![]() |
#51 |
![]() Gıybet
Gıybet konusu oldukça uzundur. Bu bakımdan biz önce gıybetin aleyhinde vârid olan kötülemeleri ve gıybet hakkında vârid olan şer´î delilleri beyan edelim. ALLAH Teâlâ Kur´an da gıybetin kötülenmesini nass ile yapmış ve gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur: Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz (değil mi)!(Hucurât/12) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Müslümanın her şeyi diğer müslümana haramdır: Kanı, malı ve namusu(nu pâyimâl etmek)...208 Gıybet, haysiyete hoş gelmeyen kelimelerle saldırmaktır. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber gıybeti, mal ve kan ile beraber zikretmiştir. Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: Birbirinize hased etmeyin! Birbirinize buğzetmeyin! Kavga etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin. Bazınız bazınızın gıybetini yapmasın. Ey ALLAH´ın kulları kardeş olun!209 Câbir ve Ebu Said Hz. Peygamber´den (s.a) şöyle rivayet ediyorlar: Gıybetten kaçınınız! Muhakkak ki gıybet, zinadan daha kötüdür. Çünkü kişi, bazen zina eder, tevbe eder ve ALLAH tevbesini kabul eder. Gıybet yapan bir kimse ise, gıybeti yapılan kişi kendisini affetmedikçe ALLAH tarafından affedilmez.210 Enes (r.a) Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: İsrâ gecesinde yüzlerini tırnaklarıyla paramparça eden bir kavmin yanından geçtim. Cebrâil´e ´Bunlar kimlerdir?´ diye sordum. Cebrail ´Bunlar halkın gıybetini yapan, haysiyet ve mürüvvetlerine dil uzatanlardır!´ dedi,211 Selim b. Câbir şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber´e gelerek dedim ki: ´Bana bir hayır öğret ki ondan faydalanayım!´ Şöyle buyurdu: Sakın yaptığın iyiliğin hiçbir şeyini az görme; isterse bu, elindeki kovadan su isteyen adamın kabına su boşaltmak olsun. Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamanı tavsiye ederim. Dönüp gittiğinde de sakın gıybetini yapma!212 Berrâ b. Âzib der ki: Hz. Peygamber, evlerinde oturan hanımlara bile duyuracak derecede bize bir hutbe okuyarak şöyle buyurmuştur: Ey sadece dilleriyle iman edip kalbiyle iman etmeyen kimseler! Sakın müslümanların gıybetini yapmayın. Kusurlarını araştırmayın! Çünkü müslüman kardeşinin kusurunu araştıran bir kimsenin kusurunu ALLAH araştırır ve ALLAH kimin kusurunu araştırırsa, önu evinin içinde olsa bile rezil eder.213 Rivayete göre ALLAH Teâlâ Hz. Musa´ya (a.s) şöyle vahyetmiştir: ´Kim gıybetten tevbe ederek ölürse, o cehenneme en son girecek kimsedir´. Enes dedi ki: Hz. Peygamber (s.a) birgün oruç tutmayı emrederek şöyle buyurmuştur: Sakın ben kendisine izin vermedikçe hiçbir kimse iftar etmesin! Bunun üzerine halk oruç tutup akşamladı. İftar zamanı kişi gelir ve ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Ben bugünü oruçlu geçirdim. İftar için bana izin ver´ derdi. Hz. Peygamber de kendisine izin verirdi. Böylece biri diğerini takiben izin almaya gelirlerdi. En sonunda bir kişi geldi ve dedi ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Kureyş´ten iki genç kız oruç tutmuşlar, sana gelmekten utanıyorlar. İftar için kendilerine izin ver´. Hz. Peygamber adamdan yüz çevirdi, adam sözünü tek-rarladı, Hz. Peygamber yine onun sözüne kulak vermedi. Adam tekrar etti, bunun üzerine Hz, Peygamber şöyle buyurdu: Onların ikisi oruç tutmamıştır. Bütün gün halkın etini yiyen bir kişi nasıl oruçlu sayılır? Git onlara şöyle de: Eğer oruçlu iseler istifra etsinler. Bunun üzerine adam onlara gelerek durumu haber verdi. Onlar istifra ettiler. Onların ağızlarından kan çıktı. Adam Hz. Peygamber´e gelip haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin olsun ki onlar bu kan parçasını karınlarında bıraksaydılar, ateş ikisini de yerdi.214 Bir rivayette Hz. Peygamber o kişiden yüz çevirdi, kişi sonra tekrar geldi ve ´Ey ALLAH´ın Rasülü! ALLAH´a yemin ederim, onların ikisi de öldü veya ölüme yaklaştılar´ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber adama ´Onların ikisini huzura getir´ diye emir verdi. Hz. Peygamber´e geldiler. Hz. Peygamber bir fincan istedi. Onlardan birine ´Bunun içine istifra et´ dedi. O da irin, kan ve sarı sudan oluşan bir kusmuğu, fincanı dolduruncaya kadar boşalttı. Hz. Peygamber diğerine de ´istifra et´ dedi. O da aynen o şekilde istifra etti bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: ´Muhakkak bu iki kadıncağız, ALLAH Teâlâ´nın kendilerine helâl kıldığı nimetlerden oruç tutup yemediler, fakat kendilerine haram kıldığı şeyle iftar ettiler. Biri diğerinin yanına oturdu. Başladılar halkın etlerini yemeye! Enes şöyle anlatıyor: Hz, Peygamber bize hutbe okudu. Faizden bahsetti. Onun korkunçluğunu uzun uzadıya belirtti. Sonra şöyle buyurdu: Kişinin faizden bir dirhem kazanması, ALLAH nezdinde günah bakımından, otuzaltı zinadan daha tehlikelidir. Faizin en çirkini ise, müslümanın ırzına dil uzatmaktır.215 Câbir der ki: Bir seferde Hz. Peygamber ile beraberdik. Sahipleri azap gören iki kabrin yanında durarak şöyle buyurdu: Bu iki kabrin sahibi azap görüyorlar! Oysa azap görmeleri pek büyük olmayan bir suçtan dolayıdır. Onlardan biri halkın gıybetini yapardı. Diğeri ise küçük taharetten korunmazdı.216 Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bir hurma dalı veya iki hurma dalı istedi. O dalları kırıp sonra her parçayı bir kabrin üzerine dikmeyi emretti ve şöyle dedi: Bu iki dal yaş oldukça (kurumadıkça) onların azabı hafifletilir. Hz. Peygamber (s.a) Maiz b. Mâlik´i recmettiği zaman bir kişi yanındaki arkadaşına dedi ki: ´Bu (Maiz), köpeğin ansızın ölmesi gibi öldü!´ Hz. Peygamber, bu iki kişi beraberinde olduğu halde bir leşin yanından geçti ve o iki kişiye dedi ki: Şu leşi parçalayıp yeyiniz! Onlar ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Biz leş mi yiyelim?´ dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: İkinizin, müslüman kardeşinizin ölüsünden yemiş olduğunuz şey, bu leşten daha pis kokuyor.217 Ashâb-ı kirâm birbirlerine rastladıkları zaman birbirlerini güler yüzle karşılar, gıyablarında konuşmazlardı ve bunun, amellerin en faziletlisi olduğunu ve bunun aksini yapmanın da münafıkların âdeti olduğunu bilirlerdi. Ebu Hüreyre der ki: Kim dünyada müslüman kardeşinin etini yerse, ahirette ona o müslümanın eti yaklaştırılır ve kendisine ´Diri iken onun etini yediğin gibi ölü iken de ye!´ denir. O da mecbur kalarak yer. Böylece geveler, tiksinir, bağırır ve yüzünü buruşturur.218 Bu söz aynı zamanda Hadîs-i merfû olarak da rivayet edilmiştir. Rivayet ediliyor ki iki kişi, Mescid-i Haram´ın kapılarından birinin önünde oturuyordu. Daha önce kadınlığa özenen, fakat o anda o kötü âdeti terkeden biri onların yanından geçti. Onlar arkasından ´Onda kadınımsı hareketlerden bir şeyler kalmış!´ dediler ve o sırada namaz için kamet getirildi. O iki kişi içeri girdi. Halkla beraber namaz kıldılar. Söyledikleri söz onların kalbinde ´Acaba gıybet oldu mu, olmadı mı?´ diye bir merak vesilesi oldu. Bunun üzerine ikisi Atâ´ya gelip hâdiseyi anlattılar. Atâ ikisine de yeniden abdest almayı, namaz kılmayı, eğer oruçlu iseler oruçlarını kaza etmelerini emretti. Mücahid ´Azap olsun her ayıplayıcıya! Yüzlerine karşı dil uzatıcıya!´ (Hümeze/1) ayetinin tefsirinde şöyle dedi: ´Hümeze halka taneden kimse, Lümeze halkın etini yiyen kimse demektir´. Katade der ki: ´Bize belirtildiğine göre kabrin azabı üç çeyrektir. Bir çeyreği gıybetten, bir çeyreği koğuculuktan ve bir çeyreği de sidikten korunmamaktan gelir!´ Hasan Basrî şöyle demiştir: ´ALLAH´a yemin ederim ki gıybet, mü´min kişinin nâmını ifsad hususunda cüzzam´ın ceseddeki tahribatından daha süratlidir´. Birisi şöyle demiştir: ´Biz selef-i sâlihîn´e yetiştik. Onlar ibadeti oruç tutmakta ve namaz kılmakta değil, dillerini halkın ırzından tutmakta görürlerdi´. İbn Abbas şöyle demiştir: ´Sen, arkadaşının ayıplarını belirtmek istediğin zaman onun yerine kendi ayıbını belirt!´ Ebu Hüreyre şöyle demiştir: ´Sizden bir kimse müslüman kardeşinin gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez!´ Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Ey Âdemoğlu! Sen imanın hakikatini ancak sende mevcut olan bir ayıptan dolayı halkı ayıplamayı terkettikten sonra elde edebilirsin. Ancak o ayıbın ıslahına başlayıp nefsinde bulunan o ayıbı ıslah ettikten sonra elde edebilirsin. Bunu yaptığın zaman senin meşguliyetin, nefsin hakkında olur. ALLAH nezdinde kulların en sevimlisi böyle olanıdır´. Mâlik b. Dinar şöyle anlatır: ´´Hz. İsa (a.s) beraberinde havariler olduğu halde bir köpek leşinin yanından geçti. Havariler ´Bu köpeğin kokusu amma da fena´ dediler. İsa (a.s) ´Onun dişinin parlaklığı ne de güzeldir´ diye karşılık verdi. Sanki İsa (a.s) bu sözüyle havarileri, köpeğin gıybetini yapmaktan bile menediyor ve onların ALLAH´ın mahluku hakkında güzelden başka birşey söyle-memelerine dikkatlerini çekiyordu´´, Ali b. Hüseyin başkasının gıybetim yapan bir kişiyi dinledi ve şöyle dedi: ´Gıybetten kaçın! Çünkü gıybet, insan köpeklerinin katığıdır´. Hz. Ömer şöyle demiştir: ´ALLAH´ın zikrinden ayrılmayın! Çünkü onda şifa vardır. Halktan bahsetmekten sakının! Çünkü o hastalıktır´. ALLAH Teâlâ´dan, ibadetine yönelmek için tevfîkini talep ederiz. 208)Müslim 209)Müslim, Buhârî 210)İbn Ebî Dünya, İbn Hibban 211)Ebu Dâvud 212)İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya 213)İbn Ebî Dünya, Ebu Dâvud 214)İmam Ahmed 215)İbn Ebî Dünya 216)İbn Ebî Dünya, Ebu Abbas Değulî 217)Ebu Dâvud, Nesâî 218) İbn Merduveyh |
|
![]() |
#52 |
![]() Gıybet´in Anlamı ve Tarifi
Gıybet duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyen, gıyabında yapılan konuşmadır. Söylemiş olduğun şey, ister bedeninde, ister nesebinde, ister ahlâkında, ister fiilinde, ister zihninde, ister bün-yesinde olsun hiçbir fark yoktur. Hatta elbisesinde, evinde ve bineğinde bile hoşuna gitmeyen bir eksikliği belirtsen yine gıybet olur. Bedene gelince, gözündeki zayıflığı, şaşılığı, başındaki kelliği, boyunun kısa veya uzunluğunu, renginin siyahlığı ve sarılığını belirtmek gibidir. Nasıl olursa olsun, kişinin kendisiyle vasıflanabileceği düşünülen ve söylenildiği takdirde hoşuna gitmeyen her söz gıybete dahildir. Nesebe gelince, ´Babası Nebtî (çiftçi, ziraatçı) veya Hindli´dir´ veya ´hasis´ veya ´ayakkabı tamircisi´ veya ´çöpçü´ gibi kişinin hoşuna gitmeyen herhangi bir vasfını söylemendir. Ahlâka gelince, ´O kötü ahlâklıdır, cimridir, gururludur, riyakârdır. Fazla öfkeli, korkak, âciz, zayıf kalpli, mütehevvir ve benzeri ahlâklıdır!´ demek de gıybettir. Dil ile ilgili fiillerine gelince, ´O hırsız, yalancı, içkici, hain, zâlim, namaz hususunda gevşek, zekât hususunda küstah veya güzel rükû yapmaz, güzel secde etmez, necasetlerden korunmaz veya anne ve babasına karşı itaatkâr değildir veya zekâtı yerine sarfetmiyor veya zekâtı güzelce taksim etmeyi beceremiyor veya orucunu kadınlarla müstehcen konuşmaktan, gıybet yapmaktan, halkın namusuna saldırmaktan korumuyor´ demek de gıybettir. Dünya ile ilgili fiiline gelince, ´O az edeplidir. Halk hakkında küstahtır veya hiç kin senin kendi üzerinde hakkı olduğunu görmediği gibi, kendi nefsinin herkeste hakkı olduğunu sanar veya fazla konuşur. Fazla er, fazla uyur. Uyku vakti olmayan vakitlerde uyur, uygun olmayan yerlerde oturur´ demek de gıybettir. Elbisesinde ise ´Onun yenleri pek geniştir. Eteği uzun, elbisesi kir-lidir´ demek de gıybettir. Bir grup ´Din hususunda gıybet yoktur. Çünkü din hususunda başkasını kötüleyen bir kimse ALLAH´ın kötülediğini kötülüyor demektir. Bu bakımdan başkasını günahlarıyla zikredip o günahlarından dolayı kötülemek caizdir´ demişler ve delil olarak şu rivayeti öne sürmüşlerdir: Hz. Peygamber´e (s.a) bir kadından sözedilerek onun fazla saliha ve fazla oruç tutan olduğu söylendi. Fakat ´kadın diliyle komşularına eziyet veriyor´ da denildi. Hz. Peygamber de cevap olarak şöyle buyurdu: O ateştedir.219 Yine Hz. Peygamber´in yanında başka bir kadından söz edilerek, onun cimri olduğu söylendi. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: Böyle olduktan sonra onun hayrı nerede kalır?220 Bu (kadının cimri olduğuna dair) söz, bozuk bir sözdür. Çünkü ashâb-ı kirâm, Hz, Peygamber´den ahkâmı sormaya muhtaç olduklarından dolayı gelip Hz. Peygamber´e böyle şeyleri soruyorlardı. Onların gayeleri sözü edilen adamı tenkid değildi ve Hz. Peygamberin meclisinden başka bir mecliste de böyle bir şeye ihtiyaç yoktu. Bizim elimizdeki delil, ümmetin icmaıdır. Ümmet, başkasını, hoşuna gitmeyecek bir vasıfla anan kimsenin gıybetçi olduğunda ittifak etmiştir. Çünkü böyle bir kimse Hz. Peygamberin gıybet tarifinde belirttiği hükme dahil olur. Bütün bu konularda doğru olduğu halde gıybet eden bir kimse gıybetçidir, rabbine isyan etmiştir ve kardeşinin etini yemiş gibidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: -Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? -ALLAH ve Rasûlü daha iyi bilir. -Gıybet kardeşinin hoşuna gitmediği bir vasıfla onu zikretmendir. -Acaba benim dediğim kardeşimde varsa? -Eğer senin dediğin kardeşinde varsa, onun gıybetini yapmış olursun. Eğer dediğin kendisinde yoksa ona iftira etmiş olursun.221 Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber´in yanında bir kişinin bahsi geçti. Ashâb ´O çok âciz bir kimsedir!´ dedi. Buna karşılık Hz. Peygamber şöyle buyurdu: -Siz kardeşinizin gıybetini yaptınız! -Biz onda olanı söyledik! -Eğer onda olmayanı söyleseydiniz kendisine iftira etmiş olurdunuz.222 Huzeyfe Hz. Âişe´nin şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Âişe, Hz, Peygamber´in yanında bir kadından bahsetti ve dedi ki: ´O kısa boyludur´. Bunun üzerine Hz. Peygamber Âişe ye şöyle dedi: Sen onun gıybetini yapmış oldun!223 Hasan Basrî şöyle demiştir: Başkasından bahsetmek üç kısma ayrılır: 1.Gıybet 2.Bühtan 3.İfk (iftira) Bunların hepsi ALLAH´ın Kitabı´nda zikredilmiştir. Bu bakımdan gıybet; kişide olanı söylemendir, bühtan kişide olmayanı söylemendir. İfk ise, kulağa geleni söylemendir! İbn Şîrîn bir kişiden bahsederken şöyle demiştir: ´O siyah kişi...´ Sonra ALLAH´tan bağışlanma diledi ve ´Ben gıybet yapmış olduğum kanaatindeyim´ dedi. İbn Şîrîn, İbrahim Nehâî´den bahsederken elini gözünün üzerine koyup öyle konuştu, kör İbrahim demedi. Hz. Âişe şöyle demiştir: ´Sakın hiçbiriniz başkasının gıybetini yapmasın! Çünkü ben bir ara Hz. Peygamber´in yanında iken bir kadın için ´Şu kadın ne kadar da uzun etekli imiş!´ dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber bana dedi ki: ´At, at!´ Ben ağzımdan bir çiğnem et parçası çıkardım.224 219)İbn Hibban, Hâkim 220)Harâitî, {Mürsel olarak) 221)Müslim 222)Taberânî 223)İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî 224)İbn Ebî Dünya, İbn Merduveyh |
|
![]() |
#53 |
![]() Gıybet Sadece Dille Yapılmaz
Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuştur. Bu bakımdan ta´rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, îma, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde bunların tümü gıybet ve haramdır, Âişe vâlidemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldi. Kadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bana şöyle dedi: Kadının gıybetini yaptın!225 Başkasının durumunu hikâye etmek sûretiyle taklidini yapmak da gıybettir. Aksayarak yürümek veya kişinin yürüdüğü gibi yürümek gıybettir, hatta azap bakımından gıybetten daha şiddetlidir. Çünkü böyle yapmak, kişiyi anlatmakta daha tesirli olur. Hz. Peygamber, Hz. Aişe´nin başka bir kadının taklidini yaptığını gördü ve şöyle buyurdu: Bana şu kadar şu kadar verilse bile yine de bir insanın taklidini yapmak beni sevindirmez!226 Yazı ile gıybet de böyledir. Çünkü kalem de bir dildir. Bir kitabın yazarı, belli bir şahıstan bahseden kitabında onun konuşmasını çirkin gösterirse gıybet olur. Ancak konuşmayı böyle göstermeye kendisini mecbur eden birşey bulunursa, o zaman hüküm değişir. Nitekim ileride bu bahis gelecektir. Müellifin ´bir kavim şöyle dedi´ demesi ise, gıybete dahil olmaz. Ancak gıybet, belli bir şahsa -ister diri, isterse ölü olsun- saldırmaktan ibarettir. ´Bugün bizim yanımızdan geçenlerin veya bizim gördüklerimizin bir kısmı´ demen gıybettendir. Yani eğer muhatabın bu ibareden belli bir şahsı anlarsa, gıybet olur. Çünkü mahzurlu olan, muhataba belli bir şahsı anlatmaktır. Anlatmakta kullanılan metod ve sistem değildir. Eğer muhatab o konuşmandan belli bir şahsı anlamazsa öyle konuşman caizdir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) bir insanın herhangi bir hareketinden hoşlanmadığı zaman şöyle derdi: Bazı kavimlere ne oluyor ki şöyle yapıyorlar?227 Hz. Peygamber isim söyleyerek eleştirmezdi. Senin ´Seferden gelenlerin bir kısmı, ilim iddia edenlerin bir kısmı´ demen, eğer belli bir şahsı anlatan karine varsa gıybet olur. Gıybet çeşitlerinin en çirkini, riyakar kurra´nın (okuyucular) gıybetidir. Çünkü bunlar maksatlarını salâh ve takvâ ehlinin tabirleriyle anlatırlar ki zâhirde gıybetten kaçındıklarını gösterip maksadlarnı anlatmış olsunlar! Bunlar cehaletlerinden dolayı iki fâhiş hareketi bir arada yaptıklarını bilmezler: Hem gıybet, hem riyakarlık! Yanında bir insandan bahsedildiğinde ´Bizi sultanın huzuruna girmekle, dünyada müptezellikle imtihan etmeyen ALLAH´a hamd olsun!´ demek veya ´Hayânın azlığından ALLAH´a sığınırız. ALLAH bizi hayâsızlıktan korusun!´ demek de öyledir! Bu konuşmasından maksadı; başkasının ayıbını anlatmaktır. Fakat adamı (güya) dua tabiriyle zikrediyor. Bazen de gıybetini yaptığı bir kimsenin medhini gıybetten önce yapar ve der ki: ´Filan adamın durumu ne güzeldir. İbadetlerde kusur yapmazdı. Fakat kendisine, bir gevşeklik musallat olmuş. Hepimizin müptelâ olduğu sabırsızlık belasına müptelâ olmuştur!´ Böylece kendi nefsini zikreder. Oysa maksadı, onun zımnında başkasını kötülemek, kendi nefsini de, sâlih kimselere benzetmek sûretiyle övmektir. Böylece hem gıybetçi, hem riyakâr, hem de nefsini temize çıkarmış olur. Dolayısıyla üç kötü davranışı bir araya getirmiş olur! Fakat cahilliğinden dolayı zanneder ki kendisi sâlih ve gıybetten korunan kimselerdendir ve bu sırra binaendir ki şeytan, câhillerle -ilimsiz olarak ibadete daldıkları zaman- oynar. Muhakkak şeytan onların yakasına yapışır, onları meşakkate sokar, hileleriyle onların amellerini yakıp kül eder. Onlara güler ve onlarla alay eder! Bir insanın ayıbı zikredildiği halde hazır bulunanlardan bazıları uyanıp da onu kavrayamaz. Bu bakımdan yapılan gıybeti anlamayan da anlasın diye ´SübhânALLAH! Bu ne kadar da acaib imiş!´ demek ve uyanmayan kişi kendisine kulak versin ve dediğini anlasın diye söylemek de gıybettendir. Böylece ALLAH Teâlâ´yı zikreder, onun ismini çirkin emeline ulaşmak için alet yapar. Oysa kendisi aldanmışlığından ve cehaletinden dolayı ALLAH´ı andığını sanarak ALLAH´a karşı minnet eder ve ´Beni dostumuzun hakkında cereyan eden istihfaf üzdü. ALLAH´tan onun nefsini rahata kavuşturmasını isteriz´ der. Böyle söylemesine rağmen üzüldüğü iddiasında yalancıdır ve dua etmesinde samimi değildir. Eğer maksadı hakarete uğrayan kişiye dua etmek olsaydı, o duayı namazından sonra gizlice yapardı. Eğer adamın hakarete uğraması kendisini üzmüş olsaydı, adamın hoşuna gitmeyen şeyi açıklamak sûretiyle gıybetini yapmak da kendisini üzerdi. Yine der ki: ´O miskin adam büyük bir belaya uğramış! ALLAH bizim de, onun da tevbesini kabul eylesin!´ Kişi bütün bu durumlarda dua ettiğini göstermesine rağmen ALLAH onun kalbindeki pisliğe muttali´dir. Onun gizli maksadını bilir. Fakat o cehaletinden dolayı, kendisinin, cahillerin açıkça günah işleyip cehaletlerinin gereğini yaptıkları zaman uğradıkları felâketten daha büyük bir felâkete maraz kaldığını bilmez. Benimsemek ve hayret etmek yoluyla gıybeti dinlemek de gıybettendir. Çünkü bu şekilde dinleyen bir kişi, gıybetçinin gıybet hususundaki keyfi artsın diye ve gıybette alabildiğine ileri gitsin diye onu şaşkın şaşkın dinler. Sanki o böyle davranmakla gıybetçinin içindekini söküp çıkarır ve şöyle demek ister: ´Hayret! Ben o adamın böyle olduğunu bilmiyordum. Ben onu şu ana kadar ancak hayırlı, sâlih bir kimse biliyordum. Ben onda senin söylediğinin tam tersi olduğunu sanıyordum. ALLAH bizi her türlü beladan korusun!´ Zira bütün söyledikleri ve hareketleri gıybeti tasdik etmektir. Gıybeti tasdik etmek de gıybetten başka birşey değildir. Hatta susan da gıybetçinin ortağıdır! Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Gıybeti dinleyen, gıybetçilerden biri olur.228 Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer´den rivayet ediliyor ki onlardan biri arkadaşına ´Filan adam çok uyuyor!´ dedi. Sonra ikisi birden ekmeklerini yemek için Hz. Peygamber´den bir katık istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber ´Siz katıklandmız!´ dedi. Onlar ´Bizim katıklanmadan haberimiz yok!´ deyince, Hz. Peygamber şöyle dedi: Evet, siz kardeşinizin etinden yediniz!229 Dikkat ettiğinde, Hz. Peygamber´in ikisini birden suçladığını göreceksin. Oysa o sözü söyleyen sadece onlardan biriydi. Diğeri onu dinliyordu. ´(Maiz), köpeğin öldüğü gibi öldü!´ diyen bir kişi olduğu halde Hz. Peygamber ikisine birden şöyle dedi: Şu leşten yeyiniz! İkisini birden leş yemeye davet etti. Bu bakımdan gıybeti dinleyen de gıybetin günahından kurtulamaz. Ancak diliyle veya korktuğu takdirde kalbiyle gıybeti reddederse veya gıybet meclisin-den kalkarsa veya gıybetçinin konuşmasını başka bir konuşma ile keserse gıybetçi sayılmaz. Aksi takdirde günahkâr olur! Eğer gıybetçiye diliyle sus deyip de kalben onun gıybetini dinlemek istiyorsa, bu münafıklık olur. Kalben gıybeti çirkin görmedikçe münafıklıktan kurtulamaz. Eliyle susması için işaret etmek veya kaşıyla veya kirpikleriyle işaret etmek yeterli değildir. Çünkü bu işaretler bahsi yapılan kişiyi hakir görmek demektir. Aksine o kişiyi tahkir değil de tazim etmeli ve açıkça onu müdafaa etmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kimin yanında bir mü´min zelil ediliyorsa, o da kudreti olduğu halde o mü´mine yardım etmiyorsa, ALLAH onu kıyamet gününde insanların gözü önünde zelil eder (edecek).230 Kim (müslüman) kardeşinin bulunmadığı bir mecliste onun haysiyetini korursa, kıyamet gününde onun haysiyetini korumak ALLAH´a hak olur. Kim kardeşinin gıyabında onun haysiyetini korur ve müdafaa ederse, o kimseyi ateşten azad etmek ALLAH´a hak olur.231 Gıyabında müslümana yardım etmek hususunda ve bunun fazileti hakkında birçok haberler vârid olmuştur. Biz bunları Sohbet Adabı ve Müslümanların Hakları bölümlerinde zikretmiştik. Bu bakımdan ikinci kez tekrarlamakla sözü uzatmak istemiyoruz. 223)İmam Ahmed, Ebu Dâvud, Tirmizî 224)İbn Ebî Dünya, İbn Merduveyh 225)İbn Ebî Dünya 226)Daha önce geçmişti. 227)Ebu Dâvud 228)Taberânî 229)Taberânî 230)İbn Ebî Dünya 231)Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ´dan) |
|
![]() |
#54 |
![]() Gıybete Teşvik Eden Sebepler
İnsanoğlunu gıybete sürükleyen sebepler pek çoktur. Fakat bunları onbir sebepte toplamak mümkündür. Bu onbir sebebin sekizi, halkın geneliyle ilgilidir. Üç tanesi de din ehli ve havâsla ilgilidir. Halkın geneli hakkındaki sekiz sebep şunlardır: 1.Öfkesini teskin etmek. Bu tür gıybet, gıybeti yapılan adama kızmasına vesile olan bir sebep olduğu zaman meydana gelir. Çünkü kişi öfkesi kabardığı zaman karşısındaki adamın kötülüklerini söylemek suretiyle öfkesini dindirir. Eğer ortada gıybete mâni olacak din ve takvâ yoksa, dilin gıybete kayması tabiidir.Bazen öfkesini yenemez, öfke içinde birikir. Sabit bir kine dönüşür ve kötülüklerini daimi bir şekilde belirtmeye sebep teşkil eder. Bu bakımdan kin ve öfke, insanı gıybete sürükleyen büyük sebeplerdendir. 2.Emsâl ve akranına uymak, arkadaşlarına ayak uydurmak ve konuşma hususunda onlara yardım etmektir. Çünkü arkadaşları, halkın gıybetini yaptıkları zaman, kişi onların yaptıklarını inkâr ettiği veya meclislerinden kalktığı takdirde arkadaşlarının ağrına gidip kendisinden nefret edeceklerini düşünür. Böylece bu hususta onlara yardımcı olur ve bunu da güzel muaşeretten sayar. Arkadaşlıkta müsamahalı davrandığını zanneder. Bazen arkadaşları öfkelenirler. Onlara uymak için o da öfkelenmeye mecbur olur ki sıkıntıda ve bollukta onlarla beraber olduğunu göstermiş olsun. Dolayısıyla onlarla beraber başkalarının ayıplarını ve kötü sıfatlarını saymaya dalar. 3.Bir insanın, bir şeyi kendi aleyhine kullanacağını, kendisine dil uzatacağını veya büyük bir insanın yanında halini çirkin gösterdiğini veya aleyhinde herhangi bir şahidlikte bulunacağını hissetmesidir. Bu takdirde o adam kendisini çirkin göstermeden önce o adamı çirkin göstermeye acele eder. Onun aleyhinde bulunur ki onun kendi aleyhindeki şahidliğinin müsbet bir tesiri kalmasın veya önce doğru olarak onda bulunan şeyleri söyler ki arkasından ona iftira atsın ve önce söylediği doğrulardan ötürü, ettiği iftira revaç bulsun... Şahid tutar ve der ki: ´Yalan söylemek benim âdetim değildir. Çünkü ben size onun durumundan şu şu tarafları da haber verdim ve o da benim dediğim gibi çıktı´. 4.Herhangi bir şeye nisbet edilmesidir. Bu bakımdan nisbet edildiği şeyden kendisini uzaklaştırmak ister. Dolayısıyle o nisbeti yapanı açıklar. Oysa kendi nefsini o nisbetten kurtarmalı ve o nisbeti yapanı zikretmemeli ve intikam olarak başka kötülüğü ona nisbet etmemeliydi. Oysa kişi başkasının kendisiyle o fiilde ortak olduğunu zikreder ki o fiil hususunda kendini mâzur göstersin. 5.Tasannû ve gururu kasdetmektir. Bu, başkasını küçük göstermek sûretiyle kendini yüceltmek demektir. Bu bakımdan ´Filan adam cahildir, anlayışı kıttır, konuşması zayıftır´ der. Böyle söylemekten gayesi; kendisinin faziletini isbat etmektir. Onlara kendisinin daha âlim olduğunu göstermektir veya kendisine yapılan tâzim gibi, gıybeti yapılan kişiye tâzim etmekten sakındırımaktır. Bu gayeye de ancak adamın gıybetini yapmak sûretiyle varabilir! 6.Haseddir. Hased, insanlar tarafından övülen, sevilen ve ikram edilen bir kimseyi çekememek dermektir. Böyle yapmakla o adamdan o nimeti gidermek ister ve o nimeti gidermek için de onun aleyhinde atıp tutmayı çıkar yol sanar Böylece halkın yanında o adamın itibarını düşürmek ister ki halk ona ikram etmekten, onu övmekten vazgeçsin. Çünkü halkın o adamı övmelerini dinlemek, halkın o adamın medhini yapmasını ve ikramda bulunmalarını görmek ona ağır gelir. Bu ise hasedin ta kendisidir. Hased, öfke ile kinden ayrıdır. Çünkü öfke ve kin insanı cinayete sevkeder. Hased ise. bazen iyilik yapan dosta ve tabiatça kendisine uyan arkadaşa bile yapılabilir. 7.Oynamak, şakalaşmak, lâtife yapmak ve vakti gülmekle geçirmektir. Bu bakımdan kişi, başkasının ayıbını zikreder. Onun taklidini yapmak suretiyle halkı güldürür. Böyle yapmasının sebebi kibir ve gururdur. 8. Karşısındaki insanı tahkir etmek için kendisiyle istihzâ etmek ve kendisini alaya almaktır. Böyle yapmak bazen kişinin yanında, bazen de gıyabında cereyan eder. Bunun kaynağı gurur ve alaya alınanı küçük görmektir. Havâss´ta bulunan üç sebebe gelince, bu sebepler, gıybete sürükleyen âmillerin en çetrefillisi ve en incesidirler. Çünkü bunlar şeytan tarafından hayırların içine gizlenmiş şerlerdir. Burada hayır vardır. Fakat şeytan o hayra şerri katmıştır. Birincisi: Birinin hatasına veya bir gerçeği inkâr etmesine şaşmasıdır. Bunun kaynağı dindir. Bu bakımdan der ki: ´Benim filan adamdan gördüğüm, ne acaip bir şeydir!´ Bu sözünde bazen doğru olabilir ve hakîkaten hayret etmesini gerektiren fiili de görmüş olabilir. Fakat onun buradaki vazifesi; hayret etmekle beraber adamın ismini zikretmemektir. Fakat şeytan onu, bu hayrete sebep olan adamın ismini zikretmeye sevkeder. Onun ismini zikretmekle gıybet etmiş olur ve bilmediği noktadan günahkâr olur. Kişinin ´Filan adamın durumuna hayret ettim. Câriyesi çirkin olduğu halde nasıl câriyesini sever. Filan adam câhil olduğu halde nasıl onun huzurunda oturur´ demesi de bu türdendir. İkincisi: Şefkat ve merhamettir. Şöyle ki, kişinin müptelâ olduğu dertten dolayı üzülür. Bu bakımdan der ki: ´Filan adam fakirdir! Onun derdi beni üzdü. Onun başına gelen belâlar beni oldukça sarstı!´ Üzülme davasında doğru olabilir. Fakat üzülmek, adamın ismini zikretmesine sebep olmuştur. Böylece adamın ismini zikrederek gıybet etmiştir. Bu bakımdan üzülmesi, merhamet ve şefkat göstermesi hayırdır. Hayrete düşmesi de böyledir. Fakat şeytan onu bilmediği bir noktada şerre düşürmüştür. Çünkü kişinin ismini zikretmeden de üzülmek ve şefkat göstermek mümkündür. Fakat şeytan onu kendisinin üzüntü ve şefkattan dolayı elde ettiği sevabı iptal etmek için felâketzedenin ismini zikretmeye kışkırtır. Üçüncüsü: ALLAH için öfkelenmektir. Kişi, bazen bir insanın yapmış olduğu münkeri gördüğü veya işittiği zaman öfkelenir. Dolayısıyla öfkesini belirtir ve adamın ismini zikreder. Oysa kendisine düşen vazife, adama karşı emr-i bi´l-ma´ruf ve nehy-i an´il münker´i icra etmek sûretiyle öfkesini belirtmektir. Başkasının yanında o öfkeyi belirtmemek ve adamın ismini gizlemek ve adamı kötülükle anmamaktır. İşte bu üç sebep, âlimler için bile idrak edilmesi gayet güç olan sebeplerdendir. Halk tabakasının bunları anlaması nerede kalır? Halk tabakası hayret etmek, şefkat göstermek ve öfkelenmek ALLAH için olduğu zaman bunlara sebebiyet verenin ismini zikretmekte herhangi bir beis yok zanneder. Oysa böyle sanmak yanlıştır. Gıybete ruhsat veren durumlar, bazı özel ihtiyaçlardır ki o ihtiyaç-larda isim zikretmekten başka çıkar yol yoktur. Nitekim bunun bahsi ileride gelecektir. Amr b. Vâsile´den şöyle rivayet ediliyor: Bir zat bir grubun yanından geçti ve onlara selâm verdi. Onlar da onun selâmının karşılığını verdiler. Onları geçtiği zaman içlerinden biri ´Ben ALLAH için bu adamdan nefret ediyorum´ dedi. Mecliste oturan diğer şahıslar ´Sen kötü konuştun. ALLAH´a yemin ederiz, biz gider ona senin söylediklerini söyleriz´ dediler. Sonra aralarından birisine ´Ey filan adam! Kalk ona yetiş! Bu adamın söylediğini kendisine söyle´ dediler. Onların elçisi adama yetişti ve söylenen sözü adama nakletti. Bunun üzerine adam, Hz. Peygamber´e geldi ve söyleneni Hz. Peygamber´e bildirdi. Hz. Peygamber kendisine ´Aleyhinde konuşan adamı çağır´ diye emir verdi. O da gidip adamı çağırdı. Adam Hz. Peygamber´in huzuruna gelerek söylediğini itiraf etti. Hz. Peygamber ´O halde neden bu adamdan nefret ediyorsun?´ dedi. Adam ´Ben onun komşusuyum ve onun durumunu biliyorum. ALLAH´a yemin ederim, farz namazdan başka onun namaz kıldığını görmedim´ dedi. Gıybeti edilen adam, Hz. Peygamber´e ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Bu adamdan sor! Acaba farz namazı vaktinden tehir ettiğimi veya farz namaz için aldığım abdesti üstün körü geçtiğimi, yahut namazın içindeki rükû ve secdeyi çirkin bir şekilde yaptığımı görmüş mü?´ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, adama sordu. Adam ´hayır´ cevabını verdikten sonra şöyle devam etti: ´Yemin olsun! Hem fâsık ve hem doğru insanlar tarafından, Ramazan ayından başka hiçbir ayda oruç tuttuğunu görmedim´. Gıybeti yapılan adam, Hz. Peygambere ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Sor kendisinden, acaba Ramazan ayında hiç oruç tutmadığımı veya Ramazan ayı hakkında kusur ettiğimi hiç görmüş mü?´ dedi, Hz. Peygamber bunu sorunca adam şöyle cevap verdi: ´Yemin olsun! Ramazan ayında bir dilenciye veya bir fakire birşey verdiğini görmedim. ALLAH yolunda sarfettiğini ve infakta bulunduğunu görmedim. Ancak iyi ve kötü insanlar tarafından verilen şu zekat hariç!´ Gıybeti yapılan adam, Hz. Peygamber´e ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Sor kendisinden! Acaba zekâtımdan hiç eksik ettim mi veya zekâtı alan zekât memurlarını hiç geciktirdim mi?´ dedi. Hz. Peygamber bunu sorunca, adam ´hayır´ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, gıybet yapan adama şöyle dedi: ´Kalk! Buradan git. Umulur ki o adam senden daha hayırlıdır´.232 231) Ahmed, Taberânî, (Ebu Derdâ´dan) |
|
![]() |
#55 |
![]() Kalben Yapılan Gıybet´in Haram Olması
Kötü söz gibi su-i zan da haramdır! Bu bakımdan başkasının kötülüklerini dil ile zikretmek haram olduğu gibi, müslüman hakkında içinden su-i zanda bulunmak da haramdır. Ben bundan kalbin kinini ve başkasının aleyhine kötülükle hükmetmesini kastediyorum. Kalbinden bir anda gelip geçen şeyler affedilmiştir. Hatta şek ve şüphe etmek de affedilmiştir. Yasaklanan, başkasının hakkında kötü zanda bulunmaktır. Zan ise nefsin meylettiği ve kalbin yöneldiği şeyden ibarettir. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira zarının bir kısmı günahtır.(Hucurât/12) Kötü zannın haranı olmasının sebebi şudur: Kalbin esrarını ancak allâm´ul-guyûb olan ALLAH bilir. Bu bakımdan başkası hakkında kötü zanda bulunamazsın. Ancak te´vil kabul etmeyecek şekilde sana âyan beyan olursa, o zaman bildiğine ve gördüğüne inanmaktan başka seçeneğin yoktur. Gözünle görmediğin, kulağınla işitmediğin birşeyin kalbine düşmesine gelince, o şeyi senin kalbine şeytan atmıştır. Bu bakımdan şeytanı yalanlaman gerekir. Çünkü şeytan, fâsıkların en katmerlisidir, Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.(Hucurât/6) Bu bakımdan İblis´i doğrulamak caiz değildir. Eğer orada fesâda delâlet eden bir hayal ve bir karine varsa, onu tasdik etmen caiz değildir. Çünkü fâsığın doğru söylemesi tasavvur edilebilir. Fakat onu tasdik etmek senin için caiz değildir. Hatta ağzını koklayıp içkinin kokusunu duyduğun bir insan için ceza tatbik etmek caiz değildir; zira bu adamın ağzını içki ile çalkalayıp içkiyi dökmesi ve içmemesi veya cebren içmeye zorlanması mümkün ve muhtemeldir denilebilir. Bütün bunlar şüphesiz ki muhtemel delillerdir. Kalben onları tasdik etmek ve o delillerden ötürü müslüman hakkında kötü zanda bulunmak caiz değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuşur: ALLAH, müslümanın, kanını, malını ve hakkında kötü zanda bulunmayı haram kılmıştır.238 Bu bakımdan su-i zan ancak malın helâl olmasını gerektiren sebeplerle helâl olabilir. O da görme veya âdil bir delildir. Durum böyle değilse, kalbine su-i zannın vesvesesi gelirse, onu nefisten uzaklaştırmak gerekir ve nefsine ´Adamın -daha önce olduğu gibi-hali senin yanında kapalıdır. Senin ondan gördüğün şeyi hayra da, şerre de yorumlama ihtimâli vardır´ demek gerekir. Soru: Kalbine gelenin zan olduğu ne ile bilinir? Oysa insanın içinde şüpheler oynamakta, nefis daima kendi kendine bir şeyler fısıldamaktadır? Cevap: Kötü zan olmasının alâmeti, onunla beraber kalbin daha önceki durumundan değişmesidir. Bu bakımdan kalp, az da olsa ondan nefret ederek bir ağırlık hisseder. Onu gözetmen, araman, ikramda bulunman ve ondan dolayı üzülmen gevşer. İşte bütün bunlar, kötü zan olmasının alâmetleridir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Mü´minde üç şey vardır ki onlardan kurtulması için bir yol vardır. Kötü zandan kurtulmanın yolu ise şüphelendiği şeyin üzerine düşmemesidir.239 Yani ne fiilen ne de kalben onu araştırmamak ve üzerinde durmamaktır. Mü´min, kalbinde ve âzalarında ona yer vermemelidir. Kalpte yer vermesi, sevginin nefrete dönüşmesidir. Azalarda yer vermek ise, onun gereğince amel etmek demektir. Şeytan az bir hayalle bazı kere halk hakkındaki kötü zannı kalbe yerleştirir ve adama ´bu senin zeki oluşundan, zihninin süratle intikal edişinden dolayı kalbinde meydana gelmiştir´ vesvesesini ilka eder ve devamla şu vesveseyi verir: ´Muhakkak mü´min ALLAH´ın nû-ruyla bakar! (Sen ALLAH´ın nûruyla bakarak bunu sezdin)´. Oysa böyle bir insan hakikatte şeytanın gururu ve meydana getirdiği karanlıkla bakıyordur. Âdil bir kimsenin haber verip, senin zannının da o adil kimseyi tasdik etmesine gelince, sen burada mazur sayılırsın. Çünkü sen o âdil insanı yalanlarsan bu yalanlaman adalete karşı bir cinayettir; zira adaleti yalan zannetmiş olursun, Bu da su-i zandır. Bu bakımdan herhangi birisine -yani ne haber veren âdil kimseye, ne de hakkında su-i zan yapılması gereken şahsa- su-i zan etmemeli ve ikisi hakkında da eşit bir şekilde düşünmelisin. İkisinin arasında düşmanlık, çekememezlik ve kindarlığın olup olmadığını araştırmak gerekir. Çünkü bunlardan dolayı da itham etmiş olabilir! ALLAH´ın nizâmı, âdil bir babanın evladı için şahidliğiıü itham edilmek sözkonusu olduğu için reddetmiştir. Düşman aleyhindeki şahidliği de reddetmiştir. Bu bakımdan sen böyle bir durumda duraklamasın. Her ne kadar söyleyen adam adil olsa da onu ne yalanlamalı, ne de doğrulamalısın. Fakat nefsine ´Bahsi edilen kişinin hali, benim yanımda, ALLAH´ın örtüsü altında bulunuyor. Onun işi benden örtülü ve olduğu gibi kaldı ve onun işinden bana hiçbir şey keşfolunmuş değildir´ demelidir. Kişi bazen zahirde adaletli olur. Onunla gıybeti yapılanın arasında herhangi bir kin de sözkonusu olmayabilir. Fakat halkın gıybetini yapmak, kötülüklerini belirtmek, bu zahirde adil görünen kişinin âdetinden olabilir. Dinleyen de onu âdil zanneder. Oysa o âdil değildir; zira başkasının gıybetini yapan bir kimse fâsıktır. Eğer gıybet onun âde-tinden ise şahidliği reddedilir. Ancak halk arasında gıybet yapmak âdet olduğundan dolayı gıybet hususunda gevşeklik gösteriyorlar. Halkın aleyhinde bulunmaya pek aldırış etmiyorlar.240 Ne zaman bir müslüman hakkında kalbine bir kötülük gelirse, o müslümanı daha fazla gözetmen ve durumunu sorman uygun olur. Ona hayırla dua etmen daha münâsib olur. Çünkü böyle yapman şeytanı kızdırır ve senden uzaklaştırır. Bir daha da şeytan senin kalbine kötü zannı ilka edemez. Çünkü senin dua etmekle ve hakkında kötü zan yapılmak istenen adamın hakkına daha fazla riayet etmekle meşgul olmandan korkar. Müslümanın hatasını açık bir delille bildiğinde, gizlice kendi-sine nasihatta bulun. Sakın şeytan seni aldatıp o adamın gıybetini yapmaya sürüklemesin. O adama nasihat yaptığında, onun o eksikliğini bildiğine sevinerek nasihat yapma! Çünkü böyle bir sevinç, onun sana tâzim gözüyle, senin de ona hakaret gözüyle bakmandan ve kendini ondan üstün tutmandan kaynaklanır. Senin bu nasihattan maksadın onu günahtan kurtarmak olmalıdır. Bunu yaparken, dinin hakkında bir eksikliğin olduğunda nefsin için üzüldüğün gibi onun için de üzülerek yapmalısın ve yine adamcağızın o günahı nasihatinin tesiri olmaksızın bırakması, nasihatinin tesiriyle bırakmasından sence daha sevimli olmalıdır. Sen bunları yaptığın takdirde nasihat, musibetten dolayı üzülmek ve müslüman kardeşine din hususunda yardım etmek ecirlerini bir arada toplamış olursun. Su-i zannın semerelerinden biri de merakla araştırmaktır; zira kalp, su-i zanla kanaat getirmeyerek tedkik ve tahkik ister. Bu bakımdan hakkında su-i zan yapılan adamın durumunu araştırmakla meşgul olur. Bu da yasaklanmıştır. Nitekim ALLAH Teâlâ ´Birbirinizin gizli taraflarını araştırmayın´ (Hucurât/12) buyurmuştur. Bu bakımdan gıybet, su-i zan ve araştırmak aynı ayette yasaklanmışlardır. Tecessüss´ün mânâsı, ALLAH´ın kullarını ALLAH´ın örtüsü altında bırakmamak, onların gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak ve üzerlerine gerilen örtüyü yırtmaktır -eğer kendisinde gizli olsaydı kalbi ve dini için daha selâmetli olurdu- böylece gizli olan birşeyi bilmek ister. Biz Emr-i bi´l-Ma´ruf bölümünde tecessüss´ün hüküm ve hakikatini belirtmiştik. 240) Bu büyük bir beladır. Her memlekette halkın hemen hemen tümünü içine alır. Bu durum fesadın en büyüğüdür. Ancak ALLAH´ın koruduğu insan bundan kurtulabilir! (İthafus-Saadc) |
|
![]() |
#56 |
![]() Gıybeti Ruhsatlı Kılan Özürler
Başkasının kötü taraflarını belirtmeyi ruhsatlı kılan şey, şer´an sıhhatli ve doğru bir hedeftir ki ona ancak gıybet yapmak sûretiyle varmak mümkün olur. Bu bakımdan bu durum, gıybetin günahını ortadan kaldırır. Gıybeti ruhsatlı kılan özürler altı tanedir: Birincisi: Tazallüm/zulümden şikayet etmektir; zira bir kadıya zulmü haber veren, hıyâneti söyleyen, hasmının rüşvet aldığını haber veren bir kimse -eğer mazlum değilse- gıybet yapmış ve isyan etmiş bir kimse olur. Kadı tarafından zulme uğrayan bir kimse ise, kadı´nın üstünde bulunan sultana gidip şikayet eder ve kadı´nın zulmettiğini söyler; zira bu kimsenin hakkının alınması ancak bu gıybeti yapmak sûretiyle mümkün olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki hak sahibi olan alacaklı için söz söyleme yetkisi vardır.241 Zengin bir kimsenin borcunu geciktirmesi zulümdür.242 Varlıklının (borcunu) geciktirmesi, hem cezalandırılmasını, hem de gıybetinin yapılmasını helâl kılar.243 İkincisi: Dinen münker ve yasak olanı engellemek, âsî bir kim-seyi doğru yola çevirmektir. Nitekim rivayet ediliyor ki, Hz. Ömer, Hz. Osman´ın yanından geçti. (Bazıları da ´Hz. Talha´nın yanından geçti´ demişlerdir). Osman´a´ selâm verdi. Hz. Osman (veya Hz. Talha) Hz. Ömer´in selâmına karşılık vermedi. Bunun üzerine Ömer, Hz. Ebubekir´e giderek durumu anlattı. Hz. Ebubekir, durumu düzeltmek için Hz. Osman´a geldi ve Hz. Ömer´in bu sözünü gıybet saymadılar. Yine bunun gibi Hz. Ömer´in kulağına Ebu Cendel´in Şam´da içki içtiği haberi geldiğinde Ebu Cendel´e şu mektubu yazdı: Rahmân ve Rahîm olan ALLAH´ın ismiyle başlarım! Hâ, Mim! Bu kitabın indirilişi, azîz, alîm olan ALLAH´tandır. O, günahı bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı şiddetli olan, ihsan sahibi ALLAH´tandır ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Dönüş ancak O´nadır. (Mü´min/1-2) Hz. Ömer´in bu mektubu üzerine Ebu Cendel tevbe etti ve Hz. Ömer, bu haberi kendisine ulaştıranı gıybet yapmış kabul etmedi. Çünkü bu haberi Hz. Ömer´e ulaştıranın maksadı, Hz. Ömer´in Ebu Cendel´in bu yaptığını ortadan kaldırması içindir. Hz.Ömer´in Ebu Cendere yapacağı nasihatin, başkası tarafından yapılan nasihattan daha tesirli ve faydalı olacağını umdu. Bunun mübah olması, sıhhatli ve doğru bir maksadla olmasındandır. Eğer bu sıhhatli maksad ortada mevcud değilse, böyle söylemek haram olur. Üçüncüsü: Fetva istemektir. Nitekim müftüye der ki: ´Babam veya hanımım veya kardeşim bana zulmetti! Bu zulümden kurtulmak için çare ve yol nedir?´ Bu hususta en sağlamı, târiz yoluyla sormaktır. Meselâ şöyle demelidir: ´Babası veya kardeşi veya hanımı kendisine zulmeden bir adam hakkında ne dersiniz?´ Fakat bu miktarın tayini mübahtır. Çünkü Utbe´nin kızı Hind´den244 rivayet edildiğine göre, Hz. Peygambere şöyle demiştir: ´Kocam Ebu Süfyan çok cimri bir kimsedir. Bana ve çocuğuma yetecek kadar nafaka vermiyor. Acaba onun haberi olmaksızın onun malından alabilir miyim?´ Hz. Peygamber cevap olarak şöyle buyurmuştur: ´Normal olarak sana ve çocuğuna yetecek kadarını al´.245 İşte Hind, Ebu Süfyân´ın cimriliğini, kendisine ve çocuğuna zulmettiğini belirtti. Buna rağmen Hz. Peygamber, onu bu gıybeti yapmaktan menetmedi. Çünkü onun maksadı fetva istemekti. Dördüncüsü: Müslümanı şerden korumaktır. Bu bakımdan bid´atçı veya fâsığın bid´atının ona sirayet edeceğinden korktuğun zaman, o fâsık ve bid´atçı kimsenin fısk ve bid´atını bir fakîh´e açıklayabilirsin. Eğer seni, bunu açıklamaya teşvik eden, bid´at ve fıskın sirayet etme korkusundan başka bir hedef değilse, açıklayabilirsin; zira burası,, aldanma yeridir. Çünkü bazen o adama kızmak, insanoğlunu bu açıklamaya teşvik edebilir. Şeytan halka şefkat göstermekle bu durumu örterek onu aldatabilir. Bir köle satın alana -eğer kölenin hırsızlık, fâsıldık veya başka bir ayıbı biliniyorsa- kölenin bu kusurlarını söyleyebilirsin. Çünkü senin sükût etmende alıcının, söylemende de kölenin zararı vardır. Oysa alıcının tarafını gözetmek daha evlâdır. Böylece şahidleri temize çıkaran bir kimseye de şahidin halinden sorulduğu zaman, eğer şahidin kusurunu biliyorsa, onun kusurunu söylemek suretiyle aleyhinde bulunabilir. Evlenmek hususunda kendisiyle istişare edilen veya emaneti bırakmak hususunda kendisine danışılan bir kimse de böyledir. Müsteşar, istişare yapana gıybet maksadıyla değil, nasihat maksadıyla bildiklerini söyleyebilir. Eğer istişare eden, kişinin sadece ´Bu sana yararlı değildir´ sözüyle o evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, öyle söylemek, tafsilâta geçmemek farzdır ve bu kadar söylemek yeterlidir. Eğer ancak açıkça ayıbını söylemek sûretiyle evlenmeyi bırakacağını biliyorsa, o vakit açıkça söy-lemek yetkisine sahiptir; zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Siz fâcir kimseyi belirtmekten korkar mısınız, çekinir misiniz? (Hayır çekinmeyin!) Halk kendisini tanısın diye maske-sini yırtınız. Halk ondan sakınsın diye onda bulunan kusuları soyleyin. Selef-i Sâlihîn derler ki: Üç sınıf vardır, onların gıybeti yoktur, onların gıybetinden günah gelmez: 1.Zâlim idareci 2.Bid´atçı kimse 3.Fıskını açıklayan fâsık Beşincisi: İnsanın, ayıbını belirten bir lâkab ile maruf olmasıdır. el-A´rec (Topal), el-A´meş (Gece görmez) gibi.2- Bu bakımdan ´Ebu Zennat, el-A´rec´den, Selman, el-A´meş´ten rivayet etti´ demende ve buna bezer ibareleri kullanmakta günah yoktur. Âlimler, bunu tarif etmenin zaruri olması sebebiyle böyle yapmışlardır. Bir de bu öyle bir hâl almış ki hakkında kullanılan adam bunu bilse dahi tiksinmez. Çünkü bununla şöhret bulmuştur. Evet! Eğer bundan sakınmak ve başka bir ibâre ile tarif etmek imkânı varsa, onu kullanmak daha evlâdır ve bunun için de âma bir kimseye noksanlık isminden kaçmak için gözlü denir. 246) el-Arec, Medineli Abdurrahman´ın lakabıdır. Bu zat Ebu Hüreyre´nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye´de vefat etmiştir, el-A´meş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili´nin lâkabıdır, Kûfelidir. Altıncısı: Gıybeti yapılanın, fâsıklığmı açıkça yapmasıdır. Kadınımsı giyinen, kadın gibi hareket eden, meyhane açan, açıkça içki içen ve halkın malını müsadere eden bir kimse gibi.. Aynı zamanda bu kimse böyle şeyleri kendisine bu lâkabların takılacağından çekinmeksizin açıktan açığa yapıyor, kendisini bu sıfatlarla anmaktan iğrenmiyorsa, açıktan işlemiş olduğu bir sıfatı kendisine atfettiğin zaman günahkâr olmazsın. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kim hayâ perdesini yüzünden atmışsa, onun gıybeti yoktur.247 Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: Tâcir bir kimsenin hürmet ve ikrâmı yoktur´.248 Hz. Ömer bu sözüyle, gizli bir fâsığı değil, fâsıklığmı açıkça yapan bir kimseyi kastediyor; zira fıskı gizli olan bir kimsenin hürmetini gözetmek gerekir. Said b. Tarif şöyle demiştir: Ben Hasan Basrî´ye ´Fıskını açıkça yapan bir kişinin, kötülüklerini söylersem gıybetini yapmış sayılır mıyım?´ diye sordum. Cevap olarak ´Hayır! Böyle bir kimsenin hürmeti sözkonusu değildir´ dedi. Hasan Basrî şöyle demiştir. Üç sınıf vardır. Onların gıybeti haram değildir: 1.Hevâ ve hevesine tâbi olan 2.Fıskını açıktan yapan fâsık 3.Zâlim bir idareci.249 Bu üç sınıfın arasındaki ortak nokta, üçünün de günahı açıktan işlemesidir. Çoğu zaman işledikleriyle iftihar ederler. İşlediklerini açıkça yaptıkları halde yaptıklarını söylemekten neden tiksinsinler! Eğer kişi, o üç sınıftan birinin açıkça yapmadığı başka bir günahı söylerse günahkâr olur. Avf b. Ebî Cemil şöyle anlatıyor: Ebubekir Muhammed b. Sîrin´in huzuruna girdim ve onun yanında Haccac-ı Zâlim´in aleyhinde atıp tuttum. Dedi ki: ´ALLAH âdil bir hâkimdir. Haccac´ın gıybetini yapandan intikamını alır. Yarın ALLAH´ın huzuruna vardığında senin yapmış olduğun en küçük günahın, senin için Haccac´ın yapmış olduğu en büyük günahtan daha şiddetlidir´. 241)Müslim, Buhârî 242)Müslim, Buhârî 243)Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce 244)Hind´in İslâm´dan önceki haberleri meşhurdur. Müşrike Hind, Uhud muharebesine iştirâk etmiştir. Mekke fethedilinceye kadar müslümanlarm en şiddetli düşmanıydı. Mekke fethinde, önce kocası Ebu Süfyan, sonra da kendisi müslüman olmuştur. 245)Müslim, Buhârî 246) el-A´´rec, Medineli Abdurrahman´m lakabıdır. Bu zat Ebu Hüreyre´nin en yakın arkadaşıdır. Hicretin 17. senesinde İskenderiye´de vefat etmiştir, el-A´m.eş ise, Süleyman b. Mehran el-Kuhili´nin lâkabıdır, Kûfelidir. 247)İbn Adîy, Ebu Şeyh 248)İbn Ebî Dünya 249)İbn Ebî Dünya |
|
![]() |
#57 |
![]() Gıybet´in Kefareti
Gıybet´i yapana farz olan, pişman olmak, tevbe etmek ve yaptıklarından dolayı üzülmektir ki böyle yapmakla ALLAH´ın hakkını ödemiş olsun! Sonra gidip gıybetini yaptığı kimseye kendisini helâl ettirmelidir ki o da helâl ederse, ona yapmış olduğu zulmün cezasından kurtulur. Gıybetini yaptığı adamdan helâllik istediği zaman mahzun, üzgün ve yaptığından dolayı pişman olmalıdır. Çünkü riyâkâr bir kimse bazen gıybetini yaptığı kimseden, muttakî olduğunu göstermek için helâllik ister. Oysa içinde gıybetten dolayı pişmanlık diye birşey yoktur. Böylece ikinci bir günah işlemiş olur! Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Gıybetçiye, helâllik istemek değil ALLAH´tan günahının affını istemek kâfi gelir. Bunun yeterli olduğuna Enes b. Mâlik´ten rivayet edilen hadîsle istidlâl edilir: Enes (r.a) Hz. Peygamber´in şöyle buyurduğunu rivayet eder: Gıybetini yapmış olduğun kimsenin gıybetinin kefareti, onun için istiğfar edip, af talep etmendir.250 Mücahid şöyle demiştir: ´Kardeşinin etini yemenin kefareti, onu övmen, hayırla kendisine dua etmendir´. Atâ b. Ebî Rebah´a ´gıybetten tevbe etmek´ hakkında soruldu. Dedi ki: "Gıybetten tevbe etmek, gıybetini yapmış olduğun arkadaşına gitmen ve ona ´Ben söylediğimde yalan söyledim. Sana zulmettim ve su-i edebde bulundum. İstersen hakkını benden alabilirsin ve istersen beni affedersin´ demendir. Atâ´nın bu fetvası daha sağlamdır, İtirazcının ´Gıybetin karşılığı yoktur. Bu bakımdan gıybetten dolayı helâllik istemek farz değildir. Mal ise tam bunun hilâfmadır´ demesine gelince, onun bu sözü zayıf bir sözdür; zira başkasının haysiyet ve mürüvvetine saldırana iftira cezasının tatbik edilmesi farzdır ve bu kimsenin yakasına yapışılır. Sahih bir hadîste, Hz. Peygamber´den şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Kimin yanında müslüman kardeşinin haysiyet ve şerefi veya malı hususunda bir zulüm varsa, o kimse, kendisinde dinar ve dirhem (para) bulunmayan birgün gelmezden önce gidip o kardeşinden helâllik istemelidir. Çünkü o günde sa-dece onun hasenât ve sevabından alınır, gıybeti yapılana verilir. Eğer sevabı yoksa arkadaşının günahları alınır, kendisinin günahlarına eklenir.251 Hz. Âişe (r.a) başka bir kadına ´eteği uzundur´ diyen bir kadına ´Sen onun gıybetini yaptın. Git kendisinden helâllik iste´ demiştir. Bu bakımdan eğer gıybetçinin imkânı varsa, helâllik istemesi lâzımdır. Eğer gıybeti yapılan şahıs ortada yok veya ölü ise, en uygunu onun için af talep etmesi, duada bulunması ve onun nâmına hayırlar yapmasıdır. Eğer ´Acaba helâl etmek farz mıdır?´ dersen, cevap olarak derim ki: Hayır! Tarz değildir. Çünkü başkasına hakkını helâl etmek teberrudur. Teberru ise farz değil, fazilettir´. Fakat buna rağmen helâl etmek güzeldir. Özür dilemenin yolu, karşısındakini mübalâğalı bir şekilde övmek, ona kendisini sevdirmektir. Onun kalbini hoşnut edinceye kadar bu şekilde arkasını bırakmamaktır. Eğer buna rağmen kalbi hoş olmazsa özür dilemesi ve sevgi göstermesi, defterine yazılacak bir hasene olur. O hasene kıyamet gününde, gıybet kötülüğünün karşılığı olur. Seleften bazıları helâl etmezdi. Said b. Müeseyyeb der ki: ´Bana zulmedene hakkımı helâl etmem!´ İbn Sirin der ki: ´Ben, gıybetimi yapana gıybeti haram etmedim ki kendisine hakkımı helâl edeyim. Muhakkak ALLAH ona gıybeti haram etmiştir. Ben ise hiçbir zaman ALLAH´ın haram ettiğini helâl edemem´. Eğer ´O halde Hz. Peygamberin ´Helâllik istemesi uygundur´ şeklindeki sözünün mânâsı -eğer ALLAH´ın haram kıldığının helâl edilmesi mümkün değilse- nedir?´ dersen, cevap olarak deriz ki: ´Hz. Peygamberin maksadı; zulmü affetmektir. Yoksa harâmı helâle çevirmek değildir. İbn Sîrin´in dediği ise, gıybetten önce gıybeti helâl etmek hususunda güzel ve geçerlidir. Çünkü herhangi bir şahsa, başkasına gıybetini yapmasını helâl etmesi caiz değildir´. Soru: O halde Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerifinin mânâsı nedir ve o gıybetini nasıl sadaka olarak verirdi? Sizden biriniz, Ebu Demdem gibi olmaktan aciz midir? Ebu Demdem evinden çıktığı zaman şöyle derdi: ´Ey ALLAHım! Ben gıybetimi yapmayı halk için sadaka olarak verdim (helâl ettim)´. Yine gıybetini sadaka olarak veren bir kimsenin gıybeti helâl olur mu? Eğer o kişinin sadakasının kabul edilmemesi sözkonusu ise, o zaman Hz. Peygamberin bizi böyle yapmaya teşvik etmesinin mânâsı ne olabilir?252 Cevap: Bu hadîs-i şerifin mânâsı ´Ben kıyamet gününde, bana zulmedeni muâhaze etmek istemem ve onunla davaya da girmem´ demektir. Aksi takdirde gıybet, hiçbir zaman böyle söylemekle helâl olmaz ve gıybet eden bir kimse de günahtan kurtulamaz. Çünkü böyle demek, günahın olmadan önce affedilmesi demektir. Ancak bu kişi dava etmeme sözüne sadakat göstermek niyetindedir. Eğer bu sözünden dönüp davacı olursa, diğer hukuklarda olduğu gibi, burada da kıyas böyle bir davaya yetkili olmasıdır. Fâkihler açıkça dediler ki: ´Kim kendisine iftira atmayı mübah kılarsa, iftira atana tatbik edilen cezadan onun hakkı düşmez. Bu, ahiret cezası gibidir´. Kısaca gıybetçiyi affetmek daha faziletlidir. Nitekim Hasan Basrî şöyle demiştir: "Ümmetler kıyamet gününde, ALLAH´ın huzu-runda diz çöktükleri zaman ´Kimin ALLAH nezdinde ecri varsa ayağa kalksın!´ denir. O zaman sadece dünyada halkı affedenler ayağa kalkarlar". Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: Affetmeyi şiar edin, mârufu emret ve câhillerden yüz çevir! (A´raf/199) Hz. Peygamber (sa) de şöyle buyurmuştur: Ey Cebrâil! Ayetteki af ne demektir? Cebrâil şöyle demiştir: ´Muhakkak ALLAH sana zulmedeni affetmeni emrediyor. Sıla-yı rahmi kesen akrabana sıla-yı rahim yapmanı ve seni mahrum edeni mahrum etmeyip vermeni emrediyor´.253 Bir şahıs Hasan Basrî´ye ´Filân adam senin gıybetini yaptı!´ dedi. Bunun üzerine Hasan, bir tabak yaş hurma doldurarak o adama gönderdi ve şöyle dedi: ´Kulağıma geldiğine göre sen hasenât ve sevabından bana hediye etmişsin. Ben de o hediyene karşılık sana bu hurmaları hediye etmek istedim. Beni mâzur gör! Çünkü senin hediyene tam olarak karşılık vermeye kudretim yok! 250)İbn Ebî Dünya 251)Müslim, Buhârî, (Ebu Hüreyre´den) 252)Bezzar, İbn Sinnî, Ukaylî 253)Ebu Nuaym |
|
![]() |
#58 |
![]() Nemime (Dedikodu)
(Herkesi) kınayan, söz götürüp getiren, hayra engel olan, saldırgan, günahkâr, kaba, sonra da kötülükle damgalı (olanların hiçbirine itaat etme).(Kalem/11-13) Abdullah b. Mübârek dedi ki: "Ayetteki ´zenim´ konuşmayı (sırrı) gizleyemeyen veled-i zinadır. ALLAH Teâlâ, bununla işaret buyurmuştur ki konuşmayı gizlemeyen ve kovuculuk yapanın hareketi, veled-i zina olmasına delâlet eder. Bu keyfiyet, ALLAH Teâlâ´nın ´Zorbayı, bütün bunlarla beraber soysuz olan yardakçıyı tanıma...´ (Kalem/13) cümlesinden çıkarılır. Çünkü ayette geçen ´zenim´ kelimesi, ´başkasına nisbet edilen kimse´ demektir".(253) Ebu Nuaym (İnsanları) diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden her fesat kişinin vay haline! (Hümeze/1) Denildi ki: ´Hümeze´, ´nemmam ve kovucu kimse´ demektir. Karısı da odun hamalı olarak (oraya girecek). Boynunda bükülmüş bir ip (zincir vardır).(Tebbet/4-5) Bu ayetin tefsirinde denildi ki: ´Ebu Leheb´in karısı, çok dedikoducuydu, konuşmaları sırtlar, gezdirirdi´. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ALLAH kâfirlere Nuh´un karısı ile Lût´un karısını da bir misâl yaptı. O iki kadın, kullarımızdan iki sâlih kulun (nikâhları) altında idiler. Böyleyken (iman hususunda) kocalarına hainlik ettiler. Kocaları ALLAH´tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı.(Tahrîm/10) Bu ayet-i celîlenin tefsirinde denildi ki: ´Lût´un karısı, gelen misafirleri kavmine haber veriyordu. Nuh´un karısı da Nuh´un mecnun olduğunu yayıyordu!´ Nitekim Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Cennete nemmam (kovucu) bir kimse giremez.254 Cennete kattad (kovucu) bir kimse girmez.255 Kattad ´nemmam´ demektir. Ebu Hüreyre (r.a) Hz. Peygamber´in şöyle söylediğini rivayet eder: ALLAH nezdinde en sevimliniz, ahlâken en güzel olanlarınızdır. O kimseler ki kanatlarını gererler, severler ve sevilirler. Sizin ALLAH nezdinde en sevimsiz olanlarınız, söz gezdirenleriniz, kardeşlerin arasını ayıranlarınız, mâsum kimselerin hatalarını araştıranlarınızdır.256 Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: -Sizin en şerlilerinizi size haber vereyim mi? -Evet! -Onlar ki kovuculuk yaparlar, dostların arasını bozarlar,tertemiz insanlarda ayıplar arar, yakıştırmalar yaparlar.257 Ebu Zer Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: ´Kim haksız yere bir sözü, bir müslümanı onunla lekelemek için yayarsa, ALLAH onu kıyamet gününde ateşle lekelendirir´.258 Ebu Derdâ Hz. Peygamberin (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder: ´Bir kimse başkalarının bilmediği bir sözü onun aleyhinde yayar, onu o söz ile lekelemek isterse, aynı söz ile kıyamet gününde o iftiracıyı ateşte eritmek ALLAH´a haktır´259 Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder: ´Kim bir müslümanın aleyhinde o müslümanın hak et-mediği bir şahidlikte bulunursa, o kimse ateşte yerini hazırlasın´.260 Deniliyor ki: ´Kabir azabının üçte birisi nemmamlık ve kovucu-luktan ileri gelir´. İbn Ömer Hz. Peygamberin şöyle söylediğini rivayet eder:: ALLAH Teâlâ (cc) cenneti yarattığı zaman ona ´konuş´ diye emir verdi. Cennet de ´Bana giren bir insan saadete ermiştir´ dedi. Bunun üzerine ALLAH Teâlâ, şöyle buyurdu: ´izzet ve celâlime yemin ediyorum, sende insanların sekiz grubu durmayacaktır: 1.İçkiye devam edenler. 2.Zinada ısrar edenler. 3.Kovucu (kattat) olanlar. 4.Deyyus olanlar. 5.İnsanlara zulmeden görevli memurlar. 6.Kadın gibi giyinen, kadın gibi hareket eden muhannes kimseler. 7.Sıla-yı rahmi kesenler. 8.´Benim boynumda ALLAH´ın ahdi olsun, eğer ben şöyle yapmazsam´ dediği halde dediğini yerine getirmeyenler.261 Ka´b-ul-Ahbar´dan şöyle rivayet ediliyor: İsrâiloğulları´na kıtlık isabet etti. Hz. Musa (a.s) birkaç defa yağmur duasına çıktığı halde yağmur yağmadı. Bunun üzerine ALLAH, Musa´ya vahy göndererek ´Ben ne sana, ne de seninle beraber yağmur duasına çıkanlara müsbet bir cevap vermeyeceğim. Çünkü sizin içinizde bir nemmam (kovucu) vardır ve o kovucu, kovuculuğuna devam ediyor´ dedi. Hz. Musa (a.s) ´Yarab! O kovucu kimdir? Bana onu haber ver ki onu aramızdan çıkarayım!´ dedi. ALLAH ´Ey Musa! Sizi kovuculuktan menettiğim halde kendim mi kovucu olayım?´ dedi. Bunun üzerine İsrailoğulları´nm hepsi birden tevbe ettiler ve yağmura kavuştular. Bir kişi yediyüz fersah öteden yedi kelime öğrenmek için bir hakîme geldi. Hakime vardığı zaman şöyle dedi: ´Ben ALLAH´ın sana vermiş olduğu ilim için sana gelmiş bulunuyorum. Bana gök ve göklerden daha ağır olanı, yer ve yerden daha geniş olanı, taş ve taştan daha katı olanı, ateş ve ateşten daha hararetli olanı, zemherir ve zemherirden daha soğuk olanı, deniz ve denizden daha zengin olanı, yetim ve yetimden daha zelil olanı haber ver!´ Hakîm ona şöyle dedi: 1.Suçsuz bir kimseye iftira atmak göklerden daha ağırdır. 2.Hak ve hakîkat yerden daha geniştir. 3.Kanâatkâr bir kimsenin kalbi denizden daha zengindir. 4.Harislik ve hased ateşten daha hararetlidir. 5.Yakın akrabaya olan ihtiyaç -eğer yerine getirilmez isezemherirden daha soğuktur. 6.Kâfirin kalbi taştan daha katıdır. 7.Kovucu bir kimse kovuculuğu ortaya çıktığı zaman, yetimden daha zelîl ve sefil olur. 254)Müslim, Buhârî 255)Müslim, Buhârî 256)Taberânî 257)İmam Ahmed 258)İbn Ebî Dünya 259)İbn Ebî Dünya 260)İmam Ahmed, İbn Ebî Dünya 261) Ahmed, Nesâî |
|
![]() |
#59 |
![]() Nemime´nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı
Nemime ismi, en çok başkasının sözünü, aleyhinde konuşulan kişiye haber veren kimse için kullanılır. Nitekim ´Filân adam senin hakkında şöyle dedi´ dersin. Oysa nemime´nin tarifi şudur: Açıklanması hoş görülmeyen şeyi açıklamak. Bu açıklama ister söyleyenin hoşuna gitmesin, ister hakkında söylenenin hoşuna gitmesin, isterse üçüncü bir şahsın hoşuna gitmesin farketmez. Bu açıklama ister sözle, ister yazıyla, isterse işaret veya îma ile olsun, nakledilen ister amellerden, ister sözlerden, ister kendisinde olan bir eksiklik veya bir ayıp olsun veya olmasın. (Bütün bunlar nemime´nin tarifine dahildirler). Nemime´nin hakikati, sırrı ifşa etmek, açıklanmasından hoşlanılmayan birşeyin yüzünden perdeyi yırtıp kaldırmaktır. İnsanoğlunun görüp hoşuna gitmediği durumlarda susması uygundur. Ancak söylemesinde bir müslümanın faydası veya bir günahın ortadan kaldırılması sözkonusu olan bir hâl bu söylediğimizin dışındadır. Meselâ başkasının malını aşıran bir kimseyi görmek gibi... Bu takdirde bu hususta şahidlik yapması, müslümanın hakkını gözetmek bakımından kendisine gereklidir. Fakat kişinin kendi nefsine ait olan bir malı gizlediğini gördüğü zaman, bunu söylerse nemime ve sırrı ifşa etmek olur. Eğer başkasına söylediği şey, kendisinden hikâye ettiği insanda o bir ayıp ve eksiklik ise, bu takdirde gıybet ile nemimeyi bir araya getirmiş olur. Yani hem gıybetçi, hem de kovucu olur. Bu bakımdan, insanoğlunu kovuculuğa teşvik eden, ya kovuculuğu yapılan insana karşı bir kötülüktür veya kendisine haber götürülenin sevgisini açıklamak veya bâtıl ve fuzulî konuşmalara dalmaktır. Kime kovucu tarafından bir söz getirilirse ´filan adam senin hakkında şöyle dedi´ veya ´şöyle yaptı´ veya ´filân adam senin işini bozmak için şu tedbiri aldı´ veya ´düşmanına şu yardımda bulundu´ veya ´halini şu şekilde çirkin gösterdi´ veya benzeri bir tabir söylendiği zaman kendisine altı vazife düşer: Bir Birincisi, kovuculuğu doğrulamamasıdır. Çünkü kovucu fâsıktır. Fâsığın ise şahidliği kabul edilmez. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz. (Hucurât/6) İki İkincisi, kovucuyu kovuculuktan menetmesi, nasihat yapması ve fiilinin çirkin olduğunu kendisine söylemesidir. Nitekim ALLAH Teâlâ şöyle buyurmuştur: İyiliği emret! Kötülükten vazgeçir! (Lokman/17) Üç Üçüncüsü, ALLAH için kovucudan nefret etmesidir. Çünkü kovucu, ALLAH nezdinde nefret edilen bir kimsedir. Bu bakımdan ALLAH´ın buğzettiği bir kimseye buğzetmesi lâzımdır. Dört Dördüncüsü, ortada olmayan kardeşi hakkında su-i zarı etmemesidir. Çünkü ALLAH Teâlâ şöyle buyurmaktadır; Ey inananlar, zandan çok sakının! Zira zarının bir kısmı günahtır! (Hucurât/12) Beş Beşincisi, kovucunun sana söylediği sözler seni bir müslüman hakkında casusluk yapmaya, onun gizli taraflarını -kovucu acaba doğru mu söylüyor, yalan mı söylüyor diye- araştırmaya sevketmemelidir. Çünkü ALLAH Teâlâ ´Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın!´ (Hucurât/12) buyurmaktadır. Altı Altıncısı, kovucuya yasakladığın şeye kendi nefsin için de razı olmamalısın. Onun kovuculuğunu hikaye etmemeli, ´filân adam bana şöyle dedi´ deyip kovucu ve gıybetçi olmamalısın. Oysa sen kovucuyu böyle yapmaktan daha önce menetmiştin. Rivayet ediliyor ki, bir adam Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girdi ve başka bir kişiden Ömer´e birşeyler nakletti. Bunun üzerine Ömer kendisine "Eğer dilersen senin durumunu tedkik ederiz. Tedkik neticesinde yalancı çıkarsan şu âyetin mefhumuna dahil olmuş olursun: ´Eğer bir fâsık size bir haber getirirse tedkik ediniz´. (Hucurât/6) Eğer doğru isen, o zaman şu ayetin kapsamına girmiş olursun: ´Kınayan, söz götürüp getiren´. (Kalem/İl) Eğer dilersen tedkik etmezden önce seni affedelim!´ dedi. Kişi ´Ey mü´minlerin emiri! Beni affet! ´Bir daha böyle bir hata işlemeyeceğime söz veriyorum´ dedi. Bir hakimi, arkadaşlarından biri ziyaret etti ve hakime, bazı dostlarından nâhoş haberler verdi. Bunun üzerine hakîm, ziyaretçiye dedi ki: Sen ziyareti geciktirdin ve üç suçu birden getirdin: 1.Kardeşimi bana hor ve mebğuz gösterdin. 2.Böyle şeylerden boş olan kalbimi meşgul ettin. 3.Emin olan nefsini, benim yanımda şüpheli kıldın! Süleyman b. Abdulmelik oturuyordu. Zeherî de yanındaydı. Bu esnada bir kişi geldi. Süleyman ona ´Kulağıma geldiğine göre sen benim aleyhimde şöyle demişsin´ dedi. Kişi ´Ben ne aleyhinde konuştum, ne de birşey söyledim´ dedi. Süleyman ´Ama bana bu haberi söyleyen kimse sâdık ve doğru bir kimsedir´ dedi. Zeherî ´Kovucu, doğru ve sadık olamaz!´ dedi. Süleyman ´Doğru söyledin!´ dedi ve adama ´Haydi selâmetle git´ dedi. Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Sana başkasının sözünü nakletmek sûretiyle kovuculuk yapan, mutlaka seni de başkasına ihbar eder´. Hasan Basrî´nin bu sözü işaret eder ki kovucudan nefret etmek, onun sözüne güvenmemek, doğruluğuna bel bağlamamak uygundur. Kovucuya nasıl buğzedilmesin! Halbuki kovuculuk, yalan ve gıybetten, hile ve hıyânetten, dalâvere, hased, münâfıklık, halkın arasını açmak ve kaypaklık göstermekten hiçbir zaman geri kalmamaktadır. Kovucu, ALLAH´ın devam etmesini istediğini kesmek isteyenlerden ve yeryüzünde fesad çıkaranlardandır. Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. Böylelerine acıklı bir azap vardır.(Şura/42) Kovucu da bunlardandır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki şerrinden dolayı halkın kendisinden sakındığı bir insan, insanların şerirlerindendir.262 Kovucu da bunlardandır. Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kesici cennete giremez! ´Kesici kimdir ya Rasûlullah?´ denildiğinde ´Halkın arasını kesendir´ diye buyurdu. Bu kimse kovucudur ve bu kimsenin sıla-,yı rahmi kesen bir kimse olduğu da söylenmiştir.263 Hz. Ali´den şöyle rivayet ediliyor: Bir kişi, diğer bir kişiyi Hz. Ali´ye ihbar etti. İmam Ali, jurnalcıya dedi ki: -Biz senin dediklerini soracağız. Eğer haklı çıkarsan, senden nefret edeceğiz. Eğer yalancı çıkarsan, seni cezalandıracağız. Eğer dilersen, tedkik yapmaksızın seni affedeceğiz. -Ya emîr´el-mü´minîn! Beni affedin!Muhammed b. Ka´b el-Kurazî´ye denildi ki: ´Mü´minin hangi hasleti mü´mini daha fazla düşürür?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Fazla konuşmak, sırrı ifşa etmek ve herkesin sözünü kabul etmek´. Bir kişi Basra valisi ve emiri bulunan Abdullah b. Amr´a dedi ki: ´Benim kulağıma geldiğine göre, filan adam sana, benim senin aleyhinde konuştuğumu söylemiş´. Emir Abdullah ´Evet, öyle´ dedi. Kişi ´O halde onun söylediğini bana söyle ki ben onun yalancı olduğunu senin yanında ispat edeyim´ dedi. Abdullah ´Kendi dilimle kendime küfretmeyi istemiyorum. Onun söylediğini de tasdik etmemen bana kâfidir ve senden de dostluğumu kesmem´ dedi. Kovuculuk, sâlihlerden birisinin yanında belirtildi. O zat şöyle dedi: ´Her grup hakkında doğruluk övüldüğü halde kendilerinin doğruluğu övülmeyen bir grup hakkında ne dersiniz!´ Mus´ab b. Zübeyr (r.a) şöyle demiştir: ´Biz kovuculuğu kabul etmenin kovuculuktan daha zararlı olduğunu görmekteyiz. Çünkü kovuculuk bir kötülükten haberdar etmektir. Onu kabul etmek ise onu geçerli saymaktır. Bu bakımdan bir şeye muttali olup da o şeyden haber veren bir kimse, hiçbir zaman o şeyi kabul edip caiz gören bir kimse gibi olmaz. O halde kovucudan korununuz. Eğer o sözünde doğru ise başkasının hürmetini korumadığı ve ayıbını örtmediği için doğruluğundan dolayı alçak ve kötülenmiş bir kimsedir. Jurnalcilik, kovuculuğun ta kendisidir. Ancak jurnalcilik, kendisinden korkulan bir kimseye yapıldığı zaman jurnalcilik denir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: İnsanları insanlara jurnal eden bir kimse, muhakkak reşid olmayan bir kimsedir yani gayr-i meşrû bir çocuktur.264 Bir kişi, Süleyman b. Abdulmelik´in huzuruna girdi ve kendisinden konuşmak için izin istedi ve dedi ki: ´Ey müzminlerin emiri! Seninle konuşmak istiyorum. Hoşuna gitmese dahi ona tahammül göstermeni istiyorum. Çünkü kabul ettiğin takdirde, o konuşmanın sonunda seni sevindirecek bir netice vardır´. Süleyman ona ´konuş!´ diye izin verdi. O ´Ey mü´minlerin emiri! Senin etrafını, dinlerini senin dünyana feda eden, rablerini kızdırmak sûretiyle senin rızanı satın alan, ALLAH yolunda senden korkan, senin yolunda ALLAH´tan korkmayan bir grup çevirmiştir. Bu bakımdan ALLAH´ın korumasını sana vermiş olduğu hususta onlardan emin olma! ALLAH Teâlâ´nın sana korumayı emrettiği hususlarda onlara kulak verme. Çünkü onlar, milletin gerilemesinde ellerinden geleni esirgememiş, emaneti zayi etmek hususunda var kuvvetleriyle çalışmış kişilerdir. Namusları param-parça etmekte de kusur etmemişlerdir. Onların en büyük amaçları zulüm ve kovuculuktur, vesilelerinin en yücesi gıybet ve başkasının aleyhinde konuşmaktır. Oysa sen onların işlemiş olduğu cinayetlerden sorumlusun. Ama onlar senin işlediğin ci-nayetlerden sorumlu değildirler. Bu bakımdan âhiretini fesada uğratarak onların dünyalarını ıslah etme! Zira zarar etmek bakımından en büyük insan, âhiretini başkasının dünyasına feda eden kimsedir´. Bir kişi Ziyad el-A´cem265 adlı şahsı, Süleyman b. Abdulmelik´e jurnal etti. Bunun üzerine Süleyman, ikisini bir araya getirdi. Bu esnada Ziyad, kişiye dönerek şu şiiri okudu: Sen öyle bir kişisin ki:ya tenha bir yerde seni bir sırrıma emin kılmışımdır ki sen hainlik yaptın veya bilgisiz bir söz söyledin. Sen aramızda olan işte de hainlik ile günah arasında bir derecede bulunuyorsun. Bir kişi Amr b, Ubeyd´e ´Esvârî, durmadan hikâyelerinde seni şerirlikle yâd etmektedir´ dedi. Bunun üzerine Artır kendisine şöyle dedi: ´Sen onun arkadaşlık hakkını gözetmedin. Çünkü konuşmasını bize naklettin. Hoşuma gitmeyen bir haberi kardeşimden bana getirdiğin için do benini hakkımı gözetmedin. Fakat git ona söyle ki, ölüm hepimizi, kasıp kavuracaktır. Kabir hepimizi kucaklayacak, kıyamet hepimizi bir araya getirecektir. ALLAH aramızda hükmedecektir ve O hakimlerin en hayırlısıdır!´ Jurnalcilerden biri Sahib b. Ubbad´a266 bir mektup getirdi. O mektupta bir yetimin malını haber veriyor ve Sahib´i, o malın çokluğundan dolayı müsadere etmeye teşvik ediyordu. Bunun üzerine Sahib, mektubun arkasına şunları yazdı: ´Doğru da olsa jurnalcılık çirkindir! Eğer sen bu mektubunu nasihat maksadıyla yazmışsan burada zarar etmen, kar etmenden daha üstün ve faziletlidir. Örtülü bulunanın aleyhinde rezil olanı kabul etmekten ALLAH´a sığmıyorum-. Eğer sen, gençliğinin vermiş olduğu heyecan içerisinde bulunmasaydın senin gibiler hakkında bu yaptığının gerektirdiği ceza ile mukabele edecektim. Ey mel´un! Ayıptan tevakki et! Zira ALLAH gaybı herkesten daha iyi bilir. Ölü ise, ALLAH ona rahmet eylesin. Yetim ise ALLAH onun acısını hafifletsin. Mal ise ALLAH onu artırsın. Jurnal ise ALLAH ona lânet etsin! Lokman Hakîm oğluna dedi ki: ´Sana birkaç haslet tavsiye edeceğim! Eğer onları tutarsan daima baş olacaksın: Yakın ve uzak kimselere ahlâkını yumuşat! İyi ve kötü insanlardan cehaletini tut. Arkadaşlarını koru! Akrabalarına sılayı rahim yap! Onları jurnalcinin sözünü kabul etmekten veya seni fesada uğratmak isteyen bir zâlimi dinlemekten emin kıl! Çünkü bu zâlim seni aldatmak istiyor. Senin arkadaşların o kimseler olsun sen onlardan, onlar da senden ayrıldıkları zaman ne sen onların aleyhinde, ne de onlar senin aleyhinde konuşsunlar´. Biri şöyle demiştir: ´Kovuculuk; yalan, hased ve nifak üzerine kurulmuş bir binadır. Bunlar ise zulmün sacayaklarıdır. Biri şöyle dedi: ´Eğer kovucunun sana getirmiş olduğu haber doğruysa, muhakkak sana küfretmeye cüret etmiştir. Kendisinden haber naklettiği kimsenin senin hilmine mazhar olması, kovucu-nun affedilmesinden daha evlâdır. Çünkü o senin yüzüne karşı sana sövmüş değildir´. Kısacası kovuculuğun şerri çok büyüktür. Ondan korunmak gerekir. Nitekim Hammad b. Seleme şöyle anlatıyor: ´Bir kimse kölesini satılığa çıkardı. Alıcıya dedi ki: ´Kölemde kovuculuktan başka bir ayıp yoktur! Alıcı ´Ben bu ayıba razı oldum´ dedi ve köleyi satın aldı. Köle birkaç gün yeni efendisinin yanında kaldıktan sonra efendisinin hanımına dedi ki: ´Efendim seni sevmiyor ve senin üzerine câriye getirmek istiyor. Bu bakımdan usturayı al da uyuduğu zaman ensesinden birkaç kıl kes ki o kıllar üzerine sihir yapayım da sana bağlı kalıp seni sevsin´. Sonra gidip efendisine dedi ki: ´Senin hanımın dost tutmuştur ve seni öldürmek istiyor. Kendini uyumuş gibi göster ve bunu gözünle gör!´ Adam kendisini uyur gibi gösterdi. Kadın ustura ile kılları kesmek için geldi. Adam, karısı gerçekten kendisini öldürmek istiyor zannetti. Kalkıp kadını öldürdü. Sonra kadının ailesi geldi adamı öldürdüler. Böylece iki kabile arasına savaş girdi. Biz ALLAH Teâlâ´dan hüsn-ü tevfikini dileriz! 262) Müslim, Buhârî 263) Müslim, Buhârî 264)Hâkim 265)Adı Ziyad b. Selim´dir. Ahdî kabilesine mensuptur. A´cem diye şöhret bulmuştur. 266) Büveyh devletinde vezir idi. Dedesi Abbas b. Ubbad Talkanî´dir, |
|
![]() |
#60 |
![]() İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak
Düşmanlık güdenleri gören bir kimse, bu felâketten az zaman kurtulabilir. Bu ise münafıklığın ta kendisidir. Nitekim Ammar b. Yasir267 Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet gününde o kimse için ateşten iki dil olur.268 Ebu Hüreyre (r.a), Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: Kıyamet gününde ALLAH´ın kullarından şerli olarak iki yüzlü bir kimse göreceksiniz ki şu gruba öbür grubun konuşmasını, öbür gruba da bunların konuşmasını getirip götürür!269 Başka bir lâfızda ´Bu gruba bir yüzle, öbür gruba başka bir yüzle gelir´ şeklinde vârid olmuştur. Ebu Hüreyre şöyle demiştir: İki yüzlüye ALLAH nezdinde emin olmak uygun değildir´. Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: ´´Tevrat´ta okudum: ´Kişi arkadaşına karşı iki değişik dudak kullanırsa, emanet iptal olunmuştur demektir. ALLAH Teâlâ kıyamet gününde iki değişik dudak kullanan kimseyi helâk eder!´ yazılıydı". Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü ALLAH nezdinde en çok nefret edilenler, yalancılar ve mütekebbirlerdir. O kimseler ki göğüslerinde arkadaşlarına nefret vardır. Arkadaşlarıyla bir araya geldikleri zaman onlara yağcılık yaparlar. O kimseler ki ALLAH´a ve Hz. Peygambere itaate davet edildikleri zaman ağırlaşır, şeytana ve onun emirlerine davet edildikleri zaman duraksamadan icabet ederler!270 İbn Mes´ud şöyle demiştir: ´Sakın hiçbiriniz immea olmasın!´ Dediler ki: ´İmmea ne demektir?´ Cevap olarak şöyle dedi: ´Her esinti ile esen kimse demektir!´ Selef, iki ayrı kişi ile iki ayrı yüzle görüşmenin münafıklık olduğunda ittifak etmişlerdir. Münafıklığın birçok alâmetleri vardır. İşte bu da o alâmetlerden biridir. Rivayet edildi ki, Hz. Peygamber´in ashâbından bir kişi vefat etti. Huzeyfe b. Yeman (r.a) onun cenaze namazını kılmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, Huzeyfe´ye ´Hz. Peygamberin ashâbından biri ölür de sen onun cenaze namazına katılmazsın ha!´ deyince, Huzeyfe ´Ey mü´minlerin emiri! O münafıklardandı´ dedi. Hz. Ömer ´Seni yemine davet ediyorum, ben onlardan mıyım, değil miyim?´ diye sordu. Huzeyfe ´Ey ALLAHım! Beni muâhaze etme! Hayır, sen onlardan değilsin. Fakat senden sonra nifak hakkında hiç kimseden de emin değilim´ diye ilave etti.271 Eğer ´Kişi ne ile iki dilli olur ve bunun sınırı ve tarifi nedir?´ diyecek olursan derim ki iki düşmanın huzuruna girip her birinin isteğine göre hareket ettiği saman eğer yapmış olduğu hareket doğru ise münafıklık değildir, iki dilli sayılmaz. Çünkü herhangi bir kimse iki düşmanla da aynı zamanda dostluk yapabilir. Fakat arkadaşlık hududuna varmayacak kadar zayıf bir dostluk... Zira eğer kişinin onlarla dostlukları tahakkuk etseydi, bu dostluk, düşmanın düşmanın olmasını gerektirirdi. Nitekim biz Sohbet Adabı bölümünde bunu söylemiştik. Eğer onların herbirinin konuşmasını diğerine naklederse, o vakit iki yüzlüdür. Bu ise, kovuculuktan daha şerli olur; zira insan bir tek tarafın konuşmasını nakletmek sûretiyle kovucu olur. Bu bakımdan iki tarafın konuşmasını da birbirine naklederse, o zaman kovuculuktan daha şerir olur. Eğer söz nakletmez, her birinin diğerine karşı güttüğü düşmanlığı güzel görüp tasvip ederse iki yüzlü sayılır. Yine ikisine de ´sana yardım edeceğim´ va´dinde bulunursa, hüküm böyle olur. Düşmanlardan birini övüp huzurundan çıktıktan sonra kötülerse bu hareketi de iki yüzlülük olur. En uygunu susmak ve düşmanların hak sahibi olanını övmektir ve onu gıyabında, huzurunda ve düşmanının karşısında da medhetmektir. İbn Ömer´e şöyle denildi: ´Biz yöneticilerimizin huzuruna giriyoruz. Orada konuşuyoruz. Çıktığımız zaman konuştuklarımızın aksini konuşuyoruz´. İbn Ömer ´Biz Hz. Peygamber´in zamanında bunu münafıklık sayardık´ dedi. Kişi, emîrin huzuruna girip, onu övmeye ihtiyacı olmadığı zaman böyle yaparsa münafıklık etmiş sayılır. Eğer emîrin huzu-runa girmekten müstağni ise, fakat girdiği takdirde de onu med-hetmediğinde başına geleceklerden korkuyorsa bu da mü-nafıklıktır. Çünkü nefsini, emîri övmeye mecbur eden kendisidir. Eğer aza kanaat edip mal ve rütbeyi terkederse, emîrin huzuruna girmekten müstağni olacaktır. Buna rağmen, mertebe ve zenginlik arzusundan dolayı emîrin huzuruna girip onu medhederse, böyle bir kimse münafıktır ve Hz. Peygamber´in şu hadîsinin mânâsı da budur: ´Mal ve rütbe sevgisi, suyun sebzeleri bitirdiği gibi kalpte ni-fak bitirir!´272 Çünkü mal ve mertebe sevgisi, insanları emirlere, onları gözetmeye, onlara karşı riyakarlık ve dalkavukluk yapmaya muhtaç eder! Ama kişi, bir zaruretten dolayı, böyle bir felâkete mâ-ruz kalırsa, medh u senâ yapmadığı takdirde de başına geleceklerden korkuyorsa mâzurdur. Çünkü şerden sakınmak caizdir. Nitekim Ebu Derdâ şöyle demiştir: ´Bizler birtakım kavimlerin yü-züne gülüyoruz. Oysa kalbimiz onlara lânet ediyor!´273 Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır: Bir kişi Hz. Peygamberden, içeri girmek için izin istedi. Hz. Peygamber şöyle dedi: Ona izin verin! Aşiretin en kötü elçisidir o! Adam içeri geldiği zaman, Hz, Peygamber kendisiyle yumuşak konuştu. Çıkıp gittiği zaman Hz. Peygamber´e ´Sen daha önce onun hakkında söylediğini söyledin. Sonra kendisiyle yumuşak konuştun. Bu nasıl olur?´ dedim. Cevap olarak şöyle buyurdu: ´Ey Aişe! İnsanların en şeriri o kimsedir ki şerrinden korunmak için kendisine ikram edilir!´274 Fakat bu hadîs-i şerîf, karşılamak, yüze gülmek ve tebessüm etmek hakkında vârid olmuştur. Zâlimi övmek ise açık bir yalandır. Bu yalanı söylemek ancak bir zaruretten dolayı caiz olur veya zorlanıldığı zaman yalan söylemek mübah olur. Nitekim biz bunu ´Yalanın Âfeti´ bahsinde belirttik. Emirleri övmek, onların dediklerini tasdik etmek, bâtıl konuşmalarını tasdik bakımından baş sallamak caiz değildir. Eğer kişi bunu yaparsa münafıklık yapmış olur. Aksine reddetmesi gerekir, eğer kuvveti yoksa, kalbiyle inkâr etmesi gerekir. 267)Adı Ammar b. Yâsir b. Âmir b. Mâlik el-Ansî´dir. Meşhur sahâbîler- dendir. Bedir´e iştirak etmiştir. Hz. Ali´nin saflarında H. 37´de Sıffîn´de öl- dürülmüştür. 268)Buhârî, Ebu Dâvud 269)İbn Ebî Dünya 270)Irâkî aslına rastlamadığını kaydetmektedir. 271) Bu nifak ile küfür nifakı kastedilmiş değildir. Aksine ameldeki nifak kastedilmiştir. Ameldeki nifak, zâhirde dini gözetmek, gizlide gözetilmesini terketmek demektir! (Bkz. İthaf´us-Saade,VII/569) 272)Deylemî 273)Ebu Nuaym, Hilye 274)Müslim, Buhârî |
|
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|