06-08-2009, 09:04 | #41 |
Ergenekon faso fiso mu?
İstanbul Adliyesi'nden gelen her tutuklama haberi Ergenekon davasına yeni boyut kazandırıyor. Gözaltına alınanların bir bölümü serbest bırakılırken bir bölümü tutuklandı. ATO Başkanı Sinan Aygün tutuklananlar arasında. Mahkeme, savcının tutuklama talebine olumlu yanıt verdi. Aygün'ün cezaevine gönderilmesi Başkent'te şok etkisi yaptı. Bu seçeneğe hazır olanların sayısı çok azdı, gözaltının tutuklanmaya dönüşmesini beklemeyenler çoğunluktaydı. Aygün'ün tutuklanmış olması Ergenekon soruşturmasında önemli bir gelişme. Eldeki kanıtları, ne ile suçlandığını, niçin tutuklandığını şu an bilmiyoruz, zaman içinde öğreneceğiz. Bir işadamı ve iş örgütünün başında olan bir isim acaba Ergenekon örgütü ile tutuklanmaya sebep olacak nasıl bir ilişki kurdu? Finans desteği iddiasını dillendirenler var. Gerçeği yargı süreci ortaya çıkaracak. İddianamenin açıklanması Ergenekon davasının çerçevesini göstermesi açısından çok önemliydi. Ancak Başsavcılık biraz daha gecikeceğini duyurdu. Son gözaltı ve tutuklamalar iddianameyi daha bir sabırsızlıkla beklenir hale getirdi. İleri tarihe ertelenmeden en kısa sürede mahkemeye teslim edilmesinde kamuoyunun vicdanı ve davanın sıhhati açısından yarar var. Nasıl bir iddianamenin çıkacağı soru işareti. 2 bin 500 sayfalık metin taraflı tarafsız herkese kendisini kabul ettirebilecek mi? Şüphesiz, bu kolay değil. Herkes çok keskin biçimde taraf durumuna düştü çünkü. Ergenekon toplumu ikiye böldü. Bir yanda olup biteni demokratik sürecin geleceği açısından çok önemseyenler ve bir dönüm noktası olarak görenler, diğer yanda ise olayı hafifletmek, küçültmek ve sıradanlaştırmak için yoğun çaba harcayanlar... Ben milat olarak görenlerdenim. Siyaset tarihi bir bakıma darbeler, müdahaleler tarihi. Siyasete dokunulmadığı dönemler daha az. 28 Şubat'ı geçelim, Bülent Ecevit 2002'de başbakan koltuğundan normal yollarla mı uzaklaştırıldı? Siyasetin dışından zorlandı mı? Tıp darbesinin zeminini kim, nasıl oluşturuldu? Son bir yılda yaşananları bir düşünün... Cumhurbaşkanı seçimiyle başlayan Ankara gelişmeleri normal siyasetin doğasından kaynaklanan gelişmeler olarak yorumlanabilir mi? Değişen sadece müdahalenin şekli. Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt 'Ne karar çıkarsa çıksın bu psikoloji ile Türkiye'de yine kıyamet kopacak.' dedi. Kararın Türkiye'nin kaderi üzerinde etkisi olacağı kesin. Mahkeme Başkan Vekili'nin bunu 'Kıyamet kopacak' şeklinde yorumlaması ne kadar doğru? Paksüt adını koydu; AK Parti hakkında vereceği karar Ankara'nın kıyamet günü olacak. Anayasa'nın başlangıç kısmında yer alan sistemin demokratik yapısı sık sık tehlikelerle karşı karşıya kaldı. Maalesef darbelerin, müdahalelerin en çok örselediği demokrasi ilkesi cumhuriyetin diğer nitelikleri kadar önemsenmedi. Şimdi devlet demokrasiyi tehdit eden Ergenekon oluşumuna karşı kendini savunuyor. Eğer darbeciler ortalıkta kol geziyorsa sistemin demokratik yapısını koruyacak mekanizmaları harekete geçirmesi gayet normal karşılanmalı. Ben Ergenekon gelişmelerini bu açıdan okuyorum. Anamuhalefet partisi CHP'nin tutumu ibret verici. CHP Ergenekon'un avukatlığına soyundu. Gerçi önceki çetelere de pek farklı davranmamıştı. Ya görmezden geldi ya da küçültmeye çalıştı. Ergenekon'un tam yanında yer aldı. Baykal yıllar yılı unutulmayacak, bahsi geçtiğinde hep hatırlanacak bir söz sarf etti: 'Ben Ergenekon'un avukatıyım.' Bu, vaktiyle Erbakan'ın Susurluk çetesi için söylediği 'faso fiso' değerlendirmesinden de öte bir durum. Bunu salt hükümete muhalefet veya AK Parti karşıtlığıyla açıklamak mümkün değil. Bazı çevrelerin siyasî misyon biçtiği ve aynı kesimlerin AK Parti sonrasına dönük beklenti içine girdiği TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun açıklamaları da büyük talihsizlikti. Yakın arkadaşının gözaltına alınması ilk anda duygusal tepki vermesini gerekli kılabilir ama yine de dikkatli üslup kullanmalıydı. İddiaların vahameti, son gözaltıların bir bölümünün tutuklamaya dönüşmesi, darbe projeleri, Ergenekon'un hafife alınmaması gereken bir örgüt olduğunu göstermiyor mu? MUSTAFA ÜNAL |
|
06-08-2009, 09:12 | #42 |
Eski Başbakanlardan Necmettin Erbakan Susurluk skandalı için "fasa fiso" dedi mi, demedi mi?
Bugün yazarı Nuh Gönültaş, bu iki olayın perde arkasını yazdı.. İşte o yazı... *** Erbakan`ın söyledikleri, söylemedikleri.. "...Mesela "Meğer Ergenekon sadece efsane değilmiş" başlıklı son yazımda "Bu operasyonun da Susurluk olayı gibi üstünün kapatılmaması gerektiğini" ifade ederken Erbakan`ın Susurluk için dediği gibi bu operasyona da "Fasa fiso" muamelesi yapılmasın diye yazmıştım. Değerli okuyucularımdan biri beni uyardı: "Bu söz Erbakan`a ait değildir, Erbakan böyle dememiştir" dedi. Hatta o sözün öyle söylenmediğine söylendiği ortamdan da şahit gösterdi. Düşündüm de, bu sözü ben de sadece egemen medyadan okumuş, ona göre yazmıştım. Peki işin aslı neydi: Necmettin Erbakan başbakanlığı sırasında başbakanlıkta kurmayları ile Susurluk olayı konusunda ciddi adımlar atmak için toplanmışlar. Bu arada toplantıya katılanlardan birisi diyor ki, "Efendim siz bu konuya bu kadar ciddiyetle eğilelim çözelim diyorsunuz ama muhalefet de şöyle şöyle diyor, buna ne dersiniz?" Erbakan "Sen boşver onları onlar fasa fiso, biz işimize bakalım" diye cevap verir. Cümle budur ama kamuoyuna yansıyan Erbakan`ın Susurluk olayı konusunda "fasa- fiso" dediği şeklinde oldu. Şimdi herkes de öyle biliyor. Erbakan`a atfedilen şu meşhur "Kanlı mı olacak kansız mı olacak" sözünün nerede nasıl söylendiğine de bizzat şahidim. Bu söz de medya tarafından "İktidarımız kanlı mı olacak kansız mı olacak" biçiminde sunuldu. Oysa gerçek şuydu: Erbakan başbakanken, Refah Partisi Meclis Grubu`nda konuşuyor. Ben de gazeteci olarak dinleyiciler arasındaydım. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: "Refah Partisi`ni iktidardan uzaklaştırma konusunda anlaştılar, ama bu iş kanlı mı olacak kansız mı olacak onu tartışıyorlar." Cümle bu. Ama kamuoyuna yansıtılan sadece "Kanlı mı olacak kansız mı" bölümü ve bu bölüme yüklenen mana... Peki çarpıtılan, yanlış aksettirilen sözleri neden çıkıp düzeltmiyor siyasiler. Hangi birini düzeltsinler o kadar çok konuşuyorlar ki! NUH GÖNÜLTAŞ (Nuh gönültaş erbakancı felan değildir, bunu da bilmeyenlere aktarayım) Kırmızı ile alıntılanan bölümleri bazılarının gözüne sokmak lazım!!! |
|
06-08-2009, 09:15 | #43 |
senın kaynağın şevket kazan..benım kaynağımın ALLAH benım gözüm kulağım..ve o yıllardaki tüm medya görsel ve yazılı medya şahittir...ama sen anlamakta güçlük çekıyorsun..refah partisi yanlı medya hariç tüm ülke medyası,,ve dünya medyasında yer aldı...biraz araştır,,kafanı şevket kazanın kazanından çıkar..dünyaya bi bak..o tabiki senın dediğin gıbı diyecek.kanlı kansıza bı kulp tak demedim.diye,faso fisoya kulp tak demedim diye,mumsöndüyü demedim diye,,siz bi şey dememişiniz demekki..ALLAH şahit diyorum onada inanmıyorsun..ne diyeyim sana..allah ıslah etsin..tv5 ve milli gazeteye bi ara ver..ve normal moduna bi gir dünyaya bide öyle bak..
|
|
06-08-2009, 09:18 | #44 |
Buyur kardeş başka bir gazetecinin bizatihi tanık olduğu bu konuşma..Şimdi bu tanığa mı inancaksınız yoksa şu adama mı?
Erbakan'ın söyledikleri, söylemedikleri... Bu medya öyle bir şey ki, söylemediğinizi söylemiş, söylediğinizi de söylememiş olarak sunduklarında sizin ne söyleyip söylemediğinizin hiç önemi kalmıyor. Sadece gazetelerde ne yazılmış, televizyonlarda ne söylenmiş o biliniyor o hatırlanıyor. Kendimden biliyorum, "Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede" başlıklı, "PKK ile mücadelede neden acemi askerler kullanılıyor, profesyonellerimiz neden ön planda değil" anlamına gelecek bir yazı yazdım. Fakat bunu şimdi çöplükte olan bir yazar bu cümleyi aldı ve "Erlerimiz ölüyor subaylarımız niye ölmüyor" biçimine sokup takdim etti. Günlerce derdimi anlatamadım. "Yahu ben öyle söylemedim, öyle söylemek de istemedim. Öyle söylemem de mümkün değil zaten." Ama nafile... Senin ne yazıp söylediğin değil, egemen medyanın seni nasıl takdim ettiği önemlidir! Zaman zaman biz de yazarken bu egemen medyanın bu tür tuzaklarına düşüyoruz. Mesela "Meğer Ergenekon sadece efsane değilmiş" başlıklı son yazımda "Bu operasyonun da Susurluk olayı gibi üstünün kapatılmaması gerektiğini" ifade ederken Erbakan'ın Susurluk için dediği gibi bu operasyona da "Fasa fiso" muamelesi yapılmasın diye yazmıştım. Değerli okuyucularımdan biri beni uyardı: "Bu söz Erbakan'a ait değildir, Erbakan böyle dememiştir" dedi. Hatta o sözün öyle söylenmediğine söylendiği ortamdan da şahit gösterdi. Düşündüm de, bu sözü ben de sadece egemen medyadan okumuş, ona göre yazmıştım. Peki işin aslı neydi: Necmettin Erbakan başbakanlığı sırasında başbakanlıkta kurmayları ile Susurluk olayı konusunda ciddi adımlar atmak için toplanmışlar. Bu arada toplantıya katılanlardan birisi diyor ki, "Efendim siz bu konuya bu kadar ciddiyetle eğilelim çözelim diyorsunuz ama muhalefet de şöyle şöyle diyor, buna ne dersiniz?" Erbakan "Sen boşver onları onlar fasa fiso, biz işimize bakalım" diye cevap verir. Cümle budur ama kamuoyuna yansıyan Erbakan'ın Susurluk olayı konusunda "fasa- fiso" dediği şeklinde oldu. Şimdi herkes de öyle biliyor. Erbakan'a atfedilen şu meşhur "Kanlı mı olacak kansız mı olacak" sözünün nerede nasıl söylendiğine de bizzat şahidim. Bu söz de medya tarafından "İktidarımız kanlı mı olacak kansız mı olacak" biçiminde sunuldu. Oysa gerçek şuydu: Erbakan başbakanken, Refah Partisi Meclis Grubu'nda konuşuyor. Ben de gazeteci olarak dinleyiciler arasındaydım. Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: "Refah Partisi'ni iktidardan uzaklaştırma konusunda anlaştılar, ama bu iş kanlı mı olacak kansız mı olacak onu tartışıyorlar." Cümle bu. Ama kamuoyuna yansıtılan sadece "Kanlı mı olacak kansız mı" bölümü ve bu bölüme yüklenen mana... Peki çarpıtılan, yanlış aksettirilen sözleri neden çıkıp düzeltmiyor siyasiler. Hangi birini düzeltsinler o kadar çok konuşuyorlar ki! Bir de bu adamlar haklarında ileri sürülen her şeyi kendilerine oya dönüştürecek bir malzeme olarak ele alıyorlar. O yüzden medyanın bu tür çarpıtmalarının götürdükleri kadar getirdikleri de oluyor diye düşünüyorlar ve pek seslerini çıkarmıyorlar. Tıpkı magazin basınının konu mankenleri hakkında yazdıklarına mankenler tarafından itiraz edilmemesi gibi bir şey... Kim bilir belki "İmam Hatipler bizim arka bahçemizdir" ve "Rektörler başörtülü kızlara selam duracaklar" sözleri de böyle çarpıtılmış sözlerdendir. Yazar E-Posta: [email protected]r Tarihi: 26 Ocak 2008 |
|
06-08-2009, 09:20 | #45 |
1 Aralık 1996, Halk İçin Kurtuluş, Sayı 9
Mafya Devletinin Pisliklerini Sahiplenme Erbakanlara Düşüyor Devlet o denli kokuşmuş, o denli çürümüştür ki; kitleler nezdinde kendini "temize" çıkaracak gücü bulamadığı gibi, tüm halk kitlelerince katilliği, çeteciliği, mafyacılığı gün yüzüne çıkmış çeteleri savunmak zorunda hissediyor kendisini ve savunuyor. Bunun bir sonucudur ki, kısa bir aradan sonra devletin en yetkin ağızlarından biri olan Çiller, Sedat Bucak'ı "Kahraman", faşist mafya şefi Abdullah Çatlı'yıda devlet için kurşun sıktığı ve sıktırdığı için "şerefli insan" olarak ilan etti. Böylesi bir yaklaşım çürümenin örneklerindendir. Türkiye burjuvazisinin zayıflığı, güçsüzlüğü kamuoyu nezdinde kendisini geçici de olsa temize çıkarmaya yetmiyor. Örneğin gelişmiş kapitalist ülkelerdeki bu tür durumlarda "suça bulaşanlar" olarak teşhir olanlar devletin temize çıkarılması için de olsa görevden alınır, yargılanıp çeşitli cezalara çarptırılır, devletin "temize" çıkarılması için çaba sarfedilir. Böylesi bir yol kitleleri yanıltma ve devleti temize çıkarmak için burjuvazinin öncelikli olarak baş vurduğu bir yöntemdir. Ancak Türkiye'de çürüyen devlette ağırlığını tüm şiddetiyle hissettiren kontrgerillanın buna bile tahammülü yoktur. İşte bu duruma oldukça bozulan burjuva köşe yazarları, burjuva hukuk normlarının geçerli olduğu ülkeleri örnek göstererek; oralarda Sedat Bucak gibilerinin bir an önce dokunulmazlığının kaldırılacağı ve yargılanacağının altı çizilerek burjuvaziye akıl verilmeye çalışılıyor ve neden hala Sedat Edip Bucak'ın dokunulmazlığının kaldırılmasının düşünülmediği soruluyor. Ama kendi hukukunu uygulayan kontrgerillanın burjuva hukuk normlarına uymaya hiç ama hiç niyeti yoktur. Bunu yapacak güçte ve yaklaşımda değildir. MGK'dan sinyalİ alan Erbakan'da sessizliğini bozdu, "Üzeri Örtülemeyen Pislikleri Savunmak Görevi" Erbakan'a Verildi RP lideri Erbakan Susurluk'ta devletin pisliklerinin gözler önüne serilmesi üzerine uzun süre sessiz kaldı. Bu konuda gelen tepkiler ve yoğun sorular üzerine Susurluk'un "fasa-fiso" olduğunu açıklayan Erbakan mafyalaşan devletin tüm pisliklerini örtbas etmek için sabırla bekledi, ama gelişmeler beklediği şekilde olmadı. Hergün devletin pisliklerinin bir parçası çıktı ortaya ve olayın boyutları giderek büyüdü. Bu durumdan MGK'da oldukça rahatsızdı. Önce Çiller, Bucak ve Çatlı'ya açıkça sahip çıkarak kendilerini devlet için kurşun atan ve attıran "kahraman" ve "şerefli" insanlar olarak lanse etti. Bu düşünce tam da kontrgerilla devletinin sahip olduğu düşünce olup Çiller tarafından dile getirilmesiydi. Erbakanın günlerce duymadım, görmedim, bilmiyorum anlayışını sürdürmesi ve bugüne kadar hiçbir soruşturma açtırmaması tesadüf değildir. Tam tersine Erbakan'ın MGK ile bağlantılı bir şekilde başvurduğu bilinçli bir politikadır. Nasıl ki Demirel çok bilinçli olarak Devlet Denetleme Kurulu'nu harekete geçirmiyorsa, devletin resmi soruşturmasını başlatmıyorsa, Erbakan'da aynı şekilde hiçbir resmi devlet soruşturması başlatmamıştır. Bu konuda sorulan sorulara "biz üç koldan araştırıyoruz" diyerek sanki soruşturma başlatmış gibi bir hava yaratmak istiyor. Oysa yaptığı sadece birtakım bilgileri elde etmek için bir "araştırma" yaptırmasıdır ve bunun resmi soruşturma ile hiçbir ilgisi yoktur. Kaldıki bilgilenmesi için başlattığını söylediği "araştırma" da vakit kazanmak, olayı sürece yayıp unutturmaktan başka birşey değildir. Yani tamamen zaman kazanmak için başvurulan bir taktiktir. Ama tüm bunlara rağmen gelişmeler istediği şekilde gelişmemiştir. Bunun üzerine kontrgerilla şeflerinin müdahalesiyle Erbakan sessizliğini mafyalaşan devletin pisliklerini savunmak için bozdu. 2 Aralık günü Bursa yolunda uçakta gazetecilerin soruları üzerine Erbakan bu konudaki en uzun konuşmasını ilk kez yaptı ve pislikleri çeşitli boyutlarıyla açık bir şekilde savundu. Efendilerinden bu konuda net direktif aldığı her halinden belli olan Erbakan devletin tüm pisliklerini aklayan bir yaklaşım sergileyerek "devlette çete varsa temizlerim" gibi görünürde iddialı ama pratikt bir anlam ifade etmeyen laflar etti. Oysa söylediğinin doğru olmadığını kendisi de çok iyi biliyor. Uçaktaki bu ilk "sessizliği bozan" konuşmasında Susurluk'taki kazaya adı karışan üç kişiden Kocadağ ile Çatlı'nın aynı arabada olmasını "çok yanlış bir davranış" olarak gören, sağ olması halinde Kocadağ'ın hemen görevden alınması gerektiğinin altını özellikle çizen Erbakan'ın bu açıklamasının aynısını Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel'de yapıyordu. Ama aynı arabada Bucak'ın bulunmasını normal karşılayan Erbakan, Bucak'ın "milletin vekili olduğunu" ve dokunulmazlığının da bulunmasıyla Çatlı dahil "herkesle görüşebileceğini" belirtiyordu. Yani Milletvekili, milletin vekili olduğu için millet adına her türlü pis işi yapabilecekti Erbakan'a göre. Bunda da "Adil Düzen"ci Erbakan hiç bir sakınca görmüyordu. Çünkü o iktidar koltuğuna oturur oturmaz bu ülkenin yönetilmesinde başbakanların bir fonksiyonunun olmadığını tüm iplerin MGK'da toplandığını ancak MGK'nın kararları doğrultusunda, kendilerine tanınan inisiyatif oranında söz sahibi olduklarını "kalk" dendiğinde kalkılması gerektiğini, "otur" dendiğinde oturulması gerektiğini, "konuş" dendiğinde de söylenenler doğrultusunda konuşmak gerektiğin çok iyi öğrendiğini ortaya koyuyordu. Bunu kavradığından örneğin; MİT hakkında da artık "aykırı" ses çıkarmayarak "MİT"in Susurluk konusunda üzerine düşeni yaptığını açıklıyordu. Bu konuda iktidara geldiği ilk günlerde yaptığı İran gezisinde MİT'in görevini yapmadığı açıklamasının kendisini nasıl zor durumda bıraktığını, bizzat Genel Kurmay Başkanı'nca nasıl kulaklarının çekildiğini ve hizaya getirildiğini de çok iyi biliyor. Onun için de muhalefetteyken "yolsuzlukların üzerine gideceğiz, adil düzeni kuracağız" gibi "ne menem" şeylerin kontrgerilla devletinde yerinin olmadığını, iktidarda kalması için başta kendisi ve iktidar ortağı Çiller olmak üzere devletin tüm pisliklerini örtbas etmesi gerektiğini, bu pisliklerin içinde boğulacak durumda da olsa M. Ağar ve S. Bucak'ta olduğu gibi can siperane koruması, savunması gerektiğini de çok iyi biliyor Erbakan. Ne de olsa kendisinin daha önce biri CHP, diğer ikisi de MC koalisyonlarında olmak üzere üç defa da başbakan yardımcısı olarak görev yaptığını da unutmamak gerekir. Erbakan muhalefetteyken iktidara gelmesi halinde pislikleri temizleyeceğini açıklıyordu. Hatta bununla ilgili "Varan 1", "Varan 2" diyerek kampanyalar başlatmış ve "en iyi biz ütüleriz" benzetmesiyle pislikleri nasıl temizleyeceklerinin demagojisini yapıyorlardı. Ve bugün iktidardalar. Bu kez de pisliklerin üstünü bir bir kapatmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar mafya devletinin pisliklerinin devamı için vardırlar. Evet RP lideri Erbakan kontrgerillanın kendisine sunduğu şekilde başbakanlık yapmak zorunda, o da bunun bilincinde olarak görevini "layıkıyla" yapmaktadır. DGM Bucak'ın Ayağına Gitti Kontrgerilla hukukunu uygulayan Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, dokunulmazlığı bulunduğu gerekçesiyle Sedat Bucak'ın istediği halde ifadesinin alınabileceğini, hatta DGM'ye dahi gelmeyebileceği, meclis lojmanlarındaki konutundan da ifadesinin alınabileceğini belirtti. Mafyacılığı, "faili meçhul cinayetler"in vb. sorumlularından olan Bucak'ın dokunulmazlığını kaldırmak kimsenin aklına gelmezken, kontrgerilla hukukunun uygulayıcısı DGM savcıları Sedat Bucak'ın ayağına giderek tanık sıfatıyla "lütfen" ifadesini alabileceklerini açıklıyorlardı. Oysa aynı Ankara DGM'nin iki yıl önce DEP milletvekillerine neler yaptığı unutulmuş değildir. DEP milletvekillerinin toplanıp içeri atılması talimatı kontrgerillanın karar mekanizması MGK'dan alan DYP-CHP Koalisyonu apar topar mecliste DEP'lilerin dokunulmazlığını kaldırmaya çalışırken, diğer yandan dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve yardımcısı Nuh Mete Yüksel dokunulmazlıkları henüz kalkmamış olan milletvekilleri için emir çıkartmış ve polis müdürü Mehmet Ağar aracılığıyla Meclisin etrafı saatlerce çevrilmiş ve DEP'liler yaka paça polis merkezine götürülerek sorgulanmış ve tutuklanmışlardı. Daha sonrada 15 yıla varan cezalar verilmişti. Ama aynı mafya devleti bu sadık uşağı Sedat Bucak'ın dokunulmazlığını kendini "temize" çıkarma pahasına dahi olsa ihtiyaç duymuyor, zamana bırakıyor. Bucak için herşey o denli ortada ki; silahlar, susturucular, uyuşturucu ticareti, çetecilik, herşey mevcut. Öte yandan "Kumarhaneler Kralı " olarak adlandırılan Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmesini gerçekleştiren üç özel tim mensubunun İstanbul polisince sorgulandığı, "suçlarını itiraf ettikleri", bununla ilgili kasetlerin elde olduğu ANAP Lideri M.Yılmaz başta olmak üzere tekrar tekrar açıklanmasına rağmen durum aynı şekilde devam etmektedir. Dokunulmazlık zırhı bu mafyacı, halk düşmanları için kurtarıcı bir can simidi haline bürünmüştür. Sedat Bucak Başsavcı Yüksel'in kendi ayağına gelebileceğini öğrendikten sonra, ifade verebileceğini açıkladı. Ve savcıları ayağına çağırdı. Bunun üzerine Ankara DGM savcısı Sedat Bucak'ın meclis lojmanına 5 Aralık günü giderek ifadesini aldı. Mesut Yılmaz'ın "Temiz Toplum " Demagojisi Yıllarca cuntanın sivil görünümlü hükümeti olmuş, kontrgerilla uygulamalarının baş sorumlusu bir partinin başkanı ve iki dönem başbakanlık yapmış Mesut Yılmaz Susurluk'ta ortaya çıkan devletin mafyacı yüzünü aklama "görevini" gördü kendisinde. Devletin bugünkü kokuşmuşluğundan, kirlenmişliğinden birinci dereceden sorumlu olan bir partinin "temiz toplum"dan bahsetmesi, İstanbul başta olmak üzere mitingler yapıp "temiz toplum, temiz siyaset, demokrasi" istemesi muhalefette olmanın avantajını kullanarak oy'a yönelik çalışmada başvurulan demagojiden başka bir şey değildir. Halkın iki defa denediği M. Yılmaz'ın başbakanlığı döneminin diğerlerinden hiç te farklı olmadığı yaşanarak görülmüştü. Farklı olması zaten beklenemezdi. Çünkü her lider ve parti gibi Yılmaz ve partisi de mafya devletin çıkarları doğrultusunda çalışan ve ipleri MGK'nın elinde olup oradan gelen direktiflerle hareket etmişti. Kontrgerillanın her türlü pis işini iktidardayken yapanların, şimdi çıkarları için böylesi demagojik söylemler kullanması gerçekçi değil aldatıcıdır. Bugün koltuklarda oturan Demirel, Çiller, Erbakan vb. ile Yılmaz'ın bu konu karşısında tavırları öz itibariyle farklı değildir. "Susurluk konusunda gidilebildiği yere kadar gidilsin" diyerek yerinde oturan, elinin altındaki "Devlet Denetleme Kurulu"nu bile kendi yasaları doğrultusunda harekete geçirmeyip, tam tersine mafya devletin pisliklerini örtbas etmeye çalışan Demirel, Cumhurbaşkanlığı koltuğundadır. "Susurluk fasa fiso"dur deyip mafya devletin sadık bir bekçisi olduğunu gösteren ve konuya sessiz kalarak hiçbir soruşturma açtırmayan konuyu kapatmak isteyen olmayınca da savunmak için ağzını açan PR lideri Erbakan başbakandır. Devletin pis işlerinde "örtülü ödenek"lerle, devlet çetesinin her tür faaliyetinin içinde aktif olarak yer alan daha da "cesaretli" bir tavırla "Devlet için kurşun atan da, attıran da şereflidir" diyerek mafyacı faşist şef Abdullah Çatlı vb.lerine sahip çıkan savunan, konuyu bir an önce kapatmak isteyen Çiller Başbakan yardımcısı ve Dışişleri bakanıdır. "Elim de çok önemli belgeler var, Ö. Lütfü Topal devlet içindeki çetelerce öldürülmüştür" vb. deyip bekleyen, meydanlarda "temiz toplum" edebiyatı yapan Anap lideri Yılmaz'dır. Aslında M. Yılmaz "Hiç bu kadar kirlenme olmamıştı diyerek" her zaman kirlenmenin olduğunu itiraf ediyor ama aralarındaki çıkar çatışmasının etkisiyle hareket ettiğinden seninki benden kara misali tavırlar içindedir. M. Yılmaz'ın bu tavırları bile devlet bağlantılı sivil faşist mafyayı harekete geçirmiştir. Romanya'ya niçin gittiğini dahi izah etmekten kaçınan, ancak Budapeşte'deki ünlü bir kumarhanede mafyacı sivil faşistlerden dayak yedikten sonra olayı kapatamayınca kamuoyunca Romanya'ya gidişi öğrenilebilen M. Yılmaz da Ana muhalefet lideridir. Ve hepside ağız birliği etmişçesine "temiz toplum"dan bahsetmektedirler. Oysa hepside oligarşinin çıkarlarını savunuyor olup "devletin bekaası" için çalışıyorlar. Bugün Yılmaz'da iktidar koltuğunda olsaydı aynı şeyi yapacaktı. Bunların yoktur biribirlerinden farkı. "Temiz Toplum" edebiyatı yapan ANAP Lideri Yılmaz'a sormak lazım toplum mu kirlidir yoksa partileriniz, siyasetiniz mi? Herşeyden önce toplum kirli değildir. Kirli olan, kirlenen sizin devletinizdir, kafanızın içidir, uyguladığınz politikalardır, yönettiğiniz partilerinizdir. Siz asıl her taraftan pislik akan devletinizi temizleyin, kirlenen politikanızı ve pislik dolu kafalarınızı temizleyin. Halkımız M.Yılmaz gibilerine ne de güzel "Aptal kız aynaya bakar sıfatını karşısındakine takar" demiş. "Temiz toplum" demagojisi yapan M. Yılmaz gerçekleri çarpıtıyor, halk kitlelerini kandırarak Susurluk'u yaptığı radikal görünümlü muhalefetle oya dönüştürmek istemektedir. Poliste "Temiz Eller" Sahtekarlığı Susurluk'la birlikte polisin mafyacı, halk düşmanı yüzünün iyice ortaya çıkmasıyla halkın polise güvensizliğinin her tarafta dile getirilmesi karşısında sıkışan polis kendini temize çıkarmak için çeşitli gözboyayıcı, sahtekarlıklara başvurmaya başladı. Bunun en somut örneği de Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel tarafından Susurluk vesilesiyle açıklanan "Emniyette Temiz Eller" kampanyasıdır. Buna göre tüm polislerden mal varlığı beyannamesi isteneceği ve bundan sonra fazla malları olanlar için "nereden buldun?" sorgusunun yapılacağı belirtilmektedir. Ayrıca askerlerde olduğu gibi "Şura" toplanacağı," uzman polis", "kurmay polis" yetiştirileceği, "Emniyet Genel Müdürlüğünün İç Güvenlik Müsteşarlığı" ismini alacağı vs denmektedir. Bu halk düşmanı kurumun beynini kontrgerillanın sardığı ve yönlendirmeleriyle en küçük bir karakolun dahi işkencehaneye çevrildiği, işkenceden geçilmediği, ülkenin polis ve askerin tüm gücüyle devletin mafyacı, çeteci çıkarlarını dört elle savunduğu, koruduğu bir yapılanmada istendiği kadar "Uzman" yetiştirilsin, istendiği kadar isim değişikliği yapılsın, istendiği kadar "bilgisayar ağı" kurulsun, bunların hepsi halkın gözünü boyamak içindir. Polisin teşhir olan yıpranan yüzünü örtmek içindir. Polis bu tür durumlarda sıkıştığında hep benzer yolları izler. Kaldı ki, bir sürü pisliğe batanlar polisin işkenceci, rüşvetçi, halk düşmanı yüzünü gizlemeye yetmeyecektir. Bugüne kadar çokçası yapıldı bu türden ama onlar için nafile örtemiyorlar yüzlerini. "Nereden buldun" sorusunun sorulacağı da demagojiden öte birşey değildir. Bir zamanlar sözümona Çiller'den, diğer lider ve yöneticilerden de mal beyannamesi istendi. Oysa Çiller aynı dönemlerde servetine servet katmış, yolsuzlukları ayyuka çıkmış, hakkındaki soruşturmalardan sıyrılmak için Refah Partisi'yle anlaşmış ve bugün hepsinden teker teker Refah desteğiyle temize çıkıyor. Var olan bu somut durumu diğer tüm lider ve yöneticiler için de, polis için de geçerlidir. Polis şeflerinin her tarafı haraca bağladığı, mafyalaştığı bilinen bir gerçektir. Bunun en son ve en açık örneği polislikten gelme Mehmet Ağar ve Hüseyin Kocadağ'dır. Kaldı ki, mafyacı, rüşvetçi bir sistemin militarist bekçilerinden biri olan Alaattin Yüksel de alınan haraç ve rüşvetlerin kendi adlarıyla bankaya yatırılmadığını çok iyi biliyor. Bu konuda İsviçre bankaları, sırdaş hesaplar dururken nereden buldun sorusunun anlamsızlığı ortadadır. "Temiz Emniyet"i yaratmak isteyen Yüksel'in işe kendisinden başlayarak istifa etmesi gerektiği ve şimdiye kadar işlediği suçların hesabını, aldığı rüşvetlerin ve mafya ile ilişkilerinin boyutu konusunda halka hesap vermesi gerektiği gerçeğiyle hareket etmek zorundadır. Mafya devletinde de böylesi bir tavır eşyanın tabiatına aykırı olduğundan Yüksel'in demagojisi toplum gözünde iyice teşhir olan, güvenilmeyen polisi yalanlarla temize çıkarma faaliyetidir. Ağar'dan, Kocadağ'dan hiçte aşağı kalır yanı olmayan Alaattin Yüksel "Eğer Hüseyin Kocadağ ölmeseydi bir günde rütbesini söker görevden alırdım" yalanına başvuruyor. Bu konudaki açıklaması tıpkı başbakanı Erbakan gibi ve aynı merkezden. Kocadağ'ın ilişkileri devletin bile açıktan sahiplenmekte zorlandığı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Polis şeflerinin hepsi gırtlağına kadar mafya ilişkisi içindedirler, devlet mafyalaşmıştır. Kocadağ'ın izlediği aynı yollarla polis müdürlüğü yapmaktadırlar. Kaldı ki, Kocadağ öldü ama Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmesi dahil onlarca da siyasi vb. katliama katılmış Bucak'ın koruması üç poliste Susurluk'taydı. Bu özel tim mensupları henüz ölmemiş olmalarına rağmen polislikten atılmış değiller. Çünkü kontrgerilla böyle çalışıyor. Kendi yasalarını dahi hiçe saymaktadır. "Temiz emniyeti" yaratacağını söyleyen kontrgerilla şeflerindan Yüksel'in polis örgütüne kendi savcıları da güvenmiyor ve diğer kokuşmuş bir kontra kurumu olan askeri birimlere Mehmet Ağar'ın Çatlı ile ilgili imzaladığı belgeleri vererek laboratuvar incelemesi yaptırıyor. Devletin tüm kurumları çürümüş, biribirine güvensiz, ve pislikle doludurlar. Kaldı ki "temiz emniyet" demagojisini yapan Alaattin Yüksel önce aynada kendisine bakmalıdır, orada terörist, mafyacı, halk düşmanı bir yüz bulacaktır. http://www.ozgurluk.org/kitaplik/web...12-96/9-2.html |
|
06-08-2009, 09:23 | #46 |
Benim şahidim ALLAH diyen birisiyle daha fazla tartışmam.
Uğurlar olsun. Allah kimsenin yalancı şahidi değildir. |
|
06-08-2009, 10:09 | #47 | |
[quote=ahmetermiş;632619]
Alıntı:
baya cesur gorüyorum seni şuları bi açılarsan sevinirim taha sağlam tartışırız biliyorsundur fikirlerin çarpışmasından hakikat şimşeği çıkar |
||
06-08-2009, 10:13 | #48 | |
[QUOTE=kararlı;632763]
Alıntı:
Kaç yaşında olduğunun ne önemi varki akıl yaşta değildir bizim kültürümüze göre ama siz anlarmısınız bilmem........ |
||
06-08-2009, 10:29 | #49 | |
Alıntı:
halk icin kurtuluş sizi gidiler sizi |
||
06-08-2009, 10:31 | #50 |
|
|
Konuyu Toplam 19 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 19 Misafir) | |
|
|