10-05-2009, 19:49 | #181 |
Adem Yavuz Arslan
ERDOĞAN AK PARTİ'Yİ BIRAKIYOR MU? Eğer Erdoğan bırakırsa ne olur? 2011'e daha çok var. Konjonktür değişir, 24 saatin bile çok uzun olduğu siyasette dengeler değişir... Her şey mümkün. Fakat mevcut tabloya göre şunu söylemek lazım: Erdoğan'sız bir AK Parti'nin işi çok zor. "Eğer Erdoğan Çankaya'ya çıkar ve yerine kendisi kadar karizmatik bir isim bırakamazsa ikinci bir ANAP vakası yaşanır" yorumu yapılıyor. Hem siyasetçilerin hem de siyaseti takip edenlerin kafasının bir yerinde 'Acaba veda kongresi miydi' sorusu var ve olmaya da devam edecek. DTP kongresine gelince. Baştan söylemek lazım; DTP'ye de bir Erol Olçak şart. AK Parti'nin kongreleri ne kadar düzenli, karmaşadan, kaostan uzaksa DTP kongresi de o kadar problemli. Bir gün önceki kongreyi izledikten sonra DTP kongresine gidince kendinizi Diyarbakır-Bağlar'da bir gösteride hissetmeniz mümkün. Belki parti yönetimi iktidar partisinin kongresiyle kıyaslanmaktan hoşnut olmayacak ama iki kongre arasındaki fark sadece ekonomik değil. |
|
10-06-2009, 16:20 | #182 |
Zaman-Bülent Korurcu- "Rutin dışına çıkan devletten hukuk devletine "
"Cumhurbaşkanı Gül'ün sözleri 'devlet kurtarıcıları ve rejim simsarları' için tehlike çanı demek. Mevcudiyet ve iktidarlarını, suni tehlikeler üretip sonra kurtarıcı olarak arzı endam etmeye borçlu bulunanların homurtularını duyuyor gibiyim. Kerametleri kendinden menkul bu kurtarıcıların en mümeyyiz vasıfları kendilerini hukukla bağlı hissetmemeleriydi. Şimdi en üst düzeyden cumhurun başı tarafından 'hukuka göre hizaya gelinecek' diskuruna muhatap oluyorlar. Cumhurbaşkanı söyledi diye herkes hiza mesafe alıp sıraya girecek beklentisinde değilim. Bu, gerçekçilikten uzak, hayalperest bir yaklaşım olurdu. Hukuk devleti taraftarlarıyla, bürokratik vesayetin sürmesini arzulayanların mücadelesi öyle bir konuşmayla filan bitmez. Ancak devletin başının ağzından dökülen cümleleri kimse yok farz edemez. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın partisinin kongresinde yaptığı konuşma da sanki Cumhurbaşkanı'nı tamamlar mahiyetteydi. 'Devleti ve rejimi korumak bahanesiyle' mağdur edilen, sürgünlerde hapishanelerde çürütülen değerlere sahip çıktı, Erdoğan. Anadolu'nun harcında alın teri ve gözyaşı bulunan Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Mevlânâ ve Yunus Emre gibi isimlere yakın tarihin mağdurlarının çilelerini ekledi: "Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiği kadar, bu ülke de Cem Karaca'nın hasretini çekti. 'Hoşçakalın İki Gözüm' diyen Ahmet Kaya'ya vefa göstermeyen bir Türkiye'nin şarkıları eksik kalır. Nasıl Mehmet Akif'siz bir Türkiye tahayyül edilemezse, Nazım Hikmet'siz bir Türkiye eksik sayılır. Seversiniz, sevmezsiniz, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz ama Ahmedi Hani'siz, Bitlisli Said-i Nursi'siz bir Türkiye'nin maneviyatı noksan kalır. Biz bu ülkenin tüm renkleriyle, bütün çiçekleriyle, bütün kokularıyla, dağları, taşları, ırmaklarıyla Türkiye'yiz." |
|
10-06-2009, 18:30 | #183 |
06.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Bülent Korucu'nun ''Rutin dışına çıkan devletten hukuk devletine'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Erdoğan, menşei itibarıyla toplumun kılcallarına en yakın siyasetçilerden ve bunun faydasını fazlasıyla görüyor. Kongrede çizdiği Türkiye fotoğrafını bir arada tutabildiği ölçüde başarılı olacak. Fotoğrafı kafasında parçalamış olanlar istedikleri kadar 'üniterci' olsun, bu ülkede ikbal ve istikbal bulmakta zorlanacaklar.. |
|
10-06-2009, 18:34 | #184 |
06.10.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Kongre değil, muhalefete tuzak'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuşmasının söylemi daha da önemli. Ülkenin bütününü muhatap alan bir 'kuşatıcılık' hâkimdi o söyleme. Ülke ve insanları üzerinde iz bırakmış hemen her dini ve etnik kökenden, değişik görüşlerden kişileri çok samimi hislerle sahiplendi Başbakan Erdoğan. Etnisite farklılığı, değişik görüşlerin varlığı 'ayırıcı' birer özellik olmaktan çıktı o söylemle, 'birleştirici' birer vasıf değeri kazandı. |
|
10-06-2009, 18:48 | #185 |
Ahmet ALTAN - Dönüşü olmayan nokta - 04.10.2009
Bir uçak yola çıktıktan sonra herhangi bir nedenle sorun yaşarsa, kalktığı havaalanına döner. Ama bir nokta vardır, eğer o noktayı geçtiyse artık “gideceği” yere, “kalktığı” yerden daha yakın olduğu için geri dönemez. Havacılıkta “geri dönüşü olmayan nokta” denilen o noktayı geçen uçaklar, başlarına ne gelirse gelsin artık bir “başka” yere ineceklerdir. Geri dönüş ihtimalleri kalmamıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün yaptığı muhteşem konuşmayla, bence “dönüşü olmayan noktayı” geçti. Artık bundan sonra herhangi bir nedenden dolayı yoluna devam edemez de “inmek” isterse, ineceği yer “başladığı” yer olmayacak. Başka bir yere inecek. Başladığı yerden çok daha “ilerde” bir yere. Erdoğan, zikzakları olan bir politikacı, vaatlerinden cayabilen bir politikacı, bütün cesaretine rağmen ani ürkekliklere kapılabilen bir politikacı ama bütün bunlardan çok daha önemli bir özelliği var. Onu diğer bütün liderlerden ayıran bir özellik bu, sürekli kendini geliştiriyor. Sanıyorum Erdoğan’ın muhaliflerinin en büyük çıkmazı da burada. Muhalifleri hâlâ “on yıl önceki”, “yedi yıl önceki” Erdoğan’ı eleştiriyorlar, durdukları yerden milim kımıldamıyorlar ama onlar durdukları yerde dururken Erdoğan ilerliyor. Bu ülkede gerçek bir “sosyal demokrat” lider olsaydı dün Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı o yapardı. Ama o “ilerici” konuşmayı, devletin resmî tarihinin inkâr ettiği, suçladığı, mahkûm ettiği isimlere sahip çıkan o tarihî konuşmayı “muhafazakâr” Erdoğan yaptı. “Biz yaratılanı severiz yaratandan dolayı” diyen o müthiş ve ilahi cümlenin oluşturduğu geniş şemsiyenin altında bütün ülkeyi, bütün ezilenleri topladı, onlara sahip çıktı. Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Çerkesleri, Lazları, Abhazları, sağcıları, solcuları, gadre uğrayanları, haksızlığa kurban gidenleri tek tek saydı, hepsini “insanı merkez alan” bir siyasetin koruyuculuğuyla sardı. |
|
10-06-2009, 18:52 | #186 |
Hasan Karakaya - Vakit
[email protected] 2009-10-06 Başını kuma gömen kim?.. Devekuşu mu, resmî tarihçiler mi?Öncelikle, “devekuşu” ile ilgili bir “yanlış bilgi”yi, daha doğrusu bir “iftira”yı düzeltelim... Hani, devekuşlarının, bir “kaçış yöntemi” olarak “başlarını kuma gömdüğünü” söyler dururuz ya; bu, doğru değil!.. Devekuşları; tehlikeden kaçmak veya tehlikeyi görmemek için değil, tam aksine “tehlikenin nerede ve ne şiddette olduğunu” öğrenmek için kuma gömerler başlarını... Aslında, burada “kuma gömmek” de yoktur... Boyunlarını yere yapıştırırlar ki, “yaklaşan tehlikenin sesi”ni duyabilsinler!.. Sizin anlayacağınız; “tehlikeyi görmezden gelmek” için değil, tam aksine “ses”lerini duymak için başlarını yere dayarlar!..Merak ediyorum; devekuşlarına bu “iftira”yı atan insanoğlu, acaba kendi “korkak”lığını örtbas etmek mi istemiştir!.. Çünkü; “gerçek”ler karşısında “gizlenmek” isteyen, görmezden gelip rahatlamak isteyen “devekuşu” değil, bizzat “insanoğlu”dur!.. |
|
10-07-2009, 13:37 | #187 |
Şamil Tayyar-STAR
Pusu oldu Para Maalesef, Kurtlar Vadisi, aradan geçen 6 yılda, paraya göre rotasını belirleyen, girdiği kaba göre şekillenen “Kurtlar Vadisi-Para” formatına bürünmüştür. Hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Karşı çıksak da eskiden kendi içinde anlam bütünlüğü ve idealize edilen değerler sistematiği vardı. Hiç olmazsa Ergenekon’a inanıyordu. Şimdi, ABD Doları’nın yeşil rengine göre yalpalayan bir dizi var. Şiddeti teşvik eden, kan akıtıcıları meşrulaştıran ve hukuksuzluğu devlet nizamının üzerinde gösteren bir anlayışın hortlatılmaya çalışılması ise cabası... MHP kontenjanından seçilen RTÜK üyesi Esat Çıplak’ın, diziye ceza verilmesini isterken ortaya koyduğu şu tarihi gerekçeyi dip not olarak düşmek istiyorum: “Toplumda ki adalet duygusunun zedelenmesi, devlet algısının bozulması ve şiddetin bir yöntem olarak meşrulaşmasının sonuç olarak hukuk devleti idealini baltalayacağına inanıyorum.” Yerden göğe kadar haklıdır. |
|
10-07-2009, 17:05 | #188 |
Zaman- A.Turan Alkan- Ancak problemlerimizi çözerek büyürüz
"... anladım ki güçlü olmak, problem çözme kabiliyetine, problem çözme özgüvenine sahip olmaktır. Zannediyorum Arnold J. Toynbee, şimdilerde pek hatırlanmayan ünlü varsayımında bu kabiliyete işaret etmekteydi; buna göre anlamlı bir medenî bütünlük meydana getirebilmek için dışardan gelen meydan okumalara, tehditlere (challenge) karşı uzviyetin anlamlı bir cevap (response) -ama sadece tepki değil dikkat!- verebilmesi gerekir. Eğer toplum üretken ve olumlu karşılık verilebilecek tarzda meydan okumalarla yüz yüze gelir ve buna boyun eğmezse, verdiği karşılık, yaratacağı medeniyetin zeminini oluşturacaktır. Cevap üretemeyenlerin akıbeti ise yıkılıp yokolmak! ...Türkiye'yi "büyük" devlet yapmak, onun problem çözme kabiliyetini geliştirmekle mümkün. Statükoyu muhafaza yaklaşımı ise bizi tüketiyor; çözümün parçası olmayı reddedenler ise problemi ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Türkiye, tam da olması gerektiği gibi "siyaseten" büyüyor; süreci farketmiyor musunuz? " |
|
10-07-2009, 17:20 | #189 |
Yenişafak- İbrahim Karagül- Doların çöküşü, Taksim'in öfkesi!
"G-20 ile Batı'ya küresel iktidarı bahşeden sistemi korumaya devam edenlerin ne derece başarılı olacağı bilinmiyor. Eğer siyasi alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da küresel iktidar adil biçimde paylaşılamazsa, üzerinde uzlaşma sağlanamazsa, ekonomik savaş daha da yayılacak, başka alanlara genişleyecek. İstanbul'daki toplantıda IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn'ın, "krizin bazı ülkelerde savaşa neden olabileceği" uyarısı, Dünya Bankası Başkanı'nın açlığa dikkat çekmesi boş uyarılar değil. İstanbul'daki toplantılar devam ederken Taksim'deki tepkiler küresel adaletsizliğin göstergelerinden biri. Ancak karşı çıkışlar kriz öncesinde olduğu kadar değil artık. Sistemin içindeki ülkeler, merkez güçler arasındaki anlaşmazlık çok daha şiddetli. Bu yüzden Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, olaylar devam ederken; "Dünyanın bir bölümü sınırsız bir şekilde tüketirken diğer bir bölümü de açlık nedeniyle hayatta kalma mücadelesi veriyor. Dünyadan yükselen çığlığa, taleplere ve şu salonun dışında devam eden protestolara da kulak vermemiz gerekir" diyor. Artık varolan ekonomik düzene, dolayısıyla siyasal düzene karşı çıkanlar, ilk kez bu düzeni değiştirecek güce ulaştı. Bu dünya için bir devrimdir ve değişim gerçekleşecektir. Orada ne dolar hegemonyası kalacak ne tek yanlı ABD hegemonyası!" |
|
10-07-2009, 17:45 | #190 |
07.10.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Mehmet Kamış'ın ''Camdan duvarlar'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Said Nursi, Sabahat Akkiraz için ötekiydi; Mehmet Akif, Ahmet Kaya için... Pir Sultan bizim için ötekiydi, Ahmet Yesevi onlar için. Hacı Bektaş-ı Veli, Tatyos Efendi, Yunus Emre, Mevlânâ, Sabahat Akkiraz, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Ahmet Hani, Said Nursi ve bunlar gibi milyonlarca aykırı düşünen, devlet için ötekiydi. Ancak bu hal, derin Anadolu için öylesine yabancı, öylesine ithal bir düşünce ki, bu toprakların fıtratına aykırı. Belki de ilk defa hükümette olan bir partinin genel başkanı, Başbakan Tayyip Erdoğan bunların öteki değil, bu toprakların çok önemli değerleri olduğunu söyledi. Bu sözler; Anadolu'ya zorla ithal edilmiş hoşgörüsüzlüğü, yabancılaştırmayı üstümüzden atmak için çok önemli bir adımdı. Artık camdan duvarları kırma vakti gelmedi mi? Bu hoşgörüsüzlüğe yeterince diyet ödemedik mi? Zorbalar iktidar olacak diye verdiğimiz kurban yetmedi mi? |
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|