AK Gençliğin Buluşma Noktası
Yarışma | Köşe Yazılarından Paragraflar Hoşumuza giden paragrafları bu bölüme ekliyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 09-25-2009, 15:44   #111
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart
Nihat NASIR-BURSA,OLAY


Ramazan ayının 27. günü akşamı Ak Parti İstanbul il başkanlığının iftarına davetliydik. Daveti ve Bursa’dan kalkıp İstanbul’a gitmemizi anlamlı kılan en önemli unsur, kuşkusuz ki, iftara, Başbakanla birlikte Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın da katılıyor olmasıydı…
Aradan on gün geçmiş olsa bile, o iftarda tanık olduğum tarihi gelişmelere değinmem gerektiğine inanıyorum. Daha doğrusu böyle bir hadiseyi ıskalamak bir eksiklik olurdu…

Öncelikle, ‘böylesine kozmopolit bir topluluğu ilk kez bir arada gördüm’ dersem, inanın abartmış olmam…
Yaklaşık 3 bin 500 kişinin katıldığı davette, müzik, sinema ve televizyon dünyasının ünlü isimleri, spor camiasının en tanıdık simaları, siyasetin önde gelen şahsiyetleri, medyanın en tanınmış kalemleri ve sunucuları ile azınlık cemaatlerinin liderleri aynı salonda toplanmışlardı.
Normal şartlarda bir arada görmenin neredeyse imkânsız olduğu bu topluluğu yan yana getiren hususun bir iftar daveti olması, işin en ilginç ve hatta en ironik tarafı olsa gerek…
Bu durumu, ‘Ak partinin gücüyle’ izah eden kimi meslektaşlarımızın bu yaklaşımına mukabil ‘Ak partinin artık bir kitle partisi olduğunun resmi’ şeklinde değerlendiren yorumlar da az değildi…
Her iki tarafı da haklı kılan argümanlar vardı elbette ama doğrusunu isterseniz bendeniz, toplantının içeriğiyle ilgilenmenin daha önemli olduğu kanaatindeyim.
Nasıl olmasın ki?
Düşünsenize, çok değil daha on yıl önce, Türkiye ile Suriye savaşın eşiğine gelmiş, en üst düzeyde restleşmeler gerçekleşmişti. Bir adım ötesinin savaş olduğu o günlerden, vizenin kaldırıldığının açıklandığı bu günlere ulaşmak, açıkçası, ‘baş döndürücü bir hız’ ifadesiyle ancak anlamını bulabilir.
Üstelik taraflar, en yetkili ağızlardan, ‘bunun henüz küçük bir başlangıç’ olduğunu deklare ediyordu.
ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-25-2009, 16:24   #112
Kullanıcı Adı
BlueMoon
Standart
Abdullah Abdülkadiroğlu 24.09.2009 "Şimdi bunun adı ne" başlıklı yazısından bir paragraf

"Demokratik açılım sürecinde hükümet aleyhinde olabilecek bütün açıklamaları canlı yayınlayan muhalefet temsilcilerini fire vermeden yayınlarda ağırlayan bu kanalların, toplumdaki tedirginliği tetikleyen tavırları Genelkurmay Başkanının da dikkatindeydi.

Askerin ‘son terörist öldürülünceye kadar’ söyleminden ‘seyretmeyin şu televizyonları’ noktasına gelmesi enteresan.

CHP ve MHP’nin Başbuğ’dan yedikleri şokun etkisi geçer geçmez açıklama yapıp Genelkurmay Başkanının ‘siyasete bulaşmaması’ gerektiğini söylemeleri açıkçası daha da enteresan.

Muhalefetin bu açıklamalarının bir ileri aşaması; acaba ‘yandaş basın-yandaş yargı’dan sonra ‘yandaş asker’ mi olacak ?"
BlueMoon isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-25-2009, 16:41   #113
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
Aziz ÜSTEL - 25/09/2009

Alıntı:
Ertuğrul ÖZGÜL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Dur durak bilmeden Yugoslavya örneğini veren cahiller... Yani Tito’dan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullardan habersizler mangası.

Açılımın Türkiye’yi çeşitli devletçiklere böleceğini savunan cahiller...

Derebeyliğin sürmesinden yana olan kurnaz geçinen, kuzu postuna bürünmüş kurtlar...

Kendilerini bütün Kürtleri temsil ettiğini sanan zavallılar... Ana avrat sövmekten başka, ortaya tek laf koyamayan terbiyesizler.

“İstemezük” kelimesini siyaset sananlar...


Yazının DEVAMI İçin
Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-25-2009, 16:58   #114
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
Eser KARAKAŞ - 25/09/2009

Alıntı:
Ertuğrul ÖZGÜL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu yargıyla Türkiye’nin çağdaş dünyada mesafe almasının mümkün olmadığını yaklaşık on senedir söylüyorum.

Yargı sadece AK Parti’ye değil, her türlü dönüşüme karşı.

Yargının bu kadar tutucu olduğu başka ülkeler de var ama bu ülkeler de küresel ekonomi içinde bir mesafe alamıyorlar.

ABD Federal Mahkemesi gibi yüksek yargı organları olan ülkeler de ABD gibi oluyorlar.

Ne kadar çağdaş, put kıran yargı, o kadar ekmek yani büyüme ve zenginlik; bu basit denklemi herkes kafasına sokmalı.

Türkiye, o kara, kayıp, bizi 2001 krizine götüren 90’lı senelerden hemen sonra biraz başka çaresi kalmadığı için, biraz küresel dengeler öyle istediği için, biraz yeni Anadolu burjuvazisi kıpırdanmaya başladığı için 2000’li yıllarda yavaş yavaş eski yapıyı dağiştirmeye soyundu ve hemen tüm yüksek yargı bu değişime cephe almaya başladı.

Yüksek yargı organları başkanları bu dönüşümü köstekleme işine sadece kararlarıyla değil demeçleri, eylemleriyle de katılmaya başladılar.

Danıştay cinayeti sonrası taziye sunmaya Danıştay’a gelen Başbakan’ı kapıda karşılamayan bir bayan Danıştay başkanı vardı; acaba Ergenekon davası gelişmeleri sonrası o günü hatırladığında yüzü erguvan gibi kızarıyor mu?




Yazının DEVAMI İçin
Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-26-2009, 13:15   #115
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart
Hasan Karakaya - Vakit
[email protected]
2009-09-26
Kurtlar Vadisi... Dün darağacı, bugün baştacı! Her zaman söylerim, yine söylüyorum... Bir insan bir yerlere gelmişse, o insanı diğerlerinden ayıran bir özellik, bir farklılık vardır... Yani, hiçbir insan, hiçbir özelliği olmadan bir yere gelemez, iz bırakamaz...
Meselâ, “Yunus Emre” olmak kolay değildir... Ya da, kolay kolay “Yunus Emre” olunmaz... Malûm; Yunus Emre’nin bağlı bulunduğu “dergâh”ta, şüphesiz çok değerli “derviş”ler vardı... Ama, çoğu, bir “iz” ve “ad” bırakamadan göçüp gitti...
“Yunus” adı ise, hâlâ dillerde, hâlâ gönüllerde...
Peki, Yunus’u diğerlerinden ayıran özellik neydi?..
Belki çok basit olacak, ama “odunları” desem, acaba abartmış mı olurum?.. Evet, “odun”ları!..
Derler ki; Yunus’un, dağlardan kesip dergâha getirdiği odunlar bile “pürüzsüz” ve “dümdüz”dü!..
Bir gün, merak edip sormuş şeyhi;
“Görürüm ki, getirdiğin odunların hiçbirinde eğrilik yok, hepsi düzgün... Bunun hikmeti ne ola?”
Cevap vermiş Yunus;
“Bu dergâhtan içeri giren odunların bile yamuk olmasına gönlüm razı değil!”
İşte Yunus’u, “Bizim Yunus” yapan özellik!..
İşte Yunus’u, bugünlere taşıyan farklılık!..
“Doğruluğa” ve “düzgünlüğe” o kadar önem veriyor ki, “odun”ların bile yamuk ve eğri olmasına razı değil!..
Özü-sözü doğru!..
İşte bu yüzden;
Yunus hâlâ gönüllerde!..
Yunus hâlâ dillerde!..
ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-26-2009, 13:21   #116
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart
Fehmi KORU Yeni-Şafak-Yine,Yeni,Yeniden...

Her ülkede yeni bir şey söylemek, farklı olmayı göze almak risklidir de, Türkiye'de bu risk başka yerlerden daha fazladır.
Başka ülkelerde mucitler teşvik edilip mükâfatlandırılır, bizde alışılmadık bir çıkış yapan “Yeni icat mı çıkarıyorsun?” diye ayıplanır. Hiçbir düşünce üretmeden emekli olan profesörlerle, kör değneği beller gibi hep aynı şeyleri tekrarlayıp duran danışmanlar ülkesidir burası...
Herhangi bir konuda en son 'açılım' ne zaman yapılmıştı, 'Kürt açılımı' ve 'Ermeni açılımı' öncesinde, hatırlıyor musunuz? Evet, iktidara geldiğinde ilk iş olarak Diyarbakır'a giden ve oradan “Kürt realitesini tanıdık” açıklaması yapan politikacılar (Süleyman Demirel- Erdal İnönü) çıktı. Ya da en son gittiği ülke olan İspanya'dan dönerken orada işittiklerinden etkilenip “Bask modelini uygulayacağız” diyen (Tansu Çiller) de... Bir başka politikacı (Mesut Yılmaz) kimbilir kimin etkisiyle “Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer” de diyebilmişti.
Lâf üretmede üstümüze yok zaten; ancak lâfı projeye veya açılıma dönüştürme becerisi gösteren pek çıkmıyor bizim ülkemizde.
ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-26-2009, 16:31   #117
Kullanıcı Adı
menes
Standart
26.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu'nun ''Türkiye'nin sorunları ve çözümler'' başlıklı yazısından bir bölüm ;

Çokkültürlü toplumsal düzen karşılıklı kabule dayandığı oranda bireyi yeniden tanımlar ve ait olduğu dünya içinde ve o dünyaya karşı özgürleştirir, çünkü. Doğru orantı içe kapanma ile çokkültürlülük arasında değil; içe kapanma ile dışlanma arasındadır.
Kimlikler karşılıklı oluşur.
Hiçbir birey kendi kimliğine tarih dışı, toplum dışı bir hattan ve kendisi üzerine düşünerek ulaşmaz. Onu tanımlayan, tasnif eden başkalarının tavırları ve davranışlarıyla ulaşır.
Kısacası, aşırı cemaatleşme eğilimi, kimliklerin birbirini karşılıklı olarak reddettikleri bir düzenin adıdır. Çokkültürlü toplum ise bu kimliklerin birbirlerinin karşılıklı olarak kabul ettikleri toplumun adı.
menes isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-26-2009, 16:37   #118
Kullanıcı Adı
menes
Standart
26.09.2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesinden Fehmi Koru'nun ''Yine, yeni, yeniden...'' başlıklı yazısından bir paragraf ;

Yeni şeyler söylemek, yapmak risklidir; ama tarihi risk almasını bilenler yazıyor...
menes isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-26-2009, 21:02   #119
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart
D. Mehmet DOĞAN - 26/09/2009 - "Laiklik neden gündemden düştü?"


Alıntı:
Ertuğrul ÖZGÜL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
“Bizim ideolojimiz iyidir”, “bizim laikliğimiz tanımlanamaz” diyenler bu soruya cevap vermekte zorlanıyorlar. Haklılar!
Türkiye’nin 20. Yüzyılını belirleyen “mağlubiyet ideolojisi”nin sonunun geldiğini onlara kabul ettirmek zor. Böyleleri için en acı ilâç bu. Onlar mağlubiyetimizle gurur duyan nesil çünkü.
Türkiye’nin 20. Yüzyıldaki ideolojisi, adı ne olursa olsun bir “mağlubiyet ideolojisi” idi.
Lozan’da galiplerin safında oturtulmayarak Türkiye heyetine mağlubiyet ikrar ettirildi. “Lozan Kahramanı İsmet Paşa”nın Konferansın adını değiştirmeye bile gücü yetmemişti! “Yakın Şark İşleri Konferansı”nda galip Batı’nın önünde diz çöktü; anlaşmayı şapka devriminden önce şapka giyerek, yani itaatini peşinen arz ederek imzaladı. Sınırları şöyle böyle tanıttı, fakat onların istediği gibi küçük, ulusal, dünyada hükmü olmayan bir devlet olmayı kabul etti.
Türkiye anlaşmadan sonra mağlupların yaptığını yaptı, galibin taklidine yöneldi. Millî Mücadele’nin anti-batı, anti-emperyalist tezlerini gömdü. Yeni tezler, galibin dünyasında var olabilmek için gerekenleri yapmak üzerineydi. Bunlara “devrim” denildi. Mağlubiyetimiz devrimlerle kutsandı. Müslüman olmamamız, İslâm dünyasının atıf merkezi olmamamız isteniyordu. Elbette Hıristiyan olamazdık, “laik” olduk! Türkiye Cumhuriyeti’nin Hilafeti taşıyacak, İslâm dünyasına hitab edecek gücü yoktu. Hilafetin kaldırılması, batıyla anlaşmanın mecburiyetlerindendi. Mağlubiyetimizi zafer olarak sunabileceğimiz bir ideoloji imal edildi.
Mustafa Kemal Paşa, fakir, açlık derecesinde fakir Anadolu’nun bağrında yeni başkent Ankara’da Onuncu Yıl Nutku’nda, “az zamanda çok büyük işler başardık!” diyordu. Türkiye’nin Onuncu yılda kişi başına millî geliri 1918 seviyesine, yani Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki seviyeye düşmüştü!
Mağlubiyet ideolojisi 20. yüzyıl Türkiyesini belirledi. Fakat 21. Yüzyılda bu ideoloji ile Türkiye’yi yönetmek imkânsız. Bu imkânsız darbelerle mümkün hâle getirilmeye çalışıldı. Olmadı. En son 28 Şubatla bir hamle yapıldı, o da yürümedi. Ergenekon hamlesiyle mağlubiyet ideolojisi yönetebilir hale getirilmeye çalışıldı, bunun da imkânsızlığı ortaya çıktı.
Türkiye ideolojik takıntılarından kurtuldukça dünyada kabul görmeye başladı. Komşularıyla, çevresiyle, bölgesiyle ilişkilerini müstakillen sürdürecek konuma geldi. ABD’nin Türkiye’nin siyasetini belirleme gücü nisbetinde, Türkiye’nin ABD’nin bölge siyasetini belirleme gücü oluştu.
Türkiyesiz bir Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar siyaseti belirlemek imkânsız. Türkiye kendi ideolojik prangalarını kırdıkça güçleniyor, bunu görmeyen bazı oligarşik kesimler, “hükümet laikliği gündemden düşürüyor” diye yaygarayı basıyorlar. Anayasa Mahkemesi iktidar partisini “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olarak mahkûm etmiş miş! Etsin bakalım! Anayasa Mahkemesi neyin odağı peki? Türkiye’nin geleceğini mahkeme mi belirleyecek? Hükümeti mahkeme üyelerinden oluşturalım öyleyse!
Beyler! Türkiye’nin 1920’lerdeki, 30’lardaki laikliği büyük düşmana karşı bir kamuflajdı!
Bunu nereden çıkarıyoruz?
Türkiye’yi yöneten altı okunda “laiklik” bulunan partinin değişmez genel başkanı, Ebedî Şefi Atatürk 1930 yılında tuttu Diyanet İşleri Reisi’ni partisinin Ankara il başkanı yaptı! Böylece ne yapmış oldu?
Laikçiler hadi Anıtkabir’e koşun! Orada Atatürk’ün size nanik yaptığını göreceksiniz!
Kitap hattı:
Ergenekon’un Şifreleri. Ali Erkan Kavaklı Ergenekon’u romanlaştırmış. Polisiye tadında bir roman. Olaylar, kişiler gerçek. Büyük bir dâvanın iddianamesinde yer alan bilgiler romanın konusunu teşkil ediyor. Bütün dünyada, edebiyatçılar aktüel olayları konu edinen eserler kaleme alırlar. Türkiye’de geniş bir 12 Eylül edebiyatı meydana getirilmiştir. Fakat, Türkiye’nin yakın geçmişinde önemli kırılmalara yol açan, sistemin kendini temyiz gücünü gösteremediği başörtüsü gibi konular yaygın bir edebiyat mevzuu haline getirilememiştir. Kavaklı’nın Ergenekon romanı bu bakımdan da dikkat çekici.






Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-26-2009, 21:09   #120
Kullanıcı Adı
Ertuğrul ÖZGÜL
Standart Ahmet KEKEÇ - 26/09/2009 - Çok mu zor Allah aşkına?
Çok mu zor Allah aşkına?
Alıntı:
Ertuğrul ÖZGÜL Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Benim güzel ve “uzatmalı” Basın Konseyi Başkanım Oktay Ekşi yine kırmış geçirmiş... Yazısına seçtiği başlık tek kelimeyle şahane: “Yine o bahis.”

Evet, yine o bahis.

Bu bahis nedir?

Bu bahis laikliktir efendiler...

Bilmeyen, görmeyen, kıraat etmemiş olanlar da sanacak ki, Oktay Ekşi başkanım bu “netameli” bahsi konuşmuş, halletmiş de, tekrar konuşmaktan gına getiriyor.

Diyor ki, “Bu memlekette laiklik konusunda söylenmedik söz kalmadı.


Zaten biz de bu konuda yazmaktan usandık.”

Biz de, laikliğe kutsallık izafe eden kafanın belli bir anlayış düzeyine gelmesini beklemekten usandık.

Umudumuzu kaybetmiş değiliz.

Hâlâ bekliyoruz.

Devam ediyor başkanım: “Usandık... Çünkü bazı kafalara bu kavramı anlatmanın imkânsız olduğunu gördük. Ama Ergun Özbudun gibi bir Anayasa hocası da laikliğe yeni bir tanım arayan Bülent Arınç’la aynı safa geçerse duramıyorsunuz.”

Duramamış işte...

Döktürmüş...

İyi de, Bülent Arınç’la aynı safta olmak nasıl bir şeydir?

Laiklik tılsımını bozacak lanetli bir duruş mudur bu?

Ne var bu safta?

Ezkaza bu safta bulunanların söz söyleme hakları sakıt mı olacaktır? Meşruiyetleri mi tartışılacaktır? Vatandaşlık hakları mı ellerinden alınacaktır?

Ne olacaktır?

Oktay Ekşi’yle aynı safta olunuyor da, Bülent Arınç’la neden olunamıyor, yahut olunamasın?....



Yazının DEVAMI İçin
Ertuğrul ÖZGÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi