AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-22-2008, 03:25   #61
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Haniflerin “Rab” Anlayışı :
Haniflerin Allah düşüncesini anlamak için şairin şiirine dikkat edelim. Şaire[1] göre Allah “bütün dünyanın tanrısı”dır. Her şeyin “yaratıcı”sıdır. Bütün yaratıklar “O’nun kullarıdır.” O, göklerin ve yerin büyük padişahıdır, kendi halkını tam bir kudretle idare eder. “Bütün insanlar Allah’ın halkıdır; arz üzerinde tek hükümran olan yalnız odur.”

“O Allah’tır, her şeyin yaratıcısıdır,

bütün yaratıkların hepsi isteyerek O’nun kulu, kölesidirler.”

Yani O, “kullarının rabbidir.”

Ve bunların hepsinden önemlisi de bu tanrının bir ve tek tanrı olmasıdır.

“O tanrı ki yaratıklar O’nun hükmranlığında hak iddia edemez (O’nun hükmüne karışamaz)lar. Kullar O’nu birlemese de O birdir.”

İşte Şair’in Allah telâkkisi böyledir. İlgilendiğimiz kadarıyla görüyoruz ki Haniflerin Allah düşüncesi, İslâm’ın Allah düşnücesine muhalif ve onunla bağdaşmaz değildir.[2]

Muhammed as.’dan önce gelen bir şair, İbrahim ve İsmail’in dinini aradığına, hıristiyanlığa iltifat etmediğine göre demek ki Araplar İbrahim ve İsmail’in dininden haberdar idiler. Onların arasında yayılan Allah inancı da hıristiyanlıktan ve yahudilikten geçmiş değildi. İbrahim’in dininden kalma idi. Eğer İbrahim ve İsmail Mekke’ye gitmemiş olsalardı böyle bir inanç Araplar arasında yayılmazdı. Bütün İslâm tarihçileri, İbrahim’in Mekke’ye gittiğini ittifakla söyledikleri gibi, İslam’dan önce gelen bir şair de bunu ifade etmiş bulunuyor.[3]

Hasılı cahiliyye devrinde Ümeyye gibi bir adamın bulunması gösterir ki İslâm’ın Allah düşüncesini andıran bu fikir, İslâm’dan önceki Araplar arasında mevcud idi ve ruhânî bir dinin damgasının taşıyan bu düşünce, hiç değilse İslam’ın zuhuru sırasındaki Araplar tarafından biliniyordu, bu onlara yabancı değildi. İşte bu durum, Kur’an’ın, yeni İslâm hareketine hanif adını vermesinin nedenini izah eder. Bu, meselenin olumlu yanıdır. Ama bir de meselenin olumsuz tarafı vardır. Olumlu tarafı haniflerle Kur’an arasındaki düşünce benzerliğini gösterirken, olumsuz tarafı da ikisi arasındaki farkı gösterir. Bu fark, Kur’an’daki ahlâki ton’dan ileri geliyordu. Şairler de ahlâki ders vermeğe çalışırlardı ama onların şiirlerinde, Kur’an’ın ifadesindeki o aşk ve duygu yoktu. Ümeyye’nin İfadeleri ne kadar duygulu olursa olsun, bunlar değil Mekke’lilerin, kendi hemşehrileri olan Taif’lilerin üzerinde bile önemli bir tesir bırakmış değildi. Diğer monoteistik[4] çevrelerde ve Arabistan’ın başka kısımlarında da benzeri şeylerin olduğu düşünülebilir. Tabii bu düşünceler Kur’an’da da yer almıştır ama Kur’an’a geçince bunlara o etki ve duyguyu kazandıran şey, bunların Kur’an’ın ahlâki öğretisine bağlanması, onunla irtibat kurmasıdır.”[5]

Şurasına da işaret edelim ki haniflik denen hareket, öyle örgütlenmiş, güçlü bir ruhani grup hareketi değildi. Bu adamların her biri kendi pagan[6] toplumu içinde kendi başlarına yaşarlardı. Bunların gayeleri, insanlığı kurtarmak değil, kendilerini kurtarmak idi. Kısaca bunlar, inzivaya çekilmiş istisnai kişilerdi. Bundan dolayı Arabistan’ın genel düşünce atmosferinin yapısında, (hanif şairlerin düşünceleri) pek fazla etkili olmamıştır.[7] Araplar bu fikirleri kabul etmeseler dahi, hiç değilse çevrelerinde kendilerince böyle acaip fikirlere sahip bazı tuhaf kimselerin varlığından haberdar olmuşlardır.[8]

Kur’an Allah’tan bahsederken bu fikrin, Araplarca anlaşılıp anlaşılmıyacağı konusunda hiçbir tereddüt ve çekingenlikte bulunmamıştır. Allah düşüncesinin de dinleyenlere yabancı geleceğini belirtir bir ifade de kullanmaz. Aksine müşrik Arapları Allah’a inanmaya davet eder, onları mantıkî bir sonuca varamamaktan ötürü kınar. Bu hususta iki misâl verelim:

“De ki: Eğer bilirseniz Arz ve onun içindekiler kimindir? Allah’ındır, diyecekler. De ki: Öyle ise hatırlamıyor musunuz? (Yani kendinize gelip kalblerinizde zaten mevcut olan gerçeğin farkına varmıyor musunuz?”[9] “Hatırlamıyor musunz?” ifadesi, sık sık geçen, “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” ifadesi gibi, Kur’an’da bir kınama ifadesidir. Allah’ı bildikleri halde düşünüp doğru bir sonuca varamamalarından, ya da varmak istememelerinden ötürü Kur’an, Arapları yermektedir.

Şu ayet bu konuda daha açıktır:

“De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin) her şeyin hükümranlığı elinde olan, koruyan, kendisi korunmayan kimdir?” Allah’ın (elinde)’dir; diyecekler. De ki: “O halde nasıl büyüleriyorsunuz?”[10], “O halde nasıl büyüleniyorsunuz?” ifadesine dikkat edelim: Bu ifade, Allah’ın her şeye hükümran olduğunu bildikleri halde O’nun istediği şekilde O’na kulluk etmiyen insanların durumuna şaşma ifadesidir. Büyülenmiş olduklarını kabul etmeden, bunların tutumlarını izah etmek mümkün değildir.

Kur’an, bu Allah düşüncesinin güzel yanlarına dikkati çekerek mantık gücüyle bu unsurları daha anlaşılır hale getirmeğe çalışmıştır.[11]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] “Şair; Ümeyye İbn Ebî’s-Salt’dır. Kendisi Taif’teki Sakif kabilesinin ünlü şairi idi ve onun ismi altında birçok şiirler bize kadar gelmiştir. Ayrıca Muhammed as. ile çok özel münasebeti dolayısıyla hadislerde de ona çok yer verilmiştir. Kendisi hanif olarak bilinmektedir. Bu bakımdan, öteki hanifler gibi hayatı karanlıkta kalmamıştır. Yalnız ona atfedilen şiirlerin, gerçekten onun olup olmadığı meselesi vardır. Çünkü onun kelimeleri, Kur’an’ın taşıdığı fikirlere çok yakın fikirler taşır. Ona atfedilen şiirlerin bir çoğu sahte olabilir ama bunların hepsiden şüphe etmek için bir sebep yoktur. Kaldı ki sahte bir şiir’in bile içinde bir gerçek payı vardır. Zira bir şeyin sahtesini, kopyasını yapabilmek için onun bir modelinin, bir aslının bulunması lazımdır. Binaenaleyh sahte şiirler dahi bir bakıma bu şairin kendi düşüncelerini yansıtır. Umeyye’nin Cahiliyye devrinde tevhid dinini araştırmakta olduğu, puta tapmaktan kaçındığı, yahudilik ve hıristiyanlığa da girmediği rivayet edilir.” Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.143;

“Hadise göre Umeyye, daima çuval bezi, yahut kaba kıldan yapılmış elbise (mesuh) giyerdi. Bu, kendisini tamamen ibadete veren kimsenin remzi idi. Bu haliyle o, sonraki sufilerin öncüsü sayılır. Şarabın haram olduğunu, dinin İbrahim ve İsmail’in dini olan hanif dini olduğunu söylemiştir.” Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.144;

“Müslümanlar arasında ise Umeyye, “aduvvullah” Allah’ın düşmanı olarak karşımıza çıkıyor. O’nun araplar arasında bir peygamberin geleceğine ve bunun kendisi olacağına inandığı söylenir. Bir hadise göre, o, Mesih İsa’dan sonra altı peygamberlik bulunduğunu, bunlardan beşinin geçtiğini, yalnız birinin kaldığını sanıyordu. Bu peygamberliğin de kendisine verileceğini bekliyordu. Muhammed as. peygamber olduktan sonra, çok kızmış-şaşırmış ve İslam’a cephe olmağa başlamıştı. Bedir savaşında, öldürülen Utbe ve Şeybe’nin babası idi. O sonuna kadar İslâm Peygamberine karşı bu düşmanca tutumunu değiştirmedi, ve ölüm döşeğinde şöyle dediği nakledir: “Bu hastalığın, beni öldüreceği muhakkak. Ben hanif dininin doğru olduğunu biliyorum. Ama Muhammed’e karşı içimdeki kuşku beni bırakmıyor. (Müslüman olmama engel oluyor).” Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.145.

[2] Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.147,148.

[3] Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.144.

[4] Tektanrıcılık. D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Vadi yayınları.

[5] Süleyman Ateş, aynı eserin dipnot alıntısı; Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.148.

[6] Putperest, Paganizmi benimseyen kimse. D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Vadi yayınları.

[7] Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.149.

[8] Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.150.

[9] xx111, 84-87.

[10] xx111, 88-91.

[11] Toshihiko Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat: s.150-151.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:26   #62
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Globalleşen Dünyamızda İbrahim’in Dinine Uymak :
Kur’an’ın üçte birini teşkil eden kıssalar, binlerce hikmetle yüklüdür. Zâhiren olmuş bitmiş bir olayı anlatıyor gibi gözüken peygamber kıssaları, her dönem için nice örnekler taşıyan önemli referanslardır. Bu kıssalar, olanı anlatırken olması gerekeni bildirir bize; elbette, olmaması gerekeni de. Bu kıssalarda şahî hayata, aile hayatına, toplum hayatına, hayatın tüm alanlarına ilişkin mânidar dersler verilir. İbrâhim (a.s.) ile ilgili kıssada da, nefis terbiyesinden çocuk terbiyesine, câhiliyye ile tek başına mücâdeleden cemaat ve ümmet olmaya kadar hayatın birçok alanında engin ibretler, zengin dersler vardır.

İbrâhim (a.s.) putları parçaladıktan sonra kavmiyle diyaloga girmektedir. İbrâhim (a.s.) putların kırılmasıyla ilgili olarak kendisine soru sorulduğunda bundan en büyük putu sorumlu tutmuş ve kavminden eğer konuşma güçleri varsa onlara sormalarını istemiştir. Sapıklık içinde yaşayan toplumun durumuna karşı hissettiğimiz bazı durumlarda bu üslûba ihtiyaç duyabiliriz. Toplumda, sahiplerinin dahi farkında olmadıkları bazı küçük ve büyük boşluklardan yararlanarak onlarla mücâdele sürecine girebiliriz. İnanç ve davranışlarındaki hataları yüzlerine vurarak bu kimseleri zayıf konuma düşürebiliriz. Bu girişimimiz sonucunda karşımızdakiler şu iki tavırdan birini alacaklardır. Ya hatalarını görerek hakikati kabullenecekler, ya da inat edip ve büyüklük taslayarak hatalarında ısrar edeceklerdir. Bu ikinci tavır, onların başkaları yanında saygınlıklarını yitirmelerine yol açacak, kendi iç bütünlüklerini kaybettirecektir. Dolayısıyla diğer insanları sapıklık ve çarpıklığa sürükleme çabalarındaki etkinlikleri zayıflayacaktır.

Bu üslûbu izlerken, diğerlerinin düşünce ve uygulamalarını iyi tanımamız gerekmektedir. Onların zayıf ve güçlü noktalarını ancak bu şekilde öğrenebiliriz. Daha sonraki diyaloglarımızda akîdeyi anlatmak için bu bilgilerden yararlanmamız mümkün olacaktır.

Nemrut’la konuşmasına gelince; burada İbrâhim peygamberin, dünya tarihinde yaşamış tâğutların en büyüklerinden biriyle yaptığı mücâdeleye şâhit olmaktayız. Nemrut’un azgınlığı o dereceye varmıştır ki, kendisini ilâh olarak görmeye başlamış ve insanlardan Allah’ı bırakıp kendisine kulluk etmelerini istemiştir. İbrâhim (a.s.), Nemrut’a karşı katı ve kararlı bir tavır sergilemiş, ilâhlığın mutlak güce dayanması gerektiğini, oysa Nemrut’un buna sahip olmadığı tezini işlemiştir. Ardından hayat ve ölüm meselesinden bahsederek kendi Rabbinin ölümsüz olduğunu söylemiştir. Bu tâğut da, İbrâhim (a.s.)’in taraftarlarının saflığını kullanarak sözcüklerle oynamak sûretiyle onları kandırmaya çalışmıştır. İbrâhim (a.s.) ona Rabbinin dirilten ve öldüren olduğunu söylediğinde o, kendisinin de dilediğini öldürüp dilediğini dirilttiğini iddia etmiştir. O, adamları tarafından tutuklanan insanlardan bazılarını astırıp bazılarını sağ bırakarak öldürme ve diriltme gücüne ve dolayısıyla ilâhlık vasıflarına sahip olduğunu ileri sürmüştür. İbrâhim (a.s.) bu tâğutun sözkonusu altın fırsatı kullanarak övünüp böbürlenmesine fırsat vermemiş ve Allah’ın kâinatta yarattığı tabiat hârikalarını ön plâna çıkararak Nemrut’tan eğer gerçekten ilâhsa bunları değiştirmesini istemiştir. İnkârcı Nemrut, bu istek karşısında çaresiz kalmış ve verecek cevap bulamamıştır.

Bu diyalogda bizim yararlanacağımız nokta şudur: Günümüzde gerçekleri çarpıtmak isteyen çevreler saf ve basit insanları ikna edip kandırmak için bazı yollara başvurmaktadırlar. Halkın kandırılmaya çalışıldığı konular, bazen akîdeyle ilgili hususlar, bazen de günlük hayatla ilgili meseleler olabilmektedir. Biz bu gibi çevrelerin çabalarına karşı İbrâhim (a.s.)’in üslûbundan ilham alabiliriz. O, Nemrut’un benzeri girişimlerine karşı açık meydan okuma yoluna başvurmuş ve neticede saptırma ve karalama çabalarını boşa çıkarmıştır.

Bu hedefe ulaşabilmek için saf insanların alt oldukları çarpıtma ve saptırma yollarının iç yüzüne vâkıf olmamız gerekir. Tabii ki, meydan okuma gücüne sahip açıklama yollarını da bilmemiz gerekir. Bütün bunlar dâvetçilerin yaşadıkları vâkıayı, bu gerçeğe hâkim olan üslûpları ve vâkıanın seyir biçimini bilinçli, dikkatli ve kapsamlı bir şekilde izlemelerini zarûri kılmaktadır.[1]

"Bir zaman İbrâhim, babasına ve kavmine demişti ki: 'Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana kulluk yaparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler."[2]

İnsanların kutsallarının açıkları ve izledikleri yollardaki mantık hataları gibi ögeler, dâvetçi tarafından gözler önüne serilmelidir. Rasullerin, topluluklar önünde, ileri gelenlerle karşılaşmaları, topluma yönelerek onların zayıf ve çaresiz yönlerini göstermeleri farklı farklı zeminlerde olagelmiştir. (Hz. Musa’nın bir bayram günü toplumun gözleri önünde sihirbazları yenilgiye uğratması ve çaresizliklerini ortaya koyması gibi.)

Önünde kulluk sergiledikleri, kendilerini ne duyan, ne duâlarına cevap verebilen bu âciz nesneleri bir an olsun sorgulayabilecek zemin oluşturmanın bir pratiğidir, Hz. İbrahim’in put kırışı. Putların İbrâhim’in baltasına karşı kendilerini bile savunup koruyamaması, hak gelince bâtılın nasıl yok oluverdiğini, görmek isteyenlere göstermiştir. Bir an kendi vicdanlarıyla baş başa kalan fertler kendilerini zâlimlikle suçlamışlardır.[3] Ancak bu hakkı düşünebilme zemini kısa sürmüş ve içinde bulundukları pratik ağır basmıştır. Bir an olsun câhiliyenin pratiklerine dur denilir ve insanların sâlim kafayla vahiyle muhâtaplıkları sağlanabilirse, ağızlardan bu cümlenin döküldüğüne bizler de şahit olabiliriz: “Kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine): ‘Siz (var ya), siz, kendinizsiniz zâlim.” Sonrasında câhilî pratiğin ve iktidarın devamını engelleyemeyen her İbrahimî eylem, halklara bir bahar soluğu verse de, vahiyle (ve fıtratla, vicdanla) bir an olumlu bir karşılaşma zemini oluştursa da, bundan ötesini getirmemektedir. Bu tavırla, vicdanların bir an gerçeği algılamasının daha ötesi (toplumun düşünsel ve amelî dönüşümü) öngörülmemişti. Bunları öngören bir hareket, bu İbrahimî örnekliğe, farklı ve yeni unsurlar eklemek zorundadır.

Başta İbrâhim (a.s.) olmak üzere peygamberlerin tevhid mücâdeleleri, yozlaşmış bir toplum içinde, bireyin nasıl mümtaz bir yaşam süreceği, onurlu bir direniş ve muhâlefeti nasıl ortaya koyacağı sorusuna verilen cevabın etrafını örmektedir. "İbrâhim'de, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır.”[4] O, öyle bir örnektir ki, baba sevgi ve saygısı, onu dâvâsından tâvize mecbur edemediği gibi, evlât sevgisi de ilâhî emrin önüne geçirememiştir. En inatçı müşrik bile olsa, babaya dâvâ anlatılırken nasıl bir üslûp kullanılması gerektiğini öğreten bir evlâttır o. Ne saygı ve sevgiden dolayı tâviz; ne de hakkı anlatırken haksız duruma düşüren kabalık, küstahlık, saygısızlık ve ukalâlık... Babasının, putperestlerin önde geleni olmasına rağmen, onun eylemlerine Allah için buğzederken, “yâ ebetî, yâ ebetî” hitabıyla babasını fıtratının sesine çağırmıştır. “Babacığım, ey babacığım” gibi hem hürmet, hem şefkat yüklü bir hitapla babasını şeytanın icat ettiği putlara tapmaktan alıkoymaya çalışan bir peygamberdir o. Her yanı küfür ateşinin sardığı bir ortamda yakıcı ateşler içinde kalmış, ama yanmamıştır. Hiçbir ânını ve hiçbir duygusunu küfür ateşine atmamış; o yüzden, yıllar sonra Nemrut’un dağ gibi ateşleri bile, Allah’ın izniyle onu yakmamıştır.

İbrâhim (a.s.)’i örnek almak demek; İbrâhim olup Allah’tan başka en çok sevdiğimiz İsmâil’lerimizi Allah yoluna fedâ edebilmek demektir.

Putlara, putlaştırmaya ve putçulara karşı tek başımıza da olsa mücâdele edebilmektir.

Âhiret ateşine atılmamak için dünya ateşlerinden korkmamak, ateşle imtihanı göze alabilmektir.

Babamız ya da zâlim devlet reisi de olsa muhâtaplarımıza hakkı haykırabilmektir.

İbrâhim olup sevdiğimizi, İsmâil olup nefsimizi Allah'a adama bilinci, tavsiyesi ve duâsıyla...

"İbrâhîm

İçimdeki putları devir

Elindeki baltayla

Kırılan putların yerine

Yenilerini koyan kim?



Güneş buzdan evimi yıktı

Koca buzlar düştü

Putların boyunları kırıldı

İbrâhîm

Güneşi evime sokan kim?"[5]



“Hasretle andım put kıran İbrâhim’i

Kalbimde saklamaktan paslandı baltam.”[6]



“Eğer âşık isen yâre

Sakın aldanma ağyâre

Gir İbrâhim gibi nâre

Bu gülşende yanar olmaz.”[7]



Hz. İbrâhim'in putperestlerin yüzüne haykırdığını, çağdaş putçulara biz de tekrarlıyoruz:

"Yuh olsun size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Siz, aklınızı kullanmaz mısınız?" (Enbiyâ: 21/67)

"Selâmun alâ İbrâhîm: 'İbrâhim'e selâm olsun!" (Sâffât: 37/109)[8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] M. Hüseyin Fadlullah, Kuram ve Eylem, c. 2, s. 139-141; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2467-2468.

[2] Zuhruf, 43/26-28.

[3] Enbiyâ: 21/64.

[4] Mümtehıne, 60/4

[5] Âsaf Hâlet Çelebi.

[6] İbrahim Demirci.

[7] Yunus Emre.

[8] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları: 2469-2470.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:26   #63
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: TEVRAT, İNCİL VE KUR’AN-I KERİM DE İBRAHİM :
1. Kur’ân-ı Kerim’de Yahudi ve Hiristiyanların, İbrâhim as. Hakkında Tartışmaları ve İbrâhim’in İslâmlığı (Teslimiyeti) :
“Ey ehl-i kitap! İbrâhim hakkında niçin çekişirsiniz? Halbuki Tevrat ve İncil, kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz?”[1]

Süleyman Ateş diyor ki: “Yahudiler ve Hristiyanlar İbrâhim'i kendi ataları biliyor ve kendilerinin onun izinden gittiklerini iddia ediyorlardı. Müşrikler İbrâhim'in soyundan geldikilerini söylüyor ve İbrâhim dininden olduklarını sanıyorlardı. İşte bu ayette İbrâhim'in Yahudi, Hristiyan, yahut müşrik olmayıp Hanîf bir müslüman olduğu vurgulanıyor. Çünkü Yahudilik, Tevratın inişinden sonra, Hristiyanlık da İncil'in inişinden sonra ortaya çıkmış dinlerdi. Öyle ise bunlardan çok önce gelen İbrâhim Yahudi ve Hristiyan olamazdı.” [2]

“İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysa ki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.”[3]

Süleyman Ateş diyor ki: “İbrâhim'in dini, tek Allah'a teslim olma, O'ndan başka tapılan bir varlık tanımama esasına dayılı tevhid dini olan İslâm idi. Bu bakımdan kâinatın Tanrısını millileştiren Yahudiler de, Allah'a oğul isnadeden, O'nun üç esastan oluşan bir varlık kabul eden Hıristiyanlar da İbrâhim'den düşünce ve inanç bakımından uzak düşmüşlerdi.”[4]

Seyyid Kutub diyor ki: “Onlar Hz. İsa (selâm üzerine olsun) konusunda tartışmışlardı. Aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağırıldıkları sırada hukuki birtakım hükümlerde tartıştıkları ve sırtlarını dönüp yüz çevirdikleri de bir vakıa idi. Bu da, Hz. İsa konusu da onların bildiği şeylerin kapsamına giriyordu.

Fakat kendilerinden, kitaplarından ve dinlerinden önceki bir kişi hakkında tartışmanın anlamı nedir? Bu sırf tartışmış olmak için tartışmaydı. Hiçbir dayanağı olmayan bir münakaşaydı. Öyleyse bu, şehevî arzuların heva ve hevesin peşinde sürüklenmekti. Bu durumda olan bir kişinin söylediklerine güven olmaz onun söylediklerine kulak vermek bile gerekmez!

Ayeti kerimeler, onların tartışmalarının temelsiz olduğunu belirtip söylediklerinin güvenilir olmadığını beyan ettikten sonra Allah'ın öğrettiği gerçeği tekrar belirtmeye geçiyor. Bu uzak tarihin gerçekliğini öğreten yüce Allah'tır. Kulu İbrahim'e indirdiği dinin gerçekliğini de bilen O'dur. O'nun sözü öyle nettir ki O'na kimsenin diyeceği olmaz. Delilsiz desteksiz tartışmaya ve münakaşaya kalkışanlar hariç tabi:”[5]

İbrâhim, ne yahudi, ne de hıristiyan idi; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.[6]

Abdulvahid Metin Diyor ki: “İbrahim ne yahudi, ne hristiyandı. Çünkü Yahudilik, Musa’nın şeriatından tahrif edilmiş bir dindir. Hristiyanlık da, İsa’nın şeriatından tahrif edilmiş bir dindir. Fakat o, bütün nebi ve rasuller gibi batıl dinleri reddederek Allah’a yönelen, Allah’ın emirlerine kayıtsız şartsız, zahiren ve batınen teslim olan dosdoğru bir müslümandı; namazlarında Kabe’ye yönelirdi, Hak rızası için kurban keserdi, çocukları sünnet ederdi, her hususta itidale riayet ederdi. Allah’a ilahlığında, otoritesinde, mülkünde ve tasarruflarında şirk koşan kimselerden asla değildi!.. Cenab-ı hakk’ın birliğine ve noksansız olduğuna inanmış, yahudi ve hristiyanlar gibi bazı insanlara Allah’ın oğlu diye tapmaktan, Cenab-ı Hakk’a ortak koşmaktan her bakımdan uzak bulunmuştu. Artık o kutsal yüce peygamberin yahudi veya hristiyan olması nasıl iddia edilebilir?”[7]

Seyyid Kutub diyor ki: “İbrahim (selâm üzerine olsun) dosdoğru bir müslüman olduğuna ve müşriklerden olmadığına göre, hiçbir yahudinin veya hıristiyanın yahud da bir müşrikin O'na varislik iddia etme hakkı olamaz. O'nun inancından uzak oldukları halde O'nun dinine bağlı olduklarını söylemelerinin anlamı olmaz. İnanç, İslâmda insanların üzerinde birbiriyle buluştuğu ilk bağdır. Burada insanları birbirine bağlayan bağlar; soy, kabile, ırk ve vatan değildir. İman edenlerin üzerinde buluştuğu bu bağ sağlamlaştığında insanlar; artık, soy, kabile, ırk ve ülke bağlarıyla birbirine bağlanmazlar. İslam'a göre insan özü itibariyle insandır. Bu nedenle insan, kendisindeki özün en özel niteliklerine varıncaya kadar inanç üzerinde buluşabilir. İnsan, hayvanlar gibi toprak, ülke, ot, otlak, sınır ve ırk üzerinde buluşmaz. Birey ile birey arasında, topluluk ile topluluk arasında, insanlardan bir nesil ile başka bir nesil arasındaki dostluk; inanç bağı dışındaki hiçbir bağ üzerinde kurulamaz. Müminin mümin, ilk müslüman cemaatın müslüman cemaat ile zaman-ve mekan sınırlarının ardından soy ve kan bağının, ırk ve ülke sınırlarının ötesinde, müslüman neslin müslüman nesiller ile buluşmasını sağlayacak, onları birbirinin dostu olarak bir araya getirecek bağ, yalnız ve yalnız inanç bağıdır. Bunların bütününün yanında Allah hepsinin dostudur.”[8]

İnsanların İbrâhim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.[9]

Süleyman Ateş diyor ki: “Bu ayette de O'na yakın olanlar, kendisinin izinde gidenler, onun getirdiği tevhid dinini tazeleyen bu Peygamber ve Tevhide inanan insanlardır. Ayetlerde gerçek hidayetin, Yahudi, yahut Hıristiyan olmakla değil, tevhidi getirmiş olan İbrâhim'in izinden gitmek olduğu vurgulanıyor.”[10]

Seyyid Kutub diyor ki: “Sağlığında Hz. İbrahim'e uyanlar, O'nun yolu üzerinde yürüyenler, ve O'nun sünnetini esas alanlar O'nun dostlarıdır. Sonra İslam'da onunla buluşan şu peygamber, Allah'ın şehadetiyle de şahitlerin en doğrusudur. Sonra bu Peygamber'e (salât ve selâm üzerine olsun) iman edip İbrahim'le (selâm üzerine olsun) sistemde ve yolda buluşanlar da O'nu izleyenlerdir.

"Ve Allah, müminlerin dostudur."

Onlar, kendilerini Allah'a izafe eden, O'nun sancağı altında birleşen, O'na bağlanan ve O'ndan başka hiç kimseye bağlanmayan Allah'ın hizbidir. Onlar bir ailedir. Bir tek ümmettir... Nesiller ve asırların ötesinde yurt ve vatanların ötesinde ulusların ve ırkların ötesinde evlerin ve boyların ötesinde bir ümmet!..

Bu tablo, insanın yapısına uygun düşen en ideal toplum tablosudur. Onları hayvan sürülerinden ayıran özellik de budur zaten. Bu, aynı zamanda gizli veya açık zincirlere vurulmadan toplanmaya izin veren biricik sosyal yapıdır. Çünkü buradaki bağ iradeye bağlıdır. Herkes kendi isteğiyle bu bağı çözme özgürlüğüne sahiptir. Bu bağ inançtır. Kişi kendisi onu seçer ve iş biter... Buna göre eğer toplumsal yapının temeli ırki olursa insan ırk değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli millet olarak alınırsa, insan milletini değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli renk olursa insan rengini değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli dil olarak alınırsa, insan zorluğa katlanmadan dilini değiştiremez. Eğer toplumsal yapının temeli sınıf olarak alınırsa, insan kolay kolay sınıfını değiştiremez. Hatta Hindistan'daki Kast sistemi gibi sınıflarda babadan oğula geçiyorsa insan bunu asla değiştiremez. Bu nedenle sürekli olarak insanın toplumsal yapılanması önünde bu tür engellere rastlanacaktır. İnsanların toplumsal yapılanma temeli, insanın bireysel yönelişlerine terk edilen; bireyin kendi aslını, rengini, dilini, sınıfını değiştirmeden rahatlıkla değiştirebileceği ve buna bağlı olarak safını seçebileceği düşünce, inanç ve yaklaşım bağı üzerine kurulduğunda ancak mesele çözülebilir.

Bu niteliği toplumsal yapının esası kabul etmek insana bahşedilen bir şeref olmasının yanında, O'nu hayvan sürüsünden ayıran en değerli unsurlarıyla da ilgili bir meseledir!

İnsanlık ya İslâm'ın öngördüğü biçimde insanca yaşayacak ruhun azığı, gönlün huzuru ve bilincin bir işareti üzerinde bir araya gelecektir... Ya da toprak sınırları, ırk ve renk sınırları ardında paramparça hayvan sürüleri halinde yaşayacaktır. Aslında ikinci türdeki sınırların hepsi otlakta bir sürünün diğerine karışmasını önlemek amacıyla hayvanlar için belirlenen sınırlardır.”[11]

Mahmut Toptaş diyor ki: “Allah İbrahim’e en yakın olanın ona uyan olduğunu söylüyor. Biz İbrahim’in ve Muhammed’in (s.a.v.) yolundan gidebiliyorsak, onlara yakın oluruz. Fatih’in nesliyiz diyenler, Fatih’in İstanbul’u elinden aldığı Hristiyanlara uymasınlar ki sözleri doğru olsun.”[12]

“Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrâhim'i gönderdik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.[13]

Süleyman Ateş diyor ki: “Bu ayette Nuh'un ve İbrâhim'in elçi olarak görevlendirildiği, peygamberliğin ve Kitabın, bu ikisinin nesli içinde sürdüğü; ama bunların nesilleri içinde iyilerin yanında pek çok kötünün de bulunduğu belirtilmektedir.”[14]

“Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrâhim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.”[15]

Süleyman Ateş diyor ki: “Bu ayetlerde Peygamberi kıskanın, ona hased eden Kitap ehline ve başkalarına, Allah'ın, İbrâhim soyuna Kitap, hikmet ve büyük bir mülk (hükümdarlık, krallık) verdiği belirtilmektedir. Bunun anlamı şudur: Allah, İbrâhim soyundan gelen İsrailoğullarına Kitap ve Hikmet vermiş, onlar arasından Musa, Harun, İsa gibi peygamberler; Davud, Süleyman gibi kral peygamberler verip onları çevrelerine egemen kıldığı gibi, yine İbrâhim soyundan gelmiş olan Hz Muhammed'e de Kitap ve hükümdarlık vermiştir. İnsanları kıskanmanın, peygamberliği ve hükümdarlığı sadece kendilerine özgü görmenin ne gereği vardır. Kimse Allah'ın dilemesine ve lütfuna engel olamaz.”[16]

Seyyid Kutub diyor ki: “Yoksa yahudilerin hastalığı kıskançlıklarından mı kaynaklanıyor? Yüce Allah'ın Peygamberimize ve müslümanlara bağışladığı imtiyazı mı kıskanıyorlar? Müslümanlara yepyeni bir varoluş kazandıran, onları yeniden doğmuşçasına başkalaştıran, kendilerine diğer insanlardan farklı bir kişilik sağlayan; onlara bir yandan aydınlık, ışık, güven duygusu ve gönül huzuru, öbür yandan temizlik, arınmışlık ve bunların yanısıra prestij ve egemenlik bağışlayan İslâm dinini mi kıskanıyorlar?

Evet, yahudilerin içini kemiren kurt, gerçekten bu kıskançlıktır. Üstelik bu din yüzünden arapların üzerine nice yıllardan beri kurmuş olduğu edebî ve ekonomik egemenlik de elden gidiyor; cahil, bölük-pörçük ve birbirleri ile sürekli çatışan zavallı Arapların sırtlarından, onların dinsiz günlerinde sağladığı çık arlar artık hayal olmak üzere!

Fakat yüce Allah başkalarına peygamberlik ve yeryüzü egemenliği verdi diye ne yüzle insanları kıskanıyorlar? Çünkü kendileri de Hz. İbrahim döneminden beri ilâhî bağışın denizi içinde yüzüyorlar. Bilindiği gibi yüce Allah gerek Hz. İbrahim'e gerekse soyundan gelenlere kutsal kitap, peygamberlik mevki, egemenlik ve iktidar vermişti. Fakat bu nankörler bu bağışın değerini bilmediler, bu nimete sahip çıkmadılar ve vaktiyle yüce Allah'a verdikleri sözü tutmadılar. Tersine bir kesimi inanmayanlar safına katıldılar. Oysa bu kadar nimete ve bağışa muhatap olan bir milletin bir kesiminin inkâra sapması, kâfir olması yakışık almaz.”[17]

Mahmut Toptaş diyor ki: “Bu ehli kitap, herşeyin en iyisine kendilerinin layık olduğuna inandıklarından yeryüzündeki nimetlerin kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri gibi gökyüzü nimetinden olan kitabın, peygamberliğin ve hikmetin de kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar. Kendilerinden başkasına peygamberlik gelince de hemen hased ediyorlar. Bugünkü yahudi ve hristiyanlar da 1400 sene önceki atalarının yolunda devam edip hasetlerini sürdürüyorlar. Filistin’de kimsesiz bıraktıkları çocukların Allahu Ekber demeleri karşısında küçüldüklerini, ezildiklerini hissediyor ve hristiyan imparatoru Amerika’dan müslüman çocukları öldürmek için yardım istiyor.”[18]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim; Al-i İmran, 3/65.

[2] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: .9/143.

[3] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/66.

[4] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: .9/143.

[5] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 2/104.

[6] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/67.

[7] Abdulvahid Metin, Meal/Tefsir Aynı Ayet.

[8] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 2/104-105.

[9] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/68.

[10] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: 9/143.

[11] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 2/105-106.

[12] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/67.

[13] Kur’an-ı Kerim: Hadid, 57/26.

[14] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: 9/158.

[15] Kur’an-ı Kerim: Nisa, 4/54.

[16] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: .9/157.

[17] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 2/511.

[18] Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/273-274.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:27   #64
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Eski Ahit Neden Değiştirildi?

Eski Ahit ve Kuran iki ayrı Hz. İbrahim'den bahseder. Kuran'da Hz. İbrahim putperest bir topluluğa elçi olarak gönderilmiştir. Kavmi göğe, yıldızlara, aya ve çeşitli putlara tapmaktadır. O ise kavmiyle mücadele eder, onları batıl inanışlarından geri çevirmeye çalışır, bu nedenle de başta babası olmak üzere tüm kavmin düşmanlığı ile karşılaşır.

Oysa bunların hiçbiri Eski Ahit'te yer almaz. Hz. İbrahim'in ateşe atılması, kavminin putlarını kırması gibi olaylar da Eski Ahit'te bulunmaz. Hz. İbrahim'in Eski Ahit'teki konumu, daha çok Yahudilerin atası şeklindedir. Eski Ahit'teki bu tablonun "ırk" kavramını ön plana çıkartmak isteyen Yahudiler önde gelenleri tarafından çizildiği ise açıktır. Kendilerinin Allah tarafından ebediyen seçilmiş ve üstün kılınmış bir halk olduklarına inanan Yahudiler, bilerek ve isteyerek Kutsal Kitaplarını tahrif etmişler ve sözkonusu inanış doğrultusunda eklemeler ve çıkarmalar yapmışlardır. Bu sebepten dolayıdır ki Eski Ahit'te anlatılan Hz. İbrahim, sadece Yahudilerin atasıdır.[1]

Eski Ahit'e inanmakta olan Hıristiyanlar da Hz. İbrahim'in Yahudilerin atası olduğunu düşünürler; ancak bir farkla: Hıristiyanlar'a göre Hz. İbrahim bir Yahudi değil, bir Hıristiyan'dır. Irk kavramını Yahudiler kadar önemsemeyen Hıristiyanlar'ın bu tutumu, bu iki dinin arasında bir çatışmaya ve tartışmaya yol açmıştır. Allah Al-i İmran Suresi, 65-68. ayetlerinde bu tartışmalara şöyle bir açıklama getirir:

"Ey Kitap ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz. İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan'dı: ancak, O hanif (muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi. Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir."[2]

Kuran'da Hz İbrahim, Eski Ahit'te yazandan tamamen farklı olarak kavmini uyarıp korkutan ve onlarla mücadeleye girişen bir kişidir. Küçük yaşlardan başlayarak putlara tapmakta olan kavmini uyarmış ve onlara bu davranışlarından vazgeçmelerini öğütlemiştir.[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Harun Yahya, Kavimlerin Helakı "Hz.İbrahim'in Hayatı" Babı.

[2] Kur’an-ı Kerim: Ali İmran, 65-68

[3] Harun Yahya, Kavimlerin Helakı "Hz.İbrahim'in Hayatı" Babı.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:28   #65
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Eski Ahit'e Göre Hz. İbrahim :
Hz. İbrahim hakkında belki de en detaylı bilgiyi veren kaynak, Eski Ahit'tir. Buna göre Hz. İbrahim, Mezopotamya ovasının güneydoğusunda bulunan ve o dönemin en önemli şehirlerinden birisi olan Ur şehrinde MÖ. 1900'lü yıllarda dünyaya gelir. Doğduğu zaman Hz. İbrahim'in ismi İbrahim, yani "Abraham" değildir, "Abram" dır. İsmi tanrı Yehova (YHWH) tarafindan daha sonra değiştirilecektir.

Bir gün Eski Ahit'in tanrısı Yehova, Abram'a ülkesini ve halkını bırakarak yola çıkmasını, adı belirtilmeyen bir ülkeye gitmesini ve orada yeni bir kavim oluşturmasını ister. Yetmişbeş yaşındaki Abram bu çağrıya uyarak kısır karısı Sarai —ki daha sonradan prenses anlamına gelen "Sarah" ismiyle anılacaktır— ve kardeşinin oglu Lut ile beraber yola çıkar. Kendileri için seçilmiş yere doğru giderken Harran'da bir süre kalırlar, daha sonra yollarına devam ederler. Yehova'nın vaadettiği Kenan diyarına geldiklerinde buranın kendileri için seçilmiş bir yer olduğu ve kendilerine verildiği söylenir. 99 yaşına geldiğinde Abram tanrı Yehova ile bir anlaşma yapar ve ismi Abraham, yani İbrahim olarak değiştirilir. Abraham 175 yaşında ölür ve bugün İsrail'in işgali altındaki Batı Seria'da yer alan Hebron (El-Halil) kentinin yakınlarındaki Makpela mağarasına gömülür. Hz. İbrahim'in parayla satın aldığı bu toprak, onun ve soyunun vaadedilmiş topraklardaki ilk mülkiyetidir.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Harun Yahya, Kavimlerin Helakı "Hz.İbrahim'in Hayatı" Kıssası.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:28   #66
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Yahudilerin Dini Kitabı Talmûd’da İbrâhim as. :
Yahudilerin dini kitabı Talmûd’da, Hz. İbrâhim'in Irak ve Babil'de kaldığı süre içinde başından geçen önemli olaylar, şahsiyeti, karakteri ve alışkanlıklarıyla zevkleri hakkında, Kur’ân-ı Kerim’de bulunmayan bazı ayrıntılara rastlanıyor. Fakat her iki mukaddes kitabın kayıtları birbiriyle karşılaştırılınca pekçok farklılıklar göze çarpıyor. Talmûd'da bu hususta pek çok ayrıntıların yer almasına rağmen bunların kopuk, tutarsız ve mantıksız olduğu anlaşılıyor. Buna karşılık Kur’ân-ı Kerim, Hz. İbrâhim'in kişiliği, karakteri, yaşantısı ve başından geçen olayları net ve açık bir şekilde bize sunmaktadır. Bunlar da ne herhangi bir fazlalık ve ne de absürdlük yoktur.

Talmûd'un Doğum pasajlarında;[1] İbrâhim'in doğduğu gün kâhinler fala bakarak Tareh'in evinde doğan çocuğun öldürülmesini Nemrud'a söylemişler. Nemrud öldürme emrini vermiştir. Fakat Tareh, kölelerinin bir çocuğunu Nemrud'un adamlarına vermek suretiyle Hz. İbrâhim'in hayatını kurtarmıştır. Sonra Tareh, karısı ve çocuklarıyla birlikte 10 sene bir mağaraya saklanmışlar. Onbirinci yılda Tarih, Hz.İbrâhim'i, Hz.Nuh'a yollamış ve Hz. Nuh'un ve oğlu Sam'ın hizmetinde 39 sene terbiye görmüştür. Bu sırada Hz. İbrâhim, kendisinden 42 yaş küçük olan Hz.Sare ile evlenmiştir. - İncil bu nokta da Sare'nin Hz.İbrâhim'in yeğeni olduğu hususunu açıklamıyor. Fakat aralarındaki yaş farkının 10 olduğunu belirtiyor.- [2]

Bundan sonra Talmûd'un kayıtları şöyledir: Hz.İbrâhim 50 yaşında iken Hz.Nuh'un evinden babasının evine geldikten sonra gördü ki, babası putperesttir ve evde senenin 12 ayına göre 12 put vardır. Hz. İbrâhim ilk önce babasını hidayete getirmeye ve putperestlik ile şirkin zararlarını kendisine anlatmağa çalışır. Fakat babası atalarının dinini bırakmak istememektedir. Nihayet bir gün Hz.İbrâhim evdeki bütün putları kırar ve Tareh eve geldiğinde putların perişan olduğunu görünce çok öfkelenir ve doğru Nemrud'a gider. Tareh öldürülmek istenen çocuğun babası olduğunu ve bu çocuğun bugün 50 yaşında bulunduğunu ve evdeki bütün putları kırdığını anlatır. Nemrud'da Hz. İbrâhim'i çağırarak sorguya çeker ve sorgu sırasında Hz.İbrâhim'in ters cevaplarına sinirlenerek onu zindana attırır. Daha sonra kraliyet konseyi toplanır ve konsey Hz.İbrâhim ile birlikte kardeşi aynı zamanda kayınpederi olan Harân'ın da ateşe atılmasına karar verir. Çünkü Nemrud kendisine yapılan bu sahtekarlığın kimin fikri olduğunu sormuş ve Tareh'de fikrin Harran'a ait olduğunu söylemiştir. Böylece kabak Harran'ın başında patladı ve İbrâhim as. ile birlikte ateşe atılmıştır. Harran ateşe atılır atılmaz yanıp kül olmuş fakat İbrâhim as.'ın ateşin tam ortasında rahat dolaşmakta olduğunu ve kendisine hiçbir zarar gelmediğinin görülmesi üzerine Nemrud çağırılmış ve bu garip vak'a’yı gözleriyle gören Nemrud, İbrâhim as'a seslenmiş. “Ey gökteki Allah'ın kulu, ateşten çık ve yanıma gel” İbrâhim as. onun dediğini yapmış ve dışarı çıkmış, Nemrud, Hz.İbrâhim'in bu harika mucizesinden etkilenerek kendisine saygı ve bağlılığını bildirmiş ve ayrı olarak da kendisine kıymetli hediye ve eşyalar vermiştir.

Yine Talmûd'un kayıtlarını göre, İbrâhim as. bu vak'adan sonra Babil ve Irak'ta iki sene kalmış ve Nemrud bir kâbus görmüş ve falcılara rüyasının tabirini sormuş. Falcılar, İbrâhim as'ın Nemrud hanedanının hakimiyetine son verebileceğini ve bu yüzden kendisinin öldürülmesi gerektiğini bilirtmişlerdir. Fakat Nemrud'un, İbrâhim as'ın hizmetine verdiği bir kölesi olan el-Ya'zer bu suikasttan efendisini haberdar etti. Hz.İbrâhim derhal Hz.Nuh'a kaçıp sığındı. Tareh ile İbrâhim as. gizlice buluşmaya başladılar ve nihayet baba ile oğul ülkeyi terketmeye karar verdiler. Hz.Nuh ile Sam da bu kararı beğendiler. Sonunda, Tareh, oğlu İbrâhim, torunu Lut ve torunu ile gelini olan Hz.Sare'yi alıp Ur'dan Harran'a göç etti. [3]

Talmûd'un bu hikayelerini okuduktan sonra aklı başında olan bir kişi, Kur’ân-ı Kerim'in bundan esinlenerek yazıldığını söyleyebilir mi? Hayret doğrusu! [4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bkz. Talmud, Doğum, XI,29 ve XVII:17.

[2] Bkz. Doğum: XI.29.ayet ve XVII:17; Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı 1/453.

[3] Bkz. Talmud, s.30,32.

[4] Mevdudi, Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı: 1/454.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:28   #67
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hristiyanların Mukaddes Kitabı İncil’de Nemrud ile Hz.İbrâhim :
Hristiyanların mukaddes kitabı İncil'de Nemrud ile Hz. İbrâhim as. arasındaki tartışma, kendisinin ateşe atılması, bu ateşin soğuması, kendisine hiçbir şey olmaması, zindana atılması, milleti ile amansız mücadelesi ve nihayet Babil Irak veya Ur'a Allah'ın azabının inmesi, kısacası, Babil ve Irak'taki yaşantısının hiçbir safhası kaydedilmemiştir. Ancak İncil'in “Doğum” ile ilgili bölümünde Hz. İbrâhim as'ın ülkeyi terketmesine dair bazı kayıtlar vardır. Fakat bu olay bir peygamberinden çok alelade bir ailenin, iş ve geçim kaynaklarını aramak üzere bir ülkeden başka bir ülkeye göçetmesi gibi anlatılmıştır.[1]

Kur’ân-ı Kerim ile İncil'in kayıtlarında önemli bir nokta daha vardır. Kur’ân-ı Kerim'e göre Hz.İbrâhim'in müşrik ve putperest babası, oğluna baskı ve zulüm yapanların başında idi. İncil ise, bizzat Hz. İbrâhim'in babasının, evlatlarıyla birlikte -ki bunlar arasında oğul, torun ve gelinleri de vardı- Harran'a gidip yerleştiğini beyan etmektedir.[2] Bunun hemen akabinde Allah'u Teala'nın Harran'dan Kenan'a gidip yerleşme emri verdiği belirtilerek şunlar ekleniyor. “Ben seni büyük bir millet haline getireceğim ve bereket vereceğim ve senin ününe ün katacağım. O halde, sen bereketli ol. Senin mübarek olduğunu söyleyenlere bereket vereceğim ve seni lanetleyenleri ben lanetleyeceğim ve yeryüzünün bütün kabileleri (milletleri) senden bereket alacaklardır.”[3]

İncil'deki bu kayıtlar biraz havada kalıyor ve Allah'ın birden bire Hz.İbrâhim'e bu kadar ilgi göstermesinin sebebi, O'nun hikayesinin başka kaynaklardan öğrenmeyenler tarafından anlaşılamıyor.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mevdudi, Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı : 1/452.

[2] Bkz. İncil, Doğum XI, Bölüm, 27-32.

[3] Bkz. Doğum: Bölüm, XII., 1-3; Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı: 1/447.

[4] Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı: 1/453.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:29   #68
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
. BÖLÜM: İBRAHİM AS.’IN BABASI ÂZER ...


1. Âzer- Tareh Kimdir ?
“İbrahim, babası Âzer’e demişti ki :...”[1]

İşaret edilmesi gereken bir diğer husus da Hz. İbrâhim’in babasının Kur'an-ı Kerim'de Âzer adıyla anılmasıdır. Oysa Tevrât’ta İbrâhim’in babası, Tareh olarak geçer. Müfessirler bunu birkaç şekilde yorumlarlar:

İbnü Cerir tefsirinde açıklandığı üzere Muhammed b. İshak demiştir ki: "Âzer, Hz. İbrahim'in babasıdır.[2] Ve Kûfe civarında Kûsâ kasabası ahalisinden bir adam olduğu bize zikredilen haberler cümlesindendir."[3]

Süleyman Ateş diyor ki: “Belki de İbrâhim’in babasının asıl adı Âzer, lakabı Tareh idi. Tevrat’ta lakabıyla, Kur’ân’da adıyla anılmıştır. İbrâhim kıssasının, şifahi nakillerle Araplar arasında anlatıldığı muhakkaktır. Çünkü Araplar, onu kendi ataları tanıyorlardı. Tevrat kıssalarının bir bölümü, Araplar arasında anlatılıyordu. Çünkü bölgede Hıristiyan Araplar vardı. Fakat bu anlatımlar Şifâhi nakillerden ibaret idi. Hz. İbrâhim’in babasının adı olan Tareh, Arapçaya Âzer şeklinde geçmiş olmalı ki Kur’ân-ı Kerim, Arapların bildiği bu adı kullanmıştır. Eğer Kur’ân’ın söylediği isim, kendi bildiklerine aykırı olsaydı, Araplar buna itiraz ederler, bu takdirde de kıssa anlatımının asıl amacı olan öğüt ve ibret oluşmazdı.

Demek ki İbrâhim’in babasının adı, Araplar arasında Âzer olarak yayılmıştı. Nasıl ki bazı İslâm isimleri de Avrupa dillerine farklı telaffuzlarla geçmiştir. İbn Sina’nın “Avisenna”, İbn Rüşd’ün “Averroes” olması gibi. Hatta Tevrat’ta Abraham, Saul, Salamon olarak geçen isimler de Kur’ân’da Arapların telaffuzuyla İbrâhim, Talut, Süleyman şeklinde geçer. Nitekim Hızır İlyas'ın “Hızır Ellez”, Dâru’s-sınâ’a tersane olarak geçtiği gibi, Türkçedeki “belki” kelimesi Arapça’ya “belek” şeklinde geçmiştir. İşte Aynı şey, İbraniceden Arapçaya geçmiş olan bu isimde de olabilr. Belki de bazı Tevrat nüshalarında bu ad, doğrudan doğruya Âzer olarak geçmekte idi, o nüshalar zamanla ortadan kaybolmuştur.

Âzer isminin, Arapçadaki Tareh adının anlamı olması da muhtemeldir. Yuhut bu ad, Tareh’in bir lakabının Arapça anlamıdır. Âzer, İbranice’de “hata eden” anlamına gelir. Yüce Allah, onu hata eden sıfatıyla anarak, küfrüyle hatada olduğunu belirtmek istemiştir.

Ya da Âzer, İbrâhim’in amcasının adı idi. Bazen amca, baba yerine kullanılır. Nitekim Ya’kub’un oğulları da Ya’kub’a; “Senin Tanrın ve babaların İsma’il ve İshak’ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, Biz O’na teslim olanlarız”[4] demişlerdir.[5]

İbrâhim Baydar diyor ki: “Âzer’in “Amca” olduğunu söyleyen iddia sahiplerinin, bu düşüncelerini Bakara 133’üncü ayetle desteklemeye çalışırsalar dahi gerçekte İsmail, Yakub’un amcası olduğu halde, bu ayette ondan “Babası” olarak söz edildiğini söylemektedir. Ve bu görüşünü şöyle izah etmekte ;

Bu ayet, iddia edilen şeye delaletten bir hayli uzak görülmektedir. Bir defa ayette, “ismail Yakub’un babasıdır” şeklinde bir hüküm yoktur. İsmail, Yakub’un “Babaları” arasında sayılmaktadır. Dikkat edilmelidir ki; bir insanın birden fazla babası olamıyacağı açıktır, o halde bu ayette, İbrâhim de “babalar”dan sayılmıştır. Oysa İbrâhim Yakub’un babası değil, dedesidir.

Dede olan İbrâhim’e ve amca olan İsmail’e, “Babalar” denmesinin çok daha farklı bir nedeni vardır;

Arapça’da baba anlamına gelen “Valid” ve “Eb” sözcükleri, cüzî eş anlamlı olarak kullanılır. Bu kelimelerin Kur’ân’daki disiplinine bakıldığında şöyle bir netice ile karşılaşılır. “Valid” kelimesiyle kasdedilen anlam, çocuğun ilk babasıdır. Yani “Valid”, “Veled”in oluşundan fâil olan kimsedir.[6] Oysa “Eb” kelimesinin kapsamında hem ilk, hem de dede gibi önceki babalar bulunur. Yani, bazan bir vasıta ile baba sayılan ve aynı soydan olan büyük kimselere de “Eb” denir.[7] Nitekim Arapçada “Ebu Bekir” gibi künye ve lakabların “Eb” kelimesiyle yapılması da bundandır. İşaret edilen ayette de İbrâhim ve İsmail, Yakub’un “Valid”i değil, vasıta ile babaları ve o koldan büyükleri olan “âbâ”sı daha doğru bir ifade ile “Atalar”ı arasında anılmaktadır.

Bu nedenle Yüce Kitap, çocuğun sadece ilk müsebbiplerini kasteden kelimeyi tekil olarak “Valid” biçiminde kullandığı halde, hiçbir yerde çoğul olarak “Validun” biçiminde kullanmaz. Çünkü ilk sebep, yani öz baba ve anne ikiden fazla olamaz. Ama, çocuğun babasını ve önceki atalarını kapsamına alan “Eb” kelimesini, “âbâ” biçiminde çoğul olarak da kullanır. Nitekim anlamı tartışılan ayette de böyledir. Eb kelimesi, çoğul olarak “âbâ” biçiminde kullanılmıştır.

Eğer bütün bu tesbitlerimiz doğruysa; Kur’ân’da Hz.İbrâhim’le çok sevdiği oğlu İsmail’e, birlikte işaret edilirken, aralarındaki şefkat ve itaatı çağrıştıcak olan “Valid” kelimesi, Hz.İbrâhim’in kendi babasının bağışlanması için dua ettiğini anlatırken de “Vâlid” kelimesi, fakat Âzer’in kendi putculuğunu Hz.İbrâhim’e karşı savunup da küfrü açığa çıktıktan sonra, aralarındaki rûhi irtibatın kopukluğunu hissettirmek için de “Eb” kelimesi tercih edilmiş olmalıdır. İşte Kur’ân-ı Kerim’de her üç durum da bu tesbitlere uygundur.

"Baba (Vâlid)'e ve çocuğu and olsun ki...”[8]

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı (Vâlideyn) ve inananları bağışla.”[9]

“İbrâhim, babası (Eb) Âzer’e, “Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve toplumunu açık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti”[10]

Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz. Dede İbrâhim amca İsmail ve baba İshak’ı bir araya getiren ortak nokta, ondan büyük olmalarıdır, küçük olan Yakub’u terbiye etmeleri ve yetiştirmeleridir. Bu nedenle onlar İshâk’a “Ata” olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’in, onların üçünü bir arada sayarken “Eb” kelimesin seçmesi bundandır. Âzer için “Eb” kelimesini seçmesinin sebebi ise, küçüklüğünde İbrâhim’i yetiştirip eğittiği halde, küfründen dolayı artık O’nunla kalbi bir irtibatı kalmayan, sevmediği bir babası olmasından dolayıdır. Doğrusunu Allah bilir.[11]

(Âzer 205 yaşında Harran'da ölmüştür.)



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/74.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/106-107; Taberi Tefsiri: 7/158.

[3] Taberi Tefsiri: 7/158.

[4] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/133.

[5] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: 9/99.

[6] Kur’an-ı Kerim: Beled , 90/3.

[7] Kur'an-ı Kerim: 22/8; 37/126; 12/4.

[8] Kur’an-ı Kerim: Beled, 90/3.

[9] Kur’an-ı Kerim: İbrahim, 14/41.

[10] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/74.

[11] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.32.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:29   #69
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: İBRAHİM AS.’IN BABASI ÂZER ...


1. Âzer- Tareh Kimdir ?
“İbrahim, babası Âzer’e demişti ki :...”[1]

İşaret edilmesi gereken bir diğer husus da Hz. İbrâhim’in babasının Kur'an-ı Kerim'de Âzer adıyla anılmasıdır. Oysa Tevrât’ta İbrâhim’in babası, Tareh olarak geçer. Müfessirler bunu birkaç şekilde yorumlarlar:

İbnü Cerir tefsirinde açıklandığı üzere Muhammed b. İshak demiştir ki: "Âzer, Hz. İbrahim'in babasıdır.[2] Ve Kûfe civarında Kûsâ kasabası ahalisinden bir adam olduğu bize zikredilen haberler cümlesindendir."[3]

Süleyman Ateş diyor ki: “Belki de İbrâhim’in babasının asıl adı Âzer, lakabı Tareh idi. Tevrat’ta lakabıyla, Kur’ân’da adıyla anılmıştır. İbrâhim kıssasının, şifahi nakillerle Araplar arasında anlatıldığı muhakkaktır. Çünkü Araplar, onu kendi ataları tanıyorlardı. Tevrat kıssalarının bir bölümü, Araplar arasında anlatılıyordu. Çünkü bölgede Hıristiyan Araplar vardı. Fakat bu anlatımlar Şifâhi nakillerden ibaret idi. Hz. İbrâhim’in babasının adı olan Tareh, Arapçaya Âzer şeklinde geçmiş olmalı ki Kur’ân-ı Kerim, Arapların bildiği bu adı kullanmıştır. Eğer Kur’ân’ın söylediği isim, kendi bildiklerine aykırı olsaydı, Araplar buna itiraz ederler, bu takdirde de kıssa anlatımının asıl amacı olan öğüt ve ibret oluşmazdı.

Demek ki İbrâhim’in babasının adı, Araplar arasında Âzer olarak yayılmıştı. Nasıl ki bazı İslâm isimleri de Avrupa dillerine farklı telaffuzlarla geçmiştir. İbn Sina’nın “Avisenna”, İbn Rüşd’ün “Averroes” olması gibi. Hatta Tevrat’ta Abraham, Saul, Salamon olarak geçen isimler de Kur’ân’da Arapların telaffuzuyla İbrâhim, Talut, Süleyman şeklinde geçer. Nitekim Hızır İlyas'ın “Hızır Ellez”, Dâru’s-sınâ’a tersane olarak geçtiği gibi, Türkçedeki “belki” kelimesi Arapça’ya “belek” şeklinde geçmiştir. İşte Aynı şey, İbraniceden Arapçaya geçmiş olan bu isimde de olabilr. Belki de bazı Tevrat nüshalarında bu ad, doğrudan doğruya Âzer olarak geçmekte idi, o nüshalar zamanla ortadan kaybolmuştur.

Âzer isminin, Arapçadaki Tareh adının anlamı olması da muhtemeldir. Yuhut bu ad, Tareh’in bir lakabının Arapça anlamıdır. Âzer, İbranice’de “hata eden” anlamına gelir. Yüce Allah, onu hata eden sıfatıyla anarak, küfrüyle hatada olduğunu belirtmek istemiştir.

Ya da Âzer, İbrâhim’in amcasının adı idi. Bazen amca, baba yerine kullanılır. Nitekim Ya’kub’un oğulları da Ya’kub’a; “Senin Tanrın ve babaların İsma’il ve İshak’ın Tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, Biz O’na teslim olanlarız”[4] demişlerdir.[5]

İbrâhim Baydar diyor ki: “Âzer’in “Amca” olduğunu söyleyen iddia sahiplerinin, bu düşüncelerini Bakara 133’üncü ayetle desteklemeye çalışırsalar dahi gerçekte İsmail, Yakub’un amcası olduğu halde, bu ayette ondan “Babası” olarak söz edildiğini söylemektedir. Ve bu görüşünü şöyle izah etmekte ;

Bu ayet, iddia edilen şeye delaletten bir hayli uzak görülmektedir. Bir defa ayette, “ismail Yakub’un babasıdır” şeklinde bir hüküm yoktur. İsmail, Yakub’un “Babaları” arasında sayılmaktadır. Dikkat edilmelidir ki; bir insanın birden fazla babası olamıyacağı açıktır, o halde bu ayette, İbrâhim de “babalar”dan sayılmıştır. Oysa İbrâhim Yakub’un babası değil, dedesidir.

Dede olan İbrâhim’e ve amca olan İsmail’e, “Babalar” denmesinin çok daha farklı bir nedeni vardır;

Arapça’da baba anlamına gelen “Valid” ve “Eb” sözcükleri, cüzî eş anlamlı olarak kullanılır. Bu kelimelerin Kur’ân’daki disiplinine bakıldığında şöyle bir netice ile karşılaşılır. “Valid” kelimesiyle kasdedilen anlam, çocuğun ilk babasıdır. Yani “Valid”, “Veled”in oluşundan fâil olan kimsedir.[6] Oysa “Eb” kelimesinin kapsamında hem ilk, hem de dede gibi önceki babalar bulunur. Yani, bazan bir vasıta ile baba sayılan ve aynı soydan olan büyük kimselere de “Eb” denir.[7] Nitekim Arapçada “Ebu Bekir” gibi künye ve lakabların “Eb” kelimesiyle yapılması da bundandır. İşaret edilen ayette de İbrâhim ve İsmail, Yakub’un “Valid”i değil, vasıta ile babaları ve o koldan büyükleri olan “âbâ”sı daha doğru bir ifade ile “Atalar”ı arasında anılmaktadır.

Bu nedenle Yüce Kitap, çocuğun sadece ilk müsebbiplerini kasteden kelimeyi tekil olarak “Valid” biçiminde kullandığı halde, hiçbir yerde çoğul olarak “Validun” biçiminde kullanmaz. Çünkü ilk sebep, yani öz baba ve anne ikiden fazla olamaz. Ama, çocuğun babasını ve önceki atalarını kapsamına alan “Eb” kelimesini, “âbâ” biçiminde çoğul olarak da kullanır. Nitekim anlamı tartışılan ayette de böyledir. Eb kelimesi, çoğul olarak “âbâ” biçiminde kullanılmıştır.

Eğer bütün bu tesbitlerimiz doğruysa; Kur’ân’da Hz.İbrâhim’le çok sevdiği oğlu İsmail’e, birlikte işaret edilirken, aralarındaki şefkat ve itaatı çağrıştıcak olan “Valid” kelimesi, Hz.İbrâhim’in kendi babasının bağışlanması için dua ettiğini anlatırken de “Vâlid” kelimesi, fakat Âzer’in kendi putculuğunu Hz.İbrâhim’e karşı savunup da küfrü açığa çıktıktan sonra, aralarındaki rûhi irtibatın kopukluğunu hissettirmek için de “Eb” kelimesi tercih edilmiş olmalıdır. İşte Kur’ân-ı Kerim’de her üç durum da bu tesbitlere uygundur.

"Baba (Vâlid)'e ve çocuğu and olsun ki...”[8]

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, anamı babamı (Vâlideyn) ve inananları bağışla.”[9]

“İbrâhim, babası (Eb) Âzer’e, “Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve toplumunu açık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti”[10]

Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz. Dede İbrâhim amca İsmail ve baba İshak’ı bir araya getiren ortak nokta, ondan büyük olmalarıdır, küçük olan Yakub’u terbiye etmeleri ve yetiştirmeleridir. Bu nedenle onlar İshâk’a “Ata” olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’in, onların üçünü bir arada sayarken “Eb” kelimesin seçmesi bundandır. Âzer için “Eb” kelimesini seçmesinin sebebi ise, küçüklüğünde İbrâhim’i yetiştirip eğittiği halde, küfründen dolayı artık O’nunla kalbi bir irtibatı kalmayan, sevmediği bir babası olmasından dolayıdır. Doğrusunu Allah bilir.[11]

(Âzer 205 yaşında Harran'da ölmüştür.)



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/74.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/106-107; Taberi Tefsiri: 7/158.

[3] Taberi Tefsiri: 7/158.

[4] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/133.

[5] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: 9/99.

[6] Kur’an-ı Kerim: Beled , 90/3.

[7] Kur'an-ı Kerim: 22/8; 37/126; 12/4.

[8] Kur’an-ı Kerim: Beled, 90/3.

[9] Kur’an-ı Kerim: İbrahim, 14/41.

[10] Kur’an-ı Kerim: En’am, 6/74.

[11] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.32.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-22-2008, 03:29   #70
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Âzer’in Mesleği :
İbrâhim as.'ın babası Târah (Âzer), Kral Nemrud'un putlarının bakıcısı ve idarecisi idi. Ayrıca Nemrud'un taktirini ve güvenini kazanmış biri olarak itibar sahibi birisi idi.[1]

Ebu Hayyân tefsirinde de, "Marangoz, müneccim (astrolog) ve mühendis olduğunu ve Nemrud'un da yıldızlara ve geometriye merakı olduğundan, onun yanında ilgi ve alakaya mazhar olduğunu zikretmişlerdir. Ve Kûfe civarında Kûsâ denilen bir kasabadan idi, Mücahid böyle demiştir. Ve Hz. İbrahim de bu kasabada doğdu, denilmiş. Bundan başka Âzer'in Harran halkından olduğu da söylenmiştir" diye nakletmiştir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; İbn.Asakir-Tarih c.2, s.141; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları:s.141.

[2] Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit: 4/164.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi