşabileceğin kadar vekil var. Dengeleri gözeterek sağdan soldan toplama bir takım oluşturmuşsun... Oylama gizli. ETÖ Meclis içindeki uzantılarına sürekli olarak Mehmetçik katlederek tam destek veriyor... AK Partili vekillerin çileden çıkması için her türlü tahrik unsuru hazırlanmış... Bu kadar kritik ve gerilimli bir süreci böylesine az hasarla yönetip istediği neticeyi alan Başbakanın siyasi kariyerinin zirvesinde olduğu aşikar. Referandumdan çıkacak net sonuç, Erdoğan için KÖŞK'ün kapıları ardına kadar açabilir. Bu arada; "Başkanlık sistemi" de ilk Genel Seçimin ardından gündeme iyice yerleşebilir. Sokaktaki vatandaşın paketin içeriği ile fazla ilgilenmediği söyleniyor. Kısmen doğru... Lâkin, büyük resmi de pekala görüyor... Ak Parti Medya Tanıtım Başkanlığının hazırlamakta olduğu kitapçıkta Anayasa paketinin "tam olarak hangi alanlarda ne gibi yenilikler getirdiği" net olarak ortaya konacak. Vekiller, teşkilatlar iyice motive olmuş durumda. Paket (Anayasa Mahkemesi engeline takılmadığı takdirde) vatandaştan büyük destek görür. İyi anlatılırsa çok büyük destek görür. İyi anlatılamazsa yüzde 60'la geçer..." |
|
05-09-2010, 18:02 | #26 |
DIŞ BASIN ÖZETLERİ İRAN:İRNA: İRAN DIŞİŞLERİ BAKANI TÜRKİYE'YE GİDECEK 07.05.2010 İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Manuçehr Mutteki, bugün öğleden sonra bir günlük bir ziyaret için Türkiye'ye gidecek. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile birlikte Birleşmiş Milletler (BM) merkezinde 3 Mayısta başlayan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşmasını (NPT) gözden geçirme toplantılarına katılmak üzere New York'ta bulunan Mutteki'nin, Tahran'a geçmeden önce Türkiye'ye giderek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşeceği bildirildi. Diplomatik Kaynakların bildirdiğine göre, taraflar arasındaki görüşmelerde çeşitli bölgesel ve uluslararası konuların gündeme geleceği belirtiliyor. İRNA: TÜRKİYE'DE ANAYASA REFORMU SÜRECİ 06.05.2010 Türkiye'de Erdoğan hükûmetinin, Anayasa maddelerinde değişikliği öngören teklifi, bu gece Mecliste kabul edildi. Ancak Mecliste haftalarca süren tartışmalardan sonra kabul edilen AK Parti'nin öngördüğü değişikliklerin kaderi henüz belli değil. CHP, söz konusu değişiklikleri iptal etmek için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmakla tehdit etti. AK Parti ise söz konusu iddiaları reddederek Anayasa değişikliklerini, Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak niteliyor ve 1980 darbesinden sonra yürürlüğe giren şu anki Anayasa'nın değişmesi gerektiği üzerinde ısrar ediyor. Türkiye Anayasası'na göre Anayasa değişiklik paketindeki maddelerden birinin kabulü için 550 milletvekilinden en az 330'unun oyu şart. Türkiye Anayasası'na göre ayrıca Meclisin kabul ettiği bütün kanun teklifleri Cumhurbaşkanının onayına sunulur. Cumhurbaşkanı gerekli gördüğü takdirde tekrar görüşülmek üzere teklifleri Meclise gönderebilir veya onaylayabilir. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanının talebi veya 110 milletvekilinin talep etmesi durumunda Anayasa değişikliklerini inceleyebilir ve gerekli gördüğü takdirde de Anayasa'ya aykırı bularak iptal da edebilir. Geçen yıl üniversitelerde türban serbestisini öngören maddenin onaylanmasından sonra CHP Anayasa Mahkemesine başvurarak söz konusu maddenin Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle iptal edilmesini sağlamıştı. Bu, Anayasa Mahkemesinin değişiklikleri şekil olarak değil de içerik olarak incelemesi açısından Türk tarihinde bir ilktir. Türkiye Anayasa Mahkemesi kararlarına itiraz edebilecek bir merci olmaması nedeniyle Mahkemenin aldığı her karar kesinlik taşıyor. Bazı hukukçulara göre geçen yıl verilen söz konusu karar, Mahkemenin Anayasa değişikliklerine daha fazla müdahalede bulunması için ortam hazırladı. Türkiye Başbakanı Erdoğan, perşembe günü basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Anayasa değişikliği ile ilgili referandum için hazırlıkların başladığını belirtti. Anayasa değişikliği için halka başvuracaklarını vurgulayan Erdoğan, "Anayasa'nın bazı maddelerinin değişmesi için son oylama bugün yapılacak." dedi. Bazı gözlemcilere göre CHP'nin söz konusu değişikliklerin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurması durumunda AK Parti'nin önünde iki seçenek yer alacak. İlk seçenek, Anayasa Mahkemesi CHP'nin talebini reddederek karşı çıkacak. Bu durumda AK Parti değişiklikleri yapmayı başararak genel seçimlere eli dolu gidecek. İkinci seçenek ise Anayasa Mahkemesi, CHP'nin talebini uygun bularak değişikliklerin iptaline karar verecek. Gözlemcilere göre bu durumda da büyük olasılıkla erken seçim gündeme gelecek. CHP ve diğer muhalif partiler de bu değişikliklerden şikâyetçi olacak ve AK Parti de seçim propagandalarında partilerin bu tutumundan şikâyet ederek elinde büyük bir koz bulunduracak. Bu da AK Parti'nin halkın genel desteğini almasına neden olabilecek. FRANSA: AFP: TÜRKİYE... ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YENİ BİR AŞAMAYA GEÇTİ 07.05.2010 Muhalefete göre hükümete daha fazla yetki verilmesine imkan tanıyacak anayasa değişikliklerinin tümünün nihai onayı anlamına gelen referandum yolunu açan Anayasa reformu Türk parlamentosunda kabul edildi. Anayasa değişikliği 550 milletvekilinden 336'sının oyunu aldı, ancak bu, referandumsuz kesin onay anlamına gelen üçte ikilik çoğunluktan az. Hukuk hiyerarşisinin ve ordunun -iktidara karşı olan iki kurum- yetkilerini sınırlama etkisi olan söz konusu değişiklikler, en kısa süre içinde referandum yapılmasını istemesi beklenen cumhurbaşkanının onayına sunulacak. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün yaptığı açıklamada, bu değişikliğin parlamentoda üçte ikilik çoğunluğu elde edememesi halinde referanduma sunulacağını söylemişti. İNGİLTERE: REUTERS: TÜRK PARLAMENTOSU REFORMLARI GEÇİRDİ SIRADA REFERANDUM VAR 07.05.2010, Pınar Aydınlı Türk Parlamentosu, anayasada reform yapmak üzere iktidardaki AK Parti tarafından sunulan bir tasarıyı bugün erken saatlerde onayladı ve referandumun yolunu açtı. Muhalefet ise değişikliklerin hayata geçmesini engellemek için mahkemeye gitmeye kararlı. Yargıda revizyon yapacak ve ordunun rolünü sınırlandıracak olan taslak şimdi imza için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e gidecek. İmzanın ardından 60 gün içerisinde referandum yapılabilecek. Ana muhalefet partisi referandumu engellemek için Anayasa Mahkemesi'ne başvuracağını söyledi. Başbakan Tayyip Erdoğan reformların, AB'nin taleplerini yerine getirmek için gerekli olduğunu söyledi. Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, milletvekillerinin sabaha karşı saat ikide tasarıyı onaylamalarının hemen ardından, "Reform paketi Meclis Genel Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Ülkemize hayırlı olsun." diyerek oturumu kapadı. Hükûmet referandumu temmuz ayında yapmayı planladığını bildirdi, ancak yasal süreç halen çetin mücadelelere sahne olabilir. Reformların iki önemli ayağından birisi Anayasa Mahkemesi'nde revizyon yapılması, diğeri ise yargı mensuplarının atamalarından sorumlu olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yeniden yapılandırılmasını öngörüyor. Eleştiri sahipleri AK Parti'yi, Türkiye'deki laikliği etkisizleştirmeye yönelik uzun vadeli bir stratejinin parçası olarak, yargının bağımsızlığını sarsmak ve üst düzey yargı kademelerine kendi destekçilerini yerleştirmek için reformları kullanmakla suçluyor. Ana muhalefet partisi referandumu engellemek için Anayasa Mahkemesi'ne başvuracağını söyledi. Böyle bir senaryo anayasal bir felce sebep olabilir ve Erdoğan'ı erken seçim çağrısında bulunmaya zorlayabilir. Daha önce AK Parti'yi kapatmaya çalışan ülkenin en üst düzey savcısı reformların demokratik olmadığını söyledi. Savcının yeni bir kapatma girişiminde bulunabileceğine ilişkin spekülasyonlar söz konusu. İSPANYA: EL MUNDO: TÜRKİYE... ERDOĞAN'IN REFORMLARI REFERANDUMA GİDECEK 06.05.2010, Fran Martinez Güneydoğuda tırmanan şiddetle birlikte gergin tartışmalardan sağ çıkan AK Parti, anayasal reformunu kendi oyun sahasına taşıyacak: Sokağa. Bu perşembe günü Türk Parlamentosu, TürkAnayasa Mahkemesi ve Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu üzerindeki siyasi güç etkisini artırarak yargının yeniden yapılandırılmasını 334 oyla kabul etti. Bununla birlikte Erdoğan'ın programının diğer temel direği -siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak madde-, AK Parti'nin başarılı olmak için gerekli çoğunluğa sahip olmasına rağmen geçen pazar günü reddedilmişti. 97 sandalyeye sahip ana muhalefet partisi CHP, düzenlemeleri Anayasa Mahkemesi'ne temyize götürme niyetinde olduğunu ilan etti ve AK Parti'yi, adli kurumlara partisinin üyelerini yerleştirerek yargının bağımsızlığına ve Türkiye'nin laikliğine son vermek istemekle suçladı. Aynı zamanda, -iki yıl önce AK Parti'yi kapatmaya çalışan- Türk Devleti Baş Savcısı, reformları anti-demokratik olarak niteledi. 2002'den beri iktidarda bulunan Erdoğan'ın partisi, 2011'de yeni yasama seçimleriyle karşı karşıya ve yargının "ayrıcalıklarına" son vermek ve ordunun siyasi ağırlığını azaltmak için reformlar programını hızlandırdı. Erdoğan, bu kararların "AB'ye katılım için gerekli" olduğunu belirtti ancak Kürt açılımı ve Ermeni uzlaşması gibi diğer programlar durdu. İSVİÇRE: LA LIBERTE: TÜRKİYE PARLAMENTOSU ANAYASA REFORM TASARISINI KABUL ETTİ 07.05.2010 Recep Tayyip Erdoğan'ın hükûmeti tarafından savunulan tasarı metni 550 milletvekilinin 336'sının oylarıyla kabul edildi ve şimdi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün imzasına sunulacak. Tasarı üçte iki çoğunluğu elde edemediği için 60 günlük bir süre zarfında düzenlenmesi gereken bir referanduma gidilecek. 2002 yılından beri iktidarda olan Erdoğan, kendisini laikliğin teminatı olarak gören yargı ve orduyla ilgili büyük reformları, AB'ye katılım projesinde zorunlu olarak değerlendiriyor. Hükûmet, üç kilit değişiklikten ikisini kabul ettirmeyi başardı. Parlamento dün, hâkimleri ve savcıları atayan ve disiplin tedbirleri alan bir kuruluş olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısını değiştirmeyi kabul etti. Parlamentonun salı günü kabul ettiği bir diğer değişiklik, Anayasa Mahkemesi hakimlerinin sayısını 11'den 17'ye çıkarıyor ve parlamentoya bu hâkimlerden bazılarını atama yetkisini veriyor. AK Parti 2008 yılında, Cumhuriyetin laik ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle neredeyse Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılıyordu. Ancak aynı parlamento pazartesi günü, siyasi bir partinin kapatılması sürecini zorlaştıracak bir değişikliği reddetti. Diğer değişiklikler askerî mahkemelerin yargılamasına sınırlama getiriyor ve darbe girişimleri veya ulusal güvenlikle ilgili suçlar konusunda sivil mahkemelere, barış zamanında, askerî personeli yargılama yetkisi veriyor. Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı ve dört ordu komutanı yüce divan tarafından yargılanabilecek. İTALYA: IL MEDITERRANEO: TÜRK PARLAMENTOSU ANAYASAL REFORMLARA DOĞRU GİDİYOR 07.05.2010 Dün, Türk siyaseti açısından önemli bir gün oldu. İslam yanlısı hükûmetin anayasal reformları harekete geçirmek için anahtar durumdaki bir adli organının yeniden yapılandırılması muhalefete rağmen, parlamento tarafından onaylandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 1982 tarihli anayasaya getirilecek değişiklik önergelerine ilişkin reform paketinin üç ana sütunundan ikisinin desteğini elde etti. Erdoğan, anayasa reformunu gündeminin zirvesine yerleştirdi ancak yasal süreci tamamlamak için bir savaş vermesi gerekecek. Hükûmeti eleştiren Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun reformu, karar gücü üzerinde AK Parti'nin kendi etkisini artırmayı bir öneri olarak görüyor. Bu düzenleme, toplam 550 milletvekilinden 334'ünün oyunu elde etti; böylece Erdoğan'ın onaylanması için ulusal bir referanduma tabi tutmayı düşündüğü bir pakette girişimi muhafaza etmek için gerekli 330 oy barajını aşmış oldu. Erdoğan, 1980'deki askerî darbeyi takiben iktidara gelen askerî hükûmet döneminde kaleme alınan bir anayasaya değişiklikler getirmek için halkın desteğini hedefliyor. AK Parti, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne yaklaştırmak için reformların gerekli olduğunu dile getirdi. Ana muhalefet partisi, değişiklikleri iptal etmek için Anayasa Mahkemesi'ne başvuru yapacağını açıkladı. Erdoğan, reform paketinin 2011 seçimlerinde ülkenin liderliğine yeniden adaylığı için önemli bir test olacağını söyledi. ALMANYA: DIE TAGESZEITUNG: TÜRKLER ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ OYLAYACAK 07.05.2010, Jürgen Gottschlich Başbakan Erdoğan hükûmetinin talebi doğrultusunda Türk halkı kapsamlı anayasa reformunu muhtemelen haziran ayında oylayacak. İktidardaki AK Parti'nin siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili daha önceki önerisi meclisten geçmemişti. Türk hükûmeti, ülkedeki adalet sisteminin yeniden yapılandırılması için kapsamlı bir anayasa reformu gerçekleştirmeye çalışıyor. Reformda, Anayasa Mahkemesi üyelerinin sayısının artırılması ve atanmasıyla ilgili düzenlemelerin yenilenmesi öngörülüyor. Reform hayata geçirilirse Anayasa Mahkemesi hâkimleri kısmen meclis tarafından atanabilecek. Hükûmeti eleştiren kesim, bu şekilde adaletin bağımsızlığının ortadan kaldırılacağını ve hükûmetin denetimi altına gireceğini düşünüyor. Konuyla ilgili değişiklik önerisine 337 milletvekili olumlu oy verdi. Önümüzdeki haziran ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yeni anayasanın oylanması konusunda referandum kararı alması bekleniyor. |
|
06-09-2010, 20:30 | #27 |
Tanıtım ve Medya Başkanlığı
9 Haziran 2010 Çarşamba GÜNLÜK BASIN RAPORU G Ü N D E M 9 HAZİRAN 2010 ÇARŞAMBA 1- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul'da, Moğolistan Cumhurbaşkanı Tsakhiagiin Elbegdorj, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi ile Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nguyen Thi Doan ve beraberindekilerle ayrı ayrı görüşecek. (Saat: 11.00/12.00/13.45) Gül, ayrıca Belçika Flaman Bölgesi Başbakanı Kris Peeters ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şah Mahmut Kureşi ve beraberlerindeki heyetleri kabul edecek. (Saat: 14.30/15.30) 2- TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, ''İnebolu Şeref ve Kahramanlık Gününün 89. yıl dönümü'' etkinliğine katılacak. (Saat: 15.00) Şahin, İnebolu'da dört ayrı serginin açılışını da yapacak.(Saat: 17.10-17.45) 3- Devlet Planlama Teşkilatı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve BM Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) ortaklığıyla düzenlenen ''Binyıl Kalkınma Hedefleri Bölgesel Konferansı'' İstanbul'da gerçekleştirilecek. Açılışını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yapacağı konferansa Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün ile Sağlık Bakanı Recep Akdağ da katılacak. (Saat: 09.30) 4- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkçe Olimpiyatları Kapanış Töreni'ne katılacak. (Saat: 19.00) 5- İstanbul Finans Merkezi Yüksek Konseyi ve Ulusal Danışma Kurulu ilk toplantısı İstanbul'da yapılacak. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan başkanlığında yapılacak toplantıya, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da katılacak. (Saat: 14.00) 6- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, TBMM Anayasa Komisyonunda ele alınacak ''Radyo ve Televizyon Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun Tasarısı''nın görüşmelerine katılacak. (Saat: 10.30) 7- Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Brüksel'de Avrupa Komisyonu üyeleri Cecilia Malmström ve Stefan Füle ile görüşecek, Avrupa Parlamentosunda temaslarda bulunacak. 8- Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin Kanun Tasarısı hakkında basın toplantısı düzenleyecek. (Saat: 11.00) ''Türkiye-Irak ilişkileri tarihi ve geleceğe yönelik açılımlar'' konulu uluslararası sempozyuma katılacak. (Saat: 10.00) 9- Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz ile Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, İstanbul'da Şanlıurfa Sanayisinin Yeniden Yapılandırılması tanıtım toplantısına katılıyor. (Saat: 09.00) 10- Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak, Sinop'un Ayancık ilçesinde çeşitli ziyaretlerde bulunacak, spor tesislerinin açılışını yapacak. (Saat: 12.30-16.00) 11- Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İstanbul'da, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi ile görüşecek. (Saat: 11.00) 12- Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, 18. Uluslararası İş Makinaları, Yapı Elemanları ve İnşaat Teknolojileri Fuarı ANKOMAK' ile İstanbul Aydın Üniversitesi Teknoloji Merkezi'nin açılışına katılacak. (Saat: 12.00/14.00) 13- Türk-Arap Ekonomi Forumunun açılış resepsiyonu, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile TOBB/DEİK Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun ev sahipliğinde İstanbul'da yapılacak.(Saat: 19.30) 14- Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Exxon Mobil Başkan Yardımcısı Mark Albers'i kabul edecek, Nabucco Konsorsiyumu ortaklarıyla bir araya gelecek. (Saat: 10.00/11.00) 15- Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, İstanbul'da Ermeni Azınlık Okullarının yıl sonu mezuniyet törenine katılacak. (Saat: 14.00) 16- Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün kuruluş yıl dönümü nedeniyle düzenlenen ağaç dikme törenine katılacak. (Saat: 11.00) 17- Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye Müteahhitler Birliği tarafından düzenlenen ''Geleneksel Gündem Toplantıları''na konuk konuşmacı olarak katılacak. (Saat: 19.00) 18- BM Güvenlik Konseyi, İran'a yeni ve sıkı yaptırımlar getiren karar tasarısını oylayacak. 19- TBMM'den Genel Kurulda, Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı görüşülecek. (Saat: 13.00) Plan ve Bütçe Komisyonunda, bazı kamu kurum ve kuruluşlarının bir kısım borçları ile alacaklarının düzenlenmesine ilişkin tasarı görüşülecek. (Saat: 10.00) KİT Komisyonunda Elektrik Üretim AŞ ile Türkiye Elektromekanik Sanayi A.Ş.'nin (TEMSAN) 2008 yılı hesapları denetlenecek.(Saat: 10.30/14.00) 20- Hollanda'da parlamento seçimleri yapılıyor. Temsilciler Meclisinin 150 yeni üyesinin belirleneceği seçimlerde 11 Türk kökenli aday da yarışıyor. |
|
06-09-2010, 20:31 | #28 |
09 HAZİRAN 2010 ÇARŞAMBA GÜNDEM HABERLERİ GÜNDEMASYA ZİRVESİ'NDE İSRAİL'E ŞİDDETLİ KINAMA Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA) sonuç bildirgesinde İsrail kınanmadı. Türkiye Başkanlık açıklamasında ise İsrail hariç, tüm üyeler yardım gemilerine yapılan saldırıyı şiddetle kınadı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, sonuç bildirgesinde İsrail'in kınanmasını "teknik olarak mümkün olmamıştır" sözleriyle açıkladı. "YÜKSELEN SES VİCDANLARIN SESİ OLACAKTIR" Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gazze yardım konvoyuna yapılan saldırının tüm dünyaya vicdan muhasebesi yaptırdığını belirterek, ''Yükselen ses daha adil ve daha özgür bir dünya isteyen vicdanların sesi olacaktır'' dedi. Bu arada Türkiye ve Rusya arasında nükleer santralle ilgili işbirliğini içeren, nükleer lisanslama ve denetleme anlaşması, iki ülkenin enerji bakanları arasında imzalandı. ULAŞTIRMA BAKANI "YOUTUBE" VE "GOOGLE"I SUÇLADI Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım son günlerde Google IP'lerinde yaşanan yavaşlamayla ilgili olarak sorumlunun Google olduğunu öne sürdü. Bakan Yıldırım, Google'ı Türkiye üzerinden vergi vermeden para kazanmakla suçladı ve mükellef olmamasına rağmen YouTube'a 30 milyon TL vergi tahakkuk ettirdiklerini açıkladı. EKONOMİ PİYASALAR İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Bileşik Endeksi günün tamamında 642 puanlık düşüşle 53.664 puandan tamamladı. Hisse senetleri günlük ortalama yüzde 1,18 azaldı. İstanbul serbest piyasada, kapanış saatlerinde doların satış fiyatı 1,6090 lira, avronun satış fiyatı 1,9190 lira oldu. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Tahvil ve Bono Piyasası Kesin Alım Satım Pazarında işlem gören 25 Ocak 2012 vadeli, bugün valörlü tahvilin bileşik faizi, önceki kapanışa göre değişmeyerek yüzde 8,89'dan kapandı.Bu tahvilin basit getirisi yüzde 9,14 oldu. Bu kağıdın dün kapanıştaki da basit getirisi yüzde 9,14, bileşik getirisi yüzde 8,89 olmuştu. EKK, ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİ GÜNDEMİYLE TOPLANDI Dün yapılan istihdam zirvesine hükümet, işçi sendikalarının 'kırmızı çizgi' saydığı konuları getirdi.Ayrıca iki yıl içinde kamu ve özel sektöre 55 bin 38 özürlü memur ve işçi alınacak. İşsizlik sigortasından yararlanma koşulları esnetilecek, işsizlik maaşı artırılacak. BANDIRMA LİMANI'NI 5 YIL BOYUNCA LATEK LOJİSTİK İŞLETECEK TCDD Bandırma Limanı'nın İşletme Hakkı Devrine İlişkin İmtiyaz Sözleşmesi, Rixos Otelde düzenlenen törende imzalandı.Bandırma Limanı'nın gemi yükleme, boşaltma ve nakliye hizmetlerini 5 yıl boyunca Latek Lojistik yürütecek. POLİTİKA ARINÇ: "MAHKEME ŞEKİL YÖNÜNDEN İNCELEYECEKTİR" Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Anayasa Mahkemesi'nin, anayasa değişikliğine ilişkin kanunu şekil yönünden inceleme kararı vermesini değerlendirirken, "Mahkeme, kesinlikle esasa girmeyecektir, esas konusunda bir karar vermemelidir" dedi. TÜRK'ÜN GRUBU'NDA KÜRTÇE KONUŞMASINA DAVA Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, partisinin TBMM'deki Grup Toplantısında Kürtçe konuşma yapan kapatılan DTP'nin eski milletvekili Ahmet Türk hakkında, "Siyasi Partiler Kanunu'na muhalefet" suçundan cezalandırılması istemiyle dava açtı. DÜNYA "SALDIRI HAK VE BATIL ARASINDAKİ TARİHİ BİR SAVAŞ" İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere saldırısı için "Hak ve batıl arasındaki tarihi bir savaş" nitelemesini kullandı ve her zaman kazananın Hak olduğunu söyledi. İSRAİL 'BASKIN'LA İLGİLİ İNCELEME BAŞLATTI İsrail ordusu, "Mavi Marmara" gemisinde 9 Türk'ün ölümüyle sonuçlanan operasyonuyla ilgili olarak kendi içinde inceleme başlattı. SARKOZY, ŞAAKAŞVİLİ İLE GÖRÜŞTÜ Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Elysee Sarayı'nda Saakaşvili'yi kabul etti. Saakaşvili, görüşme sonrası basına yaptığı açıklamada, Rusya'ya savaş gemisi satılmasıyla ilgili endişesini tekrarladı, ancak bu konunun bugünkü görüşmede ayrıntılı bir şekilde ele alınmadığını söyledi. Gürcistan Cumhurbaşkanı, ''Sarkozy'nin verdiği güçlü desteğin kendileri için çok önemli olduğunu'' söyledi. ABD: HAMAS'I TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK TANIMLIYORUZ ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley, ABD'nin Hamas'ı terör örgütü olarak gördüğünü ve bu konudaki görüşünün net olduğunu söyledi. |
|
06-09-2010, 20:31 | #29 |
KÖŞE YAZARLARI GAZETESİ ERDAL ŞAFAK Nefes nefese "...Başbakanlığın ve Dışişlerinin hızına yetişmek kolay değil. Şu son bir aylık girişimlerinin dökümünü yaparken bile nefes nefese kaldık. Somali zirvesi... Bosna Hersek-Sırbistan zirvesi... Güneydoğu Avrupa ülkeleri zirvesi... Kuzey Irak'la işbirliği toplantısı... Irak'la danışma toplantısı... Afganistan-Pakistan-Türkiye zirvesi... Akdeniz parlamenterler konferansı... Asya güvenlik zirvesi... Bugün de Türk-Arap forumu yapılıyor. Arada Erdoğan'ın Yunanistan, Iran, Azerbaycan, Gürcistan, Brezilya ve Şili ziyaretleri var. Arada, Mavi Marmara baskınından sonra NATO Konseyi'ni, BM Güvenlik Konseyi'ni, BM insan Haklan Komisyonu'nu, Arap Ligi'ni, İslam Konferansı Orgütü'nü peş peşe veya eşzamanlı olarak toplatmak var. Arada Davutoğlu'nun sayılamayacak turlan var. Sadece bir anekdot aktaralım. Davutoğlu, Başbakan Erdoğan'a Latin Amerika gezisinde eşlik ederken, Türkiye ve Brezilya'nın ortak çabalanyla iran'ın kabul ettiği "Nükleer Takas Anlaşmasının ABD'de tetiklediği gelişmeleri yerinde değerlendirmek için kurmaylarıyla birlikte Washington'a geçmeye karar verdi. Washington yolunda, BM Güvenlik Konseyi'nin iran'a yeni yaptınmlan görüşmek için olağanüstü toplanacağını haber alınca rotasını New York'a çevirdi. Birleşmiş Milletler'in cam gökdelenine vardıklannda tüm heyetin saçı sakalına kanşmışü. Davutoğlu'nun boynundaki kravatın rengi de toplantının havasına pek uygun değildi. BM binasının tam karşısındaki Türkiye'nin New York Başkonsolosluğumdan bir kravat getirtildi. Ama heyet üyeleri traş olmaya vakit bulamadılar ve en az iki günlük sakallanyla toplantıya girdiler. BM'de görevli bir meslektaşımız bize anekdotu anlatırken, "Güvenlik Konseyi üyeleri bir an acaba iranlılar mı geldi diye şaşkınlığa düştüler" dedi gülerek..." GAZETESİ DENİZ ÜLKE ARIBOĞAN Tevrat, Kuran, Kudus, Musa, Firavun "...Dış politika söylemimizde, bugüne kadar olmadığı ölçüde dini referansların kullanıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Tevrat, Kuran, Musa-Firavun, Kudüs gibi birçok ilahi kavram, artık politik arenanın en popüler deyimleri arasında. Başbakanımız Tevrat'ın 6. emrinden söz ederken, ana muhalefet partisi CHP'nin yeni başkanı Kılıçdaroğlu da Tevrat'ın 8. emrine atıf yapmaktan geri durmuyor. Ben de bu vesileyle kutsal kitaplardan ayetlerle yön kazanan dış politikamızın bazı açmazlan üzerinde durmak istiyorum. 1- Her şeyden önce Türkiye'nin İsrail ile olan sorunu, dini nitelikli bir sorun olmadığı gibi, yalnızca dindarların meselesi de değildir. Gazze'de ablukaya alınmış olan insanların inançlarından dolayı değil, sırf insan olmaktan kaynaklanan haklan gereği savunulması söz konusudur. İsrail hükümeti Musevi olduğu için değil, beceriksiz ve kötü yürekli olduğu için eleştiriyi hak etmektedir. Allah'a dua ettikleri dil adına değil, siyasette kullandıklan dil açısından yaptırım uygulanmayı hak etmektedir. Bu bakımdan israil hükümetinin uyguladığı ceberut politikalan, dini kavramsallaştırma yerine, siyasi ve hukuki terminoloji içerisinde açıklamak çok daha doğrudur. 2- Türkiye'nin bölgede uygulamaya çalıştığı dış politika, reel politik zeminde oluşan boşluğun yarattığı bir fırsat temelinde şekillenmekte. Bölgesel bir güç olarak yakın çevresinde gelişen tüm olaylara duyarlı, kronikleşmiş problemleri çözme konusunda hevesli bir ülke görünümü veren Türkiye, Ermenistan'dan Yunanistan'a, Irak'tan Gürcistan'a kadar hemen her soruna müdahil hale gelmeye çalışmakta. Eski Osmanlı coğrafyasında yoğunlaşan bu çabalar, farklı inançlara sahip toplumlara uzanma gayretimizin de bir göstergesi niteliğinde. Bu noktada reel politika tabanında şekillenen etkinlik yayma çabasının, mistik, dini boyutlara genişletilmesinin ana politikadan ciddi bir sapma olduğunu da söylemek gerekir. Kullanılan dil spesifik hale geldikçe ister istemez yerelleşir, evrenselliğini kaybeder. Evrensel değerler üzerinden geliştirilmeye çalışılan Türkiye imajı, din çerçevesi içerisine yerleştirilirse, hapsedilmiş olur. Gelişme potansiyeli sınırlanır ve rotasını kaybeder..." GAZETESİ ESER KARAKAŞ Seçim sath-ı maili "...Bu yazıyı 8 Haziran Salı günü Anayasa Mahkemesi ne tür bir karar üretecek, öğrenmeden yazıyorum. Nihai karar belki daha da gecikebilir. Ama yaşananlar Türkiye'nin çok sert geçecek bir seçim dönemine seçimin normal tarihinden yaklaşık bir sene önce girdiğini gösteriyor. Bundan sonra tarafların atacağı her adım kaçınılmaz olarak seçime endeksli olacak. Bendenizin tahmini genel seçimlerin normal tarihinde yani Temmuz 2011'de ya da en fazla bir-iki ay önce olacağına yönelik ama Anayasa Mahkemesi'nin kararının niteliği bir erken seçimi de gündeme getirmez diyemiyorum. Seçim sath-ı mailine girildiğinin ilk güçlü sinyali kanımca Deniz Baykal'a yönelik ahlaksızca ama çok başarılı ve netice veren komplo ile geldi. Ana muhalefet cephesinde böylece olağan kongre süreçlerinde gerçekleşmesi zor görünen radikal bir değişim oldu ve ana muhalefet seçime yönelik yeni yapılanmasında kilit taşını yerine koydu. Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliği konusunda ve özellikle Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın terkipleri hakkında vereceği karar da süreçte anahtar rol oynuyor. Anayasa Mahkemesi evrensel hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde davranır ise önüne gelen başvuru hakkında görevsizlik kararı vermesi lazım ama bu durumda da 12 Eylül günü yapılacak ve sonucu üç aşağı-beş yukarı belli referandum Sayın Kılıçdaroğlu'nun ilk ciddi maçta rekabete yenilgiyle başlaması demek. Evrensel hukuk normları dahilinde görev yapan bir anayasa mahkemesinin bu tür endişeleri yoktur ama bizde durumun ne olacağı, hangi kaygıların öne geçeceği belli olmaz. Anayasa değişiklik kanunu içinde sadece söz konusu iki maddenin (Ay.M. ve HSYK) iptalinin de ne tür siyasi sonuçlar üretebileceği de yine belirsiz; 367 kararının yarattığı toplumsal halet-i ruhiye hala çok taze. Umudum, temennim Anayasa Mahkemesi'nin vereceği kararda bu tür mülahazaları dikkate almaması. Gazze olayının yarattığı dinamikler de seçim sath-ı mailinde önemli yer oluşturabilir..." GAZETESİ ALİ BULAÇ Antisemitizm ve İslam "...Türkiye Yahudi cemaatinden Mario Levi. "İstanbul Yahudileri olarak Gazzelilerle dayanışma içinde olduklarını" söylüyor ve şunları ekliyor: " Erdoğan harika bir beyanat verdi. Onun partisinin sosyal demokratlar ve milliyetçilere oranla çok daha iyi şey: ler yaptığını da söylemek lazım. Ben Türkiye'de bir Yahudi aleyhtarlığı görmüyorum. İsrail'e sempati duyuyorum; buna rağmen İsrail Başbakanı Netanyahu'yu şovenist, dışişleri bakanını faşist, savunma bakanını da ahmak olarak görüyorum."" (Zaman, 3 Haziran 2010) Levi, üç noktanın altını çiziyor: .1) Yahudi cemaati, AK Parti hükümetinden şikâyetçi değil, hatta sosyal demokrat veya milliyetçi bir hükümete göre tercihe şayan buluyorlar; 2) İçimizdeki İsraillilerin iddia ettiklerinin aksine Levi, Türkiye'de bir 'Yahudi aleyhtarlığı' görmüyor; 3) Levi dürüstçe İsrail'e sempatisi olduğu nu belirtiyor, ama mevcut yöneticileri şovenist, faşist ve ahmak kimseler olarak görüyor. İsrail'e karşı büyük bir öfke var. Bu, İsrail-halkına yönelmiş bir 'nefret' değil. 'Halk' esasında amorf bir kavramdır. nasıl nitelendirildiği önemli. "İsrail halkı" dendiğinde "soyut bir ulus" akla gelir. Bu ulus, kimliğini "Yahudilik" üzerinden kurmaktadır. Şu halde "İsrail halkı"nın bizim kolektif hafızamızdaki karşılığı "Yahudilik" ve "Yahudi dini "dır. Eğer bizde bir antisemitizm aranacaksa. hangi ölçeklerde Yahudi ve Yahudi düşmanlığı olduğuna bakmak lazım. İstisnai-marjinal örnekler dışında sevad-ı azama baktığımız zaman, Müslümanlarda şu veya bu derecede "Yahudiliğe veya Yahudilere karşı bir nefret" müşahede edilemez..." GAZETESİ FEHMİ KORU Anayasa mahkemesinin ilk kararı "...Anayasa Mahkemesi dün CHP'lilerin başını çektiği 111 milletvekili imzalı başvuruyu 'şekil yönünden incelemek üzere' kabul etti. Meclis'ten 330'un üzerinde milletvekilinin katılımıyla geçmiş anayasa değişikliği paketinin özünü incelemeyi 'yetkisi dışında' gördüğü anlamına geliyor bu; kararı, tatmin edici olmasa da nihayet 'yetkisinin sınırlarını' hatırladığı için Anayasa Mahkemesi açısından bir ileri adım olarak görebiliriz. 411 milletvekili tarafından kabul edilmiş bir önceki anayasa değişikliği paketini, Anayasa açıkça "Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından denetler" dediği halele 'esas' bakımından da incelemeye aldığı ve iptaline karar verdiği için, şimdi 'yetki sınırları' içerisinde kalmasını ileri bir adım saymamız gerekiyor... Ama işte o kadar... Çünkü Anayasa Mahkemesinin 'şekil yönünden' incelemeye aldığını duyurduğu anayasa değişiklikleri, henüz Anayasa Mahkemesi tarafından incelenebilecek hukuki özelliğe kavuşmuş değil. Hiç değilse pek çok hukukçu için durum bu... Mahkeme 'şekil' bakımından neyi inceleyecek acaba? CHP'nin başvurusunda 'şekli'b\r takım itirazlar da vardı elbette, ancak herkes biliyor ki, CHP'nin esas derdi, bu anayasa değişikliğini de 'korunma altındaki maddeler' ile çatışır göstererek sonuç almaktı. Mahkeme 'esas' bakımından denetlemeyi kabul etmediği için, sırf şekli zaaflar üzerinden sonuç almak durumunda. Anayasa Mahkemesi'ni bu aşamadan sonra daha rahat davranması beklenebilir. Ne de olsa son birkaç yıl içerisinde peşpeşe aldığı tartışmalı kararlarla itibar yönünden hayli sarsıntı geçirdi; yitirdiğini yeniden kazanmak için herhalde her zamankinden daha fazla hassasiyet gösterecektir. CHP'nin beklediği gibi değişiklik paketini 'esastan' incelemeye almamakla, Anayasa Mahkemesi, bu defa kurallara uygun davranacağının da işaretini vermiş oldu...." GAZETESİ ERHAN BAŞYURT Sessiz diplomasi ve hamle üstünlüğü "...Dışişleri Bakanımız Ahmel Davudoğlu. İsrail'in yardım gemisi baskınını değerlendirirken. "Tarihte ilk kez Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları başka ülke askerlerince öldürüldü'' cedi. Çok önemli bir tespit... Yüzlerce yolcunun yaşadığı korkunç dram ve işkencelerde cabası. Türkiye'nin, ölen vatandaşlarının haklarını savunarak hesap sorması en tabii hakkı. Ancak bu yapılırken izlenecek usul ve kullanılacak üslup, krizin büyümesi ya da çözülmesinde anahtar rol oynayacak. Usul acısından, bu korsan baskının İsrail ile Türkiye araşma hapsedilmemesi gerekiyor. 32 milletten insanın bulunduğu gemiye baskın. İsrail ile uluslararası toplum arasında bir sorun. Dışişleri bu konuda başarılı bir politika izledi. Başbakanın girişimi ile Birleşmiş Milletler'in "komisyon" kurmak için harekete geçmesi de çok büyük başarı. Türkiye, tarafsız bir inceleme yapılması ve çıkacak rapora da herkesin uyması için girişimlerini ısrarla sürdürmeli. Üslup açısından. Türkiye krizle ilgili bundan böyle "sessiz diplomasi" yürütmeli. Kamu önünde açık eleştiriler yerini, ezber bozan barışçıl çıkışlara bırakmak. Olması gerekenden daha yüksek tonda açıklamalar ancak Türkiye'yi ve diplomatik becerilerini yaralar. Sonuç alınmaması halinde de kamuoyundaki hayal kırıklığına neden olur. Unutmamak lazım ki. İsrail bir dönem SSCB ve Çiriin taleplerine bile direndi. Zaman zaman ABD başkanlarına bile hakaret etti... Aynı şekilde Kızılay'ın da yardımları geciktirme ve engellemelere rağmen yerine ulaştırıldı. Deniz Feneri ve Kimse Yok Mu tarafından da milyon dolarlık yardımlar yapıldı. İHH da aslında bölgeye en çok yardım götüren sivil toplum girişimlerinden birisi. Ambargoya rağmen 25 milyon dolar yardım götürmeyi basardılar. Yine IHH üzerinden 9 bin Filistinli yetime düzenli destek sağlayan Türk aile var. Yardımların ulaştırılmasında İsrail'in sınırlama koyduğu ve sıkıntılar çıkardığı, gecikmelere neden okluğu bir gerçek. Ama hiç ulaşmamasındansa gecikmeli ve sınırlı kalemlerle de olsa ulaşması daha evla görülebilir. Niyetim krize neden olan yardım gemisini sorgulamak ve eleştirmek değil. Ancak yardımın ulaştırılması için seçilen yöntem başarısız olmuştur. Hatta geçmişte her şeye rağmen ulaştırılan Türk yardımlarının da önünde zorlaştırıcı bir rol oynayacaktır. Türkiye'nin "komşularla sınır sorun" politikasındaki birikimi. İsrail'le bu krizi aşmak için yeterlidir. İsrail aşın sağına rağmen, orta ve uzun vadeli ulusal akarlarımızın gerektirdiği şekilde hareket edilmelidir..." GAZETESİ MURAT BARDAKÇI "one mınut" ve Cemal Paşa "...1980'li senelerde, Ortadoğu'da muhabirdim. Hemen her memlekete gittim, çok sayıda devlet adamı ile mülakatlar yaptım ve her kesimden insanla bir arada oldum. Mısır'da yaşıyor, merkez olarak Kahire'yi kullanıyordum. Günlerim zaten halkın arasında geçiyor, dolayısı ile hem halkın, hem de gerektiğinde yöneticilerin Türkiye'ye nasıl baktıklarını, hakkımızda neler düşündüklerini yakından görebiliyordum. O senelerde basınımızda yazılanlara bakılırsa, Ortadoğu'nun lideri Türkiye idi ve bölgede bizden habersiz hiçbirşey olmazdı.Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "One minute" çıkışı hakkında çok şey yazılıp söyleniyor fakat meselenin en önemli tarafı unutuluyor: "One minute" çıkışının ve Türkiye'nin Mavi Marmara hadisesine uzanan Filistin politikasının şimdilik en büyük faydası, Araplar'ın hafızasından Cemal Paşa'nın adını silmeye başlaması ve Türkiye'yi bölgede "ismen" değil, "fiilen" hissettirmesidir..." GAZETESİ YASEMİN ÇONGAR Babayasa mahkemesi "...Anayasa Mahkemesi'nin, 111 milletvekilince yapılan iptal başvurusunu incelemeyi kabul etmesi kimseyi şaşırtmadı. Mahkeme, kararında, anayasa değişiklik paketini "şekil yönünden" inceleyeceğini kayda geçirdi. Zaten mahkemenin, bunun ötesine geçen bir açıklama yaparak, değişiklik paketini "esas yönünden" de inceleyeceğini söylemesi, bizzat Anayasa'yı ihlal etmesi anlamına gelirdi; yüksek yargıçlar bunu şimdilik yapmadılar. "Şimdilik" diyorum, çünkü ne yazık ki "367 karan" ve üniversitelerde başörtüsü serbestîsi getiren düzenlemenin iptali" gibi lekelerle son zamanda epey kararmış bir sicili var yüksek mahkemenin. "Şekilden inceleriz, esasa girmeyiz, Anayasa'yı ihlal etmeyiz" dediğinde, artık kimseyi pek inandırmayan bir Anayasa Mahkememiz var bizim. Adeta bir üst yasama organı, bir senato gibi görüyor kendisini; geçmişteki kararlarına ve bu kararların aynasında, Anayasa ile ilişkisine bakınca, bir tür "Babayasa Mahkemesi" gibi çalıştığı izlenimini veriyor. Başörtüsü düzenlemesinin iptal şeklini kim unutabilir... O iptal kararında, seçmen iradesiyle yasa yapmak ve gerektiğinde Anayasa'yı değiştirmek ehliyetine sahip kılınmış vekillerin aldığı kararlar üzerinde siyasi tasarrufta bulunmaktan kaçınmadı Anayasa Mahkemesi; "şeklen inceleme" adı altında "esastan inceleme" yaptı. Bu madde, "anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler" diyerek Mahkeme'nin tasarrufunu gayet net biçimde kısıtlıyor. Anayasa değişikliklerine ilişkin Mahkeme incelemesinin şeklî unsurları, yine aynı maddede, "teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları" ile sınırlandırılıyor. Demokrat Yargı Eşbaşkanı Osman Çan'ın deyişiyle, "okuma yazması olan herkesin göreceği üzere gayet açık bir madde" bu. 148. Madde, Anayasa Mahkemesi'nin "değişikliklerin Anayasa'nın ilk üç maddesine aykırılık" gibi bir iddiayı ele alıp, esasa girmesini asla öngörmüyor. Buna elveren bir anayasa, Anayasa Mahkemesi'ni fiilen "siyasi" bir makama dönüştürmüş, mahkeme üyesi yargıçlara da seçmen iradesinin temsilcisi olan vekillerin üzerinde bir "siyasi" iktidar atfetmiş olurdu ki, böyle bir anayasanın, demokratik kriterler bakımından, 1982 Anayasası'ndan bile geri olacağı açıktır..." GAZETESİ SEDAT ERGİN İsrail'in Gazzede insanlığa karşı suçları "...Öyle anlaşılıyor ki, daha çok uzun bir süre toplum olarak İsrail'in Gazze'deki ablukası ve Hamasin masum bir direniş örgütü örgüt olup olmadığı gibi konulan, sorulan konuşuyor olacağız. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail karşısında sertleşmesine ve bu çerçevede Türkiye'nin Orta Doğu politikasında önemli bir kınlmanın meydana gelmesine yol açan gelişmelerin başında, bu ülkenin 2006'dan itibaren Gazze'de uygulamakta olduğu abluka, ama daha önemlisi 27 Aralık 2008-18 Ocak 2009 tarihleri arasında gerçekleştirdiği askeri harekat geliyor. Bugünkü tartışmayı sağlıklı bir zeminde yürütebilmek için Gazze'de ne olduğunu bir kez daha büyüteç altına yatırmakta yarar var. Bu konuda başvurabileceğimiz en önemli referansı, BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan Gazze Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı, komisyon başkanının adıyie; anılan ünlü Goldstone raporu oluşturuyor. İSRAİL İŞBİRLİĞİNİ REDDETTİ BM'nin Gazze Komisyonu'nun Başkanı Richard Goldstone, Güney Afrikalı apartheid karşıtı bir yüksek yargıç. Lahey'de Miloseviç'e karşı Yugoslavya Savaş Suçlan Mahkemesi Başsavcılığını da yapan Goldstone, uluslararası alanda objektifliği ve saygınlığı ile temayüz etmiş önemli bir hukuk otoritesi. İsrail'i sorgulayan raporun altında imzası olan Goldstone'un Musevi olması işin ilginç bir yönü. Hazırladığı raporda İsrail'i Gazze'de "insanlık suçu" işlemekle suçladığı için Goldstone'un Güney Afrika'daki tutucu Musevi çevreleri tarafından kara listeye alınması talihin bir cilvesi olmalı. Filistin Platformu tarafından Türkçeye çevrilip kitap haline getirilen, ancak İngilizce orijinaline internetten kolaylıkla ulaşılabilen 15 Eylül 2009 tarihli Goldstone raporu, komisyonun aylarca süren çalışması sonucu hazırlandı. Komisyon, yaklaşık 1.5 ay Gazze'de sahada çalıştı, tanıklarla konuştu, bombalanan yerleri bizzat gidip inceledi, erişimi sağlayabildiği bütün belgeleri değerlendirdi. İsrail, Goldstone komisyonuyla işbirliği yapmayı reddetti. İKİNDİ NAMAZI SIRASINDA CAMİ BOMBALANDI Yaklaşık 550 sayfa tutan bu raporu bir köşe yazısının sınırlan içinde özetleyebilmek kuşkusuz mümkün değil. Ana noktalara değinelim. Bu hareket sırasında bin 500'e yakın insanın öldüğü biliniyor. Komisyon'un ölü sayısı olarak 1387 ile 1417 aralığındaki tahminlere itibar ettiği anlaşılıyor. Çocuklar da dahil olmak üzere en az 220 sivilin öldüğü belirtiliyor..." GAZETESİ TAHA AKYOL Türk jetleri neredeydi? "...İSRAİL komandoları Mavi Marmara'ya gaddarca müdahale edip 9 sivili şehit ederken, Türk jetleri ne yapmalıydı?! Türk jetleri müdahale etseydi, buna karşılık İsrail jetleri havalansaydı, iş nereye varırdı!? Bu da nereden çıktı demeyin... Mavi Marmara'da bulunan ünlü oyuncu Sinan Albayrak, sevgili Defne Samyeli'nin ATV'deki programında: "(İsraillilerin) saldıracaklarını bekliyorduk. Çünkü taciz söylemleri başlamıştı telsizlerden. Bize Türkiye'den de uyan geldi. Türkiye'den geri çekilmemizi istediler. Baskın sırasında Türk jetlerini bekledik. Niye kimse gelmiyor? Canlı yayınlarda görmüyorlar mı diye..." Albayrak'ın sözlerinde önemli gerçekler var:Evvela, Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet'teki haberi doğrulanıyor; belli ki, perde arkasında diplomatik ve istihbari nitelikte yoğun bir trafik yaşanmış, Ankara geminin dönmesini istemiş! {Milliyet, 5 Haziran) Öyle bir ortamda İsrailli askerler saldırırken insanların Türk jetlerini hatırlaması, umması normaldir. Bunu son derece insani bir duygu olarak anlıyorum. Fakat devletler psikolojilerle idare edilemez. Türk jetlerini beklemek, "Mehmetçik Gazze'ye" diye düşünmek, duygulan coştursa da akla aykırıdır. Tarihten dersler Türk ordusu 9 Eylül 1922'de İzmir'e girmiştir. İngiliz kurmaylarının "Türkler altı ayda aşamaz" dediği Yunan savunma hatları birkaç saatte aşılmıştır. Karşımızda duracak kuvvet yok. Adalar'a mı çıkarsın? İngilizlerin elinde bulunan Çanakkale'ye, İstanbul'a mı yürürsün? Yoksa Selanik'e mi?! Erzurum'daki Şark Cephesi Kumandanı Karabekir Paşa, her ihtimale karşı, Gazi Paşa'ya uzun bir telgraf çekerek itidalli olunmasını tavsiye ediyor. İsrail meselesinde de "pek hesaplı" davranmak zorundayız. Lazım olan, jetler ve miting coşkulan değil, "diplomatik akıldır! Mesele öyle bir noktaya gelmiştir ki, önümüzdeki inişli çıkışlı ve dallı budaklı süreç tam bir diplomatik savaş olacaktır. Bunun asıl silahı da "diplomatik akıl"dır. Diplomatik aklın birinci maddesi de, bu olayda daima "yüksek moral zemin"inde bulunmaktır... Aşırılık ve aşın görünmekten sakınmaktır... Dünyanın Türkiye'ye desteğini sağlayacak bir üslupla diplomasi yürütmektir..." GAZETESİ AKİF BEKİ Şalom Oboma "...Beyaz Saray, en kıdemli muhabiri Helen Thomas'ı işinden etti. Niye? "İsrail'in yaptığını başkası yapmış olsa, çoktan silahımıza davranırdık" dediği için. Niye? Obama idaresine, "İsrail'e adam gibi doğru dürüst bir tepki vermeyecek misiniz?" diye sorduğu için. Niye? Daha önceki bir konuşmasında, Filistin işgal altında' deme gafletinde bulunduğu için. İsraillilere, evlerine ya da her nereyse Almanya, Polonya ve Amerika'ya dönmelerini söylediği için. Kabahati büyük... Biletini, Bush'un Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer bizzat kesti. 89'larındaki Helen Thomas'ın işten kovulması için kampanya başlattı. Beyaz Saray muhabirliğinden derhal azlini, akreditasyonunun da iptalini istedi. Ve, bitirdi Helen Thomas'ı. Ayağı kesildi Beyaz Saray'dan. Obama'nın sözcüsü Robert Gibbs, sahip çıkmadı ona. Beyaz Saray Muhabirleri Derneği, basın özgürlüğünü savunmadı. Ardından, vartık vakti gelmişti' türünden alelade üzüntü mesajları yayımlamakla yetindiler. Helen Thomas özür diledi, gene de neo-con'lara affettiremedi kendisini. Eisenhovver'dan beri, son 50 yılda 10 ABD başkanını izlemiş bir gazeteci, zorunlu emekliye ayrıldı. Anti-semitizm ve kara yobaz suçlaması yapıştırıldı alnına. Sanırsınız, Beyaz Saray'da Bush'giller oturuyor hâlâ. Obama iktidar oldu ama, muktedir olamadı, yazık! Türkiye'ye geldiğinde, Selamün aleyküm' diyerek seslenmişti bize. Aleyküm selam bay Başkan' yazısıyla karşılık vermiştim o hitabına. Bu duruşunu da, ‘Şalom Obama!' diyerek selamlıyorum gayri..." GAZETESİ BİLAL ÇETİN "Şekilden esasa" girilir mi? "...Anayasa Mahkemesi'nden yapılan açıklamada, değişikliğin "şekil yönünden incelenmesine karar verilmiştir" deniyor. Bu açıklamanın hemen ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede, "Mahkeme, kesinlikle esasa girmeyecektir. Girmemelidir, esas konusunda bir karar vermemelidir" diyor. Arınç, Anayasa Mahkemesi'nin "esasa girmemesi" gerektiğini neden tekrarlama ihtiyacı duyuyor? Kaygı niye? Arınç'ı ve AKP'yi kaygılandıran unsur, geçmiş tecrübeler ve Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerinin incelenmesi konusunda oluşturduğu içtihat. Çünkü, Anayasa Mahkemesi, 2008 yılında üniversitelerdeki türban yasağı ile ilgili anayasa değişikliğini de şekil yönünden incelemişti. Ama çıkan iptal karan, içerik denetimi sonucuydu. O günkü başvurunun incelenmesi sırasında da şekil yönünden inceleme şu sırayı izlemişti: il Oylama ve Meclis görüşmeleri usulüne uygun yapılmış mı? Evet yapılmış...Değişiklik Anayasada öngörülen 367nin üstünde bir çoğunlukla mı kabul edilmiş? Evet, 411... O zaman şekil yönünden bir eksiklik kalmıyor. Ancak bakılan bir nokta daha var Teklif usulüne uygun verilmiş mi? Evet, usulüne uygun verilmiş..." GAZETESİ MEHMET ALİ BİRAND Erdoğan ve İHH kazandı kaybedenler ise... "...Aslında, israil'in Gazze'ye uyguladığı ambargonun kırılması için organize edilen uluslararası konvoyun faturası Türkiye'ye çıktı. Askeri saldırının bir Türk gemisine yapılmış olmasından dolayı, olayın damgası bizde kaldı. Sanki sadece Türkiye ile İsrail arasında bir sürtüşme olmuş gibi bir hava doğdu. Bugün bir muhasebe yapmak istedim. Bütün bu gelişmelerden^ Türkiye'nin ne kazanıp ne kaybettiğini de hesaba katmak isterdim. Bu aşamada, Türkiye'nin yıldızı da Başbakan Erdoğan'mış gibi görünüyor. Ancak, aman dikkat. Bu tip kısa vadeli değerlendirmeler çok yanıltıcı olabilir. Bugün kazanılanlar yarın kaybedilebilir. Türkiye omuzlarda dolaştırılırken, farklı durumlara da düşebilir. Kişiler ve kurumlar açısından bakıp. kimin ne kazanıp ne kaybettiğini araştırdım. Bu alanda da durum yarın değişebilir, ancak bugüne kadarki zaman dilimini göz önünde tutarak bir bilanço yapar. bugünün resmini çekersek ilginç bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz. Erdoğan kazananlar listesinin başında geliyor. Hemen arkasında da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu var Bu politikanın Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin genel yaklaşımdan ve göz yummaları sayesinde yürütüldüğü, her ikisinin de açıklamaları, duyarlılıkları ve vücut dilleriyle apaçık ortada. Başbakan, Gazze ambargosuna başından beri öylesine tepkili ki, bu konvoyu engellememesi. İsrail ile ilişkileri sarsma pahasına onayını vermesi, sorumluluğu da taşımak istediğini gösteriyor. Davutoğlu da aynı şekilde ön planda rol alıyor. Erdoğan, Arap ve birçok Müslüman ülke halkının kalbini kazandı. Türkiye'ye karşı sokaklarda sempatiyi arttırdı. Erdoğan, içeride de popülaritesini arttırdı. Anketler, oy oranının 5 puan yükseldiğini gösteriyor..." GAZETESİ BÜLENT ERANDAÇ Yapılanlar yapılacak olanların teminatı olabilir mi? "...Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır' sözü, siyasi hayatımızda yer tutan ve sık sık tekrarlanan bir anlamlı bir sözdür. Çok şey anlatır. Yapacaklarının ciddi olduğunu, yapacağı işlerde taviz vermeyeceğini göstermek için kullanılan bir sözdür. Yaptığını gösteren, yapacaklarının da garanti olacağını garanti etmek ister. Anayasa Mahkemesi, referandumun iptalini görüşme karan aldı. Milli iradenin tecelli ettiği TBMM'nin aldığı kararı iptal etmek için görüşmeyi kabul etmemesi gerekirdi. 'TBMM, en büyüktür, onun üstünde ben daha büyük olamam' demesi gerekirdi. Şimdi, Anayasa Mahkeme'sinin alacağı son karar tartışılıyor Tartışmaya gerek var mı? Anayasa Mahkeme'sinin yaptıklarına bakın, aldığı kararlara bakın, yapılacak olanları anlarsınız. Yaptıkları yapacaklarının teminatı' değil mi? Tekrar düşünün. 367 kararını kim aldı? Anayasa Mahkemesi. 411 kararını kim aldı? Anayasa Mahkemesi. 'Alamaz' diyenler, 'yapamaz' diyenler, kararlar çıkınca demokrasi adına çok üzüldüler, şaşırdılar. 367 kararını kim kaldırdı? Türk milleti. Yapılan referandum kaldırabildi. 411 milletvekilinin, başörtüsüne ilişkin kararı nasıl iptal etti, Anayasa Mahkemesi. Bu karar yerinde duruyor. Elbette Türk Milleti o kararı da kaldıracaktır bir gün. Anayasa Mahkemesi, kanun koyucu yerine kendisini koymuş, 411 milletvekilinin kararını iptal etmiş, TBMM'nin üstünde adeta kendini görmüştür. Anayasa değişikliğinin iptal talebini kabul etmek bile düşündürücüdür, anlamlıdır. Yapılanlara bakın, yapılacak olanı anlarsınız..." GAZETESİ HASAN DEMİR İsrail, bittiğini bakın nasıl itiraf ediyor. "...19 yaşındaki lise öğrencisinin kafasına yakın mesafeden beş kurşun sıkan askere "Kahramanlık Madalyası'' vermeleri, bittiklerinin ilânı değildir de nedir? Komando (?!) sanki Türk Özel Kuvvetleri ile çatışmaya girmiş, birkaçını öldürmüş ve sağ kalmayı başarmış, madalyayı da hak etmiş. Savunma Bakanları Ehud Barak'ın, "Ordumuzun operasyonu başarılıdır. Zayiat vermediler, birkaç yaralı ile gemiyi Gazze'ye sokmamayı başardılar" demesi, İsrail'in bittiğinin bir başka göstergesi değil midir? İnsan Barak'ı dinlerken ordusunun İsrail'e saldıran Türk hücumbotları ile çatıştığını ve Türk gemilerini esir aldığını zannediyor. Sivillere esir düşüp ağlayan İsrail komandosu ise, İsrail ordusunun ne kadar büyük bir ruhi çöküntü içinde olduğunun resmidir ve İsrail yönetimi ordusunun işte bu çürümüşlüğünü gözden uzak tutma gayreti içersindedir. İşin aslı, İsrail ordusu son on yıldır girdiği hiçbir savaşı kazanamıyor. Ortada 1967'deki o İsrail ordusundan eser yok. Ya ne var? Düşmanı görünce korkudan titreyen hatta silahlarını bile terk ederek kaçan bir İsrail ordusu var. Bunu ben söylemiyorum, 2000'de Lübnan'a saldıran ve sonra çekilen İsrail ordusu komutanlarından Ben Tzvi söylüyor, "Çekilmedik, kaçtık'' diyor. Hem de askeri ve sivil araçları terk ederek kaçtık diyor. Sonra neler oldu hepimiz çok iyi hatırlıyoruz. İsrail 2000'deki bu mağlubiyetinden güya büyük dersler aldı. Hem intikam hem Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmek yani aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 30'a yakın bölge ülkesinin sınır ve rejimlerini değiştirecek adımı atmak için 2006'da Lübnan'a bir defa daha saldırdı. Saldırırken de, Lübnan Hizbullah'ının elindeki esir iki askeri kurtarmak istediğini bütün dünyaya deklare etti. Bush'un ABD'si bugün olduğu gibi o gün de bütün gücü ile İsrail'in arkasındaydı. Dışişleri Bakanı Rice savaş bölgesine gelerek, "Artık sınırların değişme zamanı geldi" bile dedi. İsrail ordusunun kazanacağından çok ama çok eminlerdi. Yine yenildiler. Bırakınız esir iki askeri kurtarmayı pek çok kayıplar vererek kaçmak zorunda kaldılar. Rezil rüsva oldular. İsrail karıştı, generaller hesap verdi, hükümetler değişti. İsrail ve ordusu böyle bir haleti ruhiye içersindeyken Mavi Marmara yola çıktı. İsrail ordusu ve İsrail hükümeti için halka moral verecek bir operasyon fırsatı doğmuştu. "One minute" diyen Türkiye'nin gemisi hedef alındı..." GAZETESİ DEFNE GÜRSOY Paris gözüyle Türkiye-İsrail takışması "...Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Fransa gündemi de İsrail'in Gazze'ye giden "insani yardım" çatışmasına kilitlendi. Başlangıçta saldırının şiddeti konusunda herkes hemfikir görünüyordu, ta ki Pazartesi günkü gazeteleri açıncaya kadar... Saldırının hemen akabinde Fransız basın-yayın organları genel olarak İsrail'i sert bir dille eleştiriyordu. Ne de olsa Fransız siyaseti ve medyası yıllardır "Filistin yanlısı" tutumu ile tanınıyor, hatta kınanıyor. İktidar yanlısı sağcı Le Figaro'dan ulusal televizyon kanalı France 2'nin ana haber bültenine kadar, bu "insanlık dışı" saldırı mahkum ediliyordu. Birkaç günde özellikle sol ve ortanın solu basın eleştirinin dozunu yükseltiyordu. Öyle ki, sol liberal Liberation'ı Haziran'daki kapağına "İsrail, korsan devlet" başlığını yerleştiriyordu. Hafta sonu İsrail'in Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılmasını isteyen binlerce insan ellerinde Filistin ve Türk bayraklarıyla Fransa'nın çeşitli kentlerinde sokağa döküldü. Doğrusu yıllardır sokaklarda Türk milliyetçilerinin belli gösterileri dışında Türk bayrağını taşıyan kimseyi görmemiştim. Ay yıldız belki de buralarda ve dünyanın dört bir yanında ilk kez bu denli kapsamlı bir uluslararası mücadelenin sembolü oluyordu..." GAZETESİ A.İHSAN KARAHASANGİL Seyfi dede HSYK başkanı imiş haberimiz yok "...Yıllardır, HSYK kamuoyunun gündeminde. Biz eleştiriyoruz, onlar cevap veriyorlar: "Objektif kurallara göre hareket ediyoruz. Tarafsızız. Bağımsız kalmak için çalışıyoruz. Önyargılı değiliz. Bizde torpil işlemez. Siyaset bizim işimiz değil.." Mahkeme kararı ile dinlenilen telefon kayıtları gösterdi ki; yapılan tüm savunmalar, A'dan Z'ye yalan! 0 kurulun çalışmalarında siyasiler de etkin.. Torpil de işliyor... Talimat da başüstüne ediliyor! Alın o konuşma kayıtlarını, okuyun. "Biz bitmişiz" diyeceksiniz. "Yargı iflas etmiş" diyeceksiniz.. "insanlar adalet beklesinler.. Davalarında hakkaniyetle verilecek kararları beklesinler.. Ama hiçbir şeyden haberimiz yokmuş.. Meğerse Ankara'da ne dolaplar dönüyormuş" diyeceksiniz.. Nasıl demezsiniz ki? Bakın HSYK'nın, tüm hakim ve savcıları temsil eden bir kurul olması için yapılmak istenen değişikliği, bundan daha 2 ay önce, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek nasıl eleştirmiş! Önce soru: "HSYK'nın yapısı değiştirilmek isteniyor. Ne diyorsunuz?" Cevap şu: "Anayasa ve devlet sistemimizin ana unsurlarından olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ve onun üç ayağından biri olan yargının, yürütme tarafından ele geçirilmesi, önce kuvvetler ayrılığı ve buna bağlı olarak hukuk devletinin çatısının çökmesi anlamına gelir. Ve bu bilerek yapılıyor." Vay vay vay.. Ne güzel de konuşurmuş Kadir Bey.. Bir de, kendisinin saygı duyduğunu söylediği eski Adalet Bakanı'nın telefon konuşmasından bir kesit verelim: "M. Seyfi Oktay: Şimdi şeyler belli oldu, Yargıtay üyeleri. Üzerine durduğum üç dört kişi vardı, onlar şey oldu, nedir seçildiler... Bir kere şeyin Metinin hanımı var Metin Ş. var ya; o benim ekiptendir. Ayşe hanım onun şeyi, Şebnem hanım var.. Şey de yine benim kadrodan.. Şey de.. Ee bakanlıkta idi, şeye geçti, ondan sonra Muğla var..." Ne diyor bu eski Adalet Bakanı, Kadir Bey?!.. Kafayı mı yemiş bu adam.. Diyor ki, "0 benim ekipten, bu benim ekipten.." Ne ekibi bu Kadir Bey? Folklor ekibi mi? Halkoyunları ekibi mi? Kılıç kalkan ekibi mi? Yoksa yoksa semah ekibi mi?.. Buyurun izah edin.. Hani siz, liyakat ile verdikleri kararlardaki başarısına göre, hakimleri Yargıtay'a üye seçiyordunuz?.. Ne oldu? Eski Adalet Bakanı'nın ekibinden olanları seçiyormuşsunuz; öyle diyor, saygı duyduğunuz o "bakan"! Bu ne rezalettir, söyler misiniz?.. Sahi Sayın Özbek.. Siz demiyor muydunuz, "HSYK'da Adalet Bakanı'nın işi yoktur. Oluşturulmaya çalışılan HSYK, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırır ve Adalet Bakanı'nın emrinde bir kurul haline gelir."Böyle diyordunuz; değil mi? Şimdi anlaşıldı sizin isteğiniz.. Siz aslında Adalet Bakanı'nın HSYK'da olmasını istemiyor değilsiniz.. Siz zaten Adalet Bakanı ile birlikte, Yargıtay üyelerini seçiyorsunuz.. Ona "Tabii efendim. Tabii. Yollayın hemen" diyorsunuz..." GAZETESİ UTKU ÇAKIRÖZER Gayrimüslim din adamlarımızı korumalıyız "...Mavi Marmara yardım gemisine düzenlenen askeri baskın ve sonrasında İsrail ile yaşanan kriz nedeniyle piskopos Luigi Padovese'nin İskenderun'da öldürülmesi olayı Türk kamuoyunda gerekli ilgiyi göremedi. Ancak başta doğduğu İtalya olmak üzere Katolik dünyasında çok yankı yaratan bir ölümdü bu. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Padovese'nin 'Piskoposlar Konferansı Başkanı' sıfatıyla Türkiye'deki Katoliklerin en yüksek unvanlı üyesi olmasıydı. Dikkatlerin Türkiye'ye yönelmesinin diğer bir nedeni ise son yıllarda özellikle Hıristiyan din adamlarına ve fikir önderlerine yönelik saldırılardır. Kısaca hatırlatmak gerekirse; 5 Şubat 2006'da Trabzon'da Katolik rahip Andrea Santoro öldürüldü. Aynı yıl, İzmir'de Sloven uyruklu Katolik rahip Kmenec'in dövülmesi, Samsun'da Fransız uyruklu Katolik rahip Brunisen'in bıçaklanması ve İzmir'deki kiliselere saldırılar bu cinayeti takip etti. 2007'de Malatya'daki kitabevi katliamında üç Protestan öldürülürken İzmir'de de Katolik rahip Franchini bıçaklandı. 2008'de Ermeni gazeteci Hrant Dink öldürüldü. 2009'da ölümle sonuçlanmasa da özellikle Protestanlara yönelik saldırılar dikkat çekti, İstanbul'daki gayrimüslimlerin oturdukları evlere kimliği belirsiz kişilerce kırmızı ve yeşil boyalar sürüldü. Son olarak da 3 Haziran 2010'da piskopos Padovese öldürüldü. Padovese cinayetinin dini ya da siyasi gerekçeyle işlenmediği, adli bir vaka olduğu yönünde Türk ve Vatikan makamlarınca yapılan açıklamaların, Türkiye'de din özgürlükleri alanındaki gelişmeleri yakından izleyenlerin kafalarındaki şüpheleri tam olarak giderebildiğini söylemek son derece zordur. Bu önyargılı tutumda, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında gayrimüslimlere saldırıların en yoğun yaşandığı ülkelerin başında ne yazık ki Türkiye'nin yer alması önemli bir etkendir..." GAZETESİ YILMAZ ÖZTUNA Asya zirvesi "...Asya Zirvesi 9 stanbul'da toplanan Asya Güvenlik ve I İşbirliği Zirvesi muhteşem oldu. Amerika ve Afrika devletleri birliği, Avrupa Birliği var da, Arz'ın arazi ve nüfus bakımlarından en büyük kıt'ası Asya'da niçin kurulamadı? Şüphesiz bölge birlikleri var, biri Türk Konseyi'dir. Ama hiçbiri bütün kıt'ayı içermiyordu. Asya Birliği, bu eksiği gidermek için kuruldu. Bir de yeryüzündeki ABD-AB üstünlüğünü dengelemek için. Başkanlığını Kazakistan yapıyordu, şimdi Türkiye'ye geçti. Zaten İstanbul zirvesine Tayyip Erdoğan hâkim oldu. İsrail sorununu diyebilirim ki bugüne kadarkilerin en radikali çizgide dile getirdi. İsrail, bizi, kendisine ve Birleşik Amerika'ya karşı Türkiye-Suriye-İran-Hamas İttifakı kurmakla suçluyor. Ancak Erdoğan, İsrail'e geniş ve büyük bir kapıyı açık bıraktı. Hiç de ağır olmayan şartlara uyum sağladığı takdirde ilişkilerimiz düzelebilecektir. Ama Netanyahu kafası devam edip İsrail, Türkiye'yi ABD ve AB'den ayıracak politika tırmanışına girerse, anlaşmazlıklar uzayıp gidecek, krizlerin sonu gelmeyecektir. Putin de İstanbul Zirvesi'nde idi. Rusya, epey keyifli bir soğukkanlılıkla, krizin az daha ısınmasını bekliyor. O zaman konuşacak. Kriz ilerledikçe, Suriye dışında bütün Arap ülkeleri daha fazla Washington tarafına eğilecektir. Filistin meselesinden bıkmışlardır. Üstelik Arapların çözemediği bu müzmin sorunu Türklerin çözmesini kendileri için küçültücü telakki edeceklerdir. Bu hususta en küçük şüphe yoktur. Mısır, ancak Washington'dan ruhsat aldıktan sonradır ki Gazze kapısını açtı. Rusya, Türkiye gibi, hem Avrupa, hem Asya devletidir. Toprak büyüklüğü bakımından Avrupa'nın da, Asya'nın da, dünyanın da en geniş devletidir (17 milyon kilometrekare). Putin, Gazze krizinde ben de varım! demek için İstanbul'dadır. Mahmud Ahmedinecat ise bu defa seyirci kalmayı tercih etti. Şüphesiz Sayın Erdoğan, hangi çizgide duracağını belli edecektir. Krizden Türkiye ne kazandı? Net şekilde ancak o zaman görebileceğiz..." |
|
06-09-2010, 20:32 | #30 |
KÖŞE YAZARLARI GAZETESİ ERDAL ŞAFAK Nefes nefese "...Başbakanlığın ve Dışişlerinin hızına yetişmek kolay değil. Şu son bir aylık girişimlerinin dökümünü yaparken bile nefes nefese kaldık. Somali zirvesi... Bosna Hersek-Sırbistan zirvesi... Güneydoğu Avrupa ülkeleri zirvesi... Kuzey Irak'la işbirliği toplantısı... Irak'la danışma toplantısı... Afganistan-Pakistan-Türkiye zirvesi... Akdeniz parlamenterler konferansı... Asya güvenlik zirvesi... Bugün de Türk-Arap forumu yapılıyor. Arada Erdoğan'ın Yunanistan, Iran, Azerbaycan, Gürcistan, Brezilya ve Şili ziyaretleri var. Arada, Mavi Marmara baskınından sonra NATO Konseyi'ni, BM Güvenlik Konseyi'ni, BM insan Haklan Komisyonu'nu, Arap Ligi'ni, İslam Konferansı Orgütü'nü peş peşe veya eşzamanlı olarak toplatmak var. Arada Davutoğlu'nun sayılamayacak turlan var. Sadece bir anekdot aktaralım. Davutoğlu, Başbakan Erdoğan'a Latin Amerika gezisinde eşlik ederken, Türkiye ve Brezilya'nın ortak çabalanyla iran'ın kabul ettiği "Nükleer Takas Anlaşmasının ABD'de tetiklediği gelişmeleri yerinde değerlendirmek için kurmaylarıyla birlikte Washington'a geçmeye karar verdi. Washington yolunda, BM Güvenlik Konseyi'nin iran'a yeni yaptınmlan görüşmek için olağanüstü toplanacağını haber alınca rotasını New York'a çevirdi. Birleşmiş Milletler'in cam gökdelenine vardıklannda tüm heyetin saçı sakalına kanşmışü. Davutoğlu'nun boynundaki kravatın rengi de toplantının havasına pek uygun değildi. BM binasının tam karşısındaki Türkiye'nin New York Başkonsolosluğumdan bir kravat getirtildi. Ama heyet üyeleri traş olmaya vakit bulamadılar ve en az iki günlük sakallanyla toplantıya girdiler. BM'de görevli bir meslektaşımız bize anekdotu anlatırken, "Güvenlik Konseyi üyeleri bir an acaba iranlılar mı geldi diye şaşkınlığa düştüler" dedi gülerek..." GAZETESİ DENİZ ÜLKE ARIBOĞAN Tevrat, Kuran, Kudus, Musa, Firavun "...Dış politika söylemimizde, bugüne kadar olmadığı ölçüde dini referansların kullanıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Tevrat, Kuran, Musa-Firavun, Kudüs gibi birçok ilahi kavram, artık politik arenanın en popüler deyimleri arasında. Başbakanımız Tevrat'ın 6. emrinden söz ederken, ana muhalefet partisi CHP'nin yeni başkanı Kılıçdaroğlu da Tevrat'ın 8. emrine atıf yapmaktan geri durmuyor. Ben de bu vesileyle kutsal kitaplardan ayetlerle yön kazanan dış politikamızın bazı açmazlan üzerinde durmak istiyorum. 1- Her şeyden önce Türkiye'nin İsrail ile olan sorunu, dini nitelikli bir sorun olmadığı gibi, yalnızca dindarların meselesi de değildir. Gazze'de ablukaya alınmış olan insanların inançlarından dolayı değil, sırf insan olmaktan kaynaklanan haklan gereği savunulması söz konusudur. İsrail hükümeti Musevi olduğu için değil, beceriksiz ve kötü yürekli olduğu için eleştiriyi hak etmektedir. Allah'a dua ettikleri dil adına değil, siyasette kullandıklan dil açısından yaptırım uygulanmayı hak etmektedir. Bu bakımdan israil hükümetinin uyguladığı ceberut politikalan, dini kavramsallaştırma yerine, siyasi ve hukuki terminoloji içerisinde açıklamak çok daha doğrudur. 2- Türkiye'nin bölgede uygulamaya çalıştığı dış politika, reel politik zeminde oluşan boşluğun yarattığı bir fırsat temelinde şekillenmekte. Bölgesel bir güç olarak yakın çevresinde gelişen tüm olaylara duyarlı, kronikleşmiş problemleri çözme konusunda hevesli bir ülke görünümü veren Türkiye, Ermenistan'dan Yunanistan'a, Irak'tan Gürcistan'a kadar hemen her soruna müdahil hale gelmeye çalışmakta. Eski Osmanlı coğrafyasında yoğunlaşan bu çabalar, farklı inançlara sahip toplumlara uzanma gayretimizin de bir göstergesi niteliğinde. Bu noktada reel politika tabanında şekillenen etkinlik yayma çabasının, mistik, dini boyutlara genişletilmesinin ana politikadan ciddi bir sapma olduğunu da söylemek gerekir. Kullanılan dil spesifik hale geldikçe ister istemez yerelleşir, evrenselliğini kaybeder. Evrensel değerler üzerinden geliştirilmeye çalışılan Türkiye imajı, din çerçevesi içerisine yerleştirilirse, hapsedilmiş olur. Gelişme potansiyeli sınırlanır ve rotasını kaybeder..." GAZETESİ ESER KARAKAŞ Seçim sath-ı maili "...Bu yazıyı 8 Haziran Salı günü Anayasa Mahkemesi ne tür bir karar üretecek, öğrenmeden yazıyorum. Nihai karar belki daha da gecikebilir. Ama yaşananlar Türkiye'nin çok sert geçecek bir seçim dönemine seçimin normal tarihinden yaklaşık bir sene önce girdiğini gösteriyor. Bundan sonra tarafların atacağı her adım kaçınılmaz olarak seçime endeksli olacak. Bendenizin tahmini genel seçimlerin normal tarihinde yani Temmuz 2011'de ya da en fazla bir-iki ay önce olacağına yönelik ama Anayasa Mahkemesi'nin kararının niteliği bir erken seçimi de gündeme getirmez diyemiyorum. Seçim sath-ı mailine girildiğinin ilk güçlü sinyali kanımca Deniz Baykal'a yönelik ahlaksızca ama çok başarılı ve netice veren komplo ile geldi. Ana muhalefet cephesinde böylece olağan kongre süreçlerinde gerçekleşmesi zor görünen radikal bir değişim oldu ve ana muhalefet seçime yönelik yeni yapılanmasında kilit taşını yerine koydu. Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliği konusunda ve özellikle Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın terkipleri hakkında vereceği karar da süreçte anahtar rol oynuyor. Anayasa Mahkemesi evrensel hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde davranır ise önüne gelen başvuru hakkında görevsizlik kararı vermesi lazım ama bu durumda da 12 Eylül günü yapılacak ve sonucu üç aşağı-beş yukarı belli referandum Sayın Kılıçdaroğlu'nun ilk ciddi maçta rekabete yenilgiyle başlaması demek. Evrensel hukuk normları dahilinde görev yapan bir anayasa mahkemesinin bu tür endişeleri yoktur ama bizde durumun ne olacağı, hangi kaygıların öne geçeceği belli olmaz. Anayasa değişiklik kanunu içinde sadece söz konusu iki maddenin (Ay.M. ve HSYK) iptalinin de ne tür siyasi sonuçlar üretebileceği de yine belirsiz; 367 kararının yarattığı toplumsal halet-i ruhiye hala çok taze. Umudum, temennim Anayasa Mahkemesi'nin vereceği kararda bu tür mülahazaları dikkate almaması. Gazze olayının yarattığı dinamikler de seçim sath-ı mailinde önemli yer oluşturabilir..." GAZETESİ ALİ BULAÇ Antisemitizm ve İslam "...Türkiye Yahudi cemaatinden Mario Levi. "İstanbul Yahudileri olarak Gazzelilerle dayanışma içinde olduklarını" söylüyor ve şunları ekliyor: " Erdoğan harika bir beyanat verdi. Onun partisinin sosyal demokratlar ve milliyetçilere oranla çok daha iyi şey: ler yaptığını da söylemek lazım. Ben Türkiye'de bir Yahudi aleyhtarlığı görmüyorum. İsrail'e sempati duyuyorum; buna rağmen İsrail Başbakanı Netanyahu'yu şovenist, dışişleri bakanını faşist, savunma bakanını da ahmak olarak görüyorum."" (Zaman, 3 Haziran 2010) Levi, üç noktanın altını çiziyor: .1) Yahudi cemaati, AK Parti hükümetinden şikâyetçi değil, hatta sosyal demokrat veya milliyetçi bir hükümete göre tercihe şayan buluyorlar; 2) İçimizdeki İsraillilerin iddia ettiklerinin aksine Levi, Türkiye'de bir 'Yahudi aleyhtarlığı' görmüyor; 3) Levi dürüstçe İsrail'e sempatisi olduğu nu belirtiyor, ama mevcut yöneticileri şovenist, faşist ve ahmak kimseler olarak görüyor. İsrail'e karşı büyük bir öfke var. Bu, İsrail-halkına yönelmiş bir 'nefret' değil. 'Halk' esasında amorf bir kavramdır. nasıl nitelendirildiği önemli. "İsrail halkı" dendiğinde "soyut bir ulus" akla gelir. Bu ulus, kimliğini "Yahudilik" üzerinden kurmaktadır. Şu halde "İsrail halkı"nın bizim kolektif hafızamızdaki karşılığı "Yahudilik" ve "Yahudi dini "dır. Eğer bizde bir antisemitizm aranacaksa. hangi ölçeklerde Yahudi ve Yahudi düşmanlığı olduğuna bakmak lazım. İstisnai-marjinal örnekler dışında sevad-ı azama baktığımız zaman, Müslümanlarda şu veya bu derecede "Yahudiliğe veya Yahudilere karşı bir nefret" müşahede edilemez..." GAZETESİ FEHMİ KORU Anayasa mahkemesinin ilk kararı "...Anayasa Mahkemesi dün CHP'lilerin başını çektiği 111 milletvekili imzalı başvuruyu 'şekil yönünden incelemek üzere' kabul etti. Meclis'ten 330'un üzerinde milletvekilinin katılımıyla geçmiş anayasa değişikliği paketinin özünü incelemeyi 'yetkisi dışında' gördüğü anlamına geliyor bu; kararı, tatmin edici olmasa da nihayet 'yetkisinin sınırlarını' hatırladığı için Anayasa Mahkemesi açısından bir ileri adım olarak görebiliriz. 411 milletvekili tarafından kabul edilmiş bir önceki anayasa değişikliği paketini, Anayasa açıkça "Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından denetler" dediği halele 'esas' bakımından da incelemeye aldığı ve iptaline karar verdiği için, şimdi 'yetki sınırları' içerisinde kalmasını ileri bir adım saymamız gerekiyor... Ama işte o kadar... Çünkü Anayasa Mahkemesinin 'şekil yönünden' incelemeye aldığını duyurduğu anayasa değişiklikleri, henüz Anayasa Mahkemesi tarafından incelenebilecek hukuki özelliğe kavuşmuş değil. Hiç değilse pek çok hukukçu için durum bu... Mahkeme 'şekil' bakımından neyi inceleyecek acaba? CHP'nin başvurusunda 'şekli'b\r takım itirazlar da vardı elbette, ancak herkes biliyor ki, CHP'nin esas derdi, bu anayasa değişikliğini de 'korunma altındaki maddeler' ile çatışır göstererek sonuç almaktı. Mahkeme 'esas' bakımından denetlemeyi kabul etmediği için, sırf şekli zaaflar üzerinden sonuç almak durumunda. Anayasa Mahkemesi'ni bu aşamadan sonra daha rahat davranması beklenebilir. Ne de olsa son birkaç yıl içerisinde peşpeşe aldığı tartışmalı kararlarla itibar yönünden hayli sarsıntı geçirdi; yitirdiğini yeniden kazanmak için herhalde her zamankinden daha fazla hassasiyet gösterecektir. CHP'nin beklediği gibi değişiklik paketini 'esastan' incelemeye almamakla, Anayasa Mahkemesi, bu defa kurallara uygun davranacağının da işaretini vermiş oldu...." GAZETESİ ERHAN BAŞYURT Sessiz diplomasi ve hamle üstünlüğü "...Dışişleri Bakanımız Ahmel Davudoğlu. İsrail'in yardım gemisi baskınını değerlendirirken. "Tarihte ilk kez Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları başka ülke askerlerince öldürüldü'' cedi. Çok önemli bir tespit... Yüzlerce yolcunun yaşadığı korkunç dram ve işkencelerde cabası. Türkiye'nin, ölen vatandaşlarının haklarını savunarak hesap sorması en tabii hakkı. Ancak bu yapılırken izlenecek usul ve kullanılacak üslup, krizin büyümesi ya da çözülmesinde anahtar rol oynayacak. Usul acısından, bu korsan baskının İsrail ile Türkiye araşma hapsedilmemesi gerekiyor. 32 milletten insanın bulunduğu gemiye baskın. İsrail ile uluslararası toplum arasında bir sorun. Dışişleri bu konuda başarılı bir politika izledi. Başbakanın girişimi ile Birleşmiş Milletler'in "komisyon" kurmak için harekete geçmesi de çok büyük başarı. Türkiye, tarafsız bir inceleme yapılması ve çıkacak rapora da herkesin uyması için girişimlerini ısrarla sürdürmeli. Üslup açısından. Türkiye krizle ilgili bundan böyle "sessiz diplomasi" yürütmeli. Kamu önünde açık eleştiriler yerini, ezber bozan barışçıl çıkışlara bırakmak. Olması gerekenden daha yüksek tonda açıklamalar ancak Türkiye'yi ve diplomatik becerilerini yaralar. Sonuç alınmaması halinde de kamuoyundaki hayal kırıklığına neden olur. Unutmamak lazım ki. İsrail bir dönem SSCB ve Çiriin taleplerine bile direndi. Zaman zaman ABD başkanlarına bile hakaret etti... Aynı şekilde Kızılay'ın da yardımları geciktirme ve engellemelere rağmen yerine ulaştırıldı. Deniz Feneri ve Kimse Yok Mu tarafından da milyon dolarlık yardımlar yapıldı. İHH da aslında bölgeye en çok yardım götüren sivil toplum girişimlerinden birisi. Ambargoya rağmen 25 milyon dolar yardım götürmeyi basardılar. Yine IHH üzerinden 9 bin Filistinli yetime düzenli destek sağlayan Türk aile var. Yardımların ulaştırılmasında İsrail'in sınırlama koyduğu ve sıkıntılar çıkardığı, gecikmelere neden okluğu bir gerçek. Ama hiç ulaşmamasındansa gecikmeli ve sınırlı kalemlerle de olsa ulaşması daha evla görülebilir. Niyetim krize neden olan yardım gemisini sorgulamak ve eleştirmek değil. Ancak yardımın ulaştırılması için seçilen yöntem başarısız olmuştur. Hatta geçmişte her şeye rağmen ulaştırılan Türk yardımlarının da önünde zorlaştırıcı bir rol oynayacaktır. Türkiye'nin "komşularla sınır sorun" politikasındaki birikimi. İsrail'le bu krizi aşmak için yeterlidir. İsrail aşın sağına rağmen, orta ve uzun vadeli ulusal akarlarımızın gerektirdiği şekilde hareket edilmelidir..." GAZETESİ MURAT BARDAKÇI "one mınut" ve Cemal Paşa "...1980'li senelerde, Ortadoğu'da muhabirdim. Hemen her memlekete gittim, çok sayıda devlet adamı ile mülakatlar yaptım ve her kesimden insanla bir arada oldum. Mısır'da yaşıyor, merkez olarak Kahire'yi kullanıyordum. Günlerim zaten halkın arasında geçiyor, dolayısı ile hem halkın, hem de gerektiğinde yöneticilerin Türkiye'ye nasıl baktıklarını, hakkımızda neler düşündüklerini yakından görebiliyordum. O senelerde basınımızda yazılanlara bakılırsa, Ortadoğu'nun lideri Türkiye idi ve bölgede bizden habersiz hiçbirşey olmazdı.Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "One minute" çıkışı hakkında çok şey yazılıp söyleniyor fakat meselenin en önemli tarafı unutuluyor: "One minute" çıkışının ve Türkiye'nin Mavi Marmara hadisesine uzanan Filistin politikasının şimdilik en büyük faydası, Araplar'ın hafızasından Cemal Paşa'nın adını silmeye başlaması ve Türkiye'yi bölgede "ismen" değil, "fiilen" hissettirmesidir..." GAZETESİ YASEMİN ÇONGAR Babayasa mahkemesi "...Anayasa Mahkemesi'nin, 111 milletvekilince yapılan iptal başvurusunu incelemeyi kabul etmesi kimseyi şaşırtmadı. Mahkeme, kararında, anayasa değişiklik paketini "şekil yönünden" inceleyeceğini kayda geçirdi. Zaten mahkemenin, bunun ötesine geçen bir açıklama yaparak, değişiklik paketini "esas yönünden" de inceleyeceğini söylemesi, bizzat Anayasa'yı ihlal etmesi anlamına gelirdi; yüksek yargıçlar bunu şimdilik yapmadılar. "Şimdilik" diyorum, çünkü ne yazık ki "367 karan" ve üniversitelerde başörtüsü serbestîsi getiren düzenlemenin iptali" gibi lekelerle son zamanda epey kararmış bir sicili var yüksek mahkemenin. "Şekilden inceleriz, esasa girmeyiz, Anayasa'yı ihlal etmeyiz" dediğinde, artık kimseyi pek inandırmayan bir Anayasa Mahkememiz var bizim. Adeta bir üst yasama organı, bir senato gibi görüyor kendisini; geçmişteki kararlarına ve bu kararların aynasında, Anayasa ile ilişkisine bakınca, bir tür "Babayasa Mahkemesi" gibi çalıştığı izlenimini veriyor. Başörtüsü düzenlemesinin iptal şeklini kim unutabilir... O iptal kararında, seçmen iradesiyle yasa yapmak ve gerektiğinde Anayasa'yı değiştirmek ehliyetine sahip kılınmış vekillerin aldığı kararlar üzerinde siyasi tasarrufta bulunmaktan kaçınmadı Anayasa Mahkemesi; "şeklen inceleme" adı altında "esastan inceleme" yaptı. Bu madde, "anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler" diyerek Mahkeme'nin tasarrufunu gayet net biçimde kısıtlıyor. Anayasa değişikliklerine ilişkin Mahkeme incelemesinin şeklî unsurları, yine aynı maddede, "teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları" ile sınırlandırılıyor. Demokrat Yargı Eşbaşkanı Osman Çan'ın deyişiyle, "okuma yazması olan herkesin göreceği üzere gayet açık bir madde" bu. 148. Madde, Anayasa Mahkemesi'nin "değişikliklerin Anayasa'nın ilk üç maddesine aykırılık" gibi bir iddiayı ele alıp, esasa girmesini asla öngörmüyor. Buna elveren bir anayasa, Anayasa Mahkemesi'ni fiilen "siyasi" bir makama dönüştürmüş, mahkeme üyesi yargıçlara da seçmen iradesinin temsilcisi olan vekillerin üzerinde bir "siyasi" iktidar atfetmiş olurdu ki, böyle bir anayasanın, demokratik kriterler bakımından, 1982 Anayasası'ndan bile geri olacağı açıktır..." GAZETESİ SEDAT ERGİN İsrail'in Gazzede insanlığa karşı suçları "...Öyle anlaşılıyor ki, daha çok uzun bir süre toplum olarak İsrail'in Gazze'deki ablukası ve Hamasin masum bir direniş örgütü örgüt olup olmadığı gibi konulan, sorulan konuşuyor olacağız. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail karşısında sertleşmesine ve bu çerçevede Türkiye'nin Orta Doğu politikasında önemli bir kınlmanın meydana gelmesine yol açan gelişmelerin başında, bu ülkenin 2006'dan itibaren Gazze'de uygulamakta olduğu abluka, ama daha önemlisi 27 Aralık 2008-18 Ocak 2009 tarihleri arasında gerçekleştirdiği askeri harekat geliyor. Bugünkü tartışmayı sağlıklı bir zeminde yürütebilmek için Gazze'de ne olduğunu bir kez daha büyüteç altına yatırmakta yarar var. Bu konuda başvurabileceğimiz en önemli referansı, BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan Gazze Araştırma Komisyonu'nun hazırladığı, komisyon başkanının adıyie; anılan ünlü Goldstone raporu oluşturuyor. İSRAİL İŞBİRLİĞİNİ REDDETTİ BM'nin Gazze Komisyonu'nun Başkanı Richard Goldstone, Güney Afrikalı apartheid karşıtı bir yüksek yargıç. Lahey'de Miloseviç'e karşı Yugoslavya Savaş Suçlan Mahkemesi Başsavcılığını da yapan Goldstone, uluslararası alanda objektifliği ve saygınlığı ile temayüz etmiş önemli bir hukuk otoritesi. İsrail'i sorgulayan raporun altında imzası olan Goldstone'un Musevi olması işin ilginç bir yönü. Hazırladığı raporda İsrail'i Gazze'de "insanlık suçu" işlemekle suçladığı için Goldstone'un Güney Afrika'daki tutucu Musevi çevreleri tarafından kara listeye alınması talihin bir cilvesi olmalı. Filistin Platformu tarafından Türkçeye çevrilip kitap haline getirilen, ancak İngilizce orijinaline internetten kolaylıkla ulaşılabilen 15 Eylül 2009 tarihli Goldstone raporu, komisyonun aylarca süren çalışması sonucu hazırlandı. Komisyon, yaklaşık 1.5 ay Gazze'de sahada çalıştı, tanıklarla konuştu, bombalanan yerleri bizzat gidip inceledi, erişimi sağlayabildiği bütün belgeleri değerlendirdi. İsrail, Goldstone komisyonuyla işbirliği yapmayı reddetti. İKİNDİ NAMAZI SIRASINDA CAMİ BOMBALANDI Yaklaşık 550 sayfa tutan bu raporu bir köşe yazısının sınırlan içinde özetleyebilmek kuşkusuz mümkün değil. Ana noktalara değinelim. Bu hareket sırasında bin 500'e yakın insanın öldüğü biliniyor. Komisyon'un ölü sayısı olarak 1387 ile 1417 aralığındaki tahminlere itibar ettiği anlaşılıyor. Çocuklar da dahil olmak üzere en az 220 sivilin öldüğü belirtiliyor..." GAZETESİ TAHA AKYOL Türk jetleri neredeydi? "...İSRAİL komandoları Mavi Marmara'ya gaddarca müdahale edip 9 sivili şehit ederken, Türk jetleri ne yapmalıydı?! Türk jetleri müdahale etseydi, buna karşılık İsrail jetleri havalansaydı, iş nereye varırdı!? Bu da nereden çıktı demeyin... Mavi Marmara'da bulunan ünlü oyuncu Sinan Albayrak, sevgili Defne Samyeli'nin ATV'deki programında: "(İsraillilerin) saldıracaklarını bekliyorduk. Çünkü taciz söylemleri başlamıştı telsizlerden. Bize Türkiye'den de uyan geldi. Türkiye'den geri çekilmemizi istediler. Baskın sırasında Türk jetlerini bekledik. Niye kimse gelmiyor? Canlı yayınlarda görmüyorlar mı diye..." Albayrak'ın sözlerinde önemli gerçekler var:Evvela, Aslı Aydıntaşbaş'ın Milliyet'teki haberi doğrulanıyor; belli ki, perde arkasında diplomatik ve istihbari nitelikte yoğun bir trafik yaşanmış, Ankara geminin dönmesini istemiş! {Milliyet, 5 Haziran) Öyle bir ortamda İsrailli askerler saldırırken insanların Türk jetlerini hatırlaması, umması normaldir. Bunu son derece insani bir duygu olarak anlıyorum. Fakat devletler psikolojilerle idare edilemez. Türk jetlerini beklemek, "Mehmetçik Gazze'ye" diye düşünmek, duygulan coştursa da akla aykırıdır. Tarihten dersler Türk ordusu 9 Eylül 1922'de İzmir'e girmiştir. İngiliz kurmaylarının "Türkler altı ayda aşamaz" dediği Yunan savunma hatları birkaç saatte aşılmıştır. Karşımızda duracak kuvvet yok. Adalar'a mı çıkarsın? İngilizlerin elinde bulunan Çanakkale'ye, İstanbul'a mı yürürsün? Yoksa Selanik'e mi?! Erzurum'daki Şark Cephesi Kumandanı Karabekir Paşa, her ihtimale karşı, Gazi Paşa'ya uzun bir telgraf çekerek itidalli olunmasını tavsiye ediyor. İsrail meselesinde de "pek hesaplı" davranmak zorundayız. Lazım olan, jetler ve miting coşkulan değil, "diplomatik akıldır! Mesele öyle bir noktaya gelmiştir ki, önümüzdeki inişli çıkışlı ve dallı budaklı süreç tam bir diplomatik savaş olacaktır. Bunun asıl silahı da "diplomatik akıl"dır. Diplomatik aklın birinci maddesi de, bu olayda daima "yüksek moral zemin"inde bulunmaktır... Aşırılık ve aşın görünmekten sakınmaktır... Dünyanın Türkiye'ye desteğini sağlayacak bir üslupla diplomasi yürütmektir..." GAZETESİ AKİF BEKİ Şalom Oboma "...Beyaz Saray, en kıdemli muhabiri Helen Thomas'ı işinden etti. Niye? "İsrail'in yaptığını başkası yapmış olsa, çoktan silahımıza davranırdık" dediği için. Niye? Obama idaresine, "İsrail'e adam gibi doğru dürüst bir tepki vermeyecek misiniz?" diye sorduğu için. Niye? Daha önceki bir konuşmasında, Filistin işgal altında' deme gafletinde bulunduğu için. İsraillilere, evlerine ya da her nereyse Almanya, Polonya ve Amerika'ya dönmelerini söylediği için. Kabahati büyük... Biletini, Bush'un Beyaz Saray sözcüsü Ari Fleischer bizzat kesti. 89'larındaki Helen Thomas'ın işten kovulması için kampanya başlattı. Beyaz Saray muhabirliğinden derhal azlini, akreditasyonunun da iptalini istedi. Ve, bitirdi Helen Thomas'ı. Ayağı kesildi Beyaz Saray'dan. Obama'nın sözcüsü Robert Gibbs, sahip çıkmadı ona. Beyaz Saray Muhabirleri Derneği, basın özgürlüğünü savunmadı. Ardından, vartık vakti gelmişti' türünden alelade üzüntü mesajları yayımlamakla yetindiler. Helen Thomas özür diledi, gene de neo-con'lara affettiremedi kendisini. Eisenhovver'dan beri, son 50 yılda 10 ABD başkanını izlemiş bir gazeteci, zorunlu emekliye ayrıldı. Anti-semitizm ve kara yobaz suçlaması yapıştırıldı alnına. Sanırsınız, Beyaz Saray'da Bush'giller oturuyor hâlâ. Obama iktidar oldu ama, muktedir olamadı, yazık! Türkiye'ye geldiğinde, Selamün aleyküm' diyerek seslenmişti bize. Aleyküm selam bay Başkan' yazısıyla karşılık vermiştim o hitabına. Bu duruşunu da, ‘Şalom Obama!' diyerek selamlıyorum gayri..." GAZETESİ BİLAL ÇETİN "Şekilden esasa" girilir mi? "...Anayasa Mahkemesi'nden yapılan açıklamada, değişikliğin "şekil yönünden incelenmesine karar verilmiştir" deniyor. Bu açıklamanın hemen ardından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede, "Mahkeme, kesinlikle esasa girmeyecektir. Girmemelidir, esas konusunda bir karar vermemelidir" diyor. Arınç, Anayasa Mahkemesi'nin "esasa girmemesi" gerektiğini neden tekrarlama ihtiyacı duyuyor? Kaygı niye? Arınç'ı ve AKP'yi kaygılandıran unsur, geçmiş tecrübeler ve Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerinin incelenmesi konusunda oluşturduğu içtihat. Çünkü, Anayasa Mahkemesi, 2008 yılında üniversitelerdeki türban yasağı ile ilgili anayasa değişikliğini de şekil yönünden incelemişti. Ama çıkan iptal karan, içerik denetimi sonucuydu. O günkü başvurunun incelenmesi sırasında da şekil yönünden inceleme şu sırayı izlemişti: il Oylama ve Meclis görüşmeleri usulüne uygun yapılmış mı? Evet yapılmış...Değişiklik Anayasada öngörülen 367nin üstünde bir çoğunlukla mı kabul edilmiş? Evet, 411... O zaman şekil yönünden bir eksiklik kalmıyor. Ancak bakılan bir nokta daha var Teklif usulüne uygun verilmiş mi? Evet, usulüne uygun verilmiş..." GAZETESİ MEHMET ALİ BİRAND Erdoğan ve İHH kazandı kaybedenler ise... "...Aslında, israil'in Gazze'ye uyguladığı ambargonun kırılması için organize edilen uluslararası konvoyun faturası Türkiye'ye çıktı. Askeri saldırının bir Türk gemisine yapılmış olmasından dolayı, olayın damgası bizde kaldı. Sanki sadece Türkiye ile İsrail arasında bir sürtüşme olmuş gibi bir hava doğdu. Bugün bir muhasebe yapmak istedim. Bütün bu gelişmelerden^ Türkiye'nin ne kazanıp ne kaybettiğini de hesaba katmak isterdim. Bu aşamada, Türkiye'nin yıldızı da Başbakan Erdoğan'mış gibi görünüyor. Ancak, aman dikkat. Bu tip kısa vadeli değerlendirmeler çok yanıltıcı olabilir. Bugün kazanılanlar yarın kaybedilebilir. Türkiye omuzlarda dolaştırılırken, farklı durumlara da düşebilir. Kişiler ve kurumlar açısından bakıp. kimin ne kazanıp ne kaybettiğini araştırdım. Bu alanda da durum yarın değişebilir, ancak bugüne kadarki zaman dilimini göz önünde tutarak bir bilanço yapar. bugünün resmini çekersek ilginç bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz. Erdoğan kazananlar listesinin başında geliyor. Hemen arkasında da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu var Bu politikanın Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin genel yaklaşımdan ve göz yummaları sayesinde yürütüldüğü, her ikisinin de açıklamaları, duyarlılıkları ve vücut dilleriyle apaçık ortada. Başbakan, Gazze ambargosuna başından beri öylesine tepkili ki, bu konvoyu engellememesi. İsrail ile ilişkileri sarsma pahasına onayını vermesi, sorumluluğu da taşımak istediğini gösteriyor. Davutoğlu da aynı şekilde ön planda rol alıyor. Erdoğan, Arap ve birçok Müslüman ülke halkının kalbini kazandı. Türkiye'ye karşı sokaklarda sempatiyi arttırdı. Erdoğan, içeride de popülaritesini arttırdı. Anketler, oy oranının 5 puan yükseldiğini gösteriyor..." GAZETESİ BÜLENT ERANDAÇ Yapılanlar yapılacak olanların teminatı olabilir mi? "...Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır' sözü, siyasi hayatımızda yer tutan ve sık sık tekrarlanan bir anlamlı bir sözdür. Çok şey anlatır. Yapacaklarının ciddi olduğunu, yapacağı işlerde taviz vermeyeceğini göstermek için kullanılan bir sözdür. Yaptığını gösteren, yapacaklarının da garanti olacağını garanti etmek ister. Anayasa Mahkemesi, referandumun iptalini görüşme karan aldı. Milli iradenin tecelli ettiği TBMM'nin aldığı kararı iptal etmek için görüşmeyi kabul etmemesi gerekirdi. 'TBMM, en büyüktür, onun üstünde ben daha büyük olamam' demesi gerekirdi. Şimdi, Anayasa Mahkeme'sinin alacağı son karar tartışılıyor Tartışmaya gerek var mı? Anayasa Mahkeme'sinin yaptıklarına bakın, aldığı kararlara bakın, yapılacak olanları anlarsınız. Yaptıkları yapacaklarının teminatı' değil mi? Tekrar düşünün. 367 kararını kim aldı? Anayasa Mahkemesi. 411 kararını kim aldı? Anayasa Mahkemesi. 'Alamaz' diyenler, 'yapamaz' diyenler, kararlar çıkınca demokrasi adına çok üzüldüler, şaşırdılar. 367 kararını kim kaldırdı? Türk milleti. Yapılan referandum kaldırabildi. 411 milletvekilinin, başörtüsüne ilişkin kararı nasıl iptal etti, Anayasa Mahkemesi. Bu karar yerinde duruyor. Elbette Türk Milleti o kararı da kaldıracaktır bir gün. Anayasa Mahkemesi, kanun koyucu yerine kendisini koymuş, 411 milletvekilinin kararını iptal etmiş, TBMM'nin üstünde adeta kendini görmüştür. Anayasa değişikliğinin iptal talebini kabul etmek bile düşündürücüdür, anlamlıdır. Yapılanlara bakın, yapılacak olanı anlarsınız..." GAZETESİ HASAN DEMİR İsrail, bittiğini bakın nasıl itiraf ediyor. "...19 yaşındaki lise öğrencisinin kafasına yakın mesafeden beş kurşun sıkan askere "Kahramanlık Madalyası'' vermeleri, bittiklerinin ilânı değildir de nedir? Komando (?!) sanki Türk Özel Kuvvetleri ile çatışmaya girmiş, birkaçını öldürmüş ve sağ kalmayı başarmış, madalyayı da hak etmiş. Savunma Bakanları Ehud Barak'ın, "Ordumuzun operasyonu başarılıdır. Zayiat vermediler, birkaç yaralı ile gemiyi Gazze'ye sokmamayı başardılar" demesi, İsrail'in bittiğinin bir başka göstergesi değil midir? İnsan Barak'ı dinlerken ordusunun İsrail'e saldıran Türk hücumbotları ile çatıştığını ve Türk gemilerini esir aldığını zannediyor. Sivillere esir düşüp ağlayan İsrail komandosu ise, İsrail ordusunun ne kadar büyük bir ruhi çöküntü içinde olduğunun resmidir ve İsrail yönetimi ordusunun işte bu çürümüşlüğünü gözden uzak tutma gayreti içersindedir. İşin aslı, İsrail ordusu son on yıldır girdiği hiçbir savaşı kazanamıyor. Ortada 1967'deki o İsrail ordusundan eser yok. Ya ne var? Düşmanı görünce korkudan titreyen hatta silahlarını bile terk ederek kaçan bir İsrail ordusu var. Bunu ben söylemiyorum, 2000'de Lübnan'a saldıran ve sonra çekilen İsrail ordusu komutanlarından Ben Tzvi söylüyor, "Çekilmedik, kaçtık'' diyor. Hem de askeri ve sivil araçları terk ederek kaçtık diyor. Sonra neler oldu hepimiz çok iyi hatırlıyoruz. İsrail 2000'deki bu mağlubiyetinden güya büyük dersler aldı. Hem intikam hem Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirmek yani aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 30'a yakın bölge ülkesinin sınır ve rejimlerini değiştirecek adımı atmak için 2006'da Lübnan'a bir defa daha saldırdı. Saldırırken de, Lübnan Hizbullah'ının elindeki esir iki askeri kurtarmak istediğini bütün dünyaya deklare etti. Bush'un ABD'si bugün olduğu gibi o gün de bütün gücü ile İsrail'in arkasındaydı. Dışişleri Bakanı Rice savaş bölgesine gelerek, "Artık sınırların değişme zamanı geldi" bile dedi. İsrail ordusunun kazanacağından çok ama çok eminlerdi. Yine yenildiler. Bırakınız esir iki askeri kurtarmayı pek çok kayıplar vererek kaçmak zorunda kaldılar. Rezil rüsva oldular. İsrail karıştı, generaller hesap verdi, hükümetler değişti. İsrail ve ordusu böyle bir haleti ruhiye içersindeyken Mavi Marmara yola çıktı. İsrail ordusu ve İsrail hükümeti için halka moral verecek bir operasyon fırsatı doğmuştu. "One minute" diyen Türkiye'nin gemisi hedef alındı..." GAZETESİ DEFNE GÜRSOY Paris gözüyle Türkiye-İsrail takışması "...Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Fransa gündemi de İsrail'in Gazze'ye giden "insani yardım" çatışmasına kilitlendi. Başlangıçta saldırının şiddeti konusunda herkes hemfikir görünüyordu, ta ki Pazartesi günkü gazeteleri açıncaya kadar... Saldırının hemen akabinde Fransız basın-yayın organları genel olarak İsrail'i sert bir dille eleştiriyordu. Ne de olsa Fransız siyaseti ve medyası yıllardır "Filistin yanlısı" tutumu ile tanınıyor, hatta kınanıyor. İktidar yanlısı sağcı Le Figaro'dan ulusal televizyon kanalı France 2'nin ana haber bültenine kadar, bu "insanlık dışı" saldırı mahkum ediliyordu. Birkaç günde özellikle sol ve ortanın solu basın eleştirinin dozunu yükseltiyordu. Öyle ki, sol liberal Liberation'ı Haziran'daki kapağına "İsrail, korsan devlet" başlığını yerleştiriyordu. Hafta sonu İsrail'in Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılmasını isteyen binlerce insan ellerinde Filistin ve Türk bayraklarıyla Fransa'nın çeşitli kentlerinde sokağa döküldü. Doğrusu yıllardır sokaklarda Türk milliyetçilerinin belli gösterileri dışında Türk bayrağını taşıyan kimseyi görmemiştim. Ay yıldız belki de buralarda ve dünyanın dört bir yanında ilk kez bu denli kapsamlı bir uluslararası mücadelenin sembolü oluyordu..." GAZETESİ A.İHSAN KARAHASANGİL Seyfi dede HSYK başkanı imiş haberimiz yok "...Yıllardır, HSYK kamuoyunun gündeminde. Biz eleştiriyoruz, onlar cevap veriyorlar: "Objektif kurallara göre hareket ediyoruz. Tarafsızız. Bağımsız kalmak için çalışıyoruz. Önyargılı değiliz. Bizde torpil işlemez. Siyaset bizim işimiz değil.." Mahkeme kararı ile dinlenilen telefon kayıtları gösterdi ki; yapılan tüm savunmalar, A'dan Z'ye yalan! 0 kurulun çalışmalarında siyasiler de etkin.. Torpil de işliyor... Talimat da başüstüne ediliyor! Alın o konuşma kayıtlarını, okuyun. "Biz bitmişiz" diyeceksiniz. "Yargı iflas etmiş" diyeceksiniz.. "insanlar adalet beklesinler.. Davalarında hakkaniyetle verilecek kararları beklesinler.. Ama hiçbir şeyden haberimiz yokmuş.. Meğerse Ankara'da ne dolaplar dönüyormuş" diyeceksiniz.. Nasıl demezsiniz ki? Bakın HSYK'nın, tüm hakim ve savcıları temsil eden bir kurul olması için yapılmak istenen değişikliği, bundan daha 2 ay önce, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek nasıl eleştirmiş! Önce soru: "HSYK'nın yapısı değiştirilmek isteniyor. Ne diyorsunuz?" Cevap şu: "Anayasa ve devlet sistemimizin ana unsurlarından olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ve onun üç ayağından biri olan yargının, yürütme tarafından ele geçirilmesi, önce kuvvetler ayrılığı ve buna bağlı olarak hukuk devletinin çatısının çökmesi anlamına gelir. Ve bu bilerek yapılıyor." Vay vay vay.. Ne güzel de konuşurmuş Kadir Bey.. Bir de, kendisinin saygı duyduğunu söylediği eski Adalet Bakanı'nın telefon konuşmasından bir kesit verelim: "M. Seyfi Oktay: Şimdi şeyler belli oldu, Yargıtay üyeleri. Üzerine durduğum üç dört kişi vardı, onlar şey oldu, nedir seçildiler... Bir kere şeyin Metinin hanımı var Metin Ş. var ya; o benim ekiptendir. Ayşe hanım onun şeyi, Şebnem hanım var.. Şey de yine benim kadrodan.. Şey de.. Ee bakanlıkta idi, şeye geçti, ondan sonra Muğla var..." Ne diyor bu eski Adalet Bakanı, Kadir Bey?!.. Kafayı mı yemiş bu adam.. Diyor ki, "0 benim ekipten, bu benim ekipten.." Ne ekibi bu Kadir Bey? Folklor ekibi mi? Halkoyunları ekibi mi? Kılıç kalkan ekibi mi? Yoksa yoksa semah ekibi mi?.. Buyurun izah edin.. Hani siz, liyakat ile verdikleri kararlardaki başarısına göre, hakimleri Yargıtay'a üye seçiyordunuz?.. Ne oldu? Eski Adalet Bakanı'nın ekibinden olanları seçiyormuşsunuz; öyle diyor, saygı duyduğunuz o "bakan"! Bu ne rezalettir, söyler misiniz?.. Sahi Sayın Özbek.. Siz demiyor muydunuz, "HSYK'da Adalet Bakanı'nın işi yoktur. Oluşturulmaya çalışılan HSYK, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırır ve Adalet Bakanı'nın emrinde bir kurul haline gelir."Böyle diyordunuz; değil mi? Şimdi anlaşıldı sizin isteğiniz.. Siz aslında Adalet Bakanı'nın HSYK'da olmasını istemiyor değilsiniz.. Siz zaten Adalet Bakanı ile birlikte, Yargıtay üyelerini seçiyorsunuz.. Ona "Tabii efendim. Tabii. Yollayın hemen" diyorsunuz..." GAZETESİ UTKU ÇAKIRÖZER Gayrimüslim din adamlarımızı korumalıyız "...Mavi Marmara yardım gemisine düzenlenen askeri baskın ve sonrasında İsrail ile yaşanan kriz nedeniyle piskopos Luigi Padovese'nin İskenderun'da öldürülmesi olayı Türk kamuoyunda gerekli ilgiyi göremedi. Ancak başta doğduğu İtalya olmak üzere Katolik dünyasında çok yankı yaratan bir ölümdü bu. Bunun en önemli nedenlerinden birisi, Padovese'nin 'Piskoposlar Konferansı Başkanı' sıfatıyla Türkiye'deki Katoliklerin en yüksek unvanlı üyesi olmasıydı. Dikkatlerin Türkiye'ye yönelmesinin diğer bir nedeni ise son yıllarda özellikle Hıristiyan din adamlarına ve fikir önderlerine yönelik saldırılardır. Kısaca hatırlatmak gerekirse; 5 Şubat 2006'da Trabzon'da Katolik rahip Andrea Santoro öldürüldü. Aynı yıl, İzmir'de Sloven uyruklu Katolik rahip Kmenec'in dövülmesi, Samsun'da Fransız uyruklu Katolik rahip Brunisen'in bıçaklanması ve İzmir'deki kiliselere saldırılar bu cinayeti takip etti. 2007'de Malatya'daki kitabevi katliamında üç Protestan öldürülürken İzmir'de de Katolik rahip Franchini bıçaklandı. 2008'de Ermeni gazeteci Hrant Dink öldürüldü. 2009'da ölümle sonuçlanmasa da özellikle Protestanlara yönelik saldırılar dikkat çekti, İstanbul'daki gayrimüslimlerin oturdukları evlere kimliği belirsiz kişilerce kırmızı ve yeşil boyalar sürüldü. Son olarak da 3 Haziran 2010'da piskopos Padovese öldürüldü. Padovese cinayetinin dini ya da siyasi gerekçeyle işlenmediği, adli bir vaka olduğu yönünde Türk ve Vatikan makamlarınca yapılan açıklamaların, Türkiye'de din özgürlükleri alanındaki gelişmeleri yakından izleyenlerin kafalarındaki şüpheleri tam olarak giderebildiğini söylemek son derece zordur. Bu önyargılı tutumda, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında gayrimüslimlere saldırıların en yoğun yaşandığı ülkelerin başında ne yazık ki Türkiye'nin yer alması önemli bir etkendir..." GAZETESİ YILMAZ ÖZTUNA Asya zirvesi "...Asya Zirvesi 9 stanbul'da toplanan Asya Güvenlik ve I İşbirliği Zirvesi muhteşem oldu. Amerika ve Afrika devletleri birliği, Avrupa Birliği var da, Arz'ın arazi ve nüfus bakımlarından en büyük kıt'ası Asya'da niçin kurulamadı? Şüphesiz bölge birlikleri var, biri Türk Konseyi'dir. Ama hiçbiri bütün kıt'ayı içermiyordu. Asya Birliği, bu eksiği gidermek için kuruldu. Bir de yeryüzündeki ABD-AB üstünlüğünü dengelemek için. Başkanlığını Kazakistan yapıyordu, şimdi Türkiye'ye geçti. Zaten İstanbul zirvesine Tayyip Erdoğan hâkim oldu. İsrail sorununu diyebilirim ki bugüne kadarkilerin en radikali çizgide dile getirdi. İsrail, bizi, kendisine ve Birleşik Amerika'ya karşı Türkiye-Suriye-İran-Hamas İttifakı kurmakla suçluyor. Ancak Erdoğan, İsrail'e geniş ve büyük bir kapıyı açık bıraktı. Hiç de ağır olmayan şartlara uyum sağladığı takdirde ilişkilerimiz düzelebilecektir. Ama Netanyahu kafası devam edip İsrail, Türkiye'yi ABD ve AB'den ayıracak politika tırmanışına girerse, anlaşmazlıklar uzayıp gidecek, krizlerin sonu gelmeyecektir. Putin de İstanbul Zirvesi'nde idi. Rusya, epey keyifli bir soğukkanlılıkla, krizin az daha ısınmasını bekliyor. O zaman konuşacak. Kriz ilerledikçe, Suriye dışında bütün Arap ülkeleri daha fazla Washington tarafına eğilecektir. Filistin meselesinden bıkmışlardır. Üstelik Arapların çözemediği bu müzmin sorunu Türklerin çözmesini kendileri için küçültücü telakki edeceklerdir. Bu hususta en küçük şüphe yoktur. Mısır, ancak Washington'dan ruhsat aldıktan sonradır ki Gazze kapısını açtı. Rusya, Türkiye gibi, hem Avrupa, hem Asya devletidir. Toprak büyüklüğü bakımından Avrupa'nın da, Asya'nın da, dünyanın da en geniş devletidir (17 milyon kilometrekare). Putin, Gazze krizinde ben de varım! demek için İstanbul'dadır. Mahmud Ahmedinecat ise bu defa seyirci kalmayı tercih etti. Şüphesiz Sayın Erdoğan, hangi çizgide duracağını belli edecektir. Krizden Türkiye ne kazandı? Net şekilde ancak o zaman görebileceğiz..." |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
ak, akp, basın, forum, haber, ishak, köşe, medya, parti, rapor, tanıtım, yazı, yılmaz |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|