![]() |
#101 |
![]() JÖN TÜRKLER
"Bizim Jön Türkler hayalperesttirler. Çünkü bizde Kanuni Esasi'yi meşruti hükümeti ilan etmek, umumi bir kargaşalığı davet etmek, herkesi birbirine düşürmek demektir. Bu, bütün Osmanlı İmparatorluğu'nü sarsar. İngilizler'in, her vesileyle Jön Türkler'i tutmaları dikkat çekicidir ve bizim memleketimizde Kanunu Esasi'yi getirmek için ellerinden geleni yaparlarken aynı şeyi Hindistan için reddetmektedirler. Halbuki Hindistan'ın umumiyeti bizimkine benzemektedir. Orada herşeyden evvel kast teşkilatını yok etmek icabeder. Orada da bizimki gibi Müslüman,Hıristiyan, Budist, Brahman gibi gayrimütecanis kitilelerin aynı mecliste beraber çalışmaları pek güçtür." (221) Osmanlı Devleti'ni çok yakın takibe alan ve her defasında fitne ve fesatlarla kadın ve para ile yöneticileri elde etmeye ve gayri Müslimleri aleyhte kullanmaya çalışan İngilizler, Meşrutiyet'in iyi bir şekilde işleyişinin de kendi felaketleri olacağını bilmekte idiler. Bunun için her türlü hile ve desise ile Osmanlı'da siyasi istikrarı baltalamaya çalışmışlardır. İngilizler bu nedenle Jön Türkleri, kendilerine muhalif olan Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid hanın politikalarını bertaraf etmek için desteklediler. İngilizler Birinci ve İkinci meşrutiyeti etkisis hale getirmeyi başarmışlardır. İkinci Meşrutiyet sonrası 31 Temmuz 1908'de İngiliz Dışişleri Bakanı Edvvard Grey, İstanbul Büyükelçileri G. Lowther'e gönderdiği bir telgrafta: "Şayet Türkiye Anayasa'yı tam olarak ayakta tutar ve kendisi de kuvvetlenirse bunun sonuçlan bizim şimdi göre-meyceğimiz kadar uzaklara gidebilir. Bu hareketin Mısır'daki tesiri inanılmayacak kadar büyük olacaktır. Kendisini Hindistan'da hissettirecektir. Biz şimdiyekadar idaremiz altında bulanan İslamlara kendi dinlerinin başkanı olan milletin (Türkler"in) kötü bir despot tarafından idare edildiğini söylüyorduk. Halbuki biz idare ettiğimiz İslamlar için iyi bir despottuk ve bizim idaremiz altında daha mesuttular. Zira bu insanlar mukayese imkanına sahip değillerdi. Dolayısıyla farkın kendi lehlerine olduğunu kabule hazırdılar. Fakat şimdi Türkiye bir anayasa yapar, parlamento kurar ve hükümet şeklim değiştirirse. Mısırlılar da bir anayasa isteyeceklerdir. Bizim bu kuvvete karşı koymamız çok güç olacaktır. Şayet Türkiye'de anayasa iyi işler ve Türkiye'de işler iyi giderse Mısır'da ayaklanmalar ola-catır. Bu vaziyette bizim durumumuz çok garip kaçacaktır. Biz asla ne Mısır halkıyla ne de Türk hükümetiyle mücadeleye girmeyeceğiz. Bizim mücadelemiz Türk halkının hisleriyle olacaktır. Bunu, yakın veya uzakta çok dikkatli ele alınacak bir konu olarak veriyorum. Bu hususun haricinde bütün reform hareketlerini tutar görünün ve bana bilgi verin. "(222) İngiliz casusu Fitz Maurice de 25 Ağustos 1908 tarihindeki Londara'ya gönderdiği raporunda, aynı endişeleri dile getirmiş, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ındaki gayri Müslim mebusları tavlayarak 142 Meşrutiyet'in işleyişini baltalamaya çalışmıştır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#102 |
![]() BÜNYEYI IÇTEN TAHRIP ETMEK
İstanbul Patriklerinden olan Gregorios, Sultan İkinci Mahmûd Han zamanında çıkan Rum İsyanının baş planlayıcısıydı. Bu suçundan 1821 'de Patrikhane kapısında îdam edildi. Patrik Gregorios'un Rus Çarı Aleksandra yazdığı mektup, târihî önemi hâiz olup, ibret verici olması bakımından mühimdir.Mektupta şöyle demektedir: "Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkânsızdır. Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i îmân sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıkları ve kadere rızâ göstermeleri yanında kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda yönetecek reislere sâhib oldukları müddetçe de çahşkandırlar.Gâyet kanâatkârdır-lar.Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecaat duyguları da, geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlâklarının güzelliğinden ileri gelmektedir. Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevî rabıtalarını (bağlarını) kesretmek (parçalamak), dînî metanetlerini (sağlamlığını) zaafa uğratmak (zayıflatmak) icâb eder. Bunun da en kısa yolu, an'anât-i milliyetlerine (millî geleneklerine), maneviyâtlarına uymayan haricî fikirler ve hareketlere alıştırmaktır. Maneviyâtları sarsıldığı gün,Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddî vâsıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple Osmanlı Devletini tasviye için mücerred olarak harb meydanındaki zaferler kâfi cleğildir.Hat-tâ, sâdece bu yolda yürümek Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, kendilerini anlamalarına sebeb olabilir. Yapılacak olan, Türklere birşey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır." Osmanlı Türklerinin tanıdığı hürriyetten istifâde edenler içinde böyle hâince çalışan şahıslar olmuştur. Patrikhanede, bu hâin pat- 143 riğin idam edildiği kapı hâlen kapalı olup, "Kin Kapısı" diye anıl- • maktadır. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#103 |
![]() MILLETLERARASI REKABET POLITIKASI
Osmanlı Rusya ile başbaşa kalmıştı. Plenve düştü. Rusya, her an İstanbul'u istila edebilirdi. Bunun üzerine Sultan "milletlerarası rekabet" politikasını takip etti. İngiliz -Rus rekabetini çok iyi bilen Sultan, Rus orduları Edirne üzerine ilerlerken Harp Meclisi'ni topladı ve üyelerine hitaben: "Harbi ben istemedim. Birtakım maceraperestler istedi ve milleti de peşlerinden sürüklediler. Görüyorum ki, mağlup olduk. Ne hale geldiğimiz de meydandadır. Şimdi asıl dava, İngiltere ve Rusya arasındaki rekabetten istifade ederek ayakta durabilmektedir." Bu düşünceye üyelerin olumlu yaklaşımı neticesinde uygulamaya konuldu. İstanbul ve boğazların Ruslar tarafından ele geçirilmesi İngilizlerin Hindistan yolunun kapatılmasına, sıcak denizlere ulasan Ruslar'ın İngilizler için büyük tehlike olacağına inanılıyordu. İngilizler bu nedenle Boğazların ve İstanbul'un Ruslar tarafından işgalini istemiyordu. Sultan Abdülhamid Han, Ruslar İstanbul'a 10 Km. Mesafedeki Ayestefanos bugünkü Yeşilköy'e gelerek burada karargah kurdular. Sultan Abdülhamid Han, İngiliz Kraliçesi Viktoria'ya bir mesaj göndererek Rusya ile ateşkes ve sulh müzakerelerinin başlamasında arabuluculuk yapmasını istedi ve bir İngiliz donanmasının İstanbul'a getirilmesini usta politikası ile temin etti. İngilizlerin araya girmesiyle ateşkes sağlandı. Sulh andlaşma-sı 3 Mart 1878'de Ayastefanos'da imzalandı. Sultan Abdülhamid Han, Ruslar'ın andlaşma şartlarını hemen hemen tamamını kabul etti. İyi bir diplomat olan Sultan, Ayastefanos Andlaşması ile verilen vilayetlerin bir kısmının ileride geri alınacağı ümidindeydi. Ve Koparılan her vilayetin İngiltere'nin öfkesini artıracağını umuyordu. Böylece sulh andlaşmasım,usta politikasıyla "milletlerarası rekabet doğurmak" ve bundan faydalanmak hesapları doğrultusunda yapıyordu. Ayastefanos Andlaşmasın'da büyük Devletleri Rusya aleyhinetahrik eden önemli maddeleri, Balkanlar'da Rusya'nın kontrol ve nüfuzunda slav üstünlüğünün oluşturulmasına yönelik Tuna Neh-ri'den Ege Denizi'ne kadar uzanan Büyük Bulgaristan'ın kurulma-sı,Anadolu'da Rusya'nın Batum, Kars, Ardahan ve Beyazıd'ı ilhak ederek Mezopotamya ve Basra Körfezi'ne daha da yaklaşması üstelik, Ermeniler'le ilgili ıslahat vaadi kopararak onları nüfuzuna almak avantajlarını sağlamış olması teşkil ediyordu. BeklenenTepkiler Sultan Abdülhamid Han'ın beklediği ilk tepki İngiltere'den geldi. O'nu Avusturya takip etti. Bu iki devlet Balkanlar'da Rusya'nın ileri karakolu olacak kuvvetli ve büyük bir Bulgaristan istemiyordu. Ayastefanos Andlaşması'nın şartlarım öğrenen İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Layard, durumu Başkan Lord Beacons-field'e şöyle bildirecektir. "Eğer İngiltere Sultan'ı terkedecek olursa, Sultan aklını kaçırabilir ve çeşitli tehdit ve entirikalara maruz kalabilir. Burada olup bitenler ciddiyetle mütaala edilmelidir. İngiltere'nin olduğu kadar, diğer Avrupa devletlerinin de menfaatlerine aykırı olan Ayastefanos Andlaşması'nı şayed mevcut şekliyle kabul edersek, o zaman biz Asya'daki nüfuzumuzu kaybetmiş oluruz. Acaba İniltere buna hazırmı? Eğer değilse, Türkiye bize hala çok faydalı olabilir. Sultan'ı Asya'daki müttefikimiz olarak kabul etmek ve vilayetlerden hala elinde bulunanları bir arada tutmak bizim menfaatlerimize uygundur. Ayastefanos Andlaşması şartlarından bazıları değişmedikçe, Avrupa'daki Türk İmparatorluğu'nün tamamen yok edileceği gibi Asya'da ve neticede Afrika'da da zayıflamasına sebep olacaktır." (225) İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisburi de tepkisini şöyle dile getirecektir: "Ayastefanos Andlaşması'yla, Rusya hükümeti, Karadeniz civarında fevkalade bir tesire sahip olacak, şimdiden Ermeniler Rusya'nın nüfusuna düşecek,bunun sonucu Trabzon üzerinden İran'a yapılmakta olan yaygın Avrupa ticareti, Rusya'nın keyfine uygun olarak kısıtlanabilecek veya yasaklanacaktır." Böylece Sultan Abdülhamid Han'ın usta politikasıyla İngiltere ve Avusturya ittifakı Osmanlı Devleti'ni birlikte Ruslar'a karşı himayeye karar vereceklerdir. Avusturya, Viyana'dan Selanik'e büyük Avusturya politikasını takip ediyor, Bosna Hersek, Yeni Pazar ve Makedonya yoluyla Ege Denizi istikametinin açık bulunmasını istiyordu. Yunanistan, Sırbistan ve Romanya da menfaatlerine aykırı olduğu için Ayastefanos Andlaşması'na karşı çıktılar. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#104 |
![]() BÜNYEYE UYGUN ILAÇ
1877-78 Türk-Rus Harbin'in kesin sulhunu görüşen Berlin Andlaşması imzalandı ve andaşmayla, Osmanlı toprakları adeta yağmalandı. Türk-Rus harbi felaketine sebep olan meşruti idaresinin memleket hayrına olmadığını anlayan Patişah, meşruti idaresini fesh edecek ve yeni bir politika ile enkaz halindeki ülkeyi yıllarca ince siyasetiyle dünyayı hayran bırakacak şekilde yönetecektir. Çeşitli zamanlarda yeni politikası hakkındaki beyanları; "Harb sona erince herşey daha da berbat olmuştu. Harp sırasında, kumandanlarımızın dirayetsizliği, birçok yüksek rütbeli memurun satılmışlığı, muhaberede yenilmemiz ve İmparatorluğumuzun bir kısım topraklarını kaybetmiş olması ruhi bir çöküntüye sebep olmuştur. Bu tabiidir. Fakat herşeye rağmen, Osmanlılar'm, kadere boyun eğme temayüllerinin bu derece tereddi etmemesi icab ederdi. Milleti düştüğü yeisten kurtarmak imkansız hale geldi. Hiç kimse rahatsız edilmesini keyfinin bozulmasını istemiyor...Herkes, her zaman olduğu gibi baştaki padişah ve müşavirleri icap edeni yaparlar diye düşünüyordu." Korku ve kuşkular kesin karar kabiliyetini yok eder. "Said Paşa, gerek sadrazamken, gerek değilken, kendisiyle ne zaman istişare etsem, kesin bir kanaat söylemezdi, Sorumluluktan, kamuoyundan, tarihten ve bunlar kadar benden korkardı. Bu korku ve kuşkular onda, kesin bir söz söyleme kabiliyetini yok etmişti." "Ben hayatımda akıllı adam aradım, Ne yazık ki bulamadım" "Maneviyatı sönmüş, din, diyanet ve hamiyet damarları kurumuş olan işbu memurların kötü iş ve rüşvetleriyle ülke nereye kadar gö-türülebilirdi?"Hocaoğlu, (226) "Güveneceğim adamları bulamıyorum, ne yapayım. Gördüğünüz gibi etrafım bencil, amansız ve namussuz insanlarla çevrili. Genç nesil arasında yetenekli, dürüst ve vatanperver adamlar yetişene kadar sağlığım için tehlikeli olsa dahi, yalnız başıma çalışmaya mecburum" Yalnız başına koskoca bir devlet. Ve bu devleti nasıl idare edecekti. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#105 |
![]() ZORUNLU MERKEZI YÖNETIM POLITIKASI
Avrupa'dan bağımsız bir politikanın takibi ve içte huzurun temini için bütün yetkilerin sarayda toplanmasına karar verir. Bu kararı üzerine Babıali'nin (Hükümet)in bütün yetkilerini Saraya taşır ve ülkeyi buradan idare etmeye başlar. Bu politikası nedeniyle idari, iktisadi, askeri, mali gibi bütün ülke meseleleri ile temas etme imkanını bulur. II. Abdülhamid Han, her meseleyi öğrenmek ister, her şeyi sorar, herkesin halini tetkik eder, tayinleri lazım olan her memurun tercüme-i halini okuturur ve bazan bunlardan biri arzu ettiği şekilde değilse o mefYıurun tayinini kabul etmezdi. Sadece Hakimlerin tayinine karışmaz, o makama kim münasip ise onun tayinini isterdi. Mülki ve askeri büyük memurların seçim ve tayinlerini yakından ve büyük bir alaka ile takip ederdi. Bu tayinlerin bazılarını hemen kendisi ve bazılarını da danışarak yapardı. (227) II. Abdülhamid Han, saraydaki memuriyetlere tayinedilecek zatları kendisi imtihan ederek seçerdi. Yaşam tarzını, tabiat ve ahlaklarını incedeninceye tetkik ederdi. Yıldızda müstahdem memurların fotoğraflarından müteşekkil bir koleksiyonu vardı. Alacağı memurların kibarzade olmasına bakmaz şahsi liyakati, gayret ve faaliyeti olanlar daha çabuk itimadına mazhar olurlardı. Abdülhamid Han, hangi meslekte olursa olsun ehliyet ve dirayet sahiplerini asla gözünden kaçırmazdı.Saraydaki nedimleri arasında fakir aile evladından birçok kimseler vardı.Bunlar bu yüksek mevkie sırf mektepten birinci çıkmak sayesinde seçilirlerdi. Çünkü Abdülhamid han, okullarda böyle en iyi imtihan vererek çıkanları kendi kadrosuna alırdı. Mabeyncilerin büyük bir kısmı resmi devlet mekteplerinden en iyi derece almış gençlerdi ve birkaç yabancı lisanı mükemmel konuşur ve yazarlardı. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#106 |
![]() SADAKAT VE EHLIYETLI
Yöneticiler için İtaatkar ve sadık yardımcılar bulunmaz hazinedir II.Abdülhamid Han, yanında bulunan insanların bir kısmından vazifeleri gereğince işinde uzmanlık (ehliyet-i ilmiye) arar, diğerlerinde ise bilgiden ziyade sadakate önem verirdi. Vükela (vekilleri) ile kendisi arasında aracılık yapan mabeyncilerin eğitim, söz kavrama ve aktarma, tebliğ liyakati ve kabiliyetine önem verir, bunlardan başka aradığı şey kayıtsıs şartsız sadakat ve itaat idi. (229) Aynı zamanda insanların memnuniyetinden ziyade karamsarlığa düşmemelerine dikkat ederdi. (230) Ülkenin yetişmiş devlet adamlarının, yöneticilerin düşman eline geçerek devlet aleyhine kullanılmamalanna da çok dikkat eder ve üzerinde hassasiyetle dururdu. Komutanlar, valiler istek ve dileklerini doğrudan Sultan'a iletebiliyordu. Dış ilişkilerde de durum bundan ibaretti. Abdülhamid han, kendisini bu nedenle "istibdatçı" diye suçlayanlara kulak asmıyor, işi malum çevrelere bıraktığı takdirde çok hassas dengeler üzerinde bulunan devletin hemen dağılacağına inanıyordu. Nitekim, Sultan, bu endişesinde haklı çıkacak, 33 yıllık imparatorluk 11. Meş-rutiyet'ten sonra 10 yıllık kısa bir süre içerisinde yerle bir olacaktır. Hileye Karşı Hile Vembery hatıratında şunları yazar : "Açıkça söylemeliyim ki, Sultan Abdülhamid gibi devlet mekanizmasının kurumlarını elinde tutan başka bir lider dünyada yoktur. O, kelimenin tam anlamıyla yönetimin yüreği ve eksenidir." (231) İngiliz Büyükelçisi Layard'a şunları söyliyecektir: "Tahta çıktığımda etrafımı, dolapçı ve beni esir etmek isteyen insanlarla çevrilmiş gördüm. Bunun üzerine hayatımı ve hanedanı muhafaza etmek için hileye karşı hile ile karşı koymam gerekti...""(232) II. Abdülhamid han, devlet idaresini Abdülmecid han gibi sadrazam ve vezirlere bırakabilir veya Abdülaziz han gibi belirli bir alandaki işleri, üzerine alarak saltanatı sürdürebilirdi. Bürokrasinin bu isteğini Sultan Abdülhamid Han yapmadı. Eski dedeleri sultanların yaptığı gibi devlet işlerini bizzat kendi üzerine aldı. Ana gayesi, dedelerinden kalma mirası ve hanedanı yaşatmak, din-i İslamı aleme yaymaktı. Bu maksadına ulaşmak için herçareye başvurmaktan geri kalmadı. Hile yapanlara karşı hile yaptı. Düşmanlarını silahları ile vurdu. Abdülhamid han, mevcut şartlan gerçekçi bir gözle her cepheden inceleyerek ele alır, en uygun yolu seçer ve uygulamadan asla çekinmezdi. Büyük başarılar, güçlü kadrolarla gerçekleştirilir. II. Abdülhamid Han, idareyi yalnız başına taşımanın ağırlığını biliyordu. Fakat idareci bulamıyordu. Dürüst, vatansever, imanlı ku- mandan ve yöneticileri tespitinde hemen görev dağılımından da asla çekinmedi. Çünkü yöneticiler liderin yükünü hafifletir, ona destek olurlar. Yeterli kadroya sahip olamayan liderler çabuk yıpranır, büyük hedefleri gerçekleştiremezler. Mesela,Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa hataları düzelmek için yardımcı olmuş fakat bilahare fitne ve fesatçılar araya girerek bu ilişkinin bozulmasına sebep olmuşlardır. Tekrar, yük Sultan'ın omuzlarında kalmıştır.II. Abdülhamid Han, saltanatının ilk günlerini Dolmabahçe Sa rayı'nda geçirdi. Saray halka ve aydınlara açıktı. Buraya herkes ra hatça girip çıkıyor, Sultan herkesle görüşüyor, halkın içine karışı yordu. Sultan ve şehzadelere hiçbir kısıtlama yoktu. Öyle ki Sultan, önceki üç selefinden daha iyi bir görüntü sergiledi. Çok iyi bir ni yet, karakter, psikolojiye ve akıl yapısına sahipti. Dindarlığı, alkol kullanmaması ve israftan uzak duruşu ile dikkati çekiyordu. Halk arasında dolaşmakta, camilerde halk arasında namaz kılmakta, te mas ettiği isanlarla samimi ve bir insan gibi konuşmaktaydı. Dış ve iç tehlikelere karşı gereken tedbirleri almak korkaklık alameti değil, insanlık icabıdır. Bilahare Yıldız Sarayı'na taşınan Padişah, ülkeyi buradan idare etmeye başladı. İç ve dış düşmanların saldırıları, suikast teşebbüsleri dinmek bilmedi. O ise bütün bu saldırılara karşı tedbirlerini alıyor onlara karşı koyuyordu. Düşmanların sinsi saldırılarına karşı devlet idaresini Sarayda toplamış, amcasıyla kardeşinin hal'i, 93 harbi ve ülkenin içinden çıkılmaz perişanlığı merkezi otoritenin kuvvetlendirmesine sebep olmuştur. Sultan Abdülhamid Han'ın bu tedbirlerini düşmanlar "vehim, içine kapanıklık" olarak algılıyor, halkın gözünde düşürmeye çalışıyorlardı. Ama o bütün bu saldırı ve antipropagandalara rağmen tedbiri elden bırakmıyor,sebeplere yapışıyordu. "Hayatıma kasd edildiğini ve birçok defa da suikastçıların muvaffak olmalarına ramak kaldığını biliyordum. Bu şartlar altında herkesten şüphe etmemde ve iyilik yapmak istediklerimden bile uzaklaşmamda şaşılacak bir şey yok. Bu tamamiyle beşeri ve anlaşılır bir iştir." (233) Abdülhamid Han, kendisinde topladığı yetki ile dağılmak üzere olan devleti 33 yıl yıkılmaktan korumuş, 300 milyon altınlık borcu, otuzda birden daha aşağı bir seviyeye indirmiştir. İlk milli tesisleri kurmuş ve hem iç hem dış siyaseti kontrol altına almış ve hassas dengelerde götürmüştür. Zamanın şartları icabında bütün yetkileri Sarayda toplaması sayesinde hükümet ve devlet sırlarına nüfuz eden, Batı emperyalizimine karşı setler çekilmiş ve devrin memur kadrosundaki ahlak ve anlayış zaafı sarayca telefa edilmiştir. Abdülhamid Han'ın tahta çıkması sırasında sürüklendirildiği Rus harbi bir yana, bütün saltanatı boyunca verdiği ve zaferle bitirdiği Yunan Harbi de, Askeri hareketlerin saraydan idare edilmesi ve dışarıya hiçbir şey sızdırılmaması sayesinde ve en kısa zamanda başarı ile neticelenmiştir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#107 |
![]() HAFIYE TESKILATI
Devletler, dış düşmanların içteki sinsi faaliyetlerinin önlenmesi için güçlü istihbarata sahip olmak zorundadır. Sultan Abdülhamid Han da, emperyalist devletlerin ve ülke içindeki uzantılarının sinsi faaliyetlerinin tespiti ve bu faaliyetlerinin imhası için güçlü bir istihbarat teşkilatı kurdu. Yine Sultan'ın kurduğu bu güçlü istihbarat teşkilatını baltalamak için kendisini çekemeyenler onu "vehimlik" ve "korkaklık" la suçladılar. Sultan Abdülhamid Han, amcası Abdülaziz Han ve kardeşi Sultan Murad'ın nasıl tahttan indirildiklerini, ne şekilde perişan edildiklerini bildiği için kendisinin de aynı akıbete uğramamasına büyük bir dikkat gösterir ve bütün tedbirlerini buna görer alırdı. Ve hatta İngilizlerin saraya kadar yerleştirdikleri ajanların varlığının tespitini dahi yapan Sultan'ın tedbirsiz davranması mümkün değildi. Tahsin Paşa hatıratında senelerce Abdülhamid Han'ın hizmetinde bulunan Hacı Ali Paşa'dan Sultan'ın bir ara şüphelendiğini, kendisine acıdığı için şüpheyi merak ettiğini ve nihayette ingiliz ajanı olduğunu öğrenince hayrette kaldığını belirterek yabancıların saray içindeki entirikalarmı dikkat çekici bulduğunu belirtir. (235) (Düşmanın şerrinden korunmanın ancak bütün hareketlerini yakından takip etmekle olacağına) inanırdı. II. Abdülhamid Han, devlet bünyesinde haber alma mekanizmasının hayati önemini kavrayarak dünyada ilk defa, merkezi sisteme bağlı bir gizli polis, istihbarat şebekesi kurdu. Bu istihbarat teşkilatı sayesinde maddi ve mânevi fesatçıları tespit ederek ülke içerisindeki faaliyetlerini bertaraf etti. Sultan Abdülhamid'in daimi misafirleri vardı. Devletin çeşitli yerlerinden getirilmiş Kürt liderleri, Arap alimleri gibi insanlardı. Yemeklerinin Saray mutfağından gönderildiği ve Hazine-i Hassa'dan kendilerine maaş verildiği aynı zamanda çocuklarının parasız okullarda okutulduğu bu insanlar sayesinde bulunduğu beldelerin ahalisi hakkında yakinen haberdar olurdu. Aynı zamanda memlekette olup bitenlerden herkesten önce Abdülhamid Han haberdar edilirdi. Abdülhamid han, yüksek mevki sahibi devlet adamlarına, bazı yabancı elçilerin ileri gelenlerine kendi kesesinden düzenli bir ödenek ayırmıştı. Bu şekilde büyük devlet adamlarını kendisine bağlamıştı. Bazı insanların şerrinden korunmanın ve devlet için fa-ideli hizmetler yaptırmanın ancak maddi menfaatle olabileceğine inanarak kendi kesesinden harcadığı çok olurdu. (236) Vember II. Abdülhamid Han'dan şunları nakleder: "Haber alma düzeni bulunmayan bir hükümet, bir devlet ya da bir devlet adamı düşünülebilir mi? Zirvede bulunana kişi tüm yanı bışında olup biteni bilmezlik edemez. Amcam Aziz'in kanlı alın yazısına bakın. O benim için bir ders bir ibret olmamalı mı? Ben de jurnalleri keşfettim böylece. Sözgelişi azizim Vembery. onlar bana, sizin kısa zaman önce benim amansız muhaliflerimle ilişkiye girdiğinizi haber verdiler."(237) II. Abdülhamid Han, amcası vakur bir patişah-olan Sultan Abdülaziz Han'ın ve temiz kalpli olan kardeşi V. Murat'ın hal'inin güçlü bir istihbarat teşkilatının olmayışına bağlıyordu. Sultan sarayı asker ve donanma ile ablukaya alınırken bile kendisine yönelik hal' planlarından habersizdi. Haberi ancak. Hüseyin Avni Paşa'nın yatak odasının kapısını kendisini tevkif etmek için çaldığı sırada olmuştu. Menfaat ve istihbarat Sultan, Başkent'ten ülkenin en ücra köşesine kadar istihbarat ağını mükemmel denecek şekilde yaymıştı.. Bunun sayesinde ülkede olup bitenlerin hepsini takip ediyor, biliyordu. Ve bu teşkilatın paralarını bizzat kesesinden harcıyordu. Nimetin, ihsanın, kısaca menfaatin arkası kesilirse şebekenin gevşeyeceğini, hatta dağılacağım ve arzulanan nimetlerin son bulacağı muhakkak idi. İşte Sultan Abdülhamid han, bazen göze batacak kadar fazla para dağıtmaya sevkeden sebeb bu idi. Bunun ise, hususi hayatta iktisat ve tasarruf ile hiç bir münasebeti yoktur. (238) Abdülhamid Han, cömert olduğu kadar düşmanının şerrini bertaraf için de eli açık bir Sultanidi. Ondan iyilik görmemiş, onun-nimetine ermerniş,etrafmda,düşmanlarıııa kadar,hemen hiç kimse yoktu. Mesela, İstanbul'da Batılı sefaretlerden birinin mensubunu adımadım takip ettiriyor, onun kumara düşkün olduğunu biliyor ve-belki bu noktadanbir zaafını kolluyor bir gece Avrupalı diplomatın muazzam bir para kaybedip ödeyemeyecek hale düştüğünü tespit edince de, onu hemenkendisinemüracat ettirerek borcunu ödüyor. Buşekilde adamı kendisine bağlıyor. (239) Kendisini kurduğu güçlü istihbaret teşkilatı dolayısıyla suçlayanlara özetle şu cevabı vermiştir. "Geniş bir haber alma teşkilatı kurmamış olsaydım, etrafımı saran tehlikelere karşı kendimi korumam kabil olmazdı. Diğer hükümdarlar da mesala Çarlar da aynı şekilde hareket etmiyorlar mı?" (240)" "İmparatorluğun dahilinde cereyan eden hadiselerden haberdar olmadığımı söylüyorlar. Halbuki istihbarat teşkilatım o şekilde kurulmuştur ki, hiçbir şey benden saklanamaz...Fevkalade işleyen istihbarat teşkilatımın sayesinde ,kimin ne dediğini, kimin evinde ne söylendiğini gayet iyi biliyorum..."(241) Güler yüz, tatlı dil ve sır saklamak başarının temel prensiplerindendir. II. Abdülhamid Han, güleryüzlü ve tatlı dilli olması hasebiyle insanlar heybetine rağmen huzuruna çıkıp talep ve şikayetlerini rahatlıkla anlatabiliyorlardı. Bu hasletleri kendisinin birçok işinde muvvaffak olmasını temin etmesine sebep olmuştur. II. Abdülhamid Han'ın bir meziyeti de her işi gizli tutması ve sır saklamasını çok iyi bilmesiydi. (242) Bu meziyeti dolayısıyla birçok olayların üstesinden gelmiş, düşmanların hilelerini bertarafetmiştir. Basiret, emniyetin babasıdır. Tahsin Paşa hatıratında şunları dile getirir; "Sultan Hamid bir gün bana basiret emniyetin babasıdır; Evvela basiret, sonra emniyet demişti. Bundan dolayıdır ki Sultan Hamid, lazım gelen bütün tedbirleri almadan hiçbir şeye ve hiçbir kimseye emniyet etmezdi.(243) Kendisi güçlü bir teşkilatın kuruluşunu şöyle anlatacaktır: "Amacam Abdülaziz ve ağabeyim Murat'ın bahtsızlıklarına uğra mamak için gizli polisi yeniden örgütledim. İstihbarat elemanları raporlarını günü gününe veriyorlardı. Bu örgüt işime mükemmelen yaramaktaydı." (244) Sultan Abdülhamid Han, casusluğun kötüye de kullanılabileceğini iyi bilmekte ve aldatıcı haberlerin doğru haberlerden ayrıt edilmesini istemektedir. Bu konuda şunları anlatır: "Dünyanın hiçbir yerinde entrikaların bizde olduğu kadar feci olabileceğini zannetmiyorum. Fakat kendilerine ehemmiyet payı çıkarmak isteyen gayretkeşlerin yazdıkları abartılı raporların diğerlerinden ayrılmasını istiyorum" "birçok insanların hafiyelerin, jurnalcilerin alçak, namussuz insanlar olduklarını, dinimizin de münzevirleri men ettiğini gayet iyi biliyorum...İktidara geldiğimden beri bana gösterilen zeli-lane dalkavukluktan iğreniyorum" diyordu. (245) Sultan Abdülhamid Han, istihbarat şebekesini gevşetebileceği ihtimali ile yalan haber sahiplerini cezalandırmazdı. Ama onlara önem de vermezdi. Böyle kişilerin verdiği bilgilerin içinde doğru bilgiler olabileceği düşünülerek her haber, sultan tarafından değil, Saray'daki ilgili memurlar tarafından okunurdu. Ve hatta bazen bazı jurnaller okunmazdı. Hal'inden sonra kendi odasında sandıklar dolusu kapalı ihbar maksadıyla gönderilen zarflar bulunması bunun en büyük delilidir. Sultan'ın ehemmiyet verdiği istihbarı bilgiler, bunları takdim eden adamların şahısları ve mevkilerine bağlı idi. Sadrazam,Şeyhülislam ve nazırlara inhisar eden bu bilgiler ekseriyetle açar okurdu. Sultan'ın bilhassa jurnallere el sürmediği hal'inden sonra kendi dairesinde sandıklarla kapalı jurnal bulunmasıyla sabittir. (246) Sultan, aslı bulunmayan istihbari bilgilere çok hiddetlenir ama bilgiyi veren kişiyi cezalandırmazdı. (247) Meşrutiyetin ilanından bir müddet sonra, Abdülhamid han tahttan indirilince Yıldız'ı basıp bu hafiyelere ait raporları gözden geçirenler çoğunun altında, padişahın el yazısıyla "itibara değmez" tarsında notlar bulunduğunu hayretle görmüşler ve Abdülhamid'in kendi hafiyelerini de kontrol altında tuttuğunu görerek hayrete düşmüşlerdir. O hem vatanın selameti için hafiye kullanıyor, hem de 154 bunlara karşı emniyet tedbirleri almaktan ve itimatsızlık gözüyle • bakmatan geri kalmıyordu. (248) Sultan'ın haber alma teşiklatı, çok ince metodlarla çalışmıştır. Bu teşkilat sayesinde, yabancılarla düşüp kalkanlar ve sefarathane-lere girip çıkanlar, Beyoğlu eğlence yerlerinde gezip dolaşanlar, bazı postahanelerden Avrupa postalarını gözetleyip kollayanlar, yabancı vapurlarından çıkıp şehri ziyaret edenler, Avrupa'ya gidenler ve oradan dönenler, bütün idare ve icra cihazlarında söylenip konuşulanlar ve düşünülüp tasarlananlar, maili ve iktisadi mahfellerde, fikir ve siyasi muhitlerde, jvrilip çevirelenler, hiçbir müdahale olmaksızın anı anına kayt ve zapt edilmiştir. (249) Bir ara, Müşir Fuat Paşa'nın çıkarmak istediği askeri isyan, bu teşkilat sayesinde bastırılmış ve mensuplarından 146 subay ele geçirilerek çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Kumandan ve elçilerin birçoğu, düşmanının devlet aleyhindeki faaliyetleri hakkında istihbarat bilgileri yolluyordu. Münir Paşa, Paris'te Türkiye aleyhindeki bütün hadiseleri takip ediyor, bir koldan Avrupa devletlerinin oyunlarını gözetlerken, diğer tarafdan Abdülhamid Han'a karşı Jön-Türk faaliyetlerini günü gününe Yıldız'ı haberdar ederdi. Ermeni meselesi hakkındaki İngiliz Seferinin "Daha ne kadar Ermeni öldürecekseniz"? sorusuna Abdülhamid Han şu cevabı veriyordu; "Filan gün, filan saatte Karadenızin filan noktasına yaklaşıp, karaya, Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitecilere teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni ölderece-ğiz!"..Cevap karşısında dehşete düşen İngiliz seferi başını tutmuş ve Abdülhamid han da acı gülüşüne devam etmişti. (250) Mert İnsanların ahlak ve meşrepleri zamanla değişmez. Fethi Okyar Bey'e de şunları söyliyecektir: "...Jurnal bir hadisenin izahıdır, y..ni raporudur, fezlekedir, layihadır, izahnamedir. Bunlardan müstağni, bunlara ihtiyaç hissetmeyen hükümdar, devlet ve devlet adamı tasavvur edilebilir mi? ,rr Haber alamayacak da kararını hayalinden mi verecektir?..Yalnışlık- -^— lar, hatalar, hatta haksızlıklar olabilir ve olmuştur. Fakat ben, herşe-yi öğrenmek mevkiinde ve zaruretinde idim. Jurnal verenler içinde bugün onları tel'in edenler ve imha etmeye çalışanlar vardır ve çoktur. Neden bunlar içinde, sizin bugün söylediklerinizi o gün söyleyenler çıkmamıştır? Bunu hiç düşündünüz mü beyfendi oğlum? Bugün neden bu jurnaller teker teker neşredilmiyor? İmza sahiplerinin milletçe malum olmasından mı endişe ediliyor? Mert İnsanların ahlak ve meşrebi zamanın tahavvülü ile değişmez. Sabit kalır. Hatta ve nisyan da beşer içindir. Düşününüz ki, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, muhtelif din, ırk, millet, cins-ü mezhebin asırlardır kaynaşmaması kazanıdır.Her yerde olanları, devletin resmi hüviyeti içinde öğrenmek mümkün değildir. Başta olan, en yakın muhitinde cereyan edenden haber .alamıyor. Amcam Sultan Aziz'in kanlı akıbeti bunun misali değilmidir? Yanıbaşında, Sadrazam ve Seraske-ri'nin (Harbiye Nazırı'nın) tertip eyledikleri suikasdden haberdar olamamıştır." Başka bir zamanda; "Bana verilen hiçbir jurnal atılmamış, yakılmamıştır. Muntazaman tasnif ve muhafaza edilmiş-tir.Hepsi milletin önüne konulursa çok istifadeli ve ibretli olur." Demiştir. (251) Günümüzde güçlü istihbarat teşkilatlarının ehemmiyeti daha da iyi anlaşılmaktadır. Bazı tarihçiler, Sultan Abdülhamid Han'ın kurduğu gizli teşkilatın günümüz CIA'sından da daha güçlü olduğunu ve CIA'nın bu konuda araştırmaları olduğu bildirilmiştir. Nihayetindeolumlu ve olumsuz yönleriyle Sultan Abdülhamid Han'ın Osmanlı devletini 33 yıl ayakta tutmasının sırlarından birisi de Sultan'ın kuvvetli ve mükemmel denecek istihbarat teşkilatı olmuştur. Jön Türkler Sultan Abdülhamid Han'ı devirince bir millet ve devletin gözü kulağı olan istihbarat teşkilatını dağıttılar. Ama daha sonra bunun büyük bir hata olduğunu anlayarak yerine "Teşkilat-ı Mahsusa"yı kurdular. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#108 |
![]() KAN-PARA VE TOPRAK
II. Abdülhamid Han, memleketin bütünlüğü konusunda çok büyük bir hassasiyet gösterir, düşmana bir karış toprak vermemek için sonuna kadar mücadele ederdi. Osmanlı devleti içinde diğer gayri müslimler olduğu gibi Yahudiler de geniş bir hoşgörü ve adaletle yönetiliyorlardı. Kendilerine çeşitli imtiyazlar tanınmış, toplum içerisinde zenginleşmelerine, serbestçe ticaret yapmalarına izin verilmişti. 11. Beyazid zamanında İspanya'dan kovulan Yahudiler'e kucak açan tek ülke Osmanlı olmuştu. Aynı şekilde, 1850'li yıllarda Rusya'dan göçe zorlanan veya mallarım mülklerini geride bırakarak kaçmak zorunda kalan Kırım Yahudileri'ni de Osmanlı Devleti kabul etmişti. 1856'da Kerç'ten Osmanlı devletine göç eden Yahudiler'e, farklı mezhepten oldukları gerekçesiyle, kendi hahamlarını seçme ve o hahamın dini liderliği altında yaşamaları imtiyazını vermişti. 1857'de yine Kırım'da göç eden bir başka Yahudi muhacir grubu da Rumeli'nin en verimli arazilerinin yer aldığı Doburca'ya yerleştirilmişlerdi. (252) Böylece Osmanlı devleti, siyasi amaçlı olmayan Yahudi göçmenlerine 19. Yüzyıl boyunca hep sıcak yaklaşmış ve gelenleri kabul edip, Rumeli'de iskan etmişti. Yahudi göçlerinin siyasi bir mahiyet kazanmasından sonra Yahudilerle ilgili politikada önemli değişikler yapıldı. Özellikle 11. Abdülhamid döneminde alınan siyasi, ekonomik ve idari tedbirlerle Filistin'e yönelik Siyonist faaliyetler engellenmeye çalışıldı. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#109 |
![]() INGILILIZ FITNESI
Avrupalı devletler, Yahudileri topraklarından çıkarıp Filistin'e yerleşmelerini teşvik ederek, hem ileride ortaya çıkabilecek siyasi ve sosyal sıkıntıları önceden bertaraf etmeyi, hem de bunlar vasıtasıyla Osmanlı devletinden yeni tavizler koparmayı hedefliyorlardı. İngiltere, himayesinde, Filistin'de kurulacak bir Yahudi Devleti ile Ortadoğu ve Hindistan'da çıkarları açısından faydalar ummaktaydı. Kurulacak bu devlet , İngilizler için bölgede bir üs vazifesi görebilirdi. Almanya ve Rusya da Siyonizm'in başarıya ulaşmasında ciddi menfaatleri vardı. Bunlar, bir yandan kendi bünyelerinde yasayan siyonist unsurları ihraç ederek rahatlamayı, diğer tarafdan da Yahu-diler'i dış politikalarında "malzeme" olarak kullanmayı düşünüyorlardı. Siyonistlerin faaliyete geçmelerini sağlayan diğer bir sebep de Osmanlı devletinin içerisinde bulunduğu iktisadi, siyasi durum idi. Balkanlarda devletten kopmalar başlamış, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya gibi yeni devletçikler ortaya çıkmıştı. Diğer 157 taraftan Osmanlı Devletinin mali ve ekonomik durumu da endişe * vericiydi. 1854'de başlayan dış borçlanmalar zamanla büyümüş, 93 harbinin ağır savaş tazminatı, hazinenin üzerine bir kabus gibi çökmüştü. 1875'de devlet, borç faizlerini bir süre için ödeyemeyeceğini ilan etmiş; 1881'de Avrupalı alacakların temsilcilerinden oluşan Düyun-i Umumiye idaresi devreye sokularak Osmanlı'nın bir çok gelir kaynaklarına el konulmuştu. Yahudi liderler, Osmanlı maliyesinin içinde bulunduğu bu çıkmazdan istifade edip, Padişah'ı da ikna ederek Filistin'e yerleşebileceklerini zannediyorlardı. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#110 |
![]() ILERI GÖRÜSLÜ OLMAK
Avrupadaki mason locaları Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbi'ne girmesini büyük bir memnuniyetle karşıladılar. Çünkü Osmanlı devletinin yıkılması Filistin'de bir Yahudi Devletinin ortaya çıkması demekti. Bunun için İslâmiyyeti yok etmek için, yeni plânlar hazırlıyorlardı. Masonlar, ittihatçılara yaptırdıkları cinayetleri Mithat paşa ve arkadaşları gibi kişilerle daha 31 yıl önce ve çok rahat yaptırabilirlerdi. Fakat, çok akıllı, zekî, ileriyi görüşü keskin ve tam Müslüman olan, ikinci Abdülhamid hân, bunu anlamış, bu felâketleri önlemiş, islâm âlemine saadet, huzur sağlamıştı. Bunun için, bu yüce hakana, kızıl sultân, korkak, zâlim gibi isimler taktılar. Böylece gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmağa uğraştılar |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|