![]() |
#61 | |||
![]() Alıntı:
Konun çok güzel cidden okunmaya değer nitelikte.. ++ =) |
||||
![]() |
![]() |
![]() |
#62 | ||||
![]() Alıntı:
çok teşekkür ederim..daha çok şey var ekleyecek ama yavaş yavaş ekliycem :D :D |
|||||
![]() |
![]() |
#63 |
![]() DÜNÜ BUGÜNÜ YARINIYLA BAŞÖRTÜSÜ SEMPOZYUMU Kadin erkek esitsizliginin ortadan kaldirilmaya calisildigi bir dunyada Turkiye hala, kadinlar arasindaki esitsizligin gunluk hayatimiza yansimalari ile mucadele veriyor. Soyle bir dusunuyorum: ne kadar zamandir var, bu basortusu yasagi? Kac nesildir devam ediyor? Kac aile pratik anlamda etkilendi, hayatinin akisini degistirmek zorunda birakildi?.... Yasak, Turkiye’nin kimligi ile ilgili bir sorundur, modernize edilmis bir Turkiye’yi hedefleyen sosyal muhendisligin hedefleri cercevesinde degerlendirilmelidir. Bu muhendisligin tavizsizlik karakteristigi, en cok basortusu yasaginda disa vuruyor, hayati belli alanlarda kisirlastiriyor. Yasagin tarihsel surecte analitik degerlendirmesini yaptigimizda goz onune serilen gerceklerden birkacina deginmek istiyorum: Turk kadininin guclendirilmesi, hukuki cercevede kadin alani ile ilintili olarak getirilecek degisimler, devletin herseyden once sosyal alanda kadina bagli bir modernlestirme acilimi gerceklestirilmesine kilitlenmistir. Ancak sosyal alandaki bu acilim gayreti, genelleme yaparsak, cogu yerde yuzeyselligi asamamis, hukuki acilimlar pesinden pragmatik degisimleri surukleyememistir. Kadinin sosyal alanda bireyselligini sinirlayan engeller ortadan kaldirilmak istenirken, modernlesen, batililasan Turk kadininin geleneksel kimliginden uzaklasacagi beklentisi hep var olmustur. Geleneksellik, dindarlik devlet tarafindan sinirlari belirlenen bir alan olarak algilanirken, modernlesme ve batililasma olgulari da yine devlet tarafindan belli olculere baglanan bir baska alan olusturmustur. Bu iki alanin birbiri ile kesismeyisinin, Turkiye’nin icinde bulundugu dengede kalmasinin onsarti oldugu dusunulmustur. Sonucta, adeta iki ayri Turkiye, ayni ama farkli iki Turkiye’li kimligi gelismistir. Batili, birincil Turkiye’yi, gelenegini, dinini onceleyen ikincil Anadolu Turkiye’sinden ayiran, kadina ait alanda, kadinin dis gorunumu, ulkenin bir Turkiye’den digerine geciste gosterdigi basarinin bir olcutu olarak belirlenmistir. Iki Turkiye’nin ortusemeyecegi varsayimindan hareketle hazirlanan Turkiye modeli, kiyafet dahil kadinla ilgili alanlarda da iki Turkiye’nin kesisiminin mumkun olmadigi temeline oturtulmustur. Iste basortusu yasagi, bu modeli gecersiz kilan verilerin curutulmesini hedefler. Bu yasak suregelen sosyal muhendisligin ongorulememis bir sonucu olarak degerlendirilebilir. Yasak, devlet tarafindan titizlikle hazirlanmis olan birincil Turkiye’li, “modern” kadin tiplemesi ile ortusmeyen her kadini, kamu alaninin disina iten ve cezalandiran, cayidirici nitelige sahip bir operasyonu icerir. Sonucta, kadin veya erkek her vatandasa sunulan imkanlari, egitim, calisma, hayatini kazanma gibi temel insan ve sivil haklarini talep eden, ancak dini icsellestirmekten vazgecmeyen, kiyafetini devletin kendisine empoze ettigi olcude sinirlandirmaya yanasmayan ikincil Turkiye’ye ait kadinin sistem ile carpismasinin tezahurudur, basortusu yasagi. Bir baska deyisle, kadin geleneksellikten kopup batililasirken, beklenmedik bir sekilde devletce gelenekselligin sembolu olarak algilanan basortusune yeniden sarilmistir. Koyunden cikan genc kadin, metropole gelip egitim talep ettiginde, basini da ortmeyi istemekte, bunu kisisel gelisimine engel gormemektedir. Bugun yasagin aldigi trajikomik konum, Meclis’e ve sonra da Cumhurbaskanligi konutuna kadar ulasan yansimalari, toplumu yogurma projesi hayata gecirilirken, verileri dogru tartamamis olmanin otesinde, zamanla icinden cikilmaz bir hal alan kavram kargasasina da dayanmaktadir. Birincil Turkiye’de basortusu, ilk defa 60’li yillarin basinda goruldu. Sayilari onu bulmayan, universiteli basortulu kadinlar, yadirganmanin disinda herhangi bir engelle karsilasmadilar. 60’li yillarin sonuna dogru yasanan bir iki istisna goz ardi edilirse, takip eden yirmi sene zarfinda ciddi anlamda bir yasaga tanik olunmadi. 1981 yili yasagin ilk olarak resmi anlamda uygulamaya konmasini beraberinde getirdi. On yil boyunca da yasak universitelerin insiyatifine birakilarak kimi sehirlerde uygulamaya kondu, kimi yerlerde konmadi. YOK’un yasagi, 1980 ihtilali sonrasinda devlet memurlarinin kiyafet yonetmeliginden alintilamasi sonucunda universitelerde de basortusu kullanilamaz oldu. Anadolu insaninin tarihinin, kulturunun ve dininin bir parcasi olan basortusunu karsiya almadan dolayi dogabilecek sikintilari gidermek amaci ile donemin YOK Baskani Ihsan Dogramaci cozum olarak “turban”i tanitti. Turban, basortusu kadar geleneksel kabul edilmeyen, daha ufak, devlet perspektifinde daha “batili” yeni bir ortunme tarzi idi. Boylece ogrenciler, akademisyenler turban kullanmaya basladilar. Ancak, YOK baskaninin onayi ile benimsenen ve basortusunun yerini alan turban, toplum muhendislerini rahatlatmadi, aksine daha da gerdi. Toplumsal degerlerle catisma potensiyelini de goz ardi etmeyen yoneticiler, ani bir soylem degisikligi ile turbani siyasal simge, basortusunu toplumsal deger olarak ilan ettiler. Boylece basortusune karsi olmadiklarini gostermeye calistilar. Turban, egitim ve calisma hakkini arayan, genc kadin tarafindan ortulen basortusune burunuverdi. Boylece, “ortu” devletce kabul edilmeyen turbana ve devletce tahammul edilebilen basortusune katagorize edilmis oldu. Turbani basortusunden ayiran ozellik ise, ortulus tarzindan cok, kim tarafindan ortuldugu idi. Genc, egitimli, veya okuma ve calisma hakkini talep eden ahenkli giyinmis bir kadin tarafindan kullanilan basorutusune “turban” damgasi yapistirildi. Basortusu ise, egitim alma talebi olmayan, yasca olgun, genel anlamda evinin disinda calismayan, calisirsa da calisma alani tarla v.b. ile sinirli kalan kadinin ortusunun adi idi. Ayni kumas, ayni basortusu, yasli bir kadinin degil de genc bir kadinin sacini orttugunde neden cagdisiligin, siyasetin sembolu olmustu? sorusu, sozunu ettigim kavramsal kargasanin bir sonucudur. Son on sene, basortusu ile ilgili kavramsal kargasaya, son olarak “kamusal alan” terimini hediye etti. Turbanin, basortusune karsi tercih edilir konumuna dayanan tarihsel surec, hem turban hem de basortusunun, bu sefer beraberce “kamusal alan” ilan edilen butun acik ve kapali mekanlardan cikartilmasi ile bizi bugune getirdi. Bu yeni gelisme ile, basortulu her kadin, ister ev hanimi, ister is kadini olsun, isterse basbakan esi, hatta hakim onune cikacak sanik olsun veya evladinin mezuniyet torenini seyretmeye giden anne yada -en acisi- sehid evladi icin verilen onur nisanini almaya giden anne olsun, kamusal alandan menedildi. Basindaki ortusu bir yana birakildiginda “Muasir medeniyet seviyesini yakalamis cagdas Turk kadini” olarak algilanacak kadin, basini dini geregi ortme talebi sonucunda kamusal alandan acimasizca disari cikartildi. Cagdaslasmayi, batililasmayi, modernizasyonu “tek boyutlu” kabul eden sistem, “Okumasin, ulkemize katkisi olmasin…ne olursa olsun basortulu olmasin”argumaninin savunucusu oldu. Zamanin, bu yasaga bir cozum uretememis olmasinin sebepleri arasinda basortusunu kutsal bir deger olarak addeden muhafazakar Turkiye’linin soruna olan ilgisizligini de sayabiliriz. Yasagin uygulamaya konmasi ile tepkisel bir varlik gosteremeyen en basta muhafazakar akademisyenlere ilerleyen zaman icerisinde kamu ve ozel sektordeki muhafazakar kimlikler de eklendi. Basortulu ogretmenlerin islerine ilk son verenler yine muhafazakar okul yonetimleri, basortulu kadinlarin terfilerine engel olanlar, onlari kamusal alanda arka plana alanlar yine muhafazakar ozel sektor temsilcileri oldu. Boylece, sorun bir “kadin” meselesine indirgendi. Basi ortulu gazeteci, muhendis, tezgahtar kendini yalniz birakilmis buldu. Acisini ancak kendi gibi olan, basortusu magudurlari ile paylasabildi, onlardan guc aldi. Ne kadar ironiktir ki, toplumsal hayattan dislanmak istenen basortulu kadin bu sefer de ”basortusu magduru” olarak toplumdaki yerini aldi. Boylece yasak, uzun muddet dinsel ozgurluge mudahale olarak degerlendirilmisken, bu noktadan itibaren kadin haklari cercevesinde de degerlendirilmeye baslandi. Sorun da potensiyel cozumu de basortululerin uzerine yikildi. Iki yil once, Kadikoy Imam Hatip Lisesi onunde kanatilan kucuk bilekler, bunun bir isbatidir. Sozlerime magduriyetten payima duseni anlattigim Basortusuz Demokrasi’den bir alinti ile son vermek istiyorum: “Bir ilk olmanin getirdigi sikintilar yasanmis, geriye ‘hak’ ve karsisinda ‘haksizlik’ kalmistir. Kamusal alan, laiklik, sivil ozgurluk tartismalarina bir ‘impetus’ teskil etmistir, basortlu bir hanim milletvekilinin secilmesi. Sistemin bu konulardaki tikanisinin barizlesmesine vesile olmustur. Kisa donem ve dar cercevede etkisinin tam anlamiyla olculemeyecegi ile beraber, uzun donem ve genis kontekstte sivil haklar mucadelesi kontinuumunda yerini alacagina suphe yoktur....Bu baglamda, umit ederim bu kitapta aktarilanlar, ‘Haklarin ihlali, bu haklarin baska haklar uzerinde olusturabilecegi muhtemel tehdit ile mesruiyet kazanir mi ?’ sorusuna cevap bulmaya da bir nebze vesile olur. Zira Turkiye’deki basortusu yasagi, kendilerini basortusu magduru olarak tanimlayan sosyal bir sinifin dogmasina sebep olmus, son on senede bu konu kanserlesmis bir yara halini almistir. Saglikli bir sekilde istatistiklere yansitilsa, acilen mudahele gerektiren bu yaranin belki de dolayli veya dolaysiz olarak her Turk ailesinin sorunu oldugu ortaya cikacaktir. Bu sosyal afet, devlet eliyle Turk halkini bolmek, siniflara ayirmak basortulu insanlari (...) rencide etmekten baska bir amaca hizmet etmemektedir. Bu zaman ve cagda, insanca muamele gormek herkesin hakki olmalidir.” MERVE KAVAKCI İstanbul / 10.11.2004 |
|
![]() |
![]() |
#64 |
![]() Dünya’da Filistin, Türkiye’de Başörtüsü
2/4/2008 -Kategori: siyaset Dünya’da Filistin, Türkiye’de Başörtüsü Yargıtay cumhuriyet başsavcısının iddianamesi Anayasa mahkemesinde şekil açısından kabul edildi. Ancak kabul edilen iddianamenin şaibeli olduğu, önyargı ile hazırlanmış ve yargının siyasallaşmışlığına dair görüntüsü bizzat Başsavcı’nın ağzından ikrar ediliyor. Yargıtay cumhuriyet başsavcısının gazeteci Nuray Başaran’a yaptığı açıklama aslında Ak Parti’yi kapatma davasının gerçek açılma nedenini ifade ediyor. “Bir ara söz Abdurrahman Yalçınkaya'nın 17 Ocak 2008 tarihinde türban ile ilgili Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinin değişikliğine ilişkin çalışma nedeniyle yaptığı açıklamaya geldi. Bizim medya olarak çok sert bulduğumuz o açıklama, Yalçınkaya'ya göre "çok samimi"ydi. Edindiğim izlenim, eğer o samimi açıklamadan sonra hükümet ya da AK Parti geri adım atsa, ya da bu konudaki çalışmasını durdurabilseydi belki bugün bu kapatma davası ile karşılaşmayacaktık.” (http://www.8sutun.com/node/56674) Aslında son bazı gelişmeler iddianamenin artık nasıl bir maksatname haline geldiğini gösteriyor. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, “AKP’nin kapatmayı zorlaştıracak anayasa değişikliği yapmaya cesaret edemeyeceği” yolunda açıklaması bunu somut bir şekilde ortaya çıkarıyor. İşçi Partisi’nde Yapılan Ergenekon Aramasında El Konan Cd’lerden Birinde Yargıtay Binasının Ayrıntılı Krokisi Çıktığı bildiriliyor. Polis ve Güvenlik Görevlilerinin Bulunduğu Alanların da İşaretlendiği Krokinin Suikast İçin Hazırlanmış Olabileceği Kuşkusu Uyanıyor. Bu Arada Ak Parti Hakkındaki İddianamenin bir Kısmı da İp’te Bulundu ve İddianamenin Gül’le İlgili Kısmının İp’e Önceden Verildiği öne Sürülüyor. Dava’nın ne kadar önyargılarla açıldığı ortadadır. Ayrıca uzun zamandan beridir esrarengiz bilgi kaynakları ile hiç bir kesimin güvenini kazanamamış İşçi parti’sinin bilgisayarlarında iddianamenin çıkmış olması son derece düşündürücüdür.Bu gelişmeler son derece vahimdir.Danıştay saldırısının kamu vicdanını çok sızlatan bir Danıştay onayından sonra çıktığını ve saldırganın Ergenekon soruşturması tutukluları ile derin ilişkisini iyi biliyoruz.Yargıtay’ın krokilerinin bir partinin kasasında çıkması da son derece düşündürücüdür. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, “AKP’nin kapatmayı zorlaştıracak anayasa değişikliği yapmaya cesaret edemeyeceği” yolunda açıklaması bunu somut bir şewkilde ortaya çıkarıyor. Türkiye’de sorunların çözümü sürekli bazı kesimler tarafından bastırılıyor. Bunun bir benzerini de Filistin’de görüyoruz. Filistin’de de yıllardır büyük bir zorbalık Dünya’ya kabul ettirilmeye çalışılıyor. Dünya’nın gözü önünde yaşanan katliamlar uluslararası meşruiyetin adı olan BM’de örtbas ediliyor. Bariz katliamlar güç sahibi A.B.D’nin vetosu ile cezasız kalıyor.Türkiye’de de yıllardır milyonlarca insan’ın gözyaşı dökmesine vesile olan Başörtüsü yasağı halkın ezici çoğunluğu tarafından kabul görmemesine rağmen yüksek yargı organları aracılığıyla dayatılmaya çalışılıyor.Filistin’de çözümsüzlük acı,kin ve nefret üretiyor.Türkiye’de ise yargıya güvensizliğin artmasına, başörtülülerin açık bir ayrımcılığa uğramasından dolayı kutuplaşmaya yol açıyor.Şüphesiz çözümsüzlük ve üretilen olumsuz duygular yapıcı değil.Ancak soykırım uygular gibi başörtüsü üzerinde kılıç sallayanların nasıl bir duygu yoğunluğu ürettiklerini fark etmeleri gerekir artık. Filistin’de sorunlar çözülmediği için tüm Dünya huzursuz. Olası bir 3. Dünya savaşının sebebi maalesef çözümsüzlüğe terk edilen Filistin meselesi olacak herhalde.Zira vicdanları sızlatan bu soykırıma tüm Dünya bu kadar seyirci ise ve hukuksuzluk bu denli meşru görülüyorsa sonuç istenmese de böyle olacağa benziyor.Türkiye’de başörtüsü yasağının devam etmesi de toplumun kabul edebileceği bir hal değildir.Kutuplaşmayı arttırıcı bir ihlaldir.Bu sorunun çözümsüz bırakılması ve hukuksuz girişimlerin nedeni olarak gösterilmesi kamu vicdanının kabul etmeyeceği bir durumdur.Gerginliğin devam etmesi ileride hiç istenmeyecek olaylara yol açabilir.Bu sorunu sun’i yollarla devam ettirmek isteyenler, kalıcı olarak kabul ettiremeyecekleri bir dayatmayı yaptıklarının farkında değiller mi?Cumhuriyet tarihi boyunca ne kadar engellemeye çalışsalar da halkın her geçen gün dinine daha çok sarıldığını görmüyorlar mı?Açık bir dini emir olan Başörtüsü’nü yasaklamak için hiç ilgileri olmadıkları halde dinden bile fetva bulmaya çalışma maskaralıklarının da aslında mahcubiyet duygularının bir yansıması olduğu belli değil mi?Bu fetva arayışları din’den bu toplumun vazgeçemeyeceğini hissetmelerinden değil mi? Sonunda manken Aysun Kayacı’nın ağzından gerçek zihniyet ortaya çıkıyor.”Benim oyumla, Çoban’ın oyu bir olur mu” diyen bir manken’in yaklaşımı gerçek anlayışı ele veriyor. Aysun Kayacı vb. düşünen kişiler kendisini bir profesör ile kıyaslamayı da tercih etse keşke. Demokrasi’den hazzetmeyenlerin gerçek ruh hali, böyle kriz hallerinde ortaya çıkıyor işte.Ancak böylesi kişilerin karşısında çoban bile olsa o halkın derin sağduyusunu gösteren bir bakış açısı var.Bazen eğitim düzeyi iyi olmayan kişilerin çok iyi bir hayat tecrübesine sahip olduğunu gözlemlemişizdir.Seçkinlerin oyuna itibar eden Aristokrasi doğru olsa idi, toplumlar onun üzerinde konsensüs sağlardı.Ancak genel olarak konsensüs sağlanan anlayış Demokrasidir.Demokrasi deniliyorsa da işinize geldiği zaman onu helvadan bir put gibi yemek o kadar kolay izah edebileceğiniz bir şey değildir. |
|
![]() |
![]() |
#65 |
![]() Emeğinize sağlık ...+1
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#66 |
![]() Teşekkür ederim
![]() |
|
![]() |
![]() |
#67 |
![]() medeniyeti ahlakin cöküntüsünde arayanlar
basörtüsüne karsit eylemlere her daim mutabik kalacaklardir |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#68 |
![]() ANAYASA MAHKEMESİ, CHP'NİN İSTEĞİNİ ONAYLADI İşte Mahkeme'nin başörtüsü kararı Anayasa Mahkemesi'nin, üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan anayasa değişikliğiyle ilgili kararı açıklandı. Anayasa Mahkemesi, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğini iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu. Anayasa Mahkemesi, CHP ve DSP milletvekillerinin başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğinin ''iptali veya yok hükmünde kabul edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması'' istemiyle açtığı davanın sonucunu yazılı açıklamayla duyurdu. Açıklamada, şöyle denildi: ''9 Şubat 2008 günlü 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Kanun'un 1. ve 2. maddeleri, Anayasa'nın 2, 4. ve 148. maddeleri gözetilerek iptal edilmiştir. Ayrıca yürürlüğü de durdurulmuştur.'' YAPILAN DÜZENLEME Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği değişiklikle Anayasa'nın, ''Kanun önünde eşitlik'' başlıklı 10. maddesinin son fıkrasına, ''... ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında'' ibaresi eklenmişti. Bu değişiklikle madde, ''Devlet organları ve idari makamları, bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır'' haline gelmişti. Anayasa'nın, ''Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi'' başlıklı 42. maddesine ise ''Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yüksek öğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir'' şeklinde yeni bir fıkra eklenmişti. Anayasa Mahkemesi, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğinin iptal kararını, Anayasa'nın 2. maddesiyle düzenlenen ''laiklik'', 148. maddesiyle düzenlenen Anayasa Mahkemesi'nin görevleri ve 4. maddesinde ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyeceğine yönelik maddelerine dayandırdı. İŞTE 2, 4 VE 148. MADDENİN İÇERİKLERİ Anayasa Mahkemesi'nin, davanın sonucuna ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, iptal kararının Anayasa'nın 2, 4. ve 148. maddeleri gözetilerek verildiği kaydedildi. Anayasa'nın 2. maddesi, ''Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir'' hükmünü içeriyor. Anayasa'nın ''Değiştirilemeyecek hükümler'' başlıklı 4. maddesi ise ''Anayasa'nın 1. maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez'' hükmünü öngörüyor. Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa'nın 148. maddesi ise şöyle: ''Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasa'ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesi'nde dava açılamaz. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı, Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz, defi yoluyla da ileri sürülemez. Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar. Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcıvekili yapar. Yüce Divan kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.'' Anayasa Mahkemesi'nin yazılı açıklamasında iptal kararının kaç üyenin oyuyla alındığına yer verilmedi. Ancak Anayasa'nın 149. maddesinin birinci fıkrası anayasa değişikliklerinin iptaline karar verilebilmesi için beşte üç oy çokluğu aranacağını öngörüyor. Bu da en az 7 üyenin iptal yönünde oy kullanmasını gerektiriyor. 05.Haziran.2008 17:19:54 |
|
![]() |
![]() |
#69 |
![]() Anayasa Mahkemesi, başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğini iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu.
|
|
![]() |
![]() |
#70 |
![]() Yıl 2008 AK Parti MHP'nin hain politikaları'na alet olarak başörtüsü yasağı'nı meclis'te çözmeye çalıştı bunun üzerine CHP Anayasa Mahkemesi'ne giderek yasa tasarısının iptaline ilişkin talepte bulundu.. Anayasa Mahkemesi başörtüsü meselesini kararlaştırıp bir daha gündeme gelmemek üzere geri yolladı.. Etkin bir siyaset izleyemeyen AK Parti kapanma sürecine yaklaştı ve müslüman kesimdeki saygınlığını yitirmeye başladı.
Tarihe düşülen ufak bir not |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|