09-13-2009, 15:30 | #51 |
13,09,09
YeniŞafak- Fehmi KORU "Kim sorumlu? Cevabı en kolay soru bu oysa: Siz, ben, hepimiz, gelmiş geçmiş bütün yerel yönetimler, hükümetler... Hepimiz sorumluyuz, herkes sorumlu... Her beş-on yılda bir kabından taşarak gazabını kusan bir derenin ıslahını beceremediğimiz, zaptedilemez olduğunu bildiğimiz halde yoluna içlerinde yüzlerce insanın çalıştığı koca koca binalar inşa ettiğimiz ya da inşasına izin verdiğimiz için sorumluyuz... O taraklarda bezi olmayanları da, derenin etrafından dolaşmayanlarımızı da sorumluluk halkası dışında tutmak mümkün değil. Örgütlenip sivil topluma dönüşerek yanlış yapanlara engel olmamak gibi bir yükümlülüğü var çağdaş insanın; bunu yapmamışsak görevimizi ihmal ettiğimiz için suçluyuz. Suçlu aramaya devam etmek isteyenlere bir uyarı: Hiç günahı olmayan ilk taşı atsın!" Başımıza bir felaket geldikten sonra "günah keçisi" aramyışına düşmek sanki acıları hafifletecekmiş gibi.. Hayır.. Suçlu kim olursa olsun, acılar bitmiyor tükenmiyor.. Suçlu aramak, belki "neden"leri irdelememiz için, suçun nasıl oluştuğunu sorgulamak için gereklidi.. Ve ders çıkarmak için.. Başka canların yanmaması için.. Siyasiler suçlu arayışında.. Yani mesuliyetten kaçma yarışında! Her sine suçlu arayarak "kendinden kaçışını" onaylıyor.. Kendimize gelmemiz gerekirken.. Hatalı olanda bellidir, hata da.. Ve herkes yüreğine danışmalı önce.. Ve yineleyelim: Hiç günahı olmayan ilk taşı atsın! |
|
09-13-2009, 15:43 | #52 | |
Mümtaz'er TÜKÖNE
'Son terörist' ve 'son 12 Eylül mağduru'(13.09.2009) Alıntı:
Konu Yıldırım tarafından (09-13-2009 Saat 15:57 ) değiştirilmiştir.. |
||
09-14-2009, 09:33 | #53 |
14.09.2009 tarihli Sabah Gazetesi'nden Engin Ardıç'ın ''Solunuza soğan asın!'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
...O dönemde sol, Türkiye'nin örtülü hiçbir gerçek meselesinin üstünü açamadı. Türkiye'yi "ucundan tanımaya" bile zahmet etmedi. Türkiye'nin tarihini öğrenmeye de tenezzül etmedi. Kendisine sokuşturulmuş olan "Kemalist dogmayı" aşmak şöyle dursun, üzerinde durup düşünme yeteneği bile sergileyemedi. "Düşünme ve tartışma" kavramına, hele hele "aykırı görüşlere" özü gereği yabancıydı. Şimdi yapabiliyor mu bunu? Hayır. Şimdi de en küçük bir eleştiri kabul etmiyor. AKP iktidarını bir "arıza" sanıyor. AKP'yi iktidara getiren ve uzun süre de orada tutacak gibi görünen "dip gücüne" ya dağdaki çoban diye, ya ampul kafalı diye, ya da göbeğini kaşıyan ayı diye küfür ediyor (halkçıdır ya bu solcular!), "önce halkı eğitmek" gibi İnönü safsatalarından kendini bir türlü kurtaramıyor (sola en büyük kazıkları atmış olan solcu lider İnönü!) ve ne hikmetse, "yangında ilk kurtarılacak evrak" misali, işler sarpa sarınca tası tarağı toplayıp ilk tüyenler de gene onların arasından çıkıyor! "Bugün yarın devrim tamam" diyenler de Kenan Efendi'nin sopasını görünce kaçacak delik aramışlardı. |
|
09-14-2009, 10:34 | #54 |
14.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden M.Nedim Hazar'ın ''Üçüncü yol''başlıklı yazısından bir bölüm ;
En az '80 öncesi kadar zulüm ve insan hayatına mal oldu darbe ve darbeciler. Akıl-mantık rafa kalktı, daha berbatı inanılmaz vurdumduymaz ve salaklaştırılmış bir jenerasyon yetiştirilmeye çalışıldı. Tuhaf bir kahramanlık ve milliyetçilik kılıfında sıradan faşizm geliştirildi. Bu dönem ortalığa sıçrayıp demokrasi ve özgürlüklerin aleyhine sallayanların tamamı bu kuşağın üretimidir. (Sen de dâhil çakma hukuk doçenti ağabey!) Darbe oldu olmasına ve kan durdu durmasına ama sonrasında oluşan cunta rejimi de bir tuhaftı. ... Hangi filmde hatırlamıyorum, birisi "bir sorunun üç çözüm şekli vardır" diyordu; "mantıklı çözüm, mantıksız çözüm ve askerî çözüm!" Bu üçüncü yol uzun yıllar bu ülkede hüküm sürdü. |
|
09-14-2009, 11:56 | #55 |
Hasan Celal Güzel 29 Haziran 2006 "Bit pazarına Nur Yağmayacak" adlı köşe yazısından bir paragraf:
"Demirel'in, hiç şüphesiz bu millete hizmetleri olmuştur; barajlar, köprüler yaptırmıştır. Ancak, özellikle 28 Şubat Dönemi'ndeki darbecilerle işbirliği, onu milletin gözünden düşürmüştür. 80 yaşından sonra çizdiği 'laikçi' imaj, başörtülü kızları Arabistan'a göndermeye yetmeyecektir ama Demirel'i, birtakım şakşakçılar dışında Kutup yalnızlığına itmeye yeterlidir. Demirel'e bundan sonra yakışan, benmerkezçi hesaplardan vazgeçip eski Amerikan cumhurbaşkanları gibi, ülkesine milletlerarası platformda hizmet etmektir. Bu şekilde devam ederse, Allah gecinden versin ama tabutunun arkasından erkân-ı devlet haricinde yürüyen kimseyi bulamayacaktır." |
|
09-14-2009, 12:00 | #56 |
Abdullah Abdülkadiroğlu 4 Nisan 2009 "bükemediğin bileği öldürürsün" adlı köşe yazısından bir paragraf:
"İrade zayıflığının en basit yolu olan sigara bile içmiyorsa. İşin hepten zordur. Varlığını korumak ve deşifre olmamak için tek yolun kalmıştır. Kanunsuzluklarını affetmeyecek bu adamı ortadan kaldırmak zorundasın. Yani; bükemediğin bileği öldürürsün. Şimdi soruyorum ? Sizce Muhsin Yazıcıoğlu’nu ortadan kaldırmaktan başka çareleri var mıydı ? Abdullah ABDULKADİROĞLU" |
|
09-14-2009, 12:05 | #57 |
Şamil Tayyar - Star-
Büyüyünce yine eşek olacaksın Gelen üstadım, giden üstadım... Üstat devri kapandı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le daha bu vergi cezası ortada yokken konuşmuştum, bu sakıncalı durumdan söz ettiğimde, “Kesin haklısın. Onun için göreve gelir gelmez yayınladığım bir genelgeyle üstat diye seslenmeyi kaldırdım. Maliye’de artık üstat devri kapandı” dedi. İşte, Doğan Grubu’nun anlayamadığı budur. Eskiden “üstat” yoluyla çözülen işler, artık hesaba çekiliyor. Enis Berberoğlu’nun dünkü yazısının son bölümünde, üstatların acz içinde kaldıkları veya cehaletle baş edemedikleri kaygısına yer vermesi de bu değişimin iyi okunmadığını gösteriyor. Yanında çalıştırdığı onlarca üstadı ne yapar bilemem, Aydın Doğan şunu iyi bilmeli, artık üstat devri bitti. Bu süreç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Başta medya patronları olmak üzere, iş dünyası, üstat geleneğine dayalı vergi cambazlığını terk edecektir. Ama değişimin iyi okunması gerekir. Mesele, sadece isim değişikliği değildir. Zihniyetin evrim geçirmesi gerekir. Hani, lakabı “eşek” olan adamın, eşinin şikayeti üzerine lakabını değiştirmek için köy heyetine başvurup “sıpa” ismini kaptıktan sonra heyecanla evin yolunu tuttuğunda, karısının verdiği cevabı hatırlıyor olmalısınız: “Ne fark etti, ha eşek ha sıpa. Büyüyünce yine eşek olacaksın...” Söz meclisten dışarı... |
|
09-14-2009, 12:07 | #58 |
Ahmet Kekeç - Star
Sen de nerden çıktın? Lakın ne buyurmuş? “Çok partili siyasi hayata girdiğimiz günden bu yana Türkiye’de görev yapmış tüm belediye başkanları, Türkiye’deki çarpık kentleşmeden sorumludurlar. Bunun cezasını çekmelidirler. Hak etikleri ceza idamdır. Anayasamızda idam yoktur ama mutlaka cezaya çarptırılmalıdırlar. Hatta şu bile düşünülebilir: İdam cezasının kaldırılmasıyla ilgili maddeye bir parantez açılarak ‘belediye başkanları hariç’ yazılabilir.” Nasıl? Harika, değil mi? Bizi çarpık kentleşmeden, yanlış yapılaşmadan koruyacak bu “büyük politik buluş”un sahibi kim? Kim olabilir? Elbette dostumuz Abdullatif Şener. Kendisi Türkiye Partisi genel başkanıdır. Mevcutları yetersiz, hatta ülke için zararlı bulduğu için, kurucu genel başkan yardımcılığını yaptığı partiden istifa edip yepyeni, sıfır kilometre, hiç yıpranmamış, iktidara gelme şansı bulunmadığı için hiç yıpranmayacak bir oluşuma gitmiştir. |
|
09-14-2009, 18:53 | #59 |
Yenişafak- Gökhan Özcan-Vicdanların 12 Eylül Günü
"Son birkaç yıl içinde öyle çok kanıt gördük ki artık biliyoruz; bu ülkenin ahengini bozanlar hep, sonradan nizam vermeye gelenlerin arasından çıkıyor. Bu trajik gelgitin farkındayız artık. En aymazlarımız bile ayıldı, uyandı, görüyor bu acıklı gerçeği. Bu ülkenin binlerce genç insanının hayatlarını, umutlarını, heyecanlarını, ideallerini ve eyvah ki geleceklerini kaybettikleri bütün bu süreçler, artık aşikâr ki toplumsal bir çatışmadan, insanî bir anlaşmazlıktan, bur ruh ve kan uyuşmazlığından başlamıyor. İlk kıvılcım asla masum bir kibritten çakmıyor. Ve o kıvılcımdan tutuşan o kahredici ateş, yazık ki o yanılmış, o kanmış, o aldanmış masumlardan başkasını asla yakmıyor. Kalbinde bu ülkeye karşı bir fenalık taşımayanların, kim olurlarsa olsunlar, geçmişte hangi yanlışa inanmış, hangi hataya düşmüş olurlarsa olsunlar bu “muhasebe”ye katılması şarttır. Tarih defalarca gösterdi ki bütün yanlış hesaplar; bu toplumun aşırı denebilecek sabrı, metaneti, ama doğruyu şaşırtıcı ölçüde isabetle bulan sinesine çarpıp dönüyor. Ama yıllar geçiyor, nesiller kırılıyor, umutlar sönüyor. Akılları başa almanın ve orada tutmanın yolunu artık bulmamız gerekiyor. Toplumsal takvimin bütün karanlık yapraklarında bu akıl duraklamasını yaşamaya devam edebilirsek; her sayfası aydınlık yepyeni bir gelecek takvimi kazandıracaktır bu muhasebe bize." Ekram Dumanlı-Zaman-Felaketten Ders alınacaksa "Türkiye'nin dengesini, siyasetin yüksek ateşi bozuyor. Mesele siyasî zemine kayar kaymaz meselenin zatî gerçekliği ikinci plana atılıyor ve kutuplaşmalar yaşanıyor. Ortada büyük bir felaket var; birilerinin umurunda olan tek şey siyasî rant elde etmek." Alıntıladığım iki yazı konu olarak birbirinden farklı gibi.. Biri 29 yıl öncesinden bahsediyor, diğeri üç gün.. Biri 12 Eylül darbesinin, yaşanılanların, bıraktığı izlerin tekrar gözden geçirilmesini, tekrar gözden geçirilerek aynı oyunun piyonu haline gelinmemesini vurgularken; diğeri sel felaketinden kendi payımıza nemalanmak, rant ile siyasi çıkar elde etmek yerine ders çıkarmamız gerektiğinden dem vuruyor.. İnsan bazen yaşadığı anı, içindeki bulunduğu zamanı net olarak göremez, algılayamaz.. Dışarıdan kendini izlemesi lazım, kendiyle yüzleşmesi.. Toplumlarda öyle;İnsan çoğu zaman ortaya atılan tohumun "fitne tohumu" olduğunu farkedemeden galeyana geliyor ve sonuç: gözyaşı.. Gerçeği görmenin tek yolu var: Duygularla değil akıl ile feraset ile vicdan ile hareket etmek.. İki yazının ortak paydası: Muhasebe.. İnsanın kendini hesaba çekmesi.. Toplumun aynı gaflete tekrar düşmemesi.. Her muhasebe de sonuçlarıyla kıymetli.. Aldığımız derslerle.. 12 Eylül darbesinden oyunların "piyonu" olmamak düşer payımıza.. Sel felaketinden "tedbirli olmak" bugünü, yarını düşünerek "ayakları yere sağlam basmak".. Ve illa ki muhasebe yapmak.. Başkasını suçlamak için değil, kendimize gelmek için.. Ayağımıza çukura basmadan, dereyi ev yutmadan adımımızı nereye attığımızı bilmek gerekmez mi?. |
|
09-15-2009, 10:08 | #60 |
15.09.2009 tarihli Zaman Gazetesi'nden Ekrem Dumanlı'nın ''Yargıya güven'' başlıklı yazısından bir paragraf ;
Başa dönerek şu soruyu tazelemek isterim: Güvenilir bir yargı sistemine ihtiyaç var mı? Evet! Ancak yargıya güvenmek için yargının hem bağımsız olması gerekiyor hem tarafsız. Yargı reformu buna katkı sağlayabilir; ancak sorunun çözümü şu zihniyet değişikliğinden geçiyor. Yargı mensupları cübbeyi giydiği an siyaset elbisesini çıkarıp atmış olacak. Bizde yargı bağımsız olmasına bağımsız da tarafsız mı o konuda çok büyük bir tereddüt var. Yargı bu tereddütü ortadan kaldırmaya mecbur. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|