![]() |
#121 |
![]() 1. İbrâhim as.’ın Müşrik Babası Âzer İçin Mağfiret[1] Dilemesinden Tevbe Etmesi :
(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.[2] İbrâhim as. Babil'den ayrılacağı zaman, babası için Allahu Teâlâ'dan bağışlanma dileyeceğini hatırlamış ve babasının affı için Allah'a şöyle yalvarmıştı "Babamı da bağışla! Çünkü o sapıklardandır."[3] Süleyman Ateş diyor ki; Peygamber'in ve mü'minlerin, yakınları dahi olsa müşrikler için mağfiret dileyemeyeceklerinin vurgulayan ayetten sonra gelen bu ayette, insanlara örnek olan İbrâhim'in, söz verdiğinden ötürü babası için Allah'tan mağfiret dilediği anlaşılmaktadır. Ancak bu, onun acıma duygusuyla söylediği bir sözden ibaretti. Babasının bir Allah düşmanı olduğunu anlayınca artık onun için mağfiret dilemedi. Binaenaleyh, onun izinde giden peygamberlerin ve mü'minlerin, müşrikler için istiğfar[4] edemeyecekleri anlaşılmaktadır.[5] İbrâhim Baydar ise, Müşrik bir babanın Allah’a iman etmesi için, dua etmeyi yasaklayan ilahi bir belge yoktur. “Kafirlerin bağışlanmalarını istemeliri, bir peygamber ve mü’mine yakışmaz” mealindeki ayet ise, Tevbe suresinin 87’inci ayetinde beyan edildiği üzre, cenaze namazı gibi ölüm sonrasında yapılan “Duâ” ile ilgilidir. Ölümlerinden sonra onlara af dilemek elbette bir peygambere yaraşmaz. İbrâhim as. babası henüz hayatta iken böyle bir dilekte bulunmuştu. Fakat verdiği bu “Duâ” sözü, babasının Allah düşmanlığının bağışlanması için değildi. İmanı kendisine nasib etmesi için, Allah’a yakarması anlamındaydı. Nitekim, onun artık iflah olmaz bir Allah düşmanı olduğunu öğrenince, bu duâ’dan da vazgeçmişti.[6] Bu ise Kur’an-ı Kerim de şöyle geçmektedir. İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal vardır, onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir." Yalnız İbrahim'in babasına: "Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi (önlemeye) gücüm yetmez." demesi hariç. Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Dönüşümüz de ancak sanadır[7]. İbrahim şöyle dedi: "Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o, bana çok lütufkârdır.[8]" "Ben, sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden çekilip ayrılırım da Rabbime dua (ibadet) ederim. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım.[9]" “İbrâhim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrâhim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.”[10] -------------------------------------------------------------------------------- [1] MAĞFİRET: Örtme; Allahü teâlânın, kullarının günâhlarını bağışlaması. Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki: Ey günâhı çok olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz. Allah, günahların hepsini affeder. O, sonsuz mağfiret ve nihâyetsiz merhâmet sâhibidir. Zümer sûresi: 53. Rabbinizden mağfiret istemeğe ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı... Âl-i İmrân sûresi: 133. Allahü teâlâ buyurdu ki: "Ey âdemoğlu (insanoğlu) ! Sen benden ümidli bulundukça, senden meydana gelen günâhları mağfiret ederim. Ey âdemoğlu! Senin günâhların gökyüzünü dolduracak dereceyi de bulsa, benden mağfiret dilersen seni bağışlarım. Ey âdemoğlu! Bütün yer dolusu günahlarla gelip de, bana hiçbir şerîk (ortak) koşmayarak huzûruma çıkarsan, ben seni bütün yer dolusu mağfiretle karşılarım.” (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn). ”Müslüman kardeşini sevindirmek, Allahü teâlânın af ve mağfiretine sebeb olur.” (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ür-Râbih). ”Allahü teâlânın af ve mağfireti o kadar büyüktür ki (çoktur ki), ben suçuma büyük demekten utanırım”. (Sa'dî Şîrâzî). [2] Kur’an-ı Kerim: Tevbe, 9/113. [3] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 26/86. [4] İSTİĞFÂR: Mağfiret (bağışlanmak) istemek. Allahü teâlâdan kusurlarının ve günâhlarının affedilmesini bağışlanmasını dilemek. Tövbe etmek. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruluyor ki: ”Biri günah işler veya kendine zulm eder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istiğfârda bulunursa, Allahü teâlâyı çok merhametli, afv ve mağfiret edici bulur.” Nisâ sûresi: 109. ”Günâh işlemiş kimse, abdest alır, iki rek'at namaz kılar, sonra istiğfâr ederse günâhı affolur.” ( Hadîs-i şerîf-Kurret-ül-Ayneyn). ”İstiğfâr, belâ ve sıkıntıların giderilmesi için faydalıdır ve denenmiştir.” (Muhammed Ma'sûm). ”İstiğfâr, insanı her murâda (arzuya), âfiyete kavuşturur.” (Hâdimî). ”Üç kimse şeytanın ve askerinin şerrinden korunmuştur. Onlar da, gece gündüz çok zikr edenler, Allahü teâlâyı ananlar, seherlerde (sabah namazı vakti girmeden önce) kalkıp istiğfâr edenler ve Allahü teâlânın korkusundan ağlayanlardır.” (Dârendeli Hilmi Efendi). ”Sıkıntısı olan kimse çok istiğfâr okusun.” (Hazret-i Ömer). [5] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9/163. [6] Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.34 [7] Mümtehine 4. [8] Meryem 47. [9] Meryem 48. [10] Tevbe, 9/114. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#122 |
![]() 1. Hz. İbrahim’in Babası İçin Af Dilemesinin İzahı :
Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim’in (a.s.) babası için mağfiret talebinde bulunduğuna delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hak bunu, “Babamı da bağışla. Çünkü o, sapıklardandır[1].” “Ya Rabbi, beni, ana ve babamı affet.[2]” “Sana selam olsun. Senin için Rabbime istiğfar edeceğim.[3]” ve “Muhakkak ki senin bağışlanmanı isteyeceğim[4].” şeklinde bahsetmiştir.Böylece kâfir kimse için mağfiret talebinde bulunmanın caiz olmadığı sabit olmuş olur. Bu şekilde bu, bu günahın Hz. İbrahim’den südur ettiğine delalet eder. Bil ki Allah Teala bu müşkile, “İbrahim’in babasına olan istiğfarı ancak, ona ettiği bir vaadden dolayı idi.” ifadesiyle cevap vermiştir. Bu ifadeyle ilgili iki görüş bulunmaktadır: 1) Vaad edenin Hz. İbrahim’in babası olmasıdır. Buna göre mana, “Onun babası ona, iman edeceğini vaad etti. Böylece de İbrahim (a.s.), işte bundan dolayı mağfiret talebinde bulundu. Ama ne zaman ki, Hz. İbrahim, babasının iman etmediğini, onun Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca, ondan uzaklaştı ve bu mağfiret talebinden vazgeçti” şeklinde olur. 2) Vaad edenin Hz. İbrahim olmasıdır. Bu böyledir. Zira Hz. İbrahim, babasının müslüman olacağı ümidiyle, onun için mağfiret talebinde bulunacağını babasına vaad etti. Hz. İbrahim’e, onun, Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca, o zaman babasından uzaklaştı. Bu tefsirin doğruluğuna, Hasan el-Basri’nin, bâ harfiyle olmak üzere “iyyâhu: ona” yerine “ebâhu: babasına” şeklinde okuması da delil teşkil eder. Bazı alimler, buna cevaben şu iki açıklamayı yapmışlardır: 1) Hz. İbrahim’in babasına mağfiret talebinde bulunmasından maksat, onun onu iman ve islam’a davet etmesidir. O, babasına: “İman et. Böylece ikabtan kurtul, mağfirete nail ol!” diyordu. Hz. İbrahim, Allah’ın, mağfireti gerektiren imanı babasına nasip etmesi hususunda Allah’a yalvarıp yakarıyordu ki, mağfiret talebinde bulunmaktan maksat budur. Cenab-ı Hak Hz. İbrahim’e, babasının küfür üzerinde ısrar ederek ölaceğini haber verince, o zaman o, bu talepten vazgeçti. 2) Bazı alimler de, Cenab-ı Hakk’ın “Ne peygamberin, ne de mü’min olanların müşrikler için mağfiret talebinde bulunmaları doğru değildir.” ayetinin ifade ettiği hususu, cenaze namazına hamletmişlerdir. İşte bu yolla, bu istiğfarda azabı hafifletmek gayesi bulunduğu için, kâfir için istiğfarda bulunmada bir sakınca olmadığı ortaya çıkmış olur. Bunlar sözlerini şöyle sürdürmüşlerdir. “Bunun delili, bundan muradın, bizim zikretmiş olduğumuz şu husus olmasıdır: Allah Teala, “Onlardan ölen hiç bir kimseye ebedi olarak dua etme[5]” ayetiyle, münafıklara namaz kılmaktan men etti. Bu ayette de bu hükmü tamim etmiş , ister münafık olsun, isterse şirkini izhar etmiş olsun, müşrikler üzerine cenaze namazı kılmaktan men etmiştir.” Bu, garip bir görüştür.[6] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Şuara: 26/86. [2] İbrahim: 14/41. [3] Meryem: 19/47. [4] Mümtehine: 60/4. [5] Tevbe: 9/84. [6] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/205-206. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#123 |
![]() 1. Âzer’in, Oğlunu Nemrud’a Götürmesi :
İbrâhim as. "Allah'dan başka ilah yoktur. O, benim Rabb'imdir! O, her şeyin Rabb' idir!" dedikçe, annesi ve babası, Nemrud'dan, korkarak ağlarlar, İbrâhim as'ı uyarmağa çalışırlardı. İbrâhim as. ise "Beni, küçüklüğümde koruyan, büyüklüğümde de, korur!" derdi. Fakat, Âzer artık bu olanlara dayanamamış, kendisini birisinin şikayet etmesinden korkarak, Nemrud'a gitmeye karar verir ve huzura vardığında İbrahim'in daha önce kendisinin doğmasından korktuğu çocuk olduğunu söyler. Nemrud İbrâhim'i yanına çağırtır ve kendisine itaat etmesini, kendisinden daha ulu bir kimsenin olmadığını ve yaratanın ve rızık verenin de kendisi olduğunu, söyler. İbrahlim as. Nemrud'u herkesin için de yalancılıkla suçlar. Nemrud buna öfkelenir ve Âzer'e oğlunu götürmesini, henüz onun küçük bir çocuk olduğunu, kendisinin kıymetini, saltanatını, ululuğunu, bilmediğini ve bu ne söylediğini bilmeyen çocuğu, kendisinin azabının şiddetiyle korkutmasını emreder. İbrâhim as'a da üzerinde bulunduğu dine dönmesini emreder ve O'nu salıverir.[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.İyas-Bedâyiuzzuhûr s.84; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.149. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#124 |
![]() 1. Hz. İbrahim’in Babasının Allah Düşmanı Olduğunun Ortaya Çıkışı :
İbn Cerir et-Taberi diyor ki: “Müfessirler, babasının bu halinin nasıl ortaya çıktığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir: 1) Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hakem, Dehhak ve Katade’ye göre İbrahim’in babasının müşrikliğinin belli oluşu, müşrik olarak ölmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylece İbrahim de artık onun için af dilemekten vaz geçmiştir. 2) İbrahim en-Nehai ve Ubeyd b. Umeyr’e göre ise, İbrahim’in babasının müşrik oluşunun ortaya tam olarak çıkması, ahirette olacaktır. Sırat köprüsünü geçerken babası, İbrahim’e sarılacak, onunla birlikte geçmek isteyecek, İbrahim ona yumuşak davranacak ancak onun, maymuna çevrildiğini görünce ondan uzaklaşacak ve onu yalnız başına bırakacaktır. Taberi birinci görüşü tercih etmiştir.[1] Fahreddin Razi diyor ki: “Hz. İbrahim’in neye dayanarak babasının Allah’ın düşmanı olduğunu anladığı hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları, bunun küfürde ısrar ve küfür üzere ölüm olduğunu; bazıları da, sadece küfürde ısrar olduğunu söylerken; diğer bazıları da, Allah Teala’nın, ona bunu vahiy ile bildirmesinin, onun da bundan dolayı babasından teberri etmesinin uzak bir ihtimal olmayacağını söylemişlerdir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki şöyle demiş olur: “Hz. İbrahim babasının Allah’ın düşmanı olduğunu anladığında, o ondan uzaklaştığına göre siz de böyle olunuz. Zira ben size, Hz. İbrahim’e uymayı emrettim.” Çünkü Allah Teala “Allah’ı birleyici olarak İbrahim’in dinine uy.[2]” buyurmuştur.[3] Allah Teala şöyle buyuruyor: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmi görmüyor musun ki, onlar Allah ve Rasulü’ne savaş açanları sevmezler. İsterlerse o savaş açanlar babaları veya çocukları olsunlar.” -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınları: 4/370. [2] Âl-i İmran: 3/95. [3] Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Akçağ Yayınları: 12/206. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#125 |
![]() 1. Tevhid ve İnsan Fıtratı :
Kur'an akışının ayetlerde gözler önüne getirdiği sahne, gözleri kamaştıran olağanüstü bir sahnedir. İlk aşamada, putlara ilişkin cahiliye düşüncelerini reddeden ve onlardan tiksinen fıtratın sahnesidir bu. Üzerindeki bu hurafeleri silkeleyince içten gelen coşkun bir istekle vicdanında bulduğu gerçek ilâhını arıyor. Bu düşünce henüz anlayışında ve belleğinde açıklığa kavuşmamıştır. Gizli bir coşkuyla parlayan her şeyle ilgi kurup bunun ilâhı olabileceğini düşünüyor. Fakat iyice araştırdıktan sonra bunların gelip geçici şeyler olduğunu anlıyor. Çünkü içinde gizli ilahlık gerçekliğini ve uluhiyet sıfatlarıyla bir benzerliklerini görememiştir. Sonra bu fıtrat içinde parlayan ve iyice belirginleşen bir gerçeğin farkına varıyor. Büyük bir sevinçle ve bu gerçeğin coşkusuyla dolup taşıyor. Daha önce kendi kavrama yeteneğiyle belirlediği, içindeki gerçeğe uygun gerçeğe ulaşmanın büyük coşkunluğuyla duyuruyor inancını. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) gönlünde belirginleşen bu sahne, olağanüstü ve göz kamaştırıcı bir sahnedir. Kur'an'ın akışı bu büyük deneyimi şu kısacık ayetlerde ifade edip geçiyor. Bu, fıtratın hak ve batıl karşısındaki tutumunun hikâyesidir. Müminin ilân ettiği ve bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmediği inancın hikâyesidir. Bu konuda babaya, aileye, aşirete ve ulusa hoş görünmek gibi bir endişesi yoktur. İbrahim'in (selâm üzerine olsun) babasına ve kavmine karşı takındığı şu katı, kesin ve net tutum gibi.[1] Hani İbrahim babası Azer’e: “Sen bir takım putları ilah mı ediniyorsun? Gerçekten de ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” demişti.[2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 4/83. [2] Kur’an-ı Kerim, En'âm: 6/74. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#126 |
![]() 1. Hz.İbrâhim’in Tevhid’e Davetinin Siyasi Yönleri :
İbrâhim as. Allah'ı tek bir ilah olarak kabul ettiğini ve bunun dışında her türlü tanrıyı üstün şahsiyetleri ve batıl itikadları reddettiğini ilan edince sadece Ur kavminin milli din ve inanaçlarına ağır darbe indirmiyordu, aksine Nemrud ve diğer hakim tabakanın kuvvet ve iktidarına da açıkça meydan okumuş oluyordu. Zira, yukarıda gördüğümüz gibi dini inanç ve felsefe Ur'luların bütün hayatını ektilemiş ve bunun sayesinde Nemrud ve yandaşları ülkenin en çıkarcı zümresi haline gelmişlerdi. Hz.İbrâhim tek Allah'a inanmaya davet etmek suretiyle Ur'luların tanrılarının reddettiği gibi Nemrud'un tanrısal sıfatı ve bu sıfat sayesinde sahip olduğu iktidar, şan ve şöhretini de tehlikeye sokmuş oluyordu. Bu sebeple devlete ve hükümete başkaldırmak suçundan Nemrud'un huzuruna çıkarıldı.[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/450. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#127 |
![]() 1. Babasıyla olan konuşmasında (münazarasında) pek çok ibretler vardır :
En önemlileri şunlardır: Pek çok davetçi – kitaplarında ve derslerinde davetten daha çok kendi nefislerinden bahsediyorlar. Başkalarıyla yaptıkları münazaralarda onlara karşı üstünlük sağlamaya çalışıyorlar ve onlara problemlerini arzetme fırsatını vermiyorlar. En basit sebeplerden dolayı kendi kendilerine kızıp sinirleniyorlar. Kalplerini hemen kin kaplamaktadır. Dolayısıyla bunlar ve diğerlerine düşen görev: Sadakatta, edebde, tevazuda, ihlasta ve başkalarına hürmette İbrahim as.’ı örnek edinmeli, kendi nefsi çıkarlarını bir kenara itip bütün gayesini Allah rızasına matuf kılınmalıdır. Azer’in kalbi tıpkı taşın en serti gibi idi. Hatta sert taş o kalpten daha yumuşaktır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki, bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar. Bazıları da vardır ki, yarılıp içinden sular akar ve Allahl korkusundan dağlardan yuvarlanıp düşerler. Allah işlediğinizden gafil değildir.”[1] Azer inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Putlar ve heykeller kendisine ciğerparesinden (oğllu İbrahim’den) daha sevimliydi. O putlar kendisine insanların en yakınıydı. İbrahim as. da inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Ne zaman ki babası şirkinde ısrar etti, İbrahim as. ondan yüz çevirip terketti. İbrahim as. merhamet ve yumuşak huylu bezenmesine rağmen, babası ona düşmanlık ve buğzetti. Ve üzücü olanlardan biri de, pek çok davetçinin kendi menfaatlarını dava ile karıştırmalarıdır. İslam’a ve müslümanlara olan düşmanlıklarına rağmen idarecilere karşı sevgi gösterilerinde bulunuyor ve onlara sevimlli olmaya çalışıyorlar. Cenab-ı Hakk’ın Kitab’ında: “ Allah’a ve Ahiret gününe iman eden bir kavmi; babaları, oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasülü’ne muhalefet edenlerle dostluk eder bulamazsın.”[2] Davaya gönül veren dâvetçiler İbrahim as.’ı, Muhammed s.a.v’i ve Allah’ın diğer Nebilerini örnek alanlardan olmadıkları müddetçe, davet asla başarıya ulaşmaz.[3] Salât ve Selamın en üstünü O Peygamberlerin üzerine olsun. -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/174. [2] Kur’an-ı Kerim: Mucadele, 58/22. [3] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberlerin Metodu I, Guraba Yayınları: s.157-159. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#128 |
![]() 1. Müşriklerle Dostluk Yapmamak :
Tanık olduğumuz olaylardan biri de, bazı insanların mülhid ve sefih akraba reisleriyle çok sıkı alakalar kurmalarıdır. Onların meclislerine devam ederlerken ters hal ve davranışlar karşısında bizim arkadaşlarımız da orada bulundukları halde, yüzünde Allah için bir kızgınlık veya gazaplanma dahi görülmez. Bazen de gazetelerde yazı yazıp, tağutların bir takım işlerini methederler. Bu gibi tavarları sergilemelerine yol açan sebeplerden onlara sorarsan, derler ki: Güzel yapana güzel yaptın, kötü yapana da doğruya muhalefet ettin demeyi İslâm bize öğretmiştir. İbrahim as.’da bizim için çok güzel örnek vardır. O ince kalpli, çok yumuşak huylu, geniş yürekli, babasına ve ehline karşı mütevazi idi. Cenab-ı Hak O’nu sıfatlarla şu ayetinde vasfetmektedir:”Muhakkak İbrahim çok yumuşak huylu, içli ve kendisini Allah’a vermiş biriydi.”[1] Ve Cenab-ı Hakk’ın şu kavlinede O’nun lisanı üzerine İbrahim düşmanları için dua etti: “Kim bana tabi olursa, muhakkak ki sen Gafur ve Rahim’sin.”[2] Bilmiyorumki onlar neden daha İbrahim’in davetin başlanngıcındaki tutumunu delil getiriyorlar da, onların şirkte ısrarlarını bildikten sonra İbrahim’in babasınıa ve kavmine karşı takındığı tavrı unutuyorlar veya unutmuş gibi gözüküyorlar –ki bu daha ağır basmaktadır-? Onlara karşı buğzu ve düşmanlığı ilan etti, onlardan beri olduğunu ortaya koydu, meclislerini, özel v e genel toplantılarını terketti, inancı ve hareketiyle tamamen onlardan ayrıldı, onlara karşı tavır aldı, onların putlarını paramparça etti ve onların karşınsına büyük bir cesaret ve kuvvetle çıktı: “Size ve Allah’tan başka taptıklarınza yuh olsun. Hiç akıl erdirmiyor musunuz?”[3] Şu taşlara ilahlar olarak razı olan akıllarınıza yuh olsun . Atalarınızın ve babalarınızın üzerinde bulunduğu taklit etmekten dolayı içine düştüğünüz dalaletee ve sapıklığı yuh olsun. Kendi nefisleri için herhangi bir fayda sağlayamayan ve kendilerinden hiçbir zararı gideremeyen şu ilahlarınıza yuh olsun. Allahu Teala şöyle buyuruyor: “Gerçekten İbrahim’de ve O’nunla beraber olanlarda sizin için güzel örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: “Biz sizden ve Allah’tan başka taptığınız şeylerden uzağız. Sizi inkar ettik. Siz, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve buğz belirmiştir (başlamıştır)” demişleridir.”[4] Bununla Haliü’r Rahman güzel bir örnek oldu. Yani babasına, kavmine karşı düşmanlık ve buğz ilan etmede; onlardan ve onların Allah’tan başka taptıklarından beri olduğunu açıklamakta en giüzel bir örnek olmuştur. Ve Cenab-ı Hakk’ın kavlindeki: “...Ancak, İbrahim’in babasına: Senin içinmağfiret dileyeceğim...”[5] ifadesine dikkat edelim. Bu konuda müfessirlerin çoğunluğu şöyle diyor: Bu söz İbrahim’dendir. Ancak örnek alınması bir mevzu değildir. Daha davetin ilk başlangıcında olmuştur ve maksadı babasının kalbini yumuşatmaktı. O’nun Allah düşmanı olduğu anlaşılınca kendisinden berî olmuştur. Buna rağmen, bu söz İbrahim as.’dandır ve misal konusu değildir.[6] Daveti başkalarına tebliğde yumuşak söz gereklidir. Ancak şirk üzere ısrar edildiğinde, Cenab-ı Hakk’ın düşmanlarına sevgi (dostluk) asla caiz değildir. Kim olanları düst edinirse, o da onlardandır. Dolayısıyla bu davetçiler Allah’tan korksunlar da, İbrahim as.’a tabi olsunlar. Kendi nefisleri için zoraki özürlere ve bazıl delillere cevaz bulmasınlar. Eğer hak sözü söylemeye güçleri yetmiyorsa, bari batıl konuşmasınlar. Bu ise, imanın en zayıfıdır. Mülhidlerden kötü işler yapanlara “doğruya muhalefet ettin” diyen, onların, davetçi kardeşlerine karşı çok sert ve en şiddetli sözler sarfettikleri ve onları doğruya muhafelet etmekle itham ettiklerini görmekteyiz. Öyle ise Cenab-ı Hak’tan kendilerine bir felaketin gelmesinden ve azaba layık olmalarından korksunlar.[7] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Hud, 75. [2] Kur’an-ı Kerim: İbrahim, 36. [3] Kur’an-ı Kerim; Enbiya, 67. [4] Kur’an-ı Kerim: Mümtehine, 4. [5] Kur’an-ı Kerim: Mümtehine, 4. [6] Edvua’l Beyan, 8/139; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 247-250. [7] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 250. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#129 |
![]() 1. Kâfirlerle İlişki ve Onlara Mağfiret Dilemek :
Bu ayeti kerime, hayatta olanlarıyla, ölmüşleriyle kâfirlerle dostluk ilişkilerinin kesilmesi gereğini ihtiva etmektedir. Çünkü Yüce Allah, mü’minlere, müşrikler için mağfiret dileme hakkını vermemektedir. Buna göre müşrik bir kimseye mağfiret talebinde bulunmak caiz olmayan şeylerdendir. Denilse ki: Rasulullah’ın (s.a.v.) Uhud günü küçük azı dişini kırıp yüzünü yaraladıkları esnada “Allah’ım, kavmime mağfiret buyur. Çünkü onlar bilmiyorlar” demiştir. Peki, Rasulullah’ın (s.a.v.) bu yaptıklarıyla yüce Allah’ın Rasulüne ve mü’minlere, müşriklere mağfiret istemelerini yasaklamasını bir arada nasıl bağdaştıracağız? Böyle diyenlere şöyle ceap verilir: Rasulullah’ın (s.a.v.) söylediği nakledilen bu söz, kendisinden önce geçen peygamberlerden bir nakil şeklindedir. Buna delil de Müslim’in, Abdullah b. Mesud’dan şöyle dediğine dair riayetidir. Ben, Rasulullah’a (s.a.v.) kavmi tarafından kendisine vurulup da yüzünden kanları silerken ve bu arada: “Rabbim, kavmime mağfiret buyur. Çünkü onlar bilmiyorlar” diyen bir peygamberin durumunu naklederken onu görür gibiyim.”[1] Buhari’de de şöyle denilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) kendisinden önce kavmi tarafından başı yaralanmış bir peygamberden sözetti. Rasulullah (s.a.v.) onun haberini anlatmaya koyuldu ve onun: “Allah’ım, kavmime mağfiret buyur, çünkü onlar bilmiyorlar.” dediğini nakletti.[2] Derim ki: İşte bu, Hz. Peygamber’in kendisinden önceki peygamberlerden birisini anlattığı hususunda açık bir ifadedir. Yoksa bazılarının zannettiği gibi bunu Rasulullah (s.a.v.) kendi durumunu anlatmak için zikretmiş değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. İleride, yüce Allah’ın izniyle Hud Suresinde[3] açıklaması da geleceği üzere, Hz. Peygamberin hakkında bu olayı zikrettiği kişi, Nuh (a.s.)’dır. Ayet-i kerimede geçen mağfiret dilemek ile cenaze namazının kastedildiği de söylenmiştir. Bir ilim adamı şöyle demiştir. Zinadan hamile kalmış Habeşli bir kadın dahi olsa, kıble ehlinden herhangi bir kimsenin cenaze namazını terketmem. Çünkü ben Yüce Allah’ın “Müşriklere, Peygamberin de mü’minlerin de mağfiret dilemeleri olur şey değildir.” buyruğu ile müşrikler dışında herhangi bir kimseye duayı (ve cenaze namazını kılmayı) yasakladığını duymuş değilim. Ata b. Ebi Rebah der ki: “Müşriklere dua etmeyi yasaklayan ayet-i kerime ve burada mağfiret dilemeyi yasaklayan ayet-i kerime ile kastedilen şey (cenaze) namazıdır. Üçüncü bir cevap da şöyledir: Hayatta bulunanlara mağfiret dilemek caizdir. Çünkü onların iman etmeleri umulur. Güzel sözlerle onların kalplerini ısındırmak ve dine girmeye onları şevklendirmek mümkündür. Pek çok ilim adamı da şöyle demektedir: Kişinin hayattabulundukları sürece, kâfir anne ve babasına dua etmesinde, onlar için mağfiret dilemesinde bir mahzur yoktur. Ancak ölenden ümit tamamıyla kesilmiş olduğundan ona dua edilmez. İbn Abbas der ki: “Müslümanlar ölmüşlerine mağfiret diliyorlardı. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu, bu sefer onlara mağfiret dilemekten uzak tutuldular. Ancak ölecekleri vakte kadar hayatta olanlar için mağfiret dilemelerini de yasaklamadı.[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari, Enbiya: 54; İstitabetü’l-Mürteddin: 5; Müslim, Cihad: 105; İbn Mace, Fiten: 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/380, 427, 432, 441. [2] Buhari, Enbiya: 54; İstitabetü’l-Mürteddin: 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/453, 456-457. [3] Bkz. Hud, 11/44. ayetin tefsirinde. [4] Kurtubi, Camiu li Ahkâmi’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/422-423. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#130 |
![]() 1. Hiçbir Unsur yoktur ki Müşriklere İstiğfarı Kabuletsin :
Yüce Allah'ın karşılığında cennet vermek üzere canlarını ve mallarını satın aldığı mü'minler, tek bir ümmettirler. Aralarındaki ilişkiyi ve tek bir toplum olarak varolmalarını sağlayan bağ, Allah inancıdır. Müslüman toplum ile diğer toplumlar arasındaki son ilişkileri düzenleyen bu sure, işaret ettiğimiz bu bağa (inanç bağına) dayanmayan ilişkiler konusunda son derece tavizsizdir. Özellikle Mekke fethinden sonra, henüz İslâmın tabiatına uyum sağlayamamış birçok grubun islâma girmesi ve bu grupların hayatında akrabalık ilişkilerinin derin köklere sahip olması nedeniyle ve müslüman toplumda büyük bir genişlemenin meydana gelmesi sonucu ortaya çıkan sarsıntılar nedeniyle bu bağın vurgulanması daha bir önem kazanmıştır. İşte aşağıdaki ayetler, bu alışverişi gerçekleştiren mü'minlerle, ahiretteki gidiş yolları ve varacakları sonuçlar birbirinden farklı olduktan sonra yakın akraba da olsalar, bu konuda onlara katılmayanların tüm ilişkilerini kesip atmaktadır. Açıkça anlaşılıyor ki, bazı müslümanlar müşrik olan babaları için yüce Allah'dan bağışlanma dilemiş ve gidip Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- onlar için Allah'dan af dilemesini istemişlerdi. Bunun üzerine inen bu ayetler, onların. müşrik babaları için bağışlanma isteyişlerinin kan yakınlığına olan ilgilerinden kaynaklandığını, yüce Allah'a olan bu bağ gözetilmediğini ortaya koymuştur. Bu yüzden peygamberin ve mü'minlerin böyle bir şeye yeltenmesi olacak iş değildir. Böyle yapmak kesinlikle onlara yakışmaz. Böyle bir şeye yeltenmek, onların karakterlerine ve tabiatlarına uymaz. Peki onların cehennem ehli olduklarını nasıl anlayacaklardır? En mantıklısı, onların şirk üzere ölmeleri ve iman etme ihtimallerinin kalmamasıdır. İnanç, diğer tüm beşeri bağların, tüm insani ilişkilerin bağlandığı en büyük kulptur. İnanç bağı kesildiği zaman diğer tüm yakınlıklar kökünden kesilir. Bundan sonra soy bağı etrafında birleşmenin, evlilik nedeniyle kurulan yakınlıklar etrafında birleşmenin hiçbir değeri yoktur. Irk birliği, ülke birliği birleştirici bir unsur olamaz. Fakat Allah'a inanma, en köklü ve en büyük bağdır. Diğer tüm bağlar ondan kaynaklanır ve onda birleşir. Ya da iman olmaz o zaman da iki insanı birbirine bağlayan bir bağ olmaz.[1] |
|
![]() |
![]() |