Şiir Şairler, şiirler ve öz geçmişleri. |
Anketimiz: En Sevdiğiniz veya Beğendiğiniz Şair Hangisi? | |||
Ahmed Arif | 0 | 0% | |
Necip Fazıl Kısakürek | 22 | 59.46% | |
Nazım Hikmet | 0 | 0% | |
Yusuf Hayaloğlu | 1 | 2.70% | |
Cemal Süreya | 0 | 0% | |
Cezmi Ersöz | 0 | 0% | |
Yılmaz Odabaşı | 0 | 0% | |
Can Yücel | 1 | 2.70% | |
Orhan Veli Kanık | 1 | 2.70% | |
Atilla İlhan | 0 | 0% | |
M.Fethullah Gülen | 6 | 16.22% | |
Özdemir Asaf | 0 | 0% | |
Pir Sultan Abdal | 0 | 0% | |
Cemal Safi | 0 | 0% | |
Diğer | 6 | 16.22% | |
Katılımcı sayısı: 37. Sizin bu Ankette oy kullanma yetkiniz bulunmuyor |
05-09-2010, 13:04 | #71 |
BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum Sıkıldım, dertlendim ,dostlarımla buluştum Bu gün de ölmedim anne. Kapalıydı kapılar,perdeler örtük Silah sesleri uzakta boğuk boğuk Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük Bu gün de ölmedim anne. Üstüme bir silah doğruldu sandım Rüzgar, beline dolandığında bir dalın Korktum, güldüm, kendime kızdım Bu gün de ölmedim anne. Bana böylesi garip duygular Bilmem niye gelir ,nereye gider? Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar Bu gün de ölmedim anne. AHMET ERHAN |
|
05-09-2010, 13:08 | #72 |
Günün anlamını destekleyici bir şiir olmuş. Teşekkürler
|
|
05-09-2010, 14:26 | #73 |
paylaşım için teşekkürler...
|
|
05-18-2010, 22:06 | #74 |
ESKİ BİR KADINSIN SEN
Eski bir kadınsın sen, aşkı öğretmek için tekrar tekrar dirilen... Ölümünü bekletiyor şimdi seninle sevdası yarım kalmış ömürler. Boğulmuş ve kanla karışmış yüzü denizin sevginle duruluyor... Aşk, unutulmuş bir sanat gibi, ağırbaşlı bir çileyle öğreniliyor şimdi Eski bir kadınsın sen, aşkı öğretmek için celladını tekrar tekrar dirilten... CEZMİ ERSÖZ |
|
06-17-2010, 20:31 | #75 |
YİNE SANA DAİR...
Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini, Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin, Sende uzaklığı, Sende; ben, imkansızlığı seviyorum. Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, Ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin. Sende, ben, imkansızlığı seviyorum, Fakat asla ümitsizliği değil... NAZIM HİKMET... |
|
07-02-2010, 18:45 | #76 |
İkimizin Arasında...
Bir gün şayet camsız çerçevesiz penceresiz
Bir gün ben, çadır bezi bir perdeden Günlerin toz-toprak şarkısını çırparken Canevimin önünden geçersen, Bir gün şayet boynumda yem torbası hayallerim asılı Bir gün şayet samançöpü bir sokak dişlerim arasında Canevinin önünden geçersem Anlatırım nasıl nerde Bir ulu çınara takılı bir kuyrukluyıldız Bir yeşil telaşta çırpınan ışığımız Anlatırım nasıl nerde... Sonra eğilir kulağına derim: Bekle Çocukken kaçırdığım uçurtma dönsün gelsin Hele çarpsın bu çerçi yükü şehirlere, Hele ürksün fincancı katırları! CAN YÜCEL |
|
07-15-2010, 23:42 | #77 |
AŞK DİNMEMİŞTİR
I Dinmemiştir aşk; yine de dalgındır elleri aşkın ve sıcaktır bir yurt kadar... Bir de burada uçurum kokar kadınlar. Susarlar…Geceler boyu susarlar. Yorgun tenleri terli avuçlarla; kırık bir dal mı, yağma bir bahçe mi ömrümüz? II Yağmur dinmiştir de bilinir dinmemiştir korku. Hava çığlık ve tükürük kokmaktadır. Bir de geçip gidince atlar ve şarkılar; geride bütün suları bıçaklanmış bir akşam... Bütün suları bıçaklanmış, rengine rehnedilmiş bir akşam; unutmuş sevişmeyi, sebebini ve kendini, bir akşam... Ben de bütün kıyıları kurşunlanmış bir aşksam, ses de ölmüştür artık. Geriye kalan kendisi kokmaktadır; ve şubat ayaz, çığlık uçurum kokmaktadır… III Çünkü sevda da bir ayaz- sa artık bütün gülüşler tutukludur... /Bu yüzden gökyüzündeki son ıslak bulutu da biz çözeceğiz. Ama daha çok tüfek ve daha çok aşk gerek…/ Aşk gerek! Çünkü önce aşk, sonra göç başlar. Göç başlar burada: s-a-v-r-u-l-u-r---a-ş-k... Geride bütün suları bıçaklanmış bir akşam... 1992, Diyarbakır - Yılmaz ODABAŞI Konu Asi_isyankar tarafından (07-15-2010 Saat 23:44 ) değiştirilmiştir.. |
|
07-18-2010, 22:19 | #78 |
............
UYKUNDA ÖPÜYORUM SENİ
Uykunda ağlıyorsun... Uykunda öpüyorum seni... Korkmadan ağlıyorum seninle... Senin için bir şey yapamayışıma, seni bu dünyada yapayalnız, kimsesiz bırakışıma ağlıyorum... Senin için gerçeklik yok, bu hayat, bu hayatın kuralları yok... Kendine nasıl derinden ve katıksız inanıyorsan, bu hayata, bu insanlara da öyle inanıyorsun... Bunu sana ben anlatamam. Bak bu sensin, bak bu da hayat, bu da kuralları; bak, insanlar seni aslında nasıl görüyor, yok bu hayatta duygularının karşılığı, diyemem. Seni sevginden uyandıramam... Yıllar önce senin olduğun yerdeydim ben de. Tam orta yerde. Benim de saçlarım sevecen bir kardeşlik kokardı. Herkese koşarken açıkta kalırdı öldürülmeye en açık, en savunmasız yanlarım. Nereme bıçak saplanırdı bilmezdim, ama hep yersiz kanayan o zavallı saçlarıma dostluklara gölge düşürüyor, diye kızardım...Umudu ürkütüyor diye yaralarıma kızardım... Ben en çok beni yaralayanlara koşar; bir suç, bir yanılgı varsa, çoğunu omuzlamak için kendimden vazgeçerdim... Sırf sevgiler bitmesin, sırf hayatın sevinci gölgelenmesin, dostlukların son günü gelmesin diye üstüme alırdım bütün günahları, bütün yanılgıları, geçmiş ve gelecek bütün kötülükleri... Sevginin umutları sürsün diye, göze alırdım kalbime akıtılacak zehirleri... Göze alırdım eksik yaşanmış bütün sevgilerin tanığı ve sürgünü olmayı... Sonra baktım kimsesiz ve tesellisiz ölüyorum... Gördüm kendimi nasılsa. Gördüm anısız ve habersiz öldüğümü... Son kez baktım etrafıma, bir yakın, bir içten ses, bir kardeş kokusu aradım kendime. Bağlanmak istedikçe öylesine kopmuştum ki insanlardan, öylesine çok sevmiş, öylesine çok inanmıştım ki, nasıl oldu bilmiyorum, içimden bir kötülük, bir acımasızlık; içimden zavallı bir intikam duygusu çıkartıp, o yaralı kendimi, beni ben yapan o kimsesiz sevgimi o boşluktan çekip aldım... Aldım onu ve korumaya başladım.. O yaralı, o parçalanmış, o kimsesiz sevgimi, kötülükle, acımasızlıkla, hırsla, kıskançlıkla korumaya başladım... O da yetmedi, yazmaya başladım sevgili. Yazmaya... Ne hissedersem, ne hissedeceksem, hayatımda ne varsa, her şeyi yazmaya başladım... Yazmak, acılardan, aşklardan, yitirişlerden, itilip kakılmalardan kurtulmanın en geçerli yolu oldu benim için... Kimse elimden söküp almasın diye o yaralı, o kimsesiz sevgimi ve bir daha o karanlık boşluğa düşmemek için yazmaya başladım... Yıllar sonra şimdi sen o boşluktasın. O yaralı, o kimsesiz sevginle bir zamanlar benim olduğum yerdesin. Saçlarındaki kan kokusunu buradan duyabiliyorum. Bu kokuyu iyi bilirim. Çünkü yıllarca, sevginin peşinden koşulsuzca koştuğum o yıllar boyunca hep kendi kanımı, hep bu kokuyu koklamak zorunda kalmıştım... Arzuladığım ne varsa her şey karşılıksız kaldı bu hayatta. Saçlarımdaki kan kokusu şimdi içimde sahipsiz bir nefrete dönüştü... Kin öyle bir şeydir ki sevgili, her şeyi; yaşanmış ve yaşanan bütün sevgileri, gerçek adına ne varsa her şeyi çamurunda gizler.. Gün gelir, artık hiçbir şey anlaşılmaz olur. Haklılar haksızlara, kurbanlar cellatlara, sevgiler nefretlere karışır... Ve bir bakarsın, sen de bu acımasız hayatın hakemliğini kabul etmişsin. O kanlı nehrin kenarına gider ve günlerce, hatta yıllarca oradan düşmanının cesedinin geçmesini beklersin... Bu bekleyişin sonu yoktur. Çünkü düşmanlarının sonu yoktur... Biri biter, diğeri gelir ardından. Ve sen düşmanlarınla uğraşmaktan bezgin ve kimsesiz sevginle uğraşmaya dayanamaz, öylece kalırsın... Yalnızlığınla birlikte düşersiniz boşluğa. O çok korktuğun boşluğa... Öyle kirletirsin ki yalnızlığını, o kirlettiğin yalnızlığını sevsinler diye, dünyanın en samimiyetsiz insanlarına, kardeşim, diye sarılırsın... Biliyor musun, sen benim o çok eski halimsin... Sana bakıyorum yazılarımı yazdığım bu soğuk, bu uzak odadan. Bana umutsuzca sevdalanmanı seyrediyorum. Bende hiç umut yokken, beni vazgeçilmezin yapmanı seyrediyorum... Seni seyrediyorum sevgili, seni... Saçlarındaki kan kokusunu içime çekiyorum. Yıllar önceki kendi kokumu içime çekiyorum... Hayır, acımıyorum sana, sendeki kendimi özlüyorum en çok. Sendeki o çocuk cesaretini, o çıplak sevgiyi özlüyorum. Sendeki o kanayan, o kimsesiz, ama saf, o tepeden tırnağa sevgiye inanan kendimi özlüyorum... Bedelsiz, acıtmayan, hesap sormayan ve çok savunmasız bir güzelliğin vardı senin... Duygusuzlara göre çok kolaydın. Kurbanın o doyumsuz şehveti vardı sende. En kırgın, en yaralı insanları bile bir cellat yapardı o saf, o gerçeküstü sevgin... Seyrederdim seni o uzak odamda, bir şey yapamadan seyrederdim seni yazarken... Buruk bir sevinçle izlerdim cellatlarınla sevişirken aldığın hazzı. Nasıl da kıskanırlardı seni, kendilerine duyduğun sevgiyi bile kıskanırlardı... Seninle sevişirken aldığın o inanılmaz hazzı kıskandıkları gibi... Sen o çıplak, o bedelsiz sevginle bütün dengelerini bozardın onların. Aldığın o hazla kendilerine duydukları o bütün sahte güvenlerini derinden sarsardın... Senin bu sınırsız hazzı, bu çıplak sevgiyi, bu derin ve çılgın bağlanışı onca yitirişler, onca göze alışların sonucunda kazandığını anlamazlıktan gelirlerdi... Ne kadar zevk alsalar da bu kimsesiz sevginden, her yakınlığa hazır oluşundan, çabucak bağışlamandan, yine de seni kendilerine benzetmek, dahası yorulmanı, güce ve gerçeğe teslim olmanı, onları bütün o kayboluşlarında, tükenişlerinde, yani her durumda, her şekilde kabullenmeni isterlerdi... Onları her halleriyle kabul ettiğinde ise senden korkmaya başlarlardı... Çünkü öylesine korunaklı, öylesine derinlerde saklıydı ki sevgileri, seni anlaşılmaz, tuhaf, hatta bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış, tehlikeli biri gibi görmeye başlarlardı... O çıplak, o sahipsiz sevgin yıllar önce terk ettikleri kalplerini, düşlerini, inançlarını hatırlatırdı onlara. Çekiciliğine kapılıp yanına geldikleri anda ve seni anlar anlamaz ölümcül bir ürküntüye kapılmaları bu yüzdendi... Çünkü bugünün insanı kimden korkuyorsa, kim ona yok ettiği kendisini hatırlatıyorsa onu öldürmek ister sevgili. Safı, çıplağı, koşulsuz seveni, kendisine yitirdiği insanlığını hatırlatanı öldürmek ister... Kabul et artık, kimi sevsen, kimin özgürlüğünü istesen ölümünü istemedi mi senden. İstemedi mi... Kabul et artık... Ben onlardan hiç olmadım. Ben gözümü senden hiç ayırmadım. Çünkü sen benim saf çocukluğumdun. Sen benim o yaralı, o kimsesiz gençliğimdin... Hayatı bitirdiğim yerde sen yeniden başlıyorsun.. Dokunurken içimi acıtan başında benim kanım var... Anla artık, seni değil, en çok kendimi yalnız bırakıyorum o rutubetli evde... Senin o affedemediğin kalbinde yatıyor benim tek ve gerçek sevgim... Tek umudum senin bu savunmasız halin. Senin bu kimsesizliğin... Uyumsuzluğun. Tek çıkışım senin bu deli, bu çıplak sevdan... Kötülüklerin yok muydu, yok muydu hırsların... Vardı elbet. Ama öylesine acemiydi ki hırsların; kötülüklerin bu hayat karşısında öylesine çaresiz ve öylesine masum kalırdı ki, sonunda yine sana dokunurdu zararı; karşındakileri değil seni engellerdi o kimsesiz öfken... Kötülüklerinin zararı sonunda sana dokunmasaydı, yenseydin karşına çıkanları, yenseydin kalbini, hayat senin için hiçbir zaman böyle olmayacaktı... O kutsal, o hiç sönmeyen ışık nereye gitsen ardından gelmeyecekti... O sevinçli ıstırap kalbini hiçbir zaman böylesine içtenlikle ısıtmayacaktı. Bu şehri ebediyen terk edip giderken, bana söylediğin o son sözde saklı olmayacaktı hayatımızın gerçeği: 'Hayatın kuralları derdin hep, biliyor musun, bu hayatta hiçbir şeyi başaramadım ben... CEZMİ ERSÖZ |
|
07-19-2010, 00:10 | #79 |
zor spas hevalno
roj baş |
|
08-10-2010, 22:39 | #80 |
Uyan yarim, uyan, söndü yıldızlar,
Gün, karşı tepeden doğmak üzredir. Her sabah güneşi seyreden kızlar, Mahmur gözlerini oğmak üzredir. Uyan yarim, sesler geldi derinden, Karanlık oynadı, koptu yerinden; İlk ışık, kapının eşiklerinden, Şimdi bir gölgeyi koğmak üzredir. Sevgilim, kapımı çaldı aydınlık, Baygın gözlerimi aldı aydınlık, İçimde tıkandı, kaldı ayrılık, Bu aydınlık beni boğmak üzredir. Uyan Yarim (Necip Fazıl Kısakürek) |
|
Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir) | |
|
|