09-23-2009, 15:40 | #101 |
İşsizlik sorunu çözülemez
Yakın dünya tarihinde yalnızca bir tek ülkede ve bir tek yılda işsizlik sıfırlanmıştır: 1943 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde. En işe yaramaz eleman bile silah fabrikasında ya da yan sanayide tıkır tıkır çalışıyordu çünkü... Amerikan ekonomisinin gücüne sahipseniz ve de "savaş ekonomisi" uygulayabiliyorsanız, hele hele iki cephede birden dövüşebiliyorsanız, belki siz de bunu yakalarsınız, ama boyunuz da uzamaz. Yani, "sıfır işsizlik" bir ütopyadır. İşsizlik sorununu çözmek demek, "işsiz sayısını mümkün olduğunca azaltabilmek" demektir, o kadar. Bizim hükümetin üç yıllık "yol haritası" açıklanmış, kriz nedeniyle elbette ekonomi daralıyor, gelir düşüyor, işsizlik artıyor. Bir kısım basın elbette "Tayyip yaptı" diye yaygara ediyor ama halk da bunun böyle olmadığını biliyor. (Bilmese, anketlerde iktidar partisinin oyu gene de yüzde 42 çıkmazdı.) Hükümet, önümüzdeki üç yılda bir milyondan fazla kişiye iş bulunacağını, ama gene de işsizlik oranının yüzde 13'ün altına inmeyeceğini açıklamış... İnmez. İnemez. İnebilemez. Çünkü Türkiye'nin işsizlik sorunu "konjonktürel" değil, "strüktürel"... Açıklayalım: İnsanlar geçici dalgalanmalar, arıza iflaslar, patron kaprisleri, borsa cilveleri sonucu falan işsiz kalmıyorlar, bu ülkenin bu çapıyla ve bu yapısıyla her zaman bir miktar kişi işsiz dolaşmaya mahkûm. "Gizli çalışanlar", yani çalışmıyor gibi görünüp aslında para kazananlar, yani onca tu kaka edilen "kayıt dışı ekonomi", bir de "kalabalık aile", yani kaynayan tencereden sebeplenen "ek kaşık düşmanları" sorunun bir ölçüde göze batmamasını, patlamaya yol açmamasını sağlıyor neyse ki... Ülkelerin nüfus yapısını göstermek için temsili bir "demografik piramid" yapılır, bilirsiniz. En altta genç, ortada orta yaşlı, en üstte de yaşlı nüfus... Bu piramidin tabanı elbette daha geniş, tepesi daha dar olacaktır. İsterseniz üçgen diyelim. "Sağlıklı" ülkelerde bu üçgen "eşkenar" ya da ona yakındır. Bizde üçgenin tepesi sipsivri, tabanı yerlere yapışmış! Üçgen yassılmış, yamulmuş. Sanki üstüne fil basmış. Sosyoloji profesörlerine sordum da oradan biliyorum. Toplam nüfus kabaca yetmiş milyon, seçmen sayısı kabaca kırk milyon. Toplumun yarısı çocuk! Benim de dahil olduğum "elli yaş üstü" moruklar grubunun toplumdaki oranı nedir, biliyor musunuz? Yüzde 4... Hepi topu yüzde 4... Dipten korkunç bir sel dalgası gibi gelen bu kadar genç ve bu kadar kalabalık bir kitleye, "misli görülmemiş bir yatırım hamlesi" başlatılmadığı sürece, büyüme hızı yüzde 30 falan gibi duyulmamış bir orana fırlatılamadığı sürece, iş miş bulunamaz. Bulunsaydı, Hindistan bulurdu. O hamle de, Konya Ovası'ndan Kuveyt rezervlerini bile geçecek bir petrol fışkırmadan, finanse edilemez. Hiçbir rejim, isterse en koyu komünizm ya da en sert faşizm olsun, bunu başaramaz. Bu amansız kitleye, dağı taşı gecekondu üniversitelerle bile donatsanız dişe dokunur bir eğitim veremeyeceğiniz gibi... Ama bazı ekonomi gazetecileri "kâğıt üzerinde" atıp tutarlar: Efendim, üretimi arttırmak lazım! Derler, bir yandan da, "eski solcu" olduklarından, yabancı sermayeye karşı çıkmayı da hiç ihmal etmezler. Olmayan sermayeyle yatırımı herhalde uzaylılar yapacaklardır. Hükümet değişirse, aynı teraneyi bu sefer de yeni iktidara karşı sürdüreceklerdir. Çünkü Aydın Doğan Bey'in ekonomi sayfalarından memleket kurtarmak, leblebi çekirdek yemek kadar kolaydır. Sabah Gazetesi-Engin Ardıç |
|
09-24-2009, 13:24 | #102 |
Hasan KARAKAYA-VAKİT
Meselâ, 16 Ağustos 1997... Bu tarih, “tarih”e geçmiştir!.. Bu tarih, “hafıza”lara kazınmıştır!.. Bu tarih, “milat” olmuştur!.. Asla unutulmaz!.. Unutulması, mümkün değildir!.. Çünkü, bu gün; “İmamın yellendiği” değil ama Mesut Yılmaz’ın “eğitimin içine ettiği gün”dür!.. Bu gün, “8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası”nın çıkarıldığı ve “İmam Hatip Liseleri’nin köküne kibrit suyu döküldüğü” gündür!.. Bu gün, “katsayı zulmü”nün başladığı ve “Anadolu çocuklarının önlerinin kesildiği” gündür!.. Bu gün, bütün “yasadışı zorbalık”ların başladığı, “minnacık çocuklar”ın incecik bileklerine “kelepçe”ler geçirildiği, “örtülerinin başlarından çekilip alındığı” sürecin başladığı gündür!.. Aradan “12 yıl” değil, “12 asır” da geçse, bu “zulüm” unutulmaz!.. “Gaz” değil ki, uçup gitsin!.. Bu gün, “eğitimin içine edildiği” gündür ki; bu pisliği ne “sabun” temizler, ne de “deterjan”lar!.. “12 yıl önce”sinin 16 Ağustos’unda doğan çocuklar, bugün 12 yaşında... O gün “12 yaşında” olan “çocuk”lar ise, bugün “24 yaşında” bir delikanlı!.. O gün “16 yaşında” olanlar ise bugün “28 yaşında” birer iş ve eş sahibi!.. |
|
09-24-2009, 13:28 | #103 |
Ergun BABAHAN-STAR
Bu iki davayı birbiriyle kıyaslamak için Ertuğrul Özkök’ün bizi ve Hürriyet okurlarını çok saf buluyor olması gerekir. Çünkü böyle bir kıyaslama ortalama zekaya hakarettir. Çünkü, Türkiye’deki davanın özü tam da budur. Türkiye’yi kaosa sürükleyerek askeri müdahaleye uygun bir ortam hazırlama çabası. Bunun için gerekirse Kemalist gazetenin bombalanması da, Danıştay’a baskın düzenlenmesi de mübah görülüyor. Bunu ben söylemiyorum, savcılar söylüyor. Bu iddaları ciddiye alan hakimler de yürürlükteki hukuka göre tutulama kararı veriyor. Belki de Özkök’ün bu yazıyı yazmasında Pazar eki yazarı, Adli Tıp Kurumu eski Bakanı Sevil Atasoy’un ricalarının etkisi olmuştur. Taraf Gazetesi dün Atasoy’un İstanbul Üniversitesi öğretim görevlileri hakkında 1. Ordu Komutanlığı’na ihbar niteliğinde mektuplar yazdığını haber yaptı. Atasoy, Hürriyet’te yazı yazmaya başladığında da, dönemin 1. Ordu Komutanı’nın ricalarının etkili olduğu iddia edilmişti. Dönemin 1. Ordu Komutanı kimdi hatırlıyor musunuz? Ergenekon sanığı Hurşit Tolon... |
|
09-24-2009, 13:58 | #104 |
Ahmet Altan - 16.04.2009 - Taraf
*** Önce en basit kuralları sıralayalım. Dürüstlük iyidir. Açıklık iyidir. Netlik iyidir. İkiyüzlülüğe tenezzül etmemek iyidir. Kaypaklığa, kayganlığa kaçmamak iyidir. Bunlarda anlaşıyor muyuz? Anlaşıyorsak devam edelim. Askerî darbelerin her türü alçaklıktır. Kendi halkına silah doğrultmak ihanettir. Bunda anlaşıyor muyuz? İşte burada bir sessizlik oluyor. Kendine “sol” diyen, kendine “aydın” diyen, kendine “yazar” diyen insanların bir kısmında bir kayganlık ve kaypaklık beliriyor bu noktada. |
|
09-24-2009, 14:00 | #105 |
KÜRTÇE KONUŞMAK... Ahmet Altan - 25.02.2009 - Taraf
*** Dün gazetelerin internet sitelerini okuyup da televizyonların haber programlarına bakınca sandım ki korkunç bir şey oldu. Konuşmalar, demeçler, sansürler... Ne olmuş? Ahmet Türk Meclis’teki grup toplantısında Kürtçe konuşmuş. Bizim ülkemizi şaşırtan gerçeğin özeti şu: Kürt, Kürtçe konuşmuş. Bir Kürdün Kürtçe konuşmasını büyük bir olay olarak gören bir ülkede yaşıyorum ben. Bakın size büyük sırrı açıklıyorum. Kürtler Kürtçe konuşur. Türkler Türkçe konuşur. İngilizler İngilizce konuşur. Fransızlar Fransızca konuşur. Beni kızdırırsanız böyle sayar giderim. Neden bir Kürdün Kürtçe konuşması bize bu kadar garip geliyor? Bill Clinton gelince, herkes onun bizim Meclis’teki İngilizce konuşmasını alkışlıyor. Ama Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşmasına şaşıyor... |
|
09-24-2009, 15:23 | #106 |
24.09.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Engin Ardıç'ın ''Müdafiler haaazır'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Şimdi Menderes asıldı diye timsah gözyaşları dökenlere, "bütün darbelere karşıyız" ayağı yapanlara bakıyorum da... Bir darbe olsa da Tayyip Erdoğan'ı assalar, zil takıp oynamayacaklarına beni ikna edemezler. Onları tanırız. Çünkü yaşamış olmak başka şeydir... Seçim kazanıp iktidara gelmenin de çok çok başka bir şey olduğunu döne döne öğreneceklerdir. |
|
09-24-2009, 15:41 | #107 |
24.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Hüseyin Gülerce'nin ''Ergenekon davası, statükonun testisini çatlattı...'' başlıklı yazısından nir paragraf ;
Statükonun direnmesi, tabii ki beklenen bir şey. Demokrasiyi varmış gibi gösteren vesayetçi sistem, elit azınlığını, elindeki bütün güçleri tabii ki ayaklandıracak ve cepheye sürecektir. Kolay değil, millet iradesine ipotek koyan perdeli irade, yıllardır sahip olduğu imkânları kaybediyor. Bütün köyün ağası iken, "demokrasi olsun, herkes yerini bilsin, kimse hukuk dışına çıkamasın ve herkes hesap verebilsin" diye yükselen seslere tahammül edebilir mi? |
|
09-25-2009, 09:12 | #108 |
25.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden İhsan Dağı'nın ''Pasif laiklik, aktif demokrasi'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Bence 'Türk militan laikliği'nin temel özelliği işte budur: 'İnsanları laikleştirmek misyonu'. Dikkat edin, 'devletin' laikleştirilmesi değil. Laiklik hilafına devletin Diyanet Teşkilatı'na sahip olmasına, zorunlu din dersi eğitimine vs. bir itirazları yok; çünkü bunlar aslında devletin toplumu denetleme mekanizmaları... Militan laiklerin derdi insanları laikleştirmek; çünkü onları da 'denetim' altına almak istiyorlar. Beyaz insanın 'medenileştirme' misyonundan farklı değil bu 'laikleştirme misyonu'. İkisi de muhataplarını 'eşit insanlar' olarak görmez ve bu eşitsizlikten, yani üstünlükten bir 'yönetim hakkı' çıkarırlar. Bizim 'Beyaz laik Türkler'in anlamadığı, bu anlayışın 19. yüzyılın Afrika toplumlarında bile işlememiş olması... Bizde neredeyse daha başarılı, ama nereye kadar? Konu menes tarafından (09-25-2009 Saat 09:52 ) değiştirilmiştir.. |
|
09-25-2009, 09:52 | #109 |
25.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mehmet Yılmaz'ın ''Savaş ağaları'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Bundan böyle insanların ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlama ihtiyacı duymayan bir çözüm önerisinin günümüz dünyasında başarıya ulaşma şansı bulunmuyor artık. Problemleri çözmeye çalışanları yaftalamanın da... Sanırım bu hakikati hepimizin idrak etmesi gerekiyor. |
|
09-25-2009, 15:41 | #110 |
Merve KAVAKÇI-VAKİT
Son olarak Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Kürt açılımıyla ilgili açıklamasını eleştirdi CHP lideri. Başbuğ malum, Güneydoğu halkının terör ve siyaset ağalarından çektiğini söylemiş, halkın bu ağalardan temizlenmesi gerektiğine işaret etmişti. Baykal da şimdi bunu eleştiriyor, Genel Kurmay Başkanı’nın siyaset yaptığını, askerin siyasetten elini çekmesi gerektiğini söylüyor. Bu sözler karşısında bize de şaşkınlık içerisinde Allah Allah demekten başka birşey kalmıyor. Allah Allah. İnsan ancak bu kadar pişkin olabilir herhalde. Veya halkı zeka özürlü yerine koyabilir... Baykal’ın bu sözleri karşısında gözlerim yaşardı desem çok mu sarkastik kaçmış olur bilmem ki. Ayol insan vatandaşının gözünün içine baka baka bunu nasıl söyler. Demezler mi afedersiniz Sayın Baykal size bir sorumuz olacaktı. Madem bu kadar demokrasi aşığıydınız, askerin siyasete girmesine karşı idiniz peki o zaman Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi partinizin ordu göreve pankartlarının dalgalandırıldığı o meşhur Cumhuriyet mitinglerini yapmasına nasıl razı oldunuz? |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|