AK Gençliğin Buluşma Noktası


Konu Kapatılmıştır
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-03-2009, 18:37   #71
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Öfkeyi Yenmenin Fazileti

ALLAH Teâlâ ´Öfkelerini yutarlar´ (Alu İmran/134) bu-yurmuştur ve bunu müslümanları medhetmek için söylemiştir.

Hadîsler

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

ALLAH öfkesini frenleyen bir kimseye azabını durdurur. Rabbine mazeretini arzeden bir kimsenin özrünü ALLAH Teâlâ kabul eder. Kim dilini korursa ALLAH onun çirkin taraflarını örter.29

Sizin en pehlivanınız ve en erkeğiniz o kimsedir ki öfkelendiği zaman nefsine hâkim olur! Sizin en haliminiz, düşmanından intikam alma imkânı olduğu halde onu affe-den kimsedir.30

Öfkesinin gereğini yerine getirme imkânı varken bundan vazgeçen kimsenin kalbini ALLAH Teâlâ kıyamet gününde rızasıyla doldurur.31

Bir rivayette ´O kimsenin kalbini ALLAH emniyet ve iman ile doldurur´ diye vârid olmuştur.
ibn Ömer Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:

ALLAH rızası için öfkesini yutmaktan, ecir bakımından daha büyük bir şey yoktur ki kul onu yapsın.32

İbn Abbas Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:
Kesinlikle (bilinsin ki) cehennemin bir kapısı vardır. O kapıdan ancak ALLAH´a isyan etmek suretiyle öfkesine uyup gönlünü rahat ettiren bir kimse girer.33

ALLAH nezdinde kulun öfkesini yutmasından daha sevimli hiçbir şey yoktur. Kul öfkesini yuttuğu takdirde ALLAH onun kalbini iman ile doldurur.34

Kim yerine getirmeye kudreti olduğu halde öfkesini yutarsa, ALLAH Teâlâ mahlukatın gözleri önünde onu çağırır ve cennet hurilerinden ´hangisini istersen al´ diye onu serbest bırakır.35

Ashâb´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: ´ALLAH´tan korkan bir kimse, öfkesini yutar ve bu hususta nefsinin isteğini yapmaz. ALLAH´tan korkan bir kimse istediğini yapamaz. (Ancak ALLAH´ın isteğini yerine getirebilir). Eğer kıyamet günü olmasaydı siz bugün benden gördüğünüzün tam aksini görecektiniz!´

Lokman Hekim oğluna şöyle demiştir: ´Ey oğul! Dilencilik etmek suretiyle yüzünün suyunu dökme! Rezil olman pahasına öfkenin isteğini yapma! Kıymetini bil ki hayatın sana fayda versin!´

Eyyub b. Sehtiyanî şöyle der: ´Bir saat halîmlik insanoğlundan birçok şerri uzaklaştırır´.
Süfyan es-Sevrî, Ebu Huzeyme, Fudayl b. İyaz bir araya geldiler, Zühdün ne olduğunu müzakere ettiler. Sonunda şu karara vardılar: ´Amellerin en üstünü kızdığı anda halîmlik, musibetler anında da sabır göstermektir´.

Adamın biri Hz. Ömer´e şöyle haykırdı: ´Yemin olsun, sen adaletle hükmetmiyor ve çok mal vermiyorsun!´ Buna karşılık Hz. Ömer yüzünde öfkenin alâmetleri görülecek derecede kızdı. Bu esnada bir kişi kendisine şöyle hitap etti: "Ey mü´minlerin emiri! Sen ALLAH Teâlâ´nın ´ Affet! iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir´ (A´raf/119) buyurduğunu işitmedin mi? İşte bu kişi de câhillerdendir. (Bu bakımdan sen de onu affet!)" Bu söz karşısında Hz. Ömer ´doğru söyledin´ dedi. Sanki o öfke bir ateşti, söndü.

Muhammed b. Ka´b şöyle demiştir: Üç haslet kimde varsa o kimse ALLAH´a olan imanını kemâl derecesine vardırmıştır:
1.Razı olduğunda bu durumu kendisini bâtıla sokmaz.
2.Öfkelendiğinde öfkesi kendisini haktan çıkarmaz.
3.Kuvvet ve kudreti yettiğinde hakkı olmayan bir şeye el uzatmaz!

Bir kişi Selman-ı Fârisî´nin yanına gelerek şöyle dedi: ´Ey ALLAH´ın kulu bana nasihatta bulun!´ Buna karşılık Selman şöyle dedi:
-Öfkelenme!

-Öfkelenmemek benim elimde değil!

-O halde, öfkelendiğin zaman diline ve eline hâkim ol!


___________________________
29)Taberânî, Beyhâkî
30)İbn Ebî Dünya, Beyhâkî
31)İbn Ebi Dünya, Ebu Dâvud
32)İbn Mâce
33)Lisanın Âfetleri bölümünde geçmişti.
34)İbn Ebi Dünya
35)Lisanın Âfetleri bölümünde geçmişti.
 
Alt 02-03-2009, 18:39   #72
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hilm´in Fazileti

Hilm, öfkeyi yutmaktan daha üstündür. Çünkü öfkeyi yutmak, olmayan halîmlik sıfatını kazanmaya çalışmaktır. Oysa öfkeyi yutmaya ancak öfkesi kabaran bir kimse muhtaç olur ve bu hu-susta şiddetli bir mücahedeye muhtaçtır. Fakat bunu bir müddet âdet edindiği zaman kendisine alışkanlık olur ve artık bir daha öfkesi kabarmaz. Kabarsa da onu yutmakta herhangi bir zorluk sözkonusu değildir. Bu tabii halîmliktir. Bu, aklın kemâle ermesi ve bedeni kontrol altına almasının delâletidir. Öfke kuvvetinin kırılması ve akla teslim olmasıdır. Fakat bunun başlangıcı, kendini hilme zorlamak, zoraki bir şekilde öfkeyi yutmaktır.

Hadîsler

İlim ancak öğrenmekledir. Hilm de halîmliğe kendini zorlamakladır. Kim hayrı kasdederse ona hayır verilir. Şerden sakınan bir kimse ise şerden sakındırılır.36

Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfiyle hilm sıfatının yolunun önce kendini hilme zorlamak ve onun ağırlığına katlanmak olduğuna işaret etmiştir. Nitekim ilim öğrenmenin yolunun da öğrenmek ve bu husustaki zahmete katlanmak olduğu gibi.

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder:

İlmi isteyiniz ilimle beraber sekineti (vâkarı) ve hilmi de isteyiniz. Öğrettiğiniz ve kendisinden ilim öğrendiğiniz kimselere yumuşak davranınız. Sakın âlimlerin katılarından olmayınız ki cehaletiniz hilminize galebe çalmasın.37

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber bu hadîs-i şerîfiyle gururun, katılığın, öfkeyi tahrik edip kabartan biricik âmil olduğuna işaret buyurmuştur. Hilm ve yumuşaklığın engelinin bu sıfatlar olduğunu belirtmiştir. Şu dua, Hz. Peygamber´in duasındandır:

Ey ALLAHım! Beni ilimle zengin kıl! Hilimle süslendir. Takvâ ile şereflendir. Afiyet ile güzelleştir!38

Ebu Hüreyre Hz. Peygamber´in şöyle dediğini rivayet eder: ALLAH´ın katında yüksek derece arayın,

Ashab ´O yücelik nedir?´ diye sorunca Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Senden alâkayı kesene karşı ilgiyi devam ettirmelisin. Seni mahrum edene vermelisin. Sana karşı cehalet ile hareket ederek vaziyet alana hilm göstermelisin.39

Beş şey peygamberlerin sünnetlerindendir: 1. Hayâ, 2. Hilm, 3. Hacamat (kan aldırmak), 4. Misvak kullanmak, 5. Güzel koku sürünmek.40

Hz. Ali Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:

Müslüman kişi, hilim sıfatı sayesinde gündüz oruçlu, gece ibadet yapan bir kimsenin derecesine varır. Müslüman kişi himayesi altında ailesi olduğu halde cebbar zorbalardan yazılır.41

Ebu Hüreyre der ki: ´Bir zat Hz. Peygamber´e gelerek: ´Benim birtakım akrabalarım vardır. Ben onlara sılayı rahim yaptığım halde onlar benden alâkayı kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum. Onlar ise, bana kötülük.. Onlar câhillikle bana karşı çıktıkları halde ben onları hilimle karşılıyorum´ dedi. Cevap olarak şöyle buyurdu:

Eğer dediğin gibi ise sen âdeta onların yüzüne kum serpiyorsun. Durmadan bu ahlâka devam edersen, seninle beraber ALLAH´tan gelen bir yardımcı olacaktır.42

Metinde geçen mel kelimesi kum demektir. Müslümanlardan bir kişi dedi ki:

Ey ALLAHım! Benim yanımda bir mal yok ki sadaka vereyim. Bu bakımdan bir kişi, benim hakkımdan herhangi bir şeyi ihlâl ederse, o hakkım onun için sadaka olsun.
Bunun üzerine ALLAH Teâlâ Hz. Peygamber´e (s.a) ´Ben onu affettim´ diye vahyetti.

Bazılarınız Ebu Damdan gibi olmaktan âciz midir?

Ashab-ı kîram ´Ebu Damdan kimmiş ya Rasûlullah!´ diye sorunca şöyle buyurmuştur:
Ebu Damdan sizden önce yaşamış biriydi. Sabahladığı zaman şöyle derdi: ´Ey ALLAHım! Muhakkak ben bugün bana zulmedene hakkımı sadaka olarak vermiş bulunuyorum´.43
Rabbâniyyûn (Alu İmran/79) kelimesinin tefsirinde şöyle denilmiştir: ´Bunlardan maksat hâlim olan âlimler´dir´.

Hasan Basrî´nin ´Câhiller onlara hitap ettikleri zaman, onlar selâm derler´ (Furkan/63) âyetinin tefsirinde ´Hâlim kimselerdir ki eğer cehaletle kendilerine karşı yapılan bir hakarete mâruz kalırlarsa, o şekilde karşılık vermezler´ dediği rivayet olunur.
Atâ b. Ebî Rebah der ki: "Hevnen (Furkan/63) tabiri hilm mânâsındadır".

İbn Ebî Habib; ve kehlen (Alu îmran/46) kelimesinin tefsirinde ´Kehl, hilmin son mertebesidir´ demiştir.

Mücahid ´Onlar lağvın yanından geçerken şerefli olarak geçerler´ (Furkan/72) âyetinin tefsirinde ´Onlara eziyet edildiği zaman affederler´ demiştir.

Rivayet ediliyor ki, İbn Mes´ud kendisine hakaret edenlerin yanından geçti. Fakat hiçbir karşılık vermedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

İbn Mes´ud şerefli olarak sabahladı ve akşamladı.44
Sonra bu hadîsin râvisi İbrahim b. Meysere ´Cahiller kendilerine lâf atarsa selâm derler´: (Furkan/63) ayetini okumuştur.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

ALLAH bana o günü göstermesin, öyle bir zaman gelecek ki âlimlere uyulmayacak, hilm sahibi insanlardan utanılmayacaktır. İşte o zaman dilleri Arab, fakat gönülleri Acem gönlüdür!45

İçinizden akıl sahipleri beni takip etsin! Onlardan sonra gelenler ve daha sonra gelenler, sakın ihtilaf etmeyin, yoksa gönülleriniz de ayrılır. Sokak fitnelerinden de korununuz!46

Rivayet ediliyor ki Eşeç 47 adlı zat Hz. Peygamber´e elçi olarak geldi. Devesini kapıda çöktürdü. Sonra deveyi bağladı. Sırtında bulunan iki elbiseyi çıkardı. Torbasından iki tane güzel elbise çıkarıp onları giydi. Bütün bunları Hz. Peygamberin gözü önünde yapıyordu. Hz. Peygamber onun yaptığını görüyordu. Sonra Hz. Peygamber´e doğru, yürümeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine şöyle dedi:

-Ey Eşec! muhakkak sende iki´ahlâk vardır. ALLAH da,Peygamber de onları sever!

-Annem ve babam sana feda olsun! Onlar nelerdir?

-Onlar hilm ile sabırdır!

-Acaba bu iki ahlâkı ben çalışarak mı elde ettim, yoksa tabiî olarak mı bende vardı?

-Hayır! ALLAH seni o ahlâklar ile beraber yaratmıştır.

-Hamd o ALLAH´a mahsustur ki beni ALLAH ve Rasûlü tarafından sevilen iki ahlâk ile yaratmıştır!48

ALLAH, hâlim olan, ALLAH´tan utanan, zengin, namuslu, çoluk çocuk babası ve muttaki bir kimseyi sever ve muhakkak ki fâhiş konuşan, çenesi düşük olan, dilencilik yapan, ısrarcı olan bir ahmaktan da nefret eder.49
İbn Abbas (r.a) Hz. Peygamberin şöyle dediğini rivayet eder:

Kim de şu üç hasletten birisi bulunmazsa, o kimsenin amelinden hiçbir şeye güvenmeyiniz:

1. Kendisini ALLAH´a karşı olan günahlardan menedecek takvâ,

2. Sefih bir kimseyi durduracak hilm,

3. İnsanlar arasında idare etmesine vesile olacak bir ahlâk.50
ALLAH Teâlâ kıyamet gününde mahlukları bir araya getirdiği zaman bir dellâl şöyle çağırır: ´Fazilet ehli nerede?´ Bu çağrı üzerine, az oldukları halde, bir kısım insanlar kalkıp süratle cennete doğru yürürler. Melekler bunları karşılar ve kendilerine şöyle derler:

-Biz sizin süratle cennete doğru gittiğinizi müşahede ediyoruz!

-Biz fazilet ehliyiz!

-Sizin faziletiniz neydi?

-Biz zulme uğradığımız zaman sabrederdik. Bize kötülük yapıldığı zaman affederdik. Bize karşı cehaletle muamele edildiği zaman hilm gösterirdik.

-Cennete giriniz! Çalışanların ecri olmak bakımından cennet ne güzel evdir!51

Ashâb´ın ve Alimlerin Sözleri

Hz. Ömer şöyle demiştir: İlim öğreniniz! İlim için sekinet ve hilm öğreniniz!´

Hz. Ali şöyle der: ´Hayr, malının ve evladının çoğalması değildir. Hayr, ilminin çoğalması, hilminin büyümesi, ibadetinle halka karşı böbürlenmemen, iyilik yaptığın zaman ALLAH´a hamdetmen, kötülük yaptığın zaman ALLAH´tan af dilemendir.´

Hasan Basrî şöyle demiştir: İlmi arayınız! Fakat onu vâkar ve hilimle süslendiriniz!´
Eksem b. Sayf şöyle demiştir: ´Aklın direği ve dayanağı hilm´dir. İşin temeli de sabırdır´.

Ebu Derda şöyle demiştir: ´Ben halkın dikensiz yaprak oldukları bir zamanda onlara yetiştim. Sonra yapraksız dikenler oluverdiler. Onları tanıdığın takdirde seni tenkid ederler. Onları bıraktığın takdirde seni bırakmazlar´.
Dinleyenler, kendisine ´O halde ne yapmalıyız?´ diye sorunca cevap olarak şöyle demiştir: ´Kendi hakkından fakirlik günün için onlara borç vermelisin?

Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: ´Halîm bir kimsenin hilminden ötürü kendisine ilk verilen mükâfat şudur ki; bütün insanlar câhile karşı ona yardımcı olurlar´.

Muaviye şöyle demiştir: ´Kulun, hâlimliği câhilliğini, sabırlılığı da şehvetini mağlup etmedikçe ictihad derecesine varamaz ve buna da ancak ilim kuvvetiyle varabilir´.

Muaviye, Amr b. Ethem´e52 şöyle dedi: ´İnsanların hangisi daha cesur ve kahramandır?´ Cevap olarak Amr şunu söyledi: ´Hâlimliğiyle cahilliğini geri çeviren kimse´.

Muaviye devamla dedi ki: ´Erkeklerin hangisi daha fazla cömerttir?´ Amr cevap olarak ´Dünyasını dininin salâhı için feda eden kimse insanların en cömertidir´ dedi.
Enes b. Mâlik ´İyilikle kötülük, mücazat ve mükâfat hususunda eşit değildir. O halde sen kötülüğü en iyi şekilde defet´ (Fussilet/34-35) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: ´Gazabı (öfkeyi) sabırla, cehaleti ilimle, kötülüğü affetmekle defet!´

Aranızda düşmanlık olan bir kimseye böyle davranırsan o kimse sana dost gibi olur. Bu haslete ancak sabır ve nefislerini intikamdan men edenler ve iman ve kemâl-i nefis sahipleri sahip olur. Bu güzel ahlâk sayesinde cennet ehli olurlar!.

Bahsi geçen kişi öyle bir kişidir ki onun arkadaşı kendisine küfrettiği halde arkadaşına ´Eğer sen yalan söylüyorsan ALLAH seni affetsin, eğer doğru söylüyorsan ALLAH beni affetsin´ diyendir.

Seleften biri şöyle demiştir: ´Basra halkından birine küfrettim. O da bana karşı hilm gösterdi ve bu göstermiş olduğu hilimden dolayı beni uzun bir zaman kendisine kul ve köle gibi mutî kıldı´.

Muaviye, Arabe b. Evs´e53 şöyle sordu: ´Ey Arabe! Sen neyle milletinin efendisi oldun?´ Arabe cevap olarak şöyle dedi: ´Ey mü´minlerin emiri! Ben kavmimin cahillerine karşı hilm gösterirdim. İsteyenlere verirdim. Onların ihtiyaçlarına koşardım. Bu bakımdan benim yaptığımı yapan bir kimse benim gibidir. Bu hususta beni geçen bir kimse benden üstündür. Benden geri kalan kimseden ise, ben daha hayırlıyımdır´.

Bir kişi İbn Abbas´a (r.a) küfrederek, içindekini döktükten sonra İbn Abbas kölesine şöyle hitap etti: ´Ey İkrime! Acaba kişinin bizce görülecek bir ihtiyacı var mıdır ki görelim?´ Bunun üzerine adam başını eğerek utandı ve yaptığından pişman oldu.

Bir kişi Ömer b. Abdulaziz´e hitaben: ´Ben şahidlik ederim ki sen fâsıklardansın!´ dedi. Ömer ´Senin şahidliğin kabul olunmaz!´ diye karşılık verdi.

Bir kimse, Hüseyin´in oğlu Ali Zeynelâbidîn´e küfretti. Buna karşılık o, sırtında bulunan gömleği o kişiye verdi ve bir de kendisine bin dirhem de para verilmesini emretti. Bundan dolayıdır ki seleften biri şöyle demiştir: ´Zeynelâbidîn için övülen beş haslet bir araya gelmiş oldu:
1. Hilm,
2. Eziyeti kaldırmak,
3. Kişiyi ALLAH´tan uzaklaştıran hasletlerden kurtarmak,
4. Kişiyi pişman olmaya ve tevbe etmeye teşvik edip zorlamak,
5. Kişinin kendisini kötülemesine rağmen onu medhetmeye mecbur etmek. Bütün bunları az bir miktarla (bir abâ, bin dirhem) satın aldı!

Bir kişi Cafer b. Muhammed´e54 dedi ki: "Benimle bir kavmin arasında herhangi bir hususta münâzaa vâki oldu. Ben onu terketmek istiyorum. Fakat bana ´onu terketmen senin için zillettir´ denilmesinden korkuyorum". Bunun üzerine Câfer cevap olarak şöyle dedi: ´Zelil, zâlim kimsedir´.

Halil b. Ahmed55 şöyle demiştir: ´Önce deniliyordu ki: ´Kim kötülük yaptığı halde kendisine iyilik yapılırsa, bu iyilik onun kalbinde bir engel olur. Onu o kötülüğün benzerinden meneder´.

Ahnef b. Kays derdi ki: ´Ben hâlim bir kimse değilim. Fakat hâlim olmaya kendimi zorluyorum´.

Vehb b. Münebbih dedi ki: ´Acıyana acınır. Susan bir kimse selâmet bulur. Cahillik yapan bir kimse mağlup olur. Acelecilik yapan bir kimse yanılır. Şerre karşı halislik gösteren bir kimse selâmette kalmaz. Kim cedeli bırakmazsa kendisine küfredilir. Şerden nefret eden bir kimse korunur. ALLAH´ın emirlerine tâbi olan bir kimse korunur. ALLAH´ın kahrından çekinen bir kimse emin olur. Kim ALLAH´ı kendisine velî edinirse, her türlü tecavüzden menolunur. Kim ALLAH´tan istemezse fakir olur. Kim ALLAH´ın azabından emin olursa, mahrum olur. Kim ALLAH´tan yardım talep ederse muzaffer olur!´

Bir kişi Mâlik b. Dinar´a ´İşittiğime göre sen beni kötülükle yadetmişsin!´ deyince, Mâlik cevap olarak dedi ki: ´Böyle yaptığım takdirde, sen benden, nezdimde daha fazla şerefli olursun. Ben bunu yaptığım takdirde sevaplarımı sana hediye etmiş olurum´.

Alimlerden biri şöyle demiştir: ´Hilm akıldan daha yücedir. Çünkü ALLAH Teâlâ hilm ile isimlenmiştir´.
Bir kişi hükemadan birine ´ALLAH´a yemin ederim, ben sana öyle bir küfredeceğim ki seninle beraber kabrine girecek!´ Hakîm ona dedi ki: ´Benimle beraber değil, aksine seninle beraber kabre girecektir!´

Meryem´in oğlu İsa Mesih (a.s), yahudilerden bir grubun yanından geçti. Onlar Hz. İsa´ya çirkin laflar attılar. Hz. İsa da onlara güzel sözlerle karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. İsa´ya şöyle sordular: ´Onlar çirkin, sen ise hayırlı konuşuyorsun!´ İsa (a.s), cevap olarak şöyle dedi: ´Herkes yanındaki sermayeden harcar!´
Lokman Hakîm şöyle demiştir: Üç haslet vardır, onlar ancak üç durumda bilinirler:

1.Hâlim bir kimse ancak öfkelendiği zaman bilinir.

2.Kahraman bir kimse ancak savaş halinde bilinir.

3.Kardeş de ancak kendisine ihtiyaç olduğu zaman bilinir.

Hakimlerden birisinin dostu evine misafir geldi. Hakîm kendisine yemek takdim etti. Bu arada hakîmin kötü ahlâklı hanımı çıkıp misafirin önünden sofrayı kaldırdı, kocasına küfürler savurdu. Bu manzara karşısında hakîmin dostu, öfkeli olarak hakîmin evinden çıktı. Hakîm onun arkasından çıkarak kendisine dedi ki: ´O günü hatırla ki senin evinde yemek yiyorduk. Yukardan bir tavuk sofranın üzerine düştü. Sofrada bulunan yemekleri dağıttı ve bu manzara karşısında hiçbirimiz de öfkelenmedik! (O halde neden öfkeleniyorsun?)´ (Hakîmin dostu) ´doğru söyledin´ dedi. Hakîm dedi ki: ´O halde bu kadını da o tavuk gibi kabul edip kızmamalısın!´ Böylece adamın öfkesi geçti ve yoluna devam ederek ´Hakîm doğru söyledi. Hilm her elemin şifa veren ilâcıdır´ dedi.

Adamın biri, bir hakîmin ayağına vurup acıttı. Hakîm buna rağmen öfkelenmedi, hakîme ´Neden öfkelenmedin?´ diye sorunca cevap olarak şöyle dedi: ´Ben o kişiyi ayağıma takılıp kaymama sebebiyet veren bir taş yerine koydum. Dolayısıyla öfkeyi boğazlamış oldum´.

Mahmud el-Verrak şöyle dedi: Her günahkarı, bana karşı işlediği cürümleri çok olsa dahi affetmeyi, nefsime gerekli bir va-zife kılacağım; zira insanlar ancak üç sınıftan biridir: 1. Şerefli olan, 2. Şeref bakımından mağlup olan ve 3. Mukavemette denk olan! Benden üstün olana gelince, onun kıymetini bilir ve bu yüzden ona karşılık vermem ve onun hakkında hakka uyarım. Hakka uymak da lâzımdır. Derece bakımından benden küçük olana gelince, o birşey söylerse kendisine cevap vermemekle namusumu korurum, cevap vermemekten dolayı bir kimsenin kınamasına uğramış olsam dahi. Benim gibi olana gelince, eğer o kayar veya düşerse, ben faziletli olurum. Çünkü hilimden dolayı olan fazilet, herşeye hâkimdir!´


_______________________________
36)Taberânî, Dârekutnî
37)İbn Sinnî
38)Irakî aslına raslamadığını kaydeder.
39)Hâkim, Beyhakî
40)Hakim-i Tirmizî, Nevadir´ul-Usûl
41)Taberânî
42)Müslim
43)Ebu Nuaym, Beyhâkî
44)İbn Mübarek
45)İmam Ahmed
46)Müslim
47)Eşec, Abdî kabilesindendir. Kendisine Abduhaysın Eşecî denirdi. Adı
Münzir b. Âbid b. Hars´tır. Vakidî´ye göre H. 10 senesinde gelmiştir. Bir rivayete göre de H. 8´de Mekke´nin fethinden önce gelmiştir. {İthaf´us-Saade)
48)Müslim, Buhârî
49)Taberânî
50)Ebu Nuaym, Taberânî
51)Beyhâkî
52)Temim soyundan olan bu zatın künyesi Ebu Nuaym´dır. Kendisine Ebu Ribî de denir. Sahabîdir.
53)Evs kabilesinin Haris koluna mensuptur. İbn Sa´d, cömertlikle meşhur olduğunu söyler.
54)Adı Câfer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Tâlib´dir.
55)Bu zat, Nahiv ilminin imamlarından kabul edilmiştir.
 
Alt 02-03-2009, 18:40   #73
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Haksızlığa Nasıl Karşı Konulmalıdır?

Bir şahıstan sâdır olan zulme, benzeriyle karşılık vermek caiz değildir. Mesela gıybete gıybetle, tecessüse tecessüsle, sövmeye sövmekle mukabele caiz değildir! Diğer günahlar da böyledir. Ancak kısas ve cezalandırma, ALLAH nizamının belirttiği oranda olur. Biz bunları yazmış olduğumuz fıkıh kitaplarında belirtmiş bulunuyoruz. Sövmeye gelince, ona benzer bir sövmekle karşılık verilmemesi hususu sabittir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Eğer bir kişi sende bulunan bir hasletten dolayı seni ayıplarsa, sakın onda bulunan bir hasletten dolayı onu ayıplama!56

Küfreden iki kişi birbirine ne söylerlerse, mazlum haddini aşmadıkça günah ilk başlayan zâlimin boynunadır.

Birbirlerine küfreden iki kişi birbirleriyle toslaşan iki şeytan gibidir.57

Bir kişi Ebubekir Sıddîk´a küfretti. Hz. Ebubekir de susarak dinliyordu. Hz. Ebubekir adama karşılık vermeye başlayınca Hz. Peygamber ayağa kalkıp yürüdü. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Hz. Peygamber´e ´O bana küfrettiği zaman sen susmuş dinliyordun. Ben ona karşılık vermeye başlayınca kalkıp gidiyorsun!´ dedi. Hz. Peygamber (s.a) ona şöyle cevap verdi:

Çünkü sen sustuğun zaman, bir melek senin yerine ona cevap veriyordu. Sen konuştuğun zaman melek gitti, şeytan geldi. Ben, içinde şeytan bulunan bir mecliste oturmam.58

Bir grup dedi ki: ´Karşıdaki insana yalan olmayan bir sözle karşılık vermek caizdir´. Ancak Hz. Peygamber, ayıplamaya ayıplama ile karşılık vermeyi tenzihi olarak nehyetmiştir. En faziletlisi, karşılık vermeyi terketmektir. Fakat karşılık verirse günahkâr olmaz. Ruhsat verilen durum ´Sen kimsin? Sen ancak filan soydansın!´ demektedir.

Sa´d b. Ebî Vakkas, İbn Mes´ud´a şöyle demiştir: ´Sen ancak Benî Huzeyl soyundan bir kimsesin!´ İbn Mes´ud da cevap olarak şöyle demiştir: ´Sen de ancak bir cariyeciğin oğlusun!´

Kişinin ´Ey ahmak!´ demesi de bunun gibidir. Mutarrıf59 der ki: ´Herkes ALLAH ile arasındaki muamele hususunda ahmaktır. Ancak insanların bir kısmının bu husustaki ahmaklığı, diğer bir kısmının ahmaklığından daha azdır´.

İbn Ömer şöyle demiştir: ´Bütün insanları ALLAH´ın zatı hakkında ahmak olarak görürsün...´60
Kişinin ´ey cahil!´ demesi de böyledir; zira hiç kimse yoktur ki onda cehalet bulunmasın! Bu bakımdan böyle diyen bir kimse karşısındaki insanı yalan olmayan bir sözle üzmüş olur. Kişinin ´ey kötü ahlâklı!´ veya ´ey ince yüzlü!´ veya ´ey haysiyetlere saldıran köpek!´ demesi de -eğer bu sıfatlar muhatabında varsa- böyledir, kişinin ´Eğer sende haya olsaydı seninle konuşmazdım. Sen yaptığınla benim gözümde çok hâkir düştün. ALLAH sana müstehakını versin ve senden intikam alsın´ demesi de böyledir.

Nemime (kovuculuk), gıybet, yalan, anne ve babaya küfretmeye gelince, bütün ulemanın ittifakıyla haramdır. Çünkü rivayet ediliyor ki, Halid b. Velid ile Sa´d b. Ebî Vakkas arasında bir tartışma oldu. Bir kişi Sa´d´ın yanında Hz. Halid´in aleyhinde konuştu. Hz. Sa´d ona sert bir çıkış yaparak sus dedi: ´Bizim aramızdaki kırgınlık dinimize tesir edecek dereceye varmamıştır!´ Yani ´Birimizin diğeri hakkında günahkâr olacak raddeye varmamıştır´ deyip kötü konuşmayı dinlemedi. Bu bakımdan, böyle karşılık vermek hiç de caiz olmaz.

Zinaya nisbet etmek, fuhuş ve küfür gibi yalan ve haram olmayanla hasmına karşılık vermenin caiz olduğuna delil, Hz. Âişe´nin rivayet ettiği şu hadîs-i şeriftir: Hz. Peygamberin zevceleri Hz. Peygamber´e elçi olarak kızı Hz. Fâtıma´yı gönderdiler. Hz. Fâtıma Hz. Peygamber´e gelerek dedi ki: ´Zevcelerin beni elçi olarak sana gönderdiler. Ebu Kuhafe´nin kızı hakkında (Hz. Âişe kasdediliyor) adalet yapmayı senden talep ediyorlar!´ Hz. Fâtıma bu sözleri söylerken Hz. Peygamber uzanmış bulunuyordu. Ona cevap olarak şöyle dedi:

Ey kızım! Benim sevdiğimi sever misin?

-Evet

-O halde şunu (Aişe´yi) sev!

Bunun üzerine Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber´in zevcelerine dönüp onlara bu konuşmayı anlattı. Onlar dediler ki: ´Ey Fâtıma! Sen bizim için hiçbir şey yapamadın?´ Bunun üzerine Cahş´ın kızı Zeyneb´i Hz. Peygamber´e elçi olarak gönderdiler. O Zeyneb ki Hz. Peygamber´in sevgisi hususunda benimle yarışırdı. Zeyneb, Hz. Peygamber´e gelerek ´Ebubekir´in kızı, Ebubekir´in kızı!´ diye aleyhimde durmadan atıp tuttu. Ben de susarak dinliyordum. Hz. Peygamberin bana cevap vermek hususunda izin vermesini bekliyordum. Nihayet Hz. Peygamber bana cevap vermek hususunda izin verdi.. Ben de dilim kuruyuncaya kadar Zeyneb´e karşılık verdim. Bundan sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ey Zeyneb! Öyle söyleme! Muhakkak o, Ebubekir´in kızıdır. (Sen hiçbir zaman konuşmakta onu mağlup edemezsin!)61

Metindeki ona küfrettim ibaresinden fâhiş konuşma kastolunmaz. Yalan katılmaksızın onun konuşmasına cevap vermek kastediliyor. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Birbirine söven iki kişinin söylediklerinin mesuliyeti önce başlayanın boynunadır. Ta ki mazlum, kendisine söylenilenden daha fazlasını söyleyinceye kadar..62

Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, mazlum bir kimseye haddi aşmamak şartıyla karşılık verme hakkını tanımıştır. İşte bahsi geçen grubun helâl gördükleri miktar bu kadardır. Bu, zâlimin eziyetine karşılık ona eziyet vermek hususunda bir ruhsattır. Ruhsat, bu söylenen miktardan öteye gitmez. Fakat en faziletlisi terketmektir. Çünkü zâlimin söylediği nisbetinde ona cevap vermek her ne kadar mübah ise de onun ötesine insanı sürüklediğinden dolayı ve hak olan miktarın sınırını geçmemenin mümkün olmamasından dolayı en faziletlisi terketmektir. Esasında cevap vermemek daha evlâdır. Çünkü böyle yapmak cevap vermekten daha kolay ve cevaptaki şeriatın çizmiş olduğu sınırı tesbit etmekten daha rahattır. Fakat buna rağmen insanlardan birtakım kimseler vardır ki öfkeleri kabardığı sırada kendilerini zaptetmeye güçleri yetmez. Ancak öfkeleri çabuk geçer. Bir kısım da vardır ki nefsini başlangıçta tutar. Fakat daimî bir şekilde karşısındaki adamdan nefret eder.
İnsanlar öfke hususunda dört sınıfa ayrılırlar:

1.Bazıları kındıra otu gibi erken yanar ve çabuk söner.

2.Bazıları seksek ağacı gibi geç tutuşur, çabuk söner.

3.Bazıları ise geç tutuşur, tez söner. Eğer bu durumu gayret hususunda gevşekliğe sürükleyici olmazsa bu en iyisidir.

4.Bazıları da çabuk tutuşur, geç söner. Bu ise en şerlileridir.

Mü´min bir kimse çabuk öfkelenir, çabuk razı olur.
Yani parlamasıyla sönmesi aynı andadır. Düşmanlık göstermez. Öyle ise onun parlayışına kefaret olarak çabuk razı olması kifayet eder.63 İmam Şâfiî (r.a) şöyle demiştir: ´Kim kızdırıldığı halde öfkelenmezse o eşektir. Kim razı olması istenildiği halde razı olmazsa şeytandır!´

Ebu Said el-Hudrî Hz. Peygamber´in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

İyi bilin ki Âdemoğulları çeşitli derece ve tabakalarda yaratılmışlardır. Onlardan bazıları vardır ki geç öfkelenir, çabuk sakinleşir. Bir kısmı vardır ki çabuk öfkelenir, çabuk sakinleşir. Onun sakinleşmesi öfkelenmesinin kefareti olur. Bir kısmı da vardır ki çabuk öfkelenip, geç sakinleşir. Dikkat edilsin, insanların en hayırlısı geç öfkelenip çabuk sakinleşenlerdir. En şerlisi ise çabuk öfkelenip geç sakinleşenlerdir.64

Öfke, her insanda heyecana yol açar ve tesir eder, o halde sultana, öfkeli olduğu zaman, hiç kimseye ceza tatbik etmemesi farzdır. Çünkü sultan öfkeden dolayı gereken cezanın hududunu aşabilir veya kendisine ceza tatbik edilen adama kızgın olabilir. Dolayısıyla gönlünü rahat ettirmek için aşırı gidebilir. Bu bakımdan saltanat sahibinin intikam alması ve zâlime tatbik edilen cezayı kendi nefsi için değil sadece ALLAH için tatbik etmesi lâzımdır.

Hz. Ömer (r.a) bir sarhoş gördü. Onu tutup cezalandırmak istedi. Sarhoş Hz. Ömer´e küfretti. Bunun üzerine Hz. Ömer onu cezalandırmaktan vazgeçti. Bu durum karşısında kendisine ´Ey mü´minlerin emiri! Bu adam sana küfrettiği zaman onu bıraktın´ denildiğinde, cevap olarak şöyle demiştir: ´Çünkü o beni öfkelendirdi. Eğer ben tazir ederek cezalandırmış olsaydım, kendi nefsim için öfkelendiğimden dolayı bunu yapmış olurdum. Oysa ben kendi nefsimin himaye ve korunması için hiçbir müslümana vurmayı sevmem´.
Ömer b. Abdülaziz kendisini öfkelendiren bir kişiye şöyle dedi: ´Eğer sen beni öfkelendirmeseydin mutlaka seni cezalandırırdım´.


__________________________
56)İmam Ahmed
57) Daha önce geçmişti
58)Ebu Dâvud
59)Abdullah oğlu Mutarrıf tâbün-i kiramdandır. Güvenilir bir zattır.
60)İlim bahsinde geçmişti.
61)Müslim
62)Müslim ve İmam Ahmed
63)Daha önce geçmişti.
64)Daha önce geçmişti.
 
Alt 02-03-2009, 18:42   #74
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hıkd´ın (Kin´in) Anlamı, Neticeleri, Affetmenin ve Şefkat Göstermenin Fazileti

Hâli hazırda intikam almak sûretiyle gönlünü rahat ettirmekten âciz olduğundan dolayı öfkesini yutmak lâzım geldiği zaman öfke içeride birikmeye başlar ve kin´e dönüşür. Hıkd´ın (kin´in) sonucu, kalbe ağırlığını yükleyip buğzetmek ve buğzettiği kimseden uzaklaşmak ve bu durumu devam ettirmektir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Mü´min bir kimse kindar bir kimse değildir.65

Bu bakımdan hıkd, öfkenin meyvesidir. Hıkd sekiz şeyi doğurur:

1.Hased etmeye yol açar. Hased kin´in seni buğzettiğin insanın nimetinin yok olmasını temenni etmeye zorlaması demektir. Bu bakımdan ona verilen bir nimetten dolayı sen üzülür, ona isabet eden bir musibetten dolayı da sevinirsin. Bu ise münafıkların hasletlerindendir. ALLAH Teâlâ´nın izniyle, böyle yapmanın aleyhinde vârid olan ayet ve hadîsler ilerdeki bahislerde gelecektir.

2.Bâtında (iç âleminde) fazlasıyla hasedi saklamayı artırmaktır. Böylece buğzettiğin kimseye isabet eden musibet ve belalardan ötürü sevinmiş olursun.

3.Buğzettiğin kimseyi terketmek, onunla gırtlak gırtlağa gelmek ve kendisinden uzaklaşmaktır. O seni arayıp istese bile yine bu duruma devam edersin!

4.Onu küçük gördüğünden dolayı ondan yüz çevirmendir. Bu dördüncü netice, üçüncü neticeden (ceza bakımından) daha hafiftir.

5.Helâl olmayan yalan, gıybet, sırrı açıklamak, örtüsünü yırtmak ve benzeri şeylerle onun hakkında konuşmaktır.

6.Onunla istihza etmek, onu alaya almak için onun taklidini yapmandır.

7.Vurmak ve bedenine elem verici bir şey ile ona eziyet etmektir.

8.Zulmen kendisinden alınan bir şeyin geri verilmesine veya sıla-yı rahmine veya hakkı olan bir alacağının verilmesi gibi haklarına mâni olmandır.

Bütün bunlar haramdır. Hıkd´ın en az derecesi, bu belirtilen sekiz kötü neticeden sakınmandır. Böylece hıkd´dan dolayı ALLAH Teâlâ´ya karşı isyan olacak durumlara düşmezsin. Fakat buna rağmen içinde onu ağır görürsün. Kalbini, ona buğzetmekten bir türlü vazgeçiremezsin! Öyle ki daha önceden ona gösterdiğin güler yüzlülük, şefkat, ona verdiğin ihtimam, onun ihtiyaçlarını yerine getirmek, ALLAH´ı anmak hususunda onunla oturmak, ona yardım etmek veya ona daha önceden yapmış olduğun duayı terketmek veya kendisine yapılacak iyilik ve insanlığı teşvik etmekten vazgeçersin.

İşte bütün bunlar din hususunda senin derecenin eksilmesine vesiledirler. Bunlar seninle büyük bir faziletin ve hudutsuz bir sevabın arasına girer. Her ne kadar bu şekildeki buğz seni ALLAH´ın azabına maruz bırakmazsa da yukardaki tehlikeler sözkonusudur.

Ebubekir Sıddîk (r.a), kızı Aişe´ye yapılan iftira meselesinde dedikodu yapan ve aynı zamanda akrabası olan Mıstah´a66 nafaka vermeyeceğine dair yemin ettiği zaman şu ayet nâzil oldu:

Sizden fazilet ve servet sahibi olan kimseler akrabasına, fakirlere ve ALLAH yolunda hicret edenlere infak ve ihsan et-memeye yemin etmesinler, affetsinler geçsinler. ALLAH´ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? ALLAH Teâlâ mağfiret ve rahmet edicidir.
(Nûr/22)

Bunun üzerine Ebubekir Sıddîk (r.a) ´Evet! Biz ALLAH´ın affetmesini sever ve isteriz´ deyip yeniden (eskisi gibi) Mıstah´a infak ve ihsanda bulundu,

Buğzettiği insana yeniden infak ve ihsanda bulunmalı, mümkünse nefsini gemlemek ve şeytanın burnunu yerlere sürmek için ihsanını daha da artırmalıdır. Bu ise sıddîkların makamıdır, mukarreb (ALLAH´a yakın) kimselerin amellerinin faziletlilerindendir. Bu bakımdan kendisine hased edilen ve kin duyulan bir kimsenin üç durumu vardır:

Birincisi: Hakkını eksik ve fazla olmamak şartıyla tam almaktır ki bu adalettir.

İkincisi: Hasedciyi affetmek, sıla-yı rahim yapmak suretiyle ona iyilikte bulunmaktır ki bu fazilettir.

Üçüncüsü: Hasedcinin müstehak olmadığı zulmü kendisine yapmasıdır ki bu da zulüm ve eziyet etmektir!

Bu üçüncü şıkkı ancak düşük insanlar seçerler. İkinci şık ise, sıddîklarm seçtiği bir şıktır. Birincisi ise sâlih kimselerin derecelerinin zirvesidir. Bu bakımdan biz şimdilik af ve ihsanın faziletini zikredelim.

_____________________________
65) İlim bahsinde geçmişti.
66) Mıstah b. Esase b. Ubbad b. Mutallib b. Abdimenaftır. Annesi Ebubekir in halasının kızı idi. İslâm´ın başında müslüman olmuştu. Hz. Ebubekir, yakınlığından dolayı ona nafaka verirdi.
 
Alt 02-03-2009, 18:43   #75
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Af ve İhsan´ın Fazileti

Affın mânâsı, kısas veya bir tazminattan dolayı meydana gelen bir hakka müstehak olduğun halde o hakkı almaman ve borçluyu ondan affetmendir. Af, hilim ve öfkeyi yutmadan ayrı birşeydir. Bunun için de biz onu müstakil bir konu olarak zikretmiştik.
Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!(A´raf/199)

Sizin bağışlamanız takvâya daha yakındır!(Bakara/237)

Üç şey vardır, nefsimi kudret elinde tutan ALLAH´a yemin ederim ki, eğer ben yemin etmiş olsaydım onlar için yemin ederdim:
1. Hiçbir mal, sadaka vermekten eksilmez. Bu bakımdan siz sadaka veriniz!

2. Bir kişi ALLAH nzası için kendisine yapılan bir zulmü affederse ALLAH Teâlâ kıyamet gününde onu şeref yönünden, yükseltir.

3. Bir kişi nefsi için dilencilik kapısını açarsa ALLAH da onun için fakirlik kapısını açar.67

Tevâzu göstermek, kulun derecesini yüceltir. Bu bakımdan mütevazi olunuz ki ALLAH da derecelerinizi artırsın. Affetmek ise kulu şeref yönünden geliştirir. Bu bakımdan affediniz ki ALLAH sizi aziz kılsın. Sadaka ancak malı çokluk bakımından etkiler. Bu bakımdan sadaka veriniz ki ALLAH size rahmet ve şefkat versin.68

Hz. Âişe (r.a) şöyle diyor: ´Hiçbir zaman Hz. Peygamber´in şahsına yapılan bir zulümden dolayı intikam aldığını görmedim. Meğer ki ALLAH Teâlâ´nın haram kıldığı şeyler yapılmış olsun´.

Bu bakımdan ALLAH Teâlâ´nın yasaklarından biri işlendiği zaman Hz. Peygamber, herkesten daha şiddetli kızardı. Hz. Peygamber ne zaman iki şey arasında muhayyer bırakılsa, günah olmadığı takdirde kolayını seçerdi.

Ukbe (r.a) der ki: "Birgün Hz. Peygamber ile bir araya geldik. Ben acele ederek onun elini tuttum veya o acele ederek benim elimi sıktı ve şöyle dedi:

Ey Ukbe! Dünya ve âhiret ehlinin en üstün ahlâkından sana haber vereyim mi? Seni mahrum edene ihsanda bulunmak! Sılayı rahmini kesen akrabana sıla-yı rahim yapmak, sana zulmedeni affetmektir,69

Hz. Musa (a.s) şöyle münacâtta bulundu:
-Yarab! Senin nezdinde hangi kulun daha şereflidir?

-O kulum ki kudreti olduğu halde affeder.70

Ebu Derda´ya ´insanların en şereflisi´ sorulduğu zaman cevap olarak ´Gücü ve kuvveti yettiği zaman affeden kimsedir. Bu bakımdan siz affediniz ki ALLAH da sizi aziz kılsın´ demiştir.
Bir kişi Hz. Peygamber´in huzuruna gelerek şikayette bulundu. Hz. Peygamber onu oturttu. Adam kendisine reva görülen zulmün karşılığını almak istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine şöyle buyurdu:

Kıyamet gününde mazlum kimseler felâh bulan kimselerdir.71

Kişi, bu hadîsi dinlediğinde artık intikam almaktan vazgeçti. Hz. Âişe Hz. Peygamberin (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:
Kim, kendisine zulmedenin aleyhinde bedduada bulunursa, ondan intikamını almış sayılır.

Enes Hz. Peygamberin (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:
ALLAH Teâlâ kıyamet gününde, mahlukâtı haşrettiği zaman arşın altından bir dellâl üç defa şöyle bağırır: ´Ey ehl-i tevhid zümresi! Muhakkak ALLAH Teâlâ sizi affetmiştir. Bu bakımdan siz de birbirinizi affediniz.72

Ebu Hüreyre´den şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (s.a) Mekke´yi fethettiği zaman, Kâbe´yi ziyaret edip iki rek´at namaz kıldı. Sonra Kâbe´ye geldi. Kapının iki eşiğine yapışarak şöyle dedi: ´Ey Mekkeliler! Ne diyorsunuz? Ne yapacağımı düşünüyorsunuz?´ Hepsi bir ağızdan dediler ki: ´Bize kardeşsin, amca oğlusun, rahim ve kerim bir kimsesin, deriz´. Bunu üç defa tekrar ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Ben de Yusuf´un dediği gibi derim: ´Bugün size ayıplama yok! ALLAH sizi bağışlasın! O merhamet edenlerin en merhametlisidir´. (Yusuf/92)

Ravi der ki: ´Onlar sanki kabirlerinden çıkarcasına İslâm dinine girdiler´.

Süheyl b. Amr´dan şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber Mekke´ye geldiği zaman ellerini Kâbe kapısının yanlarına koydu. Etrafında da ashab-ı kîram bulunuyordu. Bu esnada şöyle buyurdu:
ALLAH´tan başka ilah yoktur. O birdir. O´nun ortağı ve şeriki yoktur. Va´dini doğruladı, kuluna yardım etti. Tek başına ahzab (Medine´yi basmak üzere toplanan Arab kabileleri) ordusunu püskürttü.

Sonra şöyle dedi:

Ey Kureyş topluluğu! Ne diyorsunuz ve size ne gibi bir muamele yapacağımı sanıyorsunuz?´ Süheyl der ki: "Ben ´Biz hayr deriz. Hayırlı şeyler söyleriz ve hayırlı olacağını sanıyoruz. Kerim bir kardeşsin. Merhametli ve şefkatli bir amca oğlusun! Şimdi gücün ve kuvvetin bize yetiyor (Elbette affedersin)´ dedim". Bu söz üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ´Ben kardeşim Yusuf´un dediği gibi derim: ´Bugün size ayıplama yok! ALLAH sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir´. (Yusuf/92)73

Enes Hz, Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:

Kullar ALLAH´ın huzurunda (kıyamet gününde) durdukları zaman bir dellâl şöyle bağırır: ´ALLAH´ın katında ecir ve sevabı olan bir kimse ayağa kalksın ve cennete girsin!´
Bu söz üzerine biri Hz. Peygamber´e ´ALLAH katında ecir ve sevabı olan kimdir?´ diye sordu. Hz. Peygamber (s.a) ´Halkı affedenlerdir! Bu yüzden şu şu kadar bin kişi kalkar ve hesaba çekilmeden cennete girer´ dedi.74

İbn Mes´ud der ki: Hz. Peygamber (s.a) ´Herhangi bir konuda idareci olan bir kimseye bir suçlu getirildiği zaman mutlaka onu cezalandırmak gerekmez. Çünkü ALLAH affedicidir ve affı sever´ dedikten sonra şu ayeti okudu:

Kusurlarını bağışlasınlar! Aldırmasınlar! ALLAH´ın bağışlamasını sevmez misiniz?
(Nûr/22)75 Câbir, Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:

Üç haslet vardır. İmanla beraber o üç haslete sahip olan bir kimse cennetin hangi kapısından isterse girer, elâ gözlü hûrîlerden hangisiyle isterse evlenebilir:

1. Gizli (delilsiz ve şahidsiz) bir borcunu ödeyen kimse,

2. Her namazın akabinde İhlâs suresini okuyan kimse,

3. Kendisiyle savaşanı affeden kimse.76

Ebubekir ´Bu üç hasletten birine sahip olana da aynı mükafat var mı?´ deyince, Hz. Peygamber ´Veya onlardan birini yapana..´ diye cevap verdi.

Ashab´ın ve Âlimlerin Sözleri

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: ´Bana zulmeden kişiye ben merhamet ederim. Bu ise affetmenin ötesinde bir ihsandır. Çünkü o, zulmetmek suretiyle kalbini ALLAH´ın masiyetine maruz bırakır. Kıyamet gününde sorumlu tutulur. Oysa verilecek cevabı da olmaz´.

Biri şöyle demiştir: ALLAH Teâlâ bir kuluna ihsan etmeyi irade ettiği zaman, ona zulmeden birini kendisine musallat kılar´.

Bir kişi Ömer b. Abdülaziz´in huzuruna girip kendine zulmeden birinden şikayet ederek aleyhinde bulundu. Bunun üzerine Ömer ona: ´Senin sana yapılan zulümle ALLAH´ın huzuruna gitmen, o zulmün intikamını zâlimden alarak ALLAH´ın huzuruna gitmenden daha hayırlıdır.
Yezid b. Meysere der ki: ´Eğer sen sana zulmedene beddua edersen, ALLAH Teâlâ, ulûhiyet lisanıyla sana şöyle der:

Muhakkak başkası da, sen ona zulmettiğin için sana beddua eder. Eğer sen dilersen, hem senin bedduanı, hem de aleyhinde yapılan bedduayı kabul edelim. Eğer dilersen ikisini de kıyamet gününe tehir edelim ki benim affım ikinizi de kapsamış olsun.77

Müslim b. Yesar kendisine zulmedilen bir kişiye şöyle dedi: ´Zâlimi zulmüne havale et. Böyle yapman, onun aleyhinde yapacağın bedduadan daha süratle kabul olunur. Ancak zâlim onu sâlih bir amele telafi edip bir daha yapmamaya niyetlenirse o zaman başka´.

İbn Ömer, Hz. Ebubekir´den şöyle rivayet eder: ´Kulağımıza geldiğine göre ALLAH Teâlâ kıyamet gününde bir dellâla emreder. Dellâl şöyle çağırır: ´Kimin ALLAH nezdinde bir hakkı varsa ayağa kalksın´ Böylece dünyada affedenler ayağa kalkarlar. ALLAH Teâlâ dünyada insanlara göstermiş oldukları aflarına karşı onları mükafatlandırır´.

Hişam b. Muhammedi´den şöyle rivayet ediliyor. Numan b. Münzir´in78 huzuruna iki kişi getirildi. Bunlardan biri büyük bir suç işlemişti. Hükümdar onu affetti. Diğeri ise hafif bir suç işlemişti. Hükümdar onu cezalandırdı. Bunun üzerine bir şair şöyle dedi. Padişahlar büyük suçları, faziletli olduklarından dolayı affederler. Küçük suçu ise, karşılıksız bırakmaz! Böyle yapmaları da cahilliklerinden değildir. Ancak bunun hikmeti şudur: Padişahların hilmi bilinsin. Müdahalenin şiddetinden korkulsun!´

Mübarek b. Faddale der ki: Abdullah´ın oğlu Suvar79, Basralılardan bir heyetin başında beni Ebu Cafer´in huzuruna gönderdi. Ben halifenin huzurunda iken bir kişi huzura getirildi. Onun öldürülmesini emretti. Ben kalbimden ´müslümanlardan bir kişi benim hazır bulunduğum bir cemaatte öldürülür de ben nasıl durabilirim?!´ dedim ve halifeye hitaben şunları söyledim: ´Ey mü´minlerin emîri! Hasan Basrî´den dinlediğim bir hadîsi size nakledeyim mi?´ Halife ´Nedir o hadîs?´ dedi. Dedim ki: ´Hasan Basrî´den şöyle duydum: ´Kıyamet günü olduğu zaman ALLAH Teâlâ (c.c) insanları bir yerde toplar. Öyle ki çağıran onlara duyurur, göz onları görebilir. Bu sırada bir dellâl ayağa kalkıp şöyle seslenir: ´Kimin ALLAH katında bir hakkı ve iyiliği varsa ayağa kalksın!´ Dünyada insanları affedenlerden başka kimse ayağa kalkamaz". Halife ´ALLAH´a yemin ederim ben de bu hadîsi Hasan Basrî´den dinledim´ dedi. Ben ´Ben de ALLAH´a yemin ederim ki bu hadîsi Hasan Basrî´den dinledim´ dedim. Bunun üzerine halife ´O halde biz bu adamı affettik´ dedi.

Muaviye şöyle demiştir: ´Fırsat elinize düşünceye kadar hilm ve eziyetlere karşı göğüs germekten ayrılmayınız. Fırsatı elde ettiğiniz takdirde de affetmek ve faziletli olmaktan ayrılmayınız´.

Rivayet ediliyor ki, bir rahib, Hişam b. Abdulmelik´in huzuruna girdi. Hişam, rahibe ´Sen Zülkarneyn´i biliyor musun? Peygamber midir acaba?´ dedi. Rahib şöyle cevap verdi: Hayır! Peygamber değildir. Fakat ona verilen saltanat ve hüküm, kendi-sinde bulunan dört hasletten dolayı verilmiştir:

1.Gücü yettiği zaman affederdi.

2.Söz verdiği zaman sözünü yerine getirirdi.

3.Konuştuğu zaman doğru söylerdi.

4.Bugünün işini yarına bırakmazdı.

Biri şöyle demiştir: ´Kendisine zulmedilince hilm gösterip (sabredip) sonra gücü ve imkânı olduğunda intikam alan kimse halîm değildir. Aksine hâlim o kimsedir ki kendisine zulmedildiği zaman hilm gösterir, gücü yettiği zaman da intikam almaz, affeder´.

Ziyad şöyle demiştir: ´Kudret (gücün yetmesi), kin ve nefreti siler´.
Hişam´ın huzuruna bir kişi getirildi. O kişinin Hişam´ın aleyhinde dedikodu yaptığı halifenin kulağına gelmişti. Adam halifenin huzuruna getirildiği zaman kendisini müdafaa etmek sade dinde delillerini serdetmeye başladı. Bu durum karşısında Hişam kendisine ´Sen bir de konuşuyorsun ha!´ dedi. Kişi "Ey mü´minlerin emiri! ALLAH Teâlâ ´O gün herkes gelir, kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının karşılığı tamamıyla ödenir. Hiçbirine de zulüm yapılmaz´ (Nahl/111) buyurmuştur. Bu bakımdan biz ALLAH´ın huzurunda kendimizi müdafaa eder, nefsimizi kurtarmaya uğraşır da senin huzurunda bu haktan nasıl mahrum oluruz?" dedi. Hişam ´Evet haklısın! ALLAH sana merha-met etsin, konuş!´ diye karşılık verdi.

Rivayet ediliyor ki, bir hırsız Sıffîn´de Ammâr´ın çadırına girdi. Hz. Ammar´a denildi ki: ´Onun elini kes! Çünkü o bizim düşmanımızdır´. Ammar ´Hayır! Ben onu ALLAH kıyamet gününde beni teşhir etmesin diye gizlerim´ dedi.

İbn Mes´ud pazardan yiyecek satın alıyordu. İsteğini satın aldıktan sonra sarığın bir kenarına bağladığı paraları vermek istedi, fakat sarığın açılıp paraların düştüğünü gördü ve şöyle dedi: ´Ben oturduğumda da paralar yerinde duruyordu´. Bu söz üzerine etraftakiler parayı çalana beddua etmeye başlayıp şöyle dediler: ´Ey ALLAHım! O parayı alan hırsızın elini kestir. Ey ALLAHım! Onun başına şunu getir, bunu getir!´ Bunun üzerine İbn Mes´ud şöyle dedi: ´Ey ALLAHım! Onu parayı çalmaya zarurî bir ihtiyacı sevketmişse, o paraları onun için bereketli kıl! Eğer günaha dalmak cesareti ve cüreti onu böyle yapmaya sevketmişse bunu ona en son günah olarak kıl!´

Fudayl şöyle demiştir: "Ben Horasanlı olan bir kişiden daha zâhid bir kimseyi görmedim. Benimle beraber Mescid-i Haram´da oturdu. Sonra Kâbe´yi ziyaret etmek üzere kalktı. Beraberinde bulunan dinarları (paraları) çalındı. Başladı ağlamaya... Ben kendisine ´Sen para için mi ağlıyorsun?´ diye sorunca şu cevabı verdi: ´Hayır! Para için ağlamıyorum. Fakat kendimle o adamı ALLAH Teâlâ´nın huzurunda düşündüm. Baktım ki aklım onun delilini çürütmeye galebe çaldı. Ona merhamet ve şefkatimden dolayı ağladım´ dedi".

Mâlik b. Dinar şöyle anlatıyor: Geceleyin Hakem b. Eyyub´un evine geldik. O zaman Basra valisi idi. Hasan Basrî de korkmuş olarak oraya geldi. Hasan Basrî ile beraber valinin huzuruna girdik. Biz Hasan´a nisbetle ancak tavuklar mesabesinde idik. Bunun üzerine Hasan başlayıp Hz. Yusuf un kıssasını ve kardeşlerinin kendisini nasıl sattıklarını ve nasıl kuyuya attıklarını izah etti ve dedi ki: ´Onlar kardeşlerini sattılar, babalarını üzdüler´ ve devamla Yusuf (a.s) için kadınların hilelerini anlattıktan sonra şöyle dedi:
Ey emir! Acaba Yusuf (a.s) hakkında ALLAH ne yaptı?! Onun için kardeşlerinden intikam aldı. Onun şânını yüceltti. Onun sözünü geçerli kıldı. Onu yeryüzünün hazinelerine bekçi kıldı. Acaba onun işini kemâle erdirdiği ve aile efradını çölden Mısır´a getirdiği zaman o ne yaptı? O ancak şöyle dedi: ´Bugün size ayıplama yok! ALLAH sizi bağışlasın! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir!´ (Yusuf/92)

Hasan Basrî bunu nakletmekle Hâkem´e ´arkadaşlarını affetmesini´ târiz yoluyla bildirmek istedi. Bunun üzerine vali Hâkem dedi ki: "Ben de ´Bugün size ayıplama yok´ diyorum. Eğer ben sırtımdaki bu elbiseden başka birşey edinmeseydim, muhakkak sizi bu elbisenin altında örterdim".

İbn Mukaffa bir dostuna mektup yazarak bir kısım arkadaşlarını affetmesini kendisinden talep etti ve ´Filan adam hatasından ötürü senin affına sığınıyor. Senden sana sığınıyor. Bil ki günah ne kadar büyürse af da fazilet bakımından o kadar büyür´ dedi.

Abdülmelik b, Mervan´ın huzuruna Eş´as´ın80 oğlunun adamları esir olarak getirildiğinde Abdülmelik, Reca b. Hayat´a şöyle sordu:

-Senin görüşün nedir?

-ALLAH Teâlâ senin sevdiğin zaferi sana ihsan etmiştir. Bu bakımdan sen de ALLAH´ın sevdiği affı ALLAH´a ver! Bunun üzerine Abdülmelik onları affetti.

Rivayet ediliyor ki Ziyad, Hâricîlerden bir kişiyi yakaladı. Bu kişi Ziyad´ın elinden kurtuldu. Bunun üzerine Ziyad onun kardeşini yakaladı ve ona dedi ki: ´Eğer sen kardeşini getirirsen ne âlâ! Aksi takdirde senin boynunu vururum!´ Bu söze karşılık olarak adam şöyle sordu: ;Acaba mü´minlerin emîrinden sana bir mektup getirirsem beni serbest bırakır mısın?´ Ziyad ´Evet!´ dedi. Kişi İşte ben sana Hakîm ve Azîz olan ALLAH´ın Kitabı´nı getireyim ve onun üzerine Musa ve İbrahim´i de şahid kılayım´ deyip sonra şu ayeti okudu: ´Yoksa kendisine haber mi verilmedi? Musa´nın sâhifelerinde bulunan ve çok vefakâr İbrahim´in sahifelerinde bulunan ki hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez!´ (Necm/36-38) Bunun üzerine Ziyad ´Onu serbest bırakın. Çünkü bu kişi, kendisine delili telkin edilen bir kişidir´ dedi.

İncil´de şöyle yazılıdır: ´Kim kendisine zulmeden bir kimse için af talebinde bulunursa muhakkak o kimse şeytanı mağlup etmiştir´.


_____________________
67)Tirmizî
68)İsfehanî
69)Tirmizî
70)Taberânî, Beyhâkî
71)İbn Ebî Dünya
72)Ebu Said Ahmed b. İbrahim el-Mukrî
73)Daha önce geçmişti.
74)Taberânî
75)İmam Ahmed, Hâkim
76)Taberânî
77)İbn Ebi Dünya
78)Münzir, Gassânî soyuna mensup asr-ı saadetten evvel yaşamış bir Arab
emîridir.
79)Teymî soyundan olan bu zat Basra kadısı idi.
80)Bu zat Abdurrahman b. Kays b. Muhammed b. Eşas´tır. Dedesi Eşas sahabîdir. Hz. Ali ile beraberdi. Hz. Ebubekir (r.a) kızkardeşi Ferve´yi kendisine nikâhlamıştır. Onlardan Muhammed doğup dünyaya geldi. Bu zat, Haccac-ı Zalim´e karşı kıyâm etmiş, sonra mağlup olarak kaçmış ve daha sonra ele geçirilmiştir. Sicistan valisi Ammara b. Temim´in yanına gönderilmiş, orada büyük bir köşkten atılmak suretiyle öldürülmüştür. Ammar diğer arkadaşlarını da öldürüp başlarını Haccac´a, o da Abdülmelik´e göndermiştir.
 
Alt 02-03-2009, 18:44   #76
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Şefkatin Fazileti

Rıfk (şefkat) göstermek güzeldir. Bunun zıddı şiddet ve ihtirastır. Şiddet ve hiddet, öfke ve katılığın neticesidir. Şefkat ve yumuşaklık ise, selâmetle olmanın ve güzel ahlâkın neticesidir. Bazen de hiddetin sebebi öfkedir.

Bazı kere de sebebi insan kalbini kapsayan amansız harisliktir. Öyle ki insanı düşünmekten uzaklaştırır ve doğru karar vermekten meneder. Bu bakımdan işlerde şefkat göstermek bir meyvedir. Bu meyveyi de ancak güzel ahlâk ağacı verir. Ahlâk da ancak öfke ve şehvet kuvvetlerini zaptetmek ve normal sınırda durdurmak suretiyle güzelleşir. Bunun için de Hz. Peygamber (s.a) şefkati överek ve şefkat hakkında cömertçe medh u senâda bulunarak şöyle buyurmuştur:

Ey Âişe! Kim şefkat ve merhametten nasibdâr olmuşsa, ona dünya ve ahiret hayrından nasibi verilmiştir. Kim şefkatteki nasibinden mahrum kalmışsa, o kimse dünya ve ahiret hayrından olan nasibinden de mahrum kalmıştır.81

ALLAH bir ailenin fertlerini sevdiği zaman onların aralarına şefkat ve merhameti sokar.82

ALLAH Teâlâ, şefkatten dolayı öyle ihsanda bulunur ki şiddetli ve yoğun çalışmaktan dolayı bile kimseye öyle bir ihsanda bulunmaz. ALLAH bir kulunu sevdiği zaman, ona şefkat ihsan eder. Hiçbir aile fertleri yoktur ki şefkatten mahrum olsunlar da ALLAH´ın sevgisinden mahrum olmasınlar!83

Hz. Âişe Hz. Peygamber´in (s.a) şöyle söylediğini rivayet eder:
ALLAH Teâlâ, şefkat ve merhamet sahibidir. Şefkati sever. Şiddetinden dolayı vermediğini şefkatinden dolayı verir.84

Ey Âişe! Şefkat et! ALLAH Teâlâ, bir ailenin fertlerine iyilik murad ettiği zaman, onları şefkat kapısına muttali kılar.85

Şefkatten mahrum olan bir kimse, bütün hayırdan mahrum olur.86

Hangi idareci, idarecilik makamına getirildiğinde şefkat gösterir ve yumuşak davranırsa kıyamet gününde ALLAH Teâlâ´da ona karşı şefkat gösterir.87
Acaba bilir misiniz kıyamet gününde ateşe kimin haram olduğunu? Kolaylaştıran, yumuşak davranan, rahat ettiren ve cana yakın herkes kıyamet gününde ateşe haram olur.88
Şefkat, berekettir. Şiddetli ve yoğun çalışmak ise (eğer ALLAH için olmazsa) (oburluk) ve bereketsizliktir.89

Teenni ALLAH´tandır. Acele ise şeytandandır.90

Rivayet ediliyor ki, bir kişi Hz. Peygamber´e gelerek ´Muhakkak ki ALLAH Teâlâ bütün insanlar için sende bir hayır ihsan etmiştir. Bu bakımdan ben de senden bir iyilik istiyorum´ dedi. Hz. Peygamber iki veya üç defa elhamdülillâh dedikten sonra kişiye yönelerek iki veya üç defa ´Sen tavsiye mi istiyorsun?´ diye sordu. Kişi ´Evet! Bana tavsiyede bulunmanı istiyorum´ dedi. Hz. Peygamber de bunun üzerine şöyle buyurdu:
Bir işi yapmak istediğin zaman onun neticesini düşün! Eğer doğruluk ise devam et. Eğer değilse ondan sakın!91

Hz. Aişe´den şöyle rivayet ediliyor: Bir seferde Hz. Peygamber ile beraber serkeş bir devenin sırtında bulunuyorduk. Deve beni sağa sola götürüyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:

Ey Aişe! Deveye şefkat göster. Çünkü şefkat, herhangi bir işe girdi mi onu süslendirir ve herhangi bir işten şefkat ve merhamet çıktı mı mutlaka onu çirkinleştirir.92

Ashâb´ın ve Âlimlerin Sözleri

Hz. Ömer´in kulağına, halkın valilerinden şikayet etikleri haberi geldi. Valilerin huzuruna gelmesini emretti. Valiler huzura geldikleri zaman kalkıp ALLAH´a hamd ve senâ ederek şöyle dedi:

Ey insanlar! Muhakkak biz idarecilerin sizin üzerindeki iki hakkımız vardır. Gıyabımızda nasihat yapmanız ve hayır hususunda yardımcı olmanızdır. Ey çobanlar! (idareci ve valiler!) Muhakkak ki halkın sizin üzerinde hakları vardır. Biliniz ki ALLAH nezdinde bir imamın (idarecinin) Miminden ve şefkatinden daha sevimli ve daha aziz birşey yoktur ve yine ALLAH nezdinde bir idarecinin cehaletinden ve ah-maklığından daha çirkin ve daha nefret edilen birşey yoktur.

Vehb b. Münebbih ´Şefkat, hilmin ikiz kardeşidir´ demiştir.

İlim mü´minin dostu, hilim onun veziri, akıl onun delili, amel onun sevkedicisi, şefkat onun pederi, yumuşaklık kardeşi, sabır ise onun ordusunun emîridir.93

Seleften biri şöyle demiştir: ´İman ilimle süslenirse ne güzeldir. İlim amelle süslenirse, amel de şefkatle süslenirse ne güzeldir. Hilmin ilme izafe edilmesi gibi hiçbir şey diğer birşeye izafe edilmiş değildir´.

Amr b. el-As, oğlu Abdullah´a şöyle sordu:

-Rıfk nedir?

-Sabırlı olman ve dolayısıyla idarecileri yumuşatmandır.

-Ahmaklık nedir?

- İmamına (idarecine) karşı düşmanlık gütmen, sana zarar vermeye kudretli olana karşı koymandır.

Süfyan es-Sevrî arkadaşlarına şöyle sordu: ´Rıfkın ne olduğunu biliyor musunuz?´

Arkadaşları cevap olarak "Ey Ebu Muhammed! Sen bize ne olduğunu söyle!´ dediler. Süfyan şöyle dedi: ´Herşeyi gerekli yerlerine koymandır. (Mesela) şiddeti yerinde, yumuşaklığı da yerinde, kılıcı yerinde, sopayı da yerinde kullanmandır´. Bu söz, katılığı yumuşaklıkla, şiddeti şefkatle karıştırmanın gerekliliğine işarettir.

Nitekim şöyle denilmiştir:

Kılıç yerine cömertliği koymak, büyüklüğe zarar verir. Cömertlik yerine kılıcı koymanın zarar verdiği gibi..

Bu bakımdan şiddet ile yumuşaklık arasındaki normal ahlâk övülmüştür. Nitekim diğer huylarda da durum böyledir. Fakat tabiatlar şiddet ve hiddete daha meyilli olduklarından dolayı onları şefkat tarafına teşvik etmek gerekir ve bunun içindir ki ilâhî nizam, şiddet tarafını değil de şefkat ve merhamet tarafını övmüştür; her ne kadar şiddet de yerinde kullanıldığında yerinde kullanılan şefkat gibi güzel ise de... Farz olan şiddetin yerine getirilmesi söz konusu olduğunda ise, hak ile birbirine uygun düştüğünden bal ile kaymaktan daha lezzetli olur.

Rivayet ediliyor ki Amr b. As, Muaviye´ye yazarak, teenni ile hareket ettiğinden ötürü Muvaviye´yi kınadı. Bunun üzerine Muaviye kendisine teenni hakkında şu mektubu yazdı:
Hamd, salât ve selâmdan sonra; hayırda anlayışlılık, istikametin fazlalığıdır. Doğru bir kimse o kimsedir ki aceleci davranmaz. Mahrum o kimsedir ki teenniden mahrumdur. Teenniyle hareket eden bir kimse musibdir veya musib olmaya yaklaşmıştır. Muhakkak ki aceleci yanlış yapar veya yanlış yapmaya yaklaşmıştır. Şefkatin kendisine fayda vermediği kimseye, şiddet zarar verir. Deneme ve tecrübelerin fayda vermediği bir kimse yüksek makamlara yükselemez.
Ebu Avn el-Ensarî şöyle demiştir: ´Halk ağır bir söz söylediği zaman, eğer ona yumuşak bir söz eklerse muhakkak o yumuşak söz, ağır sözün kefareti olur´.

Ebu Haraza el-Kûfî şöyle demiştir: ´Hizmetçilerden ancak zarurî olanları edinin; zira her insanla beraber bir şeytan vardır´.
Bil ki insanlar şiddetle sana hiçbir şey vermezler. Mutlaka şiddetle verdiklerinden daha üstününü yumuşaklıkla verirler,

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Müslüman bir kimse çok duraklar, teenni ile hareket eder, o geceleyin odun toplayan kimse gibi değildir´.

İşte bu sözler ilim ehlinin şefkati övmeleridir. Onların şefkati övmeleri, güzel olduğundan, her zaman fayda verdiğinden ötürü-dür. Şiddete bazen ihtiyaç doğar. Fakat bu pek nadirdir. Kâmil o kimsedir ki şefkat yerlerini şiddet yerlerinden ayırır ve her işe hakkını verir. Eğer basireti az ise veya herhangi bir hâdisenin hükmü kendisine şüpheli görünürse mutlaka şefkate meyletsin; zira çok zaman kurtuluş şefkatledir.


___________________________
81)İmam Ahmed, Ukaylî
82)İmam Ahmed, Beyhâkî
83)Taberânî
84)Müslim
85)İmam Ahmed
86)Müslim
87)Müslim
88)Tirmizî
89)Taberânî, Beyhâkî
90)Ebu Yâ´lâ
91)İbn Mübârek
92)Müslim
93)Ebu Şeyh
 
Alt 02-07-2009, 21:47   #77
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hased´in Zemmi, Hakikati, Sebepleri, Tedavisi, İzalesinde Gerekli Olan Davranış Şekilleri

Hased´in Zemmi

Hased kin´in neticelerindendir. Kin de öfkenin neticelerindendir. Bu bakımdan hased, öfkenin yavrusunun yavrusudur. Öfke ise onun esasının esasıdır. Hased´in sayılmayacak kadar çok ve kötü dalları vardır. Hasedin kötülüğü hakkında birçok hadîs vârid olmuştur:

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ateşin odunu yediği gibi hased de hasenatı yer!94

Hasedden, sebeplerinden ve semerelerinden nehyederek, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
94) İbn Mâce

Sakın birbirinize hased etmeyiniz! Küsüşmeyiniz, birbirinizden nefret etmeyiniz. Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey ALLAH´ın kulları! Kardeş olunuz!95

Hz. Enes şöyle anlatır: "Biz birgün Hz. Peygamber´in yanında oturuyorduk, şöyle buyurdular:

Şimdi, şu yoldan, cennet ehlinden bir kişi çıkıp yanımıza gelecektir.

Biraz sonra ensâr-ı kîram´dan bir kişi çıkageldi. Sakalından abdest suyu dökülüyordu. Ayakkabılarını sol eline almıştı, bize selâm verdi. Ertesi gün, yine Hz. Peygamber aynı şeyi söyledi. Yine aynı kişi oradan çıkıp geldi. Üçüncü gün gelip yine aynı şeyi söyleyince, yine aynı kişi çıkıp geldi. Hz. Peygamber (s.a) kalkıp giderken Abdullah b. Amr el-As o kişiyi arkasından takip etti ve dedi ki: ´Ben babamla bir hususta mücadele ettim. Üç gün babamın evine gitmemek için yemin ettim. Eğer bu üç gün bitinceye kadar beni misafir edersen sana misafir olurum´. Adam ´Evet! Seni misafir ederim!´ dedi.
Abdullah bu kişinin geceleyin kalkıp namaz kıldığını görmedi. Ancak yattığında her kıpırdadığında ALLAH Teâlâ´yı anıyordu. Sabah namazına kalkıncaya kadar yatıyordu. Abdullah der ki: ´Üç gün geçtikten sonra nerdeyse onun amelini az görerek ona dedim ki: ´Ey ALLAH´ın kulu! Benimle babam arasında herhangi bir öfke ve küsüşme yok. Fakat ben Hz. Peygamberi şöyle söylerken dinledim. Bu bakımdan senin amelini görmek için bunu yaptım. Oysa senin fazla ibadet ettiğini görmedim. Acaba seni bu mertebeye getiren nedir?´

Adam ´Senin gördüğünden başka bir amelim yok!´ dedi. Abdullah "Ben ayrılırken adam beni çağırdı ve ´Senin gördüğünden başka birşey yok! Ancak ben nefsimde herhangi bir müslümana karşı, ALLAH´ın kendisine verdiğinden dolayı hile ve hased taşımamaktayım´ dedi".

Abdullah der ki: "Ben ona İşte seni bu mertebeye getiren ve bizim de gücümüzün yetmediği haslet o!´ dedim".

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Üç şey vardır. Onlardan hiç kimse kurtulamaz: 1. Zan, 2. Bir şeyi uğursuz saymak, 3. Hased. İşte ben size bunlardan kurtuluş yolunu haber vereceğim. (Bir kimse hakkında) zanda bulunduğun zaman zannını tahkik safhasına koyma! Herhangi bir şeyi uğursuz saydığın zaman (bunun tam aksine) onu yap! Hased ettiğin zaman zulmetme!

Hadîsin bir başka rivayetinde lafız şöyledir:

Üç şey vardır, onlardan hiç kimse kurtulmaz ve onlardan kurtulan da pek azdır...
İşte bu son rivayette kurtuluş imkânını ispatlamış oldu...

Fakirlik nerdeyse küfre yaklaştı. Hased ise kadere galebe çalmaya yaklaştı.97

Sizden önceki ümmetlerin hastalığı size de sirayet etmiştir. (O da hased ve buğzetmektir). Buğzetmek, sıyırıcıdır. Ben ´o tüyleri sıyırıyor´ demiyorum. Aksine ´dini sıyırıyor´ diyorum. Muhammed´in nefsini kudret elinde tutan ALLAH´a yemin ederim, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Sevgiyi aranıza yerleştiren hasletten size haber vereyim mi? Aranızda selâmlaşmayı yayınız!96

Benim ümmetime de diğer ümmetlerin hastalığı isabet edecektir. Ashab-ı kiram ´O ümmetlerin hastalığı nedir?´ diye sordu, Hz. Peygamber ´Kibir, zulüm, malıyla veya soyuyla böbürlenmek, dünya hakkında münafese ve mücadele etmek, uzaklaşmak, birbirlerine hased etmek, öyle ki sonu zulüm, sonra karmakarışık olur´.98

Sakın müslüman kardeşinin musibetine sevinme yoksa ALLAH ona afiyet, sana da belâ verir."

Rivayet ediliyor ki, Hz. Musa (a.s) rabbinin münâcaatı için acele ettiği zaman, arşın gölgesinde bir kişi gördü. Onun o makamına gıpta etti ve ´Bu adam rabbinin nezdinde pek kerîmdir´ dedi. Rabbinden o kişinin ismini kendisine haber vermesini diledi. ALLAH Teâlâ onun ismini Musa´ya haber vermedi ve ´Onun amelinden üç hasleti sana söyleyeceğim´ dedi:

1.ALLAH Teâlâ´nın fazl ve kereminden insanlara vermiş olduğundan dolayı onlara hased etmiyordu.

2.Annesine ve babasına karşı gelmiyordu.

3.Dedikodu yapmıyordu.

Zekeriyya (a.s) şöyle demiştir: "ALLAH Teâlâ ´Hased edici bir kimse benim nimetimin düşmanı, kaza ve kaderime küsmüş, kullarımın arasında yapmış olduğum taksimata razı olmamış bir kimsedir´ buyurmuştur".

Ümmetim için en fazla korktuğum şey onların elinde malın çoğalması, dolayısıyla birbirlerini kıskanmaları ve savaşa tutuşmalarıdır. 100

İhtiyaçların yerine getirilmesi hususunda gizlilikten yardım talep ediniz. Çünkü her nimetin sahibine hased edilir.101

ALLAH Teâlâ´nın nimetlerinin düşmanı vardır.

Denildi ki: ´Onlar kimlerdir?´ Hz. Peygamber ´Onlar o kimselerdir ki ALLAH´ın fazl-ı kereminden vermiş olduklarına hased edip insanları kıskanırlar´ buyurdu.102

Altı sınıf vardır. Hesaptan bir sene önce cehenneme girerler. Denildi ki: ´Ey ALLAH´ın Rasûlü! Onlar kimlerdir´. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: ´Emirler zulümden, bedevî araplar cahiliye âdetinden, ağalar gururdan, tüccarlar hainlikten, köylü ve çiftçi ise cehaletten, âlimler de hasedden.´103

Ashâb´ın ve Âlimlerin Sözleri

Seleften biri şöyle demiştir: ´Yeryüzünde ilk vukû bulan hata haseddir. İblis´in Hz. Âdem´e mertebesinden dolayı hased etmesi ve ona tâzim secdesinde bulunmamasıdır. Bu bakımdan İblis´i isyana hased zorlamıştır´.

Hikâye ediliyor ki, Avn b. Abdullah104 Fadl b. Muhalleb´in huzuruna girdi. Fadl o zaman Vâsıt şehrinin valisi idi. Avn dedi ki:

-Sana bir nasihat vermek istiyorum!

-Nedir o?

-Kibirden kaçın! Çünkü kibir, ALLAH´a karşı işlenen ilk günahtır.

Bunu söyledikten sonra şu ayeti okudu:

Meleklere ´Âdem´e secde edin´ demiştik de bütün melekler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi ve kâfirlerden oldu.(Bakara/34)

-Harislikten de kaçın! Çünkü harislik, Adem´i (a.s) cennetten çıkardı. ALLAH Teâlâ Âdem´i, eni gökler ve yer kadar olan bir cennete bırakmıştı. Yasakladığı bir ağaç hariç, o cennetin meyvelerinden istediği şekilde yiyebilirdi. Fakat o ağaçtan yedi ve ALLAH
Teâlâ kendisini cennetten çıkardı.

Sonra şu ayeti okudu:

´Hepiniz oradan inin´ dedik. Yalnız benden size bir hidayet (peygamber ve kitab) geldiği zaman, kimler benim hidayetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.

-Hasedden sakın! Çünkü Âdem´in oğlu (Kabil), kardeşine(Hâbil´e) hased ettiği zaman onu öldürdü.

Sonra şu ayeti okudu:

Onlara Âdem´in iki oğlunun haberini gerçek (bir kıssa olarak) oku! Hani herbiri birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan (Kabil), diğerine (Habil´e) ´Seni öldüreceğim!´ demişti. O da ´ALLAH, ancak takvâ sahiblerinin kurbanını kabul eder!´ dedi.(Mâide/27)

Hz. Peygamberin ashabından bahsedildiği zaman onlar hakkında menfi fikir beyan etmekten sakın. Kaderden bahsedildiği zaman sükût et105 Yıldızlardan bahsedildiği zaman sus!

Abdullah b. Ebubekir şöyle anlatıyor: Adamın birisi bir padişaha gider. Padişahın karşısında durur ve şöyle der: İyilik yapana iyiliğinden dolayı iyilik yap! Çünkü kötülük yapanın kötülüğü ona yeter´. Kişinin bu makamından dolayı başka biri ona hased etti ve onu padişaha ihbar ederek dedi ki: ´Padişahım! Senin karşına dikilen ve söylediklerini söyleyen o kişi var ya! O ´Padişahın ağzı kokuyor´ diyor.

-Senin bu sözlerine nasıl inanayım?

-Onu huzuruna çağır. Sana yaklaştığı zaman ağzındaki kötü kokuyu koklamamak için eliyle burnunu kapadığını göreceksin.

-Sen git biz bu durumu tedkik edelim.

İhbarcı padişahın yanından çıktı ve o adamı evine davet etti. Ona sarımsaklı bir yemek yedirdi. O kişi ihbarcının evinden çıkarken âdeti üzere padişahın karşısına dikildi. İyilik yapana, iyiliğinden dolayı iyi davran, çünkü kötülük yapana kötülüğü yeter de artar!´ dedi. Bunun üzerine padişah ona ´Bana yaklaş!´ dedi. Padişaha yaklaştı. Padişah kendisinden sarımsak kokusunu hissetmesin diye eliyle ağzını kapattı. Bunun üzerine padişah ihbarcıyı kasdederek içinden ´Ben filan adamı doğru söylemiş olarak görüyorum´ dedi. O padişah, kendi el yazısıyla ancak büyük bir hediyeyi veya bir caizeyi yazardı. Bu adama kendi el yazısıyla memurlarından birisine bir mektup yazdı: ´Bu mektubu taşıyan kimse sana geldiği zaman onu öldür, derisini yüz ve içini saman doldur ve bana gönder!´ Adam mektubu padişahın elinden aldı, dışarı çıktı. Karşısına kendisini ihbar eden kişi çıktı. İhbarcı ´Bu elindeki mektup nedir?´ diye sordu. Adam ´Padişahın el yazısıdır. Bana büyük bir hediye verilmesini emrediyor!´ dedi. İhbarcı ´Bana hibe eder misin?´ dedi. Adam ´Senin olsun!´ dedi. İhbarcı mektubu alarak doğruca idareciye gitti. İdareci mektubu okurken, getirene şöyle dedi:

-Senin mektubunda seni öldürüp derini yüzmem emrediliyor!

-Bu mektub benim değildir. Benim için ALLAH´tan kork!Padişaha müracaat etmeden beni öldürme!

-Padişahın mektubu için müracaat olmaz.
Sonra adamı öldürüp, derisini yüzdü, saman doldurdu ve padişaha gönderdi. Sonra öbür adam, âdeti üzerine padişahın huzuruna geldi ve yine eskiden söylediklerini söylemeye başladı. Padişah hayretler içerisinde kaldı ve şöyle sordu:

-Sen mektubu ne yaptın?

-Filan adam bana rastladı. Mektubu kendisine hibe etmemi talep etti. Ben de mektubu kendisine verdim.

-O adam bana dedi ki: ´Sen padişahın ağzından pis koku geliyor´ diyormuşsun.

-Hayır! Ben böyle birşey demedim.

-O halde o gün huzuruma gelirken ağzını neden elinle kapattın?

-O adam (ihbarcı), bana sarımsaklı bir yemek yedirdi.Sarımsağı sana koklatmayı hoş görmediğimden öyle davrandım!

-Doğru söyledin. Kendi yerine geç! Kötüye kötülük kâfi geldi.

İbn Sîrin der ki: ´Dünya nimetinden hiçbir şey için başkasına hased etmedim. Çünkü o kimse eğer cennet ehlindense cennete nazaran pek hakir olan dünya için ben ona nasıl hased edebilirim? Eğer cehennem ehlinden ise, ben dünya için ona nasıl hased edeyim? Oysa o ateşe doğru gidiyor´.

Bir kişi Hasan Basrî´ye şöyle dedi: ´Müslüman bir kimse hased eder mi?´ Hasan Basrî cevap olarak şöyle dedi: ´Yakub´un oğullarını sana unutturan nedir? Evet müslüman hased eder. Fakat hasedinin üzüntüsü göğsünde kalır. Çünkü hasedin gereğini elinle ve dilinle yapmadıkça onun zararı sana dokunmaz´.

Ebu Derdâ şöyle demiştir: ´Bir kul fazlasıyla ölümü hatırlarsa, onun sevinmesi ve hasedi pek az olur´.

Muaviye şöyle demiştir: ´Her insanı razı edebilirim. Ancak nimetten dolayı hased eden bir kimse müstesna! Çünkü onu ancak o nimetin ortadan kalkması razı eder´. Bunun için denilmiştir ki:

Bütün düşmanlıkların öldürülüp kalpten atılmaları mümkündür!

Ancak hasedden dolayı düşmanlık yapanın düşmanlığı müstesna!

Hükemadan biri şöyle demiştir: ´Hased iyileşmez bir yaradır. Hasedçinin hasedi atılmaz´.
Bir bedevî şöyle dedi: ´Ben hiçbir zâlim görmedim ki hasedçiden daha fazla mazluma benzesin! Çünkü hasedçi senin nimetini kendisi için bir hikmet ve azap olarak görmektedir´.

Hasan Basrî şöyle demiştir: ´Ey Âdemoğlu! Neden kardeşine hased ediyorsun? Eğer ona nimeti veren, ondaki bir şereften dolayı o nimeti kendisine vermişse, sen ALLAH´ın ikram ettiği bir kimseye nasıl hased edebilirsin? Eğer böyle değilse sonu ateş olan bir kimseye neden hased ediyorsun?´

Biri şöyle demiştir: ´Hasedçi kendisiyle beraber oturduğu bir kimsenin ancak kötü ve zelil telâkki edilmesine sebep olur. Meleğin de ancak lanet ve buğzuna kavuşur. Halktan da üzüntü ve gamdan başka birşey elde etmez. Ölüm anında da ancak şiddet ve korku elde eder. Mahşerde de rezillikten ve azaptan başka birşey kazanmaz´.

_______________________
94)İbn Mâce
95)Müslim, Buhârî
96)Tirmizî
97)Ebu Müslim, Beyhâkî
98)İbn Ebî Dünya
99)Tirmizî
100)İbn Ebî Dünya
101)İbn Ebî Dünya, Taberânî
102)Taberânî
103)Deylemî
104)Hüzeyl kabilesinden olan bu zat Mekkeli ve güvenilir bir zattı. H.
120´den önce vefat etmiştir. Yezid b. Muâviye´nin zamanında Emeviler´e baş
kaldırdığından dolayı bütün aile fertleriyle öldürülmüştür. ALLAH rahmet eylesin!
105) Çünkü kader ALLAH´ın sırlarından bir sırdır, ona dalmak uygun değildir. (İthaf´us-Saade, VI/55)
 
Alt 02-07-2009, 21:48   #78
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hased´in Hakîkati, Hükmü, Kısımları ve Mertebeleri

Hased ancak nimete karşı yapılır. Bu bakımdan ALLAH Teâlâ, kardeşine bir nimet ile ikramda bulunursa, o nimet hakkında iki durumda olabilirsin:

Birincisi: O nimeti hoş görmemen ve onun yok olmasını istemendir. Bu durumun ismi haseddir. Bu bakımdan hasedin tarifi nimeti hoş görmemek ve kendisine nimet verilenden o nimetin yok olup gitmesini istemek demektir.

İkincisi: Nimetin yok olmasını sevmez, onun varlığını ve devamlılığını kerih görmez, fakat onun benzerini kendisi için de ister. Bu durumun adı gıbta´dır. Bazen de buna münafese denir. Bazen de münafeseye hased, hasede münafese denilir. İki lâfzın herbiri diğerinin yerinde kullanılır. Mânâlar anlaşıldıktan sonra isimlerin kullanılmasında herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Mü´min gıbta, münafık ise hased eder.

Birincisi, her durumda haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirin sahip olduğu ve fitne çıkarıp müslümanların arasını bozan, halka eziyet etmekte kullanılan bir malın veya rütbenin onunla bu adamın elinden alınmasını temenni etmek bir zarar vermez. Çünkü sen nimetin nimet olması hasebiyle yok olmasını istemiyor, fesada alet edildiği için yok olmasını istiyorsun. Eğer onun fesadından emin olsaydın onun nimeti seni üzmezdi. Hasedin haram olduğuna bizim naklettiğimiz haberler delâlet etmektedir. Bu tür hased ALLAH Teâlâ´nın bir kısım kullarını diğer bir kısmından üstün kılan kaza ve kaderine küsmektir. Bu ise ne özür ne de ruhsat kabul eder. Acaba bir müslümanın rahat etmesinden kıskançlık duyulmasından daha büyük bir günah mı olur? Oysa ondan sana hiçbir zarar da sözkonusu değildir. Kur´an, buna şöyle işaret etmektedir:

Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ona sevinirler.
(Alu İmran/120)

İşte ayetteki sevinmek, şamata diye tabir edilen durumdur. Hased ile şamata biri diğerinden ayrılmayan eş mânâlardır.

Kitab ehlinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıklarından ötürü sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler.(Bakara/109)

Görüldüğü gibi ALLAH Teâlâ onların, iman nimetinin müslümanlardan yok olmasını istemelerinin hased olduğunu haber veriyor.

Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla bir olasınız.(Nisa/89)

ALLAH Teâlâ, Hz. Yusuf´un kadeşlerinin hasedini zikretmiş ve onların kalplerindekini şu şekilde tabir etmiştir:

(Kardeşleri) demişlerdi ki: ´Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir topluluğuz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir!´ İçlerinden bir sözcü ´Yusuf´u öldürün, yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız size kalsın ve ondan sonra (tevbe edip) sâlih bir topluluk olursunuz!´(Yusuf/8-9)

Yusuf un kardeşleri, babalarının Yusuf´u sevmesini hoş görmedikleri ve bu sevgi onlara nahoş geldiği ve bu sevginin Yusuf´a gösterilmemesini istediklerinden dolayı Yusuf´u babalarından uzaklaştırdılar.

Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (onları nefislerine tercih ederler)..(Haşr/9)

Yani göğüsleri, kardeşlerine verilenden dolayı daralmaz ve ondan dolayı üzülmezler. ALLAH Teâlâ ensâr-ı kiramı hasedleri olmamakla övmektedir.
Yoksa ALLAH´ın fazlından insanlara verdiği nimetlere hased mi ediyorlar? Gerçekten biz İbrahim hanedanına kitap ve hikmet verdik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik.(Nisâ/54)

İnsanlar tek bir ümmet idi. ALLAH peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere hak ile kitabı indirdi. Hüküm etmek için o peygamberlerle kitab gönderdi. Oysa kendilerine kitap verilenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki bağy´den (zulüm ve kıskançlıktan) ötürü o (Kitab hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler).(Bakara/213)

Ayette geçen ve zulümle tefsir ettiğimiz bağyen kelimesi hased mânâsına yorumlanmıştır.
Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.(Şûrâ/14)

ALLAH Teâlâ, ilmi, onları bir araya getirsin, ALLAH´ın ibadet ve taatinde onları birleştirsin diye ihsan ederek ilimde birleşmelerini emretmiştir. Fakat onlar birbirlerine hased ettiler, ihtilâfa düştüler. Çünkü onların herbiri reis olmak ve sözünün kabul edilmesi sevdasında idi! Bu bakımdan birbirlerinin sözünü reddettiler.

İbn Abbas şöyle demiştir: ´Hz. Muhammed (s.a) peygamber olmadan önce yahudiler bir kavimle savaştıkları zaman, ALLAH Teâlâ´ya şöyle dua ederlerdi: ´Yarab! Göndereceğini bize va´dettiğin peygamberin hürmetine, indireceğin kitabın hürmetine bize yardım et´. ALLAH Teâlâ da onlara yardım ederdi. Ne zaman Hz. İsmail´in evladından Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildi, onu tanımalarına rağmen inkâr ettiler.

Vakta ki onlara ALLAH Teâlâ tarafından yanlarında bulunanı tasdik edici bir Kitab geldi, daha önce Arap müşriklerine karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık ALLAH´ın laneti kâfirler üzerinedir. ALLAH´ın, kullarından dilediği kimseye lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek ALLAH´ın indirdiği Kur´an´ı inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar.(Bakara /89-90)

Ayette geçen bağy kelimesi hased mânâsınadır. Hz. Safiye şöyle anlatır: ´Birgün babam, amcama ´Sen bu zat (Hz. Muhammed) hakkında ne dersin?´ diye sordu. Amcam ´Bence Musa´nın müjdelediği peygamber budur!´ Babam ´O halde ne yapmalıyız?´ dedi. Amcam ´Hayatta oldukça ona düşmanlık edelim!´ diye cevap verdi.

İşte haramlık hususunda hased´in hükmü budur. Münafese ise haram değildir. Aksine münafese ya vâcib veya mendup veya mübahdır. Bazen münafese terimi yerine hased tabiri kullanılır. Hased´in yerine de münafese tabiri kullanılır

Kusem b. Abbas106 der ki: ´Kardeşim Fadl ile Hz. Peygamber´e gidip zekât toplama memuru olmak için ricada bulunmayı düşündük. Hz. Ali ´gitmeyiniz! O sizi zekât toplamaya memur etmez!´ dediği zaman onlar Hz. Ali´ye şöyle dediler: ´Senin bu sözün bize karşı ancak bir münafese´den ibarettir. ALLAH´a yemin ederiz ki Hz, Peygamber kızını sana verdiği zaman, biz bunun için sana karşı münafese etmedik´.
Münâfese lûgatta nefaset (imrenmek) kökünden gelir. Münâfese´nin helâl olduğuna delâlet eden ayet şudur:

Ki sonu misktir. İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin/26)

Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın ki o, ALLAH´a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. O, ALLAH´ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir. ALLAH çok büyük ihsan sahibidir.(Hadîd/21)

Müsabaka ve yarışma elden çıkma korkusu olduğu zaman yapılır. Bu, mevlâlarınm hizmetine koşuşan iki köle gibidir; zira bu kölelerin herbiri, arkadaşı kendisinden önce mevlâsının hizmetine yetişip, mevlâsının nezdinde kendisine nasip olmayan bir mertebeyi elde eder diye korkar. Bu nasıl böyle olmasın? Zira Hz. Peygamber açıkça belirterek şöyle buyurmaktadır:

Hased ancak iki haslette vardır:

1. ALLAH bir kişiye mal vermiş ve onu o malı hak yola sarfetmeye muvaffak kılmıştır.

2. Bir kişi ki ALLAH kendisine ilim vermiş, o da kendisine verilen ilimle amel eder ve o ilmi halka öğretir.107
Sonra Hz. Peygamber, bu hadîs-i şerifini Ebu Kebşe el-Enmarî´nin108 rivayet ettiği hadiste (tefsir ederek) şöyle buyurmaktadır:

Şu ümmetin misâli, dört kişinin misâline benzer:

1. Bir kişidir ki, ALLAH ona mal ve ilim vermiştir, o da ilminin gereğiyle malından tasarruf eder.

2. Bir kişi ki ALLAH ona

ilim vermiş, mal vermemiştir. O da şöyle der: ´Yarab! Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı, ben onun yaptığı kadar malımdan tasarruf eder, senin yolunda harcardım´. Bu iki kişi ecirde eşittirler.
İkinci kişinin bu temennisi, yani başkasının malı kadar malının olmasını ve onunla o mal sahibi gibi infak etme temennisi, diğer kişinin nimetinin zâil olmasını istemek değildir.
Ve devamla şöyle buyurmuştur:

3. Bir kişi ki ALLAH ona mal vermiş, ilim vermemiştir. O da kendisine verilen o malı ALLAH´ın günah saydığı yerlerde sarfeder.

4. Bir kişi ki ALLAH kendisine ne ilim, ne de mal vermiştir. O da der ki: ´Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı ben de onun gibi günah yerlere sarfederdim!´ İşte bu iki sınıf günahta eşittirler!109
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a), (dördüncü kişiyi) mâsiyet için temennide bulunduğundan dolayı kötülemiştir. Yoksa başkasına verilen nimet kadar kendisine de nimet verilmesini istemesinden dolayı kötülemiş değildir.

Bu bakımdan başkasına bir nimetten ötürü imrenip onun nimeti gibi nimet isteyene herhangi bir zarar sözkonusu değildir. Şu şartla ki, başkasının nimetinin yok olmasını istemeyip o nimetin devamlılığından rahatsız olup kıskanmıyorsa... Evet! Eğer o nimet iman, namaz ve zekât gibi dinî ve farz olan nimet ise, burada münafese etmek de farzdır. Kişi imanlı, namazlı ve zekâtlı bir kimse gibi olmayı istemelidir. Çünkü böyle olmayı istemediği takdirde günaha razı olmuş olur. Bu ise haramın ta kendisidir. Malları şerefli yerlerde, sadakalarda sarfetmek gibi eğer nimet faziletlerdense burada münafese menduptur. Eğer nimet mübah bir şekilde kendisinden istifade edilen nimetlerden ise, burada münafese mübahtır. Bütün bunlar kişinin nimet sahibiyle eşit olmayı isteyeceği yerlerdir. Nimette ona yetişmeyi temenni etmeye ve nimetten rahatsız olmamak şartıyla bu nimetin altında iki şey vardır:

1.Kendisine nimet verilenin rahatlığı

2.Başkasının bu hususta eksikliği ve kendisinden geri kalması

Kişi bu iki şeyden birini kerih görür, O da nimet sahibinin geri kalması ve onunla eşit olmayı sevmesidir. Bu bakımdan nefsinin başkasından geri kalmasını hoş görmemekte ve mübahlar hususunda nefsinin eksik kalmasını kerih görmekte bir sakınca yoktur. Bu hareket faziletleri eksiltir. Zühd, tevekkül ve rızaya ters düşer. İnsanoğlunu yüce makamlardan mahrum eder. Fakat günahı gerektirmez. Burada ince ve çözümlenmesi zor bir nokta vardır. Şöyle ki: Kişi öyle bir nimete varmaktan ümitsiz olduğu zaman -oysa bu hususta geri ve eksik kalmayı kerih görür- şüphe yok ki bu takdirde kişi eksikliğin ortadan kalkmasını ister. Eksiğin ortadan kalkması ise ya nimet sahibi gibi bir nimete konmasıyla veya o nimetin sahibinden alınmasıyla mümkündür. O halde bu iki yoldan biri kapandı mı kalp ikinci yolu istemekten ayrılmaz. Hatta nimet sahibinin nimeti yok olduğu zaman, nimetin devamından göğüse daha şifâ verici ve serinletici olur; zira nimetin zevaliyle geri kalması ve başkasının önde olması ortadan kalkar. Bu ise kalbin onulmaz bir durumudur. Eğer böyle bir durumda iş kendisine ha-vale edilir, ihtiyarına bırakılırsa, mutlaka nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Bu takdirde şer´an ve dînen ayıplanan bir hasedci olur. Eğer takvâ onu nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaktan alıkoyarsa, o da nimet sahibinin nime-tinin ortadan kalkmasıyla meydana gelen rahatlıktan vazgeçebiliyorsa, aklı ve diniyle nefsinin bu hareketini hoş görmemesi gerekir. Hz. Peygamber´in, şu hadîs-i şerîfiyle böyle bir kimse kastedilmiş olabilir:

Üç haslet vardır ki hiçbir insan o hasletlerden ayrılamaz. Birisi hased, ikincisi zan, üçüncüsü tefe´üldür.

Mü´min için bunlardan çıkış yolu vardır: Birisine hased ettiğin zaman zulme kaçma!110
Yani kalbinde hasedden birşey hissettiğin zaman onun gereğini yapma!
İnsanoğlu nimet hususunda kardeşine yetişmek iradesinde olup bu hedefine varmaktan da aciz ise, bütün bunlara rağmen yarıştığı kimsenin nimetinin ortadan kalkmasına meyletmekten sakınması pek uzak bir ihtimaldir; zira nimet sahibinin nimeti devam ettikçe, şüphesiz onun ağırlığını hisseder. Bu derecedeki bir münafese haram olan hasedle boğuşmaktadır.
 
Alt 02-07-2009, 21:49   #79
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Hased ve Münafese´nin (İmrenmenin) Sebepleri

Münâfese´nin (İmrenmenin) Sebebi
Münâfese´nin sebebi, hakkında münâfese yapılan şeyin sevgisidir. Eğer o şey dinî birşey ise, onun sebebi ALLAH´ın ve Ona ibadetin sevgisidir. Eğer dünyevî birşey ise, onun sebebi, dünyanın mü-bah şeylerini sevmek ve onlarla nimetlenmektir. Bizim şu anda düşüncemiz kötü olan hased ve onun gerçekten çok olan giriş noktaları hakkındadır. Bütün bunlar yedi kısımdır.

Birincisi adavet (düşmanlık), ikincisi taazzuz, üçüncüsü kibir, dördüncüsü ucub, beşincisi sevilen hedeflerin elden gitmesinden korkmak, altıncısı riyaset sevdası, yedincisi nefsin habaseti ve cimriliği´dir. Çünkü kişinin başkasının nimetini hoş görmemesi onun kendisinin düşmanı olmasından kaynaklanır. Bu ise, sadece akran ve emsallere mahsus bir durum değildir. Hatta bazen hasis bir kimse padişaha da hased eder. Yani padişahın nimetinin yok olmasını ister. Çünkü hasis, ya padişah kendisine kötülük yaptığından dolayı veya bir sevdiğini üzdüğünden dolayı padişaha buğzeder veya hased eden bir kimse, hased ettiği kimsenin malıyla kendisine karşı kibir ve gurur tasladığını bildiği için hased eder.

Hased eden ise, onun kibrine tahammül etmemekte, nefsinin izzetli oluşundan dolayı onun gururuna dayanamamaktadır. İşte taazzuzdan gaye budur veya hased edenin tabiatında hased edilene karşı kibir vardır. Fakat hased edilenin nimeti ve serveti olduğundan dolayı bir türlü ona güç yetirip ona karşı kibirlenememektedir. İşte kendisini kibre zorlamaktan gayesi budur. Veya nimet ve mertebesinin büyüklüğüdür. İşte o nimetin benzerini emsalinin elde etmesinden hayrete düşer. Hayretten maksad da budur veya o nimetten dolayı maksatlarına ulaşamamaktan korkmasıdır. Şöyle ki, hased edilen adam o nimetten dolayı hased edenle hedeflerinde boy ölçüşür veya hased edilen adamın elinde bulunan ve o hususta o adamla eşit olmayan nimetin üzerine bina edilen riyaseti sevmez veya bu sebeplerden birisiyle değil de sadece nefsinin habaseti ve ALLAH´ın kullarına verdiği nimeti çok görmesinden olur. Bütün bu sebepleri açıklamak gerekir.

1. Düşmanlık ve Buğz

Bu sebep, hasedin en şiddetli sebeplerindendir; zira herhangi bir sebepten dolayı kendisine eziyet eden herhangi bir yönden ve hedeften kendisine muhalefette bulunan bir kimseden insanoğlunun kalbi nefret eder ve ona kızar. Nefsinde ona karşı kin besler, kin ise içinin rahat etmesini ve intikam almayı ister. Buğzeden kimse kendi nefsiyle içini rahat ettirmekten aciz kaldı mı, bu sefer zamanın o adamdan intikam alması ile içini rahat ettirmeyi ister ve çoğu zaman da bu şekilde hâdiseleri ALLAH nezdindeki büyük derecesine yorarak tefsir eder! Bu bakımdan düşmanına bir belâ isabet etti mi sevinir ve zanneder ki kendisi o düşmana buğzettiğinden dolayı ALLAH o belâyı vermek suretiyle kendisini mükafatlandırmıştır ve kendisinin hatırı için vermiştir! Ne zaman düşmanına bir nimet isabet ederse kızar. Çünkü bu onun muradının aksidir ve çoğu zaman da kalbine ALLAH nezdinde hiçbir dereceye sahip olmadığı zannı gelir! Çünkü kendisine eziyet veren düşmanından ALLAH intikam almamış aksine nimet vermiştir. Kısaca hased, buğz ve düşmanlığı gerektirir ve onlardan ayrılmaz. Takvânın gayesi, zulmetmemektir ve böyle bir şeyi nefsinde görmeyi çirkin saymaktır. İnsanoğlu başka bir insana buğzetsin, sonra o insanın nezdinde kendisini sevmesi ile sevmemesi eşit olsun, yani buğzunun icabına göre hareket etmesin, bu mümkün değildir. Bu durum yani düşmanlıktan dolayı hased öyle bir durumdur ki ALLAH kâfirleri onunla vasıflandırmıştır. Çünkü şöyle buyurmuştur:

(Siz) kitabın tamamına inanırsınız. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman ´inandık´ derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. Deki: ´Öfkenizden ölün! Şüphesiz ALLAH göğüslerin özünü bilir´. Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır; size bir kötülük dokunsa ona sevinirler. Eğer sabreder, ALLAH´tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz ALLAH onların yaptıklarını kuşatmıştır.(Âli İmran/119-120)

Onlar size fenalık yapmakta, fesat çıkarmakta kusur etmezler ve sıkıntıya girmenizi arzu ederler. Onların size olan kin ve düşmanlıkları taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri düşmanlık ise daha büyüktür.(Alu İmran/118)

Buğzetmekten dolayı meydana gelen hased, bazen işi mücadeleye hatta savaşa kadar götürür. Hayatını, hilelerle ve ihbarcılıkla perdeyi yırtmaya ve benzer hareketlerle hased edilen adamın ni-metini ortadan kaldırmaya sarfedip heder eder durur.

2.Taazzuz

Taazzuz demek, başkasının kendisinden maddeten ve mânen yüksek olmasına tahammül etmemek ve bunu dayanılmaz görmektir. Bu bakımdan akran ve emsallerinden birisine büyük bir mevki, ilim veya servet verildiğinde onun bu mertebesinden dolayı kendisine karşı böbürlenmesinden korkarak, buna da tahammül edemeyeceğini tahmin ederek ve nefsinin o arkadaşının ahmakça bir hareketini kaldıramayacağından endişe ederek hased etmektir. Gayesi gurur ve kibir taslamak değildir. Aksine kibirlenmek suretiyle karşısındakinin kibrini bertaraf etmektir. Çünkü kendisi onun eşitliğine razı olmuştur, fakat onun büyüklük taslamasına razı değildir ve tahammül etmez.

3.Kibir

Kibir demek, kişinin tabiatında hased ettiği insana karşı böbürlenmenin bulunması demektir. Onu küçümsemesi, hizmetlerine koşturması, ondan elpençe divan durmayı beklemesi, onu gaye ve hedeflerinin arkasında sürüklemeyi istemesi demektir. Bu bakımdan kendisine hased edilen adam herhangi bir nimete konduğu zaman hasedçi, kendisinin nimetten gelen gururunu hazmedemeyeceğinden, tebaiyetinden yüz çevireceğinden veya kendisiyle eşit olmaya doğru adımlar atacağından ve nefsini kendisinden daha yüksek göreceğinden korkar. Bu bakımdan daha önce altta olduğu halde bu sefer üste çıkması sözkonusu olur! Kâfirlerin çoğunun Hz. Peygamber´e karşı hasedleri, tekebbür ve taazzuzdan ileri geliyordu; zira onlar dediler ki: ´Yetim bir genç bizi nasıl geçer, biz ona nasıl başeğeriz!´ İşte bu hakikati ilân eden ayet!

Yine şöyle dediler: ´Şu Kur´an iki kentten (Mekke ve Tâif ten) büyük bir adama (mal ve mevkii büyük bir kimseye) indirilmeli değil miydi?´(Zuhruf/31)

Yani ´Böyle bir kimseye Kur´an indirilseydi ona baş eğmek bize ağır gelmezdi. Malca büyük olan o kimseye biz tâbi olurduk!´

Böylece biz onların bir kısmını diğer bir kısmıyla imtihan ettik ki ´ALLAH aramızdan şunlara mı lütfu lâyık gördü?´ desinler!(En´âm/53)
Onların bu sözleri, fakir müslümanları tahrik etmek ve onlara karşı böbürlenmek içindir.

4. Taaccüb

Nitekim ALLAH Teâlâ, gelmiş ve geçmiş ümmetlerden haber vererek onların şöyle dediğini bize nakletmektedir:
Sizler ancak bizim gibi beşersiniz!(Yâsîn/15)

Bizim gibi olan iki beşere mi iman edelim?(Mü´minûn/47)

Eğer siz sizin gibi bir beşere itaât ederseniz o zaman siz, mutlaka zarar edenlersiniz demektir.(Mü´minûn/34)

Kâfirler peygamberlerin risalet mertebesinden, vahy almalarından ve ALLAH´a yakın olmalarından hayrete düştüler. Çünkü peygamberler de onlar gibi beşer idiler. Bu bakımdan peygamberlere hased ettiler. Peygamberliğin onlardan alınmasını istediler. Kendileri gibi beşer olan ve yaradılışta benzerleri olan kimselerin kendilerinden üstün olmasından sıkıldılar. Onların böyle yapması tekebbür kasdından veya riyaset talebinden veya eski bir düşmanlıktan veya diğer sebeplerin birisinden ileri gelmiyordu. Onlar hayret ederek şöyle dediler:

ALLAH bir beşeri mi rasûl olarak gönderdi?!(İsrâ/94)

Üzerimize melekler indirilse ya!(Furkan/21)

Korunup da merhamet edilmeniz için, aranızdan sizi uyaracak bir adam aracılığı ile bir zikir gelmesine şaştınız mı?(A´raf/63)

5.Maksatların Elden Kaçmasından Korkmak

Bu tür hased, bir tek maksadın etrafında birbirini kıskananlar arasında meydana gelir ve bunların herbiri maksadını elde etmekte yardımcı olacak her nimet hususunda arkadaşına hased eder. Kumaların kadınlık maksatlarından ötürü birinin diğerine hased etmesi bu türdendir. Anne ve babanın kalbindeki şefkate erişmek için kardeşler arasındaki hased de bu tür hasedtir. Bu hasedi mal ve şeref maksadlarına varmak için güderler. Aynı hocanın talebeleri arasında hocalarının kalbindeki şefkate nail olmak için yapılan hased de bu türdendir. Padişahın yakınları ve hizmetçileri de onun gözüne girmek için bu tür bir kıskanma içerisindedirler. Gayeleri gözde olup mal ve mertebeye ulaşmaktır. Belli fakîhlerin takdirini kazanmak için sürtüşen ve biri diğerine hased eden âlimlerin kıskanması da böyledir; zira birtakım gaye ve hedeflere varmak için onların herbiri insanların kalbinde taht kurmak isterler.

6.Riyaset Sevgisi

Bu sebep; riyaset sevgisi ve herhangi bir maksada ulaşmak için değil de sadece (kuru bir hevesle) kendi nefsine rütbe ve nüfuz istemesidir. Bu, herhangi bir sanatta emsali olmasın diye çırpınan bir kişi gibidir. Bu kişiye halkın methetme sevgisi galebe çaldığı ve ´filan adam ihtisas sahasında asrının biricik adamıdır´ diye övgüler yağması kişiyi bu bâdireye sürükler! Çünkü bu kişi kâinatın en ücra köşesinde bile bir benzerinin olduğunu işittiği zaman rahatsız olur ve onun ölümünü ister veya kendisine eşit olmasına vesile olan nimetinin ortadan kalkmasını ister. Mesela kahramanlık, ilim, ibadet, sanat, güzellik, servet veya özelliği olan herhangi bir hususta kendisine ortak ve eşit olan bir kimsenin bu nimetinin elinden gitmesini ister ve bu hususta tek başına kalmak kendisini sevindirir. Bu hasedin sebebi, daha önce vâki olan bir düşmanlık, taazzuz ve tekebbür değildir. Sadece tek başına ´filan sahada önder ve reistir´ denmesinden duyduğu övünçten ve başka gayesinin yok olma korkusu da değildir. Bu mânâ reislik haricinde bulunan birtakım maksadlarına varmak için halkın kalbinde taht kurmak isteğinden ibaret olan birtakım âlimlerin arasında cereyan eden mânânın ötesinde bir mânâdır. Yahudi âlimleri, Hz. Peygamberi (s.a) tanıdıklarını inkâr ediyorlar ve ona iman etmiyorlardı. Çünkü ilimleri Hz. Peygamberin gelmesi sebebiyle ortadan kalktığı zaman, baş olmaları ve reislikleri iptal olunmuş ve ortadan kalkmıştı!

7. Nefsin Habâseti

Yedinci sebep, nefsin habâseti ve ALLAH´ın kullarına isabet eden hayırdan ötürü onları kıskanmasıdır; zira riyaset ve gururla meşgul olmayan, mal istemeyen bir kimseyi görürsün ki onun yanında ALLAH´ın kullarından birinin iyi durumlarından bahsedildiği ve ALLAH´ın kullarına nimet olarak verdiklerinden bahsedildiği zaman kendisine ağır gelir! Kendisine insanların işlerinin bozukluğundan ve karışık durumlarından, amaçlarının suya düştüğünden, hayatlarının bulanık geçtiğinden bahsettiğin zaman sevinir! Bu kimse hiçbir zaman başkasının rahatlığını hoş görmez. Daima başkasının perişanlığı hoşuna gider. ALLAH´ın nimetlerini kullarına çok görür. Cimrilik yapar. Sanki o kullar o nimetleri onun mülkünden ve hazinelerinden almışlar gibi davranır. İki türlü bahil (cimri) vardır. Biri, öz malıyla halka karşı cimrilik yapar. Diğeri, başkasının malıyla halka karşı cimrilik yapar. İşte bu insan da ALLAH´ın nimetleriyle başkasına karşı cimrilik yapar. Kendisiyle aralarında herhangi bir bağ ve düşmanlık olmayan kullara ALLAH´ın vermiş olduğu nimetleri çok görür! Bunun zâhirî bir sebebi yoktur. Ancak nefiste bulunan bir habaset ve tabiatta bulunan bir rezaletten başka! Bu insanın yaratılışı böyle bir habâset üzerinedir, bunu tedavi etmek gayet güçtür. Çünkü diğer sebeplerle meydana gelen hasedin sebepleri ârızî olduğu için onun sö-külmesi ve tedavisi düşünülebilir ve insan tedavisine ümit bağlar. Hasedin şu son kısmı ise, insanın yaradılışında bulunan bir çirkinliktir. Herhangi bir ârızî sebepten doğmamıştır. Bu bakımdan onun sökülmesi güçtür; zira mucize kabilinden olmazsa normal yollardan sökülüp atılması imkânsızdır.

İşte bunlar hasedin sebepleridir. Bazen bu sebeplerin bir kısmı veya tümü veya çoğu bir şahısta toplanır, dolayısıyla o şahısta hased oldukça kabarık olur. Öyle bir duruma gelir ki kişi onu düzeltmek ve karşısındaki insana zâhirde olsun idare-i kelâm etmek kuvvetine bile sahip olamaz. Aksine idare-i kelâm etmek perdelerini yırtar, açıkça belirtmek suretiyle düşmanlığı su yüzüne çıkar. Hased edenlerin çoğunda bu sebeplerin bir veya birkaçı bulunur. Herhangi bir sebebin bunlardan ayrılması pek enderdir.
 
Alt 02-07-2009, 21:51   #80
Kullanıcı Adı
Duygu'Seli~
Standart
Emsal Akran,Kardeş,Amca Çocukları ve Akrabalar Arasındaki Hased Çokluğunun Sebebi ve BaşkalarıArasındaki Hasedin Azli
Hased


Daha önce belirttiğimiz sebepler bir kavmin arasında çoğaldığı takdirde çoğalır. Bu sebeplerden bir kısmı bir kavmin arasında belirgin bir şekilde kuvvet bulursa, hased de onların arasında kabarır, kuvvetlenir; zira bir şahsa birkaç sebepten ötürü hased edilmesi mümkündür. Mesela başkasının kibir ve gururlanması ağırına gider ve başkalarına karşı kibir gösterir veya düşmanlığından ötürü kibir gösterir. Bunlar gibi daha nice sebepler vardır.

Bu sebeplerden biri, diğerine çeşitli bağlarla bağlı bulunan kimseler arasında çoğalır. O bağlar ki onlardan dolayı sohbet meclislerinde bir araya gelirler. Yine o bağlardan dolayı hedeflerde birleşirler. Bu bakımdan onlardan bir kimse herhangi bir gayede arkadaşına muhalefet ederse, arkadaşının tabiatı ondan nefret eder ve böylece arkadaşının kalbinde kin yerleşir, kin yerleşince de arkadaşı kendisini tahkir eder ve kendisine karşı böbürlenir.

Gayesinde kendisine muhalefet etmesinin bir karşılığı olarak bunu yapar ve kendisini gayelerine ulaştıracak nimete, başkasının sahip olmasından hoşlanmaz. İşte bu sebeplerden bir yığını arka arkaya gelir. Çünkü uzak iki memlekette bulunan iki şahsın arasında herhangi bir bağlantı yoktur. Bu bakımdan böyle olan iki şahsın arasında kıskanma ve hased de sözkonusu olamaz. İki ayrı mahallede oturanlar için de böyledir.

Evet! Bir meskende veya bir çarşıda veya bir medresede veya bir mescidde komşu olan, gayeleri çarpışan, maksat ve hedefleri aynı olan insanlar arasında gayelerden dolayı zıddiyet, nefret ve hasedleşme belirir ve kabarır. Bundan da hasedin diğer sebepleri doğup meydana gelir. İşte bunun için âlim âbide değil de âlime hased eder. Âbid âlime değil de başka bir âbide hased eder. Tüccar tüccara hased eder. Öyle ki ayakkabı tamircisi kumaş satıcısına değil de başka bir ayakkabı tamircisine hased eder. Ancak, sanat birliği değil de başka bir sebepten dolayı ayakkabı tamircisi kumaş satıcısına buğzediyorsa, o zaman başka! Kişi öz kardeşine ve amcasının oğluna, yabancı kimselere hased ettiğinden daha fazla hased eder. Kadın, kumasına ve kocasının cariyesine kayın validesine ve kocasının başka hanımından olan kızına hased ettiğinden daha fazla hased eder. Çünkü bezzazın hedefi, ayakkabı tamircisinin hedefinden başkadır. Bu bakımdan onlar maksad ve hedeflerde sürtüşmemektedirler; zira bezzazın gayesi servettir. Bunu da ancak fazla bezzaziye getirmek suretiyle elde eder. O halde bu bezzazla başka bezzazın gayeleri çarpışır; zira bezzazın müşterisi, ayakkabı tamircisi tarafından davet edilmez. Aksine başka bir bezzaz onu davet edebilir. Sonra manifaturacının bitişiğindeki manifaturacı ile yarışması, kendisinden uzak olup çarşının öbür tarafında olan bir manifaturacı ile yarışmasından daha fazladır. Bu bakımdan hiç kuşkusuz komşusuna karşı hissettiği hased daha fazladır. Kahraman bir kimse de başka bir kahramana hased eder, âlime hased etmez. Çünkü onun gayesi kahramanlıkla yâdedilmesi ve şöhret bulmasıdır. Bu haslette tek başına kalmasıdır. Âlim bir kişi bu hedefte onunla yarışmaz. Böylece âlim âlime hased eder, kahramana hased etmez. Sonra vâizin vâize hased etmesi, vâizin fakihe ve doktora hased etmesinden daha fazladır. Çünkü iki vâiz arasındaki mücadele, fakih ve doktor ile müşterek olduğu hedeften daha özel bir hedef içindir. Bu bakımdan bu hasedlerin kökü düşmanlıktır. Düşmanlığın kökü de bir hedef üzerinde çarpışmaktır. O tek hedef de uzak olan kimseleri değil de bir diğeriyle münasebeti ve ilgisi olan kimseleri kapsar. Öyle ise bu sırra binaen hased, münasebetleri olan iki kişi arasında daha çok vâki olur. Evet! Post kapmak hususunda amansız bir hırsa sahip olan ve bütün kâinatın en ücra köşelerine kadar nam ve şöhretinin yayılmasını isteyen bir kimse, uzak da olsa bu hususta kendisiyle boy ölçüşen herkesi kıskanır ve hased eder! Bütün bunların menşei dünya sevgisidir. Çünkü toslaşanlar için daralan saha ancak dünyadır. Âhiret ise, orada darlık sözkonusu değildir. Âhiretin misali, ilim nimetinin misâli gibidir. Şüphe yoktur ki ALLAH´ın sıfatlarının, meleklerinin, peygamberlerinin, gökler ve yer melekûtunun marifetini seven ve isteyen bir kimseden hiç kimse bu isteği bilinse bile nefret etmez. Çünkü marifet, âriflerin çokluğuyla daralmaz. Hatta bir tek malûmu bir milyon âlim bilir ve onu bilme-sinden dolayı sevinir ve zevk duyar. Hiçbirinin lezzeti diğerinin lezzetinden dolayı eksilmez. Aksine âriflerin çokluğu sebebiyle yakınlık daha da artar. İstifade ve ifade etmenin semeresi ve meyvesi daha da çoğalır. İşte bu sırra binaendir ki din âlimleri arasında kin ve hased yoktur. Çünkü maksadları ALLAH´ın mârifetidir. Bu ise engin bir denizdir. Hiç kimsenin dalmasıyla daralmaz. Din âlimlerinin gayeleri ALLAH nezdinde büyük bir makama sahip olmaktır. ALLAH katında ise darlık diye birşey yoktur. Çünkü ALLAH katındaki nimetlerin en güzeli onunla mülâki olmaktır. Bu lezzette ise hiçbir mümanaat ve toslaşma sözkonusu olmaz. Doya doya seyredenlerin bir kısmı diğer bir kısmına yeri daraltmaz. Aksine onların çokluğuyla yakınlık daha da artar. Evet! Âlimler ilimleriyle mal ve dünya rütbesi istedikleri zaman, biri diğerine hased eder. Çünkü mal, görünen cisimlerdir. Birisinin eline girdi mi başkasının eli ondan boş kalır. Makam ve mertebenin amacı, kalpleri elde etmektir. Ne zaman bir şahsın kalbi bir âlimin yüceltilmesiyle dolarsa, o kalp âhireti yüceltmekten yüz çevirir veyahut bu hususta eksilir. İşte böylece bu durum hasedleşmeye ve toslaşmaya sebep olur. Bir kalp ALLAH´ın mârifetinin sevgisiyle dolduğu zaman bu sevgi başkasının da kalbinin dolmasına mâni değildir ve başkasının sevinmesine engel de teşkil etmez.

İlim ile mal arasındaki fark şudur: Mal, Zeyd´in elinden çıkmadıkça, Amr´ın eline giremez. İlim ise âlimin kalbinde istikrar bulmuştur. Başkasının kalbine de o âlimin öğretmesiyle yerleşir. O âlimin kalbinden göç etmeksizin başkasına da nasib olur. Mal, cisimler ve ayinlerdir. Bunların ise sonu vardır. Bu bakımdan eğer insan yeryüzündeki bütün serveti elde ederse, başkasının elde edeceği bir servet kalmaz. İlmin ise sonu yoktur ve tamamının bir insan tarafından elde edilmesi de düşünülemez. Bu bakımdan ALLAH´ın celâl ve büyüklüğü hakkında, yerin ve göklerin büyüklüğü hakkında düşünmeyi kendi nefsine âdet edinen bir kimsenin katında bu düşünce her nimetten daha tatlı gelir ve bu kimse bundan menedilemez ve bu hususta bununla çekişen hiç kimse de bulunmaz. Bu bakımdan bu kimsenin kalbinde hiç kimseye hasedi olmaz! Çünkü bu kimseden başkası da onun mârifeti gibi mârifet sahibi olursa, lezzetinden zerre dahi eksiltmez. Aksine o ikinci kimsenin ünsiyetinden dolayı lezzeti gittikçe artar. Bu bakımdan bu kimselerin lezzeti daimî bir şekilde melekût âleminin acaibliklerini mütalâa etmekten gelir ve cennetin ağaçlarına ve bahçelerine zâhir gözüyle bakan bir kimsenin lezzetinden daha büyük olur. Çünkü ârif bir kimsenin nimeti ve cenneti, onun zâtının sıfatı olan mârifetidir. O mârifetin gitmeyeceğinden emindir! Arif kişi daima o mârifetin meyvelerini koparıp yemektedir!..

Bu bakımdan ârif kişi ruhuyla, kalbiyle, ilminin meyveleriyle gıdalanmaktadır ve bu meyve herhangi bir elle kesilip ambalajlanmış, başkasının bedavadan yemesinden menedilmiş bir meyve değildir. Aksine bu meyveler, isteyenlere yaklaşmış meyvelerdir. Ârif kişi eğer zâhirî gözünü kapatırsa, onun ruhu daima yüce cennetlerde pırıl pırıl parlayan bağ ve bahçelerde yayılır. Eğer âriflerin çok olduğu farzedilirse, bunların biri diğerine hased ediciler olmazlar. Aksine ALLAH Teâlâ´nın haklarında şöyle buyurduğu kimseler gibi olurlar:

Biz o cennettekilerin kalplerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar.(Hicr/47)

İşte onların, daha dünyada iken halleri böyledir. Acaba perde kalktığı zaman ahiret âleminde mahbub görüldüğü zaman onlar nasıl olurlar. Bu bakımdan cennette hasedin varlığı düşünülemez. Cennet ehlinin dünyada da hased etmeleri sözkonusu değildir. Çünkü cennette ne darlık, ne de çekişme vardır. O cennet ancak ALLAH´ın mârifetiyle elde edilir. O mârifet ki dünyada bile onda çekememezlik sözkonusu değildir. Cennet ehli zarurî olarak, gerek dünyada gerekse ahirette hasedden beridir.

Genişliğinden uzaklaşmış, siccîn´in darlığına yaklaşmış kimselerin sıfatlarındandır ve bunun için de ALLAH´ın rahmetinden kovulmuş şeytan bu vasıfla vasıflandırılmıştır. Onun sıfatlarından biri, Hz. Âdem´e ihsan edilen özellikten dolayı Hz. Âdem´e hased etmesidir. İblis secdeye davet edildiği zaman gururlanarak secde etmekten çekinmiş ve isyan ederek temerrüd etmiştir. Anlaşılmıştır ki hased, ancak hepsine yetmeyecek bir hedefe üşüşmekten ileri gelir. Bunun için halkın, göğün ziynet ve süsüne bakmakta birbirlerine hased etmediklerini, ancak yeryüzünün küçücük bir parçası olan dağ ve bahçelerden dolayı hased ettiklerini görürsün. Oysa bütün arzın semaya nisbeten hacim bakımından hiçbir kıymet ifade etmediği âşikârdır. Sema, genişliğinden dolayı insanların bakışları için yeterlidir. Sema için insanlar arasında çekişmek ve hasedleşmek asla sözkonusu olamaz. Eğer basiretli isen ve nefsin için şefkatli isen öyle bir nimeti aramalısın ki o nimetten dolayı hiç kimse ile çekişme ve o nimetin hiçbir zaman yok olması sözkonusu olmasın. Bu nimet dünyada ancak ALLAH´ın mârifetinde, sıfat ve fiillerinin marifetinde, gökler ve yerin melekûtunun acaibliklerinde bulunabilir. Ahirette de bu mertebeye ancak bu mârifet ile varılabilir. Eğer sen ALLAH´ın mârifetine müştak değilsen, onun lezzetini duymazsan, bu husustaki görüşün gevşemiş, bu husustaki isteğin dumura uğramışsa, o vakit sen mâzur sayılırsın; zira cinsî ilişkiden mahrum olan bir kimse, asla cimanın lezzetine iştiyak göstermez. Çocuk da taht ve tacın lezzetine ihtiyaç duymaz. Çünkü bunlar öyle lezzetlerdir ki çocuklar ve erkek olmayanlar değil de ancak erkekler o lezzetleri idrak edebilirler. Mârifetin lezzeti de böyledir. Onun idrâki, ancak erkeklerin şânındandır.

Kendilerini ne ticaretin, ne de bir alışverişin ALLAH´ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı kimseler...(Nûr/37)

Bu lezzete onlardan başkası iştiyak göstermez. Çünkü iştiyak ancak tatmaktan sonra olur. Tatmayan bilmez, bilmeyen müştak olmaz. Müştak olmayan aramaz. Aramayan idrâk etmez. İdrâk etmeyen de esfel-i sâfilînde mahrumlarla beraber olur.
 
Konu Kapatılmıştır


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi