AK Gençliğin Buluşma Noktası


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-08-2009, 03:39   #91
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cömertliğin Fazileti

Mal yok ise bu durumda kul için en uygun hareket, kanaat etmek ve az hırslı olmaktır. Eğer mal varsa bu takdirde kulun en uygun hali, başkasını nefsine tercih etmek, cömertlik ve iyilik yapmak ve cimrilikten uzaklaşmaktır. Çünkü cömertlik, peygamberlerin (a.s) ahlâkındandır. Cömertlik kurtuluş esaslarından biridir.

Hadîsler

Cömertlik, cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Onun dalları yere sarkıtılmıştır. Bu bakımdan onun dallarından birine yapışan bir kimseyi o dal cennete doğru götürür.52

Câbir Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Cebrâil, ALLAH Teâlâ´nın şöyle dediğini söyledi: Muhakkak bu (islâm dini) öyle bir dindir ki nefsim için ona razı oldum. O dini ancak cömertlik ve güzel ahlâk ıslah eder. Bu bakımdan siz bu iki hasletle gücünüz yettiği kadar o dine ikramda bulunun, dini güzelleştirin.53

O dine bu iki hasletle -onunla arkadaşlık yaptığınız müddetçe- ikramda bulunun.
Hz. Aişe´den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

ALLAH Teâlâ, bir veliyi kendisi için yarattığı zaman güzel ahlâk ve cömertlik üzere yaratır.54

Câbir (r.a) der ki: Hz. Peygamber´i ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Amellerin hangisi daha faziletlidir?´ diye soruldu. Cevap olarak şöyle buyurdu: ´Sabır ve cömertlik´55
Abdullah b. Amr Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

İki ahlâk vardır ki, ALLAH onları sever. İki huy da vardır ki ALLAH onlardan nefret eder. ALLAH´ın sevdiği iki ahlâka gelince, birincisi güzel ahlâk, ikincisi cömertliktir. ALLAH´ın buğzettiği iki ahlâk ise, birisi kötü ahlâk, ikincisi cimriliktir. ALLAH Teâlâ bir kuluna hayrı murad ederse onu insanların ihtiyaçlarını yerine getirmekte kullanır.56
Mikdam b. Şureyh57 babasından, o da babasından rivayet ederek şöyle diyor: "Hz. Peygamber´e ´Beni cennete götürecek bir amele muttali kıl!´ deyince, cevap olarak ´Muhakkak ki yemek yedirmek, selâmı yaymak ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren hasletlerdendir´ buyurdu".58

Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu riva-yet eder:
Cömertlik, cennette bulunan bir ağaçtır. Cömert olan bir kimse, o ağacın bir dalına yapışmıştır. O dal onu cennete sokuncaya kadar bırakmaz! Cimrilik ateşte biten bir ağaçtır. Cimri olan bir kimse onun dallarından birine tutunmuştur. O dal onu cehenneme sokuncaya kadar bırakmaz.59

Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır. Fazileti, kullarımın şefkatlilerinde arayın ki onların sayesinde yaşayın! Çünkü ben rahmetimi onların kalbine koydum! Şefkati, kalpleri katı olanlardan istemeyin. Çünkü ben onların kalplerine öfkemi koydum.60

İbn Abbas Hz. Peygamber´in (s,a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Cömert bir kimsenin günahından vazgeçin! Çünkü ALLAH Teâlâ bile, o cömert kulu kaydıkça onun elinden tutar.61

Rızık yemek yedirene devenin gırtlağına saplanan bıçaktan daha süratle varır. ALLAH Teâlâ, yemek yedirenle meleklerine karşı öğünür.62

ALLAH cömerttir, cömerdi sever. Güzel ahlâkı sever. Düşük ahlâktan nefret eder.63
Enes (r.a) der ki, Hz. Peygamber (s.a) müslüman olmak muka-bilinde herhangi birşey kendisinden istenirse veriyordu. Bir kişi kendisine geldi ve bir şeyler istedi. Bunun üzerine zekât koyunlarından iki dağın arasını dolduracak kadar koyun verilmesini emretti. Bunun üzerine adam kavmine döndü ve dedi ki: ´Ey kavmim! Müslüman olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kimsenin verdiği gibi veriyor!´64

ALLAH Teâlâ birçok kullarına, kulların faydası için servet ihsan eder. Bu bakımdan kim cimrilik yapar, o faydaları kullara göstermezse ALLAH Teâlâ serveti ondan alır, başkasına devreder!65

El-Hilâlî´den06 şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber´in huzuruna Benî Anber67 esirleri getirildi. Onların öldürülmesini emretti. Ancak onlardan bir kişiyi ayırdı. Bunun üzerine Hz. Ali dedi ki: ´ALLAH birdir, din birdir, günah birdir. O halde bu kişiyi onların arasından neden ayırdın?´ Cevap olarak Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Cebrâil (a.s) bana vahiy getirerek şöyle dedi: ´Bunları öldür! Fakat bunu öldürme! Çünkü ALLAH, bu kişide bulunan cömertlikten dolayı bir teşekkür olsun diye onu affetti´.68
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak herşeyin bir meyvesi vardır. İyiliğin meyvesi de iyilik yapılanı bekletmemek ve hemen ihtiyacını görmektir.69

İbn Ömer Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Cömerdin yemeği deva, cimrinin yemeği hastalıktır.70
ALLAH´ın nimeti kimin katında büyümüşse, halkın nafakası da onun üzerinde büyümüştür.71
Bu bakımdan o nafaka ve zahmeti yüklenmeyen bir kimse kendisine verilen o nimeti zevale maruz bırakmıştır.

Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: ´Ateşin kendisini yemediği şeyden çok edinin´. Kendisine o şeyin ne olduğu soruldu. Cevap olarak İyilik yapmaktır!´ dedi.

Hz. Âişe Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle dediğini rivayet eder:

Cennet cömertlerin evidir.72

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Cömert bir kimse ALLAH´a yakındır. İnsana yakındır. Cennete yakın ve cehennemden uzaktır. Cimri bir kimse de hem ALLAH´tan, hem insandan, hem de cennetten uzak ve cehenneme de yakındır. Câhil bir cömert, ALLAH katında cimri bir âlimden daha sevimlidir. Hastalığın hastalığı cimriliktir.73

İyilik ehli bir kimseye de, iyilik ehli olmayana da iyilik yap! Eğer ehline tesadüf ederse ne âlâ! Eğer ehline tesadüf etmezse muhakkak sen iyilik ehlindesin.74

Muhakkak ki ümmetimin halis kullarından bir grup, cennete namazla, oruçla girmiş değildirler. Fakat cennete nefislerinin cömertliği, gönüllerinin selâmeti ve müslümanlar için yapmış oldukları nasihattan dolayı girmişlerdir.75

Ebu Sâid el-Hudrî Hz, Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ALLAH (c.c) iyilik için mahlukatından bir grubu hazırlayıp yaratmıştır. Onlara iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiştir. İyiliği arayanları onlara yöneltmiş, vermeyi onlara kolaylaştırmıştır. Tıpkı kurak bir memlekete yağmur gönder mek sûretiyle o memleketi ve o memleketin halkını dirilttiği gibi..76

Her iyilik sadakadır. Kişinin, kendi nefsine, aile fertlerine infak ettiği herşey kişi için sadaka sayılır. Kişinin, kendisiyle şerefini koruduğu şey, kişi için sadakadır. Kişinin infak ettiği nafakanın yerini doldurmak ALLAH´a düşer.77

Her iyilik sadakadır. Hayra delâlet eden (önderlik yapan) hayır yapan gibidir. ALLAH Teâlâ, mahzun ve sıkıntıda olan kimsenin yardımına koşmayı sever.78

Zengine veya fakire yaptığın her iyilik sadakadır.79

Rivayet ediliyor ki, ALLAH Teâlâ Hz. Musa´ya vahiy göndererek ´Sâmirî´yi80 öldürme! Çünkü o cömerttir!´ dedi.

Cabir der ki, Hz. Peygamber (s.a), Kays b. Sa´d b. Ubade kumandasında bir birlik gönderdi. Bunlar cihad ettiler. Kays onlara dokuz tane binilen deve kesti. Onlar Medine´ye gelince bu hâdiseyi Hz. Peygamber´e naklettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Muhakkak ki cömertlik o ailenin ahlâkındandır.81

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ali şöyle demiştir; ´Dünya sana yöneldiği zaman ondan infak et! Çünkü o, infak etmekle yok olmaz. Dünya senden uzaklaştığı zaman ondan infak et! Çünkü o senin elinde kalmaz´.
Sonra Hz. Ali şu şiiri okudu: Dünya sana yöneldiği halde onu vermekle cimrilik yapma! Çünkü onu israf ve tebzir eksiltmez! Eğer dünya sana arka çevirirse, o zaman onunla cömertlik yapman daha uygun olur. Çünkü ondan dolayı övülmek, o insana sırt çevirdiği zaman onun halefi olup yerine geçer.

Muaviye, Hz. Hasan b. Ali´den mürevvet, necdet ve kerem´in mânâsını sordu. Hasan (r.a) şöyle cevap verdi: ´Mürevvet, kişinin dinini muhafaza etmesi, nefsini sakındırması, misafirine karşı vazifesini güzelce yapması, nefsin kerih saydığı şeyde güzel bir tarzda ilerlemesi demektir. Necdet´e gelince, komşuyu korumak, tehlikeli yerlerde sabır göstermek demektir. Kereme gelince, istenmeden iyilik yapmak, yerinde (kıtlıkta) yedirmek, isteyene vermekle beraber şefkat göstermek demektir´.

Bir kişi, Hz. Ali´nin oğlu Hasan´a bir kâğıt uzattı. Hz. Hasan kâğıdı okumadan önce ona ´Senin ihtiyacın görülmüştür!´ dedi. Bunun üzerine Hz. Hasan´a denildi ki: ´Ey Rasûlullah´ın torunu! Keşke onun kâğıdına baksaydın! Sonra kâğıttaki miktara göre cevap verseydin!´ Hz. Hasan şöyle dedi: ´Onun huzurumdaki duruşunun zilletinden dolayı kâğıdı okuyuncaya kadar bekletirsem ALLAH Teâlâ benden sual sorar´.

Muhammed b. Sebih b. Semmet el-Bağdâdî şöyle demiştir: ´Köleleri malıyla satın alıp, hür kimseleri iyiliğiyle satın almayan bir kimsenin aklına şaşarım´.
Bedevilere ´Sizin efendiniz kim?´ diye soruldu. Cevap olarak ´Kim bizim küfretmemize katlanır, dilencimize verir, câhilimize göz yumarsa odur´ dediler.
Hz. Hüseyin´in oğlu Ali Zeynelâbidin (r.a) şöyle demiştir: ´Kim malını isteyenlere vermeye niyetleniyorsa o kimse cömert sayılmaz. Cömert o kimsedir ki ALLAH´a ibâdet edenlerden ve ALLAH´ın hukukundan başlar. Buna karşılık teşekkür bile beklemez! Çünkü onun ALLAH´ın sevabına olan yakîni tam ve eksiksizdir´.

Hasan Basrî´ye denildi ki:

-Cömertlik nedir?

-Malınla ALLAH yolunda cömertlik yapman!

-Hazım nedir?

-ALLAH yolunda malını israftan menetmek!

-İsraf nedir?

-Riyaset sevgisi için malı infak etmek!

Câfer-i Sâdık (r.a) şöyle demiştir: ´Akıldan daha iyi bir mal, ce haletten daha büyük bir musibet ve müşavere gibi bir dayanak nok-tası yoktur!´ ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki ben cevvad ve kerîmim. Alçak bir kimse be-nimle komşuluk yapamaz. Alçaklık küfürdendir. Küfür ehli ise ateştedir. Cevvadlık ve kerem imandandır, iman ehli ise cennettedir.

Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir: ´Dini hususunda nice fâcir vardır ki maişetinde cömerttir, cennete de cömertliğinden dolayı girer!´

Rivayet ediliyor ki; Ahmed b. Kays bir kişiyi elinde bir dirhem olduğu halde gördü ve şöyle sordu: ´Bu dirhem kimindir?´ Kişi ´Benimdir!´ dedi. Bunun üzerine Ahmed dedi ki: ´Senin elinden çıkmadıkça senin değildir!´ Bu mânâda şöyle denilmiştir: ´Malı elinde tuttuğun zaman sen onun hizmetçisisin. Onu infak ettiğin zaman, mal senin hizmetçindir´.

Vâsıl b. Ata´ya gazzal denilmiştir. Çünkü Vâsıl, iplik eğirenlerin yanında ve çarşılarda otururdu. Birşey almak isteyen zayıf bir kadın gördüğü zaman ona birşey verirdi.
Abdülmelik b. Said el-Esmâî şöyle anlatıyor: Hz. Hasan, Hz. Hüseyin´e bir mektup yazarak şairlere verdiği maldan dolayı kendisini kınadı. Hz. Hüseyin, ağabeyine cevap olarak şöyle yazdı: ´Malın en hayırlısı odur ki onunla insan şerefini korur!´

Süfyan b. Uyeyne´ye ´Cömertlik nedir?´ diye soruldu. Cevap ola-rak şöyle dedi: ´Arkadaşlara iyilik yapmak ve mal ile cömertlik etmek demektir´.

Dedi ki: ´Benim babam elli bin dirhem veraset elde etti. Onu keseler halinde arkadaşlarına gönderdi ve dedi ki: Ben ALLAH Teâlâ´dan arkadaşlarım için namazımda cennet istiyordum. O halde nasıl olur da kendilerine cennet istediğim kimselere karşı cimrilik yapabilirim´.
Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Mevcut olan malın verilmesi cömertliğin son zirvesidir´. Hukemânın birine ´Senin nezdinde insanların en sevimlisi kimdir?´ diye soruldu. Cevap olarak şöyle dedi: İyilikleri çok olan kimsedir!´ ´Eğer birşeyi yoksa?´ denilince, cevap olarak şöyle dedi: ´O kimse ki onun yanında iyiliklerin çok olur!´
Abdülâziz b. Mervan şöyle dedi: ´Kişi kendisine iyilik yapmam için bana imkân verdiği zaman, bence bu imkândan dolayı onun yapmış olduğu iyilik, benim ona yapmış olduğum iyiliğe eşittir´.

Mehdî82, Şeybe b. Şebîb´e83 ´Halkı benim evimde nasıl gördün?´ diye sordu. Şebîb şöyle cevap verdi: ´Ey mü´minlerin emiri! Onların her biri ümitlenerek giriyor, razı olarak çıkıyor!´

Bir kimse Abdullah b. Câfer´in yanında misal getirerek şöyle dedi: ´İyilik, ancak onunla iyilik yolu elde edilirse iyilik olur. Bu bakımdan bir iyilik yaptığın zaman o iyiliği ALLAH için veya akraban için yap veyahut bırak!5

Bunun üzerine Abdullah b. Câfer dedi ki: ´Bu okuduğun iki beyit halkı cimrileştirir! Lakin iyiliği yağmur gibi yağdır! Eğer şerefli kimselere isabet ederse onlar iyiliğin ehlidirler. Eğer alçak kimselere isabet ederse sen onun ehli olursun!5

___________________________________

52)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Adîy; Dârekutnî
53)Dârekutnî
54)Dârekutnî; İbn Cevzî, Mevzuat
55)Ebu Yâ´lâ; İbn Hibban, Zuafâ
56)Deylemî
57)Adı Mikdam b. Şureyh b. Hani b. Yezid el-Hârisî´dir. Kûfeli ve güvenilir bir zattır.
58)Taberânî
59)Dârekutnî
60)İbn Hibban, Zuafâ; Harâitî, Taberânî
61)Taberânî
62)İbn Mâce
63)Harâitî, Mekârim´u1-Ahlâk
64)Müslim
65)Taberânî, Ebu Nuaym
66)Benî Hilâle mensuptur.
67)Temim´den bir boydur. Peygamberlik iddia eden meşhur kadın Seccah bu kabiledendir.
68)Irâkî´ye göre aslına rastlanılmamıştır.
69)Irâkî´ye göre aslına rastlanılmamıştır.
70)İbn Adîy, Dârekutnî
71)İbn Adîy, İbn Hibban
72)İbn Adîy, Dârekutnî
73)Tirmizî
74)Dârekutnî
75)Dârekutnî
76)Dârekutnî
77)İbn Adiy, Dârekutnî, Harâitî, Beyhâkî
78Dârekutnî
79)Dârekutnî
80)İsrailoğulları´ndandır, kıssası Kur´an´da zikredilmiştir. Bu kimseye
mensup olan yahudiler Hz. Dâvud´un peygamberliğini inkar ederler. Ondan
sonraki peygamberleri de kabul etmezler. Hz. Musa´dan sonra peygamber
olmadığına inanırlar.
81)Dârekutnî
82)Adı Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas´dır.
83)Adı Şebib b. Şeybe b. Abdullah et-Temimî el-Basrî´dir. Fesâhetinden ötürü
Hatib lakabını almıştır.
84)Bu hanım Hz. Âişe´nin azatlısıdır.
 
Alt 02-08-2009, 03:40   #92
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cömertliğin ve Cimriliğin Dereceleri ve Hakikati

Soru: Şer´î delillerle biliyoruz ki cimrilik insanı helâk eder. Fakat cimriliğin haddi, tarifi nedir ve insanoğlu ne ile cimri olur? Yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki kendisini cömert görmesin. Oysa aynı adamı başkası cimri görür. Bazen de bir insandan herhangi bir fiil görünür ve bu fiil hakkında çeşitli görüşler olur. Bir grup bu cimriliktir der. Başkaları bu cimrilik değildir der. Malı sevmeyen, malı tutup korumayan hiçbir insan yoktur. Eğer insan malı tutmasıyla cimri oluyorsa o halde hiç kimse cimrilikten kurtulamaz. Eğer malı tutmak, mutlaka cimriliği gerektirmiyorsa, bu takdirde de cimriliğin mânâsı mal tutmaktan başka birşeydir. O halde insanoğlunun helâk olmasını gerektiren cimrilik ne demektir? İnsanoğlunun cömertlik sıfatına ve bu sıfatın sevabına müstehak olacağı cömertliğin târifi nedir?

Cevap: Bazıları; cimriliğin tarifi hakkında ´Vacibi vermemektir´ demişlerdir. Bu bakımdan kim farz olanı edâ ederse, o kimse cimri değildir. Fakat bu târif efradını câmi, ağyarını mâni bir târif değildir. Çünkü mesela kasaptan satın aldığı eti bir habbe veya yarım habbe eksiğine iade eden,, ekmeği bu şekilde fırıncıya geri veren bir kimse, bütün âlimlerin ittifakıyla cimri sayılır. (Oysa vacibi terketmiş değildir!) Yine çoluk çocuğuna, kadı tarafından tesbit edilen miktarı teslim eden, sonra o miktardan bir lokma hususunda veya malından yemiş oldukları bir hurma hususunda onları sıkan bir kimse cimri sayılır. (Oysa vâcib miktarda darlık yapmamıştır!) Önünde bir ekmek bulunan ve bu esnada kendisiyle beraber ekmeği yiyeceğini zannettiği bir kimseden o ekmeği gizleyen de cimri sayılır! (Oysa başkasını o ekmeğe ortak yapmak kendisine vâcib değildir.)

Başkaları da demişlerdir ki: ´Cimri o kimsedir ki vermek kendisine zor gelir´, Bu târif de, birinci târif gibi ek(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz). Çünkü bu târifi yapan kişi, eğer bununla ´her türlü vermenin kendisine zor geldiğini´ kastediyorsa, nice cimriler vardır ki az vermek kendilerine hiç de zor gelmez. Bir habbeyi veya ona yakın bir miktarı ver-mek gibi... Fakat bundan fazlasının verilmesi kendisine zor gelir. Eğer ´Birtakım şeyleri vermek kendisine zor geliyor´ mânâsını kastediyorsa, nice cömertler vardır ki birtakım şeylerin verilmesi kendisine zor gelir. Bütün servetini kapsayan veya külliyetli bir mal teşkil eden vergi gibi... Bu miktarın verilmesi, cömert bir kimseye de zor gelir. Fakat bu onun cimriliğini gerektirmez. Böylece cömertlik hakkında da konuşmuşlardır. Bu bakımdan denilmiştir ki: ´Cömertlik başa kakmaksızm vermek ve düşünmeksizin ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermektir´ ve yine denilmiştir ki: ´Cömertlik, karşı taraftan bir istek olmaksızın verdiğini azımsamak şartıyla vermektir´. Yine denilmiştir ki: ´Cömertlik, dilenciyi hoş karşılamak, mümkün olanı gönülden vermek demektir´. Yine denilmiştir ki: ´Cömertlik, malın ALLAH için olduğunu, kulun ALLAH için olduğunu, ALLAH´ın kulu ALLAH´ın malını veriyor zihniyetiyle ve fakirliği düşünmeksizin vermek demektir´.

Şöyle denilmiştir: ´Malın bir kısmını veren, bir kısmını da kendisine bırakan cömerttir. Çoğunu veren, azını bırakan, daha cömerttir. Meşakkate göğüs gerdiren, başkasını mal sarfetmek hususunda nefsine tercih eden îsâr sahibidir. Hiçbir şey vermeyen ise cimridir!´
Bütün bu sözler, cömertlik ve cimriliğin hakikatini kapsama-yan kelimeler ve cümlelerdir. Biz deriz ki; mal, bir hikmet ve maksat için yaratılmıştır. O da halkın ihtiyaçlarına elverişli olmasıdır. Malı, sarfedilmesi için yaratılmış olduğu maksada sarfetmemek mümkün olduğu gibi, iyi bir yere sarfetmesi de mümkündür. Adaletle malda tasarruf etmek; korunması gereken yerde malı korumak, verilmesi gereken yerde malı vermek demektir. Bu bakımdan vermenin farzolduğu bir yerde malı vermemek cimriliktir. Vermemenin farz olduğu bir yerde vermek, tebzir ve israftır. Bunların arasında normal bir durum vardır. O da dinen övülen durumdur. Cimrilik ve cömertliğin bu orta yoldan ibaret olması uygundur; zira Hz. Peygamber cömert davranmakla emrolunmuştur.

Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma) ve büsbütün de açma (israf etme ki) sonra kınanır, hasret içinde kalırsın.(İsrâ/29) .

Ve harcadıkları zaman israf etmezler, Sıkılık da yapmazlar! Harcamaları bu ikisi arasında dengeli olur!(Furkan/67)

Cömertlik, israf ile cimrilik arasında normal bir durumdur. Eli tamamen açmak ile tamamen kapatmak arasında vasat bir keyfiyettir. Şöyle ki: Verdiğini de, aldığını da vacib olan nisbet ve oranda ayarlar.

Kalbi bunu seve seve yapmadıkça, âzalarıyla yapması yeterli olmaz! Kalbi kendisiyle münakaşa ve çekişme yapmaksızın âzalarıyla bunu yaparsa yeterli olur. Eğer vermek gereken yerde verirse, nefsi bir türlü buna razı olmazsa ve o da nefsiyle mücadele ederek veriyorsa, böyle bir kimse cömertliğe kendisini zorlayandır. Hakiki cömert değildir. Kalbinin mal ile âlakası, malı gereken yere sarfetmesi bakımından olmalıdır.

Soru: Böyle olmak, vâcibi bilmeye bağlıdır. Bu bakımdan hangi malın verilmesi vâcibtir?

Cevap: Vâcib iki kısımdır: Şer´an vâcib olan, mürüvvet ve âdetçe vâcib olandır. Cömert o kimsedir ki şer´an vâcib olanı terketmediği gibi mürüvvetçe vâcib olanı da terketmez. Eğer bunların birini terkederse cimri olur. Fakat şer´an vâcib olanı terkeden daha cimridir. Zekâtı vermeyen, çoluk çocuğunun nafakasını vermeyen veyahut da nefsine ağır gelerek ödeyen kimse gibi... Böyle bir kimse tabiaten cimridir. Ancak zoraki bir şekilde cömertlik yapar veyahut malın haram kısmından vermek ister. Yahut da malının helâl kısmından veya iyi kısmından vermeye kalbi razı olmaz. İşte bunların hepsi cimriliktir.

Mürüvvetçe verilmesi farz olana gelince, o müzâyaka yapmayı, hakir şeyleri bile saymayı terketmek demektir. Çünkü müzâyaka yapmak, ufak şeyleri sorup saymak çirkin bir harekettir. Bunun çirkinliği de durumlara ve şahıslara göre değişir. Bu bakımdan malı çoğalan bir kimsenin böyle yapması, fakirin yapmasından daha çirkin kaçar. Yabancılara karşı tatbik etmesi, çoluk çocuğuna, akraba ve taallûkatına ve kölelerine karşı tatbik etmesinden daha kolay olur. Komşusuna tatbik etmesi, uzak bir kimseye tatbik etmesinden daha çirkindir. Misafirlik hususunda gösterilen müzâyaka, muamelede gösterilen müzâyakadan daha çirkeftir. Bu bakımdan bu durum, ziyafet veya muamelede, içine sıkılık ve müzâyaka karışan şeylerde değişik manzaralar arzeder. Bir de müzâyaka (sıkıştırma) aleti olan yemek veya elbise de değişir; zira başka şeylerde çirkin sayılmayan sıkılık, yemekte gösterildiği zaman çirkin sayılır. Meselâ kefen, kurban veya sadaka ekmeği almakta gösterilen sıkılık, başka şeyleri almada gösterilen sıkılıktan daha kötü ve çirkindir.

Kendisine karşı müzâyaka gösterene karşı da değişik manzaralar arzeder. Dost veya kardeş veya yakını veya hanımı, evladı veya yabancı bir kimseye karşı gösterilen sıkılıklar değişik hükümler alır. Bu sıkılıkları gösteren kimselere göre de durumlar değişir. Çocuk, kadın, ihtiyar, genç, âlim, cahil, zengin veya fakir, bunların herbirinin gösterdiği sıkılık, ayrı bir çirkinlik taşımaktadır. Bu bakımdan cimri o kimsedir ki tutması gereken yerde malı tutar. Bu tutmanın gerekmesi de ya şer´î hükümle veya mürüvvet hükmüyledir. Bunun miktarını kesinlikle belirtmek mümkün değildir.

Cimriliğin tarifi malın depo edilmesinden daha mühim olan bir hedefe malı sarfetmektir; zira dinin korunması, malı korumaktan daha mühimdir. Bu bakımdan zekât ve nafakayı vermeyen bir kimse cimridir. Mürüvveti korumak, malı korumaktan daha mühimdir. Bu bakımdan kendisine karşı sıkılığın iyi olmadığı, ona karşı kıymetsiz işlerde sıkılık gösteren bir kimse mal sevgisinden dolayı mürüvvet perdesini yırtmış cimri bir kimsedir. Sonra başka bir derece kalır. O da şudur: Kişi vacibi edâ eder, mürüvveti korur. Fakat yine de birçok malı vardır. O fazla malı sadakaya ve ihtiyaç sahiplerine sarfetmez. Bu bakımdan burada zamanın felâketlerine karşı malın kendisine kurtuluş vesilesi olması için korunması ile âhiret derecelerinde yücelmesi için sevab elde etmek maksadı arasında çatışma vardır. Malı böyle bir hedefe sarfetmekten esirgemek akıllılar nezdinde cimriliktir. Fakat halk tabakası nezdinde cimrilik değildir. Çünkü halk tabakasının bakışı, dünya lezzetlerine dönüktür... Onlar malı zamanın felâketlerine karşı hazır bir şekilde bekletmeyi daha mühim görürler. Buna rağmen bazen halk tabakasının gözünde de böyle bir kimsede cimrilik alâmeti görülür.

Şöyle ki, yakınında muhtaç bir kimse varken ona birşey vermez ve der ki: ´Ben vâcib olan zekâtımı edâ ettim. Zekâttan başka da birşey vermek bana gerekmez!´
Bunun çirkinliği, malın miktarına, ihtiyaç sahibinin ihtiyacının şiddetine, dinin salâhına ve müstehak olmasına göre değişir! Bu bakımdan şer´an vâcib olanı edâ eden ve kendisine uygun olan mürüvvetin gereğini veren bir kimse, cimrilikten kurtulmuştur. Evet! Bundan fazlasını, fazileti elde etmek ve yüksek derecelere ulaşmak için vermedikçe cömertlikle nitelenemez. Ne zaman nefsi, şeriatın gerektirmediği yerde mal vermeye yanaşırsa, âdetçe de vermediği takdirde kınanmayacaksa ve buna rağmen veriyorsa, o zaman vermiş olduğu mal nisbetinde cömert sayılır. Bunun dereceleri sayılamayacak kadar çoktur. İnsanların bir kısmı diğerinden daha cömerttir. Bu bakımdan âdet ve mürüvvetin gerektiğinden fazlasını verip iyilik yapmak cömertliktir. Fakat verileni gönülden vermek şartıyla. Herhangi bir istekten, gelecekte bir hizmet ümidiyle veya mükâfat veyahut teşekkür ve övülmek maksadıyla vermemesi de gerekir. Çünkü verdiğiyle teşekkür ve övülmeyi bekleyen bir kimse cömert değil de alışverişçi olur; zira o övmeyi malıyla satın almış olur. Övülmek lezzetlidir ve istenen bir şeydir. Cömertlik ise karşılıksız vermektir. İşte hakîkat budur. Böyle karşılıksız vermek ancak ALLAH Teâlâ´dan tasavvur edilebilir.

İnsanoğluna gelince, ona mecaz yoluyla cömert denilir; zira insanoğlu herhangi birşeyi bir gaye için verir. Fakat onun gayesi ahiretteki sevaptan veya cömertlik faziletini elde etmekten, nefsi cimrilik rezaletinden temizlemekten başka birşey değilse, onun yaptığına cömertlik denir. Eğer meselâ, sövgüden veya halkın kınamasından veya kendisine iyilik yapacağı kimseden bir fayda umduğundan cömertlik yapıyorsa, bütün bunlar cömertlikten sayılmazlar. Çünkü bu iteleyici sebepler onu bu şekilde yapmaya mecbur etmiştir. Bunlar ise iyilik karşılığında aceleyle verilen bedellerdir. Böyle bir kimse cömert değil de alışverişci olur.

İbâdetle iştigal eden bir hanımdan rivayet ediliyor ki, Hibban b. Hilâl131 arkadaşlarıyla beraber otururken bu kadın onun yanında durakladı ve şöyle dedi:
-Acaba içinizde kendisinden bir sual soracağım kimse var mı?

-İstediğini sorabilirsin.Hibban b. Hilâl´e işaret ettiler. Bunun üzerine kadın şöyle sordu:

-Sizce cömertlik nedir?

-Vermek ve arkadaşını nefsine tercih etmektir.

-Bu, dünyadaki cömertliktir. Acaba dindeki cömertlik nedir?

-Bizim zoraki bir şekilde değil, nefislerimizin isteğiyle ALLAH´a ibâdet etmemizdir.

-Siz bu ibâdetten dolayı ALLAH´tan bir ücret talep ediyor musunuz?

-Evet!

-Neden?

-Çünkü ALLAH bize bir haseneye karşı on hasene vereceğini va´detmiştir de ondan...

-Hayret! Siz bir verip de on aldığınız zaman acaba ALLAH´a karşı ne ile cömertlik yapmış oluyorsunuz?

-ALLAH sana rahmet eylesin! Senin nezdinde cömertlik nedir?

-Bence cömertlik, ALLAH´a ibâdetle lezzetlenerek, nimetlenerek, isteyerek ibâdet etmeniz ve bunun karşılığında bir ücret talep etmemenizdir ki mevlânız size dilediğini tatbik etsin.
ALLAH´tan utanmaz mısınız ki ALLAH Teâlâ kalbinize muttali olup kalbinizden ibâdete karşı ne talep ettiğinizi bilir! Böyle bir istek dünyada bile çirkindir.

İbâdet eden kadınlardan birisi şöyle demiştir: ´Siz cömertliğin sadece dinar ve dirhemle olduğunu mu sanıyorsunuz?´ Dinle-yenler ´Ya cömertlik neyle olur?´ dediler. Kadın ´Bence cömertlik, kalbi ALLAH´a vermektir´ dedi.

Muhasibi şöyle demiştir: ´Din hususundaki cömertlik, nefsinle cömertlik yapmandır. Onu ALLAH için helâk etmendir. Kalbini ve gönlünü ALLAH´a vermeye, kanını ALLAH için dökmeye, çekinmeksi-zin seve seve razı olmandır. Aynı zamanda bundan bir sevab, -her ne kadar sevaba muhtaç isen de- beklememendir. Fakat kalbine ALLAH´a karşı seçmeyi terketmekle cömertliğin kemâlinin güzelliği galip gelir ki mevlân senin için, senin seçmekten âciz olduğunu seçsin!´

_____________

131) Basralı olan bu zata aynı zamanda el-Kenâni de denir. H. 212´de Ramazan ayında Basra´da vefat etmiştir.
 
Alt 02-08-2009, 03:41   #93
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cimrilik Hakkında Hikâyeler

Basra´da zengin ve cimri bir kişi vardı. Komşularından biri kendisini davet etti. Kendisine yumurtalı kıyma takdim etti. O yumurtalı kıymadan fazlasıyla yedi. Bir taraftan yiyor, bir taraftan su içiyordu. Sonunda karnı şişti. Bundan dolayı üzerine bir ağırlık çöktü ve kıvranmaya başladı. Son raddeye vardığı zaman durumunu doktora söyledi. Doktor ´Önemli değil, yediğini kusmak suretiyle çıkar, kurtulursun!´ dedi. Adam ´Yumurtalı kıymayı kusmak suretiyle nasıl çıkarayım? Ölürüm daha iyi´ dedi.

Bir bedevi birini aramaya geldi. Aranan kişinin önünde incir vardı. Bedeviyi görünce inciri abasıyla örttü. Bedevi oturdu, adam bedeviye şöyle dedi:

-Sen Kur´an´dan birşey biliyor musun?

-Evet!Sonra ´Ve´z-zeytûni ve tûr-i sînîn...´ diye Tin sûresini okumaya başladı. Bunun üzerine kişi bedeviye dedi ki:

-Hani surenin başındaki Vettîni kelimesi?

-(Latifeyle) Tin (incir) senin abanın altındadır.

Zatın biri bir arkadaşını davet etti ve ona birşey. yedirmedi. Onu ikindi zamanına kadar evde bekletti. Adam iyice acıktı. Neredeyse delirecekti. Bunun üzerine ev sahibi ud´u eline aldı ve ona dedi ki: ´Hayatımla sana yemin verdiriyorum, sen hangi makamı seviyorsan ben o makamda çalayım!´ Adam cevap olarak ´Kavrayan etin sesini istiyorum!´ dedi.

Hikâye olunuyor ki, Muhammed b. Yahya b. Halid el-Bermekî126 cimri, hem de kötü bir cimriydi. Bunun üzerine onun bu halini bilen ve arası iyi olan bir arkadaşından durumu soruldu. Ona biri ´Onun sofrasını bana anlat´ deyince, arkadaşı ´Onun sofrası bir kulaç çapındadır. Onun tabakları haşhaşın tanelerinden delinmiştir!´ dedi. Denildi ki:

- O sofraya kim gelip hazır bulunuyor?

- Kiramen kâtibin melekleri!

-O halde onunla beraber kimse yemek yemiyor mu?

-Evet! Sinekler beraber yiyorlar!

-Sen onun en yakın adamı olduğun halde senin avretin görünüyor, elbisen de yırtık!

-ALLAH´a kasem ederim, ben elbisemi dikmek için bir iğneye bile sahip değilim. Muhammed´in elinde Bağdad´dan Nevbe´ye kadar uzanan bir ev olsa, o ev iğnelerle tıka basa dolu olsa, Cebrâil ile
Mîkâil (a.s) beraberlerinde Yakub peygamber olduğu halde gelse,Muhammed´den Aziz´in hanımının yırttığı Yusuf´un (a.s)gömleğini dikmek için ödünç bir iğne isteseler yine vermez!

Denildi ki, Mervan b. Ebu Hafsa, cimriliğinden et yemiyordu. Ta ki, fazlasıyla iştahı çekinceye kadar... Fazlasıyla iştahı çektiği zaman hizmetçisini gönderir, bir baş aldırır, baş yerdi. Kendisine denildi ki:
-Ne oluyor? Yaz kış daima baş yediğini görüyoruz? Neden böyle yapıyorsun?

-Ben başın fiyatını biliyorum. Hizmetçinin bana ihanet edeceğinden eminim. Başta beni kandırmaya gücü yetmiyor ve bir de baş, hizmetçinin pişirip de ondan yiyeceği birşey değildir. Çünkü eğer hizmetçi bir gözüne, veya kulağına veya yanağına dokunsa derhal anlarım. Bir de baştan birkaç çeşit et yiyorum. Gözü bir çeşit, kulağı diğer bir çeşit, dili bir çeşit. Hulkumu bir çeşit, beyni başka bir çeşit! Bütün bunlarla beraber pişirmek masrafından da kurtulmuş oluyorum. İşte benim için başta bu kadar faydalar vardır. Bundan dolayı baş yiyorum.

Birgün bu zat Halife Mehdî´nin huzuruna gitmek üzere çıktı. Aile efradından bir kadın kendisine dedi ki: ´Eğer sen halifeden caize ve hediye alıp da dönersen bana ne vereceksin?´ Cevap olarak dedi ki: ´Eğer bana yüz bin dirhem verilirse sana bir dirhem vereceğim!´ Kendisine altmış bin dirhem verilince gelip o kadına dört danik verdi (tam bir dirhem vermedi). Bir ara bir dirhemle et aldı. O gün bir dostu kendisini evine davet edince, eti götürüp ka-saba bir danik eksiğine geri verdi ve dedi ki: ´Ben israftan hoşlanmam!´

A´meş´in bir komşusu vardı. Bu komşusu daima A´meş´e evine gitmeyi, orada bir parça ekmek ile tuz yemeyi teklif ediyordu. A´meş de gitmiyordu. Birgün yine aynı teklifi yaptı. O gün de A´meş´in açlığına denk geldi ve haydi gidelim dedi. A´meş adamın evine gitti. Adam A´meş´e ekmek ile tuz ikram etti. O esnada bir di-lenci geldi. Ev sahibi dilenciye ´ALLAH versin´ dedi. Buna rağmen dilenci tekrar istedi. Ev sahibi tekrar ´ALLAH versin´ dedi. Dilenci üçüncü defa isteyince ´Git! Aksi takdirde ALLAH´a yemin ederim sopa ile gelirim´ dedi.

Râvi der ki: A´meş dilenciyi çağırdı ve ´Git! ALLAH´a yemin ederim, ben bu adamdan daha fazla sözünü tutan bir kimseyi görmedim. O, uzun bir zamandan beri beni bir parça tuz ekmek yemeye davet ediyordu. ALLAH´a yemin ederim ondan başkasını bana ikram etmedi!´ diye ikazda bulundu.

26) Hâlid b. Bermekî ateşperestti. Sonra müslüman oldu. Oğlu Ebu Ali Yahya zengin idi. Sonra Abbasilerin veziri oldu.
 
Alt 02-08-2009, 15:16   #94
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cimriliğin Kötülenmesi

Ayetler
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Tegâbün/16)

ALLAH´ın fazlından kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Aksine o kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.(Âlu İmran/180)

Bunlar öyle insanlardır ki cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği tavsiye ederler ve ALLAH´ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. (Biz de) o nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık.(Nisâ/37) Hadîsler

Cimrilikten -kaçının! Çünkü sizden önce gelen ümmetleri helâk eden cimriliktir. Cimrilik onları, birbirlerinin kanını akıtmaya, birbirlerinin namus ve malını helâl saymaya zorladı.100

Cimrilikten kaçının! Çünkü cimrilik sizden öncekileri çağırıp, birbirine kırdırıp kanlarını akıttı! Onları çağırdı. Bu bakımdan birbirlerinin haram olan haklarını helâl saydılar. Yine onları çağırdı. Aralarındaki rahmi (akrabalığı) kestiler.101

Cennete cimri, hilebaz, hain ve kötü ahlâklı kimse, kötülüğünün karşılığını görmedikçe girmez.102

Bir rivayette "diktatör kimse giremez´, başka bir rivayette de ´sadakasını başa kakan giremez´ diye vârid olmuştur.

Üç haslet vardır. Onlar helâk edicidirler. İtaat edilen cimrilik, arkasından gidilen hevâ-i nefis ve kişinin kendini beğenmesi!103

Muhakkak ALLAH Teâlâ üç sınıftan nefret eder: Zina eden ihtiyar, iyiliğini başa kakan cimri, mütekebbir olan çoluk çocuk sahibi.101

Malını ALLAH yolunda infak edenle, cimrilik yapanın misâli, sırtında memelerinden boğazlarına kadar birer demir gömlek olan iki kişinin misâline benzer. İnfak eden bir kimseye gelince, infak ettiğinden ötürü gömleği bütün bedenini kaplar veya parmak boğumlarına kadar derisini örter. Cimri bir kimseye gelince, o hiçbir şeyi infak etmek istemez. Böylece gömleği daha kısalır ve demir gömlekteki her halka olduğu yere batar! Öyle ki gırtlağını sıkmaya başlar bir duruma gelir... Bu kimse onu genişletmek ister. Fakat o bir türlü genişlemez.105

İki haslet vardır. Onların ikisi mü´min bir kimsede biraraya gelmezler: Cimrilik ile kötü ahlâk...106

Ey ALLAHım! Ben cimrilikten sana sığınıyorum. Korkaklıktan sana sığınıyorum. Bunama derecesine gelen yaşlılıktan sana sığınıyorum.107

Zulümden kaçının! Çünkü zulüm, kıyamet gününde birçok karanlıklara sebep olur. Fâhiş konuşmaktan sakının! Çünkü ALLAH Teâlâ fâhiş konuşanı da, fâhişlik yapmayı kabul edeni de sevmez! Cimrilikten sakının! Çünkü sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir. Cimrilik onlara yalan söylemeyi emretmiş, yalan söylemişler! Onlara zulmetmeyi emretmiş, zulmetmişler. Onlara sılayı rahmi kesmeyi emretmiş, sılayı rahmi kesmişlerdir.108

Kişide bulunan en şerli hasletler, obur bir cimrilik, şiddetli bir korkaklıktır.109
Hz. Peygamber zamanında biri öldürüldü. Bir kadın onun için ağlarken Ey şehid! diye bağırdı. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
Onun şehid olduğunu nereden biliyorsun? O, kendisini ilgilendirmeyen konularda konuşur veya önemsiz birşeyi vermekte cimrilik yapardı!110

Cübeyr b. Mûtim şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber ile beraber Hayber´den dönüyorduk. O esnada bedeviler gelip Hz. Peygamber´den ısrarla birşeyler istediler. Öyle ki Hz. Peygamber´i bir ağaca sığınmaya mecbur ettiler. Hz. Peygamber´in abası ağaca takılıp omuzundan yere düştü. Bunun üzerine Hz. Peygamber durakladı ve şöyle dedi:

Benim abamı veriniz! Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin ederim, eğer şu tümsekler kadar malım olsaydı, muhakkak sizin aranızda taksim ederdim. Beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak olarak göremezdiniz.111

Hz. Ömer (r.a) der ki: Hz. Peygamber (s.a) bir taksimat yaptı. Ben dedim ki: ´Bu maldan almayanlar, almak hususunda alanlardan daha müstehak idiler´. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

´Onlar fâhiş bir şekilde benden istemek veya cimrilik yapmak arasında beni serbest bırakırlar. Oysa ben cimri değilim´.112

Ebu Said el-Hudrî der ki: İki kişi Hz. Peygamber´in huzuruna girdiler. Hz. Peygamber´den bir deve parası istediler. Hz. Peygamber onlara iki dinar verdi. Onlar Hz. Peygamber´in huzurundan çıkarken Ömer b. Hattab (r.a) onlarla karşılaştı. Onlar Hz. Peygamber´i övdüler ve Hz. Peygamber´in kendilerine yapmış olduğu iyiliğe karşı teşekkür ettiler. Hz. Ömer içeri girdi, onların dediklerini Hz. Peygamber´e nakletti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

Filan adama on ile yüz arasında verdiğim halde böyle söylemedi. Biriniz benden istiyor, istediğini alıp kucağında saklayarak gidiyor. Oysa o ateştir.

-O halde ateş olan bir şeyi neden onlara veriyorsun?

-Onlar benden ısrarla istiyor. ALLAH Teâlâ da cimriliği bana
yasaklamıştır. Bu yüzden veriyorum!113

İbn Abbas Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ömertlik ALLAH´ın cömertliğinden gelir. Bu bakımdan siz cömertlik yapın ki ALLAH da sizin için cömertlik yapsın! ALLAH Teâlâ cömertliği bir adam suretinde yaratmıştır. Onun başını Tubâ ağacının köküne yerleştirmiştir. Onun ağacını Sidret´ül-Münteha ağacıyla bağlamıştır. Onun bazı dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Bu bakımdan onun dallarından bir dala yapışan kimseyi o dal cennete götürür. Cömertlik imandandır. İman da cennettedir. ALLAH Teâlâ cimriliği de gadabmdan yaratmıştır. Onun başını zakkum ağacının köküne yerleştirmiştir. Bir kısım dallarını dünyaya sarkıtmıştır. Onun dallarından birine yapışan kimseyi ateşe sokar. Muhakkak cimrilik küfürdendir. Küfür de ateştedir.114

Cömertlik bir ağaçtır, cennette biter. Bu bakımdan cennete ancak cömert olan bir kimse girer. Cimrilik bir ağaçtır, ateşte biter. Bu bakımdan ateşe ancak cimri bir kimse girer.115

Ebu Hüreyre´nin bir rivayetinde Hz. Peygamber (s.a) Benî Lihyan heyetine dedi ki: ´Ey Benî Lihyan! Sizin başınız kimdir?7 Dediler ki: ´Bizim başımız Cedd b. Kays´tır.116 Ancak kendisinde cimrilik vardır´. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:
Acaba cimrilikten daha korkunç hangi hastalık vardır? Sizin başınız Amr b. Cemuh´tur.117

Bir rivayette onlar dediler ki:
-Bizim başımız Cedd b. Kays´tır.

-Onu neden reis kabul ettiniz?

-O malca hepimizden zengindir. Fakat biz buna rağmen onda cimrilik görüyoruz.

-Acaba cimrilikten daha korkunç bir hastalık var mıdır? O sizin başınız olamaz!

-O halde ey ALLAH´ın Rasûlü, bizim başımız kimdir?

-Sizin başınız Bişr b. Bera´dır.118

Hz. Ali, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

ALLAH, hayatında cimri, ölümü anında cömert olan bir kimseden nefret eder!119

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Câhil bir cömert, ALLAH katında, cimri bir âbidden daha sevimlidir.120

Cimrilik ile iman bir kulun kalbinde biraraya gelmezler.121

Hiçbir mü´min için cimri olmak da, korkak olmak da uygun değildir.122
Bazılarınız ´Cimri, zâlimden daha zararsızdır ve daha mâzurdur´ der. ALLAH katında cimrilikten daha büyük bir zulüm yoktur. ALLAH Teâlâ izzet, azamet ve celâliyle yemin etmiştir ki cennete cimri ve eli sıkı olan kimse girmeyecektir.123

Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Kâbe´yi ziyaret ediyordu. Baktı ki bir bir kişi Kâbe´nin örtüsüne yapışmış şöyle demektedir:
-Bu beytin hürmetine benim günahımı bağışla!

-Senin günahın nedir?

-Benim günahımı kelimeler anlatamaz.

-Rahmet olasıca! Senin günahın mı daha büyüktür, yoksa arz mı?

-Belki benim günahım daha büyüktür!

-Senin günahın mı, yoksa denizler mi daha büyüktür?

-Günahım daha büyüktür.

-Günahın mı büyük, yoksa gökler mi?

-Günahım daha büyüktür!

-Günahın mı daha büyüktür, yoksa arş mı?

-Günahım daha büyüktür.

-Günahın mı daha büyüktür, yoksa ALLAH mı? ALLAH daha büyük ve yücedir.

-O halde rahmet olasıca, günahını bana anlat!

-Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben servet sahibi bir kimseyim. Dilenci bana gelip, benden birşeyi istediğinde sanki beni bir parça ateşle karşılıyor.

-Benden uzaklaş! Ateşinle beni yakma! Beni hidayet ve kerametle hak peygamber olarak gönderen ALLAH´a yemin ederim, eğer sen Rükün (Kâbe´nin rükn-ü yemânisini kasdedi-yor) ile Makam (Makam-ı İbrahim) arasında durup ikibin sene namaz kılsan, sonra göz yaşlarından nehirler çıkıp akarcasına, ağaçlar sulanırcasma ağlasan, sonra cimri olduğun halde ölsen muhakkak ALLAH Teâlâ seni yüzü koyun ateşe atar. Rahmet olasıca! Bilmez misin cimrilik küfürdür? Muhakkak küfür de ateştedir. Rahmet olasıca!Bilmez misin ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ´Oysa kim cimrilik ederse kendi zararına cimrilik etmiş olur´.(Muhammed/39);
´Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtulanlardır´. (Teğâbün/16)

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

İbn Abbas (r.a) der ki: ALLAH Teâlâ, Adn cennetini yarattığı zaman ona süslen emrini verdi. O da süslendi. Sonra ona nehirlerini çıkar dedi. O da Selsebil, Kâfur ve Tesnîm çeşmelerini çıkardı. Bu çeşmelerden cennetlerde şarap, bal ve süt nehirleri aktı. Sonra cennete ´Tahtırevanların, gerdek odalarını, kürsülerini, süs eşyalarını, ziynetlerini ve elâ gözlü kadınlarını göster´ dedi. Onları da gösterdi. Sonra cennete baktı ve dedi ki konuş! Bunun üzerine cennet şöyle konuştu: ´Ne mutlu bana girene!´ ALLAH Teâlâ da İzzetimle yemin ederim, sende cimri bir kimseyi durdurmayacağım!´ dedi.

Ömer b. Abdülâziz´in kız kardeşi Ümmü´l-Benin şöyle demiştir: ´Cimriye yazıklar olsun! Eğer cimrilik bir iç gömlek ol-saydı ben onu giymezdim. Eğer bir yol olsaydı ben o yolda yürümezdim´.

Hz. Talha (r.a) der ki: ´Muhakkak biz mallarımızla, cimrilerin elde ettiklerini elde ederiz. Fakat biz sabrı yükleniriz´.

Muhammed b. Münkedir şöyle demiştir: Eskiden ´ALLAH bir kavme şerri irade ettiği zaman, onların şerlilerini onların başına geçirir. Rızıklarını cimrilerinin eline verir´ denirdi.
Hz. Ali bir hutbesinde şöyle demiştir: ´Halkın üzerine bir ısırıcı zaman gelecektir. Zengin elindeki serveti ısıracaktır. Oysa bununla emrolunmamıştır´.

Aranızda birbirinize iyilik etmeyi unutmayın! (Bakara/237)

Abdullah b. Amr şöyle demiştir: ´Şuh denilen cimrilik, buhl denilen cimrilikten daha berbattır. Çünkü sahih olan kimse o başkasının elindeki mala, almak için üşüşür ve kendisinin elinde bulunan malı da cimrilikten vermez ve sever. Bahil de ancak elindeki mal ile cimrilik yapar!´

Şa´bî şöyle demiştir: ´Bunların ikisinden hangisinin cehennem ateşine daha fazla batırdığını bilmiyorum! Cimrilik mi, yoksa yalan mı?´

Nuşirevan´ın huzurunda Hintli bir hakîm ile Rum bir filozof bir araya geldiler. Nuşirevan, Hindliye konuş dedi. Hintli ´İnsanların en hayırlısı cömert, öfke anında vakur, sözünde teenni ile hareket eden, mütevazi ve akrabalarına şefkatli olan bir kimsedir´ dedi. Rum ayağa kalkarak şöyle dedi: ´Kim cimri ise düşmanı onun malına vâris olur! Şükretmesi azalan bir kimse hiçbir zaman zafere eremez. Yalancılar kötü kimselerdir. Kovuculuk yapan fakir olarak ölür. Merhamet etmeyen bir kimseye, merhametsiz bir kimse musallat kılınır!´
Dahhâk ´Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelerine kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır´. (Yasin/8) ayetinin tefsirinde, ağlâl kelimesi cimrilik mânâsına gelir demiştir. ALLAH Teâlâ onların ellerini ALLAH yolunda infak etmekten tutar. Onlar hidayeti görmez olurlar.

Ka´b şöyle der: Her sabah iki melek şöyle bağırırlar: ´Ey ALLAHım! Senin yolunda harcamayalım malını telef et! Yolunda harcayanın harcadıklarının yerini hemen doldur!5
Abdülmelik b. Karîb el-Esmaî der ki: Bir kişiyi tavsif ederken bir bedevi şöyle diyordu: ´Filan adam gözümde küçüldü. Çünkü dünya onun gözünde büyümüştür. O adam dilenciyi gördüğü zaman sanki kendisine geleni ölüm meleği gibi görür´.

Ebu Hanife şöyle demiştir: ´Ben cimri bir kimseyi bir türlü âdil telâkki edemiyorum. Çünkü cimrilik onu fazlasıyla almaya zorlar ve o da alır. Bu bakımdan böyle olan bir kimse, emanet hususunda, emin sayılmaz´.

Hz. Ali şöyle demiştir: ´ALLAH´a yemin ederim! Kerim bir kimse hiçbir zaman hakkını son noktasına kadar almış değildir´.
(Peygamber, hanımına) bunların bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti.
(Tahrim/3)

Cahız124 der ki: ´Lezzetlerden üç şey kalmıştır. Cimrileri zemmetmek, kebab yemek, uyuzu kaşımak../

Bişr b. Hâris şöyle demiştir: ´Cimri bir kimsenin gıybeti yoktur´. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak sen o zaman cimrisin.

Bir kadın Hz. Peygamber´in yanında ´Oruç tutar, namaz kılar, ancak onda cimrilik vardır´ diye övüldü. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
O vakit onun hayırlı olması nerede?!125

Bişr şöyle demiştir: ´Cimriye bakmak kalbi katılaştırır. Cimrilerle karşılaşmak, mü´minlerin kalbine üzüntü verir. Fâsık dahi olsalar, cömertler için sevgiden başka birşey yoktur. Cimriler, sâlih dahi olsalar onlar için de buğzdan başka birşey yoktur´.
İbn Mu´tez dedi ki: ´İnsanların malca en cimrisi, şerefçe en cömerdidir´. Yani malına kıymaması, şerefine saldırılmasına vesile olur!

Yahya b. Zekeriyya (a.s) İblis´i gerçek şeklinde gördü. Yahya (a.s) ona dedi ki: ´Ey İblis! Sence insanların en sevimlisi ve en sevimsizi kimdir?´ İblis şöyle dedi: İnsanların bence en sevimlisi cimri müslümanlardır ve insanların bence en sevimsizi cömert fâsıktır. Çünkü cimrinin cimriliği benim vazifemi görmüştür. Cömert fâsık ise, korkarım ki ALLAH onu cömertliği ânında kabul eder!´ İblis bu sözleri söyledikten sonra Yahya´ya (a.s) sırtını çevirerek gitti ve şöyle dedi: ´Eğer sen Yahya olmasaydın sana bunları söylemezdim!´

______________________
100)Ebu Dâvud, Nesâî
101)Hâkim
102)İmam Ahmed, Tirmizî
103)İlim bölümünde geçmişti.
104)Tirmizî, Nesâî
105)Müslim, Buhârî
106)Tirmizî
107)Buhârî
108)Hâkim
109)Ebu Dâvud
110)Ebu Yâ´lâ, Beyhâkî
111)Buhârî
112)Müslim
113)İmam Ahmed, Ebu Yâ´lâ, Bezzar
114)Deylemî
115)Daha önce geçmişti.
116)Adı Cedd b. Kays b. Sâhir b. Hansâ b. Sinan b. Ubeyd b. Adîy b. Ganem b.Kâ´b b. Seleme´dir. Ensardandır.
117)Hâkim
118)Adı Bişr b. Berâ b. Ma´rur b. Sahr b. Hansâ b. Sinan´dır. Cedd´in amcazadesidir.
119)Deylemî
120)Tirmizî
121)Nesâî
122)Irâkî, bu ibare ile görmediğini söylemektedir.
123)Tirmizî
124)Adı Amr b. Bahr´dır. Basralıdır. Künyesi Ebu Osman´dır. Mu´tezile´nin
ileri gelenlerindendir. H. 355´de vefat etmiştir.
125)Dilin Âfetleri bölümünde geçmişti.
 
Alt 02-08-2009, 15:20   #95
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Cimriliğin Tedavisi

Cimriliğin sebebi mal sevgisidir. Mal sevgisinin de iki sebebi vardır.

Bir

Onlardan biri, uzun emelle beraber ancak mal ile elde edilen şeyleri sevmektir. İnsanoğlu birgün sonra öleceğini bilse çoğu zaman malıyla cimrilik yapmaz. Çünkü birgün veya bir ay veya bir sene muhtaç olacağı miktar yakındır. Eğer kısa emelli olmasına rağmen çocukları varsa, çocuklar uzun emelin yerine kaim olur.Çünkü kişi onların geride kalacaklarını, kendi nefsinin kalacağı gibi takdir eder, onlar için mal toplar ve bunun için de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

Çocuk, cimriliğe, korkaklığa ve cehalete teşvik edici bir sebeptir.132

Buna ´fakirlik korkusu´, ´rızkın gelmesine az güvenmek´ de eklendiği zaman şüphesiz ki cimrilik daha da güçlenir.

İki

İkinci sebep, malın bizzat kendisini sevmesidir; zira insanların bir kısmı vardır ki ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar malı vardır. Eğer normal infak etse bile geride binlerce dirhemi kalacaktır. Kendisi çocuksuz bir ihtiyar olduğu halde beraberinde birçok mal vardır. Fakat nefsi, zekâtı vermeye bile tahammül etmemektedir. Hastalık anında kendisini tedavi etmeye razı olmamaktadır! Dinarların dostu ve aşığı olmuştur. Elinde dinarların olmasından vc onlara muktedir olmasından zevk alır. Onları toprak altında saklar. Bilir ki öldüğü zaman onlar ya toprağın altında zâyi olacaktır veya düşmanlarının eline geçecektir. Buna rağmen nefsi bir türlü bir lokma yemesine veya sadaka vermeye dahi razı olmaz. Bu, kalbin büyük bir hastalığıdır. Tedavisi zordur. Hele ihtiyarlık zamanında bu müzmin bir hastalıktır. Tedavi edilmesi umulmaz. Bunun sahibinin misâli, bir şahsa aşık olan ve o şahıstan gelen elçiyi seven, sonra aşık olduğu şahsı unutan, elçi ile meşgul olan bir kimsenin misâline benzer. Çünkü dinarlar (paralar) elçidir. İnsanların ihtiyaçlarını giderir ve bunun için de sevimli olur; zira lezzetli birşeye götüren de lezzetli olur. Sonra paralar vasıtasıyla elde edilen ihtiyaçlar unutulur. Paralar kişinin yanında sanki kendilerinde bulunan bir marifetten dolayı sevgili olur. Bu ise dalâletin son noktasıdır. Hatta para ile taş arasında fark gören bir kimse cahildir. Ancak para ile ihtiyaç yerine getirilir. İşte farkı bu kadardır. Bu bakımdan ihtiyaçtan fazla olanı taş mesabesindedir. İşte mal sevgisinin sebepleri bunlardır.
Her hastalığın tedavisi ancak onun sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan şehvet sevgisini, aza kanâat etmekle ve sabırla tedavi etmelisin. Çünkü uzun emeli, ölümü çok hatırlamakla, akran ve emsâlinin ölümüne bakmakla tedavi edersin. Mal toplamak sevgisini, mal toplayanların yorgunluklarına ve onlardan sonra malın zâyi olmasına bakmakla tedavi edebilirsin.

Kalbin çocuğa karşı duyduğu aşırı ilgiyi şu şekilde tedavi edebilirsin: Çocuğun yaradanı, onunla beraber rızkını da yaratmıştır. Nice çocuklar vardır ki babasından kendilerine miras kalmamıştır. Oysa babasından miras alanların halinden, onun hali daha iyidir. Malı çocuğu için topladığını ve çocuğunu hayırlı bir durumda bırakıp kendisinin şerre gideceğini bilmekle tedavi edebilir. Evladı eğer muttakî, salih bir kimse ise, ALLAH ona kâfidir. Eğer fâsık ise bıraktığı o mal ile günahları daha da artar. İşlediği günahların felâketi de kendisine döner düşüncesiyle tedavi olur.

Kalbini, cimrilik hakkında ve cömertliğin övülmesi hususunda vârid olan hadîsleri ve cimrilikten dolayı ALLAH´ın büyük azabını düşünmek suretiyle tedavi etmelisin.
Fayda verici tedavi formüllerinden biri de cimrilerin durumlarını çokça düşünmek, tabiatın onlardan nefret ettiğini ve çirkin gördüğünü çokça düşünmektir; zira hiçbir cimri yoktur ki başkasında olan cimriliği çirkin görmesin ve cimri olan arkadaşlarının cimriliğinden rahatsız olmasın. Bu bakımdan kendisinin de halkın kalbinde çirkin sayıldığını bilmelidir. Nitekim diğer cimrileri de kendisi böyle telâkki eder. Yine kalbini malın maksadlarını, niçin yaratıldığını, malın sadece ihtiyaç miktarının korunması gerektiğini, fazlasını infak etmekle âhiret için azık hazırladığını düşünmekle tedavi eder.
İşte mârifet ve ilim yönünden gelen tedavi formülleri bunlardır. Bu bakımdan kişi, basiret nûruyla malı vermenin, gerek dünyada ve gerek ahirette, vermemekten daha hayırlı olduğunu bildiği zaman, eğer aklı varsa vermeye rağbet eder. Eğer şehveti hayır hususunda harekete geçerse, derhal ilk hatıra gelene icabet etmelidir. Çünkü şeytan, kendisini durmadan fakirlikle korkutur ve cömertlikten menetmeye çalışır.

Hikâye olunuyor ki, Ebu Hasan el-Buşencî133 birgün helâda bulunuyordu. Bu esnada talebesini çağırdı ve dedi ki:
-İç gömleğimi çıkar, filân adama ver!´

-Helâdan çıkıncaya kadar sabredemedin mi?

-Nefsimin caymasından emin değilim. Helâda iken kalbime geldi. Helâdan çıkıncaya kadar nefsimin fikir değiştireceğinden emin olmadığımdan dolayı böyle yaptım.

Cimrilik sıfatı zorla vermeye kendisini alıştırmakla ortadan kalkar. Tıpkı aşkın, ancak mâşukun memleketinden ayrılmakla ortadan kalktığı gibi... Hatta kişi sefere çıkar, mâşukundan ayrılırsa ve bir müddet de onsuz tahammül etmeye kendisini zorlarsa, kalbi artık onsuz durmaya alışır. Cimrilik hastalığını tedavi etmek isteyen bir kimsenin de vermek suretiyle maldan zorla ayrılması uygundur. Hatta malı suya atması bile malı severek elinde bulundurmaktan daha hayırlıdır.

Bu hususta çıkar yolun inceliklerinden biri de nefsini güzel isim yapmak, cömertlikle şöhret bulmakla aldatmasıdır. Nefsi, cömertliğin haşmetine tamah edinceye kadar riya kasdıyla vermelidir. Böylece nefsinden cimriliğin çirkefini uzaklaştırır, onunla riya çirkefini elde etmiş olur. Fakat bunu yaptıktan sonra riyaya yönelir, riyayı ilacıyla ortadan kaldırmaya çalışır. Bu bakımdan isim yapmak hevesi, nefsi maldan kesme anında nefis için teselli gibi olur. Nitekim çocuğun, annesinin sütünden kesildiği anda kuş ve benzeri şeylerle oynamakla teselli olduğu gibi... Çocuğun bunlarla oynaması, çocuğu oyunla başbaşa bırakmak için değildir. Annesinin memesinden ayrılsın diye bu imkân kendisine verilir. Sonra bu imkândan da bir kısmını diğerine musallat kılmak uygundur. Nitekim şehveti öfkeye musallat kılınır. Şehvetin hamakatı onunla kırılır. Ancak bu usûl, kendisinde mertebe ve riya sevgisi, cimrilik sevgisinden daha az olan kimse için faydalıdır. Böylece en kuvvetlisi en zayıf ile değiştirilir. Eğer rütbe onun nezdinde mal kadar sevimli ise o vakit cimriliği bırakıp ona yapışmakta hiçbir fayda yoktur. Çünkü bir hastalıktan yakayı sıyırır ve diğer hastalığa onun bir mislini daha eklemiş olur. Bunun alâmeti, riya için vermenin kendisine ağır gelmemesidir. Böylece bilinir ki riya kendisinde daha galiptir. Eğer vermek, riya ile beraber nefse ağır geliyorsa, bu takdirde vermek uygundur. Bu ağır gelme delâlet eder ki cimrilik hastalığı kalpte riyadan daha ağır basar. Bu sıfatların birinin diğerini ortadan kaldırmasının misâli, tıpkı şu denilen söze benziyor: ´Ölünün bütün bedeni kurtlanır. Sonra da o kurtlar sayıları azalıncaya kadar birbirini yerler. (Yani iki büyük kurda dönüşünceye kadar birbirlerini yerler). Sonra o iki kurt birbirini yeyinceye kadar dövüşür. Galip mağlubu yer, semizleşir. Sonra tek başına kalır ve ölüme mahkûm olur!´

İşte bu çirkin sıfatlar da böyledir. Bazılarını bazılarına musallat etmek, onun kökünü kazımak, kuvvet bakımından zayıf olanı, kuvvetliye yem yapmak mümkündür. Ta ki bir tanesi kalıncaya kadar... Onu da mücahede ile eritip ortadan kaldırmalıdır. Onunla mücahede etmek, ondan gıdasını menetmek demektir. Sıfatlardan gıdayı menetmek demek, onların isteklerine göre amel etmemek demektir.

Diğer sıfatlar, şüphesiz birtakım ameller isterler. Ne zaman onlara aykırı hareket edilirse, onlar sönerler ve ölürler. Meselâ cimrilik, malı sarfetmemeyi ister. Onun isteğine karşı çıkıp zaman zaman mal verildiği takdirde cimrilik sıfatı ölür. Cömertlik, insana tabiat olur, vermek için çekilen zorluklar ortadan kalkar; zira cimriliğin tedavisi ilim ve amelledir. Burada ilim, cimrilik âfetinin bilinmesine, cömertliğin faydasına dönüşür. Fakat cimrilik bazen gözü kör, kulağı sağır edercesine kuvvetli olur. Dolayısıyla bu husustaki mârifetin tahakkukuna mâni olur. Mârifet tahakkuk etmediği takdirde rağbet ve istek harekete geçmez. Dolayısıyla çalışmak da kolay olmaz, illet müzmin olarak kalır. Tıpkı ilacın bilinmesine ve kullanma imkânına mâni olan hastalık gibi... Zira böyle bir hastalıkta ölünceye kadar sabretmekten başka çare kalmaz. Tasavvuf şeyhlerinin bazılarının âdeti, müridlerdeki cimriliği tedavi etmek hususunda, şuydu: Onlara mahsus olan zaviyelerden onları menederdi. Bir müridin zaviyesiyle ve zaviyenin içerisinde bulunan şeylerle sevindiğini hissettiği zaman, onu başka bir zaviyeye, başka bir zaviyeyi de oraya nakleder ve onun elinden bütün mülk edindiklerim alırdı. Yeni bir elbiseye iltifat ettiğini gördüğü veya bir seccade ile sevindiğini hissettiği zaman derhal onu başkasına vermesini emrederdi. Ona eski bir elbise giydirirdi. Öyle bir elbise ki müridin kalbi o elbiseye meyletmezdi.İşte kalp bu yolla dünya mallarından uzaklaşırdı. Bu bakımdan bu yolda gitmeyen bir kimse dünya ile yakınlık kurup dünyayı sever. Eğer kişinin bin türlü malı varsa bin tane sevgilisi var demektir. Bunun için de onlardan biri çalındığı zaman, onu sevdiği kadar, üzüntüye mâruz kalır. Öldüğü zaman bir defada onun üzerine bin musibet iner. Çünkü hepsini severdi ve hepsi kendisinden alınmıştır! Hayattayken de onları kaybetmek ve onların elinden çıkması tehlikesiyle karşı karşıya idi.

Padişahlardan birine Firuzeç denilen maddeden yapılmış, cevherlerle süslenmiş bir tabak hediye edildi ki onun benzeri görülmemişti. Padişah buna pek sevindi. Yanındaki hükemadan birine şöyle sordu:

-Bunu nasıl görüyorsunuz?

-Onu bir musibet ve fakirlik olarak görüyorum!

-Nasıl olur?

-Eğer kırılırsa reddedilemeyecek bir musibet olur. Eğer çalınırsa ona muhtaç olur ve benzerini de bulamazsın. Oysa bu sana gelmeden önce sen hem musibetten, hem de buna muhtaç
olmaktan emindin.

Sonra günün birinde tabak kırıldı veya çalındı. Padişaha bu musibet pek ağır geldi ve dedi ki: ´Hakîm doğru söyledi! Keşke o tabak başta bize hediye edilmeseydi!´

Dünya sebeplerinin hepsinin durumu budur. Çünkü dünya ALLAH düşmanlarının düşmanıdır. Onları cehenneme sevkeder. ALLAH dostlarına da düşmandır. Kendisine karşı sabretmekle onları üzer. ALLAH´ın da düşmanıdır. Çünkü ALLAH´a giden yolu kullarının yüzüne kapatır. Kendi kendisinin de düşmanıdır. Çünkü nefsini kıtır kıtır yer; zira mallar ancak hazinelerde nöbetçilerle korunur. Hazine vc nöbetçiler ise, ancak mal ile; dirhem ve dinarı vermek suretiyle edinilir. Bu bakımdan mal, nefsini yer, zatına ters düşer. Sonunda yok olup gider. Malın âfetini ve tehlikesini bilen bir kimse onunla ünsiyet edip sevinmez! Aksine zarurî ihtiyacı kadar ondan alır. İhtiyaç kadarıyla kanaat eden bir kimse cimri olmaz. Çünkü ihtiyacı olanı vermemesi cimrilik değildir. Muhtaç olmadığı miktarı korumakla nefsini yormaz. Bu bakımdan onu sarfeder. Hatta o, nehrin suyu gibidir; zira nehrin suyu hakkında hiç kimse cimrilik etmez. Çünkü halk, ihtiyaçları kadarıyla kanaat eder!

________________

132) İbn Mâce
133) Adı Ebu Hasan Ali b. Ahmed b. Sehl´dir. H. 318´de vefat etmiştir.
 
Alt 02-10-2009, 00:43   #96
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hırs ve Tamahkârlığın Kötülenmesi, Kanaat Etmenin ve İnsanlardan Müstağni Olmanın Övülmesi

Fakirlik bölümünde söylediğimiz gibi fakirlik övülmüştür. Fakat fakirin kanaatkâr olması, halktan tamahını kesmesi, halkın elindeki mala iltifat etmemesi, nereden gelirse gelsin zihniyetiyle malı elde etmeye haris olmaması gerekir. Bu ise fakir için ancak zaruret miktarı yemek, giymek, meskenle kanaat edip, kıymet bakımından en düşüğüyle, çeşit bakımından en azıyla yetinirse mümkündür. Emelini yaşadığı güne veya yaşadığı aya döndürür ve kalbini bir aydan sonrası ile meşgul etmezse mümkündür. Eğer çoğa iştiyaki olup uzun emel beslerse, kanaatin azizliği elinden kaçar, tamahkârlık ve harisliğin zilletiyle kirlenir. Tamahkârlık ve harislik kendisini çirkin huylara, mürüvvetleri yıkıcı münkerleri yapmaya sürükler. Zaten Âdemoğlu hırs, tamahkârlık ve az kanaat üzerine yaratılmıştır.

Hadîsler

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Eğer Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsaydı muhakkak üçüncü bir vâdi daha isterdi! Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini ALLAH kabul eder.22

Ebu Vakıd el-Leysî23 şöyle anlatır: Hz. Peygamber´e vahiy geldiği zaman biz ona geliyorduk. O bize gelen vahyi öğretiyordu. Ben birgün Hz. Peygamber´e geldim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

ALLAH Teâlâ buyurmaktadır ki biz malı, namazın kılınması, zekâtın verilmesi için ihsan ettik. Eğer Ademoğlu´nun bir vâdi dolusu altını olsa muhakkak ikincisinin olmasını ister. Eğer ikincisi olsa muhakkak üçüncüsünü ister. Öyleyse âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini ALLAH kabul eder.24

Ebu Musa el-Eş´arî şöyle demiştir: ´Berâe sûresine benzer bir süre nâzil oldu. Sonra ALLAH tarafından kaldırıldı. Ancak o sûreden şu ayet aklımda kaldı:

Muhakkak ALLAH Teâlâ bu dini, nasipleri olmayan kavimlerle takviye eder. Eğer Âdemoğlu´nun iki vâdi dolusu malı olsa, muhakkak üçüncü vâdiyi temenni eder. Âdemoğlu´nun gözünü ancak toprak doyurur. Ancak ALLAH tevbe edenin tevbesini kabul eder.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Doymayan iki aç vardır. Birincisi ilme, ikincisi mala aç olandır.25

Ademoğlu ihtiyarlar, fakat onunla beraber iki şey gençleşir: 1. Emel, 2. Mal sevgisi!26
Bunlar Âdemoğlunun saptırıcı ve helâk edici niteliğidir. ALLAH Teâlâ ve Hz. Peygamber kanaati övmüşlerdir.
Cennet o kimseye olsun ki geçimi yetecek kadar olduğu ve kanaat ettiği halde İslâm dinine hidayet olunmuştur.27

İster fakir olsun, ister zengin, hiç kimse yoktur ki kıyamet gününde dünyada nafaka verilmiş olmasını temenni etmesin.28

Zenginlik, servetin çokluğu değildir. Zenginlik, ancak gönül zenginliğidir.29
Hz. Peygamber, hırsı ve mübalağalı bir şekilde dünyayı aramayı yasaklayarak şöyle buyurmuştur:

Ey insan! Helâlinden kazanmaya bak! Çünkü hiçbir kul yoktur ki kendisine yazılan rızıktan başka birşey elde etsin! Kendisine yazılan rızık eline geçmeden önce hiçbir kul dünyadan göç etmez,30

Rivayet ediliyor ki, Hz. Musa (a.s) rabbine şöyle sordu:

-Senin kullarının hangisi daha zengindir?

-Verdiğime en fazla kanaat edeni.

-Hangisi daha âdildir?

-Nefsinden, başkasının hakkını alan.

İbn Mes´ud Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Muhakkak ki Ruh´ul-Kudüs (Cebrail) benim kalbime ´Rızkını tamamen yemedikçe hiçbir insan ölmeyecektir´ diye ilham etti. Bu bakımdan siz ALLAH´tan korkun! Kazançta meşrû olandan ayrılmayın!31

Ebu Hüreyre, Hz, Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Ey Ebu Hüreyre! Ne zaman fazlasıyla acıkırsan, sana bir ekmek ile bir testi su (kâfidir). (Bundan sonra) dünya (isterse) helâk olsun!32

Müttaki ol, insanların en âbidi olursun. Kanaatkâr ol, insanların en şükredicisi olursun! Kendi nefsin için sevdiğini insanlar için de sev, mü´min olursun.

Ebu Eyyûb el-Ensarî´nin rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber tamahkârlığı yasaklamaktadır: Bir bedevi Hz. Peygamber´e gelerek ´Bana nasihat et! Fakat kısa olsun!´ dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine şöyle buyurdu:

Namaz kıldığın zaman veda eden bir kimsenin namazı gibi kıl! Yarın kendisinden dolayı özür dileyeceğin bir konuşmayı sakın yapma! Halkın elindeki servetten ümitsiz ol!33

Avf b. Mâlik el-Eşcâî şöyle anlatıyor: Biz Hz. Peygamber´in yanında yedi, sekiz veya dokuz kişiydik. Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Siz ALLAH´ın Rasûlü´ne bîat etmez misiniz?´ Biz ´Sana daha önce biat etmedik mi?´ dedik. Bu sözümüzden sonra yine ´Siz ALLAH´ın Rasûlü´ne bîat etmez misiniz?´ dedi. Bunun üzerine biz ellerimizi uzattık ve bîat ettik. Bu esnada bizden biri ´Biz sana bîat ettik ama neyin üzerine biat ediyoruz?´ diye sordu. Hz. Peygamber şu cevabı verdi:

ALLAH´a ibâdet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağınıza, beş vakit namazı kılacağınıza, başınızdakinin sözünü dinleyip itaat edeceğinize dair biat ettiniz.

Gizlice birşey konuştuktan sonra İnsanlardan hiçbir şey istemeyeceğinize dair biat ettiniz?´ dedi.

Râvî der ki: ´Bu kişilerden bazıları elinden kamçısı düştüğü zaman kamçısının kendisine verilmesini dahi kimseden istemez, bineğinden iner, kamçısını kendisi alırdı´.

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´Tamahkârlık fakirliktir. Halkın elindeki maldan ümit kesmek ise zenginliktir´.

Halkın elindeki maldan ümidini kesen bir kimsenin halka ihtiyacı olmadığı gibi onlardan minnetsiz olacağı da muhakkaktır. Hukemâdan birisine şöyle denildi: ´Zenginlik nedir?´ Cevap olarak ´Azı temenni edip yetecek kadarla kanaat etmendir´ dedi.
Hayat, geçen birkaç saattir.
Tekrarlanan birkaç günün zahmetleridir. Razı olduğun bir hayata kanaat et!
Hevâ-i nefsini bırak, hür olarak yaşarsın!
Çok felâket vardır ki, onu insanoğluna altın, yakut ve inci getirir!..

Muhammed b. Vâsı, kuru ekmeğini su ile ıslatır, yer ve derdi ki: ´Buna kanaat eden bir kimse, hiç kimseye muhtaç olmaz!´

Süfyan es-Sevrî ´Dünyanızın en hayırlısı kendisinden dolayı müptelâ olmadığınız şeylerdir. Müptelâ olduğunuz şeyin en hayırlısı, sizin elinizden çıkandır´ dedi.

İbn Mes´ud şöyle demiştir: Hergün bir melek şöyle seslenir: ´Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelen az, seni azdıran çoktan daha hayırlıdır´.

Sumeyt b. Aclan şöyle demiştir: ´Ey Ademoğlu! Karnın ancak bir karış çapındadır. O halde seni neden ateşe sokuyor?´

Bir hakîme şöyle soruldu: ´Senin malın nedir?´ Cevap olarak ´Zâhirde süslenmek, bâtında normal hareket ve halkın elindeki servetten ümit kesmektir´ dedi.

ALLAH Teâlâ´nın şöyle dediği rivayet edilir: ´Ey Âdemoğlu! Eğer dünyanın tamamı senin olsa bile ondan ancak yediğin senin olur. Ondan sana gıdayı, verdiğimizin hesabını da başkasına yük-lediğimiz zaman muhakkak ben sana iyilik yapmış olurum´.

İbn Mes´ud şöyle demiştir: ´Biriniz birşey istediği zaman, basitçe istesin, kişiye sen sen (deyip onu övmek suretiyle) belini kırmasın. Çünkü kendisi için ayrılan rızık eline gelir´.
Emevîlerden biri Ebu Hâzım b. Ebî Seleme´ye bir mektup yaza-rak ihtiyacını kendisine bildirmesinde ısrar etti. Ebu Hâzım ona şu cevabı verdi: İhtiyacımı mevlâma arzettim. Bana verileni kabul ettim. Bana verilmeyene de kanaat edip razı oldum.´

Hukemâdan birine şöyle soruldu:
-Hangi şey akıl için daha sevindiricidir? Üzüntünün giderilmesinde hangi şey daha fazla yardım eder?
-Akıl nezdinde en sevindirici şey, kişinin ölümünden önce yapıp gönderdiği sâlih ameldir. Üzüntünün giderilmesinde en fazla yardımcı olan şey ise kaza ve kaderin hükmüne razı olmaktır.

Hukemâdan biri şöyle demiştir: ´En uzun üzüntüye sahip olarak hasetçi kimseyi gördüm. Yaşantı bakımından en refahlısını da kanaat eden kimse olarak buldum. Eziyetçe en fazla olan da tamahkârlık yapıp haris olan bir kimsedir. Maişet yönünden insanların en düşüğü, dünyayı en fazla tepenidir. Pişmanlık yönünden en büyükleri ise ifrata kaçan âlimdir´.
Rızıkları taksim eden ALLAH´ın, kendisine rızık vereceğine güvenerek akşamlayan bir kimsenin kalbi ne zengindir!

Böyle bir kimsenin şerefi korunmuştur. Onu kirletmez! Yüzü yepyenidir, onu yıpratmaz!
Yine şöyle denilmiştir:

Ne zamana kadar konaklamak, sefere çıkmak, uzun çalışmak, gitmek ve gelmek durumunda kalacağım?

Evden uzak, dostlardan garip, hâlimin ne olduğunu bilmez bir vaziyette kalacağım?
Bazen doğuda, bazen batıda harisliğimden dolayı ölüm bile kalbime gelmez.
Eğer kanaat etseydim durduğum yerde rızık bana gelecekti! Muhakkak zenginlik kanaattir, malın çokluğu değil!

Hz. Ömer şöyle demiştir: ´Size ALLAH´ın malından kendime neyi helâl kıldığımı haber vereyim mi? Biri kış, diğeri yaz için olan elbi-sem, hac ve umremi yapmak için bir devedir. Bunlardan sonra benim nevâlem (gıdam), Kureyş´ten herhangi bir kişinin nevalesi gibidir... Nafaka bakımından onların en yükseği olmadığım gibi, en düşük yaşayanı da değilim. ALLAH´a yemin olsun bunun da helâl olup olmadığını bilmiyorum´.

Sanki Hz. Ömer, bu kadarla kanaat etmenin bile farz olan mik-tardan fazla olup olmaması hususunda şüphe etmektedir!

Bir bedevi, kardeşini harislikten dolayı kınayarak şöyle dedi: ´Kardeşim! Sen arıyor ve aranıyorsun! Elinden kurtulamayacağın biri (ALLAH Teâlâ) seni arıyor. Sen ise, başkası (ALLAH Teâlâ) tarafından sana verileni aramaktasın! Sanki senden gâib olan sana keşfolunmuştur! Sanki içinde bulunduğundan da göç ederek uzaklaşmışsın! Ey kardeşim! Sanki mahrum kalan haris bir kimseyi ve zengin olan zâhid bir kimseyi hiç görmemişsin!´

Bu hususta şöyle denildi: "Görüyorum ki zenginlik gittikçe seni dünya için haris kılıyor! Sanki ölmeyecekmişsin gibi! Acaba senin tayin ettiğin bir sonuç var mıdır ki birgün oraya vardığın takdirde ´artık bana yeter, razı oldum´ diyesin!"

Şa´bî şöyle dedi: ´Hikâye olunuyor ki bir kişi çekuk veya turkay kuşunu avladı. Kuş kendisine şöyle sordu:

-Beni avlayıp ne yapacaksın?

-Seni kesip yiyeceğim?

-Yemin olsun, ben bir derdine derman olmadığım gibi açlığını da gideremem. Fakat sana üç haslet öğreteceğim ki beni yemekten sana daha hayırlıdır. Onların birini daha elinde iken sana öğreteceğim, ikincisine gelince, uçup ağacın dalına konduğum zaman öğreteceğim. Üçüncüsünü ise, dağın tepesinde olduğum zaman...

-O halde birinci hasleti söyle!

-Sakın elinden kaçan birşey için üzülme!Bunun üzerine avcı kuşu bıraktı. Kuş, ağacın üzerine konduktan sonra avcı dedi ki:

-Haydi! İkinci hasleti söyle!

-Sakın olmayacak şeye inanma!

Bunu dedikten sonra uçup dağın tepesine kondu ve şöyle dedi:
-Ey şakî! Eğer beni kesmiş olsaydın, benim kursağımdan iki inci çıkaracaktın ki her incinin ağırlığı yirmi miskaldır.

Avcı bunun üzerine dudağını ısırarak üzüldü, ah çekti ve şöyle dedi:

-Üçüncü hasleti söyle!
-Sen iki tanesini unuttun bile! Fakat ben üçüncüsünü sana yine haber vereyim. Sana ´elinden çıkmış birşey için üzülme ve olmayacak şeye inanma´ demedim mi? Oysa benim etim, kanım ve
tüyüm, üst üste konsa yirmi miskal ağırlığında değildir! O halde nasıl olur da benim kursağımda ağırlığı yirmişer miskal olan iki inci bulunabilir?

Bunu dedikten sonra uçup gitti. İşte bu, Âdemoğlunun şiddetli tamahkâr-lığına bir misaldir. Çünkü tamahkârlık, insanı hakîkati idrak etmekten kör eder. Öyle ki olmayacak şeyi, olur zanneder.

İbn Semmak34 şöyle demiştir: ´Ümit, kalbinde bir iptir, ayağında da bir kelepçe... Bu bakımdan ümidi kalbinden çıkar! Zira böyle yaptığın takdirde, kelepçe ayağından çıkmış olur!´

Ebu Muhammed Yezidî35 şöyle demiştir: Hârun Reşid´in hu-zuruna girdim. Baktım ki altın suyuyla yazılı bir sahifeye bakıyor. Beni gördüğü zaman tebessüm etti. Bunun üzerine ben ´ALLAH Teâlâ mü´minlerin emirinin işini rast getirsin! Bir fayda mı var
orada?´ diye sordum. Cevap olarak dedi ki: ´Evet! Ben bu iki beyti Beni Ümeyye hazinelerinin birisinde gördüm. Hoşuma gitti ve bunlara üçüncü bir şiiri ekledim" dedi ve bana şu şiiri okudu:

Bir ihtiyacın önünde bir kapı yüzüne kapandığı zaman onu başkası için bırak!
O başka ihtiyacın kapısı sana açılacaktır. Çünkü karın dağarcığının doldurulması sana kâfidir.

Emirlerin kötülükleri ise onlardan korunmak bakımından sana kâfi delildirler.
Sakın namusunu verme! Günahları işlemekten sakın ki onların cezası senden uzaklaşsın!
Abdullah b. Selham, Kâ´b´ul-Ahbar´a dedi ki: ´Dinleyip an-ladıktan sonra ilimleri âlimlerin kalplerinden silip götüren nedir?´ Cevap olarak ´Tamahkârlık, nefsin oburluğu ve ihtiyaçların peşine amansızca düşmektir´ dedi.

Birisi Fudayl´a dedi ki: ´Ka´b´ın bu sözünü bana açıkla!´ Fudayl şöyle cevap verdi: ´Kişi istediği bir şeyde ısrarla tamahkârlık yaptığından dolayı dini gider! Oburluğa gelince, o şu veya bu şeyler hakkında nefis oburluğudur. Öyle ki isteklerinin tümü verilsin istersin. Dolayısıyla şuna ve öbürüne ihtiyacın olur. O senin muhtaç olduğunu gördüğü zaman, burnuna esaret halkasını geçirir ve seni istediği istikamete sürükler, sana galip gelir. Sen de kendisine boyun eğmek mecburiyetinde kalırsın. Bu bakımdan dünyayı sevdiğinden dolayı onun yanından geçerken selâm verirsin. Hasta olduğunda ziyaret edersin. ALLAH rızası için ona selâm vermez, ziyaret etmezsin!´

Sonra Fudayl ´Bu sözler senin için falan ve filandan rivayet edilen yüz hadîsten daha hayırlıdır´ dedi.

Hukemâdan biri şöyle demiştir: ´İnsanın acaip olan işindendir ki ´ona dünya durdukça, sende kalacaksın´ denseydi bile, dünyanın geçici ve kendisinin de kalıcı olmadığını bildiği halde gösterdiği harislikten daha fazla bir halislik yaratılışında olmazdı´.

Abdülvahid b. Yezid şöyle demiştir: Bir rahibin yanından geçerken ´Nereden yiyorsun?´ diye sordum. Cevap olarak ´Hâbir ve Lâtîf olan ALLAH´ın armağanından... Öyle habîr ki değirmeni yaratmış ve ona öğütmek için un olacak buğday getirmiş´ dedi. Bunu söylerken eliyle azı dişlerinin değirmenine işaret etti.
Habîr ve kâdir olan ALLAH ortaktan münezzehtir!

_______________________
22)Müslim, Buhârî
23)Medineli olan bu zat 85 yaşında, H. 68 senesinde vefat etmiştir.
24)İmam Ahmed, Beyhâkî
25)Taberânî
26)Müslim, Buhârî
27)Tirmizî, Nesâî
28)İbn Mâce
29)Müslim, Buhârî
30)Hâkim
31)İbn Ebî Dünya
32)İbn Mâce
33)Ebu Davud, İbn Mâce
34) Bu zat, Muhammed b. Sebih Bağdâdî´ dir. Meşhur bir vaizdi
35) Adı Yahya b. Mübârek b. Mugire Advî´dir. Lûgat ve Nahiv ilmini pek iyi bilirdi. H. 252 de vefat etmiştir.
 
Alt 02-10-2009, 00:44   #97
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat Etmenin Devası
Bu ilâç, üç esastan mürekkeptir: Sabır, ilim ve amel. Bunun toplamı da beş şeydir:

Birincisi

Birincisi ameldir. Amel demek, maişette tutumlu hareket etmek ve infakta normal olmak demektir. Bu bakımdan kim, kanaatin azizliğini istiyorsa, mümkün olduğu kadar nefsine çıkış kapılarını kapatması ve nefsini sadece zarurî kısma çevirmesi gerekir. O halde, fazla çıkış noktaları olan, infakı genişleyen bir kimseye kanaat etme imkânı kalmaz. Hatta böyle bir kimse tek başına olursa, yamalı bir elbise ile kanaat etmesi uygundur. Tek bir yemeğe kanaat etmelidir. Katıklarını mümkün olduğu kadar azaltmalı ve bu hususta nefsini alıştırmalıdır. Eğer çoluk çocuk sahibi ise, onların her birini de bu miktara alıştırmalıdır. Çünkü bu miktar az bir çalışma ile elde edilir. Bu miktarı helâlden kazanmak mümkün, normal yaşantı kolaydır. Kanaatte esas budur. Biz infak etmekte, yumuşaklık göstermekten bunu kastediyoruz. Bu husustaki cehalet ve hamâkatı terketmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

ALLAH Teâlâ, bütün işlerde rıfk ve yumuşaklığı sever.36 Tutumlu hareket eden bir kimse fakir olmaz!37

Üç şey vardır ki kurtarıcıdırlar:
1. Tenhada ve açıkta ALLAH´tan korkmak,
2. Fakirlik ve zenginlikte normal hareket etmek,
3. Öfke ve rızada adalet!38

Rivayet ediliyor ki, bir kişi Ebu Derdâ´nın yerden çekirdek topladığını ve şöyle söylediğini gördü: ´Maişetinde yumuşaklığın muhakkak ki kendi fıkhını bilinendendir´.
İbn Abbas Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

İktisad (normal hareket), güzel huy ve sâlih bir gidiş, peygamberlikten olan cüzün yirmi küsurundan bir parçadır.39

Tedbir maişetin yarısıdır.40

İktisad eden bir kimseyi ALLAH zengin, israf edeni de fakir eder. Kim ALLAH´ı anarsa ALLAH onu sever!41

Bir iş yapmak istediğin zaman ALLAH sana genişlik ve çıkış nasip edinceye kadar yumuşaklık ve normal hareketten ayrılma!42

İnfakta normal hareket etmek işlerin en mühimlerindendir. İkincisi

Elinde kişiye yetecek kadar servet bulunduğu zaman geleceği için şiddetli sallantılara girmesi uygun değildir. Bu hususta başlıca yardımcısı, emeli kısaltmaktır. Kendisine, takdir edilen rızkın muhakkak eline geçeceğine inanmaktır. Her ne kadar ona karşı fazla bir harislik göstermese bile... Çünkü harisliğin fazlası rızıkların sahiplerine gelmesi için yegâne sebep değildir. Aksine ALLAH´ın sözüne güvenmesi uygundur.
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı ALLAH´a ait olmasın. (ALLAH) onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitapta yazılıdır.(Hûd/6)

Bunun hikmeti şudur: Şeytan insanı fakirlikle korkutur, kötülüğü emreder ve der ki: ´Eğer malın toplanmasına ve korun-masına harislik göstermezsen hastalanabilir, çalışmaktan aciz kalabilir ve dilencilik zilletine mecbur olabilirsin!´ İşte bu şekilde vesvese yapan şeytan, insanı ömür boyunca mal toplamak için durmadan çalıştırır! ALLAH´tan gâfil olduğu halde, çalışıp yorulmasından dolayı şeytan ona güler. Bütün bunları ikinci halde de yorulacağı vehmi ile yapar! Oysa bu da çoğu zaman olmaz. Bunun benzeri hakkında şöyle denilmiştir: ´Kim fakirlik korkusundan do-layı mal toplamak için saatlerini harcarsa, onun işlediği fakirliktir´.

Hâlid´in iki oğlu43 Hz. Peygamber´in huzuruna girdi. Hz. Peygamber kendilerine dedi ki:

Başınız sallandığı sürece rızıktan ümitsiz olmayın! Çünkü insanoğlunu annesi, kıpkırmızı bir et parçası olarak doğurup dünyaya getirir. Onun üzerinde herhangi bir kabuk yoktur. Sonra ALLAH Teâlâ onun rızkını verir.

Bir ara, üzüntülü olan İbn Mes´ud´un yanından Hz. Peygam-ber geçti ve şöyle buyurdu:

Üzüntünü çoğaltma! Takdir edilen olur! Sana rızık olarak ayrılan sana gelecektir.44

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ey insanlar! Çalışma da güzel davranın! Çünkü hiçbir kul için kendisine takdir edilenden başka birşey yoktur ve kul kendisine yazılan rızık eline geçmeden, dünyadan göç edip gidemez.45

İnsanoğlu harislikten, ALLAH Teâlâ´nın kullarının rızıklarını takdir etmesi hususundaki tedbirine güvenmek suretiyle ve meşrû olarak çalışmakla rızkın geleceğine inanmakla kurtulur. Hatta uygun olan kulun haberi olmadığı halde ALLAH´ın onun için takdir ettiği rızkın daha fazla olduğunu düşünmesidir.

Kim ALLAH´tan korkarsa ALLAH ona bir çıkış yolu ihsan eder ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim ALLAH´a tevekkül ederse O, ona yeter.(Talâk/2-3)

Kendisinden rızık beklediği bir kapı kapandığı zaman, onun için kalbinin muzdarip olması uygun değildir.

ALLAH Teâlâ mü´min kuluna ummadığı bir yerden rızık ve-rir.46
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: ´ALLAH´tan ittika et! Zira hiçbir muttakînin muhtaç olduğunu görmedim!´ Yani muttaki kul, zarurî ihtiyacını elde etmek için çaba sarfetmeye bırakılmaz. ALLAH Teâlâ, müslümanların kalplerine onun rızkını vermeyi ilka eder.

Fadl edDubdî47 der ki: ´Bir bedeviye şöyle sordum:
- Senin maişetin nereden geliyor?

- Hacıların adak ve nezirlerinden...

- Eğer hacılar hacca gelmekten menedilirlerse ne olacak?

- Eğer biz sadece bildiğimiz kaynaktan gıda almayı beklersek yaşamamamız gerekir!

Tâbiînden Ebu Hâzım Seleme b. Dinar şöyle demiştir: ´Dünyayı iki şey olarak buldum. O iki şeyden biri benim! Onun vakti gelmeden önce edinemem, gökler ve yerin kuvvetiyle onu istesem yine de durum değişmez. Onlardan diğeri ise başkasınındır. Ona da geçmiş zamanda yetişemedim ve gelecekte de yetişebileceğimi ümit etmiyorum. Başkası için olan benden menedilir. Tıpkı benim için olan da başkasından menedildiği gibi... İşte ben bunların hangisinde hayatımı tüketirsem, mârifet cihetinden benim için devadır. Şeytanın fakirlikle korkutmasının defedilmesi için mutlaka bu ilâca ihtiyaç vardır!´

Üçüncüsü

Kanaatte olan zenginliğin izzetini, harislik ve tamahkârlıkta olan zilleti bilmesidir. Kişinin nezdinde bu sabit oldu mu kanaate rağbet eder. Çünkü harislikte yorgunluktan, tamahkârlıkta da zilletten kurtulamaz. Kanaatte şehvet ve fuzulî şeylere sabretmenin zorluğu ve elemi vardır. Bu eleme ancak ALLAH muttali olur. Bu elemi çekmekte âhiret sevabı vardır. Harislikteki yorgunluk ve zillet ise halkın gördüğü şeylerdendir. Bunlarda vebal vardır, vebalden başka bu durum, nefsin izzetini ve hakikate tâbi olma kudretini de elden çıkarır. Çünkü tamahkârlığı ve hırsı çoğalan bir kim-senin halka ihtiyacı pek fazla olur. Bu bakımdan halkı hakka davet etmek imkânından mahrum olup, yağcılık yapmak mecburiye-tinde kalır. Bu ise dinini yokedecek bir harekettir. Nefsinin azizliğini, midesinin şehvetine tercih etmeyen bir kimse bunak ve imanı ek(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz)(Uygunsuz kelime. Yönetimle irtibata geçiniz).

Mü´min bir kimsenin azizliği, halktan müstağni olması demektir.43

Bu bakımdan kanaatte hürriyet ve izzet vardır. Bunun için de şöyle denilmiştir: İstediğin bir kimseden müstağni ol, onunla eşit olursun! İstediğin bir kimseye muhtaç ol, onun esiri olursun. İstediğin bir kimseye iyilik yap, onun emiri olursun!´

Dördüncüsü

Yahudilerin, hristiyanların, ahlâkça düşük insanların, ahmakların, bedevi serserilerinin, dinsiz ve akılsız kimselerin nimetler içinde yüzdüklerini çokça düşünmeli... Sonra peygamberlerin ve velî kulların durumlarını düşünmeli! Hulefa-i Râşidînin, diğer sahabe ve tabiin´in yaşayışlarını düşünmeli, hayatlarına kulak vermeli, durumlarını mütalaa etmelidir. Aklını düşük insanlara benzemek veya ALLAH nezdinde yaratıkların en şerefli sınıfına uy-mak arasında serbest bırakmalıdır ki böyle yapmaktan dolayı darlık ve az ile kanaat etmek hususunda sabretmek kendisine kolay gelsin. Çünkü kişi, eğer midesinin doldurulmasından lezzetle-niyorsa (muhakkak bilmeli ki) eşşek yemek bakımından kendisinden pek ileridedir! Eğer cinsî münasebetten zevk alıyorsa domuz bu hususta daha ileridedir. Eğer elbise ve binek hususunda süslenmekten zevk alıyorsa, yahudiler içerisinde bu hususta ondan daha ileride olanlar vardır. Eğer aza kanaat eder, razı olursa onun bu rütbesinde peygamberler ve velî kullar ortaklık yapmaktadırlar.

Beşincisi

Malın Âfetleri kısmında zikrettiğimiz gibi, mal toplamadaki tehlikeyi anlamasıdır. Mal için sözkonusu olan hırsızlık, yağma edilmek ve zayi olmak korkusunu düşünmesidir. Eli dünyadan boşaldığı takdirdeki emniyetini de anlamalıdır. Malın âfetleri ve insanı cennetten beş yüz sene geri bırakması hakkında söylediklerimizi dikkatle izlemelidir.49 Çünkü kişi, yetecek kadarıyla kanaat etmezse zenginler zümresine ilhak olunur. Fakirlerin defterinden silinir. Fakirler defterinde kalmak ise, daima dünyada malca kendisinden aşağı olana bakmak, kendisinden yukarı olana bakmamak suretiyle temin edilir. Çünkü şeytan daima dünya hususunda kişiden üstün olana kişinin dikkatini çekmek ister ve kendisine ´Mal edinmekten gevşeme! Çünkü mal sahipleri yemek ve elbise içinde yüzmektedirler´ vesvesesini verir! Din hususunda ise nazarını kendisinden aşağı olana çevirerek der ki: ´Neden nefsine bu kadar eziyet veriyorsun. ALLAHtan bu kadar korkuyorsun? Halbuki filan adam senden daha bilgindir. Buna rağmen (senin kadar) ALLAH´tan korkmuyor! Bütün halk zevk ve sefasıyla meşguldür. Sen neden onlardan ayrılmak istiyorsun?!´

Ebu Zer el-Gıfârî şöyle demiştir: ´Benim dostum (Hz. Muhammed) bana dünya hususunda benden üstün olana değil de benden aşağıda olana bakmamı tavsiye etmiştir´.50

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Sizden bir kimse, ALLAH tarafından mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan bir kimseye baktığı zaman, hemen bu hususlarda kendisinden daha aşağı olan ve faziletçe üstün olan bir insana baksın!51

Bu emirlerle, kanaat ahlâkını, işin direği olan sabır, emelin kısaltılması ve dünyanın birkaç günlük hayatına sabretmenin neticesinin uzun bir zaman lezzetlenmek olduğunu anlar. Bu bakımdan şifayı beklemek hususunda şiddetli istek sahibi olduğundan dolayı ilâçların acılığına tahammül eden bir hasta gibi olur.

____________________________
36)Müslim, Buhârî
37)İmam Ahmed, Taberânî
38)Bezzar, Taberânî, Ebu Nuaym, Beyhâkî
39)Ebu Dâvud
40)Ebu Mansur Deylemî
41)Bezzar
42)İbn Mübârek
43)Bu zat Benî Âmir b. Sa´sa´dandır.
44)İbn Mâce
45)Ebu Nuaym
46)İbn Hibban, Zuafâ; İbn Cevzî, Mevzuat
47)Kûfelidir ve güvenilir bir zattır.
48)Taberânî, Hâkim
49)İmam Ahmed, Tirmizî İbn Hâce, (Ebu Hüreyre´den); ´Müslümanların fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce cennete girecektir´ (İthaf´us-Saade, VIII/180)
50)İmam Ahmed, İbn Hibban
51)Müslim, Buhârî
 
Alt 02-10-2009, 00:45   #98
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Malı Hususunda Kula Düşen Vazifeler

Mal, daha önce dediğimiz gibi, bir yönden hayır, diğer bir yönden de şerdir. Malın misâli, yılanın misâline benzer. Usta bir kimse yılanı tutar. Ondan tiryak denilen panzehiri çıkarır. Gafil bir kimse yılanı tutar, yılan onu öldürür. Hiç kimse malın zehirinden kurtulamaz. Ancak beş şeye dikkat eden bundan müstesnadır!

Birincisi

Maldan maksadın ne olduğunu ve malın niçin yaratıldığını ve niçin mala muhtaç olduğunu bilmektir ve yine bilmelidir ki mal ancak ihtiyaç miktarı korunur. Himmeti müstehak olduğunun üstünde olan bir kimse onu vermez.

İkincisi

Malın gelir kaynağını gözetmektir. Dolayısıyla katıksız haramdan veya sultan malı gibi çoğu haram olandan sakınmaktır. Mekruh olan ve içinde rüşvet kokusu bulunan hediyeler gibi, içinde mürüvvetsizlik, zillet ve benzeri durumlar bulunan dilencilik gibi mürüvveti yıkan kaynaklardan kaçınmalıdır.

Üçüncüsü

Kazandığı miktarı gözetmektir. Bu bakımdan ne fazla, ne az, sadece gereken miktarı elde eder. Bunun ölçüsü ihtiyaçtır. İhtiyaç elbise, mesken ve yemektir. Bunların her birinin de üç derecesi vardır. Ednâ (en alt derece), evsat (orta derece) ve âlâ (en üst derece)dir. Azlık tarafına meyil olduğu ve zaruret hududuna yakın bulunduğu müddetçe hak olur. Bu sınırı geçtiği takdirde derinliğinin sonu olmayan bir uçuruma yuvarlanır. Biz bu dereceleri ayrıntılı bir şekilde ´Zühd´ bahsinde belirtmiştik.

Dördüncüsü

Masraflarını gözetmektir. İnfakta normal hareket etmelidir. Ne israf ne de sıkılık... Daha önce söylediğimiz gibi yapmamalıdır. Helâlinden kazandığını uygun yere sarfetmelidir. Uygun olmayan yere sarfetmemelidir. Çünkü haksız yerden almak ile haksız yere sarfetmekteki günah eşittir.

Beşincisi

Almakta, bırakmakta, sarfetmekte ve tutmakta niyetini düzeltmektir. Öyleyse aldığını ibâdette kendisine yardımcı olsun diye almalı, almadığını mala karşı zayıflığından dolayı almamalıdır. Onu hakir saydığından dolayı bırakmalıdır. Bunu yaptığı takdirde malın varlığı ona zarar vermez ve bunun için Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´Eğer bir kişi yeryüzündeki servetin tamamını edinmişse ve bununla ALLAH´ın cemâlini istiyorsa, o kişi zâhiddir. Eğer bir kişi dünyayı terketmişse ve bununla ALLAH´ın rızasını kasdetmiyorsa, o kişi zâhid değildir´.

Bu bakımdan senin bütün hareketlerin ALLAH için olsun. İbâdet gayesiyle veya ibâdete yardım eden bir hedefe yönelmiş bulunsun. Çünkü ibâdetten en fazla uzak olan hareket, yemek ve def-i hâcettir. Oysa bunların ikisi de ibâdete yardımcıdırlar. Eğer onlardan bu kastolunursa, onların ikisi de senin için ibâdet hükmüne geçerler. Böylece seni koruyan gömleğin, yatağın, kabın, kaşığın için niyetin bu olmalıdır. Çünkü dinen insanoğlu bütün bunlara muhtaçtır. İhtiyaçtan fazla olan için ise şunu kasdetmek uygundur: ALLAH´ın kullarından biri bundan faydalanacaktır. ALLAH´ın kullarından biri buna muhtaç olduğu zaman da bundan istifade etmekten menedilmemelidir. Bu bakımdan böyle yapan bir kimse, mal yılanından panzehirini almış, zehirinden korunmuştur. Böyle bir kimseye malın çokluğu zarar vermez. Fakat bu derece ancak dinde sabit kadem olan ve din hususunda ilmen gelişen bir kimse için mümkün olabilir. Halk tabakasından olan bir kimse, çok mal edinmek hususunda, kendini âlime benzetip ´Ben ashab-ı kiramın zenginlerine benziyorum´ iddiasında bulunursa, tıpkı zeki, mümeyyiz bir çocuğun yılanı tuttuğunu, evirip çevirdiğini, yılandan panzehir aldığını görüp o insanın yılanın şeklini güzel gördüğünden, yumuşak derisiyle oyalandığından dolayı yılanı tuttuğunu zanneden bir çocuğa benzer. Bu çocuk da o mümeyyiz kişi gibi yılanı tutar, fakat yılan derhal onu öldürür. Fakat şu fark vardır ki yılanın öldürdüğü insan, öldürüldüğünü bilir. Malın öldürdüğü insan ise, bazen öldürüldüğünü bilmez. Dünya yılana benzetilmiştir ve şöyle denilmiştir:

O dünya bir yılan gibidir. Zehir akıtır.

Her ne kadar onun derisi yumuşak görünürse de...
Nasıl ki âma bir kimsenin dağları aşmak, deniz kıyılarında gezmek, dikenli yollarda yürümek hususunda gözü gören bir kimseye benzemesi muhal ise, halk tabakasından olan bir kimsenin de mal edinmek hususunda kâmil bir âlime benzemesi muhaldir.
 
Alt 02-10-2009, 00:45   #99
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Malın Âfetleri ve Faydaları
Malın Faydaları
Mal, yılan gibidir. Ağzında zehir, etinde tiryak (panzehir) vardır. Bu bakımdan malın faydaları, panzehiri gibidir. Tehlikeleri ise zehirleridir. O halde malın tehlike ve faydalarını bilen bir kimse malın şerrinden sakınma ve hayrını elde etme imkânına sahiptir.
Faydaları da dünyevî ve dinî olmak üzere iki kısma ayrılır. Dünyevî faydalarını zikretmeye ihtiyaç yoktur. Onların bilinmesi halk arasında ortak bir keyfiyettir. Eğer bu böyle olmasaydı halk mal aramak (servet edinmek) için dünyayı dolaşmazdı!..

Dinî faydalarına gelince, onların tümü üç kısımda toplanır: Birinci Kısım
Malı kendi nefsine infak etmesidir. Ya ibâdet hususunda veya ibâdete yardım hususunda infak eder. İbâdet hususunda infak etmeye gelince, bu husus, malın yardımıyla hacca ve cihada gitmek gibidir; zira kişi ancak mal vasıtasıyla hacca ve cihada gidebilir. Hac ve cihad ALLAH´a yaklaştırıcı ibâdetlerin temellerindendir. Fakir bir kimse bu iki ibâdetin faziletinden mahrumdur.

İbâdeti takviye etmek hususunda sarfedilmesine gelince, onlar yemek, elbise, mesken, evlenme ve hayatın diğer zarurî ihtiyaçlarıdır. Çünkü bu ihtiyaçlar yerine getirilmediği zaman, kalp on-ları düşünür ve dini için çalışmaya vakti kalmaz. O halde kendisiyle ibadet edebildiği şey de ibâdetin ta kendisidir. Bu bakımdan yetecek kadar -dine yardım olsun diye- dünyalık edinmek, dinî faydalardandır. Dünyadan zevk almak ve yeterli olandan fazla edin-mek bu kısma dahil olmaz. Çünkü bu sadece dünya vasıflarındandır.

İkinci Kısım

Halka sarfettiğidir. Bu da dört kısma ayrılır:

1.Sadaka olarak verdiği

2.Mürüvveti gereği verdiği

3.Namusunu korumak için verdiği

4.Çalıştırma ücreti olarak verdiği
Sadaka´nın sevabı herkesin malûmudur. Sadaka ALLAH´ın gazabını söndürür. Biz daha önce onun faziletini belirtmiştik.

Mürüvvet´ten gayemiz; ziyafet, hediye ve bunlara benzer yerlerde malı zenginlere ve eşrafa sarfetmektir. Böyle bir sarfiyata sadaka denilmez; zira sadaka, muhtaca verilen mal demektir. Ancak bu sarfiyat dinî faydalardandır; zira böyle bir sarfiyatla kul, arkadaş ve dost edinir, cömertlik sıfatını kazanır, cömertlerden olur. Cömertlik sıfatıyla, ancak iyilik yapan, mürüvvet yolunda yürüyen bir kimse sıfatlanır. Bu da sadaka gibi sevabı pek büyük olan bir harekettir; zira hediye ve ziyafetler hususunda -yiyenlerin fakir olması şart koşulmaksızın- birçok hadîsler vârid olmuştur.

Namusu korumak için verilme hususuna gelince, biz bundan şairlerin hicvini önlemek, sefihlerin hakaretini önlemek ve şerlerini uzaklaştırmak için verilen malı kastediyoruz. Bu mal da faydası dünyada görülmekle beraber dinî nasiplerdendir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kişinin namusunu koruyan mal, kişi için bir sadaka sayılır!21

Nasıl sadaka yazılmasın? Bu verilen malda gıybet yapanı, gıybetin günahından alıkoymak olduğu gibi, düşmanlığı gerektiren konuşmasından sakınmak da vardır. Öyle bir düşmanlık ki karşılık vermek ve intikam almak hususunda insanı şerî hududları geçmeye zorlar!

İstihdam ve çalıştırmaya gelince, o şu demektir: İşin yapılması için insanın birçok sebepler hazırlaması gereken işlerdir. Eğer kendi onları yaparsa vakitleri zayi olup, sâliklerin makamlarının en yücesi olan fikir ve zikir ile ahiret yolunun yolculuğu kendisine zor gelecektir. Malı olmayan bir kimse ise, kendi hizmetini kendisi yapmak mecburiyetinde kalır. Yemeğini satın almak, un ve bulgurunu öğütmek, evini süpürmek, hatta muhtaç olduğu kitabı bile yazmak gibi işleri yapmak mecburiyetinde kalır. Öyle ise, başkası tarafından yapılması mümkün olan ve senin meşgul olduğun takdirde yorulacağın işler seni hedefin olan ilim, amel, zikir ve fikirle uğraşmaktan alıkoyar. Oysa zikir ve fikrin senin yerine, başkası tarafından yapılması düşünülemez. Bu bakımdan burada yani zikir ve fikrin dışında vakti zayi etmek zarardır.

Üçüncü Kısım

Belli bir insana sarfetmediği maldır. Fakat o mal ile umumî bir hayır meydana gelir. Camiler, köprüler, tekkeler, darülacezeler inşa etmek, yollara gözcüler dikmek ve hayırlar için yapılan diğer vakıflar gibi... Bunlar ebedî hayırlardır. Ölümden sonra da fayda verirler. Sâlih kimselerin dualarını celbedici hayırlardır. Hayır bakımından bunlar sana yeter. Bu söylediklerimiz, din hususunda malın birtakım faydalarıdır. Bunların dışında dünyada olan daha nice nice faydalar vardır. Dilencilik ve fakirlikten kurtulmak, halk arasında izzet ve cömertlik sahibi olmak, arkadaşları, yardımcıları ve dostları çoğaltmak, kalplerde kendisine karşı ikram ve vekarın belirmesi gibi faydalar... Bütün bunlar malın temin ettiği dünyevî faydalardır.

Malın Âfetleri

Bunlar da dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır: Dinî âfetler üç gruptur:

Birincisi

Günahlara sevketmesidir. Çünkü şehvetler çok değişiktir. Âcizlik ve imkânsızlık bazen kişi ile günah arasına perde olarak gerilir. Nitekim ´bulmamak, masum kalmaktandır´ denilmiştir. İnsanoğlu günahın bir çeşidinden ümitsiz olduğu zaman, artık ona karşı şehveti kabarmaz. Günaha muktedir olduğunu hissettiği zaman nefis kendisini dürter. Mal da kudretin bir çeşididir ve günaha davet edici karakteri insanı dürter. Eğer kişi onun isteğini yaparsa helâk olur. Eğer sabrederse, sıkıntıya girer; zira yapma gücü olduğu halde sabretmek daha zordur. Zenginlik fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.

İkincisi

Mübahlara dalmaya (ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın âfetlerinin başlangıcıdır. Bu bakımdan mal sahibinin arpa ekmeği yemeye, yamalı elbise giymeye, yemeklerin lezzetlilerini bırakmaya, Hz. Süleyman´ın (a.s) zenginliği terkettiği gibi terketmeye gücü ne zaman yetebilir? Öyle ise mal sahibinin en güzel durumu (kendisine göre) dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir! Dünyanın bir kısmı kendisini, diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman, bazen helâl kazanç ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur. Dolayısıyla şüphelilere dalar! Maddî durumunu düzeltip, dünya lezzetlerine nail olmak için riyakârlık, yağcılık, yalan, nifak ve diğer rezil şeylere yeltenir; zira malı çok olan bir kimsenin halka ihtiyacı çok olur. Halka ihti-yacı olan bir kimse ise, elbette onlara münafıklık yapmak, onların rızasını kazanmak için ALLAH´a isyan etmek mecburiyetinde kalır. Eğer insan bilfiil lezzetlere başlamaktan ibaret olan birinci âfetten kurtulursa, bu ikinci âfetten kurtulamaz. Düşmanlık ve dostluk da halka olan ihtiyaçtan doğar. Bu ihtiyaçtan hased, kin, riya, gurur, yalan, kovuculuk, gıybet, kalp ve dile mahsus olan diğer günahlar neşet eder! Bu günahların diğer azalara sirayet etmesinden de insan kurtulamaz. Bütün bunlar malın uğursuzluğundan, onu ko-rumak ve çoğaltmak ihtiyacından doğar.

Üçüncüsü

Öyle bir beladır ki hiç kimse bu beladan kurtulamaz, Şöyle ki, malı koruyup çoğaltmak insanoğlunu ALLAH´ın zikrinden alıkoyar. İnsanı ALLAH´ın zikrinden alıkoyan herşey zarardır ve bunun için de Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir:

-Malda üç âfet vardır; biri helâlinden kazanmamaktır.

-Helâlinden kazanırsa diğer âfet nedir?

-Hakkı olmayan yere sarfetmektir!

-Hakkı olan yere sarfedilirse diğer âfet nedir?

-Bu takdirde de malı korumak ve geliştirmek kendisini

ALLAH´ın zikrinden alıkoyar!

İşte müzmin hastalık budur. Çünkü ibâdetlerin temeli, beyni ve sırrı ALLAH´ın zikrini ve azametini düşünmektir. Bu ise, herşeyden boş olan bir kalp ister. Gayri menkulün sahibi ise sabah akşam çiftçi ile mücadele edeceğini, hesaba tutulacağını, ortaklarla münakaşa edeceğini, su ve sınır meselelerinde münazaa edeceğini, vergi hususunda devlet memurlarıyla uğraşacağını, tamirde ücretlilerin kusur gösterdiği şeyler hususunda münakaşaya tutuşacağını, çiftçilerin hainlik yapıp çaldıkları için, onlarla mücadele edeceğini düşünür.

Ticaret sahibi, ortağının hiyanetini kârı kendisine alacağını, çalışmaktaki kusurluluğunu ve malı zayi edeceğini düşünür. Koyun sahibi de bunun gibi şeyler düşünür. Diğer mal sahipleri de bu tür şeyler düşünür. Oysa insanoğlunun düşüncesi, parayı nereye sarfedeceği nasıl koruyacağı, birisi ona muttali olursa ne olacağı ve halkın oradan tamahlarını nasıl keseceği hususunda durmadan düşünür. Dünya için düşünmenin sonu gelmez. Günlük nafakasını bulan bir kimse, bütün bunlardan emin ve salimdir. İşte dünyevî âfetlerin özeti bunlardır. Hele mal sahiplerinin dünyada çektikleri korku, üzüntü, gam; hased edicileri defetmek hususundaki yorgunluk, malın kazanılması korunması hususundaki zorluklar da cabası! Onlarda durum bu iken, malın panzehiri; nafakasını ondan almak, kalanını hayrat yollarına sarfetmektir. Bundan başkası zehir ve âfettir. ALLAH Teâlâ´nın selâmetini, lütuf ve keremiyle güzel yardımını talep ediyoruz. ALLAH herşeye kâdirdir.

21) Ebu Yâ´lâ
 
Alt 02-10-2009, 00:46   #100
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Malın Övülmesi ve Övgü İle Kötülemenin Te´lifi

ALLAH Teâlâ, Kur´an´ın birçok ayetinde mala hayr ismini vere-rek şöyle buyurmuştur:
Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa babasına, annesine ve akrabasına uygun bir biçimde vasiyet etmek, ALLAH´tan korkanlar üzerine bir borçtur.(Bakara/180)

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Sâlih mal, sâlih kişinin elinde ne güzeldir!15

Hac ve sadakanın sevabı hakkında vârid olan âyet, hadîs ve eserler, aynı zamanda malı da övmektedirler; zira hac ve sadakayı insanoğlu ancak mal ile yapabilir. ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Duvar ise şehirde iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki onlar güçlü çağlarına ersinler ve rabbinden bir merhamet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım.
(Kehf/82)

Ve size çok mallarla, oğullarla yardım etsin, size bahçeler versin, ırmaklar versin.(Nûh/12)

Fakirlik küfre (sebep olmaya) yaklaştı.16

Bu hadîs, malı övmektedir. Sen malın hikmetini, maksadını, âfet ve tehlikelerini bildikten sonra ancak malın övülmesiyle kötülenmesi hakkında gelen hadîslerin tezat teşkil etmediğine vâkıf olabilirsin. O zaman sana malın bir yönden hayır olduğu, diğer bir yönden de şer olduğu, hayır olması hasebiyle güzel birşey olduğu, şer olmak hasebiyle de kötü birşey olduğu görülecektir. Çünkü mal, sırf hayır veya sırf şer değildir. Aksine mal, hem hayrın, hem de şerrin sebebidir. Vasfı ve niteliği bu olan birşey şüphesiz ki hem övülür, hem de kötülenir. Fakat basiret sahibi ve hayrı şerden ayırdeden bir kimse idrak eder ki malın övülen kısmı, kötülenen kısmından başkadır. Bunun açıklanması, Şükür bahsinde zikrettiğimiz hayrat ve hasenat bakımından, nimetlerin derecelerinin tafsilâtı ve bu husustaki miktarın yeterli derecesi dikkate alınarak şöyle yapılır: Akıllıların maksadı ve basiret sahiplerinin hedefi; daimî nimet ve sarsılmaz mülk olan ahiret saadetidir. Bunu istemek şerefli ve akıllı kimselerin âdetidir; zira Hz. Peygamber´e ´İnsanların en şereflisi ve en akıllısı kimdir?´ diye sorulduğunda, cevap olarak şöyle buyurmuştur:

Ölümü en fazla anan ve hummalı bir şekilde ölüme hazırlanan kimse!17

Bu saadet üç vesile ile elde edilir, O vesileler de nefiste olan faziletlerden ibarettir: İlim, güzel ahlâk, selâmet, sıhhat gibi bedenî ve mal gibi bedenin haricinde olan faziletlerdir. Önce bedenî faziletler, sonra bedenin haricinde olanlardır. O halde bedenin haricinde olanlar bunların en düşüğüdür. Mal ise haricî vesilelerdendir. Malın en düşüğü dirhem ve dinarlardır. Çünkü dirhem ve dinarlar hizmet ederler. Onların hizmetçisi yoktur. Dirhem ve dinar, bizzat kendileri için istenmez. Başka şeyler için istenir. Zira nefis, saadeti matlub olan cevherdir. Nefis, ilim, marifet ve ahlâka, onu zatında nitelik ve sıfat yapsın diye hizmet eder. Beden de duyu ve azalar vasıtasıyla nefse hizmet eder. Yiyecekler, giyecekler de bedene hizmet ederler. Daha önce de geçtiği gibi yemeklerden gaye, bedenin sağlam kalmasıdır. Evlenmeden gaye, neslin idamesidir. Bedenin sağlam kalmasından gaye; nefsin temizlenmesi, ilim ve ahlâkla süslenmesidir. Kim bu tertibi biliyorsa o, malın kıymetini, şerefin yolunu öğrenmiştir ve malın şerefinin yiyecek ve giyeceklerin zarurî olmasından ileri geldiğini de anlamıştır. Öyle bir zaruret ki bedenin yaşaması için gereklidir. Öyle beden ki nefsin kemâli için zarurîdir. Öyle kemâl ki hayrın ta kendisidir. O halde bir şeyin faydasını, gayesini, hedefini bilen ve şeyi o gaye için kullanan, o gayeyi gözeten, onu unutmayan bir kimse güzel davranmış ve faydalanmış demektir. Gayeye vasıtasıyla ulaşılan şey de güzeldir. Bu bakımdan mal, doğru bir maksada ve hedefe vesile olduğu gibi, kötü maksadlara da alet ve vesile edinilebilir. O kötü maksadlar, insanı ahiret saadetinden alıkoyan maksadlardır. İlim ve amel kapısını kapatan maksadlar!.. Bu bakımdan durum bu iken mal hem iyi, hem de kötü´dür. Güzel maksada nisbeten iyi´dir. Kötü maksada izafeten kötü ve çirkin´dir. Bu bakımdan dünyadan kendine yetenden daha fazlasını alan ve edinen bir kimse, hadîs-i şerîf de vârid olduğu gibi farkına varmadan kendi mahvını hazırlamış olur!

Tabiatlar ALLAH yoluna mâni olan şehvetlerin arkasında sürüklenmeye meyyal olduklarından, mal da bunu kolaylaştırdığından ve alet olduğundan ötürü, yeterli miktarından fazla olan mal hakkındaki tehlike oldukça büyüktür. Bunun için peygamberler onun şerrinden ALLAH´a sığınmışlardır.

Ey ALLAHım! Muhammed´in âlinin nafakasını yetecek kadar kıl!"

İşte görüldüğü gibi Hz. Peygamber, dünyadan sadece katıksız hayır olanı istemiştir.

Yarab! Beni miskin olarak dirilt! Miskin olarak öldür. Miskinler zümresinde haşreyle!19

Hz. İbrahim de istiaze ederek şöyle demiştir:

Bir zaman İbrahim şöyle demişti: ´RABBİM! Bu şehri korku-lardan emin kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut´.(İbrahim/35)

Hz. İbrahim´in putlardan gayesi; altın ve gümüştür; zira nübüvvet mertebesi, taşlarda ulûhiyyeti düşünme korkusundan pek yücedir; zira İbrahim (a.s) peygamber olmadan önce küçüklüğüne rağmen putlara ibâdet etmekten kaçınmıştır. Altın ve gümüşe ibâdet etmenin mânâsı; onları .sevmek, onlarla aldanmak ve kalben onlara meyletmektir.

Altının kölesi olan helâk olmuştur. Gümüşün kölesi olan helâk olmuştur ve bir daha kurtulamaz. Ayağına diken battığı zaman o diken çıkmaz (yani çıkmasın!)20

Görüldüğü gibi altın ve gümüşü sevmenin, onlara ibâdet etmek olduğunu beyan etmiştir. Kim bir taşa ibâdet ederse o, puta tapmış demektir. Hatta ALLAH´tan başkasına kul olan kimse putperesttir. Kendisini ALLAH´tan alıkoyan bir kimse, bu sebepten ALLAH´ın
hakkını ödemediği takdirde puta tapan bir kimse gibi olur. Bu ise şirktir. Şirk iki kısımdır:

1.Gizli şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirmez.Böyle bir şirkten mü´minlerin pek azı kurtulur. Çünkü bu şirk,karıncanın iz bırakmasından daha gizlidir.

2.Açık şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirir. Biz bütün bunların şerrinden ALLAH´a sığınırız!

_________________

14)Dımeşkli ve zâhid bir zattır. Özel isminde ihtilâf vardır.
15)İmam Ahmed, Taberânî
16)Ebu Müslim el-Leysî, Beyhâki
17)İbn Mâce
18)Daha önce geçmişti.
19)Müslim, Buhârî
20)Buhârî
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi