AK Gençliğin Buluşma Noktası
Osmanlı Tarihi (AK Parti) Osmanlı Devleti ve Osmanlı kültürü.



Cevapla
Seçenekler
 
Alt 01-08-2008, 20:29   #141
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
350 adamı zor buldu
İngilizler, Medine'nin Şerif Hüseyin'e teslim edilmemesi durumunda Harem-i Şerif'in bombalanacağı tehdidinde bulundular. Direnmekte ısrar eden Fahreddin Paşa hile ile yakalanarak Şerif Hüseyin'e teslim edildi. Ceziretü'l-Arab elimizden bu suretle çıkmıştır Mısır vesâir Arap ülkelerinde de bir tesiri olmadığı söylenen Cihâd-ı Mukaddes fermanı sebebiyle ecnebi idarecilere karşı birçok isyan ve karışıklıklar çıkmış ve binlerce Müslüman katledilmiştir. Halifenin davetine gönüllü olarak icabet eden birçok Arap da görülmüştür ki, bunlardan teşekkül eden iki tabura bizzat M. Kemal Paşa kumanda etmiştir. İştirakin fazla olmayışı İttihatçılar'ın Arap ülkelerindeki yakışıksız tutumlarından ve Araplar'ın asırlardan beri gayr-i muharip bulundurulmalarından doğmuştur. Kaldı ki, düşman saflarında yer alan Müslümanlar'dan dahî umulmadık istifadeler sağlanmıştır. İstanbul'da silâh depolarında bekçilik yapan Hindliler'in Anadolu'ya silâh kaçırılması işinde gösterdikleri kolaylıklar Kemalist kalemlerde bile ma'kes bulmuştur. Rus ordusundaki Müslümanlar ise Rus-Ermeni mezâlimini önleyici istikamette ehemmiyetli bir rol oynamışlardı. İlaveten söyleyelim ki, cihad fetvasına rağmen Türkler'e silah çektiği söylenen Şerif Hüseyin Medine'yi teslim almaya geldiğinde emrinde 350 kişi vardı. Bunlar da o derecede derme çatma insanlardı ki, kendisi Türk kumandanlarından silah depolarının kapısında bir müddet daha Türk askerlerinin nöbet tutmalarını rica etmiş, bu silahların kendi adamları tarafından yağmalanmasından korktuğunu açıkça ifade etmiştir (Bak: Kaşif Kıcıman, Medine Müdafaası, s. 473-474). Bu demektir ki, Ceziretü'l-Arab'a oluk gibi akan İngiliz altınları, Türkler'e karşı silah kullanabilecek ancak 350 adam bulunmasını temin edebilmiştir. Halbuki aynı çarpışmalarda Türk ordusu tarafında yer alan Araplar bu sayıdan katbekat fazlaydı. Hem de bölgenin ileri gelen insanlarından olarak... Şerif Hüseyin'in sokaktan topladığı adamlar nev'inden değil!...

Celali isyanları daha uzun sürdü
Osmanlı târihini tedkîk edenler hayretle müşâhede ederler ki, Anadolu'da 'Celâlî İsyanları' adıyla, müteaddid isyan hareketine şâhid oldukları hâlde, 450 sene hükmettiğimiz Arap Yarımadası'nda benzer bir hâdiseyle karşılaşılmaz. Üstelik oralarda Anadolu'daki gibi ciddî bir askerî kuvvet bulundurulmuş değildir. Yemen isyanları, bu ülke halkının ekseriyetle Şia'nın bir kolu olan Zeydiye mezhebine mensup bulunmaları dolayısıyla 'hilâfet'e değil, imâmete inanmış olmalarındandı. Yâni onlar, mezhepleri îcâbı olarak, Osmanlı hükümdarını halîfe sıfatıyla tanımak istemiyorlardı. Buradaki bâdirenin temel sâiki budur. Arap Yarımadası, kâhir ekseriyetiyle Sünnî olduğu cihetle burada asırlar boyunca sulh ve sükûnet devâm etmiş, karışıklık ancak İttihâtçılar'ın devlete hâkim olmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bundan daha önce görülmüş olan birkaç Vehhâbî hareketi de Yemen'deki gibi ve fakat ondan farklı bir ictihâdın netîcesidir. Üstelik çok mevzî kalmıştır. Anadolu'daki Celâlî isyanları gibi taaddüdü mevzu-i bahs değildir. Celâlî isyanları, ilk isyan eden grubun başında Celâl isminde bir Alevî bulunduğu için bu ismi almış ve zaman zaman tekerrür etmiş ise de bugün hiç kimse Anadolu Alevîleri'ni, bizi arkamızdan vurmuş olmakla ithâm etmemektedir. Hattâ biz Yunan'la harb ederken Konya'da isyân zuhûr etmiş ve güçlükle bastırılabilmiştir. Bunun benzerleri Yozgat, Bolu, Düzce vs. yerlerde de tekerrür etmiştir. Bugün kimse çıkıp da Konyalılar'a, Düzceliler'e, Yozgatlılar'a.. ilh.: "-Siz Türk-Yunan Harbi gibi buhranlı bir zamanda bizi arkadan vurdunuz!.." diyerek bir târizde bulunmamaktadır.
İbnürreşit Osmanlı'ya bağlıydı
Medine müdâfîlerinin yanında aşîreti, itibarı ve çıkarabileceği silahşör sayısı Şerif Hüseyin ile kıyaslanmayacak durumda olan Şammarî aşireti reisi İbnü'r-Reşid gibi bir şahsiyet vardı. İngilizler, burası ona bırakıldığı takdirde de kendi adamları olan Şerif Hüseyin nâmına mücadele edeceklerdi. Hakîkaten Mısır'dan kaldırdıkları uçaklarla Medine halkı üzerine propaganda broşürleri atmış ve bölge Şerif Hüseyin'e teslim edilmediği takdirde Harem-i Şerif'in bombalanacağı tehdidinde bulunmuşlardı. Bundan endişe eden birtakım subaylar, direnmekte ısrar eden Fahreddin Paşa'nın huzuruna avuçlarında mangal külü dolu olduğu hâlde girerek selâm verir gibi bir hareketle külü onun gözlerine serpmişler, elini kolunu bağlamışlar, kendisini Şerif Hüseyin'e teslîm etmişlerdir. Ceziretü'l-Arab elimizden bu suretle çıkmıştır. Irak havâlisinde İbnür-Reşid emsâli mahallî aşiret reisleri çoktur. Bunlardan biri de Uceymî Sâdun Paşa'dır
İngilizler'e kök söktürdü
Arap ihaneti palavrasına en susturucu cevap Uceymî Sâdûn Paşa'dır. Bunu, Cemal Kutay'ın yayınladığı 'Tarih Konuşuyor' adlı dergiden ve bir görgü şahidinin ağzından arzediyoruz. Görgü şahidi Demokrat Parti devrinde Sakarya milletvekilliği yapmış Hamza Osman Erkan'dır. (Bak: Cemal Kutay, Son Havadis gazetesi, 15 Temmuz 1978) Hamza Osman Erkan, meşhur Şeyh Şamil'in Medine muhafızlığı yapmış olan damadı Osman Paşa'nın torunudur. Görgü şahidinin ifadesiyle bir sâdık Arap liderinin yaptıklarını dinleyiniz:
"Birinci Dünya Harbi'nin ilk haftalarında, 'Teşkilât-ı Mahsusa' hücum taburları Reisi Süleyman Askerî Bey'in maiyetinde Kafkas cephesine gitmek üzere iken vak'alar ve hâdiseler bizi Irak'a sevketmişti. Müntefik mutasarrıflığının merkezi olan Nâsırıyye'den Nuhayle çöl karagâhına Ferhan isminde yerli bir kılavuz ve birkaç Kerküklü jandarma ile gidiyorduk. Nuhayle mevkiinde setir kuvvetlerimiz kumandanı Yarbay Seyfullah Bey'e ve aşâiri teşkilatlandırmak vazîfesiyle yanında bulunan 'Teşkilât-ı Mahsûsa' subaylarından Fâtihli Lutfi Bey'e merkezin gizli bir emrini ve bir miktar para götürüp avdet edecektik. Yolculuğumun üçüncü günü idi, şiddetli bir kum fırtınası esiyordu. Mukâbil taraftan kum rüzgarının içinden bir süvari müfrezesinin bize doğru geldiğini gördük.
"-Aşiret atlıları", "-Hayır, süvari, asker" diye tahminlerde bulunurken, atlılar müthiş bir kum rüzgarı şeklinde birkaç saniye içinde yanımıza yaklaştılar. Bunlar, 30 yaşlarında, kibar yüzlü, buğday çehreli, parlak siyah gözlü, çok zeki bakışlı, zayıf, nahif bir aşiret reisi ile muhafızları idi. Mütekâbilen durduk, selamlaştık, bir an sükut içinde bakıştık. Genç aşiret reisi, çok tatlı bir sesle bir arzumuz olup olmadığını sordu, büyük bir tevâzu ve nezaketle: -Bana bir emriniz var mı? Yanınıza adamlarından birkaçını tefrik edeceğim, dedi ve sonra eliyle selam işareti vererek hızla ayrıldı. Kim olduğunu iyice bilmediğim bu kibar çöl şövalyesi kayboluncaya kadar arkasından manyetize olmuş halde bakakaldım, yanımdaki kılavuza sordum:
'-Kim bu adam?'
-'Necidî hudutlarına kadar ahkâm ve emirleri kayıdsız ve şartsız cârî olan Şeyhlerin Şeyhi Emir Uceymî Sâdûnî işte budur. Emir Sâdun Paşa'nın oğludur. Asalet, servet, mertlik ve şecaatiyle Irak'ta meşhurdur.
Bağdat'tan beri menkıbe ve hikâyelerini işitmekte olduğumuz, düşman kuvvetleri ileri karakollarının rüyalarına giren ve uykularını kaçırarak dehşet uyandıran Müntefik aşiretleri reisini o gün ilk defa görmüş oluyordum. ..Basra'nın tahliyesinden sonra anavatanla irtibat ve münasebetleri tamamen kesilmiş olan ve çok fâik kuvvetler karşısında kahramanca müdafaalardan sonra merkezden verilen emir üzerine çekilmek mecburiyetinde kalan fedakar cenub müfrezemizi ıssız bir çölden geçirerek muhakkak bir esaretten kurtaran Uceymî Paşa'dır.
İngilizler Basra'yı işgal ettikten sonra Uceymî Paşa'ya mektub göndererek Türkler'den ayrılıp Irak'a kurtarıcı olarak gelen ordularıyla teşrik-i mesai ettiği takdirde istiklalini aldığı zaman Irak tahtının uhdesine tevdî olunacağı va'd olunuyordu. Büyük Britanya hükümet-i fâhimesi namına yapılan bu teklif Uceymî Paşa'nın 24 saat sonra İngilizler'e yaptığı müthiş bir baskınla cevaplandırılıyordu. İşte bu asil çöl çocuğu tâ Basra kapılarından Urfa'ya kadar ordumuzun kahraman bir muavini olarak harb ede ede çekilerek geldi. Daha sonra Millî Mücadele'nin ilk ve felaketli günlerinde Diyarbakır'a ve orada'ya gelerek vatanın hizmetine koşmuş, cenub hududlarımızda mühim ve unutulması küfrân olacak hizmetler etmişti. Büyük zaferden sonra Urfa'da Atatürk'ün emriyle hükümetimizin kendisine verdiği bir çiftlikte ziraatle iştigal ettiğini işitmiştim." (Bak: Tarih Konuşuyor Dergisi, Temmuz 1964, Sayı:6)
ATATÜRK'TEN UCEYMÎ PAŞA'YA
Mustafa Kemal Atatürk'ün Uceymî Sâdun Paşa'ya yazdığı telgraf:
"Irak Şeyhu"l-meşâyihi Uceymî Sâdun Paşa Hazretlerine, Diyarbekir'e teşriflerinizi istibşâr (müjdelemek) ile harb-i zâilde (bitmiş olan harpte) ikinci ordu kumandanlığı ile Diyarbekir'de ve dördüncü ordu komutanlığı ile Halep'te bulunduğum sıralarda nesl-i necîbinize (temiz soyunuza) has olan evsâf-ı merdânelerini (yiğitlik vasıflarını) duymuş ve mine'l-giyâb (gıyâben) şahsiyet-i muhteremelerine karşı büyük bir muhabbet-i kalbiye hâsıl eylemiştim. Bütün cihân-ı İslâm'ın iki gözbebeği olan -Türk ve Arab milletlerinin- iftirak (ayrılık) yüzünden ayrı ayrı zayıf olması, ümmet-i Muhammed için şanlı bir halde buna karşın elele vererek ümmet-i Muhammed'in hürriyet ve istiklâliyeti uğrunda mücâhede eylemek bizler için farz-ı ayndir. Unsurların sufûf (saflar) ve an'anâtını siyânet (ananelerini korumak) ile istilâcıların esaretinden tahlis-i girîbân eylemeye (kurtulmaya) mücâhedâtınızda zât-ı necîbânelerinizle beraber olduğumu arz ederim. Bu bâbdaki mütâlalarımın onüçüncü kolordu vâsıtasıyla işârı sûretiyle müdâbele-i efkâretmeyi (görüş alış verişinde bulunmayı) rey-i necîbânelerine terk ile takdim-i ihlâs eylerim efendim." 15 Haziran 1335 (1919) Üçüncü Ordu Müfettişi MUSTAFA KEMAL

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:29   #142
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart Sultan II. Abdülhamid Hakkında Herşey
Suriye ile federasyon
Fransız mandasına girmek istemeyen Suriyeliler Ankara'ya temsilci yolladılar. Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa federasyon için yeşil ışık yaktı, ancak gerçekleşmedi. Önceki yazımızda Irak havalisinde Uceymi Sadun Paşa'nın Osmanlı Devleti'nin yanında İngilizlere karşı verdiği mücadeleyi anlatmıştık. Gelelim Filistin ve Sûriye havâlîsine.. Bu havâlide Ordu Kumandanı sıfatıyla bulunan İttihat Terakkî reislerinden Cemâl Paşa, "Deriye Dîvân-ı Åli-yi Örfîsi" kararlarıyla pek çok Sûriye ileri gelenini Fransızlarla teşrîk-i mesâi etmek töhmetiyle astırmıştı. Fakat bundan dolayı, Sûriye halkı hiçbir zaman:
"-Türkler bize şöyle zulmetti, böyle zulmetti dememiş, haklı veya haksız sâdece Cemâl Paşa'yı ithâm etmekle iktifâ etmiştir. Bugün de aynıdır. Bize ne oluyor ki, bir Şerif Hüseyin'i dilimize dolayarak bütün Arapları ihânetle ithâm etmeye devâm ediyoruz. İngilizler dağılan imparatorluklarını, yeni Dünya şartlarında 'Commenwelt' adıyla bir birlik hâlinde ayakta tutmaya çalışmışlardır.


Faysal Ankara'ya kurye yolladı

Suriye halkı Fransız idâresi altına girmek istemiyor, nisbî bir muhtâriyetle veya kayıtsız şartsız bizimle birlikte bulunmak düşüncesine sâhip bulunuyordu. Bu keyfiyeti Mustafa Kemâl Paşa Birinci Büyük Millet Meclisi'nin 24 Nisan 1920 (1336) târih ve Cumartesi günkü gizli celsesinde uzun uzun anlatmakta ve şöyle demektedir:
"...Sûriye'de İngilizler ve Fransızların tarz-ı idâresine, muhakkirâne idâresine hedef olduktan sonra bu aksamdaki (kısımlardaki) ehl-i İslâm, pek büyük bir hatâya dûçâr olduklarını takdîr ettiler ve onu müteâkip bir kısmı kendi dâhillerinde müstakil olmak ve yine bir sûretle, bir şekilde câmia-yı Osmâniye dâhilinde bulunmak cihetini düşündüler. Bittabî, makâm-ı muallâ-yı hilâfete karşı olan merbûtiyetleri (bağlılıkları) cümlemiz gibi bütün ehl-i îmân için bir vazîfe-i mukaddese idi. Diğer bir kısmı daha da ileri gittiler. Bize hiçbir şekil ve sûrette istiklâlin lüzûmu yoktur. Biz halîfemiz ve pâdişâhımıza merbût (bağlı) olarak câmia-yı Osmâniye dâhilinde bulunacağız, dediler..."
"...Binnetîce Emir Faysal (Şerif Hüseyin'in oğlu) dahî husûsî murahhaslarını bizimle temâsa geçirdi. Dedik ki:
"-Hudûd-ı millîmiz dâhilinde bulunan menâbi-i insâniyyeyi (insan kaynaklarını) ve menâfi-i umûmiyeyi (umûmî menfaatleri) hudûdumuzun hâricinde isrâf etmek istemeyiz. Fakat ittihad, kuvvet teşkil edeceğinden bütün âlem-i İslâm'ın mânen olduğu gibi maddeten de müttefik ve müttehid olmasını şüphe yok ki büyük bir memnûniyetle karşılarız ve bunun içindir ki bizim kendi hudûdumuz dâhilinde müstakil olduğumuz gibi Sûriyeliler de hudûdu dâhilinde ve hâkimiyet-i milliye esâsına müstenid olmak üzere serbest olabilirler. Bizimle îtilaf (uzlaşma) veya ittifâkın fevkinde bir şekil ki federatif veya konfederatif denilen şekillerden birisiyle irtibat peydâ edebiliriz.

Halk da uzlaşma istedi

Ahâlî bunu arzuları fevkinde lehlerine telakkî etmiş olacaklar ki, Emir Faysal milletin bu arzusu karşısında kendi emellerinin sarsılmakta olduğuna vâkıf oldu ve mürâcaatları bunun üzerine oldu. Sûriye dâhilinde bâzı ef'âl ve herekât bittabî mesmûunuz olmuştur. İşte bu fiiliyât başladıktan sonra Emir Faysal sühûletle (kolaylıkla) tesis-i hâkimiyet edemeyeceğini ve Fransızlar da bir müstakil devlet hâlinde orasını kolaylıkla kullanamayacaklarını zannettiler ki; ağleb-i ihtimâl (gâlip ihtimâl) müştereken ahâlîye demek istediler ki, biz de sizin fikrinizdeyiz. Ancak bizim yaşamak için paramız yok ve hâricin tazyîkâtına mukâvemet edecek vesâitimiz yoktur. Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları memleketimizden kovabiliriz. Bunu biz samîmî telakkî etmedik. Onun için vukû bulan siyâsî mürâcaatta biz de siyâsî cevap vermiş bulunduk. Ancak hakîkî irtibat hükümet şeklinde değil, fakat Sûriyelilerle olmuş oldu. Ve oradaki bu hareket, hakîkaten bize mânevî kuvvetle berâber maddî kuvvet zammetmiştir. Hudûd-ı millîmizin cenûb cephesindeki harekâtı nazar-ı dikkatten geçirecek olursak bu fiiliyâtın semerât-ı maddiyyesini görebiliriz..."

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:29   #143
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
ATATÜRK, ŞEYH SÜNÛSİ'YE NE DEDİ?

Ahmet es-Sünusi, Anadoluyu vilâyet vilâyet dolaşmış, câmilerde vaazlar vererek millî mücadeleyi desteklemiş ve bir çok gencin cepheye gitmesine âmil olmuştur. Bunu, Türkiye'den ayrılacağı sırada Ankara'da şerefine tertib edilmiş bulunan toplantıda, M. Kemal Paşa uzun bir konuşma ile anlatmıştır ki, bu konuşmanın tamamını iktibâsa imkân olmadığı cihetle, şu birkaç cümleyle dikkatlerinize sunalım: "...Kendileri şimdi Afrika'da bulunmuş olsalardı her halde orada düşmanlarımıza vurulacak daha müessir olacaktı. Fakat aramızda bulunmak sûretiyle bize kattıkları mânevî değer orada bulunmaktan daha pek fazladır. Sünûsî tarikatının büyük müessislerinden sonra aramızda mevcûdiyetleriyle bize şeref ve kıymet kazandırmış bulunan büyük din adamı Şeyh Ahmed es-Sünûsî hazretleri, pederleri ve kendileri İslâm dünyasında büyük bir değer taşıyan teşkilatın en mühim sîmâları olarak tarihe geçmişlerdir. Bütün âlem-i İslâm'ın hürmet ve muhabbetini hakkıyla kazanmış olan bu tarikatı ve onun mümtaz mümessilini riyasetinde bulunduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi nâmına hürmetle selamlar ve kendilerine gösterdikleri necîb alâka ve bizi bu yolda mücadeleye devam husûsunda vâkî teşviklerinden dolayı minnetle anarız. Afrika'nın en tabîi reisini, en selâhiyattâr hükümdarını, ve bize mazideki emsalsiz mücadeleleri ile rehber olmuş Sünûsîleri, kalbimizden gelen en büyük takdir ve takdîs hisleriyle alkışlarız. Şeyh hazretlerinin âlem-i İslâm'da îfâ buyuracakları hidâmâtı (hizmetleri) şimdiye kadar sebkat etmiş hizmetlerinden üstün olacak ve bu sayede İslâm'ın yegane ümidi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti bütün dünya nazarında büyük bir mevkî ihraz edecektir. Kendilerini ve necîp milletlerini gerek şahsım ve gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisi nâmına şükranla selamlar ve teşekkürlerimi arz ederim."
Libya'dan Anadolu'ya gelen mücahit
Bize sâdık diğer bir Arap lideri de şudur: Irken Arap olan, hatta seyyid olan, yani Peygamber soyundan bulunan, buna ilâveten de şimâl-i Afrika'nın en büyük tarîkati Sünûsîlerin şeyhi ve hatta Libya'nın devlet reisi bulunan Şerif Ahmed es-Sünûsî bu 'Arap ihaneti (!) palavrasına' karşı tek başına kâfî gelecek bir misaldir. Kendisi o sırada İtalyan işgaline mâruz kalmış bulunan vatanını müdafaa için silâhlı bir mukâvemet hareketinin başındaydı. Buna rağmen halîfenin davetine icâbetle İstanbul'a gelmiş, lakin harbin nihayete ermek üzere bulunması sebebiyle düşünülen hizmeti îfâ etmesine imkan olmamışsa da, az sonra zuhûr eden Türk-Yunan harbi dolayısıyla M. Kemal Paşa'nın büyük ölçüde takdirlerini celb eden hizmetleri sebkat etmiştir.

SÜNÛSİ, ATATÜRK'E NE CEVAP VERDİ?

Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığı konuşmaya Şeyh Ahmed eş-Şerif es-Sünûsî, Türk milletini göklere çıkaran iltifatlarla mukâbele etmiş ve bu uzun konuşmasını şu cümleyle bitirmiştir:
"-Sizinle beraber mücadele eden ve muvaffakiyetinize duâ eden bir insanım. Gayemiz İslâm'ın îtilâsıdır (yükselişidir). Bu sebeple her sûrette ben ve memleketim hizmetinize âmâdedir. Allah muîniniz, Hazret-i Peygamber şefaatçiniz olsun. Amin."
Bu ailenin diğer bir ferdi olan Şeyh İbrahim bin İdris es-Sünûsî, biz muhâtaralı bir şekilde Sakarya'da Yunan'la harp ederken te'lîf eylediği "Parıldayan Nûr" isimli eserinde bizim hakkımızda şu takdirkâr sözleri söylemekteydi:
".... Yeri gelmişken şunu tam bir gerçek olarak arz ve itiraf etmemiz lazımdır ki, bu gün İslâm milletleri arasında en kuvvetlisi ve haşmetlisi ve dînî vahdet ve idare yönünden en ümid vericisi, Türk milletidir. Binâenaleyh bütün İslâmî harekât ve dayanışmanın kuvvet merkezi Türkiye olmalıdır. Kahraman Türk milletini bu yakın alaka ve müzâherete ve bu çok mühim vazifeye ehil kılan bir çok târihî ve stratejik imtiyazlar vardır. Hilafeti temsil etmiş olması bütün âlem-i İslâm'ın kalbgâhı olan Haremeyn civarının hâdim ve hâmisi olmak şerefine sahip bulunması ve bütün emânât-ı mukaddeseyi hâlâ uhdesinde mahfûz bulundurması, asırlar boyunca İslâm'ın alemdârlığını yapmış olması ve onu Rabbânî bir lütufla her türlü tehlike ve saldırıştan koruması, nihayet hâl-i hazırdaki tutumunun hâlâ ümid verici olması gibi sebepler bu büyük milleti bu günde İslâmî hareket ve dayanışmanın ve İslâm âlemi için çırpındığımız topyekun kurtuluşun kuvveti, rehberi ve lideri olmaya sevk etmektedir. Türkiye'nin ve İslâm âleminin kurtuluşu, Allah'ın izniyle, ancak Müslüman Türk milleti sayesinde olabilir ve böyle de olacaktır."
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:29   #144
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
Şehzadeye Filistin teklifi
1948'de İngilizler Filistin'de federal bir Arap-Yahudi devleti kurarak çekilme düşüncesine ağırlık verdiler. Kurulacak devlette Araplar üçte iki ekseriyetle temsil edilecekti.

Filistin cephesinde üç ordumuz vardı: Dördüncü, yedinci ve sekizinci ordularımız. Bunlardan 4. Ordu'nun geriye çekilmesi üzerine İngilizler yedinci ve sekizinci orduları -aşağı yukarı kâmilen- imhâ ettiler. Asker perişan kitleler hâlinde Şam'a çekildi. Fakat burada da tutunmak imkânı kalmayarak kuzeye doğru dağınık kâfileler hâlinde ilerledi. İngilizler, kuvvetlerini ikiye ayırarak bir kısmını Musul istikâmetinde, bir kısmını ise Filistin'e doğru harekete geçirdiler. 1918'in Eylül ayı sonlarıydı. Bu askerî mağlûbiyetin netîcesindedir ki, devletimiz 30 Ekim 1918 târihli Mondros Mütârekenâmesi'ni imzâlamıştır. General Allenbi kumandasındaki İngilizler Kudüs'e girdiklerinden az bir zaman sonra, İngiliz Hâriciye Nâzırı Lord Balfour bir beyannâme yayınlayarak Filistin'e Yahudi göçüne kapıları açmıştır.

Bol para verip toprak aldılar

O târihe kadar Kudüs civârında âzamî 50-60 bin Yahudi varken bu sayı sür'atle çoğalmaya başladı. Yeni köyler, çiftlikler tesis ediliyor ve bu da birçok ihtilaflara sebep oluyordu. İngilizler'in Araplarla münâsebeti ve binnetîce menfaati vardı. Bu sebeple iki yüzlü bir siyâset tâkip ederek kâh Araplar'ın, kâh Yahudiler'in gönlünü almak yolunu tutuyordu. Filistinli Araplar, Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseynî'nin etrâfında toplandılar, onun teşvikiyle tedhişçi bir milis kuvveti hâline geldiler. Karışıklıklar, İngiliz idâresini müşkil durumda bırakıyordu. Yahudiler de mukâbil bir askerî düzenlemeyi gerçekleştirmekte geç kalmadılar: Hagânah Teşkilâtı... Bu yarı milis, yarı asker mukâbil teşkilatla Emin el-Huseynî ve adamlarına büyük zâyiât verdirmeye başladılar. Emir Faysal'la Yahudiler arasında imzalanan anlaşma ortalığı yatıştırmadı.

Filistin'e bir kral namzedi

İngilizler'de Filistin'de federal bir Arap-Yahudi devleti kurarak oradan çekilme düşüncesi ağırlık kazanmaya başladı. Araplar üçte iki ekseriyetle temsil edileceklerdi. Devlet reisinin Arap olmasını Yahudiler, azınlık olan Yahudiler'den bir devlet reisi seçilmesini ise Araplar kabûl etmezdi. Çâreyi İngilizler'le Yahudiler müştereken şöyle buldular: Federal Arap-Yahudi Filistin devletinin, devlet reisi bir Osmanlı şehzâdesi olmalıdır. Bunu Yahudiler uygun gördüler. Araplar'ın da uygun bulacağı düşünüldü. Mısır'da olan Şehzâde Mahmud Şevket Efendi üzerinde karar kılındı. Şevket Efendi, Sultan Aziz'in oğlu Seyfeddin Efendi'nin mahdûmu idi. Hânedân, vatan-ı azîzinden tard edildikten sonra Mısır'a yerleşmişti. İyi yetişmiş, siyâsî ahvâli kavramakta ve tahlil etmekte mâhir ve faal bir insandı. Bu vasfı sebebiyledir ki, daha sonra Nâsır ondan endişe edecek ve kendisini Mısır'dan tard edecekti. Şevket Efendi, Mısır'dan çıkarıldıktan sonra Fransa'nın bir kasabasında oturuyordu. Burada Cezâyir istiklâlinden sonra Fransa'ya göç eden Araplar'a bir rehabilitasyon merkezi kurulmuş bulunuyordu ki; oniki dil bilen kızı Nermin Sultan'a tercümanlık vazifesi verilmişti. Şevket Efendi'yi, 1965'de Fransa'da ziyâret ettim. Ona Filistin krallığı meselesini de sormuştum.

İNGİLİZLER HÜKÜMET KURACAKLARDI

1965'de Osmanlı şehzadesi Mahmut Şevket Efendi ile yaptığımız röportaj:
-Size Filistin'de hükümdarlık teklif edilmiş, değil mi efendim?
-1948 senesindeydi. İngilizler, Filistin'den çekiliyorlardı. Çekilmeden önce, orada yerli bir hükümeti kurmak istemişlerdi: Bir Filistin hükümeti. Fakat bu, ne bir Arap ve ne de bir Yahudi hükümeti olacaktı. Şüphesiz, orada büyük çoğunluk o zamanlar Araplar'da idi. Gayet az miktarda da Yahudi vardı. İngilizler, bu iki ceamatten müteşekkil bir hükümet teşkilini düşünmüşlerdi. Araplar bunu kabul etmediler. O zaman Araplar'ın, eski Kudüs Müftüsü Emîn el- Hüseynî'nin riyâseti altında 'Lecnetü'l-ulyâ el-Arabiye-t-ül Filistiniyye' adında bir cemiyetleri vardı. Teklif edilen devlette her hususta Araplar üçte iki, Yahudiler ise üçtü bir nisbetinde temsil edileceklerdi. Bu cemiyetin vâkî teklifi reddetmiş olmasına mukabil, Yahudiler kabul ediyor ve büyük bir tehalük gösteriyorlardı. Zira, Yahudiler azınlıktaydılar. Fakat kuvvetli bir azınlık!... Araplar ise, onlardan pekçok fazla idiler, amma bu sadece bir sayı üstünlüğü idi. Başkaca bir mânâ ifâde etmiyordu.
Bu iş için Araplar'la Kâhire'de temasa geçen İngilizler, hiçbir müsbet netice elde edemediler. Emin el-Hüseynî'nin riyaseti altındaki Arap liderlerinden müteşekkil bu onüç kişilik cemiyet, teklifi kabule yanaşmamışsa da müzâkereyi devam ettiriyordu. Bu cemiyet mensuplarından müteşekkil bir hey'et bu maksatla Londra'ya gönderilmişti.
Bu mes'elenin Araplar'la İngilizler arasındaki müzakereleri Londra'da devam ederken ben o zaman Mısır Başvekili olan Mehmed Mahmud Paşa'nın evinin karşısındaki bir apartmanda oturuyordum. Londra'ya giden Araplar, yine hiçbir netice elde edemeden Kahire'ye dönmüşlerdi. Tam o arada bir gün vaktiyle İngilizler'le münasebette olduğunu sonradan işittiğim bir Türk bana telefon etti. Ve dedi ki:
'-Sizi muhakkak görmek istiyorum. Lütfen beni kabul eder misiniz?'
O ana kadar Mısır'da yaşadığı ve bir Türk olduğu halde kendisini tanımazdım. Fakat nasıl:
'-Sizi tanımıyorum, gelmeyin!...' diyebilirdim. Üstelik telefon eden bir vatandaşımdı. Bu sebeple:
'-Buyurun!..' dedim.
Adamcağız az sonra çıkıp geldi. Kelli felli bir adamdı. Otomobilli, şoförlü filândı. Karın, göbek de o biçim. Parmağında güzel, iri taşlı pırlantalı mırlantalı eski sistem yüzükler vardı. Bir erkeğin parmağında da böyle kadın gibi mübalâğalı yüzükler bulunsun, doğrusu akıl alacak bir şey değil. Nihayet dedi ki:
'- Efendim, burada Yahudi 'Hagana' Cemiyeti'nin bir mümessili var.'
Sözünü keserek:
'-Peki bundan bana ne?,..' diye karşılık verdim.
'-Yoo...' dedi. 'Sizinle görüşmek istiyor.'
'- Allah, Allah!.. Yahudi Hagana Cemiyeti'nin mümessilinin benimle ne alâkası var, niçin görüşmek ister?..'
'-Zararı yok' dedi. 'Herhalde bir söyleyeceği olmalı. Ne söyleyeceğini ben bilmiyorum ama, bir kere görüşürseniz iyi olur zannederim.'
Ben ona sorabilirdim. 'Madem ne söyleyeceğini bilmiyorsunuz niçin bu görüşmeye tavassut ediyorsunuz? Sizin bu Yahudi cemiyeti ve onun mümesssili ile münâsebetiniz nedir?' Nezaketsizlik olmasın diye sormak istemedim. Ayrıca da, ben bu işe ehemmiyet atfetmiyor ve adamı baştan savmak istiyordum. Kendisini sırf bir nezaket eseri kabilinden kabul etmiş, konuşuyordum. Onunla da görüşmeyi teklif ettiği, Yahudi cemiyeti ile de hiçbir münâsebetim yoktu ve olamazdı.
'-Vallahi' dedim, 'evet veya hayır diyebilmek için, rica ederim bana bir iki gün müsaade ediniz! Şöyle bir düşüneyim, ondan sonra reyimi size söylerim...'
Kendisinin telefonu vardı.
'-Size telefon ederim beyefendi' diye ilâve ettim.
'-Peki' dedi.
Gayet nâzik ve terbiyeli bir adamdı. Zannedersem evvelce Türkiye'de emniyet şube müdürlerindenmiş. Son derecede zeki ve kurnaz bir kimseye benziyordu.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:29   #145
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart Tarihten Alacağımız Dersler
Tarihî fırsatı kaçırdılar
İngilizler 1948'de Filistin'den çekildikleri takdirde üçte iki Arap, üçte bir Yahudi olmak üzere mahallî bir hükümet kurmayı düşündüler. Hükümetin herşeyi üçte iki nisbetinde Arap, üçte bir nisbetinde Yahudi olacaktı.

Şehzade Mahmut Şevket Efendi ile 1965'te Fransa'da yaptığımız görüşmede Arap-Yahudi devleti fikrinin nasıl akim kaldığını da konuştuk. Dün Mahmut Şevket Efendi'nin Yahudi Hagana Örgütü temsilcisi ile yaptığı ilk görüşmeyi vermiştik. Bu tarihi hadisenin devamını Şehzade Mahmut şöyle anlatıyor:
"Yahudi Hagana Cemiyeti'nden gelen mümessille, İngilizler'e haber vermeden görüşmeyi doğru bulmadım. İngiliz Sefârethânesi'ndeki Philip Taylor'a durumu açtım: 'Ben sizin arkanızdan bu teklifi kabul ederek Hagana Cemiyeti'nin mümessili ile görüşmek istemedim. Araplar'la Yahudiler'den müteşekkil bir hükümet kurmak istediğinizden de haberim var. Bu hal şeklini, Araplar'ın kabul etmediğini, Londra'daki müzarekelerden netice alınamadığını da biliyorum. Acaba sefâret bu hususta ne düşünür?'
'-Bak' dedi, 'ben size bir dostunuz sıfatıyla söyleyeyim ki, bu zâtla görüşün, fakat bu benim söylediğim, hükümet ağzından değil, sefâret ağzındandır. Şimdi lâzım gelen yerlerle görüşür, konuşur, onların bu mesele hakkında ne düşündüklerini size bildiririm.'
Şark İngiliz Orduları Başkumandanlığı büroları ve Sefâret'in alâkalı kimseleriyle görüşerek bana telefon etti ve: '- Size' dedi, 'Kolonel Benster gelecek. O sizi daha fazla aydınlatabilir. Kendisiyle görüşüp konuştuktan sonra bir karara varırsınız!...'
Kolonel Benster çıkıp geldi; 'Ben Wilson (İngiliz Başkumandanı) ile görüştüm, bu hususta tam bir salâhiyetim vardır. Siz, Lord Clarn'e (Kahire'deki İngiliz Sefiri) değil bana bakın, benim söylediğimi yapın!. Siz lütfen, bu Yahudi Hagana Cemiyeti'nin mümessili ile görüşün! Kendisini dinleyin, istediği neyse bundan bizi haberdar edin!'
İngilizler çekilecekler
O gitti. Teklifi getiren Türk'e telefon ettim.. Biraz sonra ikisi birlikte geldiler. Mümessilin ismi de Mister Shivery idi. Bu Yahudi, İngiliz ordusunda nüfuzlu bir binbaşı imiş. Adam derhal söze başladı. '-Bak' dedi, 'İngilizler 1948 senesinde Filistin'den çekilecekler. İstiyorlar ki; orasının geleceği için şimdiden ciddî bir adım atsınlar. Orada üçte iki Arap, üçte bir Yahudi olmak üzere mahallî bir hükümet kurmayı düşünüyorlar. Hükümetin bakanları, polisi, jandarması, memuru, hâsılı herşeyi üçte iki nisbetinde Arap, üçte bir nisbetinde de Yahudi olacak! Araplar, bu teklifi kabul etmiyorlar. Biz kabul ediyoruz. Böyle bir devletin reisinin, Arap olmasını istemiyoruz. Hele Yahudi hiç olmasın! Çünkü Araplar kabul etmezler. Mısır kral ailesinden bu iş için birisini seçmek istiyoruz. Bu zâtı da bulduk, Prens Abbas Halim!. Prens Abbas Halim kabul etmiyor. Mısır hükümeti bu işe mâni oluyor. Kurulacak bu Filistin devletinde, devlet reisi olmayı kabul eder misiniz?'
Ben tabiatiyle çok şaşırdım. Çünkü Filistin kat'iyyen aklımdan bile geçmezdi. Ahâlisinin bir kısmı Arap, diğer kısmı ise Yahudi'dir. Ben ise bir Türküm. Allah, Allah!.. Bu nasıl olur? Dedim ki: '- Bana müsaade edin, bir iki gün sonra ben size haber veririm.'
Aziz Mısri Paşa destekliyor
Ertesi günü kendisine telefon ettim. Onu çağırmadan önce İngilizlerle temas etmiş ve durumu bildirmiştim. Misler Shivery'ye dedim ki: '-Benim Filistin'le hiç bir alâkam ve ona dair hiçbir düşüncem yoktur. Hiç!... Ben bir yabancıyım. Siz Yahudi'siniz. Devlet reisi olmamı siz istiyebilirsiniz, acaba Araplar ne diyecekler? Bu zorla olacak bir iş değildir. Araplar'la Yahudiler'in ittifakıyla olabilir. Bu nasıl gerçekleşebilir, onu da, bilmiyorum, bu sebeple bu işe niyetli değilim. Böyle ihtilaflı bir meseleye, karışmak istemem.'
'- Peki' dedi. 'Madem ki Araplar'ın kabul edip etmemesi noktasında tereddüde düştüğünüz için karışmak istemiyorsunuz, o halde önce onlarla temasa geçiniz!'
'- Pekâlâ, öyle olsun! Tekrar haberleşiriz' dedim. Mes'eleyi Araplar'a açmak için bir vasıta düşünmeye koyuldum. Hatırıma meşhur Aziz Mısrî Paşa geldi. Araplar üzerinde son derecede nüfuzlu bir kimseydi. Paşa, bu habere çok sevindi. '-Ben' dedi, 'Araplar'ı buraya çağırırım. Mes'eleyi kendiniz anlatırsanız iyi olur.'
İki gün sonrası idi. Vâki davete hepsi gelmişti. Bunlar İngilizler'le anlaşmak için Londra'ya kadar gitmiş olan Arap liderleriydi. Paşa, mes'eleyi onlara izah etti. Dedi ki: '-Bakınız, yarın Araplar'la, Yahudiler arasında patlayacak olan uzun mücâdelenin en kestirme yolu budur. Yoksa ileride daha fena olacaktır. Bunu kabul etmelisiniz.'
O toplantıda muhataplarının çoğu Paşa'ya 'evet' demişti. Az bir kısmı ise 'hayır' dememişler, fakat müstenkif davranmışlardı. Paşa, onların tereddüdünü görünce, 'Bunu kabul etmelisiniz' diye ısrar etti. Bunlar da cevap olarak:
'-Müftü ile konuşalım. Hey'etimizin reisi odur. Biz sâhib-i selâhiyyet değiliz!' dediler. Paşa: '-Peki' dedi, 'Konuşun görüşün, fakat vakit kaybetmeyin!'
İnat Yahudiler'e yaradı
Ben bunu başlangıçta istememiş, arzu etmemiştim. Sonra düşündüm ki, Araplar'la asırlarca beraber yaşamıştık. Dinimiz, örf ve âdetlerimiz bir, çok şeyimiz beraberdi. Gerçekleştirilmek istenen teklif de onların muhakkak ki lehinde idi. Yarın orası Türkiye'ye karşı birinci derecede bir üs olabilirdi. Bu sebeple sonradan taraftar oldum. Kısmet değilmiş, iş bu şekle girince İngiliz süngüsüne istinad ederek ahâlinin kendi dinimden olan ekseriyetine karşı ve onlara rağmen bir hareketi gerçekleştirmeyi doğru bulmadım. Benden başkası olsa, bu son teklif istikametinde hareket ederdi. Böyle bir şeye girişmeyi vicdanıma sığdıramadım. İngilizler de iş bu şekli alınca, öteden beri mâni oldukları Arap muhaceretine bigâne kalmaya başladılar. Onlar da fırsatı ganimet bilip oradan bir an önce çıkmaya koyuldular.
Yahudi göçüne teşvik
Diğer taraftan Yahudi göçüne karşı müsamahakâr davranmaya hattâ onları bu iş için teşvik bile etmeye başladılar. Bu sûretle dünyanın her tarafından İkindi Cihan Harbi'ni görmüş, tecrübeli, mütefennin, iyi yetişmiş Yahudiler'in akın etmesiyle Filistin'deki nüfus dengesi değişmeye yüz tuttu! Bunlar Araplar'ın veya bizim bildiğimiz o eski Yahudiler değildiler. Cesur, komitacı, azimli ve çalışkan insanlardı. Biliyorsunuz kısa zamanda oraya hâkim oldular ve altı gün içinde de Araplar'ı ummadıkları bir mağlûbiyete uğratarak perişan ettiler. Allah korusun belki bilmem daha beter neler de olacak! Bugünkü harbler artık bambaşka olmuştur."
İngilizler, ânî bir kararla, "-Ne haliniz varsa görün!" kabîlinden bir hissiyât ve düşünceyle ânî bir sûretle Filistin'den çekildiler. Bunu müteâkiben zaten hazır olan Yahudiler, 14 Mayıs 1948 tarihinde bütün dünyaya Filistin'de bir "Yahudi devleti" kurulduğunu ilan ettiler. Arap devletleri hariç hemen hemen bütün dünya, kurulan bu devleti tanımakta gecikmedi. II. Cihan Harbi'nden sonra İngiliz imparatorluğunun -âdeta- tasfiyeye uğradığını gören siyonistler, Amerika'nın yıldızının yükseldiğini farketmiş ve bu ülkeye intikal etmeye başlamışlardı. Bundan böyle daha önce İngilizler'in desteğiyle yürüttükleri siyasetlerine, daha yeni ve müessir bir destek elde etmiş bulunuyorlardı.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:29   #146
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
İNGİLİZLER ŞEHZADEYİ SIKIŞTIRIYOR
Şurada burada Araplar resmen İngilizler'e karşı isyan halinde bulunuyorlardı, İngilizler bu pürüzlü ve ihtilaflı mes'eleyi bir an önce sağlam bir esasa bağlamak hususunda acele ediyorlardı. Orada oturan Yahudiler ise İngilizler'in, ekseriyetle Araplar'ın teşkil edeceği bir devlete taraftar olmalarından dolayı onlara diş biliyor ve bâzı huzursuzluklar çıkarmaktan geri kalmıyorlardı. Bu sırada doğrusu İngilizler'in Araplar'a büyük bir yardımı da olmuştu. Filistinli Araplar'ın hicretlerine mâni oluyorlardı. Diğer taraftan da Yahudiler'in gelip oraya yerleşerek, ekseriyet teşkil etmelerini önlüyorlardı. Gerçek budur. Bu yüzden Yahudiler İngilizler'e karşı suikastlara, sabotajlara teşebbüs ediyorlardı. Bundan huzursuz olan Araplar, İngilizler'in mâni olmasına rağmen çeşitli yollarla oradan kaçıyorlardı. Malını satan, bir yolunu bulup, sıvışıyordu. Bunlar ekseriyetle Filistin'in mal mülk sahibi zenginleriydiler. İşler böyle uzayınca Yahudiler fenâ halde sinirlendiler, kendilerinin kabulünü muvafık görmedikleri bir teklifi dahi Araplar'ın kabul etmeyerek daha fazlasına talib görünmeleri onların, giriştikleri sabotaj, mal mülk satın alma, sûiskast gibi çeşitli faaliyetlerini artırmalarına sebep oldu. Araplar'dan iş çıkmadığını gören Weismann gitti. Arkasından Shivery de gitti. Ortada İngilizler'le ben kaldım. Meğerse müftü, bana mektubu göndermekle beraber, adamlarına başka türlü söylemiş. Bu işin kabul edilmemesini bildirmiş. Demek ki müftü iki yüzlülük ediyordu. Shivery ve Weismann gidince, İngilizler, bana yeni bir teklif yaptılar. Bu da şu idi: Henüz Filistin'den çekilmemiş olan İngiliz Ordusu'nu arkama alarak, oraya gidip 'Filistin Hükûmeti'ni ilân etmem arzu ediliyordu. Kabul etmedim. Araplar ekseriyette, Yahudiler ise ekalliyette idi. Yahudiler istiyor, Araplar'sa taraftar değildi. Ekalliyetin istediğini gerçekleştirmek için ekseriyetle çatışmak mecburiyeti hasıl olacaktı. Üstelik bir müddet sonra İngiliz Ordusu çekilecekti. O zaman ben, kurulacak olan hükümeti devam ettirebilmek için Yahudiler'le beraber mi hareket edecektim?! Sizler benim yerimde olsaydınız, bunu kabul edip Yahudiler'le bir olup kendi dindaşlarınız olan Araplar'a karşı çıkar mıydınız? İşte ben de bu düşüncelerle bu teklifi sûret-i kat'iyyede reddettim, işte işin hülâsası budur.
Kudüs müftüsünden şehzadeye mektup
Aziz Mısrî'nin Araplar üzerindeki nüfuzunu bilen İngilizler rahat bir nefes almışlardı. Filistin dâvasına halledilmiş bir mes'ele nazarıyla bakıyorlardı. Târih huzurunda bir hakikat söyleyeyim: Araplar'ın yaptıkları yaygaralar mübalâğalıdır, İngilizler Filistin'i Yahudiler'e terkederek çıkmak istemediler. Araplar'ın bu husustaki iddiaları asılsızdır, İngilizler hâkim unsuru Araplar'dan olan müşterek bir devlet kurmak istemişlerdir. Maksatları, kendileri çekildikten sonra anarşik hareketlerin sona ermesiydi. Yahudiler'i iyi idare edip etmemek mes'elesi Araplar'ın kabiliyetlerine terkedilmiş olacaktı. Araplar şimdi böyle söylemiyorlar, İngilizler bizi aldattılar, Filistin'i Yahudiler'e terkedip çıktılar, diyorlar. Bu doğru değildir.
Müftüden gelecek cevabı beklemek lâzımdı. Araplar'ın bir 'bukra'ları vardır bilir misiniz? Yarın demektir. Ah ne sonsuz bir şeydir o!... Bukra, bukra diye bizi oyalamaya başladılar. Bir türlü cevap vermiyorlardı. İşte Filistin bu bukralara kurban gitmiştir. Doğrusu bir taraftan da mazurdular. Hallerini görüyordum. Doğrusu kolay karar verilebilecek bir iş değildi. Acaba istikbal ne gösterecekti? Shivery merak içerisindeydi. Bana haber gönderdi, durumu izah ettim. Derken Dr. Weismann geldi. Adamların acelesi vardı. Çünkü İngilizler Filistin'den çıkmak üzereydiler. Binaenaleyh bu oluyor mu, olmuyor mu anlaşılması lâzımdı.
Shivery sabırsızlanıyor
Araplar hâlâ 'Bugün, yarın..' diyorlardı. Shivery sabırsızlanıyordu. Bir gün bana: '- Müftüden haber geleceği yok. Dr. Weismann otelde oturmaya gelmedi', dedi. Müftü Emin el-Hüseynî o sırada Lübnan'da oturuyordu. Bu işle meşgul Türk'lerden birisi kalkıp onun yanına gitti. Müftü demiş ki: '- Bu meseleden haberim var. Ben de Aziz Mısrî Paşa gibi düşünüyorum, ileride başımıza gelecek belâyı önlemek için en kestirme yol budur. Herhalde çok muvafıktır.' Bu cevap üzerine bizim Türk de diyor ki: '- Peki, bu husustaki düşüncenizi bana söylediğiniz gibi bir mektuba yazıp, Şehzade Mahmud Şevket'e bildirseniz iyi olmaz mı?" Müftü bu husustaki fikirlerini bir mektuba yazarak o zata verdi. O da alıp Mısır'a getirdi. Aziz Mısrî Paşa'yı haberdar ettim. Mektubu kendisine gösterdim. '-Bak, işte müftünün mektubu budur; fikirleri de budur!' dedim. Paşa memnun.. Lecne'ye mensup Araplar'ın bir kısmı da çok memnun.. Diğer bir kısmı ise hâlâ karışık ve mütereddit görünüyorlardı. Mütfüden haber gelince, işler hızlandı. Dr. Weissmann dönmek istiyordu. Fakat bukra meselesi bir türlü ortadan kalkmıyor ve bu iş bitmiyordu. Müftünün mektubu kâfi değildi. Hey'etin oturup ekseriyetle karar alması gerekirdi. Bugün yarın, bugün diye diye iş uzayıp gidiyordu. İngilizler de Filistin'den çıkmak için hazırlanıyorlardı.
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:32   #147
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
Tarihten Alacağımız Dersler
Çağdaşlaşma Yolunda
Tarihten Alacağımız Dersler Vardır.
Çağdaşlaşma Yolunda
1930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü...
Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paranlar ödeyerek heykel yaptırdığımızı (1)

Kendinizi Türklere Emanet Edin
16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde:
"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini …(2)

Talan Edilen Mirasımız
Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . .
Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını... (3)

Ecdadımızın Silinmez İzleri
1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine
Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini ,,(4)

Bitmeyen Osmanlı Sevgisi
Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı " diye sayıkladığını ..
Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın'. "Madem ki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden . alması!" dediğini Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…(5) Biliyor muydunuz.

Avrupa'da Akıncı Korkusu
1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini...(6)

Cennette Yer
Osmanlı Devleti'nin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirken"Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet'in de kendilerine ait olduğunu... " söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: "Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet'te yer bırakırlar mı?" dediklerini...(7)

Batışın Remzi
Yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtan mütevazı Topkapı Sarayına karşılık, yıkılışımızı remzeden Varsay taklidi Dolmabahçe Sarayının Avrupa'dan borç alınan para ile, 9 ton altın ve 41 ton gümüş kullanılarak inşa edildiğini... (8)

Şefzade'nin Dolmabahçe Sefası
İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığın ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini...
Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiğini (9)

Ağaca Asılan Zekat Parası
Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
"Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını (10)

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:33   #148
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
Nebiler Sultanı nın Güzellikleri
Aşk bahçesinin yanık bülbülü Hazreti Mevlana'nın, Peygamberimiz'in (sav) üstün vasıflarıyla alakalı olarak:
Nebiler Sultanı'nın (sav) vasıflarının şerhini. eğer ben devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez. " dediğini...
Sahabi efendilerimizden Amr bin As'ın (ra): "Benim gözümde Resulullah'dan (sav)daha sevgili, benim gözümde Ondan daha büyük bir kimse yoktur. Ne var ki, Ona olan tazimimden gözüm doya doya Ona bakamıyordu " dediğini. . .
İmam Kurtubi'nin de "Nebiler Nebisi'nin (sav) güzellikleri bize tamamıyla gösterilmemiştir. Gösterilmiş olsaydı, gözlerimiz Ona bakmaya takat getiremezdi " diyerek İki Cihan Saadet Güneş’inin güzelliklerini bir nebzecik olsun anlatmaya çalıştıklarını..(11)Biliyor muydunuz?

Osmanlı Arması
Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini
Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde:
İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını (12) Biliyor muydunuz?

Pasaport Farkı
Şanlı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb'asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaret yetkililerine yalvardığını… (13)

Türk Köşesi
Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa'da Türk hayat tarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını (14)

Reformun Böylesi
0 zamana kadar sadece batılıların kendi aralarında düzenledikleri balolara, yanlış batılılaşma hareketinin bir parçası olarak Türk devlet adamları da katılınca 11829), baloda bulunan bir Fransız kadının oldukça doğru bir teşhiste bulunarak Türkler reforma, bitirmeleri gereken yerden başladılar dediğini ...(15)

Birinci Dünya Savaşının Vahşet Yılları
Birinci Dünya savaşı sıralarında Musul'da halkın açlıktan perişan durumlara düşüp hergün sokaklarda kadın-erkek çocuk-ihtiyar birçok insanın inleye inleye ölüme gittiklerini ve buna bir çare bulunamadığını…
Açlıktan ölen bu zavallı çocukların etlerini kasap dükkanlarında koyun ve kuzu eti diye satan veya aşçı dükkanlarında pişirip halka yedirme vahşetini gösteren on-oniki kişinin idam edildiğini . (16)

Amerikan Yardımı (!)
Truman doktrini çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri'nden aldığımız 69 milyon dolar askeri yardım ile elde edilen askeri techizatın bakımı için ABD'ye her yıl 400 milyon dolarlık bakım ve ithalat parası harcaması yaparak ne kadar karlı bir anlaşma (!) yaptığımızı (17)

Hayal Müessesesi
Teb'asını "Emanetullah" olarak gören Osmanlı Devleti'nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini.
Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını. . (18/a)
İstanbul'daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere'nin: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir dediğini ve Osmanlı'nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini (18/b

Üçüncü Dünyanın Kobayları
Batıda ilaç üretmekle ilgili yönetmeliklerin son derece ağır olup, bir ilacın piyasaya çıkarılmadan önce kobaylar üzerinde yeterince deneme yapılması gerektiğini ve bunun ise uzun ve pahalı bir süreç olduğunu .
Buna çare bulan batılı hümanistlerin(!), yeni geliştirdikleri denenmemiş ilaçları üçüncü dünya ülkelerine pazarlayarak hem para kazanıp, hem de milyonlarca gönüllü kobay üzerin de ilaçlarını denediklerini
İlaç iyi çıktığı takdirde mallarını batıda pazarladıklarını, kötü çıktığında ise foyası çıkana kadar üçüncü dünya ülkelerine satmaya devam ettiklerini . . (19)

İçi Yivli Toplar ve Ecdadımızın Sızlayan Kemikleri
Yavuz Sultan Selim Han'ın Ridaniye Savaşı'nda, ileri görüşlü babası Sultan II Bayezid' ın icadı olan "içi yivli topları kullanarak büyük başarılar elde ettiğini..
Bugün ise bizlerin hala II Bayezid'in bu büyük icadını tarih kitaplarımızda: "Yivli top 1868 de Almanlar tarafından icad edildi" diye okutma gafletini göstererek ecdadımızın kemiklerini sızlattığımızı.. (20)

Tanzimat Dönemi Ordusu
II Mahmut döneminde Osmanlı ordusunun modernleştirilmesi için danışmanlıkta bulunan Alman komutanı Helmuth von Moltke'nin Tanzimat dönemi ordusunun halini
"Bu ordu: kaputları Rus, talimatnameleri Fransız, tüfekleri Belçika, sarıkları Türk, eğerleri Macar, kılıçları İngiliz ve öğretmenleri her milletten, Avrupa sisteminde bir ordudur" diyerek tarif ettiğini .(21)

Bediüzzaman,ın Rızık Hususundaki Hassasiyeti
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin 1924 yılı yazında Van'daki Erek dağına çıkarak bütün vaktini tesbihat ve münacat ile geçirdiği günlerde, yanında bulunan talebelerinin dağlardaki yaban elmalarını koparıp yemek istemeleri üzerine Üstad'ın onlara izin vermeyip
"Bizim hissemiz bağlar ve bahçedekilerdir Bizim rızkımızı Cenab-ı Hakk oralarda tayin etmiştir. Bu yabani meyveler yabani hayvanların rızkıdır. Onların kısmetine dokunmamamız gerekir" dediğini… (22)
Milletlere Göre Fiyat Farkı
Osmanlı'nın son döneminde (1850) İstanbul'da uzun yıllar kalmış bir batılı tarihçi olan M A Ubicini'nin şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, hatıralarında:
"Bir kaide olarak, Ermeni ye istediği paranın yarısını, Ruma üçte birini, Yahudi ye dörtte birini veriniz. Fakat bir Müslümanla alışveriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini veriniz"diye yazdığını… (23)
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:33   #149
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
Batıda ve Osmanlı'da Yalan
1717 - 1718 yılları arasında İstanbul' da İngiliz elçiliği yapan G.Montagu nun hanımı Lady Montagu nun Osmanlı toplumundaki ticaret ahlakı ile alakalı hatıraların da, oldukça enteresan bir şekilde:
"İngiltere'de yalancılar yaptıklarıyla öğünürler.
Burada ise (Osmanlı'da) yalan söylediğinden emin olunduğu zaman yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür. diye yazdığını… (24)Biliyor muydunuz?

Marks'ın Hayranlığı
Şeyh Şamil liderliğindeki Kafkas halkının, istilacı Ruslara karşı olan istiklal savaşlarında göstermiş oldukları büyük direniş karşısında Karl Marks' ın:
"Hürriyetin nasıl elde edilmesi lazım geldiğini Kafkasya dağlılarından ibretle öğreniniz. Hür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görünüz. Milletler, onlardan ders alınız. .. " diyerek hayranlığını itiraf etmek zorunda kaldığını... (25)
Osmanlı Devleti'nde ağaçlara çok kıymet verilip koruma altına alındığını . . . Sultan ll. Abdülhamid devrinde, Belgrad ormanlarına zarar verip ormanı tahrip ettikleri için bir köyün kitle halinde sürgün edildiğini. . .(26)

Kin
İkinci Dünya Harbi sonlarında yapılan lise mezunlarının olgunluk imtihanlarında sorulan "Ormanlar ve Ormanların faydaları" isimli kompozisyon sualine talebelerim bazılarının enteresan bir şekilde:"Türkiyemiz ormanlık bir ülkeydi, fakat o zalim padişahlar, yurdumuzu ormansız bıraktılar , gibi cevaplar verdiklerini . . .
Sebep olarak da; bu zavallı öğrencilerin öylesine bir kin terbiyesi içinde yetiştirilerek Osmanlı'yı kötülemeye öylesine alıştırıldıklarını ve böylece eğer bir fırsatını bulup da padişahlara hakaret ederlerse iyi not alacaklarına inandıklarından dolayı böyle cevaplar verdiklerini... (27)

Ecdad Nesline Hürmet
Merhum Adnan Menderes'in, İstanbul'un imarı faaliyetlerinin başlatıldığı l950'li yılların birinde, gece yarısı cennetmekan Sultan Abdülhamid Han'ın muhterem kerimeleri Ayşe Osmanoğlu ile annesi Müşfika Kadınefendi'nin kaldığı evin kapısını çalarak gizlice içeri girip her ikisinin de ellerini öptükten sonra :
"Siz bize veli nimetlerimizin emanetlerisiniz. Fakat maalesef sizlerle bugüne kadar alakadar olamadım. Çok özür dilerim Çevremiz böyle tavırları hazmedemeyecek insanlarla dolu!... " dediğini... Daha sonra da, Osmanlı'nın bu aziz analarına, kimseye muhtaç olmamaları için, içinde 10.000 lira bulunan bir zarf bırakıp ayrıca tahsisat-ı mestureden (örtülü ödenek) maaş bağladığını ve 2 7 Mayıs'da bu paranın kesildiğini... (28)

Peygamber Evine Benzeyen Ev
Gönüller sultanı Mevlana Hazretleri'nin hizmetçisine: Bu gün evimizde yiyip içecek birşey var mı?" diye sorup, hizmetçisinin de "Hayır hiç birşey yok" diye cevap vermesi üzerine sevince garkolup ellerini Yüce Dergah'a açarak:
"Allahım, sana şükürler olsun ki, evimiz bugün Peygamber evine benziyor" diye Muhammed Mustafa'nın(sav) yolunun tozu olduğunu gösterdiğini,,. (29)

Eşsiz Misafirperverlik
Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa'ya tanıtmış olmakla meşhur Comte de Marsigli'nin, Türk toplumunun misafirperverliği ile alakalı olarak :
"Türkler hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misafirperverdirler. Ana yollar civarındaki köylerde oturanlardan hali vakti yerinde olanlar öyleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkıp yolcu bulmaya çalışırlar. Eğer bulacak olurlarsa evlerine davet ederler ve hatta çok defa misafirin hangi evde ağırlanacağını tayin ederken kavgaya bile tutuşurlar." dediğini (30)

Vahşetin Böylesi
1096 yılında Haçlıların Kudüs'e girerek 40. 000 Müslümanı kılıçtan geçirdikten sonra Gödofroi dö Buygom' un Papa II Urban' a yazdığı mektupta:
`Kudüs'te bulunan bütün Müslümanları katlettik, malumunuz olsun ki, Süleyman Mabedi'nde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yürüyoruz. " diyerek barbarlıklarını belgelediklerini...(31)

İnsanlığın En Muhteşem Harikası
Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta :
"Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?" diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht'un:
"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır" diye cevap verdiğini. . .(32)

Enderun Okulu
Üç kıtada altı asırlık bir hükümranlık şanlı ecdadımızın devlet ve medeniyet mirasının sırlarının bulunduğu ve dünyanın en büyük arşivi olan Osmanlı Arşivi'ni, bizler doğru dürüst incelememişken, bine yakın Amerikalı ile yüze yakın İsrailli tarihçinin yıllarca didik didik ettiğini. ..
Bugün ABD'de sadece "Enderun okulu" hakkında hazırlanan uzman eserlerin ve doktora tezlerinin sayısının 350 tane olduğunu. . .(33)

Ziya Gökalp'in Ölümü
Türkçülük fikrinin ünlü simalarından biri olan Ziya Gökalp'in hayatının son anlarında Fransız hastanesinde yatarken ebedi aleme intikal etmeden bir gece önce, mukaddesata galiz küfürler ederek başını duvarlara vura vura öldüğünü
Cesedinin de hastane morgunda Hıristiyan geleneklerine göre muamele yapılarak kaldırıldığını... (34)

Sözünün Eri Olmak
Mehmet Akif Ersoy'un sözünün eri bir insan olduğunu ve söz verdiği şeyi yerine getirmek için ölümden başka hiçbir şeyin onu engellemediğini...
İstanbul Vaniköy'de oturan bir ahbabı ile öyleden bir saat önce buluşmak için sözleştiklerinde, o gün yağmurlu, fırtınalı bir gün olup her tarafı sel bastığı halde Mehmet Akif' in binbir zorlukla sırılsıklam vaziyette söz verdiği yere vaktinde geldiğini, fakat arkadaşının gelmemesi üzerine çekip gittiğini... Ertesi gün. özür dilemek için gelen arkadaşını dinlemeyip: "Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir" diyerek tam altı ay o arkadaşıyla konuşmadığını... (35) Biliyor muydunuz.?
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-08-2008, 20:33   #150
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN II. Abdülhamid'in Bir Günü...
Kızılca Buğdayı
ABD'nin 1890 yılına kadar bizim Tuna boylarımızda yetişen "kızılca" ismi verilen buğdayımızı ithal ederek tohumluk olarak kullandığını ve bununla halkını beslediğini. .. (36)

Bir Yanlışın izahı
Padişahların, Osmanlı topraklarındaki muhtelif yerleri devletin ileri gelenlerine: "Sana orayı , bahşettim " demesinin.
"Verilen yeri imar et!' manasına geldiğini ve bu varlıklı Osmanlı paşalarının, o toprakların mamure haline gelmesi uğrunda servetlerini tükettiklerini . . . (37)

Hakiki Nişan
Kırım Savaşı'ndaki büyük hizmetlerinden dolayı Fransız hükümetince kendisine nişan verilen Deli Hasan Ağa'nın bu nişanı takmadığını farkeden Fuat Paşa'nın ona takmama sebebini sorması üzerine:
"Paşam, benim vücudumda harpte kazandığım yedi nişan(yara izi) var. Onlar varken elin Frenk'inin nişanını ben ne yapayım!" diye cevap verdiğini

Yabancı Gözüyle Lozan ve Neticesi
1922-1923 yılları arasında Sovyetler Birliği'nin Türkiye büyükelçisi olarak Ankara'da bulunan S. İ. Aralov'un, Lozan Konferansı' nın sonuçları ile alakalı olarak yazmış olduğu hatıratında :
"... İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, eskiden Türkiye'nin olan Musul'u ve daha başka yerleri Türkiye'den koparmayı, Yunanlıların yakıp yıktığı şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tamirat parası verdirmemeyi ve Boğazlar meselesinde İngiliz planını gerçekleştirmeyi başardı.
Türkiye'nin Musul'u bırakması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak kendisine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetindi Bundan başka batılı devletler , Türkiye'yi, Osmanlı Devleti'nin batılı kapitalistlere olan borçlarının, Osmanlı Devleti'nden ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına düşen bölümünü 20 yıl içinde ödemeye ikna ettiler" diye yazdığını...(39)

Acı İtiraf
Lozan Konferansına İsmet İnönü ile birlikte katılarak Türkiye aleyhine birçok entrikalar çeviren Hahambaşı Hayim Naum’un,daha sonraları hükümet erkanı ile araları çok iyi olmasına rağmen: Bu memlekete bu millete çok kötülük ettim, artık aralarında yaşayamam diyerek pişmanlık içinde Mısıra gittiğini...(40)

Mehterin Büyüleyici Tesiri
Batı musiki şaheserlerini yazmış olan Mozart,Bizet gibi büyük bestekarların mehter musikisinin büyüleyici tesiri altında kalarak,Türk tarzında Alla Turca denilen kısımlarını yazdıklarını....(41)

Türkiyede Türk Müziği Yasağı
Tek parti iktidarı döneminde,devletin açmış olduğu müzik okullarının bir tanesinde,öğrencilerden bazılarının ders arasında kendi öz müziği olan Türk müziği çalmaya teşebbüs ettikleri için yabancı uzman Herr Zuckmayer tarafından okuldan atıldıklarını....(42)

Senfoni Zulmü
1930lu yılların birinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının,Anadoluyu tenviretmek için çıktığı turnenin Sivas durağında,bir konser verdikten sonra gazetecinin birinin konseri izleyen bir vatandaşa: Konseri nasıl buldunuz? diye sorması üzerine zavallı adamcağızın, sağına soluna ürkekçe bir göz attıktan sonra gazetecinin kulağına:
Valla beyefendi,Sivas,Sivas olalı,Timurdan beri böyle zulüm görmedi! diye cevap verdiğini....(43)

Bizim Dinazorlarımız
Bizim ülkemizde çağdaşlık ve bilimsellik(!)adına başörtülü öğrencilerin üniversitelere sokulmayıp,İmam Hatip Okulu öğrencilerinin varlığından ve devletin diğer okullarından daha başarılı olmasında rahatsızlık duyulduğu halde,dünyanın süper gücü sayılan ABD nin en iyi üniversitelerinden biri olan Massachussets Institute of Technology(M.I.T.)nin öğrenci yönetmenliğinde:
Dini inançların gereğini yerine getirmekten dolayı bir derse veya imtihana giremeyen öğrenciye telafi imkanı tanınır....diye hüküm bulunduğunu ve bu hususlarda alabildiğine müsamahalı davranıldığını....(44)

İlahi İkaz
Birinci Dünya Savaşı sırasında Dördüncü Ordu karargahında Mekke ve Medine yi kurtarmak için Hicaz Seferi Kuvveti hazırlanması meselesi görüşülürken,Harbiye Nazırı Enver Paşa nın bu iş için Mustafa Kemali atadığını ve bunun üzerine Mustafa Kemal in:
Değil Hicaza asker sevketmek,hatta oradaki askerleri de geri almak ve kuvvetleri verimsiz yönlere dağıtmamak gerek diyerek görüşünü belirttiğini ve sonunda M. Kemal in bu görüşünün kabul edilerek Medinenin boşaltılmasına karar verildiğini...
Tam bu sırada ışıkların aniden sönerek ortalığın zifiri bir karanlığa bürünmesi üzerine bunu İlahi bir İkaz kabul eden Cemal Paşa nın birden ürperip sarsıldığını ve daha sonra Hicazın boşaltılmasından vazgeçilerek Fahreddin Paşa nın Medine ye gönderildiğini....(45)

Medine Muhafızı
Osmanlı'nın edeple taçlaşmış iman anlayışının gereği olan Hazreti Peygamberi'nin(sav) şehrini bir valinin adının altına sokamayacağı saygı ve edebi ile, oraya göndereceği idareciyi `Vali " yerine "Medine Muhafızı " diye isimlendirme hassasiyetini gösterdiğini . . . (46)

Dünyanın ilk Toplu Sözleşmesi
Dünyada ilk toplu sözleşmenin Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiğini. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye Mahkemesi sicilinin 57'ci sayfasında kayıtlı belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmed Efendinin tasdiki ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandığını .
Bu sözleşmeye göre, "Kalfaların, yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin yevmiyeleri"nin tesbit edilip, her gün belli sayıdaki fincan imali karşılığı alacakları ücretlerin tesbit edildiğini...(47)Biliyor muydunuz?

Osmanl Topçuluğu
Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıllarca İstanbul'da kalan ve yazmış olduğu eserini en büyük Hıristiyan hükümdarı II Filib'e takdim eden İspanyol yazar Cristobol de Villalon'un, dönemin Osmanlı topçuluğu hakkında:
"Dünyada hiçbir devletin,Türk topçusu ile mukayese edilebilecek topçusu yoktur. İstanbul'da eski model olduğu için kullanılmayıp süs diye surlara konan topları inceledim Bunlar bile İspanya ordusundaki toplardan çok daha kaliteli idi.
Tophane sırtlarında çaptan düşmüş diye yığılan 40 kadar topu hayretle seyrettim. Bunları alıp topçu kuvveti oluşturmak istemeyecek hiçbir Avrupa devleti bilmiyorum dediğini . . . (48)

En Mütekamil ikmal Teşkilatı
Kore Savaşı sırasında bir Amerikan bataryasının isabet alıp parçalanmasından sonra, dört dakika gibi kısa bir süre içinde Amerikalıların bataryayı tekrar kurup ateşe başladıklarını ve bu çok süratli ikmal karşısında Türk binbaşısının hayretler içinde kaldığını gören Amerikalı generalin:
"Biz bu sistemi kurmadan önce bütün dünya ikmal teşkilatlarını etüd ettik. En mütekamil olanının Osmanlıların ki olduğunu görerek onu kabul ettik. Bu, sizden gelme bir usulün günümüze tatbikinden başka birşey değildir." dediğini, . .(49)

Gözyaşı Medeniyeti
İslam'ın ilk dönem zahidlerinin en belirgin niteliklerini Allah korkusunun tesiri ile çok ağlamaları, çok mahzun olmaları ve dünyaya hiç değer vermemeleri olduğunu.
Bunlardan Veysel Karani'nin Allah'tan korktuğu ve utandığı için başını hiç semaya kaldırmayıp, daima çenesi göğsün de bitişik gezdiğini...
"Ümmetin Rahibi" diye tanınan Amir bin Abdullah ın çok ağlayıp geceleri ayakları şişecek kadar ibadet ettiğini..
"Dünyayı üç talakla boşadım, ricat yok" diyen ve ruhbanlar gibi ibadet ettiği için "Gulam" adını alan Utbe bin Eban'ın çok ağlayan bir zahid olduğunu...
Zühdüne sevgi ve aşk hakim olan Rabiatü'l Adeviyye nin secde de başını koyduğu yeri çamur edecek kadar gözyaşlarını ceyhun ettiğini... (50)
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi