![]() |
#111 |
![]() Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
MİMÂR SİNAN *Mîmâr Sinân’ın ailesini, mahalle ve çevresini, bütün müslümanları ve insanları düşündü köyü Ağırnas’da vakfettiği çeşme su içmeye gelen hayvanların dinlenmesi için çeşmenin etrafında geniş bir alanı kurdu Din ve dil eğitimini, dünyâ îmârının âhireti insanlar ve hayvanları ihmâl etmeyen Mîmâr Sinân, Allah rızâsının dışında bir şey düşünmeyip, ölümünden sonra rahmet ve hayır duâ ile anılmaktan başka bir şey gözetmediğini belirtir. Mîmâr Sinân, Avrupalı rönesans san’atçılarından farklı bir şekilde, İslâm san’atına bağlı kaldı tecrübe ve tekniğiyle mimarlığa çok önemli eserler kazandırdı. Arab, Selçuk, Roma, Bizans ve Orta Avrupa medeniyetlerini inceledi hassa başmîmârı olarak büyük bir teşkilâtı idare edti *Mîmâr Sinân’ın başmîmârlığınfa Osmanlı Cihân Devletiydi Türk-İslâm devleti olarak dünyânın en güçlü devleti idi. kudretli devletin güçlü san’atçısı Sinân elli senelik mimarlık döneminde kendisine düşeni hakkıyla yerine getirdi. Mîmârî dehâsı disiplin kabiliyeti ile dünyânın hiç bir yerinde görülmeyen hassa mimarları teşkilâtını geliştirdi. teşkilât, devletin her tarafına mîmârî götürdü. Sarayda, mimarî atölyeler kurdu. atölyeleri mimarbaşı, hattatbaşı, doğancıbaşı gibi büyük devlet me’murları yönetti. Atölyelerden, Sultanahmed Câmii’ni yapan sedefkâr Ahmed Ağa ve Dâvûd Ağa gibi mimarlar yetişti Sinan, Selçuklu dönemini taş işçiliğini çok yakından bilir ve sentezlerdi *her eserinde ayrı bir sisteme yöneldi. Eserlerinde iç mekân ferah, aydınlığa renkli cama yer verdi Sinân, her mîmârî eserinde günümüzde de geçerli mimarlık ilkelerini bundan dört asır önce ortaya koydu. san’atı ile asırlar ötesi bir mîmârî dehâ olarak anıldı Mîmâr Sinân; seksen dört câmi, elli iki mescid, elli yedi medrese, yedi dârülkurrâ, yirmi türbe, on yedi imâret, üç dârüşşifâ, beş su yolu, sekiz köprü, yirmi kervansaray, otuz altı saray, sekiz mahsen ve kırk sekiz adet hamam olmak üzere üç yüz altmış dört eser vermiştir. Kynak yunusemre.gov.tr *Tapduk Emre, kesin olmamakla 1200 ile 1300’lü yıllarda Aksarayda İç Anadoluda yaşamıştır. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna ile çağdaştır hakkınfaki bilgiler çok azdır. Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocasıdır. Yunus Emre gibi bir Ulu yetiştirmiştir. dergâh sahibi pir, rehber ve mürşittir. Yunus Emre gibi gönül erenleri yetiştirmiştir. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli ile ile ilişkiler geliştirmiştir. Rum erenleri, Hacı Bektaş Veli’ye giderken Emre’ye “haydi sen de gel”, dediler. Emre, çok güçlü idi “Dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş gibisini görmedik”, dedi ve Hacı Bektaş’a gitmedi. Emre’nin sözünü Hünkâr’a ilettiler. Hünkâr, Emre’yi çağırttı. Hacı Bektaş, “siz, dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik demişsiniz, *siz nasip veren elin nişanesini bilir misiniz?”, diye sordu. Emre, “divanda perde vardı, bir el, bize nasip verdi. elin avucunda yeşil ben vardı, görsem tanırım”, dedi.Hacı Bektaş elini açtı. Emre, Hacı Bektaş’ın güzelim yeşil benini gördü “tapduk Hünkârım”, dedi. Bundan sonra adı, Tapduk Emre kaldı. Emre tacı Hünkâr’a teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirle giydirdi. izin alıp makamına döndü. Tapduk Emre Anadolu erenidir. Ehlibeyt öğretisiyle derviş yetiştirmiştir. Bunlar arasında ünü günümüze gelen ve düşünceleri ile insanlığı kucaklayan Yunus vardır. Yunus çiftçilikle geçinen fakir bir adamdı Bir senelik kıtlıkta . fakirleşen Yunus, kerametlerini duyduğu Hacı Bektaş-ı Velinin dergahına geldi. Pirin ayağına yüz sürdü *Hacı Bektaş-ı Veli yunusa lutf ile muamele edti misafir etti. Dervişler Pir’e Yunus’u anlattılar Gafil Yunus buğday istedi. Pir “isterse o alıca nefes edeyim dedi Yunus buğdayda ısrar edti. Hacı Bektaşi üçüncü kez isterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim dedi. Yunus buğday isteyince pişman oldu. kusurunu itiraf etti. Hacı Bektaş onun Tapduk Emre’ye gitmesini söyledi. Yunus himmete kavuşmak kırk yıl Tapduk Emreye hizmet etti. Yunus’u asırlardır gönül Sultanı yapan bu himmettir. Eli böğründe Yunus gider Tapduk’un kapısına. Tapduk’a kul olur. Yıllarca şeyhine odun taşır. ondan feyz alır. pişer. Yunus’un Şeyhine taşıdığı odunlarda hiç eğri bulunmaması Tapduktan kaçmaz. Yunus’a odunları gösterir: *Yunus, der. Bakıyorum, dağdan kestiğin odunlar kuru, hepsi düz. Meraklandım. Ormanda hiç eğri odun yok mu?” Yunus Gülümser. Vereceği cevabı Öylece, dudaklarına geldiği gibi söyledi: “Ormanda eğri odun var var amma, Senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.” Yunus’un Sarıköy de yatmakta olduğu yazar, Onun gömülü olduğu yer Türk Milletinin ve bütün Müslümanların cefakar ve vefakar göğsüdür. Bu Yunusu anlayabilmek ve anlatabilmek için yeter bir kanıttır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#112 |
![]() Kaynak vikipedi
Ahmed Yesevi *Tarihte bilinen ilk büyük*Türk*mutasavvıfıdır Tam adı:*Ahmed bin İbrâhim bin İlyâs Yesevîdir Yesevîlik*akımının mimârıdır" Hazret-i*Türkistan"* nâmıyla da meşhurdur müridi*Hacı Bektaş Veli gibi Alevi*âlimdir. öğretileriyle*Alevî-Bektâşî Tarikâtı*ile Sünni İslam'ı etkilemiştir. Kuvvetli bir medrese tahsili gördü din ilimleri ve tasavvufu öğrendi Babası*Ali el-Mûrtezâ'nın soyundan olan*"Şeyh İbrâhim",*mürşidi*ise*Hanefî*âlimlerinden*Nakşîben dî*Şeyhî*Yûsuf el-Hemedânî'dir.Anadolu'ya hiç gelmemesine rağmen Anadolu'da sevilen*"Hoca Yesevî", Mevlana Hacı Bektaş gibi Anadolu ekolleriyle Anadolu'daki tasavvufunda büyük tesirler meydana getirdi inandıklarını ve öğrendiklerini yerli halka ve göçebe köylülere anlattı*Karahanlılar'ın hüküm sürdüğü çağlarda* Orta Asyada önemli yer tutan,*Türkistan*şehri Sayram kentinde doğan Ahmed Yesevî,* Yesi'de*Arslan Baba'ya katıldı Menkıbeye göre*Arslan Baba Yesi'ye gelerek*Ahmed Yesevî*ile buluştu İslâm Peygamberi Muhammed sav ın kendisine teslim ettiği emanetleri vermesi, terbiyesi ile ilgilenerek onu irşat etmesi hz Muhammedin mânevî işaretine dayanmaktaydı. Babası Hace İbrâhim Şeyh ve mânevi babası*Arslan Baba'nın vefatlarıyla Nakşîbendiyye-*şeyhi Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin yanında eğitimini tamamladı Yesevi'nin*isimlerini zikrettiği şahsiyetleri Melâmetîyye Kalenderiyye* çevrelerine mensuptur müridlerden*Kutb'ûd-dîn Haydar, 12. yüzyıldan itibaren*Kalenderî kolu Haydarîliğin kurucusudur.*İmâm Muhammed Bakırın soyundan gelenlerin hepsine*Hâce*unvanı verilmiştir Ahmed-i Yesevî Kul Hâce Ahmed*olarak anılır *Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin vefatı üzerine irşata önce*Berkî*daha sonra Şeyh Endâkî*Endâkî'nin ölümü üzerine Ahmed-i Yesevî irşad postuna oturur.[mürşidi*Hâce Yûsuf el-Hemedânî'nin olduğu talimatıyla irşat makamını Gucdevanî'ye devrederek*Türkistan'da*İslâmiyeti*yaymak maksadıyla*Yesi'ye döner. En büyük eseri*"Divan-ı Hikmettir Ahmet Yesevî,*Türklere*İslam'ı kolaylaştırarak benimsetmiştir. İslam inancını, Türk gelenek, ve yaşam tarzı ile sentezlemiştir Ahmed Yesevî,*Yesevîlik*tarikatı kurucusudur İslâm'ı yeni kabul etmiş Türk topluluklarına ifanı tanıtmıştır. Türkistan*Türkleri'nin İslam’ı kabul ettiği 10. yüzyıl, Türk dünyası için tarihi bir dönüm noktasıdır Bu yüzyıldan itibaren Türkler İslamiyeti benimsemişdir. *Ahmed Yesevî, *İslâm*şeriatını öğretirken bir yandan da*İslâmiyet'i*Türklere sevdirmeyi,*Ehl-i Beyt âkidesini*yaymayı kendine gaye edinmiştir. Yesevî, Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmesine rağmen eserlerini Türkçe vermiştir. Edebiyatçı* Yahya Kemal ın Ahmet Yesevî hakkındaki yorumu şöyledir.Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl O'nda bulacaksınız Hoca Ahmed Yesevi Türbesi Kazakistan'ın güneyindeki*Türkistan kentinde 1389 ile 1405 yılları arasında*Timur tarafından yapıldı. 2002 de UNESCO*tarafından dünya tarih eseri olarak kabul gördü. Ahmet Yesevî'nin türbesi Türkiye Cumhuriyeti tarafından TİKA marifetiyle tamir edilmiştir.Divan-ı Hikmet*şiirleri, Türk tasavvuf edebiyatının çok önemli en eski kitabıdır.Akaid, İslam esaslarının yer aldığı temel eseridir.Fakr-Nâme*öğrencileri tarafından yazılmıştır |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#113 |
![]() Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
AHMED YESEVÎ Türkistan’da yetişen büyük velilerden. İsmi, Ahmed bin İbrâhim bin İlyâs Yesevî olup, Pîr-i Türkistan, Hazret-i Türkistan,* Hâce Ahmed, Kul Hâce Ahmed diye tanınır. Babası Hâce İbrâhim’in nesebi Hazreti Ali’nin oğlu Muhammed bin Hânefiyye’ye ulaşır. Soyu, Hazreti Fâtıma vâlidemize dayanmadığı için seyyid değildir. Annesi evliyâdan Mûsâ isimli bir zâtın kerîmesi olup, sâliha, bir hâtun idi. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) yedi yaşında iken babası vefât etti. Yetim* büyüdü. Doğum târihi* bilinememektedir. 562 senesinde Yesi’de vefât etti. Kabri oradadır. Timur Hân, onun için muhteşem bir türbe yaptırmıştır. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ),* çocuk iken kendisinde garîb hâller, yaşındı fevkalâdelikler meydana geliyordu. Hızır aleyhisselâm ile sohbet ediyordu. Çok küçükken annesinin, yedi yaşında iken de babasının vefâtı ile, Gevher adındaki ablasının yanında yetişti.meydana gelen bir hâdise, Hâce Ahmed’in şöhretinin bütün Türkistan’a yaydı Türkistan’da Yesevî adlı bir hükümdâr hüküm sürmekte idi bütün velîleri toplatıp, onların duâsı ile önemli bir mes’eleyi halletmeyi düşünmüştü velilerin duâ ve niyazları neticesiz kalınca katılmayan velileri tespit ettirmiş. Hâce İbrâhim’in oğlu Ahmed’in,* çocuk yaşta olduğu için çağırılmadığını anlamıştı gelmesi istenmiş. Çocuğun ablası, “Babamızın vasıyyeti var, tanınma zamanını babamızın türbesindeki ekmek sofrası ta’yin edecektir. sofrayı açabilirsen, zamanın gelmiştir var git!” demiş. Türbeye giden Hâce , sofrayı* açmış,* hükümdârın istediği yere gelmiş. Veliler kendisini hazır beklemekte imişler. Hâce Ahmed sofradaki ekmeği, duâ* için gösterince, veliler Fâtiha okumuşlar ekmeği paylaştırılmış hepsine kâfi gelmiş.veliler Hâce Ahmed’in büyüklüğünü ve mertebesini anlamışlar. Hâce Ahmed* sırtındaki babadan kalma hırkaya bürünerek, duâsının neticesini beklemiş. gök yüzünden seller boşanmış velîlerin seccadeleri su üstünde yüzmüş. Ahmed hırkasından başını çıkarınca, seller durmuş, güneş çıkmış. Karaçuk dağı ortadan kalkmış kerâmete şâhid olan hükümdâr, Hâce Ahmed’den, adının kıyâmete kadar bakî kalması için niyazda bulunmasını dilemiş. Hâce Ahmed hazretleri Âlemde her kim bizi severse, senin adınla bizi yâd eylesin” demiş. o günden beri ikisinin ismi birlikte, “Ahmed Yesevî” şeklinde anılır olmuş. Hâce Ahmed, Yesi’li olduğundan, Yesevî diye kabûl edilmektedir.Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ), Baba Arslan hazretlerinin talebesidir. Onun kalblere hayat ve huzûr veren sohbetlerine teveccühlerine kavuşmakla, kısa zamanda çok yüksek makam ve derecelere kavuştu. Baba Arslan hazretlerinin vefâtıyla, onun ma’nevî işâreti ile, Buhârâ’ya gitti.* Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyüğü Yûsuf-i Hemedânî’den* ilim tahsil etti. İnsanlara ilim öğretmek, doğruyu göstermek için icâzet aldı. O büyük zâtın halifelerinden oldu. Onun vefâtından sonra Buhârâ’da kaldı. Talebeler yetiştirdi talebelerin terbiye ve yetiştirilmesini, Yüsuf-i Hemedânî’nin en büyük talebesi Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine havale edip, kendisi Yesi’ye döndü. talebeleri .her geçen gün çoğalıyordu. Büyüklüğü ve şöhreti Türkistan, Mâverâünnehr, Horasan ve Harezm’e yayıldı. çocuk yaşta iken başlıyan evliyâlık dereceleri artıyordu. âlimlerin ve evliyânın en büyüklerinden, en üstünlerinden oldu. Hanefî* idi. bütün ilimlerde âlim idi. babası ve diğer velîler gibi, o da devamlı* Hızır aleyhisselâm ile görüşür, sohbet ederdi. Büyüklüğü ve kerâmetleri herkesçe* bilinirdi. Dîvân-ı hikmet eserinde, yedi yaşından elli yaşına kadar geçen zamanını anlatmıştır. Ahmed Yesevî hazretleri vakitlerinin* çoğunu Allahü teâlâya ibâdet ve, talebelerine ilim öğretmekle geçirirdi. kaşık ve kepçe yapardı. Bir öküzü vardı. öküzün sırtına bir heybe asar, içine* yaptığı kaşık ve kepçeleri koyardı. öküz pazara çıkar, istiyenler kaşık veya kepçe alır ücretlerini heybeye koyarlardı. Ücretini vermeyen olursa, öküz kimsenin peşini bırakmaz, nereye gitse peşinden giderdi. Aldığı şeyin ücretini heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Öküz, akşam olunca Hâce Ahmed hazretlerine gelirdi. Hâce hazretleri heybedeki paraları talebelerine* sarfederdi.Yesevî hazretlerinin şöhreti, kerâmetleri her tarafa yayılıp talebeleri yüz bine yaklaşınca, çekemeyenler, Allahü teâlânın evliyâsına düşman olanlar, ona iftira edip, sohbete örtüsüz kadınlar da geliyor, erkeklerle birlikte oturuyor dediler bunu yaydılar. makam sahipleri, durumu araştırdı Ahmed Her şeyin, herkese açık olduğunu kanunlardan* uygunsuz bir şeyin bulunmadığını Söylenilenlerin asılsız olduğunu, bu zâta iftira uydurulduğunu bildirdiler. Hâce Yesevî ( radıyallahü anh ), kendisine iftira edenlere bders vermek istedi. meclise geldi. Elinde ağzı mühürlü bir kutu vardı. Orada bulunanlara Baliğ olduğu günden bu âna kadar, sağ elini avret mahalline hiç uzatmamış bir velî* istiyorum. Kim vardır? kutuyu ona teslim edeceğim” buyurdu. Hiç kimse çıkamadı.Yesevî’nin ( radıyallahü anh ) talebelerinden, Hâce Atâ isimli zât geldi. Hâce Ahmed kutuyu bu talebeye verip, kutuyu Horasan ve Mâverâünnehre götürmesini emretti.bildirilen âlimler ve Hâce hazretlerine iftira edenler geldi Herkes, kutuyu merak ediyordu. talebe, kutuyu açtı. Kutu açılınca, herkes donakaldılar. Kutuda bir miktar ateş ve pamuk vardı. Ateş kıpkırmızı* duruyor, pamuğa birşey olmuyordu.* herkes hayretler içindeydi Hâce hazretlerinin kerâmeti karşısında, onu sevenlerin muhabbeti* arttı. hatâlarını anlayıp tövbe ettiler. Hazreti Hâceye hediyeler gönderip özür dilediler. Vr Hâce hazretlerinin talebesi oldular. Merv şehrinde Mervezî nâmında bir müderris vardı Ahmed Yesevî hakkındaki uydurma sözler onada gitmişti. Bu yalanlara aldanıp, kendisini* imtihan etmek,* niyetiyle, ma’iyyetine dörtyüz müşavir kırk müftü alarak yola çıktı.sohbetinde binlerce kişinin* bulunduğunu öğrenmişti. üçbin mes’ele ezberledim. Hepsine suâl sorar, onları imtihan ederim” diye düşündü. Ahmed Yesevî hazretleri talebelerinin hafızasından* mes’eleleri* sildi. Hâce hazretlerine“Allahın kullarını doğrudan ayıran sen misin?” dediler. Hazreti Hâce, misâfirimiz ol! buyurdu. Üç gün sonra* kürsü kuruldu. Mervezî kürsüye çıktı. Hâce Ahmed mes’elenin Mervezî’nin hafızasından silinmesini emretti. Mervezî, konuşmak istedi. Fakat hafızasında hiçbir mes’ele yoktu defterinden okumak istedi. defterinin* yazıların da silinmişti Mervezî, kusurunu anlayıp tövbe etti.* ma’iyyetiyle beş sene kaldı. Çok mertebelere, yüksek derecelere kavuştu. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) bunu, insanlara Allahü teâlânın dinini anlatmak vazîfesiyle Horasan’a gönderdi.* halkı irşâd ettiler Horasan’daki evliyâlar, Ahmed Yesevînin büyüklüğünü,* bildikleri ve ona olan muhabbetlerinin artması için, kendisiyle görüşmek, istediler. Büyük bir toplantı tertîb ettiler. Allahü teâlâ, evliyâsını çok sevdiği için, onlara* insanların yapmaktan âciz oldukları birçok şeyi kolay kılmıştır., bir anda bir yerde, biraz sonra çok uzak bir yerde bulunabilirler. aynı anda başka başka yerlerde görülebilirler. Bu, Allahü teâlânın ihsânıdır, işte, Ahmed Yesevî hazretlerini toplantıya da’vet için yola çıkan velî, Allahü teâlânın izni ile turna misâli uçarak Yesi’ye geliyordu. Hâce hazretleri* yanına talebelerinden ba’zılarını aldı. Bunlar da turna şeklinde uçmaya başladı Nihâyet, Semerkandda karşılaştılar. aşağıda büyük bir tüccâr, nehirden geçerken akıntıya kapılıp, malı ve hayvanları suya gitti. tüccâr, sudan selâmetle kurtulması hâlinde, kalan malının yarısını Allah rızâsı için vereceğini adadı Hâce Ahmed Yesevî tüccârın sıkıntısını keşfederek aşağıya indi. tüccârı* sahile çıkardı. turna şeklinden, normal hâline döndü. tüccâr, kendisini kurtaran zâta sarılıp* teşekkür etti ve malının yarısını verdi.Hâce hazretleri istenilen yerde sohbet edip,* memleketine döndü. Nehirden kurtardığı tüccârın* parasını, talebelerine* sarfetti. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#114 |
![]() Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
AHMED YESEVÎ Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ),* çocukluğundan itibâren, efendimizin sünnetine tâbi olmakta gevşeklik göstermedi. 63 yaşına geldiğinde* efendimiz* âhırete teşrîf etmişti yesevide 63 yaşından sonra yeryüzünde bulunmayı kendisine münâsip görmeyip yer altında bir hücre yaptırdı. Oraya merdiven ile inilirdi. Mezar misâli olan o yerde, vefât edinceye kadar, devamlı ibâdet Allahü teâlâyı düşünmekle meşgûl oldu. Talebelerine ilim öğretmeye orada devam etti. Kendisini vefât etmiş, kabre konmuş hissederek, huşû’ ile ibâdetlerini yaptı. evliyâlık yolundaki makam ve dereceleri kat kat arttı. 63 yaşından, vefât ettiği 125 yaşlarına kadar, orada ibâdet etti. Zamanın hükümdârı Kazan Hân, Ahmed Yesevînin* Cum’a namazını nerede kıldığını merak edip, Hâce’nin talebelerine sordu* müezzinler Cum’a ezanı okuyordu Talebe, Hâce’nin huzûruna vardığında Gel elimden tut! Cum’a namazına, bugün seninle beraber gidelim” buyurdu. Talebe “hocasının elinden tuttu. kendilerini, büyük bir câmide safda gördüler. Talebe, namazdan sonra hocasını bulamadı. Câminin kayyımı, “Ey derviş! Burası Mısır’dır bu câmi Câmi-i Ezher’dir. Senin hocan, Cum’a namazlarını burada kılar” dedi. Talebe Ertesi Cum’a* hocası ile* bir anda Yesi’ye geldiler. Hâce hazretleri, talebesine gördüklerini Kazan Hân’a anlatmasını söyledi. Kazan Hân’ın kendisini Hâce hazretlerine gönderdiği sırada başlayan* ezan, henüz bitmemişti. Kazan Hân ve orada bulunanlar, Hâce hazretlerinin* kerâmeti karşısında birşey diyemedi Onun büyüklüğünü, anladılar. Yesi şehrinde Sabran diye bir kasaba vardı. ahalisinin hıristiyan olup, müslümanlara ve Yesevî hazretlerine düşmandı.* Yesevînin büyüklüğü, kerâmetleri yayıldıkça ve ona bağlı olanlar arttıkça, Sabranlıların Hâceye düşmanlıkları artıyordu. Ona iftira etmek istediler. içlerinden birinin öküzünü kestiler. ayaklarını bıraktılar. kadıya gidip Öküzlerinin çalındığını, kesildiğini, kan izlerini öküzlerinin Ahmed Yesevî tekkesine girdiğini* bildirdiler. Kâdı izin verip, Hâce’nin tekkesine girip, öküzlerini arayabileceklerini bildirdi Hazreti Hâce, kalb gözleri ile iftiracıların* tertîbini görmüştü içeri girmelerine izin verildi. İftiracılar, öküzün yanına vardılar.* maksatlarına kavuşmuş olduklarını zannediyorlardı , Hâce hazretlerinin kerâmeti ile, iftiracılar köpek oldular.öküz etine hücum edip* bitirdiler. Ve esas halleri anlaşılmış oldu. birgün Hâce’yi hırsızlıkla itham etmeye karar verdiler. sığırı parçalayıp* gizlice Hâceye bıraktılar. Hazreti Hâceden başka kimse yapılanı farketmedi. Ertesi gün sığırı aramak behânesi ile, kasaba halkı tekkenin önünde toplandı Sığırlarını aramak için içeri girmek istediler. Hâce hazretleri ahmakların yaptıklarına çok üzüldü ve “Girin köpekler! Girin itler!” diye söylendi. Gelenler, Hâce hazretlerini üzmenin dünyâdaki çok ufak bir cezası olarak,* birer köpek şekline girip, parçalanmış sığır etine hücum ettiler.Bu hâle düştüklerine üzülüp, pişmanlıklarını bildirdiler. Hâce hazretleri bunları eski hâline çevirdi. Fakat* hainliklerine alâmet olmak üzere, vücûdlarında belirti kaldı. belirti hâli, onlardan çocuklarına* intikâl etti. Emîr Timur Buhârâ’ya gitmek üzere yola çıktığında Türkistan’a uğradı. Timur* rü’yâsında Ahmed Yesevî’yibgördü. Kendisine; “Ey yiğit’ Buhârâ’ya çabuk git! İnşâallah* sana fetih nasîb olur. Senin başından çok hâdiseler geçse gerek.* oradaki insanlar enin gelmeni bekliyorlar” buyurdu. Timur müjdeye çok sevinip, Allahü teâlâya şükretti. Ve Ahmed Yesevî türbesi üzerine çok mükemmel bir türbe yaptırılması* emirini verdi. Bugün bu türbe bütün haşmetiyle durmaktadır. İngiliz Schuyler’in yazdığı Türkistan seyahatnamesinde, Hâce Ahmed Yesevî’nin câmii ve Timur Hân ın kabri üzerine yaptırılan muhteşem türbesi hakkında diyor ki: “Bu büyük câminin arka kısmında türbeli ikinci bir mescid* ilâve edilmiş câminin dış avlu kapısı fevkalâde büyük ve kemerlidir. Kapının yanında penceresiz iki tane yuvarlak kule yükseliyor. Kapı büyük bir san’at eseri olarak işlenmiş kubbe, binayı daha da güzelleştirmektedir. Zelzelelerle dökülmüş, harabe hâline gelmiş bu muazzam bina, ilk hâlinde kimbilir ne kadar güzeldi?Câminin avlusunda çok güzel bir medrese var. Arka kısmında Arslan Babâ’nın, Ahmed Yesevî’nin ve hanım efendisinin türbesi var. Türkistan’ın her tarafından akın akın* Hâce hazretlerinin türbesi ziyâret edilmekte, Câmi-i hazret isimli bu câmide namaz kılınmaktadır. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) halifelerinden Seyyid Mensûr Atâ ( radıyallahü anh ), Hâce hazretlerinin yer altındaki ve “Çilehânesini* görünce çok üzüldü. çok sıkıntılı bir hâldedir herhalde diye düşündü. birdenbire gördü ki, daracık zannettiği yerin bir ucu doğuda, diğer ucu* batıda. kalbinden geçirdiklerinin yersiz olduğunu anlayıp, dedi ki; “Allahü teâlâ, evliyâsına sıkıntı çektirmez. insanların onlarda sıkıntı görmeleri acı çekiyor zannetmeleri, hakîkatte onlar için bir ni’mettir. Bu saadet sahibleri, görünüşte çok acı zannedilen o sıkıntılardan öyle zevk ve tad alırlar ki, iyiliklerinde o tadı duymazlar. Allahü teâlâ,* mübârek veli kulu için, daracık* hücreyi çok geniş yapar. Ma’nevî bakımdan Öyle lezzetler, tadlar ihsân eder ki, zâhir olarak çektiği sıkıntılar, o lezzetler yanında hiç kalır. Onun rûhu, zevk ve neş’eden uçmaktadır. Vücûdunu bin parçaya bölseler ne gam...” Hâce Ahmed Yesevî’nin talebelerin her biri bir memlekette İslâmiyeti yayıyordu. Hâce hazretlerinin talebelerinden olup Moğolların katliâmından kaçıp kurtulmak sûretiyle Anadoluya gelenler çok olmuş, onun yolu Anadolu’da da tanınmış ve yayılmıştır. Hâce hazretleri, herkese iyilik eder, kendisinden kimseye rahatsızlık gelmezdi. insanların saadeti, rahatları için gayret ederdi. Dergahı fakir ve yoksullar, yetim ve çaresizler için sığınaktı Anadolu’nun, Türklere yurt olması için büyük gayretler gösterdi. Telkinleri ile, Alparslan’ın Malazgirt zaferini, Anadolu’nun Müslüman Türklere yurt olmasını* hazırladı Ahmed Yesevîye bağlananların Yeseviyye yolundaki müridin, riâyet etmeleri* lâzım olan belli başlı edebler şunlardır: Kendisinden dinini öğrendiği üstadının, talebelerinden efdal olduğunu bilmek ve ona teslim olmak. Ona uymak, onun huzûrunda yemekler yemek, geceleri uyumak,, geceleri nafile namaz kılmaktan ve gündüzleri nafile oruç tutmaktan farksız hattâ daha fâidelidir. Çünkü birincisinde, teslimiyyet var. İkincisinde , kendi bildiğine göre hareket etmek vardır. Mürîd gayet uyanık, zekî ve dikkatli olmalı ki, hocasının sözlerinden,* işâretlerinden hemen anlıyabilsin. 3. Hocasının bütün sözlerinden ve işlerinden râzı ve* itaatkâr olmalıdır. 4. Hocasının husûsî hizmetinde bildirdiği, emrettiği bir hizmeti yaparken gayet atîk, dikkatli, ağırbaşlı olmalı, ağır canlı olmamalıdır. İsteksizlik, gevşeklik, hocasının rızâsızlığına sebeb olabilir. Onun rızâsızlığı ise, silsile yoluyla Peygamber efendimize, dolayısıyla Allahü teâlâya gider. Sözünde sağlam, güvenilir ve va’dinde sâdık olmalıdır. Hocasının büyüklüğü husûsunda hiçbir zaman şek ve şüpheye düşmemeli* Allah korusun, bu hüsrana sebeb olur. Ahde vefa ve hocasına olan teslimiyyetinde çok sağlam olmalıdır. Hocasının ufak bir işâreti ile bütün mal ve mülkünü onun emrettiği yere feda etmeye hazır olmalı,* en ufak tereddüt hâli bulunmamalıdır. Hocasına âit* hâl ve sırları tutmasını bilmeli, bunları uygun olmayan şekilde ifşa etmekten çok sakınmalıdır.* Hocasının* hareketlerini, sözlerini ve nasihatlerini* ta’kib etmeli, bunlara uymakta kaçamak ve gevşeklik yapmamalıdır. ihmalkâr davranmanın zararlarını düşünmelidir. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda, kendisini vesile, vâsıta yaptığı hocası için, her fedâkârlığı yapmağa hazır olmalıdır. Onu sevenlere dost olmalı Onu sevmeyenlere, onun sevmediklerine ve istemedikleri şeylere meyl ve muhabbet etmeyi öldürücü zehir bilmelidir. Ahmed Yesevî hazretlerinin en mühim eseri, “Dîvân-ı hikmet”tir. sâde bir lisan ile ve manzûmeler vardır. manzûmelerin konuları* şunlardır: insanları müslüman olmaya teşvik edici, Muhammed aleyhisselâmı öven, tâbi olmakla derecelere kavuşmuş olan velilerin anlatıldığı kısımlardır. Muhammed aleyhisselâma ümmet olmanın büyük se’âdet olduğu, insanı se’âdet-i ebediyyeye kavuşturan İslâmiyet yolunun* kıymeti, Allahü teâlâyı ve O’nun dostlarını herşeyden çok sevmenin lüzumu, âhırete, Cennet ve Cehenneme inanmanın hazırlanmanın ehemmiyeti, dünyânın geçici olduğu, lezzet zevklere, mal, mevki, görünüş ve gösterişe aldananların zavallılıkları çok güzel dile getirilmiştir. Herkes tarafından anlaşılan şiirleri çok rağbet görmüş, kısa zamanda* uzaklara* yayılmıştı. Ahmed Yesevî hazretleri,* şiirleri* İslâmiyete çok hizmet etmiş, binlerce insanın müslüman olup saadete kavuşmasına vesile olmuştur. Ahmed Yesevî ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Ey Dostlar! Sakın ola ki, câhil olanlarla dostluk kurmayınız.” “Akıllı ve uyanık kimse isen, dünyâya hiçbir zaman gönül bağlama. Şeytan seni kandırıp, dünyâya meylettirirse seni idâresi altına alır* seni* felâketlere sürükler* haberin bile olmaz.” “Himmet kuşağını çok kuvvetli bir şekilde beline sarmayan insan, dünyâya olan meyl ve muhabbetten kurtulamaz. Allah yolunda göz yaşları dökerek ağlamadıkça, Allahü teâlâya âit ince sırlara kavuşamaz ve bu yolda hiç ilerlenemez.” “İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan kimse, insanı Allahü teâlâya kavuşturan yolda ilerleyemez. Gönlü ve kalbi ile dünyâ düşüncelerinden sıyrılıp, yalnız Allahü teâlâya yönelmedikçe, hakîkat meydanında bulunmak mümkün değildir. Bunlar hakkı idrâk etmekten uzaktırlar.” “Ey dostlar! Allahü teâlânın aşkı ile yanıp deryanın* mahir dalgıcı olmadıkça, derin olan vahdaniyet denizine girilemez. ona girmek için çok usta bir dalgıç olmak lâzımdır.” “Gönlünde Allahü teâlânın aşkını taşıyanlar, dünyâ ile tamamen alâkalarını kesmişlerdir. Halk içinde Hak ile olurlar. Bir an Allahü teâlâyı unutmazlar.” “Ahkâm-ı İslâmiyyeyi tam bilmeyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmağa kalkarsa, bunun îmânını şeytan çalar. Emîr ve yasaklara uymakta gevşek olanlar, sonra da evliyâlıkda ilerlediğini, zannedenler bu yanılırlar. hâllerinin rahmânî olduğunu zannederler. bilmezler ki, abdestte, namazda noksanları vardır ki, yediği içtiği haramdır. Kendisinde var zannettiği hâller, şeytanın oyunudur. Şeytan onu idâresine almış, istediği gibi hareket ettirmekte, o ise velî olduğunu zannetmektedir. Bunlar ne kadar zavallı ve bedbahttırlar.” günahlar sebebiyle, paslanmış gönüller için çâre şudur, Allahü teâlâya çok tövbe, istiğfar etmeli. Her zaman Allahü teâlâyı düşünmeli, O’nun râzı olduğu, beğendiği işleri yapmalı, hiçbir zaman O’ndan gâfil olmamalıdır. Malının çokluğu dillere destan olan Karun bile, malının hayrını, fâidesini göremedi. Nihâyet toprak altında yok olup gitti.” “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalb kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” “Nefse uymak yolunda bulunan kimse rüsvâ olmuştur. Artık, yatarken, kalkarken onun yoldaşı şeytandır.” “Garîblere merhamet etmek, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) sünnetidir. Nerede bir garîb görsen, ona olan merhametinden dolayı gözyaşların akmalıdır.” “Gönlü kırık, zavallı ve garîb birini görsen, yarasına merhem ol. Onun yoldaşı ve yardımcısı sen ol.” |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#115 |
![]() Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
HARUN REŞÎD Beşinci Abbasî halîfesi.* Ca’fer Mensûr’un oğludur. 765 ’de Rey’de Yemenli Cüreyşî kabîlesine mensup Hayzuran adlı bir kadından dünyâya geldi. Bir câriye olan Hayzuran, küçüklüğünde fıkıh ilmi okumuştur. Harun Reşîd, 786 yılında kardeşi Halîfe Hâdî’nin vefatı üzerine halîfe oldu. 809* yılında Tûs’da vefat edip orada defnedildi.Yetiştirilmesine büyük ihtimam gösterilen Harun Reşîd,* en mümtaz âlimlerden ilim öğrendi. Din ve fen tahsîl etti. Askerlik ve idarecilik* dersleri aldı. Kuvvetli şahsiyeti ile babasının takdirini kazandı. Genç yaşta Bizans seferinde orduya kumandan tâyin edildi. Onun komutasındaki İslâm ordusu, 780* yılında Üsküdar’a kadar geldi. Enbâr’dan başlamak üzere batı eyâletlerine vali tâyin edildi. 781 de* Bizans üzerine bir sefer daha yaptı. Kahramanlıklar gösterdi. Harun Reşîd, 786 da halifelik makamına geçti. halifeliği Abbasîlerin en parlak devriydi. Halîfe olunca, hocası Yahya Bermekî’yi vezîr tâyin etti. Çok hürmet duyduğu* hocasına vezirlikle birlikte tam bir salâhiyet de verdi. Harun Reşîd’in halîfeliğinde her eyâletde* karışıklıklar ve isyanlar çıktı. ayaklanmalar bastırıldı ve ortadan kaldırıldı. Harun Reşîd, İslâm Devleti’nin en büyük rakibi Bizansa her yıl sefer yaptı Mısır’dan Kıbrısa hareket eden Abbasî donanması, Antalya açıklarında Bizans* kumandanını esir aldı. 797* senesinde Harun Reşîd’in* katıldığı bir seferde, Orta Anadolu’da ki “Safsaf” kalesi alındı. Kumandanlarından Abdülmelik bin Salih, Niğde ile Aksaraydaki Melendiz* bölgesini* fethetti ve Ankara’ya ilerledi, hnparatoriçe İrene’nin sulh teklifi üzerine vergi* şartıyla anlaşma yapıldı. imparator Nikeseros, anlaşmayı bozup, vergiyi kesti. Bunun üzerine Harun Reşîd, Nikeferos’a kulakların işitmeyecek, fakat gözlerin görecek!” demiştir.* 804senesinde ikinci* Bizans seferine çıktı. Ereğli üzerine yürüdü. İmparator Nikeferos, Harun Reşîdden sulh istedi. Haraç vermesi ve yıkılan Bizans kalelerini tamir etmemesi şartıyla sulh yapıldı. Nikeferos sulhu bozdu. Kalelerini tamir ettiği gibi, 805 de Tarsusu alıp, Aynzerba’yı yakıp yıktı.Harun Reşîd,* 806 da büyük bir ordu ile Bizansa yürüdü. Bir aylık bir kuşatmadan sonra Ereğliyi* aldı. Tuvana’yı fethetti cami yapılmasını emretti. kumandanlar ise Anadolu’da yedi Bizans kalesini fethetti Balkanlarda, Bulgarlar tarafından tehdit edilen Bizans kralı Nikeferos, vergi ve sınırdaki kalelerini tahkim etmemek şartıyla anlaşma teklif etti. Harun Reşîd Bizans Devleti ile sulh yapdı.Abbasî donanması 805 te Kıbrıs üzerine yaptığı akında esir ve ganîmetler aldı. Kıbrıs halkı ile andlaşma yapıldı ve donanma döndü. 807 de Rodos adasına akın yapan donanma,* esir ve ganimetlerle döndü. Hazar cephesindeki sükûnet, Harun Reşîd zamanında bozuldu. Ermeniye’deki karışıklıkları hâlletmek için 797 de Sa’îd bin Selm, Ermeniye valiliğine tâyin edildi. Ermeni reisleri ve el-Bâb’ın kışkırtmasıyla Hazar halkı valiye cephe aldılar. 799 da Abbasî topraklarına giren Hazarlar, Kür nehrine* ilerlediler. köy ve kasabaları harap edilip, kadınlar ve çocuklar katledildi Harun Reşîd Selm’i valilikten alıp yerine Mezyed’i tâyin etti. vali kuvvetli bir orduyla Ermeniye üzerine yürüyünce, Hazarlar geri çekildi Fakat savaş yapılmadı. Harun Reşîd, üstün bir otorite ve kuvvet sahibi idi. Yüksek bir medeniyeti ve kültürü temsil ediyordu. Batıda Fransa kralı Şarlman, düşmanı Bizans’a karşı Harun Reşîd ile dost geçiniyor* hediyeler gönderiyordu. Harun Reşîd meşhûr Avrupalı krala bir duvar saatini* göndermişti. medeniyet ve kültürde çok geri olan Avrupalılar,* saatin çalışmasını görünce, içinde şeytan var diye korkmuşlardı.Abbasî Devleti çok kuvvetlendi. itibârı arttı. komşu devletler tarafından üstünlüğü tartışılmaz şekilde kabul edildi. Devlet muazzam bir istikrara kavuştu. Adalet ve medeniyet yaygınlaştı. Halk refaha ve huzura kavuştu. isyanlar, derhal bastırılıyordu. devletin sınırları çok genişledi. ilim ve san’at himaye ve alâka gördü İlim ve san’at ehli, çalışabilmek için her imkânı* buluyordu. Ticarî faaliyetler* çok gelişip, müslüman tüccarlar, Çin ve iskandinavya’ya* gidip ticâret yaptılar. devlet hazînesinin geliri görülmemiş bir derecede arttı. Harun Reşîd’e yardımcı olan kıymetli devlet adamları, komutanlar ve valiler vardı teydi. halîfenin ilim ehli devlet adamları fazla idi. İmâm-ı a’zam hazretlerinin iki büyük talebesinden biri olan büyük İslâm âlimi İmâm-ı Ebû Yûsuf, bu devrin kadısı idi. Mâlik bin Enes, İmâm-ı a’zam hazretlerinin meşhûr talebelerinden İmâm-ı Muhammed belli başlı âlimlerindendi. Harun Reşîd, faziletli bir halîfe idi. İlim sahibi ve cömertti güzel konuşurdu. Halîfeliğinde bir sene hacca, bir sene de cihâda giderdi. Bir defasında* yaya olarak hacca gitmiştir. Günde yüz rek’at namaz kılardı. Çok cömertti. Hiç bir iyiliği karşılıksız bırakmazdı, ilim ve san’atı severdi. Edebiyata meraklı olup, âlimlere, edîblere ve fakirlere yardımda bulundu. Her gün bin dirhem sadaka verirdi. Âlimlere* alçak gönüllü idi. Nasîhatları ve vazları ibretle dinler ve ağlardı. Harun Reşîd, bir gün -Atâhiyye yi yemeğe davet etti ona; “Benim dünyâ nimetleri arasındaki hâlimi* anlat” dedi. Bunun üzerine Ebü’l-Atâhiyye; “Kavuştuğun nîmetlerle, yüksek köşklerin gölgesinde sağ salim yaşa” dedi. Halîfe; “Güzel söyledin, deyince, Ebü’l-Atâhiyye; “Ölüm döşeğinde can çekişeceksin! o zaman aldandığını yakînen anlarsın!” dedi. Halîfe ağlamaya başladı. Fâzıl* Yahya, Ebü’l-Atâhiyye’ye; “Halîfe seni kendisini sevindirmek için davet etti, sen onu üzdün” deyince, Hârûn Reşîd; “Bırak söylesin, o bizi gaflet içinde gördü ve gafletimizin* artmasını istemedi” dedi. Zamanın meşhûr evliyası İbn-i Semmâk hazretleri, halîfeye gitmişti. Sohbette halîfe su istedi. Su getirilince İbn-i Semmâk halîfeye “Ey mü’minlerin emîri! Şayet suyu içemesen, içebilmek için* kaça satın alırsın?” Halîfe dedi ki: “Mülkümün yarısını veririm.” İbn-i Semmâk; “İç afiyet olsun” dedi. “Peki* içtiğin suyu vücûdundan atamasan, çaresiz kalsan, çâresine kadar verirsin?” Halîfe Mülkümün tamâmını veririm” dedi. İbn-i Semmâk hazretleri: “Bir içim su veya bu suyun vücûddan çıkarılması kadar kıymeti olan mülk ile övünülmez” dedi. Harun Reşîd çok ağladı. İmâm-ı Ebû Yûsufun* Harun Reşîd’e* nasîhatleri “Ey mü’minlerin emîri! Allahü teâlâ sana öyle bir vazife verdi ki, sevabı sevâbların, cezası* cezaların en büyüğüdür. Allahü teâlâ seni ümmetin işlerine me’mûr etti. vazifenin başına geçtikten sen, idarelerini emânet aldığın insanlar sebebiyle imtihana çekildin. Onların işlerini alarak ömrünü tüketmeye başladın. Bina; adalet ve doğruluk temelleri üzerine kurulmazsa işler adalet ve doğrulukla yürütülmezse Allahü teâlâ o binanın temellerini bozup, yapanların ve yardımcı olanların üzerlerine yıkar. Bu bakımdan Allah’ın sana ihsan ettiği vazifeleri ihmâl edip, hakların zayi olmasına sebeb olma! Çünkü bir işi yapmaya güç kuvvet veren Allahü teâlâdır. Bugünün işini yarına bırakma, yoksa işleri ve hakları zayi edersin. İstekler bitmeden ecel gelir çatar. Ecel gelip çatmadan sâlih amel işle. Çünkü ecel geldikten sonra ölünce amel yapılmaz. Çobanlar sâhiblerine karşı sürülerinden sorumlu idarecilerde, idare ettiklerinden Allahü teâlâya hesap vereceklerdir. Allahü teâlânın sana ihsan ettiği vazifede bir saat bile kalsan hakkı yerine getir. Çünkü âhıret gününde Allah indinde idarecilerin en mes’ûdu, tebeasını mes’ûd eden idarecidir. Doğruluktan ayrılma, yoksa idare ettiğin kimseler* doğruluktan ayrılır. Nefsin isteğine göre emir vermekten ve kızgınlıkla iş görmekten sakın. âhıretin, diğeri dünyân ile ilgili iki işle karşılaşırsan, âhıret işini tercih et. dünyâ fânî, âhıret bakîdir. Allah korkusuyla titre, Allah’ın emirlerinde insanlara farklı muamele yapma. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta hiç bir kınayıcının kötülemesinden korkma Dâima temkinli ol. Temkinli olmak dil ile değil kalb iledir. Azabından korkarak ve rahmetini umarak Allahü teâlâya sığın. Sığınmak ve korunmak korku ve ümid iledir. Kim Allah’a sığınırsa, Allah onu korur. Dâima doğru yol, iyi bir akıbet, hakka ulaştıracak sağlam bir gidiş üzere ol. Zayi olmayacak bir iş ve herkesin gideceği âhıret için çalış. varılacak bu yer, kalblerin hopladığı, bahanelerin son bulduğu yerdir. O gün bütün mahlûkât, Allah’ın huzurunda baş eğer ve zillet içinde dururlar. O’nun hükmünü beklerler. Azabından korkarlar. Sanki her şey olmuş bitmiş gibidir. Kıyamet gününü bilip de amel etmeyenin, o gün çekeceği hasret ve duyacağı pişmanlığın haddi yoktur. O, ayakların kaydığı, renklerin değiştiği, duruşun uzadığı ve hesabın çetin olduğu gündür. O ne korkunç bir ayak kayması! O ne fayda vermez bir pişmanlıktır! Bu hayat gece ve gündüzün yer değiştirmesinden ibarettir. Durmadan biri diğerini* tâkib ediyor. Gece ve gündüz zaman her yeniyi eskitir, her uzağı yaklaştırır, vâd edilen her şeyi getirir. Allah herkesi ona göre cezalandırır. Allah’ın hesabı çabuktur, öyleyse Allah’tan kork, sakın! ömür az, iş mühim, dünyâ ve dünyâdakiler fânîdir. Âhıret devamlı kalma yeridir. Mahşerde, haddi aşanların yolunu tutarak, Allah’ın huzuruna çıkma Şunu iyi bil ki, kıyamet gününün hâkimi* Allahü teâlâ, kullarına mevki ve makamlarına göre değil, niyet ve amellerine göre hükmedecektir. dikkatli ol. boşuna yaratılmadığın gibi başı boş da bırakılmayacaksın. Şüphesiz yaptıklarından hesaba çekileceksin. Nasıl cevap vereceğini düşün. Bil ki, kıyamet günü insanoğlunun ayakları, Allahü teâlânın huzurunda hesaba çekildikten sonra kayacaktır.Ey mü’minlerin emîri! suâllerin cevâbını hazırla! Çünkü bu gün amel defterine yazılan, dünyâda işlediğin, her şeyden yarın âhırette sana sorulacaktır. İşlediğin her şeyin şahitler huzurunda açığa çıkarılacağı günü hatırla Ey mü’minlerin emîri! Korunması emredilen şeyi koru, bakıp gözetilmesi emredileni gözet. Bu vazifeleri Allah rızâsı için yapmanı tavsiye ederim.Eğer bunları yapamazsan kolay yürünecek volda etrafı görmez olur, alâmetler, ortadan kalkar, gerçekler kaybolur. O geniş yol sana daralır... Nefsine karşı koy... Emrinde olanların zarar ve telefine sebep olma. Yoksa Allah onların haklarını senden alır. Sen de kendi hak ve sevabını kaybedersin... Allah’ın, idaresini sana emânet ettiği kimselerin* işlerini unutmazsan, sende unutulmazsın. Onlardan ve haklarından gafil olmazsan, sende aldatılmazsın. Şu fânî dünyâda kalbin ve dilin Allah’ı zikretmekten, Resûlüne salât ve selâm getirmekten nasibini alsın...” GÖZLER KORKUDAN DİKİLİR KALIR! Harun Reşîd bir gün insanlara şöyle hitâb etti: Nimetlerinden dolayı Allahü teâlâya hamd ederiz. O’na karşı muvaffak olmamız için, yardım isteriz. Düşmanlarına karşı, O’ndan zafer dileriz. O’na kâmil bir îmânla îmân ederiz, işlerimizi O’na havale eder. O’na güvenip dayanırız. şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. ortağı yoktur. şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür. Allahü teâlâ O’nu Cennetle müjdeleyici ve Cehennemle korkutucu olarak gönderdi. Muhammed aleyhisselâm peygamberlik vazifesini tebliğ etti. Ümmete nasihat, Allah yolunda muharebe eyledi. Allahü teâlânın rızâsına uygun iş yapanlar için yaptığı iyi vâdleri ve emrine karşı gelenler için yaptığı tehdidleri bildirdi. Vefatlarına kadar bu vazifeyi yerine getirdi. Resûlullah efendimize salât ve selâm olsun. Ey Allah’ın kulları! Size tekvâyı tavsiye ederim. takva günahları örter, iyilikleri kat kat yapar. Takva, Cennet’i kazanmaya ve Cehennem’den kurtulmaya vesiledir. Sizi öyle bir günden sakındırırım ki, o gün gözler korkudan dikilir kalır, sırlar ortaya dökülür. Siz geçici dünyâ hayâtından, ebedî âhıret yurduna göçeceksiniz, öyleyse, tövbe etmek suretiyle, Allahü teâlânın mağfiretine, takva ile merhametine, Allahü teâlâya ve hidâyetine koşunuz. Allahü teâlâyı anmak; O’nun rahmetine, O’nun hidâyetine kavuşturur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor:*“Rahmetim, dünyâda her şeyi kuşatmıştır. Fakat âhırette merhametim, yalnız benden korkarak kâfir olmaktan ve günah işlemekten kaçınanlara, zekâtını verenlere, Kur’ân-ı kerîme Peygamberlerime**inananlara mahsustur.”*(A’raf sûresi: 156). şüphe yok ki ben, tövbe eden, îmân edip, sâlih amel işliyen, sonra da hak yolda sebat gösteren kimse için gaffarım*bağışlayıcıyım Tâhâ sûresi Siz hâdiseleri biliyorsunuz. babalarınızı, dedelerinizi, dostlarınızı, ölüm, kapıverdi. ölüme mâni olamadınız. Onlar dünyâdan ayrıldılar. Ellerinde imkân kalmadı. dünyâ onları, hesapları görülmek üzere amelleri ile baş başa bıraktı. Dünyâda günah işlemiş, kötü işler yapmış olanlar, cezasını görecekler, amel-i sâlih işliyenler mükâfat göreceklerdir. Allahü teâlânın kitabı Kur’ân-ı kerîmdir. Allahü teâlâ, buyuruyor ki:*“Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman hemen O’nu dinleyin ve susun. Olur ki, merhamet olunursunuz.”*(A’raf sûresi).” |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#116 |
![]() Kaynak vikipedi.com
Mehmed Ebussuud Efendi, "Ebū s-Su'ūd" veya "Hoca Çelebi" (d.*30 Aralık*1490,*İskilip*– ö.*23 Ağustos*1574,*İstanbul) Osmanlı Şeyhülislam'dır. Ailesi iskilipli olduğu için "İmadi" olarak da anılır 30 Aralık 1490 da Çorum İskilipde doğdu. Ebüssuûd Efendi’nin ailesi Irakta kalmış anne tarafından Ali Kuşçu'nun torunudur 1533'de İstanbul kadılığına atandı;*Bursa*kadılığına geçti ve 1537'de Rumeli*kazaskerliğine verildi. Sultan*I. Süleyman*devrinde 1545 de* Şeyhülislamlığa*getirildi .Başarılı olduğu için Sultan I. Süleyman'in ölümünden sonra,*II. Selim*devrinde de görevini sürdürdü.sultanlarla birlikte çalışarak verdiği fetvalarla I. Süleyman'ın*Yezidilere*karşı hareketlerini ve*II. Selim'in*Kıbrıs seferini destekledi Karagöz*oyunları ve kahve içilmesi ile ilgili fetvalarda verdi Kanuni ve II. Selim devrinde önemli kanun hareketlerinde bulundu. Kanuni Sultan Süleyman'ın karşısında "padişah emriyle nâ-meşrû’ olan nesne meşrû’ olmaz" çıkışını yaptı Osmanlı topraklarında islam coğrafyasında itibar sahibiydi eserlerinin etkisi günümüze kadar devam etti.Kanunnameler hazırlattı alimler yetiştirdi ilmiye sınıfı zayıflamamıştır. Ebussuud aynı zamanda şairdi. Kanuni döneminde, Osmanlı yasalarına yaptığı katkılara rağmen Ebussuud Efendi, Kızılbaşlara Türkmen Alevilerine acımasızdı Ebusuud Efendi 23 Ağustos 1574'te vefat etti.Mezarı Eyüp'te Daru'l Hadis'in yanında Ebussuud Haziresindedir. 22 adet eseri ile çeşitli risaleleri vardır. "İrşadü’l-Aklu’s-Selim Mezaye’l-Kitabü’l-Kerim" adlı tefsiri en önemli eserleridir 2011 de*Muhteşem Yüzyıl*adlı dizide*Tuncel Kurtiz*tarafından canlandırıldı. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#117 |
![]() Kaynak beyaz tarih.com
Celaleddin Karatay: Devleti Savunan Adam Kemal Ramazan HAYKIRAN Tarih toplumda her dönem kahraman çıkarmışdır. Bu kahramanlar Milleti yükselten yeni ufuklara taşıyan büyük fetihlere imza atanlardır bilinir ve anılırlar. kahramanların en çok anılmayı ve övgüyü hak edenleri yükselişe imza atan milleti felaketlerden kurtarmayı başaranlardır Türk milleti için Moğol istilasında kendini gösteren Selçuklu devlet adamı Celâleddin Karatay önemlidir Geldi Bağdat'ın kıyısına çöktü ağaç* Ağlasın gayri ağlıyanlar Nice yangınlar çıktı suyunda nice savaşlar* Küle döndü sokaklarında güzeller, gül bakışlar Yine ümit var* Gün dönecek yine Gelecek saadet Rahmet inecek izbelere Saklıyor gamını şimdi cı Bağdat bir kocakarı* Geçmiş gençliğinin baharı Kayıp zamanlarda ara artık işveli yari ve tacı." dokuzuncu yüzyılda Bağdat’ta yaşanan karışıklıların ardından yazılmıştı bu mısralar Bağdat büyük ve ağırlıklara maruz kaldı Bunların en büyüğü Moğol yıkımıydı. XIII. yüzyılda baş gösteren Moğol istilası Bağdat başta olmak üzere bütün İslam dünyasında yıkma yol açtı. Türkiye Selçukluları da 1243 Kösedağ yenilgisinden sonra Moğol tahakkümüne girerek Anadolu’nun dirlik ve düzeni bozuldu kargaşa ortamında Selçukluyu korumaya çalışan sağduyunun timsali Selçuklu Devlet adamı Celâleddin Karatay’dır.*Türkiye Selçuklularının çöküşünde önemli işlere imza atan Celâleddin Karatay’ın doğumu bilinmiyor. Rum asıllı bir köledir Devrin Süryani tarihçisi Ebü'I-Ferec Karatayın Aaeddin Keykûbad'ın yetiştirmesi olduğunu ifade eder. Karatay Müslüman olmayan bir aileden gelmiştir Karatay, Keykûbad'ın tahta çıkışından ölümüne kadar sultanın hizmetinden ayrılmamıştır. Sultan tahta çıktığında önemli bir mevkidedir halife tarafından gönderilen elçileri uğurlayanların başındadır Alaeddin Keykûbad’ın saltanatı boyunca önemli yüksek memurluklarda bulunmuştur Karatay'ın devletdeki ağırlığı ve tesirinde Keykûbadın ona verdiği mevkii ve sultandan edindiği tecrübe ve bilgilerin büyük rolü vardır Keykûbad'ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Gıyaseddin 1243'te Kösedağ'da Moğollara karşı yenildi Celâleddin Karatay devlet adamlarıyla köşeye çekildi. tecrübesiz sultan ve genç komutanlar heyecan ve acemilikten ülkeyi tehlikeye sokmuşlardı. sultanın büyük bir ihtimam ile koruduğu ülkesi tecrübesiz yöneticilerin ve Moğol tehlikesinin içine düşmüştü. tecrübesiz kadro tecrübeli devlet adamlarını dinlemiyordu çıkar ve geleceklerini düşünen bazı devlet adamları Selçuklu Devletine ihanet ederek Moğol yöneticileri ile iş birliği yaptı.ihanet ve acemilik ülkeyi felakete sürükledi İşlerin kötüye gitmesi üzerine Şemseddin Muhammed ve Mühezzebüddin Ali gibi devlet adamları iş başına getirildi; Celâleddin Karatay Sultanın yanındaki eski görevleri ile birlikte hazine-i hassa emirliğine yani hazinenin başına getirildi Sultan Keyhüsrev'in ölümüne kadar bu görevde kaldı. Sultanın ölümünden sonra üç oğlunun saltanat sürdükleri dönemde etkin bir rol oynamaya başlayacaktı.Karatay’ı tarih sahnesine çıktı Zayıf ve ihtiraslı hükümdarların elinde zayıflayan devlet çıkar hesaplarıyla Moğollara yaklaşan memurların ihaneti sarsıldı. II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Gürcü melikesinin kızından olan en küçük oğlu Alaeddini veliaht tayin etmişti. ölümünden sonra Vezir Şemseddin , Celâleddin Karatay, gibi devrin güçlü devlet adamları tahta büyük şehzade II. İzzeddin Keykavusu çıkarıldı. Karatay da naib-i saltanat görevine getirildi.Karatay, IV. Kılıcarslan'ın elçisinin katıldığı mecliste büyük kardeş dururken küçüğün sultan olmasının şeriata ve örfe uygun olmadığını, üç kardeşin birlikte tahta çıkarılmasının ve Kılıcarslan'la birlikte gelen 2000 Moğol süvarisinin geri gönderilmesinin gerektiğini söyledi. Nihayet kardeşler ve beyler yatıştırıldı. Keykavus ile Kılıcarslan arasında anlaşmazlık çıktı. Kılıcarslan mağlup oldu, kardeşi onu affetti. Karatay, üç kardeşin birlikte saltanat sürmelerini temin ederek devletin parçalanmasını önledi. Bu Türk devlet töresinde olan bir şey değildi. Celâleddin Karatay fitneyi önlemek ve düzeni temin amacıyla böyle bir uygulamayı icat etmişti. Onun büyük devlet adamlığı en çok bu uygulaması ile anılacaktır. Karatay'ın, Keykavus'un cülusundan ortak hakimiyetin başladığı 1249 a kadar yürüttüğü saltanat naibliği bu dönemde fitneyi önlemek amacı ile atabeglik mevkiine geçti Ölümüne kadar kaldığı bu makamda kardeşler arasında geçimsizliğe meydan vermedi, devlet adamlarının onları menfaat ve ihtiraslarına vasıta kılmalarını önledi. Onun sayesinde kardeşler birlikte hüküm sürmüş ölümünden sonra dirlik ve düzen bozulmuştur. Celâleddin Karatay, Moğol hükümdarı Mengü Han'ın huzuruna çıkmaya Moğolistan'a hareket eden Keykavus'u yolcu etmek için gittiği Kayseri'de vefat etti. Sivas'ta durumu öğrenen Keykavus memleketin başsız kaldığını görerek döndü. Kendi yerine küçük kardeşi Keykûbad'ı devlet adamlarıyla gönderdi. Karatay ölümünün ardından medresesinin yanındaki türbede defnedildi. Celâleddin Karatay Moğol istilasının Anadolu’yu kasıp kavurduğu bir ortamda baskıların en yoğun olduğu dönemde devlete sahip çıkan ülkede dirlik ve düzeni sağlamaya çalı*şan önemli bir devlet adamıydı. Karatay'ın dindarlığı hayır severliği, ahlaki meziyetleri devlet adamlığını tüm tarih yazdı ibadetle meşgul oldu zevkten sakındı Müslüman ve zimmi herkese ihsan ve iyilikte bulundu Mevlânâ'nın ona saygı duydu Karatay her tarafda mescid, medrese, kervansaray yaptırdı Kayseri Bünyan ilçesinde Karatay Kervansarayı, Konya'daki Karatay Medresesi ve Antalya’daki Darüssuleha'dan ibarettir. Moğollara boyun eğmek zorunda kalan Selçukluların son zamanlarındaki bozuk devlet mekanizması tecrübesiz devlet adamları birden yükselip yetki sahibi olmuştu Zayıf hükümdarlar vezir ve emirlerin sözüne bakar olmuşlar vezirlernçıkarlarını devletin üstünde tutarak Moğollar için çalıştı. İstila ve ihanetin Anadolu’yu kasıp kavurduğu çağda Celâleddin Karatay devleti savunmuş düzenin bozulmaması var gücü ile mücadele etmiş önemli sonuçlar almıştır.** |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#118 |
![]() Kaynak sorularlaislamiyet.com
Ömer Muhtar kimdir; İslam Tarihinde önemi nedir? Ömer b. Muhtar (1862-1931). Libya bağımsızlık hareketinin önderlerindendir Butnân'da doğdu. Libya'daki en büyük Arap kabileleri arasında sayılan Gays ailesindendir. İlk eğitimini babasından aldı. tahsil için kardeşi Muhammed ile Senûsîler'in Zenzûr Zaviyesi şeyhinin himayesine girdi. Eğitimini burada tamamladı. Ömer -Muhtâr,*1912'de Osmanlılar'ın Uşi Antlaşması sonucunda kuvvetlerini çekmesinin ardından, geride kalan askerleri Mısır'a götürmek isteyen Aziz el-Mısrî ile ona engel olmak isteyen Şerif -Senûsî'nin adamları arasındaki çatışma sonrasında, Senûsî tarafından ara buluculukla görevlendirildi Berka bölgesinin kumandasını üstlendi. I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Osmanlılar'ın Afrika grup komutanı Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa ile görüşmeye Butnân'a gitti. Ahmed -Senûsî'nin İstanbul'a götürülmesinin (1917) ardından, Osmanlı Devleti İdrîs Senûsî'yi onun halefi olarak kabul etmişti. İdrîs es-Senûsî'nin vekili sıfatıyla direniş kumandanlığına getirilen Ömer-Muhtâr, Cebelül ahdar'a geldiğinden itibaren, Enver Paşa ve Türk subaylarından aldığı bilgilerle emrine verilen gönüllüleri sayıları 100 ile 300 arasında değişen birliklere ayırdı. Kabileleri üç ayrı bölgede teşkilâtlandırdı her birine kaymakam ve kadı görevlendirdi, bunların tamamını kendine bağladı. Enver Paşa'nın Trablusgarp savaşında askerî eğitim için İstanbul'a gönderdiği, burada yetiştikten sonra direnişe katılan yerli subaylar onun yanında yer aldı. İdrîs Senûsî tedavi gerekçesiyle 1922'de Mısır'a gitmiş yerine kardeşi Muhammed Senûsî'yi vekil bırakmıştı. 27 Şubat 1923'te Ömer Muhtâr son gelişmeleri görüşmek üzere bir heyetle Mısır'a gitti. Arap ve İslâm dünyasına çağrıda bulundu. İdrîs Senûsî, Mısır'da güven içinde hayatını sürdürmesi karşılığında, ülkenin İtalya ile anlaştığını ileri sürerek yardım konusunda bir şey yapamayacağını söyledi. Ömer Muhtâra İtalyanlar cihaddan vazgeçmesini Mısır'da yaşamasını, Berkada kendisine köşk tahsis edilerek maaş bağlanacağını bildirdiler. teklifleri reddeden Ömer-Muhtâr Ebyârülgubâ'da İtalyan saldırısına uğradıysa da kurtulmayı başardı*(23 Nisan 1923).* Haziran ayında İtalyanlar'la Senûsîler arasında Ömer el-Muhtâr'ın da katıldığı büyük bir çarpışma oldun İdrîs Senûsî'nin kendisine ümit vermemesi üzerine Ömer Muhtâr, Ahmed Senûsî'ye 20 Şubat 1924 demektup gönderdi. İtalyanlar'ın İdrîs -Senûsî ile imzaladıkları anlaşmaların iptalini Trablusgarp halkının başsız bırakıldığını, düzensiz birliklerle Cebelül ahdar'da cihada devam edeceklerini bildirdi: kendilerine para, silâh ve erzak göndermesini talep etti. bütün bölgeleri gezerek Berka, Trablus ve Fizan'daki direnişleri tek idarede topladı Libya'da işgal edilmeyen şehirlerin ele geçirilmesi için sabırsızlanan Mussolini, 1925'te Bono'yu Trablusgarp sömürge valiliğine tayin etti. Ömer el-Muhtâr'a destek sağlayan, Fizan ve Kufra gibi yerlerin Cebelül ahdar ile irtibatlarının kesilmesine karar verildi. Ahmed -Senûsî'nin kardeşi Safıyyüddin'in idarecisi olduğu Cağbûb'u İdrîs Senûsî'den aldığı emirle direnmeksizin 9 Şubat 1929'da İtalyanlar'a teslim etti Ömer -Muhtâr'ı büyük bir destekten mahrum bıraktı. Ömer Muhtâr İtalyanlar'a vur kaç taktiği uyguladı . İtalyan işgal ordusu ile direnişçiler arasındaki çarpışmaların ilki*Rahîbe'de meydana geldi ve çok sayıda İtalyan askeri esir alındı.İkincisi*Akiretü'l-Matmûra'da oldu. Ömer Muhtârın önemli adamları çarpışmada kaybederken, İtalyanlar büyük kayıplar verdi 22 Nisan 1927'de Derne'de Ömer Muhtâr İtalyan ordusunun yedinci taburuna büyük zayiat verdirdi İtalyan işgalindeki bölgelerde Senûsî zaviyeleri camiler kapatılıp şeyhler tutuklandı. Bingazi işgal edildi Berka bölgesi direnişin merkezine dönüştü*İtalya 1928'de burayı işgale karar verdi. Berka bölgesine 1923-1929 yıllarında Mombelli. Teruzi ve Sicilliani vali tayin edilmişti Ömer-Muhtâr karşısında başarısız kaldılar 1929'da Trablusgarp ile Bingazi birleştirildi sömürge genel valiliğine Pietro getirildi. Yeni vali ahaliye kıymaya kararlıydı. Muhammed Senûsî ve Şârif el-Garyânî. İtalyanlar adına 6 Nisan 1929*da Ömer Muhtâr ile görüştüler direnişten vazgeçtiği takdirde Hicaz'a veya Mısır'a gidebileceğini, kendisine para verileceğini söylediler. teklifler reddedildi 10 Ocak 1930'da sömürge genel vali yardımcılığı ve Sirenayka valiliğine tayin edilenlerin en acımasızı Graziani*getirildi. Ömer Muhtâr kumandasındaki mücahidlerin Libya'dan ve dış dünyadan yardım almalarını önlemek için *Fizan, Kufra ve Mısır*bağları koparıldı. 15 Ocak 1930 da Cebelülahdar'daki direniş siperleri uçaklarla bombalandı 24 Ocak günü Fizan'in merkezi Merzûk, 25 Şubat'ta ise buranın batısındaki Gât kasabası işgal edildi.1928 başında İtalya'ya sürgüne gönderilen*Muhammed Rızâ*serbest bırakılıp Bingazi'ye dönünce Ömer el-Muhtâr'a İtalyanlar'a teslim olmasını istedi. red cevabı aldı İtalyanlar Rızâ tarafından Cebelülahdar ahalisine yazılan mektubu uçaklarla yerleşim yerlerine attılar. bölgenin halkını kamplarda topladılar. 23 Eylül 1930 da İtalyanlar'la yapılan Kerisse çarpışmasında muhtar ın yakın adamlarından kırk adamı şehid oldu. Trablusgarp direnişinin önemli bölgelerinden Kufra'nın merkezi Tâc köyü İtalyanlar'ın eline geçti (18 Ocak 1931). Direnişe en büyük destek Mısır'dan geldi Graziani*Akdeniz sahilindeki Sellûmda deniz kıyısından güneydeki Cağbûb'a uzanan yaklaşık*270 kilometrelik* mesafeyi 2 m. yüksekliğinde ve 3 m. genişliğinde dikenli tellerle kapattırdı. mücahidlerin yardım temin ettikleri tek yön kesildi ahali Aynül gazâle kampına kapatıldı, dört ay sonra 1934 e kadar kalacakları*Akile, Makrûn, Suluk ve Berîka kamplarına*dolduruldular mücahidlerin yerlilerle irtibatı kesildi. Verimli araziler İtalya'dan göç ettirilen ailelere verildi. Kamplarda bulunanların yarısı açlık ve hastalık yüzünden ölürken, bazıları mücahidlere bağlılıkları bahanesiyle idam edildi. Sadece Berîka kampında 1930-1932 yıllarında 30.000 kişi öldü. Ömer Muhtâr yaşının ilerlediği ve Mısır'a gidip yerleşmesi tavsiyelerine karşılık mücadeleyi sürdürdü azminden ötürü kendisine*"çöl aslanı"*unvanı verildi Ancak 11 Eylül 1931 de adamlarıyla birlikte Seyyid Râfi'in kabrini ziyarete gittiklerinde İtalyan çemberinde kaldılar. Ömer-Muhtâr İtalyanlar'a esir düştü, mahkemede* isyankâr"*olarak yargılandı ve idama mahkûm edildi*(15 Eylül 1931). Suluk kampında tutulan 20.000 civarındaki halkın önünde asılarak idam edildi. Afrika'daki Avrupa sömürgeciliğinin karşısında en önemli direniş hareketlerinden birini ortaya koyan Ömer Muhtâr, Berka halkının Senûsiyye içinde kendi rızalarını kazananlara verdiği*"seyyid"*unvanı ile ve*"şeyhü'ş-şühedâ"*olarak anıldı. Hayatı ve faaliyetleri pek çok araştırmaya konu oldu. Selam ve dua ile... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#119 |
![]() Kaynak ehlisünnetbüyükleri.com
HACI BEKTÂŞ-I VELÎ Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında yaşıyan evliyânın büyüklerindendir. İsmi, Seyyid Muhammed bin İbrâhim Atâ olup, lakabı Bektâş’tır. Horasan’ın Nişâbur şehrinde 1281 senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı Velî’nin nesebi Hazreti Ali’ye dayanır. 1338 senesinde Kırşehir’e yakın bir yerde vefât etti. Türbesinin bulunduğu kasabaya Hacı Bektaş ismi verildi.Bektâş-ı Velî, çocukken ilim öğrenmesi için ailesi tarafından Şeyh Perende’ye teslim edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî hazretlerinin halîfelerindendi, ilimde derinleşmişti Bektâş-ı Velî’nin çocukken kerâmetleri görüldü. Lokmân-ı Perende onun yanına girdiğinde odayı nûr dolu görünce şaşırdı. Bektâş-ı Velî’nin iki yanında, Kur’ân-ı kerîm okuyan iki nûrânî zât duruyordu. Lokmân-ı Perende onun yanına girince, kayboldu. Lokmân-ı Perende, Bektâş-ı Velî’ye onların kim olduğunu sordu. O da; “Birisi Server-i âlem efendimiz diğeri ise Hazreti Ali idi” dedi. birgün Hacı Bektâş-ı Velî, hocasından ders dinlerken, namaz geldi. Hocası hizmetçisinden abdest için su istedi. Bektâş-ı Velî hocasına; “Bir nazar etseniz de, su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa” dedi. Hocası; “Benim kudretim buna yetmez” dedi. Hacı Bektaş, Allahü teâlâya duâ etti. Hocası “Âmin” dedi. medresenin ortasında latif bir su çıkıp, kapıya akmaya başladı. Pınarın başında çok güzel çiçekler açtı. Lokmân-ı Perende hacca gitti. Arafat’da kıbleye döndükleri esnada, talebelerine; “Yârenler! Bu gün Arefe günüdür. Şimdi bizim evde yemekler pişirilir” dedi. Bu söz, Allahü teâlânın kudretiyle, Bektâş-ı Velî’ye ma’lûm oldu. Tam o sırada hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektâş-ı Velî hemen tepsi yemeği aldığı gibi, hocasına sundu. Hocası Nişâbûr’a dönünce, Bektâş-ı Velî’nin kerâmetini herkese anlattı. Ona Hacı lakabını verdi. Horasan’da bulunan âlimler, Lokmân-ı Perende’ye hac mübârekesine geldiklerinde, medresedeki suyu görünce şaşırdılar. sebebini sordular. Lokmân-ı Perende; “Bu kerâmet, Hacı Bektâş’ındır” dedi. onun kerâmetlerini anlattı. Onlar bu kadar çok şeyin bir çocuktan zuhur etmesini tuhaf karşıladılar. Hacı Bektaş- âlimlere; “Ben, Resûl-i ekremin soyundanım. Bana bunları çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü teâlânın bana ihsânıdır” dedi. Onlar, Hacı Bektâş-ı Velîye; “Eğer sır sahibi iseniz, nişanınız nerededir?” diye sordu Hacı Bektâş- elinin ayasındaki ve alnındaki iki yeşil beni gösterdi Hepsi hayret ettiler ve onun büyüklüğüne işâret olan benleri tasdik ettiler. Hacı Bektâş-ı Velî, tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi Halka doğruyu göstermeye başladı kıymetli talebeler yetiştiren Hacı Bektâş kısa zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Anadolu’da bağlı olduğu “Ahîlik teşkilâtı” ile büyük hizmetler yapan Hacı Bektâş Osmanlı sultanları tarafından sevildi hürmet gördü. Osmanlı devletine büyük hizmetleri ve himmetleri oldu. Orhan Gazi zamanında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna duâ ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. İslâmiyetten ayrılmamalarını nasihat etti. Hacı Bektâş-ı Velî’yi pir Yeniçeri ordusu, ma’neviyatını ona bağladı. Hacı Bektâş-ı Velî, asırlarca Yeniçeriliğin piri, üstadı bilindi Bu bağlılık ve muhabbet, Yeniçerilerin sulh tâlim ve harplerdeki gayret ve kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. halk ile Yeniçeriler arasındaki yakınlık kuvvetlendi Yeniçeriler, dervişler gibi cihâd azmiyle kahraman ve fedakâr te’sîrler gösterdi Yeniçerilerin; “Allah, Allah! illallah! Baş Uryan, sine püryân, kılıç al kan, meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyân! Kulluğumuz pâdişâha ayan! Üçler, yediler, kırklar! Pîrimiz, sultânımız Hacı Bektâş-ı Velî...” diyerek savaşa başlamaları, bunun ifadesidir. Hacı Bektâş-ı Velî, sık sık Hızır aleyhisselâm ile buluşurdu. Kayseri Saklan kalesinin batısında, Hacı Bektâş-ı Velî, Hızır (aleyhisselâm) ile buluştu. bir kişinin kavun ve karpuz ektiğini gördüler. Hızır (aleyhisselâm) ile Hacı Bektâş-ı Veli bir taşın dibine oturdular. Hacı Bektâş-ı Velî. İsmi Behâeddîn Çelebi olan bostan sahibine; “Kardeş!” diye hitâb etti. Bostan sahibi aNe buyurursunuz?” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî Bostandan bir kavun koparıp getir, yiyelim” dedi. Bostan sahibi Behâeddîn Çelebi; “Başüstüne, olunca getiririm” deyince, Hacı Bektâş- “Diktiğin yeri kontrol et. Belki olmuştur” dedi. Bostan sahibi “İnşâallah” diyince verdiHızır (aleyhisselâm) Bir kere dolaş gör” buyurdu. Behâeddîn Çelebi bostana girdi. kavun kokusu geldiğini üç tane iri kavun olgunlaşmıştı birisini Hızır’a diğerini de Hacı Bektâşa verdi ve; “Ey erenler! birisini de çoluk-çocuğumuza götürelim” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî kabûl etti. kavunları alıp Kayseri’ye döndüler. Bostancı, işiyle meşgûlken, aklına; “Bostan ekilirken kavun bittiğini cihanda kim gördü? O azîzler kerâmet ehli zâtmış. Bu iş onların kerâmetiyle oldu. yazıklar olsun ki, mübârek ellerini öpmedim” diye geldi ve üzüldü. Bostan ekmekten vaz geçip, onları aradı. “Son pişmanlık fayda vermez” deyip, kalan kavunla evine gitti. kapısından içeri girince, Hızır (aleyhisselâm) ile Hacı Bektâş-ın misâfir odasında oturduklarını gördü. Selâm vererek girdi. Elindeki o kavunu ortaya koydu. onların mübârek ellerini öptü. Hacı Bektâş-ı Velî bostan sahibine; “Kavunları kes de yiyelim” dedi. Onlara vermiş olduğu iki kavun da duruyordu. Çelebi kavunları kesti, bir kısmını ailesine gönderdi. Kalanını misâfirleriyle yediler ve Allahü teâlâya şükrettiler. Ellerini yıkadıktan sonra, Behâeddîn Çelebi “Size kim derler? fakire himmet edin” dedi. Hacı Bektâş-ı Velî; “Bana Bektâş-ı Velî derler. Bu azîze Hızır aleyhisselâm derler” dedi. Hacı Bektâş-ı Veli, Behâeddîn Çelebi’yi yanına çağırdı. Hacı Bektâş-ı Velî, onun sırtını sıvazladı. hayır duâ etti. Hızır aleyhisselâm ile Hacı Bektâş-ı Velî, Behâeddîn Çelebi’ye veda edip çıktılar. Kapının önünde ikisi de gayb oldular.“Velîlerin nazarı kimyadır, Karataş, nazar ile yakut olur.” O saatte Behâeddîn Çelebi, yüksek merhaleler katedip, velîliğe ayak bastı. Kalb gözü açıldı. şarktan garba olan yerleri seyr eyledi. Kendisine Bostancı baba dendi. kerâmetler gösterdi. Türbesi Kayseri’de olup ziyâret yeridir.” Hacı Bektâş-ı Velî, hergün gelip, dergâhında otururdu. Onu sevenler, “Galiba Hacı Bektâş- dergâh istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor” dediler. Daha sonra Hacı Bektâş-ı Velî’nin hizmetini gören Sarı İsmâil’e, Hacı Bektâş’ı sevenlerden biri, dergâh yaptırmaya niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmâil durumu hocasına arz etti. Hacı Bektâş-ı Velî; “Ona söyle. usta getirsin. dâire çizelim. taş yonttursun, dedi. Sarı İsmâil, durumu bildirince, sevindi mimar getirdi. Hacı Bektâş mübârek eliyle dergâhın yerini çizdi. Taşların yontulması gecenin sabahı, herkes, dergâhın yapılmış olduğunu gördü. Dergâhı yaptıracak kimse, Sarı binanın yaptırılması için usta getirdim, taş getirdim ve sevâba kavuşmak istedim. Fakat kimse bir gecede yaptırmış” diyerek üzüntülerini belirtti Sarı İsmâil, durumu hocası Hacı Bektâşa bildirdi Hacı Bektâş-ı Velî; “Ey İsmâil! O beni sevene söyle, dergâh Allahü teâlânın izni ile bir anda yapıldı. Sevâbı onun amel deflerine yazılmıştır” dedi. O zât da Allahü teâlâya şükür secdesi yaptı.” Hacı Bektâş-ı Velî’nin kerâmetlerini işiten kimseler, onu görmek için dergâha geldi. Akşehir’de bir velî vardı. İsmi Mahmûd Hayran Sultan idi. Hacı Bektâş-ın üstünlüğünü duyunca, bir aslana binip, eline kamçı bir yılan alıp, üçyüz talebesi ile Hacı Bektâş-ı Velî’yi görmek ve ziyâret için yola çıktı. durumu Hacı Bektâş-ı Velî’ye haber vererek; “Akşehir’den aslana binip, eline yılanı kamçı olarak almış bir zât, üçyüz talebesi ile geliyor” dediler. Hacı Bektâş O, canlıya binip bize geliyor ise, biz de cansıza binip, onu karşılamaya gidelim” dedi taşın üzerine seccadesini sererek üzerine oturdu “Allahü teâlânın izniyle bizi ziyârete gelenlerden yana yürü” buyurdu. taş, derhâl yerinden ayrılıp, kuş gibi görülüp, yürüdü. Mahmûd Hayran Sultân ve talebeleri, Hacı Bektâş-ı taş üzerinde geldiğini görünce, hayretler içinde kaldı mahmûd Sultan, aslandan inip, yılanı serbest bıraktı. Hacı Bektâş-ı taşa; “Dur” diyerek işâret etti. Taş durdu. Seyyid Mahmûd Hacı Bektâş-ın elini öptü. Taşın dibine, ikisi beraber yan yana oturdular. Etrâflarını talebeleri sardı. Bir hafta sohbet ettiler. Seyyid Mahmûd Hayran Sultan, izin istiyerek Akşehir’e döndü. Hacı Bektâş-ı Velî’nin bindiği taş, “Tekin Kaya” ismiyle meşhûrdur.” |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#120 |
![]() Kaynak ismailağa.org
Bayram Ali Öztürk Hocanın Hayatı Öztürk ailesi, Of’un Sivrioğulları sülalesindendir Türkmenistan’dan Konya Karaman’a Trabzon Akçaabat’a sonra Of ardından Sakarya’ya göç etmişlerdir. En eski büyükleri Azerbaycan’dan gelmedir.Bayram Ali Öztürk’ün dedesinin babası Kasım Öztürk, dedesi Hamit Öztürk, babası Mehmet Ali Öztürk’tür.dedesi Hamit Öztürk iki hanımla evlenmiştir. Bilal Öztürk ve kardeşleri Ülfi Hanım’dan, Mehmet Ali Öztürk ve dört kız kardeşi ise Ayşe Hanım’dan dünyaya gelmiştir.Hamit Öztürk’ün ikinci kez evlenmesi üzerine Mehmet Ali Öztürk dört kız kardeşini alarak 1940’ da Sakarya’nın Akyazı ilçesine göç eder. Hamit Öztürk Sakarya’ya gelerek ve çocuklarıyla görüşür Trabzon’daki hanımı ve çocuklarını alarak 1945 de o da yerleşir. Mehmet Ali Öztürk ekonomik sebeplerden Akyazı’dan Karasu’ya göç etmiştir. Karasu’da ormandan ağaç kesip, odunculukla geçimini sağlar sözü dinlenen, sayılan, babayiğit, lider vasıflı Sakarya nehrinde ani bir taşkın olması üzerinede hayvanları nehirden sandalla kurtarmasıyla pehlivanlık yönü kuvvetli bir insan olduğu bilinmektedir. ibadetlerini yerine getirip, aksatmamaya dikkat ederdi. Mehmet Ali Öztürk’ün Hatice Hanım ile evliliğinden Havva, Zinnure ve Bayram Ali adında üç çocuğu olmuştur. Küçük yaşlarda Havva Sakarya nehrine, Zinnure ise turşu kazanına düşerek vefat etmişlerdir. Bayram Ali Öztürk 1 Mart 1952’de Sakarya Karasu’nun Konacık köyünde doğmuştur. bayram günü yada dedesinin- ismi Bayramolması sebebiyle adı Bayram koyulur 5 ay sonra ağustosta babası Mehmet Ali Öztürk 22-23 yaşlarında irsî olan porfiria hastalığına yakalanmış, odun keserken bacağını kesip ağırlaşmış ve vefat etmiştir. Kabri Karasu’nun Konacık köyündedir. beş aylıkken yetim kalmasının ardından iki yıl sonra annesinin tekrar evlenip evden ayrılmasıyla yetim ve öksüz kalan Bayram Hoca’ya, üç yaşlarından itibaren çocukluk yıllarında Sakarya’da ikamet eden halası Kâniye Hanım ve babaannesi bakmıştır. On iki-on üç yaşlarından itibaren evlenene kadar şehirde okumak için yanında kaldığı amcası Hacı Bilal Öztürk babalık yaparak onu okutmuştur. Kâniye Hanım Bayram Hoca’nın çocukluğunu şu şekilde ifade eder:*“Yaramaz bir çocuk değildi. Bir tek bana gelirdi. Annesi evlenince Bayram Hoca’yı vermediler ve babasının tarafında kaldı. Evlenene kadar yanımdaydı. Yazları yanımda kışları amcasının yanında kalırdı. Vefat ettiğinde içimde darlık oldu, bunaldım. Bana “halaların halası” derdi. Babası vefat ettikten sonra kafası eğikti. Garipliğini hissettirdi. Doğru düzgün güldüğünü görmedik. Amcası oğlu Mahmut Öztürk, çocukluk yıllarını şöyle anlatır: “Hacı Bilal’in dört oğlu vardı. Bayram Hoca’yla birlikte beş erkek olup, kardeş gibi büyüdük. Annem bizi nasıl yıkıyorsa onu da yıkardı. Çok büyük emeği var. Hiçbir ayırım yapmadan büyüdük. Bayram Hocanın Sakarya’daki arkadaşları sayılıydı. Arkadaş edinme gibi bir durumu yoktu. Okuldan gelir kitaplara gömülür kafayı kaldırır okula giderdi. İkili ilişkileri yoktu. Babam bize nasıl davranıyorsa ona da yapmasına, rağmen ondaki yetimlik izleri kalkmadı. havalı bir çocukluğu ve gençliği yoktu.kafası eğikti kimsenin işine karışmazdı. olağan bir çocukluk yaşadık. farklı, özel bir anımız yoktu 1966 da babamıza yardımcı olmak için ticarete atıldık. O okudu yemeklerde birlikte oluyorduk. oturup ders çalışırdı. “Kütüphane mi olacaksın” derdik, kütüphane oldu. Eşiyle halası vasıtasıyla tanıştırıldı ve evlendi. Çok iyi geçim sağladılar, evlilikleri oldukça sağlamdı.1971 de Adapazarı’nda askere gitmeden Fatma Hanım’la 19 yaşında evlendi Üniversiteyi bitirmeye yakın*Mahmut Ustaosmanoğlu’na mektup yazarak danışır ve İstanbul’a gelmesi tavsiyesine uyar. küçük bir pazarda vekil imamlık yapar 1978-85 yıllarında*Şehzadebaşı Damat İbrahim Paşa Camii’nde kadrolu göreve başlar. Görevini, lojmanı olmayan camisine Fener’de oturduğu evinden yürüyerek sabah namazında gidip yatsı namazından sonra dönerek yapmıştır. 30 yaşında çektiği yokluğa rağmen marul ekmek yiyerek hafızlığını da bitirmiştir. 1985 te tayinini ister İstanbul Karagümrük’teki*Draman*Kara Ali Camii’nde görev amaçlamasına rağmen 28 Şubat etkisiyle 2000’lerde tayini çıkar*Arnavutköy Hacımaçlı*köyünde göreve devam eder.sınava girerek tekrar tayin istemiş ve 2001’de* Küçükköy’deki Mevlana Camii’nde bir yıl kadar görev yapıp 2002’de emekli olmuştur. Ayşe, Mahmut, Hümeyra olmak üzere üç çocuğu ve Betül, Metin Ali, Kevser Nur Bayram Ali, Mehmet Ali Muharrem Ali olmak üzere altı torunu vardır. Çocukluğunda başlayıp ilkokuldan bu yana sürekli kitap biriktirmiştir. Evlilik takılarını bile kitap için satmaktan çekinmez. Annesi babası olmadan büyüdüğü için*“Kürsüde kükreyen sokakta kedi gibi olan”*tabiri lakabıdır. Üzerinde hakirliği, ezikliği hissetmiştir. Bayram Ali Öztürk,*3 Eylül 2006 Pazar sabahı 07.30’da İsmailağa Camii’nde verdiği vaazın ardından dua ederken, belirtilmeyen bir sebeple Mustafa Erdal adlı kişi tarafından kalbinden bıçaklanarak şehid edilmiştir. elli bin kişilik*cemaatle*Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından*Edirne kapı Sakızağacı* mezarlığına defnedilmiştir. İlkokul ve liseyi Sakarya’da okuyup, İmam-Hatip lisesini dışarıdan bitirir. Mezun olduktan sonra Adapazarı Kuruçeşme köyünde vekil imamlık yapar. Evlendikten sonra 1973 te Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nü kazanarak üniversiteye başlar 1978’de mezun olur. Ahmet Vanlıoğlu, Ruhi Özcan, Halil Günenç, Mahmut Ustaosmanoğlu*gibi okul değerli hocalardan ders almıştır. Okul arkadaşları;*Mehmet Ali Şahin*gibi değerli hocalarımızdır.tefsir hadis okumasının yanı sıra kendi okumaları fıkıh üzerinedir. Tasavvufa yönelince İmâm-ı Rabbânî’(Kuddise Sirruhû)’nun Mektûbât’ını merkeze almış çalışmaları olmuştur.*Türkçe ve yabancı dillerde okumadığı kitap yoktur. Tefsir, hadis, tasavvuf, akaid, felsefe, psikoloji, coğrafya, edebiyat, tarih gibi alanlarda kitapları mevcuttur. Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Osmanlı Türkçesi ve kısmen Almanca bilmektedir. Yirmi sekiz bin cilt kitabın yer aldığı oldukça kapsamlı bir kütüphaneye sahiptir. Kütüphanesini arşiv sistemi şeklinde, alanların farklılığına göre düzenler, kitabı 70°lik açıyla tutup*“kız çeyizi gibi davranın”*diyerek haftada iki hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağı olmuş, üniversitelerden hocalar onun değerli kütüphanesinden istifade etmiştir. Aynısından iki tane olması şartıyla kitaplarını hediye etmeyi sever. Amca oğlu Mahmut Öztürk, Bayram Hoca’mızın kitabadüşkünlüğünü şu anısıyla anlatır: Okulu bitirmeden önce bir gün telefon açtı ve bize: kütüphane var, sahibi de vefat etti. para gönderin kütüphaneyi alayım” dedi. ve aldı.geri dönmesi için araba gönderdik. Arabanın üzerinde beş ton kitap kolisi doluydu.Babamdan birlikte harçlık alırdık. Biz parayı ıvır zıvırla bitirirdik o ise kitap alırdı.” Bayram Ali Öztürk,*3 Eylül 2006 da kalbinden bıçaklanarak şehid edilmiştir. elli bin kişi onu defnedmiştir. Mahmut Ustaosmanoğlu*gibi alimlerden ders almıştır. Yirmi sekiz bin kitablık kütüphaneye sahiptir. kitaba kız çeyizi gibi davranın”*diyerek bakımlarını yapmış üniversite hocaları ondan istifade etmiştir Amca oğlu Mahmut Öztürk şöyle anlatır Bayram Hoca’m kitaba düşkündü köyüne beş tonluk kitap gönderdi biz. harçlığımızı. ıvır zıvıra verirken o ise kitap alırdı Hocası Mahmut Ustaosmanoğlu Efendiyle tanışması şöyle olur:*Hacı Bilal Efendi Adapazarı’ndan İstanbul’a Mahmut Efendi’nin elini öpsün diye, Bayram Hoca’yı getirir. Mahmut Efendi başını okşar ve*“Bu çocuk büyüyecek ve İsmailağa’da Mektûbât okuyacak”*der.*Asıl intisabı üniversiteden mezun olduktan sonra Mahmut Efendi’nin isteğiyle 1978 de İstanbul’a yerleşip ve sil baştan medrese eğitimine başlaması ile olmuştur.İstanbul’a geldikten sonra İsmailağa Kur’an kursu’nda da dersler verir. Mektûbât’ı Arapçadan tercümelerle çok iyi şerh eder En büyük hizmeti 1990 dan sonra bildiklerini insanlara aktarmasıdır.*Hem medrese hem de üniversite mezunu olduğu için edebî mektupları en iyi şerh edebilecek kişilerdendir. O mektubatın bugüne verdiği mesajları çözebilmek için biçilmiş kaftandır.” Osmanlı hayranı olan ve hürmette kusur etmeyen Bayram Hoca, Tefsir-Hadis bölümü mezunu olarak, lisans tezini Osmanlı âlimlerinden Girit’li Sırrı Paşa ve Tefsir İlmindeki Yeri”*konusuyla yapmıştır. Sırrı Paşa’nın hayatını ve tefsirini anlatan Bayram Hoca konuyu seçme sebebini şöyle açıklar“Bizler, gerçek hayat düzenini insanoğluna bahşeden bir dinin mümessilleri, her türlü takdiri ihraz etmiş olan bir milletin torunlarıyız. Ecdadımız ilim için camilerin kandil islerini mürekkep, zeytinyağı kandilini ışık olarak kullanırken, bizlerin onların yüce şahsiyetlerine ve asırlara hükmeden eserlerine yabancı kalmamız çok hazindir. Geçen günler geri gelmez, geçen geçmiştir, zararın neresinden dönülse kardır. uyanma devresinde, onların dünyasındaki benliğimizi tekrar elde edebilmemiz için, onların yürüdüğü yolda yürümekten başka çıkar yolumuz yoktur. O yol Kur’an ve Sünnet yoludur. Hakkında çalışmaya karar verdiğim Sırrı-î Giridî de büyük bir zattır. İlmî gayret ve idari faaliyetleri ile her türlü tebcile layık görülen bu büyük şahsiyetin, ulemanın ihtilâfına medâr olmuş meseleler hakkında derin tahlil, tenkit ve tetkikleri mevcut olup, incelemeye değer hususlardır. bu mevzuyu tercih ile inceleme sebep budur.” Şehit Bayram Ali Öztürk Hoca/ Bizler, gerçek hayat bahşeden bir dinin ve her türlü takdiri ihraz etmiş milletin torunlarıyız. Ecdadımız ilim için camilerin kandil islerini mürekkep, zeytinyağı kandilini ışık olarak kullanırken, bizlerin yüce şahsiyetlere yabancı kalmamız hazindir. Geçen geri gelmez zararın neresinden dönülse kardır. dünyadaki benliğimizi elde edmek için, onların yürüdüğü yolda yürümekten başka yol yoktur. yol Kur’an ve Sünnet yoludur. Yeterli birikime ve kabiliyete sahip olmasına rağmen Bayram Hoca kitap yazmamasını şöyle açıklar Oradan buradan toplayıp, içinde kendine ait bilgi olmayan, sadece para için çıkarılan kitaplar mevcut. Sırf para için kitap yazılmaz Efendi Hazretleri varken benim kitap yazmam edebe aykırı olur. Diyerek bireysel kitap yazmamıştır. arkadaşlarıyla ortak yazdığı iki kitabı bulunur Hanımlara Özel İlmihal Kadınlarla İlgili Kırk Hadis Şerhi ve Fetvalar 2 Mart 1981 de askerliğini Burdur’da yedek subay olarak 4 ay yapmıştır. Terhis tarihi ise 2 Temmuz 1981’dir Ailesi Bayram Hocayı şöyle anlatır Oğlu Mahmut Öztürk,“Babamın hiç boş vakti olmazdı. vakit bulursa kütüphaneden çıkar Sultanahmet’te kitapçıları gezerdi. Bir de sıla-i rahim yapar akrabalarını ziyaret ederdi. Sakarya’da annesini amcasını ziyaret eder, tatile gitmezdi. kaplıcalara gitti umre ve hacca gitti. Onun tatili kitap okumaktı. Namaz ve sohbet dışında her vakti kütüphanede geçiriyordu. Çocukluğundan beri öyleydi hiç değişmedi. Namazı kıldırır gelir hemen kütüphaneye inerdi.” Yolda kedi gibi sessiz yürür, kürsüde ise aslan gibi kükreyip, vaazlarını coşkulu yapardı.“İmamlar peygamber varisleridir”*diyerek, mesleğini de severek icra etti.Titiz ve temizdi her gün yıkanır. Abdestsiz toprağa basmazdı gözünü açar açmaz abdest alma alışkanlığına sahipti.Her şeyiyle bereketli olan Bayram Hoca bir ayakkabıyı altı yedi yıl, kıyafetlerini de değiştirmez uzun süre giyerdi. Sakalı, kıyafetleri her zaman düzgün olur, kuaförde sakalına fön çekilince “beni cici ettiler” derdi. Kırmızı rengi sevmez, açık renkler tercih ederdi. Müslümanları, karşısındaki eleştirmesin, nefret etmesin diye temiz giyinirdi.Porfiria, şeker, hipertansiyon gibi çok hastalıkları vardı. yemek konusunda sıkıntı çekiyordu. Son zamanlarında şeker hastalığından vücudunda yaralar çıkmıştı. sohbetlerinde rahatsızlandığı oluyordu. 1995’ten önce çok sağlıklıydı. Son zamanlarına doğru hastalıkları artdı.1995’teki hastalığından dolayı yirmi yedi kiloya düştü. gözleri bozuldu sinir sistemi yıprandı. Çok sabırlı, kimseyi kırmamaya ve azarlamamaya dikkat ederdi Günde üç saat uyuyup hastalanınca istirahat etmesi gerekti. Kitaplar benim ailem, çocuklarım”*diyerek okumaya devam etti. Yemeğe besmeleyle başlar, yavaş ve düşünerek yer; hazır yemek yemezdi. Hastalıkta tatlıyı yiyemez elma, peynir yer; süt içerdi aldığı kömürleri, işçilere para vermeyip kitap alabilmek için beşinci kata kendi sırtında taşıdı Niye böyle yaptın dediklerinde “O kitabı almam gerekiyordu, o yüzden kendim taşıdım demiştir.”*1995’e kadar kendi kömürünü kendisi taşımıştır. Her gün gazetesi gelir dünyayı çok iyi takip ederdi.Başkasının derdiyle dertlenir, Sırbistan- Bosna savaşında Kardeşlerimiz orada yiyecek bulamaz, sıkıntı çekerken biz yiyemeyiz”*derdi. Filistin ve Lübnan savaşları için aynı şeyleri hissetti iştahı kaçıyor, yemek yiyemiyordu. Sırbistan savaşındaki umresinde sadece hurma ve zemzem yemiştir. Dönüşünde porfiria hastalığına yakalandı Kadınlardan danışmak isteyenlerle konuşur, eşlerini şikâyet edenlerin aralarında hakemlik yapardı Her zaman tedbirli ve temkinliydi Allah’a tevekkülü tamdı. Şehit olmasından üç ay önce şehir dışına sohbetlere gitmesini istemeyen oğluna demiştir ki: “Sen işine bak Allah emretmedikçe yaprak kımıldamaz.”Çocukları çok sever, onlara vermek için cebinde şeker bulundururdu. Kendisi hem yetim hem de öksüz büyüdüğü için yetimleri en iyi anlayacak kişilerdendi. Onlara üzülür, korur gözetirdi. Cemaat olarak herkese açıktı, hiç birini dışlamazdı. Necmettin Erbakan’ı beğenirdi.*‘’Önemli olan bizim başımızdaki insanın beş vakit namaz kılması değil, Müslümanlara sunduğu imkânlardır”, derdi. parti belirtmez, Kur’an’a uygun düşeni seçerdi. Siyasetten ziyade ilmî faaliyetleri vardı. Siyaset tekliflerini kabul etmedi Fakir zengin diye ayırt etmezdi cemaatte fakirlerin hocası derlerdi. Zenginler veya çevreden insanlar ona emanet verdiklerinde yerine ulaştırırdı şöyle derdi “Beni riyakâr ve kibirli zenginler, kendisi kibirli olup konuşmalarımın dokunduğu hocalar, makam mevki sahibi bir zevat beni sevmez. Çünkü benim anlattıklarımla onların amelleri arasında dağlar kadar fark var.”Sert mizacı yoktu İslâm’a leke geleceğini düşündüğü zaman göz yummazdı. Yumuşak, dürüst, emin, sözünü tutandı Beni düğünlere derneklere çağırmayın, dertlilerin ağlayanların yanına götürün”*derdi. Gideceği yere yürüyerek gider otobüse binerdi. Yolda dik ve seri yürürdü.Her işini kendi yapar kimseye minnet etmez, bugünün işini yarına bırakmazdı.Yorulunca mehter marşıyla motive olur, coşardı. Hastanede yattığı, çok ağrılar çektiğinde mehter marşı söylerdi.Telefonu, kredi kartı ve bilgisayarı yoktu, kullanmazdı.Efendi Hazretlerinin Paradan uzak dur”, öğüdüne uyarak, paraya pula düşkün olmayıp uzak durur. Bayram Hoca insanlardan istemez. Ona fetva vermek kaydı ile önemli paralar teklif ettiler ancak kabul etmedi Bayram şöyle anlatır: “Beni toplantıya davet ettiler. kalburüstü kimseler katılmıştı. Benden fetva vermemi istediler. İstedikleri doğrultuda vereceğim fetva karşılığında büyük nakdi yardımlar yapacaklarını söylediler.” Bayram Hoca toplantıyı terk eder ve arkadaşına:*“İmanımızı para ile satın alacaklarını sandılar”*der. pikniğe gidelim denilse dersim var, işim var der gelmezdi. götürüldüğünde, orada da boş durmaz, Mektûbâtını erkeklere, bayanlara ders anlatırdı. Denize girelim denildiğinde*“Beni kitapla baş başa bırakın elli yıl hiç durmadan kitap okusam bıkmam”derdi. Sünnete bağlılığı kuvvetliydi, teheccütü kaçırmazdı. Gece teheccüte kalktığında pijamayla hemen iki rekât kılıp yatayım düşüncesiyle geçiştirmez, merasime gidecekmiş gibi özenle cübbesini, şalvarını, sarığını bembeyaz giyer, sakallarını tarar namazını kılardı.63 yaşından sonra yaşamayı edepsizlik olarak görürdü. Allah’a, peygambere itaat edenlere, İslâm’a hizmet edenlere hürmet ve hizmet eder, “Osmanlı’ya küfredenin dininden şüphe ederim” derdi. Lisede “Allah’ım bana güzel ses ve ilim ver” diye dua eder, sesi gür ve güzel olduğu için Kur’an okumaya önem verir. Hafızlık dersi almıştır. Her sabah namazından sonra günde bir cüz Kur’an okurdu Sık sık kabir ziyaretlerine gider Akifi Nasuhi Bilmen’i ziyaret ederdi. Ankarada ilk uğradığı yer Hacı Bayram-ı Veli Hz.’nin türbesidir. Talebelerine şöyle derdi Anlamadığınız takıldığınız yerlerde gidin Sultan Mehmet’ten himmet isteyin” talebeleri zaman zaman Bayram hocayı türbede elinde kitabıyla görmüşlerdir. Sadaka vermesini oğlu Mahmut Öztürk şöyle anlatır: Bizden habersiz sadaka verip ilgilendiği fakir aile ve talebeleri vardı. Şehit olduktan sonra ablalar gelip “Biz şimdi ne yapacağız, bize Bayram hoca bakıyordu, her ay belli bir miktar veriyordu”, demişlerdi. Rızık endişesi olmazdı. 1986 da babasının toprakları satılmış Bayram Hoca da İstanbul’dan iki arsa almıştı (2001-2002). Birinin istimlâk olmasıyla babadan ayrı kız kardeşi “hiçbir şeyin yok bir de babadan kalan bu yerleri hiç araştırmadan gittin aldın istimlâk oldu” diye sitem ediyorlar. Bayram Hoca ise*“Ben arsayı alırken Allah bilmiyor muydu oraların park ve bahçe olacağını, rızkım bu kadarmış ne yapayım”*diyordu İkinci aldığı arsa kıymetlendi ve ona tepki göster ona gelip “Hoca’m bize de arsa al” diyorlardı İslâm için sağlam adamlar ve hocalar yetişsin isterdi. medreseye giden öğrencilerine “Önce adam olun, hoca olursunuz ama adam olamazsınız” öğüdünde bulunurdu cemaatin ileri gelenleri tarafından hacca ve umreye götürülürdü. İlk haccını sadece zemzem ve hurma yiyerek tamamlamıştı. En son 2005’te umreye gitmişti Sohbetlerindeki ağlayış ve yakarışlar orda başlamıştı, gönlünü açarak sohbete devam etti.Mekke ve Medine’de de ibadet ve kitapla meşgul olurdu.*“Beni kimse dünya işleri ile meşgul etmesin”*derdi. İnsanlar alışverişe giderdi. Bayram Hoca kitap satan dükkân arardı. her uğradığıbkitapçıdan onlarca kitap alırdı kafilede hurma, battaniye, elektronik giyime kadar her şey vardı. Bayram Hoca’da ise kitap, zemzem ve birazda hurma.Tatile çıkmadan son Mektûbât dersinde Bayram Hoca öğrencisine: “Sana bir soru, Hz. Mevlana nerde yatıyor?” deyince öğrencisi:*Hoca’m Konya’da meftun”deyince “Yok, yanlış biliyorsun. Hazreti Mevlana burada yatıyor” deyip kalbini göstererek Mevlana’nın beytini okumuştur: Vefatımdan sonra beni yerde arama, Vefatımdan sonra benim kabrim ariflerin gönlüdür. Meşhur Pazar sohbetlerini Yavuz Selim Camii’nde*“Mektubat okumaları”*şeklinde gerçekleştirir. 28 Şubat sürecinden ise sohbetler İsmailağa Camii’nde devam eder.Sohbetlerini hafız olduğu halde neden tercüme, ayet, hadis şeklinde sakin değil de; celalli, hiddetli yaptığı sorulduğunda “Ben sohbet etmiyorum orada cihad ediyorum, Rasulullah’ın kılıcı burada” diyerek insanlara ilim aktarmanın, irşadın önemini belirtir. Malezya’da üniversite kurulmasında görev verilmek istenmesine rağmen kabul etmeyip Mahmut Efendi’nin isteği üzerine İstanbul’da talebe okutur. Ailenin Mahmut Efendi’ye bağlılığındaki aracı Bayram Hoca’dır. Onun önderliğinde cemaate dâhil olmuşlardır. Pazar sohbetinden sonra genç çocuklar gelip Bayram Hoca’ya “Hoca’m biz Tekirdağ’dan maddi durumumuz kötü olmasına rağmen geldik” demeleri üzerine Bayram Hoca Haftaya siz gelmeyin ben geleyim” demiş ve şahadetinden bir hafta öncesi Miraç kandilinin gündüzü gitmiştir. talebelerin tutumuna göre tavrını belirlerdi. Çalışkan, azimli veya pasif, tutarsızlarla göre konuşurdu. “Allah-u Teâlâ bana cennete gir derse bakacağım kapıdan kitap var mı, kitap varsa gireceğim, yoksa girmeyeceğim” kitap sevgisini mecazen anlatır, “Sevdiğin bir şey için ölmüyorsan sahte sevgidir. Onun için uğraşma” derdi.Hiç boş yatmaz, yorulunca uyurdu gözünü açar açmaz abdest alır işiyle ilgilenir. Günde bin sayfa kitap okumayı hedefler, mutlaka bir cüz Kur’an okurdu.Ona maddi manevi yüksek mevkiler teklif edildi o adam yetiştirmenin çok önemli olduğunu söylüyor depolarda, atölyelerde insanlara, talebelerine ders okutuyordu.Sohbete, derslere gitmeden önce evde tekrar eder, öğrenciler derse geç kalınca çok kızardı. disiplinli, dakik bir insandı. Lafını esirgemez, kimseden çekinmezdi. Son zamanlarında duygusaldı. Sana taş atana sen ekmek at” vasiyetidir. Hafız çocuklara –şitt lan buraya gel – tarzında edepsizce hitap edilmesine kızar Allah’ın kelamını taşıdıklarının hürmetine saygılı olunmasını tavsiye ederdi.edebiyata, Arap diline, divan edebiyatına ve şiire önem verir, vaazlarında okurdu. Onun düşüncesi: “ Şöyle büyük bir kütüphanem olsun, yanımda çalışan elemanlarım ve hocalarım olsun, fetvalar çıkaralım, hizmet edelim, kapalı durmayalım, akarsu gibi olup açılalım.”dır. Hiç boş durmayıp sürekli vaazlar verdi Dünyada pek bir şey yapamadım ama ahirette çok şeyler anlatacağım”, derdi. Bir anne babanın çocuğuna, bir eğitimcinin, hocanın talebesine vereceği en kıymetli eğitim en kıymetli ders insanın mesuliyet sahibi bir varlık olduğunu ona anlatmaktır. Dünyada en ağır şey mesuliyettir. Kaneviçe işler gibi işlenmelidir. İstişare edecek, danışacak adam olmayınca kendi yağımla kavrulmaktan başka çarem kalmadı, kendimi kitaplara verdim. Sen ilme varını yoğunu her şeyini feda etmediğin sürece ilim sana hiçbir şey vermez. Bu kadar nazlıdır. İlmin alternatifi yoktur. Suya benzer varsa hayat vardır, yoksa hayat yoktur. Eşine “Cennete sensiz girmem” deyip, küçüklüğünden beri aile sevgisine hasretlik çektiğinden, dizine yatar “Beni sev” derdi. Eşiyse “Ona çocuk gibi bakardım” demiştir.*Eşine karşı anlayışlıdır. Rahatsızlığı olmasına rağmen Gece 3’te bile olsa eşinin hastalığından dolayı dışarı çıkarıp gezdirdiği olurdu. Çocukları çok severdi. Namaz kılarken odaya kimsenin girmesine müsaade etmez torunları girdiğinde bir şey demez, önünden geçtikleri bile olurdu. Onları çok sever, öperdi. Kendisi gibi yetim olduğu için gelinine de özel değer verir, “cici kızım” diye severdi.Evde kimseyi rahatsız etmemek için parmak uçlarında yürürdü.Kimsenin hatasını yüzüne vurmaz, onu idare ederdi. Çevresine sürekli sohbet, vaaz, dersler verirdi. Çevresindeki hırslı, borçlu kişilere: Azıcık aşım ağrısız başım, oğluna da “Oğlum imzayla iş yapma, paran varsa yap, yoksa yapma” derdi 2004 yılı ramazan ayında oğluna teravihlerde “İsmailağa’ya git, Mahmut Efendi’yi gör, gözün bir Allah dostu fotoğrafı çeksin, bu sana dünya ve ahirette en çok yarayacak olan şeydir” tavsiyesinde bulunur. 1 Eylül 2006’da Mahmut Efendi’yle görüşmüş Efendi Hoca’ya: “Sen İstanbul’un güneşisin.” demesinden dolayı çok mutlu olmuştur. Hayatında en çok önem verdiği kitapları ve Mahmut Efendi’ye sevgisidir. Kur’an-ı Kerim’i, her gün okumuştur. 1999 depremi olduğunda teheccüt namazı için abdest alıp kütüphaneye geçti yüksek sesle yasin-i şerif okudu. “Kur’an neyi emrediyorsa ben onu yapmaya çalışıyorum, kafama göre hareket etmiyorum.” derdi. Son sohbetini dinleyenlerle ellerini açarak şahadeti istemiş, “Dedeler bedel verdi, bizim de bedel vermemizi nasip eyle Ya Rabbi!” diyerek bedeli kanıyla ödemiştir. İnsanlar arasında sürekli kütüphanesiyle ilgilenmesi, kitap okuması ve Mektûbât dersleriyle meşhur olduğu için “ayaklı kütüphane” lakabını alır. Evinin telefonları susmaz, sürekli insanlar soru sorardı Danışanlardan tekrar aramalarını ister, kitaplara bakar cevabını söylerdi. Kürsüde neden sert konuştuğu sorulduğunda, “Ben bir kişi için konuşuyorum, anlattıklarımı bir kişi anlasın o bana yeter ve muhtemelen o da kadınlardan çıkacak” derdi sert ve celalli bir yapısının espri ve şaka yapmayı sever. Yoldan geçenlere takılır, manalı konuşurdu. İnsanlar kürsüde yanına gitmeye korkarlardı ama o bambaşka bir insandı “Hayatta en çok korktuğum şey birinin kalbini kırmaktır. Kâbe’yi yık ama gönül yıkma” düşüncesiyle öfkesi bile farklıydı.Çevresine verdiği öğüt sürekli “Adam olun, okuyun bu yolda devam edin” sözünü söylerdi Abidin Bozyiğitbaşı Bayram Hoca’yla yaşadığı anısını şöyle aktarır: Bir gün telefon açtı, “Sultanahmet’te bir kitap var al, dedi. Ne kadardır diye soramadım. kitabı getirdim. Yeni baba olan bir adamın kucağına çocuğunu vermiş gibi aldı, Tamam oğlum, bunu ister zekâta ister fitreye ya da borca neye sayarsan say” dedi. öldükten sonra arkamdan mehter marşı çalmalarını isterim” derdi. Bizde muallâkta kalmıştık. Bir âlim der ki öldüğümde eğer şeker dağıtılırsa bilin ki şahadet üzere gittim.” Bayram Hoca da vefat ettiğinde bunu istemişti. Biz de bayram havası gibi cenazesinde şeker dağıttık.*“Âlimin mürekkebi şehidin kanından ağır basacak”demişti sohbetinde. Bayram Hoca’mın kanı da var mürekkebi de var Mevla’m istediğini tartsın. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 9 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 9 Misafir) | |
|
|