AK Gençliğin Buluşma Noktası
İslam Tarihi İslam tarihi ile ilgili paylaşımlar.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 12-19-2018, 06:52   #111
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak kuraanda yaratılış. Com

CANLILARIN YARATILIŞI

SİVRİSİNEK MUCİZESİ

Gıdaların bozulmaması için son on yılda çok etkili yöntemler geliştirilmiştir. en önemlisi, ambalajlamadır. sivrisinek de,
bu yöntemi kullanır. Yumurtalar, jelatinimsi bir madde yığınına çerçeve veya ip şeklinde bırakılır. Jelatin yumurtaları kurumaktan ısı değişimlerinden ve düşmandan korur. sivrisinek, bu madde sayesinde, yumurtaları bitki ya da taşlara yapıştırır yumurtaların suda kaybolmasını engeller. Yumurta salı ve çatlayan yumurtadan çıkan larva Anaphales sivrisineğinin yumurtaları. Yumurtalarda bulunan hava odacıkları ve yüzey etkisini arttıran yapılar, yumurtaların suda kalmalarını sağlar. bu yapılar yumurtalarda bir seferde oluşmasaydı, anophales sivrisineğinin tüm yumurtaları suya batıp ölürdü. Sivrisineğin küçücük yumurtası bile evrim teorisini çürüten bir delil yaratılışın en güzel örneklerindendir

Sıtma mikrobu taşıyan sivrisinek Anopheles'in yumurtaları, suya batmalarını engelleyecek ve suda kalmalarını sağlayacak özel bir şekle sahiptirler. Yumurta kabuğunun dışındaki hava odacıkları ve yumurtayı saran yüzme kenarları yumurtayı suda
tutar. Yüzme kenarları suyun yüzey gerilimini artırır ve yumurtanın gerilim sayesinde batmamasını sağlar.
Yüzey gerilimi suda oluşan bir güçtür. küçük canlılar bu gücü aşamaz bu olumsuz bir durum değildir böcekler su üzerinde rahatlıkla yürürler. böcekler bacaklarındaki destek sayesinde ayaklardaki tüycükler, ayağı kaplayan yağlı salgılar gibi su üzerinde çok kolay hareket ederler. Anopheles sineğinin yumurtalarındaki hava odacıkları ve yüzme kenarları yüzey geriliminden yararlanır. Ancak ne larvalar ne de
anne sivrisinek yüzey geriliminden haberleri yoktur. Bu özellik yumurtada bir seferde ortaya çıkmazsa, Anopheles'in yumurtaları su dibine batar ve sivrisineğin nesli tükenir.
Ancak bu durum söz konusu olmaz. Anopheles'in de, diğer canlıların da varlıkları ve ihtiyaçları için en uygun tasarım, Allah tarafından yaratılmıştır.

Sivrisinekler yumurtalarını her zaman durgun bir suya bırakmazlar. "Cylindrotoma Sivrisineği", yumurtalarını bırakmada ilginç ve zor bir yöntem kullanır. dişi yumurtalarını bir bitkiye yerleştirir. Ancak bitki dokularını kolayca kesemez. sineğin boyutu düşünüldüğünde bu insanın elinde hiç bir aleti olmadan kalın bir ağacı kesmesine benzer imkansızdır Peki sivrisinek ne yapar?

Sivrisinek kendisine yaratılıştan verilen bir özellikle. Başı üzerinde bulunan ve testere görevi gören kesici organla, bitki dokularını rahatça keser. kestiği bitkiye yumurtalarını iter bir yaprakta bu şekilde bırakılmış 70 yumurtaya rastlanır bir yere bırakmak varken, zahmetli bir şekilde, zorlu bir yeri yumurtalarını bırakmak için seçmiştir. Tek amacı yemek ve yaşamak olan bir böcek niçin kendisini zora sokar zahmete kalkışır? Neden diğer türlerde değil sadece bu türdekilerin başında kesici organ vardır? Bu organı kullanma bilgisi, kim tarafından verilmiştir?
Yumurtalarını güvenliğe almak için bitki dokularını kesmeyi sivrisinek nasıl akıl etmiştir Sivrisinek, özel bir dizayn ve "programla" birlikte yaratılmıştır.
*
"Leicester sivrisineği" yumurtayı bambu saplarının deliklerine bırakır. Bambu içi güvenli olduğu kadar, larva ihtiyaçlarına cevap veren bir ortamdır. Sivrisinek yumurta bırakırken diğer sinekler gibi- akılcı bir yol izler. Leicester arka bacaklarını bambu saplarındaki suya sokar, yumurtalar suya düşer ve gelişimlerini sürdürürler.
İlk yağmurda yumurtalar kuluçkaya girerler. Yumurtlamayı takip eden 3 gün içinde kuluçka biter kurtçuklar çıkar. Yumurtanın içinden kurtların olgunlaşarak çıkmaları aynı dakikada olur. Bir dakika da kurtlar suda gezer. hiç durmadan, ne bulurlarsa yiyip müthiş bir süratle büyürler sivrisinek türünün ataları, gözlemlerle yavrular için en güvenli ortamın bambu sapı olduğunu tespit etmiş, bütün soyun bu yöntemi izlemesine mi karar vermişdir? bu emir nesilden nesile, mi aktarılmıştır Bu soruların cevabı normal ve vicdanlı insanı tek noktaya
yaratılışa götürür. Dünyada bir bambu sapının içindeki su birikintisinde, bilmediğimiz, aklımıza dahi gelmeyen bir hayat vardır ve bu hayat ustaca
biçimde yaratılmıştır. İnsana düşen yaratışı görmek yaratan Allah'ın gücünü takdir etmektir. Kuran'a göre;
Allah'ın yağdırdığı ve yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda her canlıyı orada üretip-yaymasında düşünen topluluk için ayetler deliller vardır.(Bakara, 164)


Yumurtadan çıkan yavru sivrisineğin erişkin haliyle hiç ilgisi yoktur bambaşka bir canlıdır. 1- 1,5 mm . uzunluğundaki larvanın vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere 3 bölümdür Başı oval ve iki yanında birleşik gözler ve göz önünde kısa bir anten mevcuttur. larva, bu halden erişkin bir sivrisineğe dönünceye kadar zorlu bir yolculuk geçirir. Larvalar su altında yaşar Sürekli yedikleri için, bir haftada 6-7 kat büyür Bu dönem sivrisineğin yaşamı boyunca büyüdüğü tek dönemdir. Larva acıkır, yemek yer ve büyür. Larvanın nefes alması için suda boğulmadan asılı durması gerekir Sürekli beslenmesi gereken sivrisinek, su üzerinde asılıyken yemeğine nasıl ulaşır Bunda çok özel bir yöntem gerekir, ancak canlı ne düşünebilen ne de gelişim kabiliyetine sahiptir, yalnızca bir buçuk mm büyüklüğünde bir larvadır. acilen beslenmeslidir, yoksa ölür
Larva zorunlu durumda suyun içine dalar. bu uzun süremez nefes almak için tekrar su yüzeyine dönmelidir Larvanın başaşağı suda dururken yemek yebilmesi doğuştan kendisine verilmiş önemli bir mekanizması vardır. Avına her zaman gidemeyen larva, suyu hareketlendirerek avını ayağına getirir.
ağzıyla suda akıntı yaratır. sudaki bakteriler, su hareketiyle larvanın ağzına gelir. Larva bakterileri yer. Bir sivrisinek larvası günde 100-1000 cm3 suyu süzebilir. larvanın ağzındaki fırça, hayvanın beslenmesi için yapılmıştır Larva bu sistem sayesinde boğulmadan besinine ulaşır küçücük bir larva bile Allah'ın "rızık veren" Rezzak sıfatının koruması altındadır olduğunu gösterir. Kuran emrediyor Kendi rızkını taşıyamayan nice canlı vardır ki onu ve sizi Allah rızıklandırır. O, işitendir, bilendir.(Ankebut, 60)
*
Tüm sivrisinek larvalarını, suda kendi halinde yüzen ve beslenmede bakterilerle yetinen sakin canlılar olarak tanımlamak doğru olmaz Bazı larvalar yırtıcıdır. sürekli beslenen larva türleri yiyecek bulamadığında birbirini yer. larvalar için temiz değil, bakterice zengin kirli su daha uygundur. temiz sularda, sal şeklindeki yumurtada yalnızca birkaç tane larva hayatta kalır. anne sivrisinek bunu bilir ve yumurtalarını bırakmada kirli suları seçer! Kirli suda, sal şeklindeki yumurtalardan yaklaşık 100 tanesi sağlam çıkar. sivrisinek seçim yapmıştır Sivrisinek biri temiz biri kirli iki farklı sudan kirli suyu seçer
sivrisinek, türünün devamı için geçerli önlemleri düşünerek mi yoksa gözlemleyerek mi bulmuştur. ikisini de yapamaz. Sivrisineğin tecrübe kazanması, doğru kararlar vermesi gelecek nesillere aktarması söz konusu değildir.
*
Mansonya türünün larvası, soluk almak için su yüzeyine çıkmaz. akıllı ve zor bir yöntem izler. Su altındaki oksijen, suda çözünmüştür canlılarca kullanılır Bitkiler kök ve dokularında oksijen biriktirir Mansonya larvası bitkilerdeki oksijeni kullanır. Larvada,bitki köklerini delmeye ve içindeki havayı çekmeye yarayan testere biçimli bir organ vardır. oksijen ihtiyacını rahatlıkla karşılar ve su altında sürekli kalabilir. Burada büyük bir dizayn vardır. Suya çıkmayan mansonya larvasının yapısında, bitki köklerini delmesi ve köklerin içindeki havayı çekmesi için herşey vardır.
larva, vücudundaki "alet"lerin ne amaçla verildiğini oksijene ihtiyacı olduğunu ve oksijenin bitki köklerinde olduğunu bilmektedir. 1.5 mm . boyunda ve dünyaya yeni gelmiş larvanın nasıl olup da bunları bildiği ise evrimcilerce cevaplanamamıştır
*
Akıntılı yerlerdeki larvalar yaşamda bir yerlere tutunmak zorundadır Vücutldaki destek sistemleriyle bu problemden kolayca kalkarlar. hızlı akan sulardaki larva arkalarında 45 derece eğimle vücutlarıyla birleşmiş uzun bir itici bulunur iticinin ucundaki küçük kitin kancalarıyla larva herhangi bir yere tutunur ve kendisini akıntıya karşı korur. Heptegina cinsi sivrisinek larvası vantuz sayesinde güçlü akıntılara dayanabilir.
*
sivrisinek larvaları doğuştan mimardırlar. Kendilerini bir yere yapıştıracak vantuzları olmayan larvalar, düşmanlarından korunmak ve akıntıya karşı koymak için kendi evlerini kendileri yapar Bu ilginç ve şaşırtıcıdır, her aşaması zorluklarla doludur yumurtadan çıkan larvanın, güvenliğini sağlamak ve akıntıya koymak için bir eve ihtiyacı olduğunu fark etmesi, bir ev yapması gerekir.
larva bir plan yapar. Ancak Larvada ne teknik alet ne de organ -gaga, pençe, vardır. bütün ihtiyaçları düşünülmüş olan larva, ev yapması için gerekli malzemeye doğuştan sahiptir. Kolaylıkla şekil verebileceği jelatin bir madde salgılar. Bu malzemeyi en doğru şekilde kullanan larva, kendisi için en uygun boru benzeri bir yuva yapar. yuvayı ya çamur veya kuma gömer, ya da yanında taşır. larvanın doğar doğmaz kendini güvenceye almak için ev yapması ve ihtiyaç maddesini vücudunda hazır bulur
Larva kimyager olmadığına göre salgıyı kendi zeka ve bilgisiyle ürettiğini düşünmek akıllıca olmaz. Kendi aklı ve zekasıyla üretse bile bunu üreten bir sistemi vücuduna yerleştirmesi
düşünülemez. Mimari eğitimi olmadığına göre, yuva yapıp kuma gömmeyi planlayamayacağı ortadadır.
bir larva, evrimcilerin iddia ettiği gibi
özelliklerini tesadüfen veya tecrübeyle kazanmış olsa da bilgilerini sonraki nesile aktaramaz. Yeni doğan canlı, kendisine öğretecek biri olmadan öğrenemez. bir canlı bir bilgiye doğuştan sahipse, bilgiyi en doğru şekilde kullanıyorsa tek bir anlamı vardır: bilgi ve özellik her, canlıya, yoktan vareden Allah tarafından verilir.
*
Larva gelişme döneminde sürekli yer. ağzının sürekli su olması ve başaşağı durması gerekir. larvanın ikinci temel ihtiyacı nefes almaktır. Peki bu iki temel ihtiyacı nasıl karşılayacaktır?
İnsanlar suda nefes için bir oksijen tüpü, şnorkel, gibi özel aletlerden yararlanır Sivrisinek larvası, doğuştan dalış teçhizatına sahiptir. Suda başaşağı dururken, vücud arka tarafında bulunan solunum borularıyla nefes alır. Kimi larvalar suya paraleldir karınlarında bulunan üç solunum deliğini kullanır Bu sistem şnorkel ve hava pompalarının benzeridir.
ortada akılcı bir dizayn varsa, onu yaratan bir akıl vardır.akıl, "alemlerin Rabbi", yani en küçükten en büyüğe kadar tüm dünyaların, tüm boyutların hakimi, eğiticisi ve düzenleyicisi Allahtır Allah yarattığı varlıklarda eşsiz sanatını tecelli ettirerek insanlara varlığının delillerini gösterir. Bu sanat _ ister insan beyninin karmaşık yapısında bir sivrisinekte ve her yerdedir Bakara Suresi'nin 26. ayetinde, tek başına bir sivrisineğin bile, Allah'ın vermekten çekinmeyeceği büyük bir örnek olduğu belirtilir: Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, örnekten çekinmez. iman edenler, kuşkusuz Rablerinden gelen gerçeği bilirler; inkâr edenler Allah, neyi amaçlamış?" derler. Allah, birçoğunu saptırır, birçoğunu hidayete erdirir. O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara, 26)
*

Şnorkele Su Kaçarsa...
Sivrisineğin şnorkel benzeri bir solunum borusuyla nefes aldığını yukarıda belirttik. Ancak şnorkelle nefes almanın bir tehlikesi vardır. Eğer suda oluşacak bir dalgalanma ya da rüzgar şnorkelin içine su kaçırırsa bu, sivrisineğin boğulmasına neden olur.
Ancak çok özel bir tedbir sayesinde bu durum engellenmiştir. Şnorkellerin havayla temas eden uç kısmı özel bir yağla doğuştan kaplıdırlar. Bu yağın özelliği suyu iten (hidrofob) bir yağ olmasıdır. Larva başaşağı su içinde dururken, bu yağ sayesinde solunum borusunun deliklerinden içeri su giremez.
Bu salgı özel olarak su için yaratılmıştır. Larva sudan başka bir sıvının, örneğin petrolün içine konulduğunda, salgı görevini yapamaz. Petrol şnorkelden içeri girer ve larvanın boğulmasına neden olur.
10 milimetrelik bir larvanın, birkaç milimetre uzunluğundaki solunum borusunun ucunda böyle özel bir yağın varolması, üzerinde durulmadan geçilebilecek bir konu değildir. Ayrıntılara dikkat edelim:
- Suyun şnorkelden içeri girme riskine karşı böyle özel bir önlem alınması.
- Salgının tam ihtiyaç duyulan yerdeki, yani solunum borusunun ucundaki hücreler tarafından salgılanması.
- Bu yağlı salgının her yeni nesilde kendiliğinden varolması...
Bütün bunların varlığı tesadüflerle açıklanabilir mi?
Elbette ki hayır.
Çünkü tesadüfler karmaşaya neden olur. Milyarlarca tesadüfün ardarda sıralanması ise kaos anlamına gelir. Birbirinden bağımsız parçalardan oluşan ama bu parçaların uyumu sayesinde ortak bir amaca hizmet eden sistemler ve mekanizmalar, kaos sonucunda değil, ancak bilinçli bir dizayn sonucunda ortaya çıkabilirler.
Evrim teorisi ise mevcut canlıların bugünkü hallerine daha basit yapıda olan canlıların zamanla gelişmesi sonucunda ulaştığını öne sürer. Evrime göre bu gelişim, zamanla meydana gelen tesadüfi değişimlerin, basamak basamak birbirine eklenmesi sonucunda gerçekleşmiştir.
Her ne kadar Latince isimler ve karmaşık terimlerle "bilimsel" bir kılıfa sokulmaya çalışılsa da, evrim teorisinin temel mantığı tek kelimeyle ifade edilebilir: "Tesadüf".
Şimdi sivrisineğin nefes almasını sağlayan özel yapısının nasıl varolmuş olabileceğini, evrim teorisinin iddialarını da göz önüne alarak inceleyelim.
Evrime göre bundan binlerce yıl önce daha basit yapılı sivrisineklerin bulunması gerekirdi. Bu hayali senaryoya göre, o zamanki sivrisineklerin solunum borularının daha oluşmadığını varsayalım. Peki o zaman sivrisinek larvaları ne yapacaklardı?
I) Larva suyun içinde başaşağı durmayacak, nefes almak için başını suyun üzerinde tutacaktı. Bunun kaçınılmaz sonucu bütün larvaların açlıktan ölmesi olurdu.
II) Tesadüfen larvanın vücuduna bir solunum borusu eklendiğini varsayalım (bunun teknik olarak imkansızlığına ileride değineceğiz), solunum borusunun ucunda bulunan ve suyun boruya girmesine engel olan yağ olmadığından larva boğularak ölecekti. Larvanın, bu yağı sentezleyen hücrelerin vücudunda oluşmasını bekleyebileceği tek bir saniyesi bile olamayacaktı. Kısaca bu evrim teorisinin kendi içerisinde çelişkili bir durum oluşturmaktadır.
III) Solunum borusunun ve borunun ucunda bulunan yağın aynı anda bir şekilde larvanın vücuduna eklendiğini varsayalım. Bu yalnızca o larvanın hayatını kurtarırdı. Çünkü vücudunda oluşan bir değişimi bir sonraki nesile aktaramayacaktı. (Parmağı kesilen bir kadının çocuğunun eksik parmakla doğmayışı gibi.) Oysa, vücuttaki değişimin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için, evrimin yeni organ veya organel oluşturmakla kalmayıp bunun genetik kodunu da canlının üreme hücrelerinde bulunan DNA'ya eksiksiz olarak eklemesi gerekmektedir.
Bu nokta çok önemlidir. Bu yüzden konuyu bir başka örnek üzerinde inceleyelim. Örneğin insanın atası olduğunu varsayacağımız bir canlının vücuduna yeni bir organ, mesela karaciğerin eklenmesini düşünelim. Karaciğerin genetik kodu, milyonlarca şifreden oluşur. Bu şifrelerin hepsinin aynı anda, o canlının üreme hücrelerindeki DNA'ya katılması gerekir ki bir sonraki nesilde de ortaya bir karaciğer çıksın. Milyonlarca şifre içinde yapılacak tek bir hata, karaciğerin oluşamamasına, daha doğrusu işe yaramamasına ve canlıya yarar değil zarar vermesine yol açar. Sözünü ettiğimiz hayali canlı yaşamını sürdüremez ve yokolur gider.
Burada bir nokta daha vardır. Söz konusu canlı, vücudunda bir karaciğer oluşana kadar ne yapacaktır? Karaciğerin vücutta yürüttüğü hayati fonksiyonları hangi organ yapacaktır? Kısacası böyle bir canlının bir zamanlar varolduğunu düşünmek bile mantıksızdır. İlk insan, tam ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmış; yani yaratılmış olmalıdır.
Aynı şekilde sivrisinek de, sahip olduğu özellikleri DNA'sında genetik şifre olarak taşımak zorundadır. Aksi takdirde bir sonraki nesil bundan mahrum kalır. Sivrisineğin atası olduğunu varsaydığımız hayali canlının üreme hücrelerine, hem solunum borusunun, hem de bu borunun ucundaki hücrelerin ürettikleri yağın genetik şifrelerinin aynı anda, eksiksiz, hatasız olarak katılması gerekir ki, bu imkansızdır. Bunun anlamı da yine sivrisineğin eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bir anda varolduğu, yani yaratıldığıdır.
Peki sivrisinek soluduğu havayı vücuduna nasıl dağıtacaktır?
Sivrisineğin solunumu şu şekilde gerçekleşir:
Sivrisineğin aldığı hava, iki ufak torbacığa dolar. Bu torbacıklar vücuda yayılan kılcal hatlara bağlıdırlar ve bu hatlarla havayı her yere dağıtırlar.
Torbacıkların arasında sivrisineğin ihtiyacına uygun bir kalp vardır. Kalp, düzenli atışlarla torbacıkları pompalayarak, havanın vücuda dağılmasını sağlar. Kalpten hemen sonra mide ve bağırsaklar gelir.
Burada sözünü ettiğimiz kalp, mide ve bağırsakların da eksiksiz olarak sivrisineğin vücudunda bulunmaları gerekir. Üzerinde uzun uzun durduğumuz solunum sisteminin yanı sıra, bu organlar da sivrisinek için vazgeçilmezdir. Bütün sistemleri bulunan fakat kalbi olmayan bir sivrisinek elbette ki düşünülemez.
*
Sivrisinek larva ve pupa dönemini suyun içinde geçirir suya yakın yerlerde bulunur. Su molekülleri, güneş ışınlarını yansıttığı için, larvanın bundan olumsuz etkilenmesi gerekir. Oysa larva güneşten etkilenmez bu sivrisineğin vücudundaki pigment sayesinde çözülmüştür. pigment, tamamı ürik asit granülleriyle doldurulmuş olan ürositlere benzeyen hücreler ağından oluşur. Ürik asit, şeffaf larva ve pupayı güneşten korur sivrisinek güneşte kavrulmaktan kurtulur. bütün mucizelerin, sivrisinek vücudunda, mucize eseri kendiliğinden ortaya çıktığını varsayalım. bu kalkan bile larva vücudunda olmasa, tüm özellikleri anlamı kalmaz, larva güneşte kavrularak ölür. Sivrisineklerde larva dönemi bir hafta sürer. Bu süre ısıya bağlıdır beslenmeyle ilgilidir.
Larva giderek büyür, derisi fazla büyümesini engelleyecek şekilde gerginleşir. Bu ilk deri değişim zamanının geldiği anlamına gelir larva pupa dönemine geçmeye hazırdır.

büyüyen larva sert derisini açmak için keskin bir alete ihtiyaç duyar. dışardan hiçbir canlının yardımı olmadığı için, bu problemi kendisi çözmelidir ihtiyacı olan her şeyi kolayca bulur. onun için bir kolaylık vardır. Her şeyi yaratan Allah, larvann ihtiyacı için özel bir organ vermiştir Larvanın baş arkasında, sert deriyi kırmaya yarayan bir organ vardır. Bu organ deri değişiminin ardından atılır. bu organ oluşmasaydı ya da geç oluşsaydı, larva deriden çıkamayacağı için sıkışıp ölecekti. Alttan gelen yeni deri yumuşak ve esnektir. Larvanın büyümesi de bu esnek deri sayesinde kolaylaşır Sivrisinek larvası gelişimini tamamlayıncaya kadar 3 kez deri değiştirecektir. Toplam 4 defa deri değiştirerek gelişir ve 10 mm uzunluğa varır Sivrisinek kurtçukları gerçek bir sivrisinek olmak için son aşama "pupa" dönemine girer. Bu en fazla birkaç gün sürer pupa beslenmez. Sivrisineğin ayak ve kanatlarının yeralacağı göğüs kısmıyla birleşmiş olan kafası büyük ve yuvarlaktır. sivrisinek yepyeni bir canlı gibidir ve ihtiyaçları değişmiştir.
*
Larvadan pupaya geçişde solunum şnorkelleri kapanır larva nefessiz kalır Ancak ilginç bir gelişme olur ve pupanın ön tarafında iki yeni hava borusu çıkar sivrisinek, kendisi için çok özel tasarlanmış bir gelişim programıyla hayatta kalır. Larva iki yeni hava borusunu su yüzeyine çıkartarak nefes alır.Pupalar, soluk almak için su yüzeyine yakın durur Hareketler süratlidir, beslenmeye ihtiyaç yoktur. Pupa dönemi 3-4 gündür Pupanın sonuna doğru, sivrisineğin rengi esmerleşir, deri şeffaflaşır. Beş günde pupanın şeffaf deri açılır ve erişkin sivrisinek sudan çıkacak hale gelir. çıkış anı, insanı hayran bırakacak bir ustalık gösterisidir. genç sivrisinek, suda yüzen pupasından, suya değmeden çıkar. Bunu başarması şarttır, çünkü ıslanmış kanatla uçamaz.
Kanatlar ve bacaklar pupa evresinde gelişir pupanın içinde kullanıma hazır bekler Kozadan çıkmadan önce pupa nefes alarak genişler. genişlemenin etkisiyle koza baş tarafından çatlar. çatlama baş taraftan değil de, alt taraftan başlasaydı, sivrisinek su yüzeyine çıkamaz boğularak ölürdü.
Çıkmaya hazırlanan sivrisinek büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Çatlayan kozaya su girerse bu onun sonu olur bunun tedbiri önceden alınmıştır. Kozanın yırtılan baş tarafı, sivrisinek kafasının su ile temasını engelleyecek özelliklere sahip, yapışkan bir sıvıyla kaplıdır. Bu sıvı hayvanın daha önce kullandığı "şnorkel sıvısında olduğu gibi, suyu iten hidrofob yapıya sahiptir. özel sıvı pupanın baş tarafında olmasaydı, çatlayan kozaya su dolardı. Kanatları ve vücudu ıslanan sivrisinek, kozayla beraber batardı.sineğin kozadan çıkarken karşılaştığı tehlike bununla sınırlı kalmaz, onu zorluklar bekler. Suyun içinde kendisini çevreleyen kozanın içinden çıkmaya çalışan sivrisineğin Dengesi bozulup kozayı ters çevirebilir. Çıkarken suda ıslanıp boğulur. Pupa nefes almaya devam eder. Esecek en ufak rüzgar onun suya değip ıslanmasına ve ölmesine neden olur sivrisinek pupadan çıkmak için rüzgarsız bir anı seçer. başını ve ön ayaklarını kozadan yavaşça çıkarır. Ön ayaklarını suya yaslayıp, vücudun kalan kısmını su içindeki kozadan çeker. sivrisineğin ayakları mükemmel bir tasarımla yaratılmıştır suda batmayı engelleyen bir yapısı vardır. ayaklarda bu özellik olmasaydı, hayvan suyua çıkamadan, kozanın içinde boğularak ölürdü.

Sivrisinek sualtı dünyasından, dış dünyaya herşey tamamlanmış olarak çıkar kanatları sualtında olumuştur. Kan emeceği özel mekanizma sualtında oluşmuştur. Kurban dokularını uyuşturacak, kan pıhtılaşmasını engelleyecek özel sıvı sualtında oluşmuştur. Karşı cinsin kanat çırpma frekansını ayırt edecek üstün algı yeteneği sualtında olusmuştur. Ve Sivrisinek su içinden dış dünyaya, eksiksiz yaratılmış olarak adım atar. dünyamız yoktan var olmuştur

Kozadan çıktıktan sonra sivrisinek suyun üstünde dinlenip uçup gider. hayata başlamıştır. Suyun içinde yaşayan larvanın, uçmayı bilmesine imkan yoktur. uçuş için gerekli kanatlar, o daha suyun içindeyken eksiksiz yaratılır Eğer uçacağı kanatların ve su üzerinde durmasını sağlayacak ayakların gelişimi, sivrisinek suyun içindeyken bitmeseydi, bu onun sonu olurdu. Sivrisinek pupadan çıkınca boğulurdu. Oysa her şey tam zamanında hazırdır. Sivrisineğin dünyaya gelmesindeki tüm aşamalar hayvanın yumurta olarak suya bırakılmasından uçmasına kadar geçen aşamaların hepsi, birer harikadır görürüz. Sivrisinek gözlerini dünyaya açana kadar yüzlerce tehlikeden geçer. Bunların herbirinde hassas dengeler ve ince ayarlar vardır bu dönemeçleri kusursuz aşarak hayata gözlerini açar.
son derece etkileyici bir dizayn vardır tek bir sivrisinek dahi Allah'ın yaratışındaki muhteşemliği gösterir
"Allah bir sivrisineği örnek vermekten çekinmez" (Bakara, 26). evrendeki her varlık ayetlerle doludur.

Suyun içindeki dünyasını bırakıp yeni dünyaya adım atan sivrisinek bambaşka bir canlıdır. canlının bedeni
sayısız mucizeyle doludur. sivrisineğin vücudu incelenirse her ayrıntıda çok özel bir yaratma görülür.
mucizelere tanık olmak için sivrisineğin yapısını ele alalım. Sivrisinekte 3 bölge bulunur: baş, göğüs ve karın Herbiri tasarım harikasıdır Sivrisineğin başının üst yanından iki anten çıkar. duyu hücrelerince zengin, çok hassas algılayıcılardır. Erkek sivrisinek antenleri, dişilere göre hassastır bu antenler sayesinde, çiftleşme geldiğinde, binlerce sesten dişisinin kanat sesini algılar Dişi sivrisinekde, antenlerin arasında, sivrisineğin kan emmede kullandığı emme tüpü ya da hortumu bulunur. hortum basit yapıda değildir. karmaşık bir sistem barındırır. hortum, çok özel bir kesme ve vakumlama mekanizmasıdır adı "labium"dur. Sivrisinek ısırdığında kılıf geriye esner kesici mekanizma devreye girer. 6 parçadan oluşur. 4 tanesi kesici bıçaktır ve oldukça etkilidir insan derisini kolayca keser kurbağanın ya da bir yılanın pullu derisini de kesebilir Diğer iki parça birleşerek içi boş bir boru meydana getirir Sivrisinek tüpü bıçakların açtığı yaradan içeri sokar ve kurbanının kanını emer Bıçaklardan yaraya akıtılan sıvı dokuları uyuşturur. Bu lokal anestezidir. sivrisinek derinizi kesip, kanınızı emerken bir şey hissetmezsiniz. bu sıvı kanın pıhtılaşmasını engelleyerek, sivrisineğin kan emmeye devam etmesini sağlar. Sivrisineğin ısırdığı bölgenin kaşıntı yapması ve şişmesi bu sıvı yüzündendir.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-21-2018, 09:59   #112
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak yol ve macera .com

6000 Yıllık Gelenek Kazak Avcıları

Moğolistan’ın batısındaki Altay bölgesi yeryüzünün en ıssız yerlerindendir Pek yol geçmez Moğolistan, Kazakistan, Çin ve Rusya ile sınır olan Altay Dağları’nın karlı dorukları aşılmaz bu çorak topraklarda*yaşayan insanlar için*avlanmak imkânsızdır Bayan Ölgii* Moğolistan’ın 21 ilinden biridir ülkenin en batısındadır. Bölge nüfusunu Kazaklar oluşturur. Bunlar 1800’lerde Rus İmparatorluğu tarafından buraya sürülmüştür. Bu Kazaklar dünyadan uzak, yurt adını verdikleri çadırlarda zorlu kışlarda yaşar kartalları eğitip at sırtında avlanırlar.

Bir kartalla her şeyi avlayabilirsin, dünyada ondan daha iyi bir avcı yoktur. Kartallar insanlardan çok daha güçlü gözlere sahiptirler ve avı 2 kilometre öteden seçer. Kartalların eğitimi yıllar alır ancak eğitimli kartal ile avcı arasındaki bağ çok güçlüdür. Bu güven için kartallar küçükken eğitilir Çocuk ve koyunlara zarar vermemesi öğretilir . Dişi kartal erkekden daha ağır olduğu için daha iyi avcıdır ve daha büyük av getirir*Geleneğe göre Kazak avcılar kartallarını serbest bırakmadan önce yedi yıl onlarla çift olur Eğitilmiş kartal, at sırtındaki avcının sol koluna yerleşir. avcı, kolundaki hafif basınçtan kartalın av kokusunu aldığını hisseder.

Kazak avcıları eski Rus tüfekleriyle tavşan avlasa da av işini kartallar yapar En çok avladıkları hayvan tilki dağ sıçanı olsa da baykuş, kurt ve kar leoparını bile avlayabilir Moğol otlaklarında fazla hayvan otlatılınca bölgedeki yaban hayvanları azalmış Kazaklar ek gelir için çocuklarını şehre göndermiştir ancak geriye kalanlar için avlanmak bir ihtiyaçtır şu Kazak atasözü onların hayata bakış açısını çok iyi özetler “Hızlı at ve korkusuz kartal Kazakların kanadıdır.”

Babanız hayatta iken, olabildiği kadar çok arkadaş edinin. Atınız hayatta iken, olabildiği kadar çok yer gezin - Moğol Atasözü

Kaynak vikipedi.com

Kartal ile avcılık

Avrasya bozkırlarındaki doğancılık ve geleneksel biçimde kartal ile yapılan av, Kazakistan ve Kırgızistan'da Kazak ve Kırgızlarca uygulanmaktadır, Bayan-Ölgii, Moğolistan ve Xinjiang, Çin'de uygulanmaktadır. Türk halklarında altın kartal*ile avcılık ünlüdür çakır kuşu,*doğan ve ulu doğanlar*eğitilmektedir.

Kazak ve Kırgız, Orta Asyasında doğan yırtıcı kuşlar ve Kartal ile avlamak isteyenler için ayrı terimler vardır. Kazakça, "qusbegi" (kuşbeyi) ve "kuş", ve "bek", yani "efendi", kuşların efendisi" anlamındadır.*Eski Türkçede, "kush begi" hükümdarın doğancı kortu ve değerli rolünü yansıtan kağanın en saygın danışmanları için kullanılan bir tanımlamadır. altın kartal*için Kazaklar bürgüt" ve "kartallı avcı" için "bürgütçü" kullanılmaktadır.


M.S. 936-45'te Mançurya'da göçebe bir halk olan*Hitaylar, kuzey Çin'i fethetmiş. M.S. 960'ta Çini,*Song hanedanı* fethedmiş Song hanedanı Çin kültüründe asimile olan Hitaylar'ı kontrol edememiş. Çinin 300 yıllık iktidarında Song hanedanı Song topraklarının fethinde Hitaylar'a haraç ödemiştir Hitaylar, Çin kültürüyle asimile olmalasına rağmen, kartal ile av konusunda göçebe geleneklerini korumuşdur


Kaynak mynet.com

Kartalı Evcilleştiren Orta Asya Türkleri Ve Onlara Özel Kartal Evcilleştirme Yöntemleri geliştirmiştir at ve kartalı
evcilleştiren türkler orta Asyada bir gelenek halini alan kartal evcilleştirmeye spor değeri kazandırır Kartalla avlanmak Türklerin en eski geleneğidir. 6.000 yıllıktır kartal evcilleştirme, kolay yapılan bir hayvan eğitimi ya da sporu olmadığı gibi, çok zahmetli ve tehlikeli bir iştir

Kartalı evcilleştiren Kuşbeyleri yavru iken yakalayıp eğittikleri kartala ‘kolbala’ yani elde büyütülen kartal, yetişkinken eğitilen kartallara ise ‘tüz kartalı’ oğa kartalı derler Doğa kartalını eğitmek, yavruyken yakalanıp büyütülen kartalı eğitmekten zordur. Kazak kuşbeyleri, kartalı huy açısından ‘akbeyil’ yani munis ve ‘kıngı’ ters mizaçlı olarak ikiye ayırır Akbeyil kuşlar sorun çıkarmadan insana alışır ters huyluların ehlileştirilmesi uzun zaman alır

Kazak kuşbeyleri kartalı yakalarken
Yerde avını yakalayan kartalın doyması beklenir. Kartalın uçmaya hazırlandığı sırada, hızlı bir atla kartal yakalanır. Doyan kartal uçmakta gecikirse yakalanma kolay olur. Ehlileşmiş kartal ile yabani kartal birbirine düşmandır. Havada uçan yabani kartal görüldüğünde, evcil kartal dövüş için salıverilir. İki kartal havada dövüşür birbirlerine pençe batırarak sarmaş dolaş yere düşerler ve yabani kartal yakalanır. Kartal bölgesine ağ ile tuzak kurulur. yere canlı veya derisi doldurulmuş tavşan veya tilki yem konulur. Havadan yemi gören kartal, yemi için dalış yaptığında ağa takılır. kartal yakalanır.

Kartallar dağlık arazilerde, sarp kaya girintilerine yuva yaparak yavrular. Anne kartal yuvası belli olmasın diye sabah erken yuvadan ayrılır akşam geri gelir. Anne kartalın olmadığı esnada yavru kartal çalınır bu tehlikelidir Avcı anne kartala yakalanırsa büyük bir tehlike ile karşılaşır Kartal kapanlada yakalanır ama çoğunlukla kartalın ayağı kırık ve zarar gördüğü için bu yol tercih edilmez. Kartalın evcilleştirilmesinde
Yakalanan kartal ‘ırgak’ denilen yerden yüksekçe ucu bağlanarak gerilmiş ipe kondurulur ve ip salınacak gibi sallandırılarak kuş bir kaç gece uykusuz bırakılır. güçlü bir hayvan olan kartal, uykusuzluğa dayanıksızdır gürültüden rahatsız olur kartalın yanında sabaha kadar şarkı söylenir çocuklara gürültü yaptırılır. kartal yorgun düşürülür ve insanlara alıştırılır Uykusuz kartal yere düşer uysallaşır. Kuşbeyleri, vahşi kartalları evcilleştirilirken ona vurup bağırmaz Onlara göre kartallar kincidir ve kötü davranışı asla unutmazlar. efsaneye göre, Naymanlar'ın Tölegetay adlı beyinin oğlu Kıtay’ı, eğittiği kartal saldırarak öldürmüştür.

Kartalın yeme alıştırılırken İyice aç bırakılır kartala bi parça et gösterilir. kartal eti yemekten çekinir. kanatlarına basılarak zorla et yedirilir. İlk eti yeyince, kartal verilen etleri yemeye başlar. Etler önce gagadan verilirken, zamanla uzaktan verilir ki, kartal uzaktan yeme gelmeyi öğrenir. Kartalın yemleri, koyun, sığır ve özellikle yılkı etidir . Keçi eti ise kartal için zararlıdır

Bazen kartalın midesinde et, yün ve av kemiği erimeyerek kalır. Kartalın midesini temizlemek için at yelesi veya kamış püskülü yumuşak şeyler yutturulur. midedeki kalıntılar aşağıya iner. Tecrübeli kuşbeyleri, hayvanı yemlerken devamlı kursağını kontrol eder Kartallar genelde 2 günde bir beslenir kursaklarının dolmaması ve aç kalmaması gerekir. Kartal iyice evcilleşip yeme geldiğinde, avcılık eğitimine geçilir. ‘şırğa’ veya dalbay denilen sahte av hayvanı hazırlanır Tilki boyutunda hazırlanan sahte av ipe bağlanır ve at süren kişi sahte avı sürükler. Kuşbeyi, aç olan kartalın tomagasını çıkarır ve kartal sahte ava saldırır.

Kartal, yakaladığı avı sahibinden bile kıskanarak vermek istemez. Kazak atasözü kartal kendisi için avlanır’ demektedir. avcı, kartala ‘toyat’ yemi vererek kandırır ve avı elinden alır. avcı yetişmezse, kartal avı parçalar Bu yüzden kuşbeyi avı görmeden kartalı uçurmaz Kartalla yapılan avcılıkta en keyiflisi tilki avıdır. ‘

Yüksekte uçan kartal, avı gördüğünde Yüksekten, dikine avına gelir Kartal için tehlikeli olan bu saldırı, avının atik şekilde kaçması sonrası kartalın yere çakılmasına neden olur. Kartal av hayvanınına hızlıca yaklaşır. Bu dalışta kartalın çalı ve çırpıya takılma tehlikesi vardır. Kartalın, avının üstüne gelerek sırtına pençesini batırır yüzünü arkasına çeviren avın burun kısmını pençesiyle yakalar. Kartalın en emniyetli avlanma şeklidir.

Bir kartalın iyi bir avcı olduğu yarış atları gibi dış görüntüsünden belli olur. İyi kartallar büyük başlı, gagası iri ve gözleri çöküktür. Kanat tüyleri büyük, paçaları kızıl ve dil altında parmak büyüklüğünde siyah bir ben bulunur. Ayakları kalın ve pütürlüdür. Kartal için en zor av baykuştur Kartala yakalanacağını anlayan baykuş, yere sırt üstü yatar iki pençesini havaya kaldırır. üstüne gelen kartalın kursağını delmeye çalışır. Kartal güçlü ve çevik olmazsa baykuş emeline ulaşabilir.

Kartalın Tilkiye oranla tavşan avlaması güçtür. çalılık bölgede yaşayan tavşan kartalın işini zorlaştırır. bir at kartal ve avcı için çok önemlidir. Atın hızı kartaldan ürkmemesi büyük önem taşır. Kartalla avcılık tek bir kişinin yapacağı iş değildir. Görev paylaşımı ve bir kaç kişiyi gerektirir. Turıpşı Bir tepenin üstünde kartalı tutar İzşi
Tilki veya tavşan gibi av hayvanlarını takip edip, saklandığı yerden çıkartır Kaguvşı Kaçan av hayvanının tekrar çalıya girmemesini ve düzlükte kalmasını sağlar. Tosuvşı Kartal avını yakalayınca , kartala yem vererek avı kartaldan alır Bakırşı Av çadırında kalan, av peşinde olanlara sıcak içecek ve yemek hazırlar

Kartal evcilleştirmek çok zahmetlidir Kartalın evcilleşme sürecinde
idman yapıp ava çıkması gerekir. Bu sayede tüylerini yeniler kartal. eylül ve mart aylarında karlı kış günlerinde ava çıkarılır. İdman mevsimi ağustos ve eylüldür


Kaynak vikipedi.com

kaya güvercini*

Güvercinlerde kafatası ile beyin arasındaki manyetik bazı tanecikler, yerin manyetik alanına karşı duyarlıdır Güvercinler bu sistemle yerin manyetik alanındaki değişimi hisseder. Bu sistem güvercinlerin çok uzaklardan uçurulduklarında bile yönlerini kolayca bulmalırını sağlar. Omurilik omurga kanalının son ucuna kadar uzanır. Omurilikten ayrılan sinir sistemi, bütün organlara ve kaslara kadar dağılır.

Trakya Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki topraklarında kalan bölümü tanımlar Bu bölgeye Trakya bölgesi denilir Trakya kelimesi eski Yunan’dan günümüze gelen Balkanlardaki bir bölgeyi tanımlayan coğrafi bir terimdir. bugünkü Bulgaristan’ın güney kesimleri, Yunanistan’ın Tharaki im bölgesi ve Türkiye’nin Avrupa’daki topraklarını içine alır Trakya güvercinleri, bu bölgede yoğun olarak yetiştirildikleri için Bu güvercinlere Türkiyede “Trakya Makaracısı denilir , Trakyada Trakya Taklacısı”, “Rumeli Taklacısı”, “Rumeli Yerlisi”, “Trakya Yerlisi” ya da “Yerli” adı ile bilinir Dünyada Thrace Roller” adı ile anılır tanınmaktadırlar.

Bazı güvercinler Eti için yetiştirilir Lezzetli ve pahalı bir gıda olarak 0.5*kg karkas ağırlığında olmak üzere yumurtadan çıkıştan 28 gün sonra tüketilebilirler.

Trakya güvercininin kökeni hakkında fazla bilgi yoktur Türkiye'de uzun yıllardır yetiştirilir bölgesel bir yapısı vardır. Trakya dışında fazla görülmez. makaracıdır Dünyada “Oriental Roller” olarak bilinen ve köken olarak Türkiye'den kaynaklanan makaracı ırk ile, Bulgar ve Arnavutluk makaracısıyla akrabadır Vücut ve büyüklük olarak bu ırka benzer

Vücut orta büyüklüktedir Gagaları orta büyüklükte olmalıdır. Gaganın kısa olması farklı melezlemedendir Bu tür kuşlar kıymetli değillerdir. Boyunları uzun değildir. Ayaklar kısa ve dirsekten aşağısı paçasızdır. Dirsek aşağısındaki her tüy paça kabul edilir ve kuşun değer yitirmesine neden olur. Kuyruk telek sayıları 14 ile 18 arasındadır Kanatlar kuyruk üzerinde taşınır. Bu karakteristikdir. makaracı ırklardaki kuyruğun kanat altında taşınması bu kuşlarda olmamalıdır. Kanatlar farklı şekil taşıyorsa, bu güvercinlerin saf kan olmadıklarındandır. Gaga rengi beyaz olmalıdır. gaga ucunda kuşun kendi renginde küçük bir koyuluk bulunabilir. Sadece mavi renkde mor gaga rengine rastlanır Trakya güvercinlerinin rengi ne olursa olsun göz rengi açık renktir. beyaz renk olanlar istisna olarak siyah göz rengine sahiptir Trakya güvercinleri tepeli ya da tepesiz olabilir Bütün renklerde tepeli ve tepesiz olanlar bulunmaktadır. güvercinlerde tepe geniştir. ensenin altından başlar enseyi tam olarak sarmalar. Tepenin her ucunda “tepe gülü” adlı şekillenmeler makbuldur Dişileri bir çift yumurta yumurtlayıp kuluçkaya yatar. üç yumurtaya veya tek yumurtaya kuluçkaya yattığı görülmüştür.

Güvercin yumurtası ilk yumurtlandığında 15 gram kadardır. 11 gram doğan yavruların yedinci gün ağırlıkları 70, ondördüncü gün 170 grama ulaşır. Yavrular 24-25 günlükken tek başlarına yem yer Trakya ırkında başlıca 5 çeşit renk görülür Bunlar beyaz, siyah, kırmızı, sarı ve mavidir. Yaygın renkleri beyaz ve kırmızıdır. tepelisi ve tepesizleri bulunur.

Beyaz: güvercinlerin tüm vücudu beyazdır. İşaret taşımaz. farklı renkte tüy bulunmamasına dikkat edilir. Gözleri siyahtır. Gaga beyazdır.
Kanarya güvercinlerin vücutları sarıdır. İşaret taşımaz Vücutta beyaz tüy bulunmamasına dikkat edilir. Gözler açık renklidir. Gaga beyazdır.
Pal güvercinin vücutları kırmızı koyu kızıldır. İşaret taşımaz Vücutta beyaz tüy bulunmamasına dikkat edilir. Gözler açık renklidir. Gaga beyazdır.
Murakat (Siyah): vücutları siyahtır. İşaret taşımaz Vücutta beyaz tüy bulunmamalıdır Gözler açık renklidir. Gaga beyazdır. Zavrak (Mavi) güvercinler dumanlı mavi ve mavi-gri renktedir. işaret olarak kanatta iki sıra şerit bulunur. mor renk gagaya rastlanır. az bulunur “Küllü” olarak da adlandırılır. Zavrakların işaret olarak çakmaklıları vardır. Çakmaklıya “Tekir” adı verilir. Tekirler kanat üzerinde iki sıra şerit yerine küçük siyah noktadan oluşan pullu bir yapısı vardır.

Trakya güvercinlerinde renkler eşleştirilmelidir. kırmızı kırmızı ile, sarı sarı ile vb. Farklı renklerin eşleştirilmesi sonucu çıkan yavrular ana ve babanın renginde olmakla birlikte iyi yetiştiricilerce tercih edilmez farklı renklerde yapılan eşleştirmelerde renklerden biri beyazsa, yavrular alacalı olur beyazın beyaz ile eşleştirilmeli başka renkler katılmamalıdır.

Trakya güvercinleri ürkekrir ve ele gelmezler Makaracı ırkların uçuşuna sahiptir Trakya ırkı performans ırkıdır uçuş kuşudur. Performans ırklarında temel özellik uçuştur renk vb özelliklere de dikkat edilmelidir uçuştan taviz verilmelidir Son yıllarda makaracı ırklarda kostüm öne çıkmış ve uçuş gerilemiştir
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-22-2018, 07:32   #113
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak vikipedi.com

Balkanlardan Türkiye'ye kuş girişi göçmenler aracılığı ile hızla artmıştır. getirilen kuşlar daha gösteri kuşlarıdır. kuşlarla yapılan melezlemeler Trakya güvercinlerinin uçuşunu geriletmiştir. Trakya güvercinleri, uzun ve yüksek uçar. İyi bir Trakya kuşundan 3–5 saat uçması beklenir nokta yükseklikte uçmaları ile tanınır yerden yönetilmeleri kolay değildir. Yerde hareket göstermez ve Grup olarak uçarlar 10–30 kuşluk gruplar uçuşa idealdir. havada küçük gruplar halinde ayrılarak bağımsız uçmayı tercih ederler

Trakya güvercinlerinin en önemli uçuş özelliği makara yaparlar. Trakya güvercinlerinden sık sık makara değil kaliteli makara yapmaları beklenir. Peş peşe makaraya girme uçuşa ayrı bir renk katar

Kaynak yeni şafak.com

Camilerin cemaati: Güvercinler

güvercinlerle yoğun olarak meydan ve cami avlusunnda karşılaşıyoruz. bu adresi kim veriyor? Nasıl oluyor da bu kadar güvercin camide konumlanıyor? Güvercinleri Yabancı bir yere bıraksanız da yuvalarına dönerler. Bu yüzden güvercinleri, dönüp dolaşıp her seferinde Allah'a dönen kullara benzer İnna lillahi ve inna ileyhi raciun; Allah'tan geldik, Allah'a döneceğiz."
Güvercinlerle insanların birliği çok eski tarihlere dayanır. Kutsal metinlerde ilk Tevrat'ta karşılaşırız güvercinle. Nuh As bütün canlılardan birer çift alıp gemisiyle denizlerde yol alır ve tufanın bitip bitmediğini, suların çekilip çekilmediğini anlamaya bir güvercin uçurur. Güvercin ağzında zeytin dalıyla dönünce suların çekildiği anlaşılır. gemi Ararat Dağı'na oturur. Güvercinin getirdiği haberle başlar hayat yeniden.

Tevrat'a kaynaklık eden güvercin efsaneleri Sümer ve Babil kökenlidir güvercin önceden evcilleştirilerek kutsal kabul edilir güvercin barış simgesidir. Allah, insanoğlunu affetmiş, dünyayı eski düzenine döndürmüştür. Güvercin yüzyıllardır barışı sembolize eder. Güvercin kutsidir Güvercin biz Müslümanlar için önemlidir Hicrette mağaranın girişine yuva yaparak Peygamber Efendimiz'i Kureyşlilerden korumuştur,

coğrafyamızda güvercinin değeri, Orta Asyadan gelir Uygur metinlerinde güvercin 'kökürçkün' ve 'köğürçün' olarak geçer Türk topluluklarında güvercin kültürü yaygındır
Osmanlı gündelik hayatında da güvercin önemlidir. Kuşlarla ilgilenen kişilere 'kuşbaz' denir. Saray kuşbazları saray bahçelerindeki 'kuşluk' adlı bölümde bakılan kuşlarla ve güvercinlerle ilgilenirdi halk güvercin yetiştirenlere iyi gözle bakmaz Güvercincilerin başıboş oldukları
günlerini kuşlarla geçirip, evleriyle ve aileleriyle ilgilenmedikleri düşünülür kuşçulara kız vermek uygun görülmezdi.atasözü, “Kuşbazı ve kumarbazı öldüren gazi olur" der.

Osmanlıda halk kuşçulardan hoşnut olmazdı. Kuşçulardan hoşlanılmama sebebi evlerin damına çıkan kişinin, komşu evin avlusunu görebilme ihtimalidir avlu evin mahrem yeridir. kadınlar burada dolaşırdı Kuşçular kuş uçurmak ya da yakalamada damlarda gezdiklerinden mahrem hayatı gözetlemekle itham edilirdi bu sebeple kuşçular güvenilmez görülür kuşbazların tanıklığı kabul edilmezdi. Bugün bile güvercin yetiştirenlere böyle bir anlayışla muamele edilmeye devam ediliyor.

Güvercin denilince ilk akla gelen posta güvercinidir. Gagalarındaki müthiş yaratılışla nerede olurlarsa olsunlar yönlerini bulurlar bu hayvanlar, eğitilip haber taşıma amacıyla kullanılır. askerî ve siyasi mesaj taşıyan güvercin, çok başlar almış, çok savaş başlatıp bitirmiştir. 'barış ve haberleşmenin sembolü olmuştur Güvercinlerin müthiş gagaları bilim tarafından incelenmiş teknolojiye ilham olmuştur. İlaçların vücutta sadece hedeflenen noktaya ulaştırılması ya da uçakda ve uzay mekiklerinde bulunan manyeto metreleri küçültülmesi güvercin gagasından ilham alan teknolojilerdir.

güvercinlerle yoğun olarak meydan ve cami avlusunda karşılaşırız bu adresi ilham eden kimdir? Nasıl olur da bu kadar güvercin cami etrafında konumlanır Güvercinler insanları insanlar da güvercinleri. Sever Namaza gelen cemaat hayır için kuşları besler. Besin bulan kuşlar diğer kuşlara haber verir ve cami avlusu sürü halinde bu zarif kuşlara yuva olur. cami avluları huzurlu mekânlar oldukları için güvercinlerin fıtratına uyar güvercinlerin yaşadıkları mekânı seçmeleri insanın yaşam alanını seçmesine benzer Yırtıcı kuşlar fıtraten insandan uzak, doğayla iç içe yaşıyar. Güvercinler yaşam alanı olarak ibadethaneleri seçer
Güvercinler camilerin daimi cemaatidir ezanların beş vakit dinleyicileridir Nerede olurlarsa olsunlar camilere, ait oldukları mekâna geri dönerler Özgür olmalarına rağmen bağlılıklarında ısrarcıdır. Güvercinlerden kulluk adına öğreneceğimiz çok şey var.

Kaynak hobitat.com

Hayvanlarda aklımızın alamayacağı İlginç olaylar*vardır kuş nasıl uçar kuşlar uzun mesafelere uçarlar harika bir yaratılış mucizesidirler ve kusursuz bir anatomileri vardır bu harika özellikleri Uçak mühendislerinin bile gözlerinden kaçmaz Mükemmel yaratılan kuşların vücutları üstün özellikler taşıyır uçarken son model süpersonik uçaklara fark atarlar Peki, Kuş motoru nasıl soğur Uçmak için dizayn edilen kuşların vücutları inanılmaz hafiftir kuş iskeleti esnek ve kuvvetlidir. 7-8 kilo ağırlıklı pelikanın kafatası, gagası, ayakları, kanatları ve kemiklerinin hepsi sadece 650 gramdır Vücud ağırlığın uçuş motoru görevi yapan göğüs kasları oluşturur.

Motorlu araçta radyatör motor için hayati öneme sahip soğutma sistemidir. Radyatörle motor arasında sürekli döndürülen su motoru soğutur ve motorun aşırı ısınıp patlamasını önler. Kuşların vücutları içersinde motor vazifesi gören göğüs kasları uçuşta ısınır radyatör olmasa kuşun ölmesi işten bile değildir Kuşlara mükemmel bir radyatör yerleştirilmiştir Akciğer ile irtibatlı hava torbaları bir radyatör gibi çalışır. Vücuttaki ısı ve nemi dışarı atan soğutma sistemi işlevi görür. vücuttaki karbondioksit gazını dışarı atıp yerine temiz oksijen getirir soğutma sistemi kuş için hayatidir tonlarca ağırlıkdaki uçağı harekete geçirip ve uçurmak için çok büyük bir güç ve enerjiye ihtiyaç vardır.

Uçağın gürültüsü herkesi etkiler binlerce metre aşağıdaki evlerden bile… Duyulan, uçağın devasa motorunun sesi vardı koca bir gövdeyi yerçekimine karşı havaya yükseltip uçurmak kuşların da enerjiye ihtiyaçları vardır. yerdeki diğer hayvanlar bu büyük güce ihtiyaç duymaz enerji ve efor sarfedilirken kuşun kalbi saniyede bir kaç kez atar. Nefesi hızlanır, vücut ısısı motorlarda olduğu gibi olağanüstü artar. Kırlangıçların uçuşdaki vücut ısısı 44, balıkçıl kışunun 41 ve Ördeğin vücut ısısı 43 derecedir. İnsanlarda 40 derece şiddetli hastalık belirtisi 42 derece ölüm demektir uçan kuşlarda kırlangıçta 44 derecelik vücut ısısı günlülk sıcaklıktır. uçmada aşırı efor sonucu sıcaklığın sürekli artar yaratılışta kuşlara harikulade radyatör sistemi yerleştirilmiş vücudun soğutulması sağlanmıştır özel radyatör sistemi kuşlara güvenle uçuş sağlar
*
Kuşların Akılcı ve İlginç Uçma Teknikleri vardır daha az enerji harcayarak uçmak taktikler geliştirmişlerdir? Sığırcık kuşları bir araya toplanarak uçarlar Kutup sumru kuşları göçte ‘S’ şeklinde bir rota çizer?
Allah yarattığı her canlıyı çok çeşitli özelliklerle donatmıştır. Tüm canlıların farklı özellikleri vardır. Bütün canlılar Allah’ın ilhamıyla hareket eder ve Allah’ı tesbih ederler Kuşların akılcı davranışları Allah’ın üstün yaratma sanatının örneğidir.
*

Sığırcık kuşları sonbahar ve kışın gökyüzünü siyaha boyar binlercesi birbirine çarpmadan ahenkle gerçekleştirdikleri dansları muhteşem bir görsel şölene dönüşür. Bu canlıların bir araya toplanıp güçlerini birleştirirler güvenliklerini sağlarlar Binlercesi bir arada hareket ederler ve şahinler, bu kuşları avlamakta zorlanırlar.
Bir araya gelince geceleri ısınırlar. Gün batımında, hava kararmadan ısınmak için gökyüzünde muhteşem dans gösterisine başlarlar.

Sığırcıklar Ekim-Kasım ayı toplanır 100.000’ini bir aradadır. Çok sayıda kuşun, bir araya gelmek için haberleşmesi, Yüce Allah’ın ilhamıyladır Ayette buyrulur:
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, O’na gönülden boyun eğmişdir.(Bakara Suresi, 116) Kutup Sumru Kuşları ‘S’ Şeklinde Rota çizerler Kuzey Kutbu’nda yaşayan kutup sumru kuşları, her yıl 70.000 km uzunluğunda ki yolculuğunda tüm ömründe ‘ayda üç kere gidip gelecek kadar uzun bir uçuş gerçekleştirir. Bu kuşlar Kuzey Kutbu’ndaki Grönland adasından yola çıkarak, Güney Kutbu’na, Antartika sahillerine uzun bir yolculuk yapar. Büyük kıyı kuşları 5.000 km’lik yola yetecek kadar yedek yağ taşıyabilir düz bir rota izler. Ancak kutup sumru kuşu gibi küçük bir kuş yağı büyük kuş kadar, depolayamaz. farklı bir uçuş rotası çizerek enerji tüketiminde tasarruf sağlar. kuzeye, evlerine geri uçarken geliş yollar yerine, “S” rotası çizer.Ancak bu rota ile yollarını binlerce km uzatarak yolculuklarını iki katına çıkarır kuşların bu şekilde uçmalarının hikmetli bir açıklaması vardır. Kuşların dönüş yolundaki değişikliğin nedeni Atlantik Okyanusu rüzgarlarından faydalanarak enerji tüketimini aza indirir enerjilerini düz bir yolculuktan daha verimli kullanır Bu kuşların hesap makinaları ve mesaf ölçen aletleri yoktur.

Sumru Kuşları rüzgarı takip eder ancak rüzgarın itme gücünden faydalanıp az enerji harcayacakları bilgisine sahip uzun ve zahmetli göç yolculuklarını kusursuz bir üstün akıl ve teknikle başarırlar. bu başarının sahibi üstün akıl sahibi Yüce Allah’tır. Kutup sumru kuşu Rabbimiz’in yaratışı ihtişam ve ilhamıyla hareket eder hayranlık uyandıran göçlerini başarıyla tamamlarlar:

Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye kudreti altında tutuyor. Andolsun, zeval bulacak olurlarsa, kimse onları tutamaz. O Halim’dir bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41)
Kuşların Kanat çırpması çok fazla enerji gerektirir. kuşların enerjisi değerlidir bunu en ekonomik şekilde harcarlar. ağaçkakan uçarken kanat çırpışlarını keser ve kanatlarını vücuduna kapatır. kanatlarının havaya karşı oluşturduğu direnci önler ve havada ilerler

Albatroslar açık denizde yaşar Kanatlarını rüzgara açarak havada durur albatrosu uçması için Kuş kanatlarını olabildiğince geniş açar kuşun kanat genişliği “3.5 m’ye” ulaşır bu, kuşlarda ki en geniş kanat uzunluğudur. Albatros kanat kemiklerinde kanatları açık tutmaya yarayan kilit sistemi vardır. günlerce, haftalarca aylarca minimum enerji kullanarak hiç durmadan uçarlar Albatros yukarı yükselen dalgaları ve rüzgarı kullanarak, ilerler ve rüzgarda zigzaglar çizerek bir dalganın tepesinden diğerine geçer ve albatros tek bir kanat çırpmadan saatlerce su üstünde uçar

Kartalların Rahat Uçuş ve İnişini Sağlayan Vücut Yapıları vardır
Kartalların yerden havalanıp uçacak kadar hafif olmaları avlarını yakaladıklarında rahatça taşıyacak güçte olmaları gerekir. Bir kel kartalın 7000’den fazla tüyü vardır, hepsini biraraya koyduğunuzda tüylerinin ağırlığı 500 gram tutar. vücutların hafif olması için, kemik içi boştur. kemik yerinde havadan başka birşey yoktur. kel kartalın tüm iskelet ağırlığı 272 gramdan biraz fazladır.

kartal uçmak için gereken gücü kanat çırpışında, kanadının aşağıya olan hareketinden alır. kartalın kanatlarını aşağı iten kasların sayısı, kanatları yukarı iten kas sayısından fazladır. kartal için uçuş kasları önemlidir. Bu kaslar kuşun vücut ağırlığının yarısı kadardır. kartallar kanat pozisyonunu değiştirerek hızlı veya yavaş uçabilirler. Hızlı uçmak istediklerinde, kanat kenarlarını rüzgarın içine çevirir ve havayı keserler”. Kendilerini yavaşlatmak istediklerinde kanatlarının geniş kısmını rüzgara çevirirler.
Kartal inişini yaparken, kuyruğunu havalandırır ve vücuduna göre bir açıyla aşağı çekerek hızını azaltır. Kanat uçlarını alçaltarak onları fren olarak kullanır. Hız kaybederken, kanat üstünde oluşan hava akımı onun düşme tehlikesini arttırır Bunu “alulas”larını kaldırarak önler. Alulaslar uçan kuş kanatlarının ucundaki tüy öbeğidir. kanat yüzeyinde havanın çizgi halinde akmasına yardımcı olur. kuş tüm hızını kaybetmiştir. Dev pençelerini ileri uzatır, dalı kavrar ve böylece durur.

Bazı kartal türleri havada inanılmaz bir süratle aşağıya iner. Bu dalışda saatte yaklaşık 322 km. hız yapar Büyük kartallar avlarına çok hızlı çarpar Kel kartalın avına vuruşu, yivli tüfek mermisine kıyasla iki kat güçlüdür.
Kuşlarda Yaşadıkları Koşullarla Tam Bir Uyum İçinde Muhteşem Kanatlara sahiptir Hepsi birbirinden farklı kanada sahip olan kuşlar farklı uçuşlar yapar
And dağlarındaki tepeli akbabanın uzun ve geniş kanatlarındaki tüylerin ucunda açılıp kapanan yarıklar bulunur. Akbaba kanatlarıyla, ısınıp yükselen hava akımlarının üzerine çıkar saatlerce bir kez bile kanat çırpmadan süzülür. Karakenarlı albatrosun çok uzun ve ince kanatları, denizlerde esen güçlü ve düzenli rüzgarların üzerinde yüksek hızla uçmaya uygundur Kızıl gergedan kuşunun aralarında yarık olan kısa ve geniş kanatları, çabuk havalanmaya kaçmaya, dalların arasına ve yere doğru dalış yapmasına yarar.

Albatros, deniz kırlangıcı ve kılıç kırlangıçları hayatlarını uçarak geçirir uzun ve ince kanatlara sahiptir okyanus rüzgarlarında kolayca süzülür Şahinlerin, kartalların ve akbabaların geniş, dışa meyilli tüylü kanatları vardır. sıcak karalarda rahatlıkla süzülür
Sinekkuşları kanatlarını sekiz şeklinde hareket ettirir bir saniyede kanatlarını 60 defa sekiz şekli yapacak şekilde çırpar Kanatların hızlı hareketi onların havada rahat dolaşmalasını sağlar. Sinekkuşları çiçeklerden nektar içerken dolaşırlar. Uçarken hızlıca ters yöne dönebilir arkaya doğru uçabilir Bu diğer kuşların yapamadığı bir şeydir. Diğer kuşlardan farklı olan sinekkuşunun kalbi uçuşta dakikada 1200 defa atabilir. bir insan kalbi bir dakikada en fazla 200 defa atabilir. Sinek kuşunun kalbinin hızlı atması, kanat kaslarına çok fazla kan pompalar. kan, kuşun kanatlarının hızlı çalışmasına yardımcı olacak oksijeni taşır

Kuşların akılcı taktikleri kendi beyinleriyle düşünüp tasarladıklarını sahip oldukları fiziksel özellikleri kendi kendilerine vücutlarına yerleştirdiklerini ileri sürmek mantıksız bir iddiadır Allah kuşları ve tüm canlıları yoktan var etmiştir ve herşey O’nun emriyle hareket eder. Allah ayetinde buyurur ki
Allah, yedi göğü ve yerden onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; Allah herşeye güç yetirir ve ilmiyle herşeyi sarıp-kuşatır (Talak Suresi, 12)

*
Allah yarattığı tüm canlılara çok farklı özellikler vermiştir. Bu özelliklerle canlılar yaşamlarını devam ettirir, kuşlar buna güzel bir örnektir. Kuşlar arasında binlerce farklı çeşitte üreme, yuva yapma, avlanma, beslenme ve uçma şekilleri vardır. Bunlardan sadece bir tanesini incelemek bile Allah’ın sınırsız gücünü görmeye yeterlidir Allah ayetinde tüm varlıkların sahibinin Kendisi olduğunu bildirir: “Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na gönülden boyun eğmiştir Rum Suresi

*

Kaynak yeniasya.com

Şimdi kuşlara bak...


Yaratılış harikası olan ve insanları tefekküre sevk eden Kainat Kitabı'nın her sayfasındaki tefekkür Hârika bir kudret lezzetli bir hayret ve hayranlıkla dikkatlice seyredilen nazardır birbirinden güzel yaratılışa sahip kuşlar,*Kainat Kitabı'nda kendilerine verilen önemli vazifeleri yerine getirir eşsiz güzellikler oluşturur ve Cenab-ı Hakka ibadet Biz biriz ve bir elden çıkmışız, Ve birimizi yapan, elbette umumumuzu O yapar”*hakikatini ihtar ediyoruz ''Şimdi kuşlara bak: Onların cıvıldaşmaları bir Sâni-i Hakîmin söyletmesi olduğuna delil-i kat'î ise, hayret verir birbirine seslerle hissiyat ve ifade-i maksat etmeleridir.'' Bediüzzaman Sözler, 30. Söz, 20.

Kızılırmak Kuş Cenneti, Dünya Mirasına girmeye hazırlanıyor Türkiye’deki 452 kuştan 352’sinin tespit edildiği kışın 150 Bin kuş popülasyonunun gözlemlendiği tefekkür hazinesi ve hikmetli yaratılışla*Anadolu’nun en büyük yaşam alanlarından olan Kızılırmak Kuş Cenneti, Dünya Mirası Listesi’ne girmeye hazırlanıyor.
Kuşlar*eşsiz güzellikteki görüntülerle bizleri uyarıyor*Mülk Suresi'nin 19. Ayet-i Kerimesini*''Üzerlerinde kanat çırpan dizi dizi kuşları görmezler mi? Onları havada Rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor; O, herşeyi görendir.''*
Samsun Belediye Başkanı Ziya Yılmaz, uluslararası turizme kazandırılacak Kuş Cenneti’nin Dünya Mirasına alınması için Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’na (UNESCO) ya müracaat edeceklerini açıkladı.*

Tropik ormanlardan sonra biyolojik üretimin en yüksek olduğu ekosistemlerden sulak alanlar, dünyanın en önemli genetik rezervuarıdır dünyadaki tüm türlerin yüzde 40’ını, tüm hayvan türlerinin
yüzde 12’sini barındırır Türkiye’de alanların yüzde 1,6’sını sulak alanlar oluşturur Türkiye’deki 198 sulak alandan 56’sı su kuşları, 4’ü balık, 16’sı su kuşları, ve balık bakımından uluslararası öneme sahiptir
Zengin kuş türünün yaşadığı Kızılırmak Kuş Cenneti’ni uluslararası turizme hazırlayan Samsun Büyükşehir Belediyesi kaçak yapılaşma, ve avcılık sorunun çözümüne devam ediyor.


KUR'AN-I HAKİM'DEN KUŞ AYETLERİ

Kuşlar*eşsiz güzellikteki görüntülerle bizleri uyarıyor*Mülk Suresi 19. Ayet-i Kerimesi kanat çırpan kuşları görmezler mi Onları havada Rahmandan başkası tutmuyor O, herşeyi görendir.''*

Nahl Suresi 79.Ayet-i Kerimesi Göğün boşluğunda Allah'ın emrine boyun eğdirilerek uçan kuşlara bakmadılar mı bunda inanan için âyet ve ibretler vardır.''

En'am Suresi'nin 38. Ayet-i Kerimesi Yeryüzündeki hayvanlar gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlar sizin gibi topluluktur hepsi Rablerinin huzuruna getirilecekler.''
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-23-2018, 07:08   #114
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak yeniasya.com

Şimdi kuşlara bak...


Nur Suresi'nin 41. Ayet-i Kerimesi Görmez misin ki, göklerde ve yerde bulunanlar dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini? Her tesbih ve duâsını bilmiştir. Allah, yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.'

Neml Suresi'nin 16. ve 17. Ayet-i Kerimelerini*''Süleyman Davud'a varis olup dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve her şeyden nasip verildi bu apaçık bir lütuftur." ''Cinlerden, insanlardan ve kuş orduları Süleyman'ın hizmetinde toplandı, hepsi onun tarafından sevkediliyordu.''

Sebe Suresi'nin 10 Ayet-i Kerimesi Andolsun biz Davud'a fazilet verdik. "Ey dağlar! Onunla tesbih edin." dedik ve kuşlara da emrettik ona demiri yumuşattık.''

Sad Suresi 19 Ayet-i Kerimesi'ni*Kuşları
onun emrine vermiştik. Hepsi ona zikir ve tesbih ederlerdi.''*

RİSALE-İ NUR'DAN BİR VECİZE

''...Şimdi kuşlara bak: Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları Sâni-i Hakîmin Herşeyi hikmet ve san'atla yaratan Allahın söyletmesi*
olduğuna delil-i kat'î ve kesin delildir hayret verici seslerle müdavele-i hissiyat duygu alışverişi ve maksadı ifade etmeleridir.''*((Sözler, 33. Söz, 20. Pencere))

Risale-i Nur'dan Sözler 33. Söz

'Demek bir Sâni-i Hakîm tarafından ziya ediliyor; çarşı-yı âlem sergilerindeki antika*san'atlarını onunla irâde ediyor. rüzgârlara bak Sair hakîmâne, kerîmâne vazifelerinin şehadetiyle, mühim*vazifelere koşuyorlar dalgalanmak Sâni-i Hakîm tarafından bir tavziftir, bir*tasriftir, Dalgalanmaları emr-i Rabbânînin çabuk yerine getirilmesine sür'atle*çalışmaktır.

Şimdi bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara:*Yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir. onlara*âsâr-ı rahmet olan faidelerin şehadetiyle ve dağlarda
mizan-ı hâcet ifadesiyle ve mizan-ı hikmetle gönderilmelerinin delâletiyle gösteriliyor ki, Rabb-i*Hakîmin teshiriyledir Şimdi yerdeki taşların cevahir ve madenlerin envâına bak:*Bunlar Sâni-i Hakîmin tezyiniyle, tertibiyle, tedbiriyle, tasviriyledir
mütlak hakîmin faideleri ve hayatiye ve levâzımât-ı insaniye ve hâcât-ı hayvaniyeye*muvafık bir tarzdadır

Şimdi çiçeklere, meyvelere bak:*Bunların gülümseme ve tadları güzellik ve nakışları ve koku*vermeleri Sâni-i Kerîmin, Mün'im-i Rahîmin sofrasında birer davetnamedir Şimdi kuşlara bak:*Onların söyleşme ve cıvıldaşmaları Sâni-i Hakîmin intak ve söyletmesi*olduğuna delil-i kat'îdir, hayret verir bir tarzda birbirine müdavele-i hissiyat etmektedir.
Şimdi bulutlara bak:*Yağmurun şıpıltıları mânâsız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi boş gürültü olmadığına kat'î delildir âb-ı hayat*hükmündeki damlalar sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştaklara emzirmek gösteriyor*ki, o şırıltı, o gürültü, mânidar ve hikmettardır
Rabb-i Kerîmin emriyle o*yağmur bağırıyor ki, "Sizlere müjde, geliyoruz!"

Şimdi göğe bak:*Gök içinde yalnız kamere dikkat et. Onun hareketi Kadîr-i Hakîmin*emriyledir , o mütlaktır yeryüzündei her damla mühim hikmetlerdir*ziyadan kamere kadar, küllî unsur geniş tarzda ve büyük mikyasta pencere açar, bir Vâcibü'l-Vücudun vahdetini ve kemâl-i kudretini ve azamet-i saltanatını gösterir, ilân eder ki ey gafil! Eğer
gök gürlemesi gibi bir sadâyı susturabilirsen ve güneşin ışığı gibi parlak ziyayı*söndürebilirsen, Allah'ı unut. Yoksa aklını başına al,*سُبْحَانَ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ* Yedi gök ve*yerde olanların Kendisini tesbih eddiği yüce Zat, her kusurdan münezzehtir.

Kaynak vikipedi.com


Kuş

Kuşlar tüylü kanatlı,*sıcakkanlı,* yumurta*ile üreyen,*omurgalı* hayvanlardır Yaklaşık 10.000 civarında türüyle en kalabalık omurgalıları oluştururlar. Kuzey Kutbundan Güney Kutbuna tüm ekosistemlerde yaşarlar. Boyutları*arı sinek kuşunda 5*cm ile*deve kuşunda*2,7 m'ye kadar değişir. Bulunan fosillere göre kuşlar, yaklaşık 200 milyon yıl önce yaşayan dinozorlardan gelmektedir. ilk kuş
150 milyon yıl önce yaşamış olan*Archaeopteryx*'tir.
Kuşlar, İlk sıcaklıklı*canlılardır üyelerinin tümü, tüylerle*kaplıdır. çok gelişmiş ses kutuları vardır. Sert kabuklu*yumurta*bırakır kuluçkaya yatarlar.*Embriyo,*yumurta kabuğu ve*amniyon*zarı ile çevrilidir. Kuşların tam işlevli, karmaşık ve gelişmiş, büyük ve küçük dolaşım sistemleri vardır.

En eski kuş fosili,*Solenhofen'ın Batı Almanyada bulunmuştur 140 milyon yıl önceye aittir dinazorgillerden Archaeopteryx'dir.*1860 yılında bulunmuştur. bilim dünyasında sansasyon yaratmıştır. bu fosil,*sürüngen ve kuş özelliklerinin her ikisini de taşımaktadır. Fosil, H.V. Meyer tarafından*Londra'daki*British Museum'a konulmuştur. Kuşların ırkı dinozorlardan gelir kemiklerindeki hava boşlukları, göğüs, kanat yapılarındaki benzerlikler, günümüzde sadece kuşlarda bulunan lades kemiğinin dinozor iskelet yapılarında da yer alır. genetik bilimin gelişmesi ile, kuş embriyolarında çalışan bilim insanları genleri açarak kuş embriyolarında kuşların atası olan dinozorlara benzer görüntülere diş, pul, boyun ve kuyruk yapısına ulaşmışlardır.

Kuşlarda diş ve salgı bezleri yoktur, pul*bulundurmazlar kafatası omurgaya*bağlanır ve göğüs kemiği iyi gelişmiştir *alyuvarları*çekirdekli ve oval,*akciğerleri*havayı verimli kullanır Devekuşları hariç idrar keseleri yoktur. Bir çift*testis bulundururlar eşeyli canlılardır. Çiftleşme organı (penis) bazı türler (kaz,*ördek) haricinde yoktur. iç döllenme görülür. Beyinden 12 çift*sinir*çıkar. Görme organları diğer duyu organlarına göre çok daha iyi gelişmiştir. Koku duyusu körelmiştir. metabolizma hızları en yüksek olan canlılardır

Kuşlarda, beyin gelişmiş davranış karmaşıklaşmıştır. sesle iletişim kurulması gelişmiştir. İnsan dışında başka bir canlı sesini taklit özelliği sadece kuşlarda bulunur. Ses analizleri tür ayrımında bir kriterdir Beslenme- kur yapma, saldırma ve korunma türden türe farklılık gösterir. Kuşlar kural olarak, Çobanaldatanlar haricinde kış uykusuna yatmazlar. Kış uykusunda sırasında* vücut sıcaklığını 70 C'ye kadar düşürmezler


Kuşlarda göç, yılın belli bir dönemini, kuluçkaya yattığı yerden uzak geçirmektir Gezici kuşlar, kuluçka yerinden değişik yönlere ayrılırlar Yerli kuşlar ise, sürekli kuluçka bölgesinde kalır. Her kuş grubunda geçiş grupları bulunur. Göç davranışı, kuluçka bölgesinde besinin azalması ile ortaya çıkar. Kuzey kuşları soğuk mevsimle ve bitkilerin yapraklarını dökmesiyle göç eder. su kuşlarının suların buz tutmasıyla ya da güney kuşlarında kuraklıkla yazın kuzeye göç başlar. kuşta, kışlama ve kuluçkaya yatma kalıtsaldır İlkbaharda ya da yazın iç ve dış etkilerle göç başlatılır.

Kuşlarda uçma yeteneği gelişmiştir sıcakkanlıdır tüm dünyaya yayılmıştır Bazı kuşlar dünyanın her yerinde görülür. Bazıları sadece belli bir bölgeye özgüdür.*Tür*sayısının en fazla olduğu yer*tropik*ormanlardır. Güney Amerika, ve*Amazon*tür bakımından en zengin bölgelerdir. Türce en fakir yer kutuplar*ve kutuplara yakın soğuk*tundralardır.

Soyu tükenmiş kuşlardan*Archaeopteryx


Kaynak kelebeklerin.com

Kelebeklerin Yaşamı

Kelebekler sahip oldukları renk ve desenlerle en çok sevilen hayvanlardır görselliği ve, tüm yaşamları insanoğlu için çok ilgi çekicidir. Bir tırtıl olarak doğarlar kanatları yoktur kelebek olduktan sonra 1 hafta gibi kısa bir yaşam süresine sahipti bitki ve çiçeklerin üremesinde rol oynarlar ekosistemi ayakta tutarlar eşsiz varlıklardır

Dişi kelebek 100 taneyle birkaç bine ulaşan yumurta bırakır bazı kelebekler 17 Bin tane göze sahiptir ve çok geniş bir renk görme kapasiteleri vardır kamuflaj için en uygun çiçeği tespit edebilir ve düşmanlarına karşı avantaj elde eder. görme yetisi en iyi şekilde beslenmesini de sağlar. En iyi besin kaynaklarını belirleyen dişi kelebekler, yumurtalarını buraya bırakır. Ortalama olarak 1 ay ile 3 ay arasında yaşayan kelebekler vardır. En sık 6 hafta yaşar Bu sürenin 1 haftası yumurtada, 3 haftası*tırtıl*olarak, 1 haftası koza da ve son 1 haftası kelebek olarak geçer.

bir hafta sonra yumurtadan tırtıl olarak doğan*kelebek yavruları, yumurtaları ve anne kelebeğin özenle yanına yerleştirdiği lezzetli yaprakları yer 3 haftalık bir süreçde kendi ağırlıklarının 100 katı veya daha fazlasını yiyen tırtıllar, bu sürede ayaklarının ve organ gelişimini sağlar

önseziyle yeterince yediğini hisseden tırtıl, kendisine sallanan bir koza örerek koza içine girer. bir haftalık süreçde uykuya dalan tırtıl, metamorfoz*ve başkalaşım geçirerek, 4 adet kanadı çıkar ve bir kelebeğe dönüşür. Kelebeklerin iki değil 4 kanadı bulunur sağ ile sol kanatlar birbirlerinin aynısıdır. 1 hafta sonra kelebeğe dönüşen tırtıl kozadan çıkar. Kozadan çıkınca hemen uçamaz kanatlarının kurumasını sağlayıp, ilk uçuş için hazırlık yapar Birkaç saatte kanatlarını kurutamayan*kelebekler, hiç uçamadan ölebilir. kozadan*çıktıktan sonraki ilk birkaç saatte yaptıkları uçuş hazırlıkları kelebekler için önemlidir. Dünyanın her bölgesinde kelebeğe rastlanır. bölgenin koşullarına uyum sağlarlar Çok sayıda türe sahiptirler özellikleri değişir 1 ay yaşayan ve 3 ay yaşayan kelebek vardır, normalde 1 haftada çatlayan yumurta süresi, sonbaharda kış ve ilkbaharda çatlayan türleri vardır Doğaya göre değişsede kelebeklerin genel yaşamları aynıdır

Kaynak akevler.com

Hz. Yunus ve Ambergris
*
Saffat süresi 144-145. Ayet meali
Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı. Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık.

Kalem 49. Ayet meali:*Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm
Rabbinin katından ona nimet ulaşmasaydı, kınanmış olarak sahile atılacaktı.

Hz.Yunus peygamber denize atılmış balık tarafından yutulmuştur. Allah tarafından salih kul olması nedeni ile balığın karnından kurtarılmıştır.
Yunus peygamberi yutan balığın çeşidi merak konusu olmuştur. Bu gün insanı yutabilecek tek balık vardır. O da ispermeçet balinasıdır. Bu balina 25 metre boyunda ve 50 ton ağırlığındadır Dev ahtapot ve kalamarlar ile beslenir. Fok gibi deniz memelilerini yutar Çok büyük dişlerine rağmen avlarını bir bütün olarak yutar

İspermeçet balinaları yiyecek artıklarını kusarak atarlar. Bu kusmuk bol yağ ve kolesterol içerir. Buna gri amber ambergris denir ve antikçağlardan beri parfüm yapımı için kullanılır. Çok değerlidur yüzen altın” denmektedir. sudan daha hafiftir deniz yüzeyinde yüzer halde veya sahilde bulunur. Eski zamanlarda balina avcıları ambergris içeren bir ispermeçet balinasını avladıklarında kendilerine piyango vurduğunu kabul edermiş. Ambergris maddesi balina dışkısında ve kusmuğunda da bulunabilir Saptanan en büyük tek parça ambergris 400 kg civarındadır. Balinalar geviş getiren hayvanlardan türediğinden bölmeli bir işkembeye sahiptir geviş getirirler İspermeçet balinalarının mideleri üç bölmelidir. Birinci bölme ineklerdeki işkembe gibidir. hazne görevi görür midenin en geniş bölümüdür. Burada biriken ambergris 2-10 gün aralıkla atılır. Ambergris maddesi mideden ağza gelen yiyecek artığıdır.


ayette de geçen “arai” kelimesinin kökü “AynRV” dır. Okunurken “ARU” okunur. Bu kelimeye sahil, alan gibi anlamlar verilmiştir. bu isimden önce “nabezna” yani “biz fırlattık” denmektedir. “Akkadça sözlüklerde “aru” kelimesine “kusma, geğirme anlamı verilmiştir. Eru kelimesine boşaltmak, soymak, anlamları verilmiştir. Farsça da “aru” kelimesi geğirmek İngilizcede geviş getirmektir Arapça karşılığı geviş getirmek “ecterar (*اجترار*)”dır. “ecter” kelimesi ise kusturmak, anlamına gelir. Kısacası Arapça daki “ecterar” kelimesinin Akkadça *“aru” kelimesinden türemiştir ayetlerde geçen “Aru” kelimesinin Türkçe karşılığı “geviş getirilen materyal”dir.
Bu anlamı kabul ettiğimizde “onu ambergris maddesi ile birlikte fırlattık” anlamı ortaya çıkar Böylece Hz. Yunus ambergris maddesine bulanmış halde çok rahat su üzerinde kalabilir yüzebilir. kendisi çok bitkin haldedir. Ambergris maddesi mumsudur sudan hafiftir. Dış ortamda katılaşır. karaya çıktığında üzerinde pamuk cinsi bitkinin bitmesi yağlı ambergrisin kurumadan pamuklu bir madde ile temizlenmesi içindir.
Doğrusunu Allah bilir.
*
Kaynak yeniasya.com

İnsan, balığın karnında yaşar mı?


İnsanın balık tarafından yutulması ve onun karnından sağ çıkması aklın alamayacağı mucizelerdendir 1891 sonbaharında Falkland Adalarında Bir balina av gemisi av sonunda tıka–basa geri dönmektedir. Gemi Faklanddan geçerken hiç rastlamadıkları büyük bir balina ile karşılaşırlar. Tayfalar balinayı avlamak isterler Balinaya yaklaşıldığında bir dalga tayfalardan James Bartle’yi denize sürükler. Bratley’in hayatından ümid kesilmiştir.*
Balinanın avlanması saatlerce sürer balinada, anormal bir şişkinlik görülür Bu şişkinlik balina midesindeki
amber yağıdır onları insanlar zengin olmak için balinanın midesini yarar tayfalardan hayret nidası yükselir Çünkü bu şişkinlik, saatler önce denizde kaybolan James Bartley’den başkası değildir Bartley, balinanın mide öz sularından bembeyaz olmuş vücuduna rağmen hâlâ yaşıyordu.*

Bartley kendisine gelinceye kadar bir buçuk gün geçti. sahilde tedâvi altına alındı. Tayfaların anlattıkları hadise önce alayla karşılandı.*Bratley muayene edilince, doktorlar balina balığının midesindeki öz sulara maruz kaldığını tesbit ettiler. James Bratley, gazetelerde ve insanlar arasında senelerce anlatıldı James balinanın karnında yaklaşık bir gün kalmıştı. Yunus As ın balığın karnında kaldığı süre de rivayete göre bir gündür.
Balinalar büyüklükleri bakımından hayret vericidir yakalanan balinaların midesinden üç metre boyunda bir köpek balığı çıkmıştır. balinaların boyları 25 metreye ulaşır ağırlıkları 100 tonu geçer Kaptan Kusto Yunus Peygamberi yutan balık konusunda özel araştırma yapmıştır

Hz. Yunus Aleyhisselâmın balık tarafından yutulup tehlikeli ve karanlık âlemden sağ çıkması elbette Rabbimizin kudretiyledir Milyarlarca yavruyu anne karnında dokuz ay muhafaza eden ve karanlık âlemde onları besleyip gün ışığına çıkaran Rabbimizin elbette hikmeti sonsuzdur Peygamberini bir balığın karnında muhafaza eder ve zamanı gelince kullarına ibret için gün ışığına çıkarır.*


Hz. Yunus Aleyhisselâm kıssasından şu dersi çıkarabiliriz: İnsanoğlu şeytan ve nefsinin tehlikelerinden Cenâb-ı Hakka iltica ile, duâ niyaz, zikir ve anmak kurtlulabilir Dünya fâni ve geçicidir
gerçek kurtuluş Rabbimize iman iledir Hz Yunus’u (as) yutan balık bizi esir edip yutan nefis ve dünyanın ebedî hayatı gibidir bizi her an mahvedebilir
Cenâb-ı Hak her kavme bir Peygamber yada bir piri önder yapmıştır Hz Yunus (a. s) insanlara şu mesajı verir ’’Ey insanlar! Allah sevgili kulu için balığı bir denizaltı gemisi haline getirdi sizde kullukta ve çalışmada yarışın benzeri binekler yapın Bu âyet aynı zamanda gemi sanayiine ve denizaltı gemisine işaret eder Bu mu'cize olay sonrası insanlar baktılar ki, balıklar suyun derinine inip çıkıyor, insanlar onları taklit edebilir düşüncesi ile çalışmaya yöneldi Gayret ve çalışma sonucu denizaltı gemileri inşa etti
Günümüzde nükleer güçle çalışan modern denizaltılar yapılıp füzelerle donatılmaktadır. Kur’ân gençleşen Peygamber mu'cizeleri insanlara iman ve ilham kaynağı olmalıdır
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-23-2018, 22:33   #115
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak ihvanlar .net

Yunus Aleyhisselam ve Balık

Yüce Allah buyuruyor: Kuşkusuz Yunus gönderilen peygamberlerdendi o (
Rabbinden*izinsiz bir gemiye binip gitmişti*(Sâffât, 139-140)*Allah (Celle Celaluhu) Hz. Yunus’u Asûr başkenti Musul yakınlarındaki*Ninovaya peygamber gönderdi. Hz. Yunus Ninova halkını*yıllarca îmana davet etti onlar îman etmeyince büyük azabın geleceğini haber verdi ve Allah’ın (c.c.) emrini beklemeden kavmine kızıp oradan ayrıldı bir gemiye bindi. Hava çok sakin iken gece yarısı şiddetli yağmurlar*yağdı şimşekler çaktı gemi dalgalarda kapılıp beşik gibi*sallandı.
Gemi personeli,*“İçimizde sahibinden kaçan bir köle var, onu denize
atmazsak batarız”*dediler. Yolcular bakıştılar ve*kaçağı bulamayınca kura çekmeye karar verdiler.

Yüce Allah buyuruyor üç defa kur’a çektiler üçü de Yunus’a gelince kaybedenlerden*oldu. Yunus kendini kınarken denize atıldı ve balık*onu yuttu.*(Sâffât, 141-142) İlk kura Hz. Yunus’a gelince, iki defa daha tekrarladılar ve Hz. Yunus Rabbimden kaçan köle benim!” Diye kendini* kınarken, denize atıldı ve Allah’ın (c.c.)*izniyle çok yunus balığı onu yutuverdi.

Yüce Allah buyuruyor o karanlıklar içinde “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü*mine’z-zâlimîn” diye nidâ etti.*(Enbiyâ, 87) Gecenin karanlığında denize atılan Hz. Yunus, Allah korkusuyla ve kendini kınayarak “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” diye, tesbih*edip Allah’a (c.c.) yalvardı.

dişi balıklar yumurtalarını denizin derin sularına atarken, erkek balıklar spermlerini püskürterek “dış dölleme” ile*onları döllerler. Yunus balığı iç döllenme ile gebe kalır, yavruyu doğurur*ve memesinden süt fışkırtarak dalgalar arasında yavrusunu emzirir.
Memeli balıklar hariç, bütün balıklar solungaçları ile solunum yapar suda çözülmüş oksijeni alır, yunus balığı akciğer solunumu*yapar ve su altında fazla kalamaz.

Yüce Allah buyuruyor o tesbih edenlerden olmasaydı diriliş*gününe kadar balığın karnında kalırdı. O tesbih etti biz onu bitkin halde dışarı çıkardık. Üzerine gölgelik için kabak*türünden geniş yapraklı ğaç bitirdik.*(Sâffât, 143-144-145-146)

Hz. Yunus balığın karnında duayı okumasaydı,*orada ölecekti ve insanlar yeniden dirilip mezardan çıkarken, o da*balığın karnından mahşere gidecekti. Ancak Hz. Yunus “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn”*tesbihâtına devam edince, Allah (c.c.) tarafından bağışlandı ve*balık onu sahile attı.
Hz. Yunus ana karnından çıkar gibi balığın karnından çıkmış, dar ve*karanlıktan kurtulmuştu. balığın karnında derisi eriyip kıpkırmızı*et yığını haline geldi hasta ve bitkindi.
Sabah hava aydınlanınca sevindi güneş yakıp*sinekler çıplak etlerine konup ısırınca, tesbihatına devam*etti Allah’tan (c.c.) yardım istedi. Allah (c.c.) onu güneş ve sinekden koruması için, yapraklarına sinek*konmayan kabak türünden geniş yapraklı bir ağaç yarattı
*
Hz. Yunus rahatlamıştı ve tertemiz havayı soluyordu. karnı acıkmış ve susamıştı. Er-Rezzak Allah (c.c.) dağ keçisini ona*yönlendirdi ve kırk gün Hz. Yunus’u taze keçi sütü ile besledi.
Yüce Allah buyuruyor: Onu yüz bin kişiye peygamber olarak gönderdik.*(Sâffât, 147) peygamberlikten azil olmayan, Hz. Yunus sağlığına*kavuşunca Allah (c.c.) onu tekrar Ninova halkına peygamber*olarak gönderdi.

Ninova halkı îman etmeyince Hz. Yunus kavmini bırakmıştı azab vakti*gelince, Ninova şehrinin kapkara bulutlar kapladı her taraf zifiri karanlık oldu Korkan*halk îman etmek için Hz. Yunus’u aradı bulamayınca tevbeleri kabul oluncaya kadar üç gün üç gece göz*yaşları döküp tevbe etti ve azaptan kurtuldular

Hz. Yunus Ninova’ya dönünce halkı onu sevinç gözyaşları*ile karşılayıp îman tazeledi ilâhî emirlere uygun yaşayıp huzura kavuştular. Yüce Allah buyuruyor: Yunus’un duasını kabul ettik onu sıkıntıdan ve balığın karnından*kurtardık. biz Yunus’un tesbihâtını okuyan mü’minleri*kurtarırız.
Dertlerine derman arayanlar, geçim sıkıntısı çekenler, borç yüküyle ezilenler, daralanlar, sıkılanlar*Allah’ın (c.c.) biz Yunus’un tesbihâtını okuyan mü’minleri kurtarırız” diye vaadettiği, Hz. Yunus’un balığın karnında okuduğu*“Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” i sürekli okusalar, sıkıntıdan kurtulup huzura kavuşurlar.*Aksi halde dünyalarını ve âhiretlerini karartırlar.


Kaynak genel türk tarihi.net

Türk Halk İnançlarında Kurt

Göktürklerden gelen Bozkurt ve Ergenekon destanı kurttan türeyişi gösterir Türk dünyasında anlatılan destanlarda kurt önemli bir inanç figürüdür ilk Türklerde en önemli hayvan sembolü kurttur. kurt resimleri, kaya resimlerinde *şaman ve kam aletleri ve elbise üzerinde yer almıştır. kurt,*devlet, hükümdarlık ve yiğitlik gibi kavramlarıyla ilişkilendirilmiştir. Göktürk ve Uygur devrinde kurt başlı bayraklar görülmektedir.

Burgut Abidesinde erkek ve dişi kurtlar türeme efsaneleridir Oğuz’a yol gösteren gök yeleli erkek Kurt ve Kültiğin Kitabesinde “Tanrı güç verdiği için babam hakanın ordusu Kurt gibi düşmanı koyun gibi imiş” gibi ifadeler Kurt’un Gök ehli olduğuna işaret eder
Türkler*zevk, düşünce ve inanışa göre bazen bir renge ilahi bir boya vermişler ve onu dinsel bir renk gibi görmüşlerdir. Oğuz Kağan Destanı’nda “Ufukta bir Kurt (Börü) görünür. Oğuz Kağan’ın ordusu kurdu izler, kurt yerde kayıp olur. Oğuz hakan Rabbim bizim buraya gelmemizi buyurdu, deyip durur” Gök Kurt, Türklere yol göstermiştir Maviye karşı saygı bütün Türk halklarında vardır. Eski bir inanç ve ilahi bir renkdir. “Gök” kelimesi yaşamak yenilenmek gençleşmek yeşermek ve göyermek anlamdadır.

Nuh Efsanesinde Tufan’dan sonra Nuh’un oğlu Yasef’e Turan denilen Türk toprakları düşer efsanede Türkler Yasef’den gelmiştir. Yasef’in oğullarından Maruhun Lakabı Türk’tür. Türkçeyi ilk defa ortaya çıkaran kişidir. kendisine Türk denilmiştir Çin kaynakları Kök Türk Kağanlığı Fetretten çıkarken liderliği üstlenen yol gösteren Aşina) ve Aşite isimli iki aileden söz eder. Çin yıllıkları Kök Türklerin Hun kolundan geldiğini açıklar bu aşiretin adı Aşina’dır. Kök –Türklerin atalarını düşmandan kurtaran bir tek çocuk kurtulur. Kolları ve bacakları kesilmiş çocuğu kurt besler. Efsaneye göre Rab kutlu soyun yok olmasını istememiştir. Kurt Rabbinin buyruğunu dinleyerek yol gösterir. Çoğalan aile Aşina adını alır ve çadır önüne Kurt başlı sancak asarlar

Türk mitolojisinde Kurd doğan Karaçay Balkar ve Nart destanlarında Örüzmek’den söz edilir Bu Kafkas destan kahramanı gökten gelmiş bir taşın içinden çıkmış ve dişi kurdun sütüyle beslenmiştir

Türkçede ala, kır ve boz eşanlamlıdır Türk mitolojisindeki geyik “ala geyik” Kurt “Bozkurt At “kır at”tır. Karaçay–Balkar ve Oset Nart destanlarında “Ala wgan” ve “Kurd alagon” adlı kahramanlar vardır. İri cüsseli Alawgan kendisine uygun bir kız bulamayınca “emegen” dev bir kadınla evlenir. Alagan’ın etimolojisini yapanlar bu kelimeyi Kurt soyundan olan demircisi” veya ” Kurt Soylu Alangan” şeklinde izah eder Al –Ruhu ak veya kara iyelerdir Kara iyeler kendilerinden çekiniir. Ak iyelerden yardım alınabilmek için onlara iyi davranılır. Od –ateş hastalık mikroplarını yakarak öldürür. Aklar ister ise her şeyi yakar. Kutsallığına inanılan Kurt gücü temsil eder riayet etmeyene karşı bu gücünü cezalandırıcı olarak gösterir

Azerbaycan halk inancı ve Karapapah Türklerine göre kurt ile Boz donlu Kurt ayrıdır Donu boz olan Kurt, yani bozkurt hayatı boyunca sadece bir kurtla çiftleşir Dişisi veya erkeği ölen bozkurt başka bir kurtla çiftleşmez. Halk birbirini çok seven çiftler için bozkurt benzetmesi yapar Bu tür çiftler ardı sıra ölür Anadolu’da bu türden ölümlere “dayanamadı yanına gitti” denilir

Kırım Tatarları ve Kıpçaklarda Kurt’a “Börü” ve Kırsal kesimde “Kaşkır” veya “Kurt” denilir. Kurta Kaşkır Kaşı kır denilir adı telaffuz edilmek istenmez. Kurt kutsal olup onun isminden kaçınılır. Kırımda Kurt ismi için “Börü” kelimesi kullanılır Kırım’da köy, nehir ve mahalle ismi olarak Kurti adı vardır. Tatar-Türk düşüncesine göre “Kara Oğuz nerede ise, kurt da oradadır

yol gösteren, güç yüklü, kutlu kurt boz olan isminden çekinilen ve ondan bahsedilmesi gerekince Kırkaş-Kaşkır gibi isimlerle tanımlanan kurttur. yaşam tarzı ile örnektir semavi boyutu vardır. Köpeğin, Börü – Kurt gibi ulumasında ölüm getireceğine inanılır. Köpeğin kurt gibi uluması kötü ruhların kara iyelerin görünmesi sebebiyledir. köpeklerde bu tür insanları görünce ağlarlar

Anadolu’da baykuşun görünmesi ve köpeğin kurt gibi uluması ölüm haberi olarak bilinir. Onları uzaklaştırmak için yiyecek verilir. Bu, kazayı savmak içindir Türük Hakanı”, “Türük Buyruku” ve “Türk Budunu” bir bütünü oluşturur Türk Budunu Türk Hakanı Türk Buyruğu yönetmek üzere kutsanmıştır Türk kağanları kendilerini, insanları idare etmek üzere Rab tarafından görevlendirildiğine inanır hâkimiyetlerini ilahi bir buyruğa dayandırır Onlara Onlara gök ve Yerin Rabbi tarafından hayat verilmiştir Kut almışlardır türklerin ilk dini Tek Tanrı İnancına dayanır ve Gök dini diye isimlendirilen din Tengricilik di Kağanlarda Kurt’da şüphesiz Göksel olması itibariyle Kut bulmuş olacağından kutsaldı. Kut bulmuş kağanın bayrağına kutlu hayvan Kurt yakışırdı.

Erzurum ve çevresinde doğum yapacak hanımı al basmaması için yastık altına bir parça Kurt derisi konulurdu Kadını ve çocuğu koruyacağına inanılan bu uygulama Ata Ruhu, Kurt Ata inancına dayanırdı Güney*Doğuda kırsal kesimde ki ebeler de Kurt Kafatası kemiği bulunur. Ebeler kırk basan çocukları kurt kafatasını hamam tası gibi kullanarak yıkarlarsa çocuğun şifa bulacağına inanılırdı

Karaçay Türklerinde hamile kadınlar kurt dişi taşırlar. Dünyaya gelmiş erkek çocuğun beşiğinin dört yönüne kurt resmi çizerlerdi Kuzey Azerbaycanda loğusa kadının yastık altına bebek erkek ise; kurtdişi, bıçak, kurt ağzı, kartal gagası, kemik konulur. Kız olsa makas, iğne, sap, ayna konulur
Sarıkamış, Kars ve çevresi Türk aşiretlerinde erkek çocuğun büyüyünce cesur olması için burun kanatları iğne ile delinip kurt kılı geçirilir
Salıncakta sallanmakta olan kıza çubukla vurulur ve aniden nişanlısının ismi sorulur. Kızın ismini söylediği erkeğe müjde verilir ve kız istetilir oğulları olur ise kurt dişi ve kurt damağı ile yıkanılır. çocukların cesur olacağına inanılırdı Moğollara yenilen*Kumanlar Kafkasya çevresine ve Gürcistan’a iner, bir kısmı Hıristiyan olur. Hıristiyan Kumanların Şamanlıktan Tengricilikten ayrılamaz
gece çadırından çıkarak kurt gibi uludu Kurtlar cevap verdi. düşmanın yenileceği anlaşıldı” Kaşkarlı Mahmuta göre hamile kadına “tilki mi yoksa kurt mu diye sorarlar. Tilki diye cevap verenin kızı, kurt diye cevap verenin oğlunun olacağına inanılırdı

Bulgaristan Türklerinde Hıdırellez de üzerinden atlanılan ateşten alınan közün üzeri örtülür külün üzerindeki şekillere mana verilir. Şekiller kurt izine benzerse mutluluğa yorumlanırdı. Kurt gelecekteki başarıların simgesi olarak kabul edilirdi yeniden doğuşun simgesi Hıdırellezde koruyuculuğun simgesi olarak od ateş ve ocak yakılır gelecekten haber veren yol göstericiliğin simgesi olarak Kurt motifi kullanılırdı Avar ve Kumuklarda köpeğin kurt gibi uluması ölüm haberi olarak algılanırdı Kırım’da köpeğin kurt gibi uluması uğursuzluk işaretiydi Kötü bir habere yorumlanır. Yol gösterici geleceğin müjdeleyicisi olarak bilinen kurdun uluması köpek tarafından taklit edilmesi uğursuzluk olarak anlaşılırdı

Kafkasya’da Kumuk ve Nogaylarda köpeğin kurt gibi uluması, kara iyelerin görünmüş olması olarak izah edilirdi
Tatar Türklerinde insan ismi olarak Kurt nezir kurda adak, veya kurdun adağı demektir. Muhammed Nezir, Muhammed’e adak kurban, veya Muhammed Adağı kurbanı demektir Kurdun kutsallığı İslam dönemindede devam etti Kırım Türklerinde Seyit Börü, Seyit Kuvtov ve Kurt Seyidov gibi insan isimleri vardır. “Seyit” Hz. Muhammed soyundan gelenlerdir.

Karaim Türklerinde köklü bir kurt kültü vardır. Karaimlerde Kurttan türemiş olma inancı yaygındır. Karaimlerde sık tekrarlanan bir söze göre “Temelimiz kurttan olmuştur” Kurtlu insan ismi Karaylar ve Tatarlarda yaygındır. Zikir kurt, Kurt Nezir gibi isimlere rastlanır. “Allahım bizi kurttan bağışla” şeklinde dua örnekleri vardır. Afganistan Hazara Türklerinde Muhammet Nezir diye insan ismi vardır. Dede Korkut Destanı’nda “…Kara başım kurban olsun kurdum sana…”bir zikir gibidir?

779 da Yablakar ailesinden Börü /Böğü Kağan’ı öldürerek Tun Tarkan tahta geçmiştir. Göktürk- Uygur döneminde çok sayıda Kurt veya Börü insan ismi vardır. Börü soylulara mahsusdur. Yörüklerde “Kurt Cemaati” isimli bir cemaat var olmuştur Bağlamak, bağlanmış olmak, bağı bozmak yeni evli çiftler için ilişkide başarısızlığı sağlamak için yapılmış bir büyüdür. Bu büyüden korunmak ve kurtulabilmek için bir takım inançlar taşınır ve uygulamalar yapılır. Kurt Ata ve Kurt ana inançları doğurmak ve doğurtmak fiilleri ile ilgilidirler. Hakkâri’de çocuk ergin ve yaşlı kız ve hanımların kemer tokası farklıdır. Erginlikte genç kızlar tokasında kurt kabartması gümüş kemer takarlar. Bu kemerler çoluk çocuğa karışıldıktan sonra genç kızlara bırakılır Maraş, Adıyaman ve Kayseri’de kurt kanı ile sigara kâğıdına özel tılsım yapılıp oğlan kapısına altına gömülür ise ve gömen şahıs uzaklaşır ise, damadın ay dört defa oluncaya kadar eşi ile birleşemeyeceğine inanılır

Hakkâride bağlı çiftlerin bağını bozmak için gelin ve damat parmaklarını kurt kanına bular kanlı parmaklarını çaprazlaştırarak çarpı işareti yaparlar Orta ve başparmakla yapılan çapraz işaret çocuklarda küs işareti olarak bilinir. kolların bağlanması şeklinde yapılınca kısmetin kesileceğine inanılır.
Bağlı gelin ve damadın bağlarının bozulması için de uygulanılan yöntemler vardır. Güneydoğu Türkmenleri ve Hakkâride bağın bozulması için çiftler kurt postu üzerinde birleştirilir

Ergenekon efsanesindeki Türk genci ile birleşen dişi kurt semboliktir. dişi kurt Bozkurt kılığına girmiş düşmandan kendisini ve yaralı Türk gencini korumuş bir Türk kızıdır Kurt veya Bozkurt donuna girmiştir kurdda her ana gibi çocuğunu korur çocuğunu kurtaran kadın dişi bozkurt gibi tasavvur edilir Yaradılış Efsanesinde kurt, yerini dişi kurda bırakır. Efsaneye göre, düşmanla yapılan savaşta sağ kalan erkek çocuğu kurtaran dişi kurttur Kurt Baba isimli Anadolu’da yatırlar vardır Geyik Baba yatırlarındaki ulu zatların Geyik kılığına giriş efsaneleri anlatılır Konya’da ki Kurt Baba, Kastomunu’daki Kurt Şeyh, Konya Tavşanlıda Kurt Dede Kurt ismini almıştır incelenebilir.

Halk Efsanelerinde şekil değiştirme cezalandırma, Beddua keramet gibi, durumlarla oluşur. Şekil değiştirme, taşa dönüştürme gibi Dişinden, kılından, tırnağından, yağından, , kanından, kafatasından korunmak ve kurtulmak için yararlanılan kurt seccadeleri vardır Kurt atadır. Türklerdeki Baba Kültü ile Kurt Ata Kültü uyuşmaktadır. Güney Türkistan’da Börü Han, Börü Nisa, Börü Nisan, Börücan gibi kız isimleri ve Börü, Börübey, Börcübek, Cinborü gibi erkek isimleri kullanılmaktadır. Bu bölgenin Türkleri yaşamayan çocuklarını esnetilmiş Kurt derisinin ağız kısmından geçirip yaşayan çocuğa Börü ismi verir Türk Dünyasının birçok yerinde çocuğu yaşamayan anne çocuğunu yatıra satar. çocuğun yatır korumasına girdiğine inanılır. Bu çocuklara yatırın ismi veya cinsiyetine göre Satı veya Satılmış adı konur. Bu çocuk hayatının dönüm noktalarında o türbeyi ziyaret eder.

Güneydoğuda Hakkârili Pinyaniş aşiretinde kurt silahla öldürülmez. Bunu yapan aşağılanır. Kurdun zararsız hale getirilmesi için özel av yöntemleri vardır. Bu kurda saygı biçimidir.
Borak aşiretinde kurdun uğuruna inanılır kurt başı kutsiyettir Pervaride kurda atılan tüfeğin patlamayacağına inanılır Güney Azerbaycan’da yaşayan Kaşgay Türklerinde Kurt’a küfredilmez. Kurdun evcil olmayan hayvanlarda itibarlı bir yeri vardır

Anadolu Azerbaycan ve Kafkasyayı kapsayan Dede Korkut Destanı’nda Kurt yüzü mübarek dür” biliyoruz. Kurt yüzü mübarek bilinmiştir. Stalin’in Karaçayları Kafkasya’dan sürmeden evvel 1940 larda davası mahkemeye akseden Karaçay Türkleri yemin ederken ellerini kurt kirişine basardı. Üzerine yemin edilen nesne yalan söylenirse yalan söyleyeni çarpma gücüne inanılırdı kurt. Kutsal ve mukaddesti Karaçaylar 1940 dan sürgüne gönderilinceye kadar yetişkin insanların karyolasına kurt resmi yapardı Kurdun birçok bayrak, flama, kokartta yer almıştır kutsi bir inancın kalbe Nakşedilmiş koruyucu bir inancın sonucudur. Kurt yol gösterir Iğdır Soykırım Anıt Müzesi’nde asker, kurt, kartal ve at motifi yer almıştır her dördü de koruyucu, kurtarıcı, yol göstericidir Türkün tefekkür simgeleridir.

Bozkurt Türeyiş ve Cengiz Han Destanında Kurttan türeyiş vardır. Doğu Sibirya ilkel kavimlerinin atalarının kurt olduğuna inanılır Kurt motivi Türk Dünyası ve Kızıl Derili efsanelerinde yer almıştır Kafkasya Türkmenlerinde 16-30 Ocak tarihleri arasındaki günlere “Kurt Günleri” denir Gagauz Türklerinde her yıl kış ayında “Canavar/Kurt Yortusu” yapılır. Nazar ve kem gözden korunmak Türk halk inancında önemlidir Nazar muhakkak görülerek yapılmaz. Giyaben de nazar değebilir. canlı ve cansız mala insanlara çocuk ve kadınlara nazar olabilir Nazara uğrayan mal mülk zarar görürken, insanlar hastalanıp ölebilir Nazar için yarı ölümdür, denilir. Nazar’dan korunmak için bostanlara kurt kafası dikilir.

uğuruna ve yararına inanılan “Kurt Yağmuru” bulutsuz ve güneşli havada yağar. kurdun doğurmakta olduğuna inanılır Afyon – Bolvadin’de yaşayan Karabağlı Karapapah Türkleri Nevruz Yenigün de tarlaya “Kurt Kafası” dikip bereketi için etrafında dönerler Kurt kafasının koruyuculuğuna inanılır. Bu uygulamada Artova-Tokat’da da vardır.
Kumuk Türklerinde Börü Gözü ve Kurt Gözünün nazara karşı koruyucu etkisine inanılır. Aile fertlerinde ihtilaf ve geçimsizliği gidermek için, ihtilaflıların arasından geçilir. dargın çiftlerin barıştırılacağına inanılır. Bu uygulama yapılamaz ise de Küsler barıştırılır

K.Afganistan Türklerinde Kurt Dişi çocukların nazardan korunmaları için kullanılır Türkmenler çocuğun kalpağına, Özbekler Kelepoş’una ve omuzuna kurt dişi takar Kurt dişi Türkiyede de nazar boncuğu olarak kullanılır ve mavi boncukla birlikte kızların saçına erkek çocukların omuzuna, yakasına ve beşiğine takılır[
Türkiye’de bebeği yaşamayan kadınlara ve çocuklara yapılacak koruyucu uygulamalarda ” kurt ile ilgili inançlar da vardır. nazarlığa kurt dişi ve kurt tırnağı takılır. Bebek kurt derisinin ağzından geçirilir. Cesur olması istenilen erkek çocuk burun kanadı delinerek buradan veya kulak memesi deliğinden kurt kılı geçirilir. Kırk döneminde çocuklar kurutulmuş kurban gözü ile olduğu gibi, kurt gözü ile de banyo yaptırılır. kurt dişi, kurt postu, kurt tırnağı olan nazarlıklar beşik veya salıncağa takılır

Güney Türkistan’da yaşamayan erkek çocuklar için özel yapılmış kurtağzından çocuğun büyükbabası veya büyükannesi çocuğu geçirir. Anadolu’da kurdun fonksiyonlarına inanılır Özbekistan’da bebeği nazardan korumak için onun başına nazarlık olarak Kurt Kemiği, Kurt dişi, acı ısırık üzerlik Sarımsak ve iğne konulur, muska yapılır Anadolu’da Ballayan Türkmen aşiretinde kötü kişinin nazarından korunmak için okunarak ağzı bağlanınca, iki muska yapılır. biri ulu ağacın altına diğeri eşiğin altına gömülür Ege ve Akdenizde; Bozkurt’un dişini cebinde taşıyan kimseye nazarın değmeyeceği ve uykusunda sayıklamayacağı inancı vardır. Bozkurt’un kurtulmuş gözü toz haline getirilerek sürme gibi göze çekilirse, o gözün iyi göreceğine ağrımayacağına inanılır. Bu yörede gece kurtlardan bahsedilmez, aksi halde kıl koparılır veya ateşe çivi atılır

Bozkurt’un ak iye, diğer kurtların kara iye görünümü var. halk inancına göre kuvvet tespiti yapılmıştır. fonksiyonları farklıdır. Boz olmayan kurdun zararından korunmak için demir ve ateş devreye girmiştir. Anadolu’da yılan, cin gibi varlıkların isminin gece geçmemesine özen gösterilir. Bolvadin Karabağ Türkmenlerinde ağılları nazardan korumak için kapı önüne sırık dikilir üzerine kurt başı takılır
Azerbaycan’da Kurtağzı Türk dünyasındaki gibi bıçakla bağlanır.
Anadolu’daki “kurtağzı bağlaması” uygulaması Bayır –Bucak Türkmenlerinde de vardır. Evcil hayvan dağda, merada kalıp köye dönmemiş ise, hayvana kurdun zarar vermemesi için merasim ve dua yapılarak kurdun ağzı bağlanır. hayvan çiftliğe dönünce, açlıktan ölmemesi için kurdun ağzı açılır. Bu uygulama Güney ve Kuzey Azerbaycanda da vardır

Karaçay Türklerinde de kurtağzı bağlanır.bıçak kınından çıkarılır ters çevrilir, bıçak ve kını ilgili duası okunarak birbirine bağlanır. Hayvanlar otlaktan dönünce, kurt açlıktan ölmesin diyedua okunarak bıçak ve kını açılır. Buna kurdun ağzının açılması denir. Bu uygulama da “bıçak” “bağlama –bağlanma” temaları ve merhamet yer almaktadır. Kurdun avlanarak rızkını arar mani olunmamalı


Kuzey Kafkasya’da Tabasaranlar’da köyden birinin ineği yitse Molla kurdun ağzını bağlar. Kurtağzı bağlamak Karapapak, Kırmanç ve Kumanlarda da vardır Koyun Abdal’ın bağlarda koyun sürüsünün otlattığı koyunların meyvelere dokunmadan sadece otları yediği koyunların bağlara zarar vermeyeceğini garanti ettiği anlatılır. Koyunlar halisane otlatılır ise sadece rızıklarını yiyecekleri inancı ulu zatlarla ilgilidur Azerbaycan’da Kazak inancına göre hiçbir dişi kurt erkek yavrusu ve erkek kurt da dişi yavrusu ile çiftleşmez. Kurtların yakın çevredeki hayvanları parçalamaz Karınlarını doyurmak için başka muhitlerden hayvan bulurlar Kurt saldıracağı* kimsenin dikkatini çeker, saldıracağını duyurur. Aniden ve arkadan saldırmaz. Her kurdun saldıracağı bir sürü vardır. Birbirlerinin sürülerine saldırmazlar.

Azerbaycan’ın Kazak bölgesinde çobanlar baktığı sürü sahiplerinden “Kurt payı” alır Kurt payı kurtların hakkı ettir. Çobanlar 10-15 kilo eti yemeleri için kurtlara ayırır ve onların yiyecekleri yerlere koyar. nasipleri paylaştırılır
Kurdun rızkı gelmelidir. beslenme hakkı vardır. Anadolu’da ekin toprağa atılırken “kurdun ve kuşan payı” toprağa serpilir. Nevruzda ambar temizlemede kurdun – kuşun payı Anadolu ve Güney Azerbaycan da gözetilir.Türk Dünyası’nın her yerinde görülen “Kurt Ağzı Bağlama” uygulamasının helal –haram ve rızk-nasip inancı vardır. Kurdun ağzı bağlanılarak ölüme terk edilmez Kurda yememesi gereken evcil hayvan için işaret verilmişir. Evcil hayvan dönünce kurdun ağzı açılır. Kurdun ağzı bıçakla bağlanır. Bağlanmak ve açılmak bıçak –demirle yapılar. Demir de Türk halk inançlarında vardır. Bağlanma ve açılmanın dua eşliğinde yapılmasından dolayı bu uygulama İslamidir

Bazı uygulamalarda yakılmış ateşe bakılması, sönmüş ise kurdun hayvanı yemesi şeklinde algılanması, kurdun hayvanı yemeyeceğinin işaretidir Türklerde adalet kavramının gösterir.
Kurtağzının bağlanılması gibi kurdun manevi kuvvetiyle insanların ağzı, dili, gönlü bağlanır. Bunun için kurt yağı kullanılır. kurt yağı insanların sevimli görünmelerini önler ve şirin konuşmalarına manidir Düşmanlık yapılmak istenilen kimsenin ağzını, dilini, kapısını bağlamak için, o kişinin kapısına kurt yağı sürülür. Bu kapılara “Bağlı Kapı” denilir Nahçıvan’da Kurt kutsidir. Kurt yağı tekin değildir Kurt yağı sürülmüş bir ailenin aile fertleri arasında tatsızlık çıkacağına inanılır
Kurt Yağı ile ocak yıkılır” denilir
Azerbaycan Türklerinde iki insan arasında ihtilaf çıkması isteniyorsa, ara açmak için kurt Yağı” sürülür

Kurt Eski Türklerde Tengriden kut bulmuş bir canlı, semavi bir varlık dır. Fiziki ve cinsel özellikleri vardır Bozkurt mitolojide yer alan bir varlıktır Kendisine sevgi ve saygı duyulur yardımı istenir kendisinden korkulup çekinilir zararından korunulur
Boz kurt’un hayatın her safhasındadır İnsanlar dünyaya gelmeden, geldikten sonra, isim almalarında evlilikte bereket ve, savaşta mücadelede hastalıkda, haber almada kurtun fonksiyonuna inanir. Kurt yaşam biçimi ve çevre itibariyle Türk halk inançlarında örnektir Kurdun; kanı, yağı, kılı, postu, dişi, tırnağı, kemiği, kafatası, izi halk inançlarında anlatılır kurt kültürü Halk inancında derin bir iz taşır Bozkurt son yüzyıl da devlet armaları üst kültür kurumlarına da yansımıştır.


Kaynak yeni şafak.com

yılkı atları

Sönmüş bir yanardağ olan Karadağ'ın krateri Ulu Çukur ve civarında 400 yılkı atı, kendi seçimleri olmayan özgürlüğe terk edilseler de, 20 bireyden oluşan sürüler halinde, özgürce yaşıyor
Özgür olmak gibi istekleri yoktu; arabaya koşulsalar, zor yüklerin altına sokulsalar da sıcak bir yuvanın huzuru onlara yetiyordu. Çünkü onlar bu evlerde doğmuş, dünyaya gözlerini bu evlerde açmışlardı. Soydaşlarının , o tepe senin bu vadi benim, özgürce dolaştıklarını düşünüp heves ediyorlardı belki de. Ama Burası onların yuvasıydı, sırtına da binseler, yüklerini de taşıtsalar bu insanlar onların ailesiydi. Sahipleri de istemezdi ayrılmayı çocuklarıyla birlikte büyütmüş; ateşten kızıl ak köpükten beyaz yeleleri uzadıkça, çocuklarının saçlarını okşar gibi okşamışlardı. Beslemiş, korumuş, emeğinden yararlanmış, ama vefa borcuyla onları sahiplenmişlerdi.TERKEDİLDİLER

ne yazık ki, gün olmuş devran dönmüş, hayatın , birbirine sevgi, merhamet ve sadakatle bağlı iki tarafı ayırmıştı Müslümanlığı kabul eden Türkler, at etini yemeyi bırakmış, yaşlanan, ihtiyaç dışı atları, doğada başka atlar olduğunu ve onların arasına karışarak hayatlarını sürdürebileceklerini bildikleri için vahşi doğaya bırakmayı, gelenek haline getirmişlerdi yılkı kültürü bir at yetiştirme biçimiydi. Bağ bahçe bitip kış yaklaştığında bakamayacaklarını düşündükleri atları yılkıya salar, kış bittikten sonra yeniden çıkıp yakalar ve atlarla olan hayatlarına kaldıkları yerden devam ederlerdi.


aynı atın tekrar yakalanması imkansız olduğundan yakalanan at eve getirilirdi. kimsenin atı olmazdı, bir at seneden seneye farklı insanların hizmetine girerdi. insanın teknolojiye olan tutkusu, ve teknolojinin atlara oynadığı son oyunun. dönüşü yoktu. Adı ister özgürlük olsun, ister terk ediliş ayrılık, yuva sıcaklığının bitişiydi.Onların yerini traktör almıştı Kiminin sahibi çocuklarını şehre salmış, okutmuş, 'adam' etmişti. O çocuklar da yılkıya salınmış atlar gibi, şehrin vahşi doğasına alışacak, yuvaya dönmeyecekti. İhtiyar anne ile baba terki diyar edecek, yuva kalmayacaktı. Belki de atlar için yılkıya karışmak en iyisiydi.

Kader, onları vahşi hayatla yüzleştirdi onlara rehberlik edecek, aynı kaderi paylaşan, yıllardır dağlarda yaşamış, özgür yoldaşları vardı Fakat vahşi doğa kolay değildi. Yılkılar HAYATA KÜSTÜ
yılkıya kabul edilmek için çok uğraştılar, itildiler, kovuldular, istenmediler. kimi hayata küstü, mücadele etmedi ve veda etti yaşama pek çoğu ayakta kalmayı başardı. alıştı, yılkıya sürünün lideri oldu kendi sürüsünü oluşturdu. Yeni bir aile kurdu çoğaldılar, bugün Anadolu'da sayıları binlere ulaşan yılkı sürüleri yaşıyor. Özellikle Manisa'nın Spil ve Yunt dağında, Erciyes eteklerinde, Afyon'un Kocayayla'sında ve
Karaman'ın Karadağ bölgesinde

yılkılar, az popülasyona sahip sönmüş bir yanardağ olan ve tepesindeki
Ulu Çukur da 400'e ulaşan vahşi yılkılar atları yaşıyor yılkı neslini devam ettiriyor vahşi doğanın kucağında doğup büyüdület Karadağdaki yılkıya salınan atlar, yaklaşık 40 yıl önce bırakılmışlar 15 – 20 atlık sürüler halinde yaşıyorlar. her geçen yıl çoğalıyorlar. Her sürünün mutlak bir lideri var. Lider sürünün en görkemli,ve en yiğit erkeği Sürü, kıyıda otlanırken, lider, tehlike yerinde tek başına ve gözü kulağı etrafta duruyor. Lider geldiğinizi fark ettiğinde hemen sürüye koşar en öne geçer sürüsünü, yokuşa doğru çeker diğer sürünün lideri de kendi sürüsünü bu sürüye doğru götürerek iki sürünün birleşmesini sağlı. Artık iki sürü birleşmiştir yamaca doğru kimi zaman dörtnala, kimi zaman otlanıp sakin adımlarla tırmanırlar. Bir süre sonra onlara yamaçtan aşağı inen bir sürü daha katılır. yılkılar tehlike anında güç birliği yaparlar

İç Anadol kurtların yoğun yaşadığı bir coğrafyadır kurtlar sayıları ona ulaşan sürüler halinde ve tek yakaladıkları hayvanlara tuzak kurarak avlanırlar. Yılkıların yaşadıklarından edindikleri tecrübe, güç birliğini öğretmiştir Atların yaşadığı Ulu Çukur, yanardağ ağzı, köylülerin yayla kullandığı, koyun, keçi besiciliği ve bal yetiştiriciliği yaptıkları yüzlerce metre derinlikdeki bir düzlüktür 12 ev bulunur, aileler kasıma kadar burada yaşar bahara kadar köylerine dönüyorlar. Karadağ, sönmüş bir yanardağ. Patlamada dağın püskürttüğü küller ve çakıllar her yerde açıkça görülür. püskürmenin etrafa savurduğu kaya büyüklüğünde kırılmış taşlar da vardır. Bölgede tek bir su kaynağı var, Her yana atların su içmesi için, kimi yıllar önce taşlardan oyulmuş, kimi de günümüzde betondan yapılı yalaklar var. Orman Bakanlığı yalaklara sutaşıma işini yakın köye vermiş. İhaleyi alan köylü, su tankeriyle her gün yalakları dolduruyor. atlar susuz kalmıyor.Yılkılar için çetin günler geride kalıyor; kış bitmek üzere. 2300 metre yüksekliğindeki Karadağ, kış boyunca kar altındaydı zorlu üç ayın ardından karlar eridi. Baharda; yılkılar yeni evlatlar doğuracak, çoğalacaklar. Onlar, Karadağ'ın özgür çocukları yazılara konu olacak, belgesellerde yelelerini rüzgârlarla yarıştıracak, uçup koşmaya devam edecekler.

Kaynak vikipedi.com

Ahal Teke atının memleketi Türkmenistandır Türkmen, Kazak, Kırgız ve Özbek bölgelerinde; Son zamanlarda ise Kuzey İran' Almanya ve Avusturya'da da yetiştirilir Boyu 150 – 160*cm Renkleri:Tilki rengi; bakırımsı, parlayan kahverengi ya da gridir Beyaz olanları hafif gümüşümsüdür ve parlar. At yarışları, mesafe yarışları, engel atlamada güzel eğitim verilirse hüner gösterirler Ahal teke*bir Türkmen*atıdır. Bilim ahal tekeyi, üç bin yıl önce insanlar tarafından ilk evcilleştirilmiş at türü olarak görür Orta Asya'da*Türk halkları*arasında özellikle* Türkmenistan'da yaygındır. Ahal tekenin adı*Manas*ve*Dede Korkut gibi*Türk destanlarında*da geçer adı ve*Türkmenistan'ın*Ahal vilayetindeki Teke Türkmenlerinden gelir.


Dik bir duruşu vardır uzun ince bir boynuna omzu eğimlidir, uzun bir sırtı uzun bacakları ve küçük sert bir kalçası vardır. Yelesi yumuşak ve azdır. Kulakları diğer atlardan uzun ve hafif orak şeklindedir.ahal tekenin gözlerinin etrafı siyahtır gözleri badem şeklindedir Vücudu daima hafif metalik parlar. Kılları çok ince ve yumuşaktır. Hareketleri rahat ve esnektir. Hüner ve eğitim gösterilerinde diğer atların zorlandığı zor hünerleri kolayca başarır. Cesur, zeki, duygusal ve inatçıdır, sezgileri güçlüdür, sahibine daima bağlıdır, tek biniciye alışık olurlar ve en ufak imayı bile algılayabilirler.

Ahal Teke eski Türkmen atlarının soyundandır ve safkan olan tek at ırkıdır. Ahal Teke milattan önceki binyılda bile Doğu Avrupa'dan*Çin'e ün salmıştır. Ahal Teke kanı Avrupalı at soylarının pek çoğunda bulunur. İngiliz tam kan at ırkının damızlıkların soyu, Osmanlıdan İngiltere'ye gitmiş üç aygıra dayanır. Bunlardan biri Kuzey Afrika'dan gitmiş olan Arap atıdır. diğer ikisi özellikle de İstanbul'dan gelen eski Türkmen atıdır. Alman at ırkını etkilemiş olup bu ırkları ıslah eden en ünlü aygırın adı Almanca'da "Turkmen Atti"dir

Avrupa'daki at soyları bugüne kadar Ahal Teke damızlıkları ile çiftleştirilip, asilleştirilirler. Almanya'da Neustadt kentindeki Trakyalı-atı çiftliğinde Ahal Teke çiftleşmeleri ile Trakyalı-atları asilleştirilmişlerdir.


Türkmenistan devlet armasinin ortasinda Ahal Teke resmi bulunur
Ahal Teke Türkmenlerin* Alabay Türkmen Çoban Köpeği ve Türkmen halısının yanında en büyük gururları ve Türkmenistan armasındaki milli hayvanlarıdır. Türkmenlerin ve Türk halklarının yetiştirdikleri Ahal Tekeler, orta asya bozkırlarında hür olarak "Tabune" denilen sürüler halinde yaşar. Başlarında atlı çobanları vardır.


Yunus (hayvan)

Yunus,*balinaları yunusgillerdendir
kıta sahanlıkları ve sığ*denizler olmak üzere, tüm*Dünya denizlerinde ve nehirlerde bulunan yunuslar*etoburdur balık*ve*mürekkep balığı ile*beslenirler.*Omurgalıdırlar Yunusgiller, balinalar takımı içindeki en kalabalık familyadır 10 milyon yıl önce,*ortaya çıkmıştır hayvanlar* âleminin*en*zeki*canlılarıdır arkadaş canlısıdırlar insanların gözünde popülerdirler

En sık rastlanan yunus Flipperdaki şişe burunlu yunus" afalinadır yunusgiller familyasının*en tipik türü tırtak" adlı bayağı yunustur Yunusgillerde büyük altı tür, vardır daha çok "balina" adı ile anılan Bu canlılar şunlardır:

Cüce katil balina
Kısa yüzgeçli pilot balina
Uzun yüzgeçli pilot balina
orca*- Katil balina
Elektra balinası
Yalancı katil balina
Dişli balinalar

yunus" adı ile anılan diğer türler,
nehir yunusları
Amazon nehir yunusu,*
Ganj ve İndus nehir yunusu,*
La Plata yunusu*
Çin nehir yunusudur.

dişli balinalar takımında bulunan bazı türleri, yunuslardan farklı olsa da "yunus" adı ile ilişkilendirilir İngilizcede, bu familya için "domuz balığı" anlamına porpoise*kelimesi kullanılır bu kelime, gemiciler ve balıkçılar tarafından küçük yunusu adlandırmak için kullanılmıştır
"domuz balinaları" nehir yunusları" "liman yunusları" ve "liman yunusugillerdir. Bu familyanın tipik türü domuz balinasıdır mutur" "gerçek yunus" "azak yunusu"ve yalnızca "yunus"adlarıda kullanılır

"yunus" ortak adı ile anılan canlıların sınıflama listesi aşağıda sunulmuştur;

Balinalar Dişli balinalar Yunusgiller
Alaca yunus Şili yunusu
Benguela yunusu Beyaz başlı yunus
Uzun burunlu bayağı yunus
Kısa burunlu bayağı yunus, tırtak
Grampus Boz yunus
Sarawak yunusu
Atlantik beyaz yanlı yunusu
Beyaz burunlu yunus
Siyah çeneli yunus Kum saati yunusu
Pasifik beyaz yanlı yunusu
Gölgeli yunus
Avustralya küçük yüzgeçli yunusu
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-24-2018, 14:20   #116
Kullanıcı Adı
msabri
Standart
Çok güzel bilgiler. Okudum bilgilendim. Allah razı olsun.
msabri isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-25-2018, 06:40   #117
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak yuval noah hariri sapiens kitabı

13,5 MİLYAR YIL ÖNCE, Big Bang patlaması ile madde, enerji, zaman ve uzay ortaya çıktı. Evrenin bu hikayesine fizik denir büyük patlamadan 300 bin yıl sonra madde enerji, atom gibi yapılar ortaya çıkdı bunlar birleşerek molekülleri oluşturdu. Atomların ve moleküllerin birbiri ile etkileşimine kimya denir 3,8 milyar yıl önce, Dünya adlı gezegende moleküller organizma adlı geniş ve karmaşık yapılar oluştu Organizmaların hikayesine biyoloji denir 70 bin yıl önce insana ait organizmalar, kültür adlı karmaşık yapılar oluşturdular. insan kültürlerinin gelişimine tarih denir
Tarihin akışını üç devrim şekillendirdi 70 bin yıl önceki Bilişsel Devrim, 12 bin yıl önceki Tarım Devrimi ve 5 bin yıl önceki Bilimsel Devrim. Peki bu üç devrim insan ve organizmaları nasıl etkiledi

insanlara 2,5 milyon yılönce ortaya İki milyon yıl önce Doğu Afrikada insana rastlanmıştır çocuklarına sarılan endişeli anneler, çamurda oynayan çocuklar, rahat bırakılmak isteyen yaşlılar topluma başkaldıran gençler, görmüş geçirmiş yöneticiler ve köy güzelini etkilemek isteyen maçolar. insanlar âşık oldu, oynadı arkadaşlıklar kurdu, güç ve statü için mücadele etti. Fakat bunu şempanzeler, babunlar ve filler de yapıyordu peki İnsanı hayvandan ayıran özellikler neydi hiç şüphesiz duygu his ve zekâsıydı Hiç kimse insanların ayda yürüyeceğine, atomu parçalayacağına, genetiği çözeceğine ve tarih yazacağına en ufak ihtimal vermiyordu.

Biyologlar organizmaları türler halinde sınıflandırır. Hayvanlar birbirleriyle çiftleşip yavrular yapabiliyorsa bunlar aynı türe ait kabul edilirler. Atların ve eşeklerin ortak ataları vardır ve iki hayvanın pek çok fiziksel özelliği aynıdır. birbirlerine çok az cinsel istek duyarlar. teşvik edilirlerse çiftleşirler fakat katır adlı yavruları kısır olur. eşek DNA'sı asla atlara veya eşeklere geçemez. Bu iki tip hayvan iki ayrı tür kabul edilir. Buna karşılık, çok farklı görünen buldok ve spaniel aynı türün üyelesidir aynı DNA yı paylaşırlar. çiftleşebilir ve yavruları başka köpeklerle çiftleşir ve yavru doğururlar

Ortak atadan gelen türlere "cins" adı Aslanlar, kaplanlar, leoparlar ve jaguarlar Panthera cinsindeki farklı türlerdir. Biyologlar insanı Latince bir isimle adlandırırlar. Homo sapiens Homo (insan) dır cins yani sapiens ise zeki canlı türüdür Cinsler kendi içinde ailelere ayrılırlar kediler aslanlar, çitalar, ev kedileri olarak köpekler kurt tilki çakal filler ise mamutlar ve mastodonlar olarak sınıflandırılır Bir ailenin tüm üyeleri bir soya dayanır soy ise kurucu bir anne veya babaya dayanır en küçük ev kedisinden en vahşi aslana tüm kedileri atası 25 milyon yıl önce yaşamıştır

Tarih öncesi mö ki En eski çağlarda yerleşim, ev ya da günlük işlere rastlanmadıysada. olağanüstü kaliteli oymalara anıtsal sütunlara rastlanmıştır. İlk sütunlar yedi ton ağırlığındaydı ve boyu beş metreye yaklaşıyordu dünyanın dört bir yanından gelen kazı çalışanları Göbekli Tepe kazılarında çok şaşırtıcı şeylerle karşılaştılar. MÖ 2500 yılındaki tarım toplumuna rastladılar Göbekli Tepe'deki yapılar MÖ 9500'e tarihlendi ve bunlar avcı ve toplayıcı bir toplum tarafından yapılmıştır Arkeoloji
yapıları tarım öncesi toplumların varlığını kanıtladı. Eski avcı toplayıcı toplulukların beceri ve kültürleri
etkileyiciydi

avcı toplayıcı topluluklar mamut kesimhanesi ve yağmurdan kaçmak ve aslanlardan saklanmak için ilkel yapılar inşa etmişti gizemli bir kültürel amaçla inşa faliyetlerinde bulunmuşlar yaptıkları yapıların harcadıkları zaman ve enerjiye değeceğini düşünmüşlerdi Göbekli Tepe sütunlarını yaparken farklı grup ve kabileleye mensup binlerce avcı toplayıcının uzunca bir süre işbirliği yapmıştır dini veya ideolojik bir sistem onları birleştirdi
Göbekli Tepe'nin heyecan verici bir sırrı daha vardır Genetikçiler yıllarca evcilleştirilmiş buğdayın kökenini aradı. keşifler evcilleştirilmiş en eski buğday türü olan küçük kızıl buğdayın Göbekli Tepe'ye otuz kilometre mesafedeki Karacadağ Tepelerinde ortaya çıktığını gösteriyor.

Göbekli Tepe'de insan buğdayı ve buğdayda insanı geliştirmiştir ilkel zamanlarda modern Yapılar inşa eden insanlar doymak için çok büyük gıdalara ihtiyaç duymuşlardır İnşaat ve tapınaklarını yönetmek isteyen avcı toplayıcı insanlar yabani buğday toplamaktan buğday tarımına geçmiştir ilk insanın öncüleri bir köy inşa eder köy büyüyünce tapınak ve mabet kurarlar. Göbekli Tepe de de, ilk önce tapınak yapılmış ve köy tapınak çevresinde gelişmiştir

İnsanlarla buğday koyun, keçi, domuz ve tavuk gibi hayvanlar birbirlerini etkilemiştir. Yaban koyunu avlayan göçebe gruplar avlamaya çalıştıkları sürülerde seçici davranmış İnsanlar kendileri için en iyi olanın, yetişkin koç veya yaşlı ve hasta koyunu avlamak olduğunu öğrenmiş Sürünün uzun süre hayatta kalması için yetişkin dişi ve genç kuzulara ilişmemişlerdir sürüyü diğer avcılara karşı korumuş canları pahasına aslanları, kurtları ve rakip insanları sürülerinden uzaklaştırmışlardır ilk insanlar dahi hayvanlarını kontrol edip savunmuştur insanlar koyunları ihtiyaçlarına uygun şekilde daha dikkatli seçiş En agresif koçlari yani insana en çok direnç gösterenleri ilk önce kesmiştir çok ince ve huysuz dişiler de.sürüden uzaklaşan meraklı koyunlar daha sonradan kurban edilmiştir

İlk avcılar kuzuyu yakalayıp ona evlatları gibi bakmış bolluk çokça beslemiş kıtlık döneminde ise kesip yemişlerdir. İlk kesilen agresif ve dik başlı koyunlardır En itaatkar olanı ise en çok arzu edileniydi koyunlar uzun yaşar üreyebilirdi mö ki çağlarda evcilleştirilmiş ve itaatkar bir sürü olmuşlardı milyonlarca yıl önce evcilleştirilen hayvanlar koyun, tavuk, insanlara gıda et, süt, yumurta deri ve yün ve kas gücü sağlamışdır Ulaşım, tarla sürme, tohum öğütme gibi insan emeğiyle gerçekleştirilen işler hayvanlara yapılmıştır

tarım toplumu mö ye dayanır hayvanlar tüm gezegene dağılmıştır. Evcil tavuk şu ana kadar en çok yayılmış kümes hayvanıdır. inek ve koyun dünyada en yaygın memeli türüdür. Tarım Devrimi tavuklar, inekler, ve koyunlar için nimettir. tavuk ve inek bir hikayenin kahramanları olabilir, Hayvanların evcilleştirilmesi giderek zalimce bir hâl almıştır Yabani tavukların ortalama yaşam süresi 7-12 yıl, ineğinki ise 20-25 yıldır. Yaban hayatında çoğu tavuk ve inek bundan çok önce ölürdü, ama şimdikinden uzun yaşama şansları olurdu. Evcil tavukların ve ineklerin çoğunluğu, birkaç haftayla birkaç ayda kesilir, çünkü bu en uygun kesim süresidir.

Yumurtlayan tavuklar, süt inekleri ve koşum hayvanlarının uzun yıllar yaşamasına izin verilir. Bazı hayvanlar içgüdüleriyle çayırlarda gezip dolaşmak isterler Boğaları, atları, eşekleri ve develeri itaatkar koşum hayvanlarına çevirmek için içgüdüleri kontrol altına alınmalı saldırganlık ve cinsellikleri kontrol edilmeli ve hareketleri kısıtlanmalıdır Çiftçiler bunun için hayvanları çitler ve kafesler yularlarla gemlemek, kamçıyla eğitmek gibi yöntemler geliştirmiştir evcilleştirilmiş öküz hayatını çitler arasında, terbiye edilerek, vücuduna ve duygusal isteklerine uygun bir işte çalıştırılırlar. Tarlayı süremez hâle gelince kesilirler

*
Tarihte yaygın yöntemlerden biri de yavruları doğumdan kısa süre sonra kesmek, annenin sütünü sağmak ve tekrar hamile bırakmaktır. Bu çok kullanılan bir yöntemdir. modern süt çiftliklerinde,süt inekleri kesilmeden yaklaşık beş yıl yaşar. beş yıl boyunca inek hamiledir ve doğumdan sonraki 60-120 gün boyunca azami süt üretimi için özel beslenir. Doğumdan sonra buzağılar anneden ayrılır. Dişiler süt ineği nesli olmak üzere yetiştirilir ufacık bir kafese koyulur ve hayatını burada geçirir ortalama dört ay Kafesten çıkmaz, kaslarının gelişmesi ve buzağılarla oynamasına izin verilmez yumuşak kaslar yumuşak ve sulu et demektir. Buzağı kesimhaneye giderken yürüme, kas esnetme ve buzağılarla temas kurma fırsatını buzağı tarihte yaşamış en başarılı türlerdendir.

Sığır beslemede en etkili yöntemlerden biride yavruları annelerinin yanında tutmak ama çok fazla süt emmelerini engellemektir. Bunu yapmanın en basit yolu yavrunun süt emmeye başlamasına izin verip süt gelince yavruyu çekmektir. Ancak Bu yöntem yavrudan ve anneden tepki görür. Bazı çoban kabileleri yavruyu kesip etini yer, derisini doldururdu. İçi doldurulmuş yavru derisi anneye gösterilerek süt üretimi arttırılırdı

İnsanlara ilk olarak 2,5 milyon yıl önce Doğu Afrika'da, rastlandı iki milyon yıl önce, erkek ve kadınların bazıları anayurtlarını terkederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asyaya göç etti Kuzey Avrupa'nın karlı ormanlarında Endonezya'nın nemli cangıllarında hayatta kaldılar geliştiler pek çok insan anayurtlarını terkederek Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya'nın çeşitli yerlerine göç etti pek çok farklı ırk ortaya çıktı bilim insanları bunlara şatafatlı ve Latince isim koydular.

Avrupa ve Batı Asya'daki insanlara Neandertaller" olarak adlandırıldı Neandertal Vadisi İnsanı denildi Neandertaller Sapiens insanlarından güçlü ve kaslıydı Buzul Çağının Batı Avrasyasına uyumluydular. Asya'nın doğu bölgeleri "Dik adamlarca mesken tutulmuştu. Bu tür, insanlar iki milyon yıla yakın bir süre hayatta kalıp en dirençli insan türü oldular Bu rekorun kırılması oldukça zordur insanın bin yıl sonra ortalarda olacağı şüphelidir,

Endonezya'daki Java adasında "Solo Vadisi İnsanları yaşamaktaydı. tropik yaşama uyumluydular Endonezya adası Flores'te arkaik insanlar cüceleşme süreci geçirdi. İnsanlar Flores'e ilk defa deniz seviyesi düşükken geldiler; adaya anakaradan kolayca ulaştılar Denizler yükseldiğinde, insanlar kaynakları kıt adalarda mahsur kaldılar. yiyeceğe ihtiyacı olan büyük insanlar ilk önce öldü küçük yapılılar çok daha iyi hayatta kaldılar Flores insanları cüceleşme sonucu ancak bir metre boya ulaşıp 25 kilogramdan ağır olmadılar taştan aletler yapıp adadaki filleri avladılar filler de cüce bir türdü 2010'da, bilim insanları Sibirya'daki Denisova mağarasını kazarken fosilleşmiş bir parmak kemiği keşfetti Genetik parmağın bilinmeyen bir insana ait olduğunu kanıtladı ve bu türe de Homo denisova adı verildi. Kim bilir kaç tane kayıp akrabamız diğer mağaralarda, adalarda ve iklimlerde keşfedilmeyi bekliyor.

insanlar Avrupa ve Asya'da geçilişirken. Doğu Afrika'daki değişim durmadı. İnsanlığın beşiği "Rudolf Gölü Çalışkan ve "Zeki İnsanlara ev sahipliği yaptı bazı insan ırkları dev gibiyken bazıları cüceydi. Bazıları korkutucu avcılarken bazıları zararsız bitki toplayıcılardı. Bazıları tek bir adada yaşarken pek çoğu kıtaları aştı Hepsi insandı. kardeşlerimiz Afrika ve asya
Hepside insanlar.

İnsan türleri erectusdan Neandertallere Neandertallerden de bugünkü ırklara doğru gelişti dünyada belirli bir anda sadece tek bir insan ırkı yoktur 2 milyon yıl önceden 10 bin yıl öncesine kadar dünyada anda pek çok insan yaşamıştır Bugün dünyada pek çok tilki, ayı ve canlı türü vardır 100 bin yıl önceki dünya en az altı değişik insan ırkına ev sahipliği yapmıştır

Pek çok farklılığa rağmen insan türleri belirleyici özellikleri vardır insanların diğer hayvanlara kıyasla olağanüstü büyük beyinleri vardır. 60 kilogram ağırlığındaki memelilerin ortalama beyin hacmi 200 cm küptür erkek ve kadının, 2,5 milyon yıl önce beyinleri yaklaşık 600 cm küptü. Modern insanın ortalama beyniyse 1.200-1.400 cm küptür, Neandertal beyni ise daha büyüktür zekamızdan o kadar eminiz ki, beyin kapasitesinin fazlasının iyi olacağını varsayıyoruz. öyle olsaydı, kedi ailesi hesap yapabilen kediler üretirdi.

büyük bir beyin vücutta yük demektir. Taşıması zordur, büyük bir kafatasının içindeyken. Enerji sağlamak daha zordur. İnsanın beyini vücut ağırlığının yalnızca yüzde 2 ila 3'ünü oluşturur, dinlenme halinde vücudun tükettiği enerjinin yüzde 25'ini harcar maymunlarda beyin dinlenme anında enerjinin sadece yüzde 8'ini kullanır. Arkaik dönemi insanları geniş beyinlerinin bedelini iki şekilde ödedi. gıda ararken çok zaman harcadılar. kasları köreldi. Savunmadan eğitime para aktaran bir yönetim gibi, insanlar nöronlara enerji aktardılar. Bunun hayatta kalmak için iyi bir strateji olduğu şüphelidir. Bir şempanze insana karşı kazanamaz, fakat maymun insanı oyuncak bebek gibi parçalayabilir.

beyinlerimiz çok işe yarıyor, çok hızlı hareket sağlıyor arabalar ve silahlar üretiyoruz. İki milyon yıldan uzun bir sürede insanın sinir ağları olağanüstü büyüdü çakmaktaşından bıçak ve sivri sopalar iki milyon yıl boyunca insan beyni sürekli gelişti bugün en üstün teknolojik aletleri beynimiz ile yapıyoruz İnsana mahsus bir özellik de iki ayak üstünde dik yürümesidir. Ayaktayken av hayvanları veya düşmana karşı etrafı taramak kolaydır kollar, taş atmak veya işaret etmek gibi işlerde kullanılır Eller daha fazla şey yaptıkça ellerin sahipleri de başarılı hâle geldiler, avuçlar parmaklar sinir ağı ve kaslar gelişti Bugün insanlar elleriyle çok ince işleri yapar çok karmaşık aletler üretir ilk Alet 2,5 milyon yıl öncesine aittir ve alet üretimi ve kullanımı, arkeologların insan tanımalarındaki temel ölçülerdir.

iki ayak üstünde yürümenin dezavantajları da vardır.İlkel atalarımızın iskeletleri için Dik pozisyona geçmek zorluktu iskeletin çok geniş bir kafayı desteklemesi gerektiğinde. İnsanlık görüş açısının ve becerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmalarıyla ödedi.Kadınlar için Dik bir duruş dar kalçalar demekti ve bu doğum kanalını daraltıyordu,
bebeklerin beyni giderek büyüyordu. Doğumda ölüm, dişide ciddi bir sorun oldu Bebeklerin kafası ve beyni küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldı ve daha çok çocuk sahibi oldu bu erken doğumlara hayatta kaldılar Bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyebilir, bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek ararken onu yalnız bırakabilir. İnsan bebekleri yıllar boyunca yardım, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır komşulardan yardım isterler insanı büyütmek için bütün aileye ihtiyaç vardır. güçlü sosyal bağlar kurulabilir nsanlar az gelişmiş olarak doğduklarında eğitilebilir sosyal ilişki kurabilir Pek çok memeli, anne karnından fırından çıkan toprak kap gibi çıkar, onları şekillendirmeye çalışmak onlara zarar verir. İnsanlar anne karnından bir ocaktan çıkan erimiş bir cam gibi çıkar ve şekillendirilebilir bugün çocuklarımızı Müslüman kapitalist sosyalist, savaşçı veya barışçıl olarak eğitebiliyoruz.


Büyük bir beyin, alet kullanımı, üstün öğrenme becerisinde çok önemlidir insan beyniyle dünyanın en güçlü canlısı olabilir insanlar tüm yaratılış avantajlarına milyonlarca yıl önceden sahiptir bir milyon yıl önce yaşayan insanlar, büyük beyinlerine ve sivri taşlara rağmen avcı hayvanlardan korkup nadiren büyük hayvanlar avlayarak yaşadılar hayatta kalmaları bitki toplayarak, küçük hayvanları avlayarak ve güçlü hayvanların yiyerek mümkün oldu

İlk taş aletlerin en önemli kullanımı kemikleri kırarak kemik iliğini almaktı. bu insanların ilk orijinal buluşuydu Ağaçkakanlar ağaç gövdelerinden böcekleri almakta uzmanlaştığı gibi ilk insanlar da kemik iliği çıkarmakta ustalaşdı. Bir aslan sürüsünün bir zürafaya saldırıp onu yediğini düşünürsek Onlar işini bitirene kadar sabırla bekleriz. Ama sırtlan ve çakallar bunları yerken saldırmaya cesaret edemeyiz

tarihimiz ve psikolojimiz çok önemlidir. İnsan cinsinin besin zincirindeki yeri çok yakın bir zamana kadar ortalardaydı. Milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanlar avladılar, ne buldularsa onu yediler ve büyük avcılar tarafından avlandılar 400 bin yıl önce insan türleri büyük av hayvanlarını avladı ve yüz bin yıl önce insan
besin zincirinde yukarı çıkdı. Ortadan yukarıya atılan bu büyük adımın çok önemli sonuçları oldu. aslan ve köpekbalığı gibi hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yükselmiştir ekosistemin kontrol ve denge mekanizması aslan ve köpekbalıklarının terör estirmelerini engelledi Aslanlar ölümcül oldukça ceylanlar hızlı koşmaya, sırtlanlar iyi işbirliği yapmaya, gergedanlar saldırganlaşdı. insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistemin olamadı, insanlar değişime ayak uyduramadı. Gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem canlılar; milyonlarca yıl süren hâkimiyetlerinde kendilerine olağanüstü güveniyorlar. İnsan ise adeta bir diktatör gibi. korku ve endişelerle doluyuz, ve bu da bizi zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan felaketlere pek çok kötülük, insandan kaynaklanıyor
800 bin yıl önce ateşin keşfiyle insan türleri güvenilir bir ışık ve ısı kaynağına ve aslanlara karşı ölümcül bir silaha kavuştular Kısa sürede insanlar komşularına karşı ateşi kullandılar Ateş dikkatli kullanılırsa bitki örtülerini av hayvanlarıyla dolu harika bir çayıra çevirebilir. ateş söndükten sonra, Taş devri insanları tüten kalıntılarda gezerek hayvanları, kabuklu yemişleri ve kökleri topladılar

ateşin en önemli katkısı pişirmektir İnsanların sindiremedikleri —buğday, pirinç ve patates gibi— yiyecekleri ısıtıp yemesine imkan sağladı Ateş insanlarla hayvanlar arasındaki büyük farkın oluşmasını sağladı tüm hayvanların gücü vücuda bağlıdır: kas gücü, diş boyutu, kanat genişliği sayesinde Rüzgar ve akıntıdan yararlanabilirler ancak doğayı kontrol edemezler ve fiziksel güçleri sınırlıdır kartallar, sıcak hava akımlarını anlayınca dev kanatlarını açar ve sıcak havanın kendilerini yukarı kaldırmasını sağlar Ancak sıcak hava akımlarının yerini değiştiremezler ve azami taşıma kapasiteleri kanat açıklığıyla orantılıdır.

İnsanlar ateşi kullanınca güce kavuşdular. Kartalların aksine insanlar ateşi ne zaman ve nerede yakacağına karar verip ateşi çok farklı amaçlarda kullandılar. En önemlisi ateşin gücüyle Tek bir insan birkaç saat içinde koca bir ormanı yakabiliyordu. Ateşin kontrolü tüm olacakların habercisiydi.
Kardeşlerimiz olan insanlar 150 bin yıl önce, insanlar ateşin faydalarına rağmen güçsüz ve önemsiz canlılardı ateşi bulan insan aslanları korkuttu, soğuk gecelerde kendilerini ısıttı ve ormanları yaktı tüm türler düşünülürse, milyonlarca insan, ekolojik sistemde küçük bir noktadır

Kendi türümüz olan sapiensler yani insan milyonlarca yıl önce dünyada mevcuttu, Afrikada kendi işiyle meşguldü. bilim insanları 150 bin yıl önce Doğu Afrikada tıpkı bizim gibi görünen insanlar olduğuna inanıyorlar. Bugün bile bir patologlar fark bulamaz. Ateş sayesinde atalarından küçük çeneleri ve dişleri vardı beyinleri bizimki gibi çok büyüktü

Bilim insanları 70 bin yıl önce Doğu Afrika kökenli insanların Arap yarımadasına yayıldıklarını ve oradan tüm Avrasya'ya dağıldıklarına inanıyorlar. İnsan Arabistan'a vardığında Avrasya'nın çoğu insanlarca tutulmuştu. Afrikalı göçmenler dünyaya yayıldıkça insanlara karışıp bugünkü insanlar ortaya çıktı insan Sapiens Ortadoğu ve Avrupa'ya ulaştığında Neandertallerle karşılaştı. Bu insanlar Sapiens'ten kaslıydı, beyinleri daha büyüktü ve soğuk iklimlere daha iyi adapte olmuştu aletleri vardı ateşi kullanabiliyorlar ve iyi avcılardı hasta ve yaşlılarına bakıyorlardı uzun yıllar ciddi fiziksel engellerle yaşayıp akrabalarına baktılar Neandertaller genellikle kaba saba ve aptal "mağara insanları" olarak karikatürize edilir


Irk Karışımı Teorisi'ne göre, Sapiens Neandertal topraklarına yayılınca, iki insan birleşip birbirleriyle karıştılar. Avrasyalılar saf Sapiens değil Sapiens ve Neandertallerin karışımıdır. Doğu Asya'ya ulaşan Sapiens'te oradaki yerli Erectus'la karışmıştır, Çinliler ve Koreliler Sapiens'le Erectus'un karışımıdır. Yerine Geçme Teorisi" başka bir kurgu anlatır: uyumsuzluk, tepki ve soykırım Sapiens ve insanların farklı anatomileri vardı çiftleşme alışkanlıkları ve vücut kokuları farklıydı, birbirlerine cinsel ilgi düşüktü. Neandertal Romeo ile Sapiens Jülyet âşık olsalar bile çocuk yapamazlardı, iki tür arasındaki genetik uçurum büyüktü. iki tür birbirlerinden ayrışmıştı Neandertaller ölünce veya öldürülünce, genleri de yok oldu Sapiens diğer türlerle karışmadan onların yerine geçti. günümüzdeki insanların tamamının soyu 70 bin yıl önce Güney Afrika'ya kadar götürülebilir. İnsan soyu Sapienslere dayanır Yerine Geçme teorisine göre yaşayan tüm insanlar aynı genetiğe sahiptir
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-26-2018, 06:37   #118
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak tüfek mikrop ve çelik kitabı

Dünyamız gün geçtikçe gelişiyor bundan 13.000 yıl önce Buzul Çağı’nda dünyanın bazı bölgelerinde metal aletlere sahip okur yazar sanayi toplumları vardı, başka bölgelerde ise okuryazar olmayan, çiftçilikle uğraşan toplumlar diğer bölgelerdeyse taş aletler kullan anavcılık yaparak ve yaban yiyecekler toplayan toplumlar vardı. tarihsel eşitsizlikleri bugün dünyada da gözlemliyoruz metal aletleri olan okur yazarlar öteki toplumlarda üstünlük kurdu farklılıklar dünya tarihinin en temel olgusudur bu farklılıklarla ilgili düşündürücü soru şudur 1972 yılında tropik bir ada olan Yeni Gine'de O günlerde, Papua Yeni Gine, BM kararınca Avustralya yönetimi altındaydı bağımsızlık rüzgarları esmeye başlamıştı. yerli halk kendi kendilerini yönetmeye hazırlanıyordu on binlerce yıl önce Yeni Gine halkı afrikayı kendilerine yurt edinmişti ve bundan 200 yıl öncede beyaz Avrupalılar Yeni Gine'yi sömürgeleştirdiler

Yeni Gineliler ilkel aletler kullanırken Avrupa'da binlerce yıl önce metalden ve taştan yapılmış aletleri kullanıyordu merkezi bir gücün çevresinde örgütlenmeyen yeni gine halkı köylerde yaşıyordu Beyazlar buraya merkezi yönetimi getirdiler, çelik balta kibrit, ilaç ve giyim kuşam, malları getirdi Yeni Gineliler malların değerini anladı. Beyaz sömürgeciler Yeni Ginelilere “ilkel” diyerek küçümsediler Yeni Gineliler beyazlara -1972'de “efendi” diyordu- en işe yaramaz beyaz Yeni Ginelilerden daha iyi hayat yaşıyordu. Yeni Gineliler en az Avrupalılar kadar zekidir.

Yeni Ginelinin hayatıyla Avrupalının ya da Amerikalının hayatı arasında büyük farklılıklar var. büyük farklılıkların gerisinde önemli nedenler yatıyor bugün Avrasya Avrupa ve Doğu Asya ile Kuzey Amerika halkarı zenginlik ve güç bakımından dünyaya egemen olmuştur. Afrikayı egemenlik altına almışlardır bugün bazı halklar Avrupa'nın sömürgesi olmaktan kurtulmuş ama zenginlik ve güç bakımından çok gerilerde kalmıştır ne yazıkki Avustralya Kuzey, Orta ve Güney Amerika Güney Afrika'nın yerli halkları kendi topraklarının efendisi bile değiller, Avrupalı sömürgecilerce katledildiler, boyunduruk altına alındılar yok edildiler.

Peki neden bugün eşitsizlikler var ve Neden Avrupa ve Asya halkları zenginlik ve güç sahibi de başkaları değil? neden Amerika, Afrika ve Avustralya yerlileri gidip Avrupalıları ve Asyalıları öldüremedi, egemenliklerine alamadı, onların köklerini kazıyamadı?
MS 1500 yılında Avrupalı sömürgeciler dünyaya yayılırken farklı kıtalardaki halklar teknoloji ve siyasal örgütlenme bakımından farklılık gösteriyordu. Avrupa'da, Asya'da, Kuzey Afrikada metal aletler kullanan devletler ve imparatorluklar vardı sanayileşme başlamıştı Amerika'nın yerli halkları Aztek ve İnkalar taştan yapılma aletlerle imparatorluk yönetiyordu. Afrika'da Sahra'nın güneyinde demir aletler kullanan küçük devletler şefliklere bölünmüştü. çiftçilikle uğraşan kabileler ya da taştan aletler kullanan avcı/yiyecek toplayıcı insan gurup ve kabile halinde yaşıyorlardı Avustralya ve Yeni Gine halkları Büyük Okyanus adalarının ve Kuzey, Orta ve Güney Amerika kıtalarında, Sahra'nın güneyindeyse küçük halklar vardı. MS 1500 yılındaki teknolojik ve siyasal farklar çağdaş dünyadaki eşitsizliğin en nedenidir. Peki dünya 1500 yılına nasıl geldi?

Buzul Çağı'nın sonunda, yani MÖ 11.000 yılına kadar bütün kıtalar ve halklar avcılık ve yiyecek toplamakla geçiniyordu. MS 1500 yılındaki teknolojik ve siyasal faklılık nedeni MÖ 11.000 yılıyla MS 1500 yılında anakaradaki farklı halkların farklı hızda gelişmesidir Avustralya ve Amerika yerlileri avcı/yiyecek toplayıcı olarak kalırken, Avrasya Amerikabve Sahra'nın güneyindeki halklar tarım, hayvancılık, teknolojis siyasal örgütlenme ile uğraşmıştır Avrasya ve Amerika'n halkları yazıyı bulmuşlardır Güney Amerika And Dağları'nda bronz aletlerin üretimi 1500 yılından önceki yüzyıllarda başlarken Avrasyada 4000 yıl önce başlamıştır Tasmanya Avrupalı kâşiflerce MS 1642 de keşfedilmiştir o zamanki taş teknolojisi, Yukarı Avrupa'nın on binlerce yıl önce Yontma Taş Çağı'ndaki teknolojisinden daha basitti.

çağdaş dünyadaki eşitsizlikle lgili şöyle sorabiliriz: insanlar neden farklı kıtalarda farklı hızda gelişti? Tarihin seyrini oluşturan bu hız farklılıklarıdır Çağdaş dünyayı fetihler, salgın hastalıklar ve soykırımlar biçimlendirmiş şey halkların ilişkisi ve farklılıkları yüzyıllar geçmesine rağmen sona ermemiştir Afrika bugün sömürge ile boğuşuyor. başka bölgelerde iç karışıklıklar gerilla savaşları sürüyor, yerli nüfuslar ülkelerini ele geçirenlerle savaşıyor Orta Amerika Meksika Peru Yeni Kaledonya Sovyetler Endonezya bazı bölgelerinde. Yerli nüfus Hawaii'nin, Avustralya'nın, Sibirya'nın yerli halkı, Amerika Kanada Brezilya, Arjantin ve Şili'de ki yerliler soykırımlar ve hastalıklarla sayıca azaldılar istilacıların torunları onlarınkini kat kat aştı. iç savaşa kalkışamayacak olsalarda hakları için bilinçleniyorlar Halklar arasındaki farklılıkların ekonomik ve siyasal ve dilsel yansımaları var

dünyada yaşayan 6000 dilden çoğu yok olma, yerini İngilizce, Çince ve Rusçaya bırakma tehlikesiyle karşı karşıya. Çağdaş dünyadaki sorunların kökeninde farklılıklar yatıyor. psikologlar katillerin ve tecavüzcülerin ruhlarını anlamaya tarihçiler soykırımları anlamaya, doktorlar hastalığı anlamaya çalışır araştırmacıların amacı cinayeti, tecavüzü, soykırımı, hastalığı haklı göstermek değil Tam tersine sebepleri ve nedenleri ortadan kaldırmak istemeleridir

Avrupa merkezli bir tarihe takılıp kalmak son birkaç yüzyılın geçici bir olgusudur bugün Japonya'nın, Güneydoğu Asya'nın üstünlüğü geride kalmak üzere Uygarlık" ve "uygarlığın doğuşu" gibi sözlerden, uygarlık iyi bir şeymiş anlamı avcı/yiyecek toplayıcıları mutsuzmuş, 13.000 yıldır tarihin gelişimi insana büyük katkıda bulunmuş, anlamı çıkıyor sanayileşmiş toplumlarda avcı/yiyecek toplayıcı kabilelerden “daha iyi” olduğu, ya da avcı/yiyecek toplayıcı toplumlara özgü hayat tarzını bırakıp demire dayalı devlet olma aşamasına geçmenin “gelişme"yi temsil ettiği, insan mutluluğuna katkıda bulundu Amerika kentleriyle Yeni Gine köyleri arasında uygarlığın nimetleri hem var hem yok avcı/yiyecek toplayıcı toplumların üyeleriyle karşılaştırıldığında günümüz sanayi ülkelerin daha iyi sağlık hizmeti alıyor cinayetten ölme tehlikesi daha az, daha uzun yaşama şansları var ama eş-dost ve büyük aile dayanışmasından çok az yararlanıyorlar. İnsan topluluklarındaki coğrafi farklılıklarda belirli bir insan topluluğunu çıkarmak yerine tarihte ne olup bittiği anlaşılmalıdır

halklar arasında biyolojik farklar vardır MS 1500 lerde Avrupalı kâşifler, dünyadaki teknoloji ve siyasal örgütlenme bakımından büyük farklılıklar vardır, bunun farkına varan sömürgecilerin yerli halkları yurtlarından kovması, en uygununun
ayatta kalması ilkesinin örneğiydi. genetik biliminin doğuşuyla açıklamalar genetik terimleriyle yeniden dile getirildi. Genetik olarak Avrupalıların Afrikalılardan Avustralya yerlilerinden zeki oldukları kabul edildi.
Bugün Batıda ırkçılığa karşı olduklarını dile getiren kesimler var. Ama pek çok Batılı ırkçı açıklamaları kabuletmeyi sürdürüyor. Japonya'da ve pek çok ülkede bu tür açıklamalar özür dilemeden ileri sürülüyor. eğitimli beyaz Amerikalılar, Avrupalılar ve Avustralyalılar, Avustralya yerlilerinin ilkel olduğu düşüncesindeler. beyazlardan farklı görünüyorlar. Avrupa sömürgeciliğinde hayatta kalmış yerlilerin bugün yaşayan torunları beyaz Avustralya toplumunda ekonomik açıdan başarılı olmakta güçlük çekiyor.

Avustralya'ya gelen beyaz göçmenler okuryazar, sanayileşmiş, siyasal merkezi demokratik, metal alet kullanan, yiyecek üreten bir toplum kurdular; bütün bunları topu topu bir yüzyılda başardılar, yerli halk 20.000 yıldır metal kullanmadan avcı/yiyecek toplayıcı kabileler halinde yaşıyordu.
İnsan toplulukları gelişirken iki çevre koşulları aynıydı, tek değişiklik çevredeki halktaydı. Avustralya'nın yerli halkıyla Avrupa toplumlarındaki farkın, halkların kendilerindeki farktan kaynaklanıyordu

ırkçı açıklamalara karşı çıkıyorsak bunları yalnızca iğrenç bulduğumuzdan ve yanlış olduklarındandır. insanlar arasındaki teknolojik farklılıklarla paralellik gösteren zekâ farklılıkları çağımızda "Yontma Taş Çağı'nı' yaşayan halklar sanayileşmiş halklardan zekâ bakımından daha ileri. Avustralya ve Yeni Gine yerlileri gibi-teknolojik açıdan ilkel halklar, kendilerine fırsat tanındığında sanayi teknolojilerini çok iyi öğreniyorlar.
psikologlar farklı coğrafyadan gelen ama aynı ülkede yaşayan halklar arasındaki zekâ farklılıklarını ortaya koymak için çok çaba harcadılar. Özellikle beyaz Amerikalı psikolog Afrika kökenli Amerikan zencilerinin Avrupa kökenli beyaz Amerikalılara göre zekâca doğuştan geri olduğunu yıllardır göstermeye çalışıyor.


birbiriyle karşılaştırılan halklarda çevre ve eğitim bakımından büyük farklılık var. yetişkin insanlar olarak bilişsel yeteneğimiz çocuklukta yaşadığımız çevreden etkileniyor öncedenvar olan genetik farkları saptamak güçleşiyor. İkincisi, bilişsel yeteneğimizi ölçen testler yani zekâ testleri kültürü ölçer, Çocukluktaki çevreden öğrenilmiş bilgilerin zekâ testi sonuçları üzerinde tartışmasız etkileri var, psikologlar tüm çabalarına karşın beyaz olmayan halkların zekâlarındaki genetik bozukluğu saptayamamıştır.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-26-2018, 13:16   #119
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak carl sagan kozmos

Dünyamızı engin bir okyanusa benzetirsek Her kuşağa düşen okyanustaki adaya toprak katarak büyütmektir. Kainat OLMUŞ VEYA OLAN YA DA OLACAK HER ŞEYDİR. Kozmos düzen içinde ki evren anlamında Yunanca bir sözcüktür düzendir karmaşa ve Kaos’un karşıtıdır. Evreni oluşturan canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle uyumunu içerir karmaşık ama gizemli bir incelikle işlenmiş bağlara karşı hayranlık ifade eder

Evreni düşünmek heyecan verir. İnsanın sesini soluğunu kesen ürperti veren, başdöndürücü bir duygudur tüm sırları yaratan en büyüğümüz Rabbimiz evreni yaratmıştır evrendeki mekân ve zamanı aklınızla anlayamayız yaşadığımız yerküre, başsız ve sonsuz bir enginlikte kaybolan minicik bir gezegendir. insan soyu her dem genç, her dem merak küpü ve her dem cesur, ve umut vericidir. Son iki bin yıllık dönemde evren ve kainat konusunda çok şaşırtıcı ve beklenmedik buluşlara ulaşıldı Bu buluşlar insanı heyecanlandırıyor. insanın gelişimi sonucu meraklı insanoğlu öğrenmenin, anlamanın insana sevinç verdiğini ve bilginin hayatta kalmanın önkoşulu olduğunu biliyor geleceğimiz kainatın her zerreciğini ne denli iyi bileceğimize bağlı

Bütün buluşlar keşifler, kuşku ve hayal gücüyle gerçekleştirilmiştir. Hayal gücü bizleri bilinmez diyarlara götürür o olmadan hiçbir yere ulaşamayız. Kuşku düşle gerçek arasındaki farkı bulmamızı sağlar Kainatın zenginlikleri sınırsızdır. Her zerresi ayrı bir hayranlık uyandırır dünyanın her parçası olağanüstü güzelliktedir parçalar arasındaki her bağlantı, sınırsız bir zenginlik kaynağıdır Yerküremizin yüzeyi, okyanus ve kıyıları oluşturur. Evren sınırsızdır biz ise sadece küçük bir kıyısında dolaşmaktayız evren denizinde sadece ayak parmaklarımızı ıslatabilmekteyiz...

Dünyada uzunluk ölçüsü olarak kullanılar metre ya da kilometre Kainatı ölçemez evren çok büyüktür ve kilometreler anlamsız kalır. Evrenin ölçüsü ışık hızıdır. Işık, saniyede 300.000 kilometre hızla ilerler. yerküremizin çevresini saniyede yedi kez dolanır bu. Işık sekiz dakikada Güneş’ten dünyaya ulaşır. Yani yerküremizin Güneş’ten sekiz ışık dakikası uzaklıkta olduğunu söyleyebiliriz. Bir yılda ışık uzayda on trilyon kilometre kateder. Işığın bir yılda aldığı mesafeye ışık yılı denir. Işık yılıyla zaman değil, uzaklık ölçülür.

Yerküremiz Kainattta tek yer değildir kuşkusuz. Kainat sınırsızdır gezegen yıldız ve galaksiler kainatın sadece zerreleridir, Kainatın en önemli özelliği engin, soğuk ve her yeri kaplayan sonsuz uzaydır. Galaksilerdeki sonsuz uzay gecesi garip ve ıssızdır ancak uzay ve kainattaki gezegen yıldız ve galaksiler eşsiz bir güzellik oluştururlar evrende dünya yüce yaratıcının eseridir ve her zerresi eşsiz kıymettedir
Galaksilerare bakabilirsek, uzay dalgaları üzerine yayılmış köpük gibi hafif ışıltılı şekiller görürüz. Bunlar galaksilerdir bazıları tek başına, bazıları küme küme engin kainatın karanlığına dolaşırlar. Biz Yerküremizden sekiz milyar ışık yılı uzakta bulutsu yıldızlar (nebulalar) yöryöresindeyiz burası evrenin en uç bölümünden biri

Evren gazdan, tozdan, yıldızlardan oluşur, milyarlar ve milyarlarca yıldız güneş işlevi görüyor olabilir galakside yıldızlar ve dünyalar vardır. Belki de canlı varlıklar, akıllı canlılar ve uzay uygarlıkları evren her biri eşsiz güzellikte bir koleksiyonu anımsatır, deniz kabukları mercanlar Ölçülemeyecek kadar uzun zaman dilimleri içinde doğanın ve kainatın ürünleridir bunlar Yüz milyar kadar galaksi, ve yüz milyar yıldız vardır galaksilerde, yıldız ve gezegenler olabilir Bu akıl almaz sayılar karşısında, neden tek bir yıldız, yani Güneş insanların yaşadığı bir gezegene yaşam veriyor

Kainatta evrende uzayda diğer gezegenlerde hayat olması güçlü bir olasılıktır. Ama biz insanlar bilemiyoruz. Sekiz milyar ışık yılı uzaklıktan, Samanyolu’nun içindeki kümeyi bile zor bulabiliriz, Güneş’i ya da yerküreyi akılla anlamak imkansızdır şu an için Üzerinde insan yaşadığından emin olduğumuz tek gezegen, yerküremız kayalar ve madenlerden oluşmuş minnacık küredir: Dünyamız. Güneş ışığının yansımasıyla hafif parlar yerküre uzayda kayıp bir cisimdir
dünyamızdan yola çıkarsak Galaksiler Kümesi» iki milyon ışık yılı ötededir ve yirmi ana galaksiden oluşur. dağınık ve karanlık bir kümedir. Bu galaksilerden biri, yeryüzünden görülen Andromeda galaksisindeki yıldızlardan, gazdan ve tozdan oluşmuş kocaman fırıldaktır; kendisine bağlı iki uydusu bulunur.

Dünyamız 250 milyon yılda bir döner Yuvamız olan yerkürede galaksinin kıyılarına doğru gelirsek karanlık bir bölgeye gireriz. aydınlanmış yıldızlardan, sabun köpüğü görünümünde olmasına karşın, içine 10.000 Güneş ya da bir trilyon yerküre sığacak büyüklükte olanları vardır. bazıları ise ufaktır Bazı yıldızlar, örneğin, Güneş tek başınadır. Diğerleri kalabalıktır yıldız sistemleri çifttir ve iki yıldız birbirinin yörüngesinde dolaşır. yıldız kümelerinde, üçlü sistemler yada birkaç düzine ve binlerce yıldızın yer aldığı gruplar vardır. Yıldızların kümeler oluşturduğu bölgeleri güneş aydınlatır. çift yıldızlar, birbirlerinin yakınından geçerler aralarındaki mesafe toza boğulur. Çoğunun birbirinden uzaklığı Jüpiter’in Güneş’ten uzaklığına eşittir. Bazı genç yıldızlar süpernovalar bağlı bulundukları galaksi kadar parlaktır; «kara delikler» ise birkaç kilometre uzaktan bile görülemezler. Bazıları parıltılıdır, bazıları yanıp söner ya da göz kırpıştırırcasına parıldar. Kimisi çok edalı döner durur; kimisi de öylesine çılgınca döner ki, kutupları yamyassı gibi görünür. Yıldızların gözle görülen kızılötesi ışık çıkarırlar; bazıları parlak X ışınları ya da radyo dalgaları kaynağıdır Mavi yıldızlar genç ve kızgındır sarı yıldızlar orta yaşlıdırlar çoğu bu sınıftadır kırmızı yıldızlar yaşlı ve ölgündür küçük beyaz ya da siyah yıldızlar ölümün eşiğindedirler.

Samanyolu’nda karmaşık ama uyumlu her türden 400 milyar yıldız yer alır. Gezegende insanların yakından bilebildikleri sadece birkaç yıldız vardır
Her yıldız sistemi, uzayda ötekilerden nice ışık yılı uzaklıktadır Kendi gezegen ve güneşden başka bir şeyin varlığından habersiziz yalnızca bunlara ait bilgi edinmeye çalışıyoruz kainatı aklımızla düşünemiyoruz Yıldızlardan bazıları, donmuş milyonlarca cansız ve taşlaşmış dünyacıklarla, gezegen, sistemleriyle çevrilidir. yıldızların bizimkine benzer bir gezegen sistemi vardır dış sınır çizgisinde, gazların büyük halkalar oluşturduğu gezegenler buzlu aylar, merkeze yakında küçük, sıcak, mavimsi beyazlıkta bulutlarla kaplı dünyalar bulunabilir. Bunların bazılarında, insana benzer akıllı yaratıklar gelişip gezegenlerinin yüzeyini büyük yapılarla kaplamış olabilirler.

Kainatta başka canlılar akıllı yaratıklar varmıdır Bizlerden değişik yapıya mı sahiptirler? Şekilleri nasıldır kimyasal, biyolojik yapılan nedir? Tarihleri
politikaları, bilimleri, sanatları, müzikleri, dinleri, felsefeleri nedir? Günün birinde belki bilebileceğiz.
yerküremizden bir ışık yılı uzaklıktaki Güneş’imizi buz, kaya ve moleküllerden oluşmuş buz yığını çevreler. kocaman buz yumakları yığını küre biçimindedir, bunlar kuyruklu yıldızların kaynağı çekirdeklerdir. yıldızlar çekim gücü aracılığıyla bunlardan birini güneş sistemine iter. Güneş’in ısıtmasıyla buz buharlaşır ve güzel bir kuyruklu yıldız kuyruğu oluşur.

gezegenler büyükçe dünyalardır Bunlar çekim gücüyle dairesel yörüngeler çizerler ve Güneş tarafından ısıtılırlar. Platon metanlı buzla örtülüdür ve eşiğinde kocaman Charon Ay’ı vardır. Çok uzağındaki Güneş’in aydınlattığı Platon gezegeni, simsiyah göklerde küçücük bir ışık noktasıdır. Gaz dolu dev dünyalar olan Neptün, Uranüs, Satürn ve Jüpiter’i çevreleyen buzlu Ay’lar vardır Satürn, güneş sisteminin elmas parçasıdır. Gazlı gezegenlerle yörüngelerinde dolaşan aysberglerin oluşturduğu bölgenin içerleri iç güneş sistemini oluşturur. Burada kıpkırmızı Mars gezegeni vardır. Yükselen volkanların, kocaman vadi yarıklarının, gezegeni baştan başa yarıkların gezegeni baştan başa kasıp kavuran kum fırtınalarının saptandığı gezegende hayat şekilleri de bulunabilir. Her gezegen Güneş’in yörüngesinde dolanır Bize en yakın olan bu yıldız, hidrojen ve helyum ateşinde termonükleer tepkilerle tüm sisteme ışık yağdırır.

Kainatta dünyamız küçücük, «Dikkat kırılacak » denecek kadar çelimsiz ve mavi beyaz renklidir Kendilerini dev aynasında görenler bile, bu engin kainatta kaybolmuş bir noktacık gibidir yerküremiz Çok sayıda dünyalar arasında yalnızca bir tanedir
Ve yalnızca bizim için anlam taşıyor olabilir. Yerküre bizim yuvamız, bizim yaşam kaynağımız İnsan türü bu yerkürede yaratılmış kaderimiz belirlenmiş

Dünyaya hoşgeldiniz... Mavi renk nitrojenli göğünde, su okyanuslarında, serin ormanlarında ve meralarında cıvıl cıvıl hayat kaynayan yerküremize hoşgeldiniz. Kainatta çok güzel ve enderdir gezegenimiz. şimdilik tektir . Uzay ve zamanda yaptığımız yolculukta, evrenin kesinlikle canlıya dönüştüğü yer olarak şimdilik yalnızca Dünyayı gösterebiliriz. Başka dünyalar uzayda belkide vardır. O dünyalar için yapacağımız araştırmaları, bir milyon yıl boyunca türümüzün erkek ve kadınlarının çabalarıyla oluşturduğu bilgi birikimiyle dünyada başlatacağız. Zekâ pırıltısı insanların bilgiye ve bilime değer verilen bir dünyaya gelme mutluluğuna sahibiz yıldızdan oluşan Dünya adlı yerkürede yaşayan bizler, yuvamızın derinliklerine doğru keşif yolculuğuna çıkıyoruz.

Yerküremizin küçük bir dünya olduğunun anlaşılması, birçok önemli keşfin yapıldığı Ortadoğu’da aydınlığa kavuşmuştur. Bu keşif MÖ 3. yüzyıl olarak belirlenen zamanda, o dönemin en büyük metropolü Mısır’ın İskenderiye kentinde oldu. Eratos adlı birine. Çağdaşları arasından kıskanç biri, ona «Beta» lakabını takmıştı. Beta, Yunan alfabesinin ikinci harfidir. Eratos dünyada birinci değil ikinci kaldığı için ona bu lakabı verilmişti. Oysa her işte birinciydi. Astronomi bilgini, filozof ozan, tiyatrocu ve matematikçiydi.
Astronomik kitaplar Yazdı kitaplar ve Acı Çekmekten Kurtuluş Yolu adlı bir kitabı da bulunuyor. İskenderiye Kent Kitaplığının yöneticisiydi. papirüse yazılı kitaplardan birini okurken, Nil nehrindeki Syene adlı güney sınır karakolunda yere dikilen sopaların
21 Haziranda gölge yapmadıklarına ilişkin bir yazıya rastladı. Yaz günlerinin uzun olduğu gün dönümünde, saat öğlene yaklaştıkça, tapınak sütunlarının gölge boyları kısalıyordu öğlen vakti gölge kalmıyordu. O an Güneş’in derin bir kuyu dibindeki suya yansıdığı görülebilirdi Güneş o an tam tepedeydi.
Bu gözlem ihmale uğrayabilirdi. Sopalar, gölgeler, kuyudaki ışık Güneş’in konumunun ne önemi olabilirdi? Eratosun günlük olgular üzerinde durması dünya hakkındaki görüşleri değiştirdi. Eratos deneylerinde İskenderiye’de toprağa dikilen sopaların 21 Haziran günü Öğlene doğru gölge yapıp yapmadıklarını gözledi. Ve gölge yaptıklarını gördü. şu soruyu sordu: Nasıl oluyor da aynı gün aynı anda Syene’de dikilen bir sopa gölge yapmıyor da, kuzeydeki İskenderiye’de sopaların gölgesi oluyordu?

Eski Mısır’ı gözönüne getirin haritaya aynı uzunlukta iki sopa dikildiğini düşünün. Bunlardan biri İskenderiye, öbürü de Syende olsun. günün belirli anında her iki sopa da güneşte gölge yapmıyordu diyelim. Bundan yeryüzünün düz olduğu sonucu çıkardı. O takdirde, her bölgede güneş tam tepede olurdu. iki sopa eşit boyutlarda gölge yapsaydı, o takdirde yassı yeryüzündekilerin bile, bu engin kainat okyanusunda âdeta kaybolmuş bir noktacık gibi dururdu


40.000 kilometre yerküremizin çevre ölçüsüdür. Bunu mö mısırda Eratos adlı bilgin kullandığı araç yalnızca sopalar gözleri, ayakları ve beyniydi Eratos yerküremizin çevre ölçüsünü yüzde ikilik hata payıyla 2.200 yıl önce bulmuştur gezegenimizin çevre ölçüsünü sağlam bir temele dayanarak tam olarak ölçen ilk insandır. Mö Akdenizde denizciliğin geliştiği İskenderiye'de gezegenimizin en büyük limanıydı. Yeryüzünün çaplı bir küre olduğu bilinince, keşife çıkmak insan aklını kurcaladı yerkürede deniz yolculuğu ilginçti Mısır Firavunu Necho’nun emrindeki Finike filosu Afrika kıtasını dolaştı. küçük teknelerden oluşan yelkenli kayık filosu, Kızıldeniz’den hareketle Afrika’nın doğu kıyılarına Atlantik Okyanusuna açılmış ve Akdeniz’den geri gelmişti. Bu destansı yolculuk üç yıl sürdü. Voyager uzay aracının yeryüzünden Satürn’e gidişine eştir

Eratosun bu keşfinden sonra cesur ve serüvenci denizciler birçok uzun deniz seferine çıktılar. Tekneleri küçücük ve ilkeldi. Kaba pergel hesabı yaparlar, kıyı kıyı uzun mesafeler alırlardı. Geceleri göz kırpmadan yıldızları gözler ve okyanuslarda enlemleri saptarlardı. Varlığı belirlenen yıldız grupları keşfedilmemiş okyanusda güven verici oluyordu. Yıldızlar, keşif için yola çıkan insanlara dosttur yerküreyi çepeçevre denizden dolanarak keşfeden Macellan’a kadar bu işi başaran çıkmadı. İskenderiye’li bilginin yaptığı hesaba dayanarak hayatlarını tehlikeye atıp dünyayı keşfeden nice denizcinin kim bilir ne serüven öyküleri vardır

Mö mısırda uzayda:: görülen şekillerin benzeri yapılırdı. Yapılan kürelerle dünyayı keşfe çıkılırdı Akdeniz bölgesi dışındaki yerlerde yanlışlıklar göze çarpıyor. Akdenizden uzaklaşıldıkça hata payı büyümekteydi Bugün bile evrene ilişkin bilgilerimizde hatalarla karşılaşıyoruz. Birinci yüzyılda İskenderiyeli coğrafyacı Strabo şunları yazmıştı Yeryüzünü denizden dolanıp dönenlerde yolculuğu engelleyen bir kıtanın olduğunu söyleyen yoktur. denizin açık olduğunu, yolculuğa imkân verdiğini ama kararsızlıktan yola devam etmediklerini söylüyorlar... Eratos Atlas Okyanusunu büyüklüğü nedeniyle aşmak zor olmasa, İberya’dan Hindistan’a geçebileceğimizi belirtiyor... Ilıman bölgede insanların yaşadığı yerlere rastlayabiliriz... dünyanın her yöresinde insanlar yaşar ve hiç biri birbirine benzemez
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2018, 13:24   #120
Kullanıcı Adı
murataltug1985
Standart
Kaynak islam ve ihsan .com

İLKLERİ BULAN MÜSLÜMANLAR

Yıllar boyu batının yalanları ile övünenler tarihlerinden habersiz kaldılar. İlim ve bilim yolunda hep eziklik verilmeye fakat gerçekler farklı. İşte dünya çapında bilimsel ilkleri bulan Müslüman bilim adamlarımız Îmandan mahrum kişileri, cennete girmeleri gerektiğini söyleyecek kadar methetmek lüzumsuz ve boştur. Cenâb-ı Hak, râzı olmadığı tüm gayretler için buyurur: ki Çalışmıştır boşuna!”*(el-Ğâşiye, 3)


Cebir ilmi, sıfır ve rakamları Müslümanlar bulmuş ve Avrupa’ya Müslümanlar ulaştırmıştır. Ekvatorun uzunluğunu, Abbâsi Halîfesi Me’mûn (786-833) zamanında;*Ahmed bin Musa*ve kardeşleri, Sincan’da ve Kûfe’de yaptıkları ölçümler ve hesaplarla % 2,5’luk bir yanılma ile 39 bin kilometre olarak hesaplamışdır.
Matematikte*Hârizmî, kimyada Câbir bin Hayyân, mekanikte*Ebu’l-İzz el-Cezerî, astronomide Fergânî ve Battânî, tıpta İbn-i Sînâ gibi nice Müslüman dehâlar, ilim tarihinin mühim buluşlarına imza atmışlardır.

coğrafyanın ilim hâline gelmesini sağlayanlar Müslümanlardır. Dünyanın pek çok ülkesini köşe-bucak dolaşan*Evliyâ Çelebi*(1611-1682), 29 sene hiç durmadan bir kıtadan diğerine yolculuk eden*İbn-i Battuta (1304-1369)’nın seyahatleri tarih ve coğrafya hazinesidir. Kolomb* Amerika’nın varlığını Müslümanlardan, ve *İbn-i Rüşd’ün kitaplarından öğrenmiş Bîrûnî*(973-1048) asırlar önce Amerikadan söz etmiş,*Pîrî Reis*(1465-1554)*Kitâb-ı Bahriye* eserinde, Avrupa haritasını çizmiştir. Pîrî Reis’in dünya haritası, bugün tarih ilminin çözemediği hâdiselerdendir. Grönland Adası nı aslına uygun olarak üç parça hâlinde göstermiş bu, ancak insanoğlunun aya ayak basması ile tespit edilmiştir İdrisî*(1100-1166), günümüzden 800 sene önce, zamanımızın dünya haritasını çizmiştir.
Colomb, Macellan, Vespucci*gibi batılı kâşifler eşkıyâdır Afrika’nın ve Amerika’nın mazlumlarını yıllarca sömüren, köle yapan, öldüren, harâmî ve hırsızlardır. Asıl kâşifler İbn-i Battuta, Evliyâ Çelebi ve emsalleridir gittikleri her coğrafyayı dünyadan en güzel şekilde haberdar etmişlerdir.

tarih felsefesinin en seçkin sîmâlarından *İbn-i Haldun(1332- 1406),*sosyoloji*ilminin kurucusu olarak anılmaktadır ilime ışık tutmaktadır. Mimarî*denilince dünyada ilk akla gelen, muhteşem*Mimar Sinan*(1489-1588)’dır. Astronomi’de* Uluğ Bey*ve*Ali Kuşçu’nun kurduğu rasathaneler ve gökyüzü haritaları ilimde öncülerdir günümüzde batının kaleme aldığı ilmi eserlerde bunlardan bahsedilmez dâimâ ehl-i küfrün îcatları öne çıkarılır. batı, ulaştığı medeniyeti Müslümanların ilmî zenginliğine borçludur. haçlı seferlerinde ve Endülüs üniversitelerinde batı, ilmle tanışmış ancak ondan sonra kendilerini geliştirmişlerdir. Geçtiğimiz aylarda vefat eden*Fuad SEZGİN, ömrünü hakikatin ispat ve beyanına vakfetmiş bir âlim idi. Günümüzde Avrupa merkezci anlayışla, matematiğin ilk kez tabiatta kullanılması, Roger Bacon (1219-1292)’a, optik ilminin ve fotoğraf makinesinin temeli olan «Karanlık oda»nın îcadı Levi ben Gerson (1288-1344)’a mâl edilmektedir. Hâlbuki her ikisinde de öncelik*İbn-i Heysem*(v. 1041)’e aittir. Trigonometri’nin ilim olarak inşâsı, Regiomontanus (v. 1476)’a ithaf edilmektedir. Hâlbuki*Nasîruddin Tûsî*(v. 1274)’ye aittir. Güneş merkezli âlem tasavvuru, Kopernik ve Kepler’e isnâd edilmektedir. Hâlbuki bu ilim Endülüslü ez-Zerkālî*(11. asır) gibi âlimlerin tesirindedir. yüzlerce misal verilebilir.

16’ncı asırda batının, ilmî hakikatler karşısındaki görüşü şu seviyedeydi:
Müslüman âlimlerden tercüme edilen eserlerle, Avrupa’da astronomi yayıldı başlamıştı.*Galile, Kilise’nin iddia ettiğinin aksine, dünyanın döndüğünü söyledi. engizisyon mahkemesine verildi. Ömür boyu hapsedildi Galile, cezadan kurtulmak için ifadesini değiştirdi. Kapıdan çıkarken şöyle dedi
“Ben dönmüyor desem de dünya dönüyor! ilmî ve fennî husûsda Müslümanların kendilerini küçük görmesine gerek yoktur

Avrupa’nın önemli düşünürleri Descartes ve David Hume, düşünceyi oluştururken,*İmam Gazâlîden yararlanmıştır şeytânî telkinciler insana
Şeytanın gibi İslâmı kullanıp İslâmı çiğneyip, cinayetlerle, dîne ve vatana ihânete etmişlerdir. Onları hedeflerine giden her yolu mubah görmüşlerdir
şer‘î bir gayeye, şer‘î yollara islami usûllerle gidilemez. tutulan gayr-i meşrû yol, gayeyi gayr-i meşrû hâle dönüştürür. TEK ÖLÇÜMÜZ “KURAN VE SÜNNETTİR” Hadîs-i şerif buyurur ki Kur’ân ve Sünnet, kıyâmete kadar her mü’min için ve her İslâmî çalışma için yegâne kıstastır. Şeytanın gösterdiği gayr-i meşrû yollara misal verelim:
şeytan; tebliğ, emr-i bi’l-mâruf, İslâmî faaliyet, akademik çalışma bahaneleriyle, karşı cinsle karışık oturma ve halvet baş başa kalma fırsatları oluşturmaktadır gönül meyilleri ve nefsânî yakınlaşmaların sonucu feyiz ve rûhâniyetin yok olması, zinâ, boşanmalar, yıkılan aileler perişan çocuklardır. dînimizin prensipleri açıktır. Peygamberimiz’de, sahâbede, ecdâdımızda asla böyle karman çorman faaliyetler görmüyoruz. Erkekler kendi dünyalarında, hanımlar kendi dünyalarında hizmet ederler. Zarûrî görüşmeler asgarî seviyede tutulur ve ciddî bir üslûp ve tedbirlerle gerçekleştirilir.


KUR’ÂN’DA GEÇEN BİLİMSEL BİLGİLER

Kur’ân-ı Kerîm, modern ilmin daha yeni keşfeddiği bilgileri asırlar öncesinden vermektedir. insanın üremesi ve embriyo husûsunda Kur’ân-ı Kerîm, modern ilmin yeni keşfeddiği bilgiler vermektedir. Âyette buyrulur:
“Andolsun Biz insanı, çamurdan*bir özden yarattık. onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik nutfeyi aleka yaptık. alekayı, et hâline soktuk; çiğnem eti kemiklere iskelete çevirdik; kemikleri etle kapladık onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. yaratanların en güzeli Allah pek yücedir.”(el-Mü’minûn, 12-14)

Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği bilgilerle, modern biyolojinin tespitleri karşılaştırıldığında, aralarında tam bir mutâbakat vardır. Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nde Embriyoloji profesörü olan*Keith L. Moore, embriyoloji sahasında âyet-i kerîmelerle ilmin mütâbakat hâlinde olduğunu, hattâ Kur’ân’ın, tıp ilminin önünde gittiğini itirâf eder.

herkesin farklı bir parmak izine sahip olduğu gerçeği 19. asrın sonlarında keşfedilmiştir. Bu hakîkat i Kur’ân-ı Kerîm, asırlar öncesinden haber vermektedir: İnsan kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız; parmak uçlarını* bütün incelikleriyle düzenlemeye gücümüz yeter!”*(el-Kıyâme, 3-4) Kur’ân-ı Kerîm, atomun parçalanabileceğini, çift yaratılış hakîkatini, korunmuş tavan olan atmosferi, birbirine karışmayan denizleri, atmosfer basıncını, aşılayıcı rüzgârları asırlar öncesinden bildirmiştir. Kurʼân-ı Kerîm dâimâ önden gitmekte, ilmî keşifler, ilâhî beyanları tasdîk ederek arkadan gelmektedir.



ASTRONOMİ VE MATEMATİĞİ CANLANDIRAN BİLGİN: ALİ KUŞÇU


Türk astronom, matematikçi ve dil bilimci Ali Kuşçu, 544 yıl önce vefat etti. Ali Kuşçu‘nun, doğum yeri ve tarihi 15’inci yüzyılda Özbekistan’ın Semerkant şehrinde dünyaya geldiği tahmin ediliyor. Babası, Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “kuşçu” lakabıyla anılan Ali Kuşçu, Timurlular devrinde Semerkant’ta yetişti Osmanlıda büyük bir şöhret kazandı.
büyük bir alim olan Uluğ Bey, Kuşçu’ya ders verdi. Kuşçu, matematik ve astronomi bilgilerini Semerkant’ta Uluğ Bey, Kadızade-i Rumi ve Gıyaseddin Cemşid’den aldı. Ali Kuşçu ilim almak için gizlice Kirman’a giderek, birçok kitab okudu. Uluğ Bey’in yanına döndüğünde Kirman’da kaleme aldığı risalesini sunarak, takdir kazandı Kuşçu, Semerkand Gözlemevi’nin müdürü Kadızade-i Rumi’nin ölümüyle gözlemevinin başına geçti İlmi araştırmalarına yenisini katmak için Uluğ Bey tarafından ilmini ilerletmek üzere Çin’e gönderildi kuşçu dünyanın yüz ölçümünü ve meridyeni hesap etti
FATİH SULTAN MEHMET İLMİNE HAYRAN KALDI

Uluğ Bey’in 1449’da öldürülünce koruyucusuz kalan Ali Kuşçu, Timurlulardan ayrılarak, hac için Mekke’ye giderken uğradığı Tebriz’de Akkoyunlu Uzun Hasan’dan büyük ilgi gördü elçilik göreviyle Sultan Mehmet Han’a gönderildi İlmine hayran olan Sultan Mehmet’in ısrarıyla elçilik görevini tamamlayıp İstanbul’a dönen Kuşçu, büyük törenler ve armağanlarla karşılandı. Sultan Mehmet, 1473’te Uzun Hasan üzerine yaptığı seferde yanında götürdüğü Ali Kuşçu’yu, Ayasofya Medresesi’ne müderris tayin etti. İstanbul’da astronomi ve matematikteki çalışmalara canlılık getiren Ali Kuşçu’nun derslerini ilim adamları dahi takip etti biliniyor.

İSTANBUL’UN BOYLAM VE ENLEM DERECELERİNİ TESPİT Eden Ali Kuşçu Sultan Mehmet zamanında Molla Hüsrev’le birlikte Semaniye Medreseleri’nde görevlendirildi
Ali Kuşçu’nun, İstanbul’un 60 derece belirlenen boylamını düzeltip 59 derece, enlemini 41 derece 14 dakika olarak tespit etti 15 Aralık 1474 te İstanbul’da vefat eden Ali Kuşçu, Eyüp Sultan Türbesi civarına defnedildi. Kuşçu’nun yetiştirdiği talebeler arasında torunu Mirim Çelebi ile Molla Lutfi meşhurdur. Ali Kuşçu’nun eserlerini Astronomi Matematik”, “Kelam Fıkıh” ve “Dil-Gramer” olmak üzere 3 grupta toplamak mümkün.

İLİM MERKEZLERİ

Meşhur tâbiîler; İslamım sınırları genişledikten sonra Mekke, Medîne, Kûfe, Basra, Şam ve Mısır gibi ilim merkezlerinde yetişmişdir.
Hz Peygamber döneminde başlayan fetihler onun vefatından sonra da devam etmiştir. halîfeler devrinde, İslam coğrafyası genişlemiş, İslamın sınırları İspanya’dan Çin’e uzanmıştı.
Sahabe fethedilen yerlere yerleşmiş Sahabîlerin yerleştiği şehir kısa zamanda ilim merkezi haline gelmişdir. Hz Peygamberin dizinde yetişmiş, Kur’an, Sünnet ve Fıkıh bilgisine sahip sahabîlerden bilgi almak isteyen öğrenci halkası Öğretmen sahabilerin çevresinde toplanmıştır ilim merkezlerinde, hadis ve İslamî ilimlerin temelleri atılmıştır. Meşhur ilim merkezleri şunlardır: Medîne, Mekke, Kûfe, Basra, Şam ve Mısır.


KAS HAREKETLERİYLE KONTROL EDİLEN BOMBA İMHA ROBOTU GELİŞTİRDİLER

Niğde’de iki öğrenci, bomba imhada kullanılan giyilebilir teknolojiyle kontrol edilen araç tasarladı. Niğde Akşemseddin Bilim ve Sanat Merkezi öğrencileri Talha Açıkgöz ve Alperen Kahraman, giyilebilir teknoloji kullanarak robot tasarladı. Kola takılan bir aygıtla kas hareketleriyle sağa sola ve ileri geri hareket ettirilen robot, şüpheli paket ve bombaları alıp başka yere taşıyabilecek ve fünye düzeneği patlayıcı imha edecek. Talha Açıkgöz, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Askerlerimiz bedenen mayın taramak yerine bu araçla uzaktan kontrol sağlayacak. Ve askerlerin şehit olmasının önüne geçeceğiz. 21. yüzyılın teknolojisini kullanmaya yaklaşmış olacağız.” dedi. Alperen Kahraman Projemizde giyilebilir teknolojiden faydalandık. Giyilebilir teknolojiyle kas hareketlerinin verilerini alarak yaptığımız robotu ileri geri, sağa sola hareket ettirdik. Üzerindeki kamerayla internete anlık görüntü akışı sağladık.” diye konuştu. Proje danışmanı Ertuğrul Özar öğrencileri tebrik ederek “Öğrencilerle birlikte dört yıl çalıştık. katma değeri yüksek teknolojik ürünü gerçekleştirdik. Türkiye inovasyon yarışmasına başvurduk. final aşamasındayız.” ifadelerini kullandı.


HAYAT KURTARAN İLİM

İlmin hakîkati, yaşanmasıyla ortaya çıkar.*Bildiklerini tatbik etmeyen âlim, “kitap yüklü*merkep” misâli, mânâsız bir hamallık yapar. İlim,*kişiyi Hakk’a, hakîkate, takvâya, sâlih amellere*sevk ediyorsa ilimdir. Şeytan’da da ilim vardı,*Kârun da ilim sahibiydi. Fakat ilim, onları dehşetli bir kibir ve gurura sürüklemişti. İlim, lâyıkıyla amele* dönüşmez, ahlâka yansımazsa emekler israf*olmutur. Peygamberimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-“Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan*kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen*duâdan Sana sığınırım.”*(Müslim, Zikir, 73; Nesâî, İstiâze,*13, 65) buyurmuştur

İmâm Gazâlî Hz leri* buyurur ki
“Ömrünün sonuna bir hafta kaldığını öğrensen, mutlakâ sana faydalı olacak bir ilimle uğraş *kalbini yokla dünyevî ihtiras ve menfaatten alâkanı kes Güzel huylarla bezenmeye çalış. insanın her gün ve gecede ölmesi*mümkündür Öyleyse,*seni Allâh’ın azameti karşısında*duygulandırıp mâneviyâtını düzeltecek*ilimlerle meşgul ol!”

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî*buyurur: “Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmazsan, câhilsin demektir.”
Selmân-ı Fârisî -ra, Diclede *yürürken, arkadaşına*haydi su iç demişti. Arkadaşı Kandım!”*cevabını verdi.*Hz Selman: içtiğin suyun nehirden*bir şey eksilttiğini söyleyebilir*misin?”*diye sordu. Arkadaşı: Hayır.”*dedi Selman -ra
İşte ilim de böyledir, tükenmez sana*faydalı ilmi öğren!”tavsiyesinde bulundu.

Bir âlim gemiye binmişti ilminden kibre kapılan alim*bir*gemici*ile sohbet ettiği sorduğu sorulara bilmem *cevabını* alınca*ilmiyle*gururlandı Yazık Cehâletin*sebebiyle*ömrünü*ziyân*ettin dedi. Temiz*kalpli*gemicinin,*gönlü kırıldı*olgunluğundan*cevap*vermedi*
şiddetli*bir fırtınaya yakalandılar Herkesi*büyük*bir telâşa*kapıldı gemici,*alime *dönüp: üstad yüzme bilir*misin?”*diye*sordu.*alim,*solmuş,*
ve sararmıştı*Hayır, bilmem!..”*dedi.
gemici gayet mahzun*bir edâ ile ilim*bilmediğim*için yarı*ömrüm mahvolmuştu.*sen*ise*yüzme bilmediğin için*bütün*ömrün*mahvoldu. gemimizin*girdaptan*kurtulma*imkânı*
yoktur.*Ey alim* deryâda yüzme ilminin*faydalı ve zarûrî* olduğunu*bilmiyor*muydun?..”*
fânî*vücut*gemisi*ölüm girdabında* çırpınırken,*yaşanmayan,*irfâna*
dönüşmeyen*ve nefsin*rahatına hitâb eden bilgiler* fayda* vermeyecektir.* Günah girdaplarında boğulmaktan kurtulmanın*yegâne çâresi; helâli, haramı bilmek ve tatbik*etmektir ancak böyle bir ilim, bizleri iki cihan*saâdetine nâil edebilir.


AMELSİZ İLİM MEYVESİZ AĞAÇ

İmâm-ı Gazâlî*Hz leri, ilmin zirvesinde iken şöyle anlatır: Çok talebelerim vardı. Hâlimi düşündüm. İlimdeki niyetimi düşündüm. Hâlis, Allah rızâsı için olmayıp, makam sevdâları ve şöhretlerle karışık buldum anladım ki, helâk sâhilindeyim. Uçurumdayım dedimki Haydi çabuk ol, ömründen az kaldı. Kazandığın ilim hakîkate geçmez ise, aldatmacadan ibârettir. gereksiz alâkaları ve engelleri kaldırmaz isen, sonun ne olacak?» dedim. Dünyâ ve dünyâcılardan kaçmak ile, dünyâ ve âhiret isteği arasında altı ay şaşkın, inler ve ağlar hâlde kaldım. Kalbim muzdarip oldu. Aczimi gördüm İhtiyârımın düşüşünü seyrettim. Devâsız derde, çâresiz hastalığa dûçâr kimse gibi Allâh’a, yanarak, yalvararak ve sızlanarak ilticâda bulundum Neml Sûresi âyet 62’de sıkıntılı ve çâresiz bir kimse duâ ettiği zaman, duâsını kabûl edip fenâlığı kaldıran…Allah Teâlâ duâmı kabul buyurup kalbimi uyandırdı. İçimdeki mal, makam arzusu kaldırıldı. Hepsine yüz çevirdim. Zikir, uzlet, halvet, nefsin tezkiyesi ve ahlâkın mükemmelleşmesi ile meşgul oldum. İlm-i yakîn ile bildim ki, Allâh’a kavuşanlar ve hidâyet yolunun yolcusu olanlar, tasavvuf ehli büyüklerdir. En güzel sîret ve ahlâk onlardadır onların zâhir ve bâtınındaki hâller peygamberlik nûrundan alınmıştır. Yeryüzünde peygamberlik nûrunun ötesinde bir nûr yoktur.”

Allah Rasûlü*-sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar: Kim ilmini artırır da dünyâda takvâsını artırmazsa, o Allâh’a olan uzaklığını artırmıştır Hz Mevlânâ, irfân ehli olmayanların, amel-i sâlih işlemeyenlerin sarf ettikleri hikmetli sözü, ödünç alınmış süslü elbiseye benzetir.

JEOLOJİ NEDİR, NEYİ İNCELER?


Jeoloji veya yer bilimi, dünyanın katı maddesinin, içeriğinin, yapısının, fiziksel özelliklerinin, tarihinin ve onu şekillendiren süreçlerin incelenmesini içerir Yer bilimlerindendir

DAĞLAR NE İŞE YARAR?

jeoloji ilmi, dağların yer üstündeki miktarınca yeraltında da temelinin bulunduğunu keşfetmiştir. Yeryüzünü bir yatak*yapmadık mı? Dağları kazıklar*gibi çakılı yapmadık mı?”*(en-Nebe, 6-7) âyetlerinde dağlar kazıklara benzetilmiştir. çadır kazığının yarısına yakını yere çakılmaktadır. Bunun gibi Dağları da*Allah sapasağlam çaktı!”*(en-Naziât, 32) âyetiyle dağların yere çakılı olduğu belirtilmiştir. jeolojiye göre dağların iç yapısı kazık görünümündedir. Aşağısında onları tutan bir kök vardır.
Dünyâ, yumurtanın sarısı, akı ve kabuğu gibi üç tabakadan meydana gelir En içte*çekirdek, onu saran*manto*ve en üstte*yerkabuğu*mevcuttur. Yerkabuğu yumurtada ki gibi sert, kabuğun altındaki mağma kızgın ve akıcıdır. Yerkabuğunun kalınlığı okyanus tabanlarında ince (8-10 km.), yüksek dağların olduğu kısımlarda kalındır (30-40 km.).

dağların, mağma üzerinde yüzen kıta dengesini sağlamada mühim bir unsur olduğu, ancak asrımızda anlaşılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm bu gerçeği on dört asır önce pek çok âyetde ifâde ederr. buyrur ki Sizi sarsmasın diye yeryüzüne sâbit dağlar attı…”*(Lokman, 10)
Jeo-fizikte,*“sıcak noktalar”*denilen ve Dünyâ’da 110 kadar olduğu belirlenen büyük dağ kitleleri vardır yerkabuğu hareketine mânî olmakta yerin derinliklerinden yükselen ve yerkabuğunu deldikten sonra yüzeyde katılaşarak bir perçin şeklinde kabuğu sâbit tutan büyük mağma kitleleridir. Âyetlerin verdiği bilgilerle bugünkü ilmî gelişmeler arasında tam bir uyumluluk vardır

KÖMÜR VE PETROLÜN OLUŞUMU

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de buyurur:
“O Rabbin otlakları çıkardı onları karamsı bir sel köpüğüne çevirdi.”(el-A‘lâ, 4-5) Bu âyetin tefsîrinde elmalılı Hamdi Efendi şöyle der: “Cenâb-ı Hak önceleri otlak, yayla, bahçe ve ormanlardaki her ağacı yetiştirdi ve bunları kapkara bir gübre ve kömür hâline getirdi. Âyetteki*“ahvâ”* kelimesi; karamsı, esmer, koyu yeşil, isli, duru renklere verilen isimdir. siyah, esmer ve yeşil mânâlarıyla tefsir edilmiştir.

Jeoloji âlimleri, yeryüzünün ilk devirlerde geniş bitki örtüsü ile örtüldüğünü söylemektedir. O zaman bugünküne nazaran daha sıcak ve bol yağışlı iklimde yetişen dev cüsseli ağaçlar, yer hareketleriyle toprağın altında kalmış ve fosilleşmiştir. bugünkü kömür yatakları oluşmuştur
Bu âyetin petrolün meydana gelişine de işaret eder. âyette bitkilerin siyahımsı ve koyu yeşil sel suyuna çevrildiği haber verilir ilmî araştırmalar petrolün, yerin tabakaları arasında bir dere gibi aktığını tespit edmiştir âyet-i kerîmenin, kömür ve petrolün oluşumuyla birlikte, bilim dilinde*“Petrol Göçü”*denilen hâdiseye işâret ettiği düşünülmektedir.

İKİ DENİZİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI

Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen suları birbirine karışmayan iki deniz hangisidir Rahmân Sûresi 19 ve 20. âyetlerinde: İki deniz birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir* aralarında engel vardır; birbirine geçip karışmazlar!*Kendi yapılarını muhâfaza ederler*buyrulmuştur.

âyetlerde bildirilen hakîkat, asrımızın Kur’ân mûcizesidir. iki denizin birleştiği yerde suların birbirine karışmasına mânî olan bir set, görünmeyen bir perde olduğu tespit edilmiştir. Akdeniz’in suyu*ile*Atlas Okyanusu birbirine karışmamakta, her iki taraf aslî karakterlerini muhâfaza etmektedir. Cebel-i Târık Boğazı’nda ilâhî kudreti sergileyen mûcizevî bir perde vardır. Missisipi*ve*Yang-Çe*gibi yüksek debili nehirler de aynı özellikte tatlı suyu ile denizin tuzlu suyunun karışması deniz kıyısından çok içeride meydana gelir. Bu ilâhî kudretin tecellîsi olup büyük bir mûcizedir.

İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki çift yönlü akıntı mucizevidir Akdeniz’in yoğun ve tuzlu suları, dip akıntısıyla Karadeniz’e doğru; Karadeniz’in az tuzlu suları üst akıntıyla Akdeniz’e doğru akar. Medeniyetten uzak, câhil bir toplumun içindeki ümmî bir insanın bu gerçekleri kendiliğinden söylemesi mümkün müdür? Amerikalı deniz uzmanı*Prof. Dr. Heyy* uzun ilmî tedkiklerle şu hakîkatlere ulaşmıştır:
Engin suların arasına çekilen ilâhî bir kudret perdesi vardır. Bu perde, iki denizin birbirine karışmasını engelliyor. iki deniz suyunun birbirine geçmesine mânî olmuyor. Yâni bu perde, geçmesi gerekeni geçiren, geçmemesi gerekeni engelleyen çift taraflı süzgeç gibidir. bütün deniz ve okyanus sularının sıcaklık ve tuzluluk oranlarından, bünyelerindeki canlıların farklılığına kadar her biri ayrı bir âlemi ifâde eder.
Prof. Dr. Heyy’e Kur’ânî bilgiler gösterilince, birçok insaflı ilim adamı gibi hayret ve dehşetle şu cümleleri söyler ben, bu bilgileri Kur’ân’da görmekle çok şaşırdım! Bunların aslâ bir beşer sözü olmayacağı kanaatindeyim! Bu bilgiler, mutlakâ Allah tarafından bildirilmiştir
Prof. Dr. Heyy, Kur’ân’ı ve hadîs-i şerîfleri inceledi. Kur’ân’ın vahiy olması yanında birçok mûcizelerle dolu olduğunu görünce hadîs-i şerîfteki hakîkatin mûcizesini ifâde etti:
Allah Resûlü buyururlar: Gönderilen her Peygambere, insanların hidâyetine vesîle olacak bir mûcize verilmiştir. Bana verilen de Allâh’ın bana vahyettiği kelâm olan Kur’ân-ı Kerîm’dir kıyâmette ümmetimin diğer ümmetlerden sayıca çok olmasını ümit ediyorum.”*

Fizik ilmiyle meşgul olan ve Kur’ân’ı anlamaya çalışan âlimler şöyle demişlerdir: Fiziğin can alıcı esasları, noksansızca Kur’ân’da yer almıştır. bizden sonra da nice hikmetler kâinattan bilinip öğrenilecektir.”


COĞRAFYA NEDİR, NEYİ İNCELER?

Coğrafya, insan ve onun çevresiyle olan münâsebetlerini inceler Tabiat hâdiselerinin oluş ve dağılışını sebepleriyle anlatırken insana olan tesirlerini îzah eder. Ra’d Sûresi’nde, coğrafya ilmine temâs edilerek, Cenâb-ı Hakk’ın lutfu bildirilmiş ve her şeyi kullarına âmâde kıldığı hatırlatılmıştır: Görmekte olduğunuz gökleri direksiz yükselten Arş’a istivâ eden, Güneş’i ve Ay’ı emrine boyun eğdiren Allah’tır.*her biri belirli vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklar
Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz düşünen toplum için ibretler vardır.
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi su ile sulanır.*yemişlerinde bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. akıllarını kullanan toplum için ibretler vardır.”*(er-Ra‘d, 2-4)

Âyet-i kerîmeler, Allâh’ın azamet-i ilâhiyyesini gözler önüne serer sanat hârikalarından ibret almamızı ister. Cenâb-ı Hak, büyük nîmetleri biz kullarının hizmetine âmâde kılmıştır. âyet-i kerîmede buyrulur O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından*lutuf olmak üzere*size âmâde kılmıştır. düşünen bir toplum için ibretler vardır.”*(el-Câsiye, 13)

Siyâsî coğrafya ile alâkalı âyette şöyle buyrulur: Andolsun peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adâleti yerine getirmeleri için kitabı ve mîzânı indirdik. demiri de indirdik ki büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allâh’ın, dînine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri ortaya çıkarması içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, dâimâ üstündür.”*(el-Hadîd, 25)
Âyette zikredilen kitabı, ilim adâlet demir ve teknolojiyi düşündüğümüzde, ilme ve teknolojiye hâkim milletlerin güç ve kuvveti ele geçirip insanlar arasında hükmettikleri görülür.

DÜNYANIN EN ALÇAK BÖLGESİ

deniz seviyesinden aşağıda bulunan Dünyâ karalarının en derini âyette tespit edilmiştir: Elif. Lâm. Mîm. Rumlar en yakın ve seviyesi en düşük yerde yenilgiye uğradılar…”*(er-Rûm, 1-3)
Lût Gölü ahlâksız *Sodom-Gomore’nin yerin dibine geçtiği yerdir. Deniz seviyesinden 400 metre daha aşağıdadır. Lût Gölü’nün yüzeyi, deniz seviyesinin 400 metre altındadır gölün en derin kesimi 300 metre civârındadır. göl tabanı, deniz seviyesinden 700 m aşağıdadır. On dört asır evvel, Dünyâ coğrafyası tam olarak tespit edilememişken Kur’ân-ı Kerîm’in seviyesi en düşük yerden bahsetmesi, Kur’ân mûcizesidir.

Jeoloji uzmanı*Prof. Dr. Balmar, âyeti duyduğunda îtirâz etmiş, tetkiklerin ardından demiştir ki Hayret! Hayret! Bu Kitap, hem mâzîyi hem istikbâli anlatıyor!.. Buna hiçbir beşerin gücü yetemez! bu Profesör, Mısır’da «Jeoloji Alanında Kur’ân’ın İ’câzı» adlı bir teblîğ sundu. dedi ki Ben Hazret-i Peygamber’in yaşadığı asrı ve hayat husûsiyetlerini bilmiyorum! Ancak sâde bir hayat yaşadığı husûsunda bilgim var erişilmez bilgilere bakınca anlıyorum Kur’ân’ın o döneme âit bir kültür ve eser olabileceğini düşünmek çok yanlış! Bu kitap, semâvî bir eserdir!..”akl-ı selîm, ilimle birleştiği zaman ilâhî hakîkatleri kabûlden başka çâre yoktur insanlara gerçekleri anlatan parlak ilim aynalarına ihtiyaç vardır. kıyâmete kadar bütün zamanlarda keşifler olacak ve Kur’ân mûcizeleri, ilim adamlarını hayretler içinde bırakacaktır.
murataltug1985 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi