![]() |
#41 |
![]() Yazıların hepsini okuyamadım ama Yalçın Abi'yi bu konuda haklı görüyorum.
İtiraza bakalım. "A.b. bizi bünyesine almayacak." Bu konuda kesin konuşmak gaybı taşlamak olur ama mevcut şartlara bakılınca büyük oranda haklı bir fikir. Bence de almayacaklar. Hatta Hrıstiyan Birliği olduğuna da katılırım. Bayraklarındaki 12 havariyi temsil eden 12 yıldız, A.b. bünyesinde kimi çevrelerin doğrudan/açıktan müslüman bir ülkeyi istemediklerini beyan etmesi, geçmişten gelen kültürel farklılık, önyargılar vs.. bunu destekler nitelikte. Fakat şurası var ki Ab'nin bizi bünyesine almayacak olması Ab'nin nimetlerinden yararlandığımız gerçeğini değiştirmez. Süreçten pekala faydalanıyoruz, Erdoğan'ın dediği gibi biz evrense normları yakalayalım da onlar isterse almasın. Reformların ismini de "Ankara Kriterleri" koyar yola devam ederiz. İkincisi Hristıyan birliği olması ondan uzak kalmamızı değil asıl yakınlaşmamızı gerektirir. Çağ yeni bir dine gebedir. Papalık batıda "sos" vermektedir. 10 yıl önce kiliseye devam edenlerin oranı %60 iken bugün %32'lere düşmüş. İngiltere'de en çok yaygınlaşan ismin "Muhammed" olduğunu İngiliz Dergileri yıllardır yazıyor. Ecdadımız her fırsatı tebliğ vesilesi olarak kullanmıştır. Bir yeri fethetmenin birinci yolu da tarihi bir gerçek olarak sabit ki oranın insanlarının gönlünü fethetmekten geçer. Güneş batıdan doğar mı? Neden olmasın ?!.. Ayrıca AB'ye girince manevi bakımdan tahrif olacak kadar zayıfsak demek ki sorun AB'de değil bizde Öte yandan "De ki dolaşın yeryüzünü" Derin bir idrake sahip olmanın, dünyanın kaderini etkileyebilmek için dünyayı "bilmemiz", bir şekilde "rol oynamamız" "sözümüzü geçirebilmemiz" gerekir. Amerikaya Kristof Kolomb'tan 900 yıl önce keşfeden müslümanların ilimde, sanatta ileriye gidip, dünyaya hakim olması tesadüf olmasagerek. Ayrıca "Demokrasi, hukuk devleti, laiklik..." vs. gibi batıdan gelen kavramların "asıl"larını anlayabilmek ve uygulayabilmek Türkiye'deki birçok sorunu çözecektir. Bize "laiklik, demokrasi, hürriyet" diye yutturulan kavramları istediği gibi "kullanan" laikçi kemalistlerin etekleri neden tutuşuyor zannediyorsunuz ?.. Konuyla ilgili şu makaleleri incelemeniz tavsiyemdir(söylediklerim çoğunlukla makalelerden alıntılar taşımakta): Güneş Batıdan doğar mı? Avrupa Birliği'nden Korkmuyorum, Ama... |
|
![]() |
![]() |
#42 |
![]() Zeynep 3 noktalardan yine vazgeçmemişsin :D
Şaka biryana güzel bir sunum olmuş, bize yapacak bir yorum kalmamış |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#43 |
![]() Bağımsız Türkiye
AB ye hayır İmzamı okumanızı öneriyorum... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#44 | ||
![]() Alıntı:
Fatih Sultan Mehmet niye İstanbulu feth etti..Katilmiydi yoksa barbarmı..?? Hayır ikisi'de değildi peki o zaman niye feth etti sadece İstanbul değil bir çok yeri feth edip sınırlarını niye ikiye,üçe katladı... Niye Avrupa ortalarına kadar yürüdü..Türkiye kadar bir toprak parçası Osmanlıya yetmezmiydi tabiki yeterdi bugün 70 milyona yetiyor onlaramı yetmiyecekti... O zaman ne derdi vardı.. Tek bir derdi vardı Allahın,İslamiyetin emrini yerine getiriyorlardı.. Allahın kelimesinin bütün dünya'ya yayılması için mücadele ediyorlardı... Sen yukarıda "insanların dinleri,farklılıkları, savaş nedeni olarak görülmez bu artık etkinliğini yitirdi"demişin bu nemenem bir cümledir.. Şimdi biz güçsüzüz Osmanlı gibi bir gücümüz yok onun için İslamın cihad emrini yapamıyoruz eğer bunu kasteddiysen ne ala... Ama yarın bir gün yine eski gücümüze kavuşursak İslamın cihad emri bize farz olur..Allahın emirleri hiç bir zaman etkinliğini yitirmez kıyamete kadar geçerlidir.. Allahın emrine göre: Biz eğer yine Osmanlı gibi cihad edebilecek bir güçte ülke olursak Yunanistanın kapısını çalarız Müslüman olun deriz onlar yok olmayız derlerse tamam Dinde zorlama yoktur ancak yine Allahın emrettiği gibi bize her yıl şu kadar vergi(Kuran'da cizye olarak geçer) vereceksiniz,askeri gücünüz olmayacak siz biz koruyacaz deriz... Bunuda kabul etmezlerse işte o zaman Yunanistana savaş açarız ve feth ederiz işte Allahın emri bu... Onun için Fatih Sultan Mehmet istanbulu feth etti,onun için Avrupa içlerine kadar yürüdü,Gazneli Mahmud onun için Hindistana 16 sefer düzenledi eğer İslamın bu emri olmasaydı,şuan İslamiyet hicaz bölgesi dışında Dünyanın başka yerlerin'de bu kadar etkin olamazdı.. Allahın bu emri Dünya'da feth edilmeyen kafir bir ülke kalmayıncaya kadar geçerlidir.. Ne var ki şimdi biz güçlü bir ülke olmadığımızdan Allahın bu emrini uygulayamıyoruz.. Aman ne söylediğimize dikkat edelim kardeşim.. |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
#45 | |
![]() Alıntı:
Çok doğru bir cümledir "medeniyetlere galebe ikna iledir" (b.s.n.) Cihad "cehd" kökünden gelir ve sanıldığı gibi savaş anlamına gelmez. Cehd uğraşmak, çabalamak, emek sarfetmektir. Nebi de ecdad da tebliğ vazifesine engel olan yabancılarla savaşmıştır. (savaş nedenlerinde sadece bir tanesi elbet) Savaşmak amaç değil araçtır. Cihad anlayışınızı siyer kültürü ve Kur'an ışığında gözden geçirin derim. |
||
![]() |
![]() |
#46 | |||
![]() Alıntı:
Ayrıca Milli Mücahide burada yazılanların olması için bence Avrupa Birliği'ne gerek yok. Kültürümüzün ne kadar yozlaştırıldığı apacık ortada. Senelerdir onların olanlar hayatımızı bu kadar ipotek altına aldığından gençliğimiz bu durumda. Yani girsekde girmesekte onların müzikleri, konuşmaları zaten var.Bunlar girilmemek için bir neden olamaz bence. Ayrıca çok güzel bir sunum hazırlamışsınız Zeynepcim. Yalçın ağabey yorumların çok güzeldi. :-* +1 |
||||
![]() |
![]() |
![]() |
#47 | ||||
![]() Alıntı:
|
|||||
![]() |
![]() |
![]() |
#48 | ||
![]() Alıntı:
Birde kafirlerle olan cihad vardır buda savaşla olur. Cihad savaş anlamına gelmez demişin bu sözün ayetlerle çelişiyor Cihad anlayışını gözden geçir demişin aşağıda iki tane ayet veriyorum.. Nebi de ecdad da tebliğ vazifesine engel olan yabancılarla savaşmıştır demişin onların neden savaştıklarını yukarı'da yazdım Allahın cihad emri için savaştı hepsi zaten aşağıdaki ayetler her şey açık "Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın. Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (Tevbe suresi, 41) "Ey iman edenler ! Kafirlerden size yakın olanlarla savaşın. Onlar, sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki, Allah, müttakîlerle beraberdir." (Tevbe suresi, 123) |
|||
![]() |
![]() |
![]() |
#49 |
![]() Cihadın birden çok, derin, farklı manaları olduğuna göre cihad sadece savaş yoluyla olmadığını kabul ettin galiba ;)
İkincisi yukardaki ayetlerin sebebi nuzulleri ve tefsiri açıklamları hakkında sorun var. Sadece bir kaç ayete bakarak, İstikrai bir okuma yapılmadan Kur'andan "savaşmak her halde farzdır" hükmünü çıkarmayacak kadar bilgili gibisin kardeşim. "Savaşmak farzdır, ama Kur'andaki şartlar gerçekleşmişse" ;) Muhammed Esed: Tevbe 123. Siz ey imana erişenler! Hakkı inkar eden kimselerden yakınınızda olanlarla savaşın; (öyle ki) sizi kendilerine karşı sert ve direngen (163) bulsunlar: ve bilin ki, Allah, kendisine karşı yüksek bir sorumluluk bilinci taşıyanlarla beraberdir. 163 - Yani, ahlakî ilkeler konusunda ödün vermez/uzlaşmaz. Savaşın caiz olduğu genel şartlar hakkında bkz. 2:190-194, 22:39, 60:8-9 ve ilgili notlar; ayrıca bu surenin 5. ayetine ilişkin 7 ve 9. notlar. "Yakınınızda bulunan kafirlere/hakkı inkar edenlere ilişkin atıf ya da uyarma, maddî anlamda ancak "yakında bulunanlar" tehlikeli olacağı içindir her halde; ya da alternatif bir yorum olarak, uzaktan gelip de Müslümanların bölgesine saldırgan bir amaçla yaklaşan birilerini îma ettiği söylenebilir. Bakınız 190. SİZE savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşın, ama (amacınızı aşıp) saldırganlık yapmayın; doğrusu Allah saldırganları sevmez. (167) 167 - Bu ve bundan sonraki ayetler, Müslümanlar için savaşın meşruiyetinin yalnızca (kelimenin en geniş anlamıyla) kendini savunma amacına bağlı olduğunu tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaktadır. Müfessirlerin büyük çoğunluğu, lâ ta‘tedû ibaresinin, bu bağlamda "saldırganlık yapmayın" anlamına geldiği, mu‘tedîn ile de "saldırganlıkta bulunanlar"ın kasdedildiği konusunda hemfikirdirler. "Allah yolunda" -yani Allah tarafından konulmuş ahlakî ilkeler uğrunda- savaşmanın savunma amaçlı olma özelliği, ayrıca, "size savaş açanlar"a yapılan atıfta bariz bir şekilde ortaya konulmuş ve 22:39'da -"kendilerine haksız yere saldırılan kimselere [savaşma] izni verilmiştir"- daha da açık bir şekilde ifade edilmiştir. Eldeki bütün nakillere göre bu son ayet, cihâd yahut kutsal savaş meselesine en ilk (ve bu nedenle de en köklü) Kur'ânî atıftır (bkz. Taberî ve İbni Kesîr'in 22:39 ile ilgili yorumları). Savunmayı savaşın tek haklı gerekçesi olarak belirleyen bu ilk ve temel prensibin Kur'an'da, yukarıdaki ayetten sonraki bir döneme ait olan 60:8'de ve 4:91'in son cümlesinde de tekrarlandığı görülmektedir. 191. Onları karşılaştığınız her yerde öldürün ve sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün; zaten zulüm ve baskı, öldürmekten daha kötüdür. (168) Onlar size savaş açmadıkça Mescid-i Harâm civarında onlarla savaşmayın; (169) ama eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürün; hakikati inkar edenlerin cezası böyle verilecektir. 168 - Bir önceki emir açısından bakıldığında, ("Allah yolunda" yapılan bir kurtuluş savaşı olarak) "onları karşılaştığınız her yerde öldürün" buyruğu, yalnızca, "savaş açanlar"ın saldırganlar ve zalimler şeklinde anlaşılması halinde o anda devam etmekte olan düşmanlıklar bağlamında geçerlidir (Râzî); Fitne'nin bu bağlamda "baskı" olarak çevrilmesinin gerekçesi, bu terimin insanı sapıklığa götüren ve manevî değerlere inancını kaybetmesine yol açan her türlü müdahale için kullanılmasıdır (karş. Lisânu'l-‘Arab). 169 - Mekke sınırları içindeki savaşa yapılan bu atıf, bu ayetin nüzulü sırasında Kutsal Kentin hâlâ Müslümanların düşmanı olan putperest Kureyşlilerin elinde olmasından dolayı idi. Ancak -Kur'an'daki tarihsel referansların tümünde sıkça görüldüğü gibi- yukarıdaki buyruk genel bir muhteva taşımaktadır ve bütün zamanlar ve şartlar için geçerlidir. Devamı için bakınız muhtelif siyer sibak fıkıh kitapları... |
|
![]() |
![]() |
#50 |
![]() Tabiki bir çok şartı vardır ben yukarı'da sadece farz olduğunu göstermek için o ayetleri verdim...
Zaten bir önce ki yorumumda İlk önce İslama çağrılacağını kabul etmezseler vergi vermeleri gerektiğini savaşın bunuda kabul etmezseler yapılacağını söylemiştim.. Cihad sadece bir saldırı olduğunda yapılmaz Allahın kelimesi'ni(Dinini) bütün dünya'ya yaymak için'de yapılır.. Müslüman ülkeye savaş açanla elbette cihad yapılır buda Allahın emri.. Şu ayet kafirlerle Müslüman oluncaya ya da cizye verinceye kadar savaşmayı emrediyor.. "Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram ettiğini haram tanımayan ve hak dinini din edinmeyenlere küçülmüş oldukları halde kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!"(Tevbe 29) Yani sadece savaş açtıkları zaman cihad olmuyor... Bu ayetin tefsir açıklamasını'da veririm istersen Ayetin tefsiride şu "29- Ne Allah'a, ne ahiret gününe inanmayan, Allah ve ahiret sözü etseler bile, gerçekte yüreklerinde ona yer vermeyen, dünya ilelebet kendilerinin olacak ve öyle kalacakmış gibi sanan, akıbet bir gün gelip yaptıklarından sorumlu tutulacaklarına önem vermeyen, Allah ve Resulü'nün haram kılmış olduğu şeyleri haram saymayan, (yani haramdan kaçınmayan, Allah'ın kitabında, Peygamberin sünnetinde ve hatta kendilerinin uyduklarını söyledikleri kitabın ve Peygamberin hükümleriyle haram olduğu kesin olan şeylerin haramlığını tanımayan, helâl veya haram her ne olursa olsun keyiflerinin istediği gibi, güçlerinin yettiği her şeye el uzatmayı mübah gören ve saldıran) ve hak dinini din edinmeyen, (dinleri varsa da hak din değil, hakperest değildirler) din diye tanıdıkları, itaat ve teslimiyet gösterdikleri şeyler varsa bile hakkı tanımak, hakka teslim olmak, hak yolunda yürümek, hak ve hukuku gözetmeyi din ve diyanetin en mühim amacı olarak bilmeyen, Hakk'ın hükümlerine, hak olan şeriatına itikat ve itaat edip hakkı ve hukuku korumayı, Hakkın hükümleriyle adalet icra edip, gerçek mabud olan Allah Teâlâ'ya ne zatında, ne sıfatında, ne de fiileri ve hükümlerinde hiçbir şerik ve nazir tanımadan, halık veya mahluk herşeye, herkese hakkını vermek demek olan bu hususlara hiç önem vermeyen, bu anlamda bir din ve diyanetleri bulunmayanlara karşı savaşın! Çünkü onların kendilerine göre dinleri varsa da bu gerçek anlamda hak din değildir. Hatta kısmen hak din de olsa, hakka mahsus olan halis bir hak din değildir. Onlar halis, muhlis hak din olan İslâm ile tedeyyün etmezler, hak şeriat ile amel etmeyi kabul eylemezler. Bundan dolayı dinleri batıldan ve haksızlıktan arınmış olmadığı gibi, dindarlıkları ve dinlerine bağlılıkları da hakkıyle bir dindarlık ve bağlılık değildir. Din namına bile birçok zulüm ve haksızlık yapmaya elverişli bir aşırılık, gulüvv ve taassup sahibidirler. Bu bakımdan hak ve hukuk gözetmeyen dindarlıkları da dinsizliğe eşit bir ahlâksızlıktır. Çok dikkat çekici bir husustur ki, âyette "dînelhakk" "hak dini" buyurulmuştur. Bu ise "Hak din" deyiminden daha kuvvetlidir. "Hak dini" deyimi, hak dinin özünü ve mahiyetini gösteren bir tam ve kamil sınırı belirler. İslâm'ın en büyük ve kendine mahsus özelliği bulunan hakperestlik esasına dayanan, hukukun hükümlerini ve amacını, aynı zamanda dinin de en büyük amacı olarak tanıtan, Allah'ın hakkını, bütün hakların temeli ve başlangıcı sayan, umumun menfaatlarını hesaba katan, her şeyin ve herkesin kendine mahsus bir hakkı, bir hukuku bulunduğunu beyan ederek hakkın hakimiyetini ve hakların kutsallığını ilan ederek, hak ve hukukun gereklerine göre ödev ve görevlerin verilmesini ve seçim usullerini emredip bildiren hükümlerinin önemine özellikle tenbih yapılmıştır. Çünkü "Allah katındaki din İslâm'dır." (Âl-i İmran, 3/19) uyarınca Vâcibülvücud olan Allah katında din, İslâm'dan ibarettir. Yani dinin hakiki mânâsı Allah'ın emirlerine teslimiyettir. Ceza, sorumluluk vesaire gibi dinin öbür anlamları hep bu mânâdan çıkarılmışlardır. Şu halde teslimiyet neye ait ise o din ve diyanet de ona ait olmuş olur. Bu da batıl veya haksız, isteyerek veya istemiyerek olabilir. Bundan dolayı birçok haksız dinler veya dindarlık anlayışları bulunabilir. O halde Allah dini de Allah'a teslimiyettir. Yani keyfe göre bir teslimiyet değil, "İslâm, Allah için teslimiyet, Allah yoluna teslimiyettir." Tam anlamıyla ve her türlü didişmeden uzak salim bir ihlas ile itaat ve bağlılıktır ki, bunda İslâm kelimesinin tazammun ettiği "silm = sulh" ve selamet mefhumlarının hepsi vardır. "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan kabul olunmayacaktır." (Âl-i İmran 3/85). Dinin anlamı böylece bilindikten sonra demek hak İslâm, hakkın emrettiği ve kabul ettiği demektir. Özellikle hakka teslimiyet ve bağlanmakla hakkın ahkamını severek ve isteyerek ve hiçbir burukluk duymadan uygulamaktan ibaret olan İslâm demek olduğu açıkça ortaya çıkar. Hasılı, bir dinin hak olabilmesi ve hak sıfatı ile anılmaya hak kazanabilmesi, Hak Teâlâ'ya izafet-i kâmile ile ait olmasına bağlıdır. Bu da kaynağı ve amacı ile yüzünü ve özünü hakka dönüp, herşeyden önce Hak Teâlâ'yı ve hukukunu tanıması ve ona özünü bağlamasıyla mümkün olur. "Biz gökleri ve yeri ve aralarındaki her şeyi hak ile ve belli bir ecele göre yarattık." (Ahkâf, 46/3) uyarınca her mahluka bir ecel-i müsemma ile beraber verilmiş olan bir hak bulunduğunu, o varlığın hakkına saygılı olmak Allah'ın hakkına saygılı olmak demek olduğunu bilerek Allah'ın kullarının hakkını ve hatta herşeyin hakkını, hakkın emirleri çerçevesinde vermeye hizmet etmek, din-i hak ile dindar olmak demektir. Her hakikatın sınırı, hukukunun sınırıyla ayakta durduğu gibi, dinin hakikatı da hakkın hakkı olmasında, hakkı da hakka tahsis edilmiş bulunmasındadır. Onun için hak dini olmayan, yani hak ile ilişkisi bulunmayan, hak meselesini gözardı eden ve hakkın emri olmayan bir din, hak din olamaz. Hakkı gözetmeyen ve onun gereklerini yerine getirmeyen bir dindarlık da hak dindarlık olamaz. Halbuki burada söz konusu edilenler hak dinini kabul etmezler, hakka teslim olmazlar, hak ve hukuku tanımazlar, haram helâl seçmezler ve haklara saldırırlar. Ayrıca izah olunacağı üzere, yalnızca kulların hukukuna değil, Allah'ın hukukuna, Allah'ın hakkı olan dinin kurallarına da saldırırlar. İşte Allah'a inanmayan, ahireti hesaba katmayan, Allah ve Resulü'nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dinini din edinmeyenlere, yani kendilerine kitap verilmiş olanların bir kısmına, açıkçası şu üç sıfatla belirlenmiş olan imansız, saygısız ve haksız kimselere karşı savaşınız. Ta ki, kendi elleriyle getirip cizyeyi versinler, küçülmüş oldukları halde. Yani hak dini olan İslâm'ı kabul etmedikleri takdirde, kendilerine kitap verilmiş iken hakka karşı gelen, o haksız , saygısız ve saldırganların kuvvetleri tükenip İslâm eli, İslâm himayesi altına girmeyi ve buna karşılık cizye vermeyi kabul ve taahhüt edinceye, zimmetlerinde kesinleşmiş olan cizyeyi hazır elden, içinde bulundukları aşağı durumu unutmadan saygılı bir şekilde verecekleri hale gelinceye kadar savaşın. Ve böylece onlardan nüfus başına vergi alıp, Allah'a ve ahirete imandan ayrılmayarak ve harama el uzatmayarak, hakkı hukuku gözeterek, hak dinin emirlerini yerine getirin. Zira Allah'ı ve ahireti unutup onların yaptığını yapacak, haram ve helâl tanımayacak, Allah ve Resulü'nün haram kıldığı şeyleri haram saymayacak, kitap ve sünneti gözetmeyecek, hak dini ile amel etmeyecek olduktan sonra ne savaş yapmaya, ne de cizye almaya hakkınız olmadığı âşikârdır. Çünkü bu vasıflar cihad edenlerin değil, kendilerine karşı harb açılacak olanların özellikleridir. Cizye almanın değil, cizye vermenin sebepleridir. Böylelerinin hakkı zaten galibiyet değil, mağlubiyettir, cizye almak değil, cizye vermektir. " (Elmalılı Hamdi Yazır) |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 8 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 8 Misafir) | |
|
|