12-27-2007, 18:20 | #71 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Egitim Politikasi
"Ben okumuş adamdan korkmuyorum" II. Abdülhamid Han eğitime çok önem veriyor ve bu alanda hiçbir fedekarlıktan kaçınmıyordu. "Ben okumuş adamdan korkmuyorum" diyordu. Osmanlı devletinde en büyük eğitim ve öğretim hamleleri onun zamanında yapıldı. Eğitim alanındaki başarası düşmanlarının dahi takdirini toplayarak gerçekleri dile getirmek zorunda kalıdlar. Kendisine muhalif olan Ahmet Reşit Rey; "Gariptir ki, bir taraftan basını bu kadar baskı altında bulunduran Abdülhamid, diğer taraftan memleketin irfanının yükselmesi için yabancı lisanların öğrenilmesine ve milletin aydınlanmasına çok çalışır ve okullara çok önem verirdi. Yakınlarından işittiğimize göre "bir milletin hürriyet ve Meşrutiyet'e kavuşması için daha olgunlaşması ve cehaletten kurtulması lazımdır" dermiş. ( 108) II. Abdülhamid Han eğitim ve öğretim alanında gençlere ne olursa olsun iyi bir İslami terbiyenin verilmesini ister ve bu konuda zaman zaman irade-i seniyyeler yayınlatırdı. 19 Eylül 1901 tarihlisinde "(Okuldaki) programların din bilgilerinden sonra o havalinin mahilli iştigali olan ziraat ve sanayiye ait fen ilimlerini tahsili esasına göre tanzim...ve daimi olması" isteniliyordu. Eğitim ve öğretim konusunda üzerinde titrediği iki konu vardır din ve fen. II. Abdülhamid Han, Batı'daki bilim ve teknoloji transferi Avrupa'ya her dalda öğrenci gönderdi. Ama maalesef giden bu öğrencilerin bir çoğu nefs ve şehvetlerinin esiri olarak Batı kültür potasında eridiler. Abdülhamid Han da bundan şikayetçi olarak; "Berlin'deki sefirimizin, bize verdiği raporlara göre, bu genç-ler arasında kendisini çalışmaya adayanların sayası pek az olduğu görülüyor. Almanya'ya giden gençlerimizin çoğu Osmanlılara has itidal ve sadelik faziletlerini kaybediyorlar. Orada öğrendikeleri ise içki içmek, ahlaka uygunsuzluk ve-buna benzer şeyler oluyor. Kendini beğenmiş, iddialı, şişinerek döndüklerinde, arkadaşlarına ve ihtiyar fakat tecrübeli paşalara yukarıdan bakıyorlar. Örflerimizi, adetlerimizi tenkit ediyorlar. Hele Paris'e tahsile gidenlerin ekserisi eğlenceye dalıyorlar, çalışmaya vakit bulamıyorlar." (109) Yarı aydınların işgal ettiği cemiyetler iflah olamazlar. Eğitimin önemi hususunda sultan şunları söyliyecektir: "Rusya, Almanya ve Avusturya devletleri ilerlediler; özellikle Rusya vaktiyle önemsiz iken bugün Avrupa'nın büyük devletlerinden sayılmaktadır. Biz geri kaldık. İlim ve fennin ilerlemesi mekteplerden çıkan diplomalı efendilerin kullanılmasıyla olur. "Ne yazık ki, tam bilgili olan adamımız çok azdır. Tam tersine yarım bilgili olanlarımız ise pek çoktur. Onun için milliyet ve dinin ne demek olduğunu bilmezler. Tam tersine memleketimizdeki Hıristiyanlar oldukça bilgili oldukları gibi kendi mezheplerince dindar ve dinlerini koruya- çak kadar da taassupları bulunmaktadır. Böylelikle milliyetlerini koruyabilmektedirler." (110) II. Abdülhamid Han, yabancı devletlerin ülkede kurdukları okulların zararları olduğunu belirterek bu konuda şunları yazmaktadır: "Özel okullar, devletimiz için büyük tehlike teşkil etmektedir. Şimdiye kadar affedilmez bir kayıtsızlıkla her devlete her zaman ve her mahalde mektep açmak hakkını vermiş bulunuyoruz. Maalesef bunun acısını'çekmekteyiz. Bizim müsamahamıza karşılık bu okullarda dinimize, devletimize karşı nefret öğreniyoruz. Maarif nazırlarının bu husustaki alakasızlığı affedilemez. Belki de harekete geçmek için cesaretleri yoktur. Fakat her zaman her şeyi benim yalnız başıma yapmam da beklenemez. Vakıa, bu okulların hatt-ı harekatına müdahale etmenin her zaman pek kolay olmadığı da bir hakikattir. Pek çok defa bu mektepleri himaye etmek suretiyle, kendilerine ehemmiyet payı çıkaran konsolosların, sefirlerin arkasına sığınmaktadırlar. "(111) II. Abdülhamid Han, sadece İstanbul'da 14 yüksek okul ve ih- 75 tisas okulu açtı. Okulsuz ve camisiz köy, kasaba bırakmak isteme- • yen Sultan bu alanda büyük başarılara imza attı. 33 yıllık gayretlerinin sonunda rüştiye mekteplerini 250'den 600'e, ididiler 5'den 104'e, darülmualliminleri 4'ten 32'ye çıkardı. Yine 1876'da sayıları 200 olan iptidai okullarına 4000-5000 civarında yenileri eklendiği gibi, 10 bine yakın sıbyan okulu yeni usûllere tahvil edildi. (112) Sultan, kendisinin kurduğu Mekteb-i Mülkiye'ye başka bir ehemmiyet veriyordu. Tayini yapılacak kaymakam ve mutassarrıf-ların bu okuldan mezun olup olmadıklarına dikkat ederdi. Devlet Adamı her zaman mektepten yetişmez. Önünde numune lazımdır. Sultan Fethi Okyar'a şunları anlatıyordu: 'Adam yetiştirmek kolaydeğil. Eskiden, vezirler, ekabir, hayır erbabı konaklarının büyükkısmını yetiştirmeye kabiliyetli gençlere ayırırlar, bilhassa kendi memleketlerinden istidadlı. elinden tutulmaya değer gençleri getirirler, onlara manevi pederlik yaparlarmış. Biz bunlara yetişmedik. Enderun, saray içinde devlet adamı yetişti-renen büyük mektep imiş.Bana maarife (eğitime) neden ehemmiyet vermediğim soruluyor..Haşa!.. Bugün nekadar ali mektep görüyorsanız hemen hemen cümlesini ben yaptım. Mevcutları da ıslah ettim. Fakat devlet adamı münhasıran mektepten yetişmez. Önünde müsbet ve takibe şayan numuneler bulması lazımdır. Bu isimlerini saydığınız zevatın bir ikisi hariç diğerlerini tanırım.Şimdi bunlar, mutlakiyetin nazırı iken meşrutiyet ilan edildi de zihniyet ve şahsiyet mi değiştirdiler? Eğer buna inanılıyorsa, ahlaklarından şüphe etmek lazımdır. Mademki benim idarem fena imiş,vatan ve millet için felaketimiş, o halde neden en alikarar ve hüküm mevkiindeki makamları muhafaza için birbirleriyle mücadele etmişler, bu makamlar kendilerine verildiği zaman minettar olmuş, buralarda huzurla oturmuşlardır? " Yabancılar, ancak aralarındaki rekabetten ve menfaat gereği ilgi gösterirler.! Bu konuşmadan sonra İttihad ve Terakki 'nin asker olmayan mensupları için izahat veren Fethi Okyar B ey'e devamla; "Bunlar, bu kadarcık tecrübe ve melekeleriyle bu koskoca dev-let-i muazzamanın idare mesuliyetini nasıl tekabbül edebilirler? Cesaret!... Tecrübelerimle biliyorum ki, ecnebiler, çok zaman maharetle sakladıkları menfaatleri olmasa, bize karşı asla samimi ve dost değildirlerGösterdikleri alaka ise, aralarındaki rekabetten dolayı-dırBunlardan istifade bazen mecburiyet olur. Fakat başvururken hakikati bilmek lazımdır. Ben, Paris'te, Londra'da, hatta Kahire'de aleyhime neşredilen gazete mecmua ve kitaplarla bunları hazırlayanların nasıl ve nereden para bulduklarını biliyordum. Onları verenlerin de gizli emelleri meçhulüm değildi. Mesela Murat Bey (gazeteci ) gibi bazıları idrak ettiler, geldiler. Ahmet Rıza Bey sultan-zade Sabahaddin Bey gibi bazıları gelmediler. Görüyorsunuz, bu gelmeyenler arasında bile fikir ittihadı yok. Şu saydığımız isimler arasında bu meşhur muhaliflerimiden hiç birisi Hüseyin Hilmi Pa-şa'nın kabinesinde yer almamış!...Öyle tahmin ediyorum ki, sizler de daha bir müddet benim sadrazamlarımla memleketi idare edeceksiniz." |
|
12-27-2007, 18:20 | #72 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Sevmek Ve Sevilmek
Sultan'ın ıslahat ve hizmetleri ülkede huzur ve refaha sebep oldu. Güven içerisindeki halkın Sultanlarına olan bağlılık ve sevgileri daha da arttı. Yabancılar ise Sultan'ın bu başarılarını baltalama gayretleri yanında gösterdiği başarılan karşısında haryete düşüyordu. Sultan'ın yakın hizmetinde bulunan İngiliz Amirali Woods şöyle yazacaktır; "Abdülhamid Han tahttan indirilmeseydi I. Dünya savaşı çıkmazdı" "Abdülhamid'in tahta çıkışı kendisi için çok şanssız bir devreye rastlar ... 93 harbi sebebiyle uğranılan kayıpların Abdülhamid rejimi zamanında giderilebilmesi hayret vericidir. Rus savaşı, memleketi para ve personel bakımından tamamen iflas etmişti. Önceki hükümdarlar zamanında muhtelif andlaşmalar gereğince alınan borçlar, ödenemeyecek bir seviyede olup, biriken faizler ana borç tutarını aşmıştı. Hazine tamtakırdı. İstanbul'u savunmak için Çatal- 77 ca önlerine gönderilen işe yarar askerlerin sayısı birkaç bini geçmi- -7-yordu. Memleket savaştan sonra yapılan Berlin Antlaşması ile bir yandan da Doğu sınır boylarındaki stratejik savunma pozisyonunu kaybediyordu. Bütün bunların neticesi olarak, Osmanlı imparatorluğu, gerçek bir hüviyeti dışında mütalaa ediyor, Avrupa devlet adamları arasında politik pazarlık konusu teşkil ediyordu. Bütün bu kötü şartlara rağmen birkaç yıl içinde devletin maliyesi yeniden düzene sokularak, ticaret canlandırıldı ve yabancı borçların önemli bir kısmı ödendi. Bu arada, Türk ordusunun gücü o kadar arttı ki, Türkiye'nin dostluğu büyük yabancı devletler tarafından aranır hale geldi. Artık, Sıcak Denizlere özellikle Hindistan Yolunu İngiltere'ye kapatmak isteyen Rusya'ya karşı Türk ordusuna güvenebilirdik. Abdülhamid, tahttan düşürülmemiş olsaydı, Avrupa devletlerinin halen yaralarım sarmaya çalıştığı o büyük afet (1. Dünya savaşı) meydana gelmiş olmayacaktı. Aksini farzetsek bile Abdülhamid büyük bir ihtimalle Türkiye'nin tarafsız kalmasını sağlayarak memleketine bir zafer hediye etmiş olacaktı. Bunu iddia etmekle kahin sayılmamalıyım.(114) Türkiye'deki Alman Askeri ıslahat Heyeti Başkanı Goltz ise, Sultan'ın hizmetlerinin sonuçlan hakkında şunları diyecektir: "Hiç şüphe yoktur ki şu son on sene (1887-1897) içinde devletin dahilen takviyesine ve haricen şan ve şerefini iade ve kuvvetlendirmesine -belki bu ana kadar emsali görülmemiş surette- başarılı bir devir teşkil etmiştir. (115) Başarının Sırrı: "Zeka, Enerji ve vatanseverlik" A.Vambery de bu konudaki görüşleri şöyledir: "Zekası, enerjisi ve vatanperverliği şüphesizdir. Bir hükümdar olarak sadece pederi merhum Sultan Abdülmecid'den değil, Yeniçerileri ortadan kaldıran cesur ıslahatçı büyükpederi Sultan 11. Mahmud ve Osmanlı tahtına çıkan diğer cetlerinden de -ki bunların içinde dirayetli olanlarının imparatorluğu yeni fethlerle genişletmelerine , kendisinin ise baba yadigarı bu yerleri, değişik koşullar nedeni ile, elden çıkarmasına rağmen- üstündür." (116) "Yedi Evliya Kudretinde" Abdülhamid Han, ıslahat ve hizmetleriyle halkın gönlünde taht kurdu ve büyük takdirini topladı. Hatta halk arasında o "yedi evliya1 kudretinde kabul ediliyor ve kendisinden daima tazimle 'Sultan Ha- mid Efendimiz1 diye bahsediliyordu (117) "Yardım severliği ve iyi kalpliliğini sergilemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan Patişah, Hıristiyan olsun müslüman olsun halkın büyük çoğunluğu tarafından sevilen bir kişidir." (118) "Türkiye'nin üst tabakasını oluşturan kişilerle görüştükten sonra büyükbir çoğunluğun şimdiki Padişah'ın idaresinden hiç de şikayetçi olmadıkaları-nı gördüm (119) A.Vembery anlatmaya devam ediyor; "Aşağıdaki tabakalar ve halka gelince: Hıristiyan uyruklar da dahil, şimdiki hükümdara severek bağlanmışlardır. Padişah, elindeki tüm imkanları seferber ederek her fırsatta hayırseverliğini göstermekten kaçınmamaktadır. Eğitim ve sağlık hizmetleri için büyük meblağlar sarfetmekte, halkın selameti, refahı ve mutluluğu için yorulmak bilmeden çalışmaktadır. Padişah'tan korkabilirsinız, hatta nefret bile edebilirsiniz, ama onun çalışkanlık ve adaletini inkar edemezsiniz. Savurganlığa son veren tutumu ile Türk milayesim ıslah etmiş ve ülkeyi baştan basa demiryolu ağı ile döşemiştir. Nezaketi, misafirperverliği ve sevimliliği Batı hanedanlarının ve devlet adamlarının hürmet ve sevgisini mazanmaya yetmiştir. Türkiye canlanmasını -yozlaşmış bir şark devleti ne kadar kabüse-Padişah'ın enerji, ustalık ve vatanperverliğine borçludur. Sultan Hamid'in bu açıdan değeri hiçbir şekilde inkar edilemez. " (120) "Bütün bu önemli, önemsiz, küçük, büyük sorunları izlemek olağanüstü bir hafıza ve güçlü bir zihni yapı gerektireceği düşünülürse, mübalağasız , Padişah'ın Osmanlı tahtına geçen yetenekli hükümdar olarak kabul edildiğini ve bu nedenle halk tarafından son derece takdir edildiğini söyleyebilirim. " Abdülhamid Han'ın 33 yıllık saltanatının sırlarından biri içte ve dışta takip ettiği usta siyaseti olmuştur. Özellikle dış politikası, usta siyasetçilerin dikkatini ve hayranlıklarını celb edecektir. Dış Politika Abdülhamid Han'ın içteki muhaliflerine karşı takip ettiği politikanın yanında diş politikası dahiyane idi. Dış politikasının temel prensibi ülkeyi savaştan uzak tutarak barış içerisinde yaşatmak, böylece iktisadi ve sosyal alanda kalkınmayı temin etmekti. Tahsin Paşa, Abdülhamid Han'ın dış siyasetini şöyle özetliyor: "Sultan Hamid'in siyasi hariciyede mesleği şu idi: Rusya'yı idare etmek, İngiltere ile asla mesele çıkarmamak, Almanya'ya istinat etmek, Avusturya'nın gözünün Makedonya'da olduğunu unutmamak, diğer devletlerle mümkün mertebe hoş geçinmek, Balkanlar'ı birbirine karıştırıp Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar arasında nifak ve ihtilaf çıkarmak" (121) II. Abdülhamid Han'ın Dış politikasının temel prensipleri; Merkezyetçılik, denge, tarafsızlık, bağımsızlık, ihtilaflardan yararlanma, barış, gönül alma, tavız, yerme göre şiddet, tecrit ve korkut-ma'ya dayanıyordu. Bu temel prensipleri de bizzat kendi kontrolünde yürütmekte ve herşeyle ilgilenmektedir. Biriyle dost olurken diğerinin düşmanlığı kazanılmama!!. Bilhassa Dış politikada denge ve tarafsızlığa çok önem veriyordu. Abdülhamid Han, etrafındaki dostlarıyla ve düşmanlarıyla iyi geçinebilmek için aradaki münasebetleri uygun bir seviyede tutmaya birisiyle dost olabilmek için diğerinin düşmanlığını kazanmamaya dikkat edilmesinin zaruri olduğunu söylerdi. Tarafsızlık politikası gereği herhangi bir Avrupa devletine yaklaşıp, diğerlerinin düşmanlığını kazanmaktan çekiniyordu. Abdülhamid Han'ın temel prensiplerinden biri olan kesin tarafsızlık ilkesi; "Avrupa siyasetinden tamamiyle uzak durmak" şeklindeydi. (122) İhtilaflar azami derecede diplomasi ile çözüme ulaştırılmalıdır. Avrupalı devletler hakkında çok iyi bir bilgiye sahipti. Daha şehzadeliğinden beri Avrupayı yakından takip etmiş ve Osmanlı devleti üzerindeki tesirlerini muhakeme ederek, zaaflarını ve taleplerini iyi kavramıştı. Kasıcası " En ince tefferuatma kadar Avrupa politikasından haberdar idi" (123) Abdülhamid Han'ın ihtilafları çözme politikası savaş ile değil, sulh ve diploması yoluyla idi. Kızı Şadiye Sultan bu hususta şunları yazar; "Diplomasiden çok iyi anlardı. İhtilafları, harbe müracaat etmeden, muhlisanen yollar ile halli, onun devlet idaresindeki yegane siyasi düsturu idi" (124) Diplomasinde maharetini düşmanları dahi takdir ederlerdi. Sade Yunanistan'ın şımarıklığı ve Avrupa'ya güveni ile sulh yollarını tamamiyle kapatması neticesinde savaş ilan edilmiş ve bu savaşı dahi Osmanlı devleti kazanmıştır. Taviz politikası; iktisadi ve toprak tavizlerini teşkil ediyordu. Tunus, Mısır, Tesalya ve Şarki Rumeli'nin kaybında ısrar etmedi. Sebebine gelince, buralarda hakimiyet sözde idi. Bu nedenle Girit ve Doğu Anadolu'da taviz vermemeye garyet etmiş, Doğu Anadolu için "Kellemi veririm, Doğu Anadolu'yu vermem" diyerek İsrar etmiştir. (125) İktisadi alandaki tavizleri ise "köpeğin önüne atılan kemik" ya da "köprüğü geçene kadar ayıya dayı demek" misalinde olduğu gibi büyük felaketlerden korunmak için vermiştir. Bu da "Bağımsızlık haklarını koruma ve karşılıklı fayda" esasına dayanıyordu. (126) Korkutma prensibi ise, İslam halifesi sıfatıyla İslam aleminin top yekûn harekete geçirme ile düşmanı korkutmaya dayalı idi. Düşmanları arasındaki ihtilaflardan faydalanma prensibi ise takdire şayandır. Dış politikadaki bu başarısı ile ülkeyi büyük felaketlerden kurtarmayı başarmıştır. Takip ettiği siyasetle düşmanların birleşmelerini engelledi. Trablusgarp'ta Fransa ile İtalya'yı, Mısır'da Fransa ile İngiltere'yi, Mezopotamya'da İngiltere ile Almanya'yı, Balkanlar'da Rusya ile Avustya'yı karşı karşıya getirdi. Yunanistan, Bulgaristan,Sırbistan,Karadağ ve Romanya arasındaki ihtilafları körükleyerek bunların birleşip Osmanlı üzerine saldırmalarını engelledi. II. Abdülhamid Han, İngiltere'nin karşısına Almanya'yı, Rusya'nın önüne İngiltere'yi dikmek, Fransa'ya karşı tarafsız bir tutumu muhafaza ettirmek, İtalya'yı olduğu yerde bekletmek, Avusturya'yı da kah Rusya'ya çatıştırarak kah Almanların peşine düşürere-rek Balkanlarda faal bir politika takibini engellemek suretiyle Batılı büyük devletleri birbirine karşı rekabetleri ve tezadları içinde 81 kavrayıp Osmanlı devletine zararlı olmaktan çıkarmak temel pren- k siplerinden biriydi. Abdülhamid Han'ın başka bir politik sırrı ise takip ettiği "istimale" (kullanma) politikası idi. Bu politikası gereği , imparator, kral, devlet başkanları,sefirler, gazeteceler ile kurduğu yakın şahsi dostluklar ve verdiği nişanlarla dostluklarını kazanmak ya da aleyhtejıareket etmelerini engellemek temeline dayanıyordu. (127) "Dış Politika hassas terazi ile tartılmah" II. Abdülhamid Han, zamanın büyük devletleri arasında çok hassas bir denge siyaseti takip etti. Dış Siyasetinde takip ettiği politikasını kendisinden dinleyelim; "Alman İmparatoru, Saltanat zamanında iki defa İstanbul'a geldi. Kendisini yakından tanıdım. Genç, faal, nazik, sevimli bir zattı. Bismark'ı yere çarptıktan sonra onun rolünü kendi üzerin aldı. Fakat Bisınark kadar tecrübeli ve akıllı değildi. Güttüğü gaye Almanya'nın askeri kuvvetiydi. Ben Alman politikasına çok ehemini- yet vermekle beraber öteki büyük devletleri de gözden kaçırmaktan ve gücendirmekten daima sakındım. Politikamı daima teraziyle tarttım. İmparatoru şahsi dostlukta devamlı beraber Rusya İmparato-ru'na da fırsat düştükçe dostluk gösterirdim. Coğrafi mevkiimiz bunu icap ettiriyordu. İkinci gelişinde, Almanya İmparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında birdenbire kalktı. İki elimi birden tuttu. 'Avrupa'da bir harp zuhur ettiği takdirde bizim tarafa geçersiniz, değil mi Majeste?' dedi. Cevaben, 'aziz dostumsunuz; fakat size şimdiden söz vermek hakkına haiz değilim, bunu ancak o zaman düşünebilirim' dedim." " Politikamı daima teraziyle tarttım..." Nitekim Alman İmparatoru; "Ben politikayı Abdülhamid'den öğrendim" diyecektir. (128) Abdülhamid Han, Almanya, Avusturya, Rusya arasında "üç kayzer ittifakı" anlaşmasını, araya bu ittifaka düşman İngiltere'yi çevirmek, Almanya'yı İngiltere'ye döndürmek ve Osmanlı ülkesini cezbetmek suretiyle tesirsiz kılmış böylece Osmanlı aleyhindeki bu en korkunç ittifakı işlemez hale getirmiştir. "Nişan törenimiz biraz sonra" Abdülhamid Han, Türk-Rus harbinin başına kadar babasından ve amcasından miras kalan İngiliz politikasına bağlılık ananesini muhafaza etti. Fakat 93 harbinin başında Yeşilköy'e gelen Ruslar sonrasında İngiliz donanmasının İstanbul sularında demirlendiğini gören Sultan, en büyük düşmanın İngilizler olduğunu bir kez daha anlayarak şimdiye kadar takip ettiği politikasının değiştirilmesi gerektiğine inandı. Hindistan yolunu ve İngiltere'nin Doğu politikasını tahdit etmek gibi bir avantaja geçmek yolunda Abdülhamid tarafından yaklaştırılan Almanya, bu kararını İmparatorunun1889'de İstanbulu ziyaretiyle gösterdi. |
|
12-27-2007, 18:21 | #73 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Dost Kazanma Sanati
II. Abdülhamid Han. dost kazanmada ustaydı. Dost ve düşmanlarına verdiği hediyeler, gösterdiği güler yüz ve tatlı dil, sami- miyet, kibirden uzak, mütevazi kişiliğiyle onları kendisine bağlıyordu. Alman İmparator'u Kayzer'in ziyaretinde gösterdiği alaka ve sonrasında meydana gelen dostluk buna en güzel misallerden biri. Alman İmparatoru Kayzer'in ziyareti sırf kendi anlayışı ve bazı nazırların teşvikiyle, fakat Bismarka rağmen oluyordu. Sultan, büyük ve şaşalı bir karşılama ile kraliçe Augusta'a gösterilen ilgi Kayzer'in sevgisini ve bağlılığım daha da artarak memnuniyetini celbetti. Daha sonra verilen ve İmparoticenin ifadesiyle; "Binbir gece masallarındaki hayal alemi..." içinde yaşadılar. II. Abdülhamid Han, Yıldız Parkındaki sarayı misafirlerine bizzat gezdirdi. Her yıl bakımı, saray hazinesine binlerce liraya mal olan yabancı hayvanlar bahçesi,dünyanın en güzel Arap atlarını yetiştiren ahırlar, ennadide kuşların uçuştuğu salmalıklar, misafirler tarafından büyük bir hayranlıkla seyredildi. Yıldız'in bazı ziyaretçileri gibi İmparatoriçe de Padişahın hayvanlara ve çiçeklere karşı gösterdiği sevgiden dolayı çok memnun oldu. Hele meşhur gül bahçesi ziyaret edilirken kendisine yine ortasında paha biçilmez bir pırlanta broş bulunan bir gül demetini Sultan'ın eliyle takdim etmesi onları büyülemeye yetiyordu. Basit bir saraydan efsane pırıltıları bulunan Osmanlı sarayı karşısında apışıp kalmışlar ve Abdülhamid Han'ın tesiri altına girmişlerdi. Tam beş gün beş gece hayal edemeyecekleri rahat, huzurlu bir gün geçirdiler. Her sabah Sultan tarafından kendilerine gönderilen çok kıymetli hediyelerle mest oldular. |
|
12-27-2007, 18:21 | #74 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Hüner
İmparatoriçe, İmparator ve Padişah, bir arada sohbet ederken İmparator, gözüyle İmparatoriçeyi işaret ederek Fransızca soruyor: "Haşmetmeap! Biz bir kadınla başa çıkamazken, siz koca haremi nasıl idare edebiliyorsunuz?" Bu soru karşısında gülümseyen Sultan cevap veriyor: "Bu bir sanattır. Majeste!... Her sanat gibi akli izahı olmayan bir hüner..." (130) II. Abdülhamid han'in haremini ziyaret eden İmparatoriçe, oradaki güzellikleri- de bir bir gece masallarındaki hayal alemine bağlı şeyler kabul etmis.âldığı ağır hediyelerden çocuk gibi sevinerek kocasına "Ben Türklere bayıldım!" demişti. ( 131) Dünyanın en sade ve ziynetten hoşlanmayan At Jülhamid Han, bu şaşalı karşılama ve aynı şekilde uğurlama sonrasında Kayzerle anlaşmış ve usta dış politikasının semeresini daha o gece almıştı. Almanya, başta "Fon der Goltz Paşa" olmak üzere Türk Ordusunun nizamlanması ve_silahlanması için gereken personel ve ma-teryel yardımını yapacak. Başta demiryolu olarak, büyük iktisadi-siyasi tesisler Almanlarca teahhüt edilecek... Doktordan mühendise kadar, müsbet bilgiler kadrosu içindeki bir yardım esirgenmeyecek... (132) Abdülhamid Han'ın başka bir sırrı. Bir taraftan İngiltere'nin karşısına Almanya'yı dikmek ve böylece İngiltere'yi korkutup kendisine yakınlaştırmak, öbür taraftan, işi aceleye getirmeden ve kesin neticeye varmadan arada mesafe bırakmak ve dilediğini tutmakta daima serbest bulunmak gibi gayet ince bir tatkik güdüyordu. Aksi halde devletlerden birine kafi bağlılık karası cephenin ümidim kırabilir ve memleketin başına bir harp açılabilirdi. Onun için her taraf öbürünün muhtemel korkuluğu halinde kalmalı, fakat Türkiye'yi kati bir düşman vaziyetine sokmamalıydı. Almanlara karşı politikası "Nişanlım sensin, fakat nişan törenimiz biraz sonra" şeklindeydi. (133) Alman İmparatoru Kayzer'den sonra Sultan'a bir rapor takdim edildi. Rapora göre, Almanlar, Musul bölgesinde (arkeoloji) kazılarını yapmak vesilesiyle petrol arıyorlardı. Bu talebe aşırı şekilde hiddetlenen Sultan, Almanların maksadının petrol olduğunu bilerek herzamanki gibi soğukkanlı hareket etti. Arap İzzet Paşa'ya hemen bu adaya asker göndermesini emret- ti. Ve Almanlara verilen cevap ta böyle bir adanın olmadığı ve bulunan bir adanın da askeri alan olduğu bildirildi. Abdülhamid Han, İngiltere-Almanya-Rusya kıskacında usta politikasıyla memleketi selamete çıkarmış ama kendisinden sonra gelenler bu politikayı anlamaktan uzak olarak ülkeyi felaketten felakete sürüklemişlerdir. Sultan'ı ziyarete gelen Alman Veliahtı da bilahare yazacağı "Veliahtın Hatıraları" isimli eserinde Abdülhamid Han'a olan hayranlığından uzun uzadıya bahsedecektir. Bu kitabında Abdülhamid Han'ın heybetine kapıldığını ve sihirile büyülendiğini, Bütün Avrupa kral ailelerini, kendi sülalesi olan (Hohenzolarn)leri gördüğü halde hiçbirinde Abdülhamid'in vakar ve asaletine şahit olamadığını söyleyecektir. |
|
12-27-2007, 18:23 | #75 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Ben Diplokatim Demekle Diplomat Olunmaz
II. Abdülhamid Han, hiçbir devlete söz verip bağlanmadı ve devleti daima savaş felaketinden uzak tutmaya gayret etti. Bunu da takip ettiği kendisine has "denge" politikasıyla başardı. Bu hususta kızı Ayşe Sultan'a şunları anlatmaktadır"Devletimin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım. Avrupa'da siyasi vaziyet her an gerilmekte idi. Ne zaman olsa umumi bir harp çıkacaktı. Fakat, bizim bir tarafa temayül göstermemiz, yavaş yanmakta olan bir ateşi alevlendirebilir-di. Buna sebep olarak biz gösterilirdik. Adımlarımızı saymaya, hesapsız hareket etmemeye mecburduk. Herkes 'Ben diplomatım' demekle diplomat olamaz. Bismark hakiki diplomattı. Avrupa'nın ruhunu bilirdi. Kendisiyle hususi muhaberatım vardır. Aramızda karşılıklı birçok mektuplar gönderilmiştir. Almanlar askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti. Ama Rusların nüfus kuvvetine, İngilizlerin sinsi politikalarına karşı gelebilirlermiydi, burası kestirilemezdi. Ben hiçbir devlete söz verip bağlanmadım. İngiltere'nin ve Fransa'nın gözleri daima Şarkta idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak çıkarmak emelleriydi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Halifelik politikasıyla bunu önlemek istiyordum. Bir çıbanbaşı çıkartmamak için çok çalıştım. Avusturya imparatoruyla da ayrıca dostluğum vardı. Pek eskiden başlayan bu dostluğumun mahiyeti hususidir. Amcam Sultan Aziz'le beraber Avrupa seyahatinden çıktığımız zaman Viyana'da hastalanmıştım. İmparator beni misafir olarak Schönbrunn Sarayı'nda alıkoydu. Tedavi ettirdi. Amcamdan 14 gün sonra İstanbul'a hareket ettim. Bu dostluktan istifade ederek politikamızı takviye ettim. İtalya Kiralı Umberto da dostumdu. Oğlu Victor Emanuel seyahatle İstanbul'a geldiği vakit Umberto bir bomba suikastiyle öldü. Veliahd Emanuel buradan giderken daha bizim suları terk etmeden kral oldu. Bu da ahbaplığımıza vesile teşkil etti. Emanuel'in zevcesi, Karadağ Prensi'nin kızıydı. Karadağ Prensi'ni daima elimde tutuyor ve maaş veriyordum. İyi adamdı. Bulgarlara gelince; onlar Rusya'nın şımarık çocuklarıydı. Bulgaristan Prensi Frdinand'ı hususi yaverim yaparak okşuyordum. Görüştüklerim arasında Ferdinand kadar şeytani zekaya malik bir kimse tanımadım diyebilir. İşte bu şımarık çocukların başında, hayret verici bir zekaya sahip oİan bu prens bulunuyor. Rusya gibi bir kuvvete dayanıyordu. Harb gailesinden daima sakındım. Allah millet ve devletime zeval vermesin." |
|
12-27-2007, 18:24 | #76 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Milletini Iyi Tanimak
Abdülhamid Han, milletini iyi tanıyor, içte ve dışta devlete karşı ne gibi faaliyetler yürütürldüğünü iyi biliyordu. Fethi Okyar'a şunları anlatıyor; "Biliyorsunuz, Ermeniler bana çok kere suikasd tertip etmişlerdir. Osmanlı Bankası hadisesi hafızalardadır. Cuma selamlığında Yıldız Saray ı'na kadar sokulup saatli bomba atmışlardır.Meşrutiyetin iadesinden sonra ise, Adana'da kanlı arbedeler çıkarılmıştır. Onlar, başta Ruslar, diğer Avrupalı devletlerin, hatta Amerikalılar'm teşviki ile, Anadolu'nun şarkında bir Ermeni devleti kurmak arzusundadırlar. Rumlar'a gelince, onların asıl gayesi, Bizans İmparatorluğunu ihya etmek (diriltmek) tir. Rumlar'dan bir kısmı Yunanistan'ı büyütmek, diğer bir kısmı ise Bizans'ı ve hatta bununla kifayet etmeyerek Bahr-i siyah (Karadeniz) sahillerinde eskiden var olduğunu iddia ettikleri Pontus devletini kurmak düşüncesindedirler. Yahudiler ise, kadim mefkurelerine bağlanmış olarak, Arz-ı mev'u- tu, kendilerine dini kanaatlerine göre vaadedilmiş topraklarda müesses müstakil İsrail devleti hasreti içindedirler. Bu topraklar da bizim Kudüs Sancağı'mızm hudutları içindedirler. Bu beldedeki Hazine-i Hassa'ya ait Çiftlikat-ı Hümayunlar'ı evvela satınalmak, daha sonra da doksandokuzsene müddetle kiralamak teklifinde bulun-muşlardır.Görülüyor ki, bir devletin tebaası veya halkı almak kafi aelmiyor.Kanun nazarında müsavaat temin etmek de gayeyi temine bazan yetmiyor.Belki bu hal bizim memleketimize veya bizim vaziyetimizde muhtelif ırk ve miliyetleri hudutları içinde toplamış olanlara mahsustur. Sız Makedonya'da vazife aldınızdı değil mi Beyfendi oğlum? Orada Sırb'ı, Bulgar'ı, Rum'u, Arnavut'u, Kara-dağlı'sı Ulah'ı hepsi büyük kısmı, Osmanlı camiası içinde olmakla beraber Osmanlılarla muadele halinde idiler.Bizden fırsat buldukları zaman da birbirleriyle çatışıyorlardı. Ben, saraydan çıkabilme imkanı bulamadım, fakat tahmin ediyorum ki hakikat budur." (136) Dış politika menfaatler üzerine bina edilir. Sultan anlatmaya devam ediyor; "...Tecrübelerim şu noktada toplanmıştır. Milletlerin birbirlerine karşı politikaları daha çok kendi memleketlerinin şartları tayin ediyor.Otuz üç sene içinde hükümdar, devlet erkanı, sahasında şöhret sahibi, çok insanla görüştüm. Ben gitmedim, onlar bana geldiler. Bu ziyaretlerin hepsinde kendileri için istifade ve hatta zaruret vardır. Şartlar benim aynı vaziyete gelmeme mani oldu. Çünkü bütün bu gelenler, benden dolayısıyla devlet.vatan ve milletimizden bazı-şeyler almak veya vermek arzusunda, hatta mecburiyetinde idiler. Kudüs'te yaptırdığı kiliseyi görmek bahanesiyle, Edirne'den itibaren karadan taa Filistin'e kadar topraklarımızı tetkik ede ede gidip gelen Alman İmparatoru ikinci "VVilhelm, Osmanlı-Alman dostluğundan söz ederken bana, "Biz sizden vazgeçemeyiz" demişti. O anda samimiyet ve dostlğunu ifade için söylediği bu sözde kendilerinde olmayanları bizden tamamlamak, bizde olmayanları da kendilerini bizim için vazgeçilmez hale getirmenin açkça ifade edilmeyen likri ve gayesi vardı. Rusya da bizden ebediyen vazgeçmez; İstanbul ve Boğuzlar bizim olduğu müddetçe. Çünkü Bahr-ı Sefid'e (Ak-deniz)e ancak bu yoldan çıkılır.Rus Çarlığı da cihan devleti olmak için ya bu yoldan serbestçe geçecek, ya da cihan devleti olmak sev- dasından feragat edecektir. 1293 sefer-i meş'umunda (Türk -Rus Harbinde) Rus orduları İstanbul önlerine geldiği zaman, İngiltere için tehlike bizim maruz olduğumuz kadar mühimdi, çünkü Ruslar Boğazlar'ı ellerine geçirdikleri an, Hindistan yolu kendilerine açıla-hilivmdu. Harbin rahnelerinden (felaketinden) sıyrılmak ve asgari de olsa kuvvetlhenebilmek için zamana ihtiyaç vardı. Akdeniz haki-meyitinin ve dolayısıyla Hindistan yolunun mihrak noktalarından birisi olan Kıbrıs adasını, Rusların muvvakkat kaydıyla ve harb tazminatı olarak aldıkları Batum, Kars, Ardahan'ı iade ettikleri zaman geri verilmek kayıt ve şartı ile İngiltere'ye bıraktım. İngiliz donanması İstanbul önlerine geldi,harbe kararlı olduğunu her hali ile gösterdi. Ayastefanos (Yeşilköy) de karargah kurmuş ve dürbünlerle İstanbul'u seyreden Rus ordusu geri döndü." Dahili ve Harici düşmanları iyi tanımak ve buna göre tedbirler almak zorunludur Padişah devam ediyor; "Osmanlı hudutları içinde yaşayan diğer ırk ve milliyetlerle Avrupa devletleri ya din ve ırk benzerliği veya siyasi menfaat itibariyle alakadardır. Mesela Slav ırkından olanlardan, Slav ırkının ve Ortodoks kilisesinin hamisi olarak Rusya asla vazgeçmez. Bizdeki Museviler'le de Dünya Musevileri kendileri kadar alakadardır. Ermeniler'den Rusya ve İngiltere vazgeçmez. Rumlar, sadece Yunanistan için değil, aralarında hissi olan bazı sebelerle de cihan için mevzudur.Osmanh hudutlarında yaşayan dini Müslüman, fakat ırkı ve milliyeti Türk olmayanlar için de sırf siyasi sebepler, maksatlar ve açıkça ifade edilmeyen ihtiraslarla alakalar vardır.Bunlar bilinmeden harici siyasetin devamlı harpler ve ihtilaflara yolaçmadan devamı mümkün değildir...Ferdi arzular ve himmetler ne olursa olsun, geçmiş zamanların boşluklarını doldurmaya kafi gelmez. Ben. ancak karşımdakilerin üzerimizdeki emel ve ihtiraslarını, aralarında mücadele mevzuu haline getirerek memleketi ağır darbelerden muhafaza edebildim. Osmanlı-Rus 1293 (1877) harbi benim saltanatımdan evvel kaçınılmaz hale gelmişti. Otuz üç sene içinde bir de fa, o da Yunanlılarla harbedüdi ve kazanıldı. Çünkü tecrübemle bı lirim ki, sadece meydan-ı harbde zafer neticeler için kafi değildir Bizim vaziyetimiz başkadır."(137) |
|
12-27-2007, 18:24 | #77 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Denge Politikasi
II. Abdülhamid Han, bu kurnaz, sinsi ve Osmanlı devletini parçalamak için hazır tetikte bekleyen kurtları, daima oyalamayı bilmiş, İran ile de aynı şekilde denge politikasını sürdürmüş ve zaman'ın İran Şahı Muzaffereddin ile çok yakın dostluklar kurmuştur. Selanik'te Alatini köşkünde iken Sultan ve maiyetinin muhafızlığı ile vazifeli İttihat'cıların Teşkilat-ı Mahsusa ismini verdikleri (entelijans)larından süvari yüzbaş Debrereli Zünnun Bey'e Sultan şunları anlatır; "İngiltereyi, İslam alemi için dost tutmağa ihtiyaç vardır. Bir gün Hindistan ve Afrikanın şimalinde, muazzam Müslüman kütlelerinin herhangi bir tecavüzden korunmasında bu devletin yardımına imparatorluğumuz muhtaçtır. Diğer taraftan, Kara Avrupa'da orduları ve teçhizatı ile hiçbir zaman küçümsenmeyecek bir devlet olan Almanyayı da darıtlmamak zorundayız. Birisinin karaorduları bilgisinden, ötekinin deniz kudretinden istifade etmek için, Osmanlı İm- 89 paratorluğunun iki dostu olarak Almanya ile İngiltere'nin aynı sevi- • yede muhafazası lazımdır. Bu iki lider dışında Rus Çarlığı bizim için hayati bir ehemmiyeti haizdir. Ecdad-ı kiramım Moskoflarla iki yüz seneden beri savaşmışlardı. Ben saltanatımın başında Ruslarla harbettim. Buna şiddetle aleyhtar idim. O zamanki kaynaklarımızın bu muharebeyi yürütemeyeceğine kani idim. Fakat Mithat Paşa gözünü zaferlerin verdiği hülyalara dikmişti. Bu işi çok kolay zannediyorlardı. Meclis-i Mebusan üzerinde tesir icra etti. Zaten memlekette her zaman için kolaylıkla tahrik edilebilen bir Moskof düşmanlığı olduğu için sa.vaş, kaçınılmaz bir hale gelmişti. Harb etti. Mağlup olduk ve Rusların istanbul kapılarına getirerek (hasta adam) tabiriyle ifade edilen İmparatorluğumuzu müşkil bir duruma soktuk. Fakat bu, bana bir ders olmuştu. Ondan sonra daima savaştan çekindim. Yalnız Yunanlıların hareketlerine susmak kabil değildi. Fakat bu harbi de yüzde yüz kazanacağımızı hesap ederek açtık ve Dömeke zaferiyle Atina kapılarına kadar dayandık. Bu, bizim için bir kuvvet tecrübesi olmuşu ve Alman İmparatorluğunu ayağımıza kadar da koşturmuştu. Yunanlılara biraz müsamahakar davranmakla evvela Almanyayı kazanmış sonra da bu dostluktan kuşkulanan ve telaşa düşen ingilizleri de bizimle yeni anlaşmalara şevketmistik... Saltanatım zamanında aslen Midilli ehalisinden olup, Fransız tebealı bir sermayedara devletin altın akçe borcunun ödenmesini, faiz ve takasitlerin hazineden verilmemesini, Fransa hükümetinin nasıl bahane ederek Midilliye harp gemileri gönderip nasıl işgal ettiğini hala unutmadım. Hatta Fransızlar, daha ileri giderek İstanbul limanındaki rıhtım imtiyazının Fransızlara ait olması ve Fransa sefirinin rükubuna tahsis edilen haric-ez memleket imtiyazlara malik mahallin bu nevi müsaadelere sahip oluşundana faydalanarak bu istasyoner yere , Fransız askerlerinin çıkarıldığını, İstanbul rıhtımlarının işgali suretiyle devletin nasıl tazyik edildğini de pek iyi hatırlıyorum. Bu hareketi işittiğim zaman son derece üzülmüş ve derhal şu emri vermiştim: (Hazine-i Hassadan bu borcu derhal altın para olarak ödeyiniz!) Ancak bu sayede Midilli Adası ve İstanbul rıhtımları Fransızların işgalinden kurtarılmıştı,İşte beni korkutan bu iki misal yabancı sermayeyi memlekete davetten alıkoymuştu." (138) |
|
12-27-2007, 18:24 | #78 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
33 Yillik Siyasetin Sirri
Sultan Abdülhamid Han, tahta çıktığı zamanda devletin durumunu ve saltanatı boyunca tatbik etmeye çalıştığı siyasetini şöyle anlatmaktadır: "Amerika'da genç ve kuvvetli bir devlet doğmuştu. İspanya, müstemlekelerinden (sömürgelerinden) sürekli olarak çıkarılıyordu. Dünya Yahudileri teşkilatlanmışı. Mason locaları yolu ile arz-ı me-vud'un (yahudilerin kendilerine verilmiş olduğunu iddia ettikleri Nil'den Fırat'a kadar olan topraklar) peşine düştüler. Bunlar daha sonra bana gelmiş ve Filistin'de Yahudileri yerleştirmek için büyük paralar karşılığı toprak istemişlerdi. Tabii reddettim. ...Apaçık görüyordum ki, Avrupa'nın büyük devletleri kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmışlardı. Bölüşecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önüne tek başıma duramazdım. Gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey, aralarındaki rekabetten yararlanıp, herbirine daha büyük lokma ümidi dağıtarak birini ötekine düşürmekten ibaretti. Yine apaçık görüyordum ki, Almanya'nın kurulması ile bozulan Avrupa dengesi, eninde sonunda bu büyük devleteri birbirine düşürecekti. Eğer o güne kadar memleketimi parçalanmaktan kurta-rabilirsem, o çatışma koptuğu zaman, kümelenmelerden birine katılıp öteki tarafı kurmakla varlığımızı koruyabilirdim. Bunun ne zaman olacağı belli değildi ama, uzak da görünmüyordu. Almanlar her yıl biraz daha güçlenince, Fransız ve Rusların olduğu kadar İngilizlerin de tedirgin olmaya başladığını görüyordum. Bunun sonucu birbirleriyle kapışmak ve hesaplaşmak demekti. Nasıl bir yol tutacağımı dikkatle araştırdım. Büyük devletlerin İstanbul'da yaptıkları konferans sırasında niyetlerinin, iddia ettikleri gibi hıristiyan tebaanın hükmünü temin değil, önce muhtariyetlerini, sonra bağımsızlıklarım temin suretiyle Osmanlı ülkesini parçalamak olduğunu görmüştüm. Bunu iki surette temin etmeye çalışmaktaydılar. Birincisi, hıristiyan ahaliyi ayaklandırıp ortalığı karıştırmak ve böylece bunlara arka çıkmak...ikincisi, bizi kendi aramızda parçalamak için meşruti idareyi getirmek...Her iki gayeleri için de aramızda kolayca taraftar bulabiliyorlardı. Meşruti idarelerin bir milli birlik halinde bulunan ülkelerde kolayca işlediğini, böylece bir birlik içinde olmayan ülkelerin bu 91 idareyi itibar etmediğini fak edemeyen bazı Türk münevverleri, ma- • alesef düşmanların ekmeklerine yağ sürmekteydiler. Ben bu ihanetlerin ve ayaklanmaların içinden ülkemi nasıl çıkarabilirdim? Ordunun yeni silahlarla donanmasına ve yeni harp sanatına uygun hazırlanmasına hız verdim. Büyük bir asker olan Alman Wander Goltz'u İstanbul'a getirdim. Yarın kopacağını umduğum ve beklediğim savaşta denizlere hakim devletle bir olursam, ordularım onun işine yarayacak, donanması da benim işimi kolaylaştıracaktı ve üstelik elimde, dövüştüğüm milletin harp oyunlarını çok iyi bilen bir ordum olacaktı. Evet, benim Avrupa devletleri ile tek başıma boğuşmaya gücüm yoktu ama. Rusya gibi, İngiltere gibi Asya'da bir çok Müslüman ahaliyi idareleri altına almış büyük devletler de benim hilafet silahımdan ürküyorlardı. Bu yüzden, Osmanlı'nın işini bitirmek noktasında anlaşabilirlerdi. Ben beklediğim güne kadar bu silahı hudutlarımın dışında kullanmamalıydım. Çünkü böyle bir teşebbüs ne din kardeşlerimizin isine yarayacak, ne ülkemin yararına olacaktı. Hilafet kuvvetimi, memleketimin huzuru ve birliği için kullanmayı, dısardaki din kardeşlerimizi de her ihtimale karşı sağlam tutmaya karar verdim... Hilafetin elimde olması sürekli İngilizleri tedirgin ediyordu. Blund adlı bir İngilizle, Cemaleddin-i Efani adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Bunlar, hilafetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke şerifi Hüseyin'in halife ilan edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı. Cemaleddin Efgani'yi yakından tanırdım. Mısır'da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı telif etmişti. Buna muktedir olmadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı idi ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlardı. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Bütün Arap ülkelerinin itibar ettiği Halepli Ebü'1-Hüda Es-seydi yolu ile kendisini İstanbul'a çağırttım. Aracılığını, Efgani'nin eski hamisi Mü'nif Paşa ile Abdülhak Hamid yaptılar. Geldi ve bir daha İstanbul'dan çıkmasına izin vermedim. Hilafet mevzuunda İngiliz teşebbüslerinin sonu gelmiş değildi. 92 Çünkü Asya'da yüz elli milyon Müslümanı idareleri altında tutu-• yorlardı ve bu Müslümanlar üzerinde hilafetin büyük bir nüfuzu vardı. Bunu bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip Asya'daki Müslümanları hilafete manen bağlamayı hususi bir itina gösteriyordum. Buha-ralı Şeyh Süleyman Efendi'nin Rusya'daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yad ederim. Bunun, İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan, umumi valileri oradaki Müslümanların Osmanlı devleti ile yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinilmesin! yazıyorlar ve böylece bizim işlerimizi bir nebze kolaylaştırmış oluyorlardı. Tek başına yaşayacak ve direnecek gücümüz yoktu. Bizi parçalamakta birleşmiş düşmanlarımız kendi aralarında paraçalanır-larsa ve biz de bu parçalardan birinin vaz geçemeyeceği kuvvet olabilirsek, yeniden dünya için söz sahibi olabiliriz... Büyük devletler arasındaki rekabetin eninde sonunda onları çatışmaya götüreceği gözler önündeydi. Öyleyse Osmanlı devleti de böyle bir çatışmaya kadar parçalanma tehlikesinden uzak yaşamalı ve çatışma günü ağırlığım ortaya koymalıydı. İşte benim 33 yıl süren siyasetimin sırrı" |
|
12-27-2007, 18:24 | #79 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Iç Politika
Abdülhamid Han'ın Emperyalist devletleri rekabete sürüklemek, tezada boğmak, birbirine düşürmek,iç ve dış meseleleriyle zayıf taraflarından yakalayıp hezimete uğratarak hasta döşeğindeki Osmanlı Devletine rahat bir nefes aldırıp onu içten kurtarmanın çarelerini aramaktan ibaret olan Dış politikası yanında iç politikası da ustacaydı. İç politikasının temem prensipleri özetle şu şekildeydi; Memleket için zararlı fikir ve düşünceleri temizlemek, cahil kalmış halkın cehaletten kurtulmasını temin etmek, Batı'nın bilim ve teknolojisini alırken Batı'nın milli değerlerinden halkını uzak tutarak İslamiyetin sağlam temelleri üzerine Osmanlı devletini eski ihtişamına kavuşturmak, Devlet ve hükümet bünyesine yetişmiş, bilgili, milli ve manevi değerlerine bağlı, sadık yöneticiler yetiştirerek tayin etmek, Kurtuluşun ancak İslam dinini tam ve doğru olarak yaşamakta olduğunun gerçeğini halkın öğrenmesini temin etmek. |
|
12-27-2007, 18:25 | #80 |
SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Islam Birligi (Panislamizm)
Batılı devletlerin Osmanlı topraklarını aralarında 'pay etme gayretleri, Kıbrıs'ın İngiltere'ye devri, Mısır ve Tunus'un kaybedi-lişi, Balkanlar'ı sarsan bağımsızlık ve isyan hareketleri içteki azınlıkların tahriki, misyonerlik faaliyetleri, Arap toprakları içerisinde ingilizlerin ektikleri fitne ve Müslümanların arasında yeşertilen sapık cereyanlarla ülkenin 93 harbi ile ağır toprak kayıpları yeni bir strateji ve yapılanmanın zaruretini karşısında Sultan Abdülhamid Han, yine dünya siyasetçilerini hayrete bırakacak bir politika takip etti. "Panislamizm" adı verilen bu politika akıllı, dünya gerçeklerini gözardı etmeyen, hamaset gösterilerinden, maceraperestlikten uzak bir şekilde yürütülerek Müslümanları, yegane bağımsız İslam devleti olan Osmanlı'nın bayrağı altında fikren birleştirmeyi hedefliyordu. Dünya Müslümanları, Batılı devletlerin tazyik, zulümlerine karşı islam halifesinden yardım bekliyordu. Bu yardımlar ancak emperyalistleri ülkeden atarak değil en azından zararlarını asgariye indirmeye, içteki faaliyetlerini ise bertarafa yönelikti. II. Abdülhamid Han'ın İslam birliği (Panislamizm) politikasının amacı, Hıristiyan Avrupa emperyalizminin önüne geçerek İslam Dünyası"ın gerilemesini durdurmaktı. Bu politikanın temel esasları; l- Yabancı işgalini durdurmak, 2-Yabancıların özel ayrıcalıklarını ve bağışıklıklarım kaldırmak, 3-Gerçek İslam inancını yerleştirmek, 4-mümkün olursa bütün Müslüman'ları tek bir devletin meşru hükümdarı Halife'nin yönetiminde birleştirmek"(141) Ortadoğu'da bulunan zengin petrol yataklarına göz diken emperyalist Batılı devletler ve bilhassa İngiliz, Fransız ve Almanlar ajanları vasıtasıyla milliyetçilik fikrini aşılayarak bağımsızlık telkin ediyor ve sapık cereyanlar yaygınlaştırarak halkı İslam halifesinden soğutmaya çalışıyordu. Böylece Müslümalar arasında yapay mese-94 leler çıkarmakta, halifeye karşı kışkırtmakta, milliyetçilik tohumla-• rı ekerek devleti parçalamak istemekteydi. Araplar'ı Türkler'e, Türkleri Araplara, Kürtleri Türklere karşı hareketlendirmek, Vehhabilik. Şiilik akımlarını sunni Müslümanlar arasında yaygınlaştırarak top yekûn birliği parçalamak İngiliz ve Yahudi işbirlikçilerinin temel hedefleriydi. Emperyalist devletlerin bu sinsi oyunlarını bertaraf için Abdülhamid Han "panislamizm" politikasını takip etti. II. Abdülhamid Han, Müslümanları Osmanlı devletine bağlamak gayesiyle Yemen kabilelerine nişanlar gönderiyor, rütbeler ve ihsanlar veriyordu. Bu suretle de Arabistan'da bulunan şeyhlerden bir çoğunu Osmanlı devletinin idaresi altında bulundurmaya muvaffak oluyordu. (142) Ortadoğu (Arabistan) topraklarında İngilizlerle zorlu bir mücadele başlamıştı. İngilizler bir kısım Arap şeyhlerini Sultan'a karşı desteklerken, bir kısmı da Sultan'ı destekliyordu. İngilizler çok özel yetiştirdiği ajanlarını şeyh, alim, derviş kılığında halkın arasına göndererek Osmanlı aleyhine ve Ehl-i Sünnet itikadına aykırı fikirleri yayarak halkı halifeye karşı soğutuyordu. Körfez Emirleri, Mas-kat Emiri ve Yemen'de Zey'diler'i İngilizler elde etmişti. Buna kar- şı Sultan. Arap ileri gelenlerini sarayda ağırlıyor, ülkelerinde camiler medreseler, yollar yaptırıyordu. Onlara İngilizlere aklanmamalarını söylüyordu. Suriyeli Rufai Şeyhi Ebul Huda sürekli yanında idi. Şeyh ona bir nevi danışmanlık yapıyor, kitaplar yazıyordu. Mısırlı Müslümanlar ve basını İngilizlere karşı Halife'yi destekliyordu. Mısırda aynı zamanda Mustafa Kamil Paşa'nın liderliğindeki bir grup, 1904'e kadar Sultanın yanında yeraldı. |
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|