09-07-2009, 17:40 | #1 |
^^ Köşe Yazılarından Paragraflar.. ^^
"Köşe Yazılarında Paragraf Seçme" konulu yarışmamıza katılan arkadaşlarımız bu başlık altına paragrafları ekleyebilirler.
Yarışma Bağlantısı: Ödüllü Yarışma | Köşe Yazılarılarından Paragraflar.. Bu başlık altında karşılıklı konuşmak yasaktır ! Teşekkürlerinizi 'Beğeni Ver' butonuna tıklatarak ifade edebilirsiniz.
Konu Yalçın KARACA tarafından (09-08-2009 Saat 14:28 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
09-08-2009, 13:08 | #2 |
Zaman Gazetesi 8 Eylül 2009 Mümtazer Türköne'nin "Üniter Devlet in, Laiklik Out" başlıklı köşe yazısından beğendiğim bir paragraf,
"Her sene Yüksek Yargı temsilcileri kurumsal vesilelerle birer "yıllık" konuşma yaparlar ve bu konuşmaların merkezinde de laiklik prensibi olurdu. Yine genel olarak otoriter bir laiklik tanımı ve yorumu üzerine "laiklik düşmanları"na meydan okunur ve yargı adına laik cumhuriyete sahip çıkılırdı. Yargıtay Başkanı'nın konuşmasında, alıştığımız türden bir laiklik vurgusu yok. Muhtemelen diğerlerinde de olmayacak. Dikkat çekici bir durum: Yaklaşık bir yıldır, hemen hemen mahallî seçim kampanyası başladığı tarihten bu yana, Türk Silahlı Kuvvetleri bile dişe dokunur bir laiklik uyarısı yapmadı." |
|
09-08-2009, 13:22 | #3 |
Zaman Gazetesi 07.09.2009 A.Turan ALKAN'ın Köşe Yazısı ''Hayır, bölünmeyeceğiz''adlı yazıdan bir paragraf...
Şu dar günde milliyetçi fikriyatın krize katkısı sadece üst perdeden tehdit ve bir adım sonra "bölünmeye gidiyoruz" feryadı mı olmalıydı? Nerede şu beğenmediğiniz içi boş açılım planına çöp tenekesini boylatacak çok daha iyi bir açılım projeleri? Milliyetçilik, çok daha iyi bir plân ortaya koyan bir siyasetin dili olmalıydı. Militan milliyetçiliği herkes yapabilir, fikrî ve teorik manada milliyetçiliğe katkı yapmak ise herkesin kârı değil... Ve bir şey daha biliyorum: Bir ülkeyi, milliyetçilerinden başka kimse bölemez! |
|
09-08-2009, 13:31 | #4 |
26 Ocak 2008 tarihli Engin Ardıç'ın ''Bu kafayla işiniz zor'' adlı yazısından bir bölüm;
İnsanlar, “simgelere” aşırı önem verdikleri gibi, bu tür “gösterilere” de çok titizlikle yaklaşıyorlar. İnsanlar “ritüel” severler. Ritüel, ayrıntıları kalıplaştırılmış, değiştirilmesi çok zor, hatta imkânsız bir gösteriler bütünüdür. Anıtkabir ziyareti de böyledir, mason locası töreni de, merasim kıtası denetimi de... Huu çekmek de, bölükiçtimaı da... Katoliklerin pazar ayini de, satanistlerin kedi kesmeleri de... Ritüelin ayrıntılı eylemleri, zamanla içeriklerinden boşalırlar, kendi başlarına varolmaya koyulurlar, biçim özün önüne geçer, onun yerini alır. Ve artık hiçkimse ritüeli sorgulayamaz. Yenilik ve değişikliğin sözkonusu olmaması da, ritüeli uygulayanları rahatlatır, kalıba girmenin edilgin güvenini duyurur onlara. Bu yanıltıcı bir duygudur ama küçük insanların yanılmamaya ihtiyaçları yoktur ki! |
|
09-08-2009, 13:42 | #5 |
06.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Yaşa Varol İnönü!'' adlı yazısından bir bölüm;
Ama bir zamanlar, cumhuriyetin şu anlı şanlı "ilk döneminde" mahyalara neler yazılmış neler... En çarpıcı olanı "VAR OL İNÖNÜ"... Yarın bir imam aşka gelip "yaşa Recep Tayyip" yazdırsa, tozunu atarlar tozunu, kemiklerini sıyırırlar... Ama bakın "şanlı ordu" yazarsanız kimse ağzını açmayacaktır. Daha başka sloganlar da atılmış otuzlu ve kırklı yılların mahyalarında: "Para biriktir", "yerli malı kullan" gibi şeyler. "Tayyare" bile çizilmiş ayyıldız içine... Türk Hava Kurumu, ya da "Türkkuşu" reklamı... Hiçkimse ağzını açamamış, çünkü ağzını açmak yasakmış. |
|
09-08-2009, 14:39 | #6 |
TARAF-Mehmet ALTAN-Ölü Yargı!
Dün Yargıtay Başkanı’nın konuşmasını dinlerken doğrusu çok zorlandım. Bu konuşmayı, gelişmiş bir ülkenin yüksek yargıçları önünde ya da Oxford, Sorbonne ya da Harvard gibi bir üniversitenin hukuk fakültesinde yapsaydı, onu dinleyenler ne düşünür, ne hissederlerdi diye aklımdan geçirdiğimde yüzüm hafiften bir kızardı. Bir ülkenin Yargıtay Başkanlığı gibi “en onurlu, en saygıdeğer” olması gereken makamına yükselmiş birinin hiç hukuk ve demokrasi bilinci olmaması, ne hukuk felsefesini, ne demokrasinin özünü kavramış olması beni utandırdı. Yargıtay Başkanı öyle laflar etti ki bu ülkede hukuk diye bir şey olmadığını, yargının çoktan öldüğünü sanki bütün dünyaya ilan etti. Konuşmasını nasıl bir ruh haliyle hazırladıysa, konuşmayı okurken bazı yerleri “atlaması” gerektiğini kendisi de fark etti. Ama “atladığı” o satırlar basına dağıtılan yazılı metinde yer alıyordu. Başkan’ın okumadığı ama yazdığı şu satıra bakın: “Yandaş yargıyı değil, tam bağımsız ve tarafsız yargıyı oluşturmak için uğraş vermeliyiz.” Türk hukukunun düzeyi bu mu? Orta boy bir politikacı konuşması bu. |
|
09-08-2009, 14:41 | #7 |
Hasan KARAKAYA-VAKİT-İki Merkez hikâyesi... Pisuvar mı, “pis su var” mı?
Son günlerde en çok konuşulan olaylardan birisi de Ordu Valisi Ali Kaban’ın Merkez’e alınması... Malûm, Vali Bey, camilerdeki “pisuvar”ları söktürdüğü için “hedef tahtası”na oturtulmuş, “Merkez Valiliği”ne de bu sebeple alındığı iddia edilmişti... “Hedef tahtası”na oturtulmuştu ya, vur abalıya... “Laik Devlet”in valisi, “cami”lerle ve “pisuvar”larla niye bu kadar uğraşıyordu?.. “Resepsiyon”lara katılsın, “içki”sini yudumlasın, “protokol”lerde ve “karşılama törenleri”nde hazır bulunsun, yeterdi!.. “Cami”ymiş, “temizlik”miş, Vali’nin işi miydi bunlarla uğraşmak?.. Ama Vali Ali Kaban, standart dışı bir valiydi... “Dindar” bir kişiliğe sahipti... “Pisuvar” olayından önce de “cami denetlemeleri” ile gündeme gelmiş ve “ulusal-cı basın”dan önce, “yerel basın”ın saldırılarına maruz kalmıştı!.. Onlar da, “Camileri denetlemek Vali’nin işi mi?” diye saldırmışlardı Ali Kaban’a... Oysa, “hayırlı bir iş” yapıyordu Vali Bey... Meselâ, bir defasında “namaz” kılmak için bir “cami”ye gitmişti... Ama, minaresinden ezan okunan cami “kapalı”ydı... Evet, ezan “merkezi sistem”le okunmuştu ama cami kapalı, imam da ortalarda yoktu!.. Vali Bey; “imam”ı çağırtmış ve sormuştu; “Ezan okundu ama siz ortalarda yoksunuz... Bu ne iş?.. Gelip, niye açmadınız camiyi?” İmam efendi ıkınmış, sıkınmış sonra da gerekçesini şöyle açıklamıştı: “Ezan merkezi sistemle okunduğu için, bize lüzum kalmıyor... Cemaat de gelmediği için, camiyi açmaya gerek duymuyorum!” “Olur mu öyle saçmalık” demişti Vali Bey; “İşte ben geldim, namaz kılacağım ama cami kapalı!” |
|
09-08-2009, 17:25 | #8 |
08.09.09
Yenişafak- Akif Emre- Cumhuriyet'in Osmanlı'yla barışı? "Sorun şu ki: laiklik projesinden çağdaşlaşmaya kadar Osmanlıdan tarihsel köken bulma iddiasındaki aydınlar, tarihçiler, siyaset ve sosyal bilimciler Kürt açılımı konusunda Osmanlı dene-yimini neden görmezden gelirler? Yoksa dış dinamiklerin devreye girmesiyle oluşacak bir çözüm adına çözümsüzlüğe de tarihsel arkaplan aramaya mı koyulacağız? Dış dinamiklerin hiç de kenardan seyretmediği bu süreç ancak tarihsel tecrübeyle aşılabilir. Aksi takdirde dış faktörlerin ortaya çıkaracağı pek çok karanlık noktaların tuzağına çekilmemek mümkün değil. Tarih yapıp ettiklerimizi meşrulaştırmak için gerekçelendirdiğimiz bir deneyim olmaktan çok geleceği okuyacağımız bir ders kitabı ise anlamı vardır." Evet, pek çok aydınımız, tarihçimiz Osmanlıyı referansla günümüzü doğruluyor değil miydi? Köklere ulaşarak dalların sağlam zamin üzerinde büyümesini sağlamak için.. Bugün yeni bir çiçek büyütmeye çalışılıyor bu dallarda.. Demokratik açılım adıyla, huzur çiçeğinin boy vermesi isteniyor devletin "vatan" olarak görüldüğü her toprağında.. Biz "kendi kimliğiyle, bir arada yaşama" kültüründen gelenler insanlar değil miyiz ki.. Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı.. Türkiye topraklarında iken; köklerimize gittiğimizde kıtaları aşan bir imparatorlukta Arap'ı, Yunan'ı, Bulgar'ı..nın bir arada yaşadığını görmüyor muyuz? Birleşmeye çalışıldıkça büyür gücümüz, ayrılıklardan fasıl açtıkça erir bütünlüğümüz.. Biz "kendi kimliğimizle" bir olabiliriz.. Vatan içinde.. Konu Fasl-ı Gül tarafından (09-08-2009 Saat 17:27 ) değiştirilmiştir.. |
|
09-09-2009, 01:53 | #9 |
Hasan Cemal 08.09.2009 tarihli Milliyetteki '' Hiç Unutmayın barış ve demokrasinin yolu diyarbakırdan geçer '' başlıklı yazısından bir bölüm
-- Çok acı çekti bu şehir. Çok gözyaşı akıttı. Ama yalnız Diyarbakır değil, onunla birlikte bütün Türkiye acı çekti, gözyaşı akıttı. Yazın bir kenara: Geçmişin acılarıyla bu denli yoğrulmuş insanlar gelecekten korkmaz. Ve geçmişin tutsağı olmadan, bu topraklarda güzel bir geleceğin temellerini hep birlikte, elbirliğiyle atarlar. Umut etmeden yaşanmaz. Bugün barış umudu doğmuş durumda. Diyarbakır ve Türkiye’de bunun heyecanı ilk kez böylesine yaşanıyor. Anaların artık gözyaşı dökmeyecekleri tarihi bir dönemin eşiğinde sayılırız. Diyarbakır’da ve bütün Türkiye’de insan onuruna yakışan gerçek bir barış yapılabilir. Klasik deyiştir: Barış yapmak, savaş yapmaktan zordur! Öyledir ama artık yeterince acı çekildi. Tüm tarafların bunca yıllık meşru acıları barışın kapısını araladı diye düşünüyorum. Diyarbakır’da da hissettim. Bugüne kadar yaşanan acılar artık bu ülkede silahla, şiddetle, zorla bir yere varılamayacağını tüm taraflara göstermiş durumda... Yaşamak için ille de acı çekmek gerekmiyor. Anaların ağlamadığı, şehit cenazelerinin gelmediği, taziye çadırlarının kurulmadığı bir Türkiye bugün artık hayal değildir. -- |
|
09-09-2009, 02:34 | #10 | |
Şamil Tayyar
Maşallah, al gülüm ver gülüm(08.09.2009) Alıntı:
Engin Aydın'ın yediği naneleri bilmeyen yoktur... 7 Haziran 2008. Aydın, Işık Kansu isimli kişiyle görüşüyor. Ve 2000 yılında Necmettin Erbakan hakkında verdiği gözaltı kararı ile tanınan İbrahim Can Demircioğlu adlı savcının ataması için devreye giriyor. Ergenekon sanığı "tamam oldu" diyerek kapatıyor. Bir hafta sonra bu defa Engin Aydın, şahsı arıyor.Adam şuan istanbul Beyoğlu hakimi...bak bak bak. Yaptığı kritik müdahaleyide "iyi niyet" diye savunmaya çalışsa da, belgelerde yer alan, 'Danıştay'ı ayağa kaldırırım' gibi sözleri bunun aksini söylüyor nedense bu kadar pislik bu kadar gatakulli varken gelde değiştirme bu adamları... Yargı kendi içinde siyasallaşsın bizde oluruna mı bırakalım? Konu Yıldırım tarafından (09-09-2009 Saat 02:37 ) değiştirilmiştir.. |
||
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|