AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 10-13-2010, 10:07   #391
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
Kendine medenilik atfeden insanlığın virüslü halini sevgili hocamız çok güzel ifade etmiş teşekkürler sevgili Canan.


Fethullah Gülen Hocaefendi'nin önceki gün Bamteli'nde söylediklerini dinleyince bunlar geldi aklıma. Kendisi hakkında ortaya atılan 'sızma' iddialarını cevaplarken Hocaefendi, 'bir insanın kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki müesseselere girmeleri için teşvik etmesine sızma denemeyeceğini' ifade ediyor. ''Teşvik edilen insanlar da, o müesseseler de bu ülkeye ait. Bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz, hakkıdır girer oraya.'' diyor.
Bu toplumun ekser çoğunluğunun, ana unsurunun devlette görev almasını sızma olarak nitelemek çok eski bir zihniyetin yansımasından başka bir şey değil. Bu eski devlet kafasında, devletin etrafı özellikle iç düşmanla çevriliydi. Dolayısıyla ülkenin içinin düşmanla dolu olduğunu kabul eden anlayış, bu ülkedeki bütün problemlere de kaynaklık etmekten başka bir işe yaramıyordu. İç enerjiyi tüketen, toplumsal barışın zedelenmesine neden olan bütün problemlerin kaynağında da bu anlayış, yani milleti düşman olarak gören zihniyet yatıyordu. Biz bu ülkenin ana unsuruyuz. Bu devlet de, başta ana unsur olmak üzere bu ülkede yaşayan herkesin devletidir. Artık devletin milleti değil, milletin devleti vardır. Bu anlayış hakim olduğu ölçüde de, bu ülkede iç kavgaları besleyen hiçbir şey var olamayacaktır.
Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-13-2010, 18:16   #392
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
“Referandum süreci”nde zırt-pırt kameraların karşısına çıkıp, “siyasi açıklamalar” yapan, bu “HSYK üyeleri” değil miydi?..
O GÜNLERDE SÖYLENENLER
Buyrun, hafızalarımızı tazeleyelim...
HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, o günlerde kameraların karşısına geçiyor ve aynen şunları söylüyordu:
¥ “Yargının sorunlarına yanıt vermekten uzak, yargı içinde büyük sorunlar yaratacak ve öyle sanıyorum ki yargıdan kamuoyunun, milletin beklediği çözümlere çok uzak olan bir metindir... Kusura bakmayın ama, yüksek yargı ile dalga geçiyorlar!”
¥ “Taslak, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Taslak yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını ve güvencelerini tahrip etmeye yöneliktir.”
¥ “Taslak metinde yargının idari ve mali yönden bağımsızlığı dikkate alınmamıştır. Tam tersine idareye bağımlı bir kurul yaratılmaya çalışılmıştır. Yargı reformu adı altında yapılan çalışmalardaki stratejinin yargı reformu olmadığı, tam aksine yargıyı ele geçirme stratejisi ve taktiği olduğu her türlü kuşkudan uzak bir şekilde gayet net ve açıkça anlaşılmıştır.”
¥ “Kuvvetler ayrılığı ilkesi Evren tarafından bile muhafaza edildi. Şimdi bundan daha geriye döndürülmeye çalışılıyor. Bu ne kadar inandırıcı, takdiri size bırakıyorum.”
¥ “Pakistan’da 1995’te darbe sonrası yeni anayasa hazırlandı. Yargıçlar ise topluca istifa etti. Türk yargıçlar, onlardan daha az duyarlı değildir.”
Peki, “bağımsız” ve “tarafsızlık”tan dem vuran bir hukukçu, bu kadar “taraf” olabilir mi?..
HSYK, o dönemde “resmen taraf” oldu ve “Hayır” cephesinde yer aldı...
Başbakan Tayyip Erdoğan, o süreçte bunlara seslenip, diyordu ki;
“Eğer siyaset yapmak istiyorsanız; cüppelerinizi çıkarın, bir siyasi partinin şemsiyesi altına girin, ne diyecekseniz, orada deyin!.. Çünkü, bu siyasi çıkışlarınızla yargıyı yıpratıyorsunuz!..
Makamlarınızı, koltuklarınızı ve rütbelerinizi siyaset aracı olarak kullanmayın!”
Ne oldu sonunda?..
Türk Milleti, “Türk Milleti Adına” karar veren yargıya dedi ki;
“Siz, kendi işinize bakın!”
Öyle ya;
“Hükümet’e yetki” veren de millet, “yargı”ya yetki veren de... O halde, tartışılan ne, paylaşılamayan ne?..
Millet, “yeni bir anayasa” yapmış mı?..
Yapmış!..
Bu durumda, “yetki”lerini “milletin yaptığı Anayasa’dan alanlar”ın yapması gereken ne?.. “Milletin kararına saygı” göstermek değil mi?..
Peki, “HSYK üyeleri”nin yaptığı ne?..
Önceki günkü “istifalar”ın tek bir anlamı vardır: “Biz, milleti takmıyoruz!”
Paşa keyifleri bilir!..
Ama, “istifa” kararını açıklarken; “Elimiz-kolumuz bağlandı... Bir iş yapamıyoruz” demelerinin “şov”dan öte bir anlamı yoktur.
KİM ÇALIŞTIRMIYOR?
Yaptıkları, “dört dörtlük şov”dur, çünkü, adama sorarlar;
“Referandumdan önce mi iş yapamıyordunuz, referandumdan sonra mı?”
Öyle ya;
“Yaz kararnamesi”nin görüşüldüğü 14 Ağustos tarihine kadar “iş” yapıyordunuz!.. 14 Ağustos’tan sonra mı “iş yapamaz” oldunuz?.. O günden bu yana “ne değişti” ki, eliniz-kolunuz bağlandı?..
“Çarpıtma” yapmak yerine, millete niye “gerçeği” söylemiyorsunuz?..
Desenize millete;
“12 Eylül’de, sen kararını verdin ve HSYK’nın yapısını değiştirdin!.. Yeni anayasa ile HSYK’nın üye sayısı 21’e çıktığı için, bizim toplantı yeter sayımız yeterli değil... Dolayısıyla, toplanamıyoruz... İş yapmak istesek de yapamayız, çünkü yeni Anayasa buna imkân vermiyor!”
Şu hâle bakın;
“Türk Milleti Adına” karar verme makamında bulunanlar, “Türk milleti”ne bu gerçeği açıklamıyor da, hâlâ “siyaset” yapıp, güya Hükümet’i suçluyorlar!..
Ama, millet yutmaz bunları!..
O ZAMAN ÇALIŞIYORDUNUZ!
Döner ve sorar HSYK üyelerine:
“Bugün çalıştırılmamaktan şikâyet edip Hükümet’i suçlayan sizler; sırf Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner için tutuklama kararı verdiler diye, Erzurum’daki hakim ve savcıların yetkilerini almadınız mı ellerinden?..
O zaman çalıştırılıyordunuz da,
Şimdi mi çalıştırılmıyorsunuz?!?..
Söyleyin hele;
İlhan Cihaner’i nasıl kurtardınız?..
Çekinmeyin, söyleyin;
Ergenekon sanıklarını tahliye ettirmek için hakimleri izne gönderen, izindeki hakimleri geri çağıran, nöbetçi hakimlerle iş bitiren kimlerdi?”
Milletin ağzı torba değil ki, büzesin!.. Millet konuşur ve işte böyle sorular sorar!..
Dahasını da sorar;
“İş bitirme”ler esnasında ne Adalet Bakanı karıştı sizlere, ne Adalet Bakanlığı Müsteşarı!.. O zaman “çalışan” HSYK üyelerinin, bugün “Çalışamıyoruz” demelerinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur!..
AMAÇ KOLTUK!
Bunun bir tek izahı vardır;
“Koltukları kaptırmamak!”
Evet evet; “istifa”ların asıl amacı, “koltukları kaptırmamak”tır!..
Öyle ya;
HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, zaten “53 gün sonra gidecek”ti!.. Musa Tekin’in ise “sadece 4 günü” kalmıştı!.. “İstifa” eden diğer “üyeler”in de “yedek üyeler” olduğunu hemen belirtelim.
O halde, “Niye istifa ettiler?” sorusunun cevabına yeniden bakalım:
Efendim;
15 ay sonra “yüksek yargı”da seçimler var... Yargıtay Başkanlığı ve Danıştay Başkanvekilliği için seçim yapılacak... Bu seçimlere “girebilmek” için ne yapmak lâzım?.. Elbette “istifa” etmek!..
“HSYK’daki görev süreleri zaten dolduğuna” göre, hiç olmazsa şanslarını Yargıtay ve Danıştay’da denesinler!.. Kimbilir, belki de “boşalacak koltuk”lardan birine oturabilirler veya “istedikleri bir adayın seçilmesini” sağlayabilirler!..
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum:
Eğer 15 ay sonraki seçimde Yargıtay Başkanlığı’na Kadir Özbek’in, Danıştay Başkanvekilliği’ne de Suna Türkoğlu’nun seçildiğini duyarsanız, hiç şaşırmayın!..
Sizin anlayacağınız;
“İstifa”ların altında yatan asıl sebep budur!.. Yani, sebep; “çalışamamak” değil, “çalışma”yı Yargıtay ve Danıştay’da sürdürmek!..
Niyet budur, hedef budur!..
Siz o günü bekleyin!.. Göreceksiniz!..
Maksat, “T.S.E. yapılanması” devam etsin!..
Gerçeker’in yerine, Kadir Özbek!..
Nasıl; “yakışır” değil mi?!?..

Hasan Karakaya









Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-14-2010, 22:35   #393
Kullanıcı Adı
Hüdaverdi
Standart
Türban değil, başörtüsü hocam
Son süreçte kendine “it” diyen üniversite hocasıyla gündeme gelen arkadaşım bugün derse örtülü giriyor. Sabahtan ve öğleden sonra dersi vardı. Hepimiz dua ettik gitmeden. Sabahki hocası hiç sesini çıkarmıyor. Öğleden sonraki derse de daha önce şapka taktığı için her derste tutanak tutmayı geleneksel hale getirmiş bir hocası giriyor. Arkadaşımı karşısında bu kez şapkalı değil de başörtülü görünce “Şapkadan örtüye mi terfi ettin?” diyor. Sonra “Elimize henüz bir yazı gelmedi. Bize bir yazı gelinceye kadar ben de tutanak tutmak zorundayım” diyor. Arkadaşım da “Tamam hocam, tutun” diyor. Hoca tutanağa “Derse türbanla girdi. Uyardım, çıkarmadı” yazınca arkadaşım “Hocam lütfen düzeltin. Ben türbanla değil başörtüsüyle girdim” diyor ve hoca parantez açıp başörtüsü diye ekleme yapıyor. Daha sonra hoca tutanağı tüm sınıfa imzalatıyor. İşlem bitince arkadaşım da “Hocam, ben de şimdi sizin hakkınızda tutanak tutacağım” diyor ve o da tutanağını tutuyor. Aynı hocanın yaptığı gibi tüm sınıfa imzalatıyor. Bu arada hoca “Ben de senin tuttuğunu okuyabilir miyim?” diyor ve okuyor. Arkadaşım da “Hocam isterseniz siz de imzalayın” deyip imzalattıktan sonra derse başlıyorlar. Bunları yazarken arkadaşım yanıma geldi ve “Artık eşarplarımızı düzgün seçmemiz lazım. Bundan sonra okula eşarpla gireceğiz” dedi Hepimiz çok mutluyuz. Hakkımızda tutulan tutanaklar ve direniş hayırlara
vesile olacak inşallah.
(İzmir)
  Alıntı ile Cevapla
Alt 10-20-2010, 11:07   #394
Kullanıcı Adı
Ukbâ
Standart
-Şayan-ı takdir olan odur ki, amatörce düşünen halkımız, çok defa elit sınıftan daha isabetli kararlar vermiştir. Onun için, demokrasiyi de ilk defa onlar alkışlamış, omuz verip onu biraz daha ileriye onlar götürmüşlerdir. Kendi oylarını beş on tane sayıp başkalarını cahil ve bir şeyden anlamaz görenler öyle göredursunlar, halkımız bu referandumda bir kere daha isabetli karar vermiştir. Bu sebeple netice, hiç kimsenin telkinine değil, milletimizin firaset ve basiretine verilmelidir..
-Referandum lehindeki mülahazalarımı açıkça ifade etmeyi bir vazife saydım. Çünkü, faydalı olacağına inandığım bir işi yapmazsam, ötede Allah'a hesap verme ve Peygamber Efendimiz karşısında mahcup olma durumuna düşerim; boynum bükülür ve ezilirim. Ülkem, milletim ve mefkurem adına yararlı olduğuna inandığım bir mevzuda suskun kalmam dilsiz şeytanlık olur.
-Ben öz be öz Anadolu çocuğu, bu milletin düz bir ferdiyim. Bir insanın, kendi millet fertlerini yine kendi memleketindeki bazı müesseselere girmeleri için teşvik etmesine, sızma denmez! Çünkü teşvik edilen insanlar da, teşvik edildikleri o müesseseler de yine bu ülkeye aittir. Evet, bir milletin ferdi, kendi milleti için var olan müesseselere sızmaz; hakkıdır, girer oraya; mülkiyeye de girer adliyeye de, istihbarata da girer, hariciyeye de... Unutulmamalıdır ki, kadrolaşma, sızma, çoğalma türünden iddiaları ortaya atanlar, böyle iddialarla vazifeperver insanları sindirmeye çalışanlar, hemen her devirde bu iftiralarının arkasına saklanarak ve hedef şaşırtarak kendi felsefeleri adına belli yerlere sızmış, kadrolaşmış ve çoğalmış kimselerdirler..
-Artık ideolojiler neyi emrederse etsin, keşke bir de kinin, nefretin, söylenen her söze bir laf yetiştirmenin yerine, "Dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş gönülsüz gerek" diyen Yunus edasıyla birbirimize kucak açmaya çalışsak...
-Zaten vifak ve ittifak, tevfik-i İlahî'nin vesilesi, ihtilaf ve iftirak da İlahi yardımdan mahrumiyetin bir gerekçesidir. Hayırlı hizmetlerin dahi bereketini silip götüren ihtilaflı davranışlardan mutlaka kaçınmalı; böylece fiili bir dua ile Kalblerin Sahibi'ne yönelerek O'ndan topyekun gönülleri yumuşatmasını dilemeliyiz." Evet, büyüklerin sözleri, sözlerin büyükleridir.
Ukbâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-31-2010, 20:21   #395
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart
Başörtülülerin çok yüce gönüllü oldukları fikrindeyim. Yıllar geçti hala onlardan hiçbir zarar görmedik. Ne kafamıza taş attılar, ne yollarda bize hakaret ettiler, ne de yemeklerimize ilaç koydular. Sıfır. Şaşılacak denli sabırlılar. Yalnızca bir-iki protesto gösterisi, hepsi bu. Dinamit yok, sopa yok, zehir yok. İnanamıyorum yani. Bir insanı bu kadar kışkırtın, bu kadar üzün, millete faydası dokunacağı halde engelleyin, hırpalayın aşağılayın o da sizin suratınıza uçan tekme atmasın ? Hala güler yüzle, anlayışla, kibar bir ifadeyle konuşmaya, bizim gibi barbar şebeklere laf anlatmaya çalışsın. Hz. Eyyub sabrı var başörtülülerde. Ben böyle olgunluk, böyle leydi nezaketi görmedim. Her biri bir prenses asaletiyle hareket ediyor. Ben anında cadılığı ele alırdım. Yetkililere sabun büyüsü falan yapardım. Yarasa kanı kaynatırdım. Paspasa kaplan kemiği çakardım. Şaka bir yana, bu ne be kardeşim.

| Murat Menteş
  Alıntı ile Cevapla
Alt 11-02-2010, 21:07   #396
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart
Kaç paralık adamsın?

Ben dahil herkes, ama herkes bu soruyu tam da bu günlerde sormalı kendi kendine. “Kaç paralık adamsın?” demeli. Eğer hâlâ, vicdanının üzerini kalın bir perde ile örtüp yüreğini vicdanına zindan etmediyse, kendisini vicdanında yargılamalı ve kendisine değer biçmeli.

Değer biçmeli; kendisini neyin uğruna adadığını öğrenmek, neyin peşine takıldığını bilmek, fiyat etiketine neyi yazdığını öğrenmek ve kendi gerçek yüzünü vicdan aynasında görecek kadar gerçekçi olmak için yapmalı bunu.

“Kaç paralık adamsın?” sorusunun herkesin vicdanında bir cevabı mutlaka vardır. Yani, “kaça gidersin?” Unutmayın ki, size, sizin kendinize biçtiğiniz değerden fazlasını kimse biçmez. Böyle bir muhasebede, insanın değerine yöneltilmiş en büyük tehdidin yine insanın kendisinden geldiği hayret ve dehşetle görülecektir.

Ben “Allah’tan aşağısına (min dunillah) gitmem; benim fiyatımı yalnızca O belirler ve ondan aşağısı da kurturmaz” diyenler “esas duruş” sahibi olanlardır. Onlar, kendi sınırlarını keşfedenler; yüreğinin çeperlerine tutunarak kendi kendilerini gerçekleştirmek için, kendilerinin zirvesine tırmananlardır. Yeteneklerini tam kapasite kullanmaya çalışan bu insanlar, “şahsiyet” damgasıyla damgalanırlar ve yaratıklar içerisinde en paha biçilmez unsur olurlar. Ondan gerisi, “ucuza gitmek”tir.

| Mustafa İslamoğlu
  Alıntı ile Cevapla
Alt 11-05-2010, 22:27   #397
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
İslam’ın yolu engebeli ve çileli bir yoldur. Bedel ödemeyi güze alanlar seferi sürdürdüler, diğerleri ise süründü ve silindiler…

Şimdilerde ise biz Müslümanlar “engellenen İslami hayat” günlerinden “ertelenen İslami hayat” günlerine geldi…

Niçin böyleyiz, bilmiyorum… Ağır aksak, hantal, monoton, yılgın, yorgun, bezgin, bitkin ruh hallerini nasıl yorumlamak lazım?

Bu bir iptal midir? Tatil midir? Firar mıdır? Fetret midir? Ricat mıdır? İstirahat mıdır?

Ertelenen İslami sorumlulukların arkasındaki yorgun ruhları, dağınık zihinleri, boş yürekleri, çökmüş iradeleri çözmek gerekiyor…

Bu nasıl bir hal?

Bu bir çaresizlik midir, yoksa çabasızlık mıdır?

Nasipsizlik midir, yoksa gayretsizlik midir?

İmkânsızlık mıdır, yoksa ihmal midir?

Diyebilirim ki, Türkiyeli Müslümanlar yakın dönem mücadele tarihlerinde hiç bu kadar imkâna sahip olmamışlardı… Bilgi birikimi, tecrübe geleneği, kadro insanı, ekonomik güç, kurumsal zeminler, fikri derinlik, entelektüel donanım, toplumsal ilgi, psikolojik destek düne göre daha iyi… Böyle iken bu durağanlığı, atalet ve rehaveti neye yorumlayacağız?

Emeller eylemlerin önüne geçti…

Arzular azmimizi kırdı…

Hedefi büyütmemiz beklenirken çıtayı düşürdük…

Şimdi bizden yerleşik hayata ve mevcut şartlara alışmamızı istiyorlar… Var olanla yetinmeliymişiz…

Öyle ya! Olgunlaştık (!), akıllandık (!), önlem almayı öğrendik (!), tecrübe edindik (!)…

Sonuçta kendimizi kilitledik, sorumlulukları erteledik, önceliklerimiz değişti… Ne biz eski bizdik, ne de düşman eski düşman…

Artık bizi dışarıdan engelleyen bir düşman yoktu, içten içe bizi çözen, çürüten bir olayla karşı karşıyaydık…

Merkeze yürüdükçe, parayla yüzleştikçe, karşı cinsle halleştikçe bize bir haller oldu…

Dünkü sorumluluk alanları bugünkü klasımıza uygun değildi… Sınıf atladıkça saftan ve sahadan koptuk…

Şimdi, sahici sözlerle sahaya inme vakti… Çünkü gece gündüz, yaz kış, zaman ve mekân bize emanet…

Her yeni güne ne ekleyebiliriz?

Her gün amel defterine artı ne katabiliriz?

Kıyametler kopuyor olsa da dar zamana son anda bir fidan daha ekebiliriz…

Çünkü dünyanın, ahretin ekeneği olduğunu en iyi biz biliriz…


Ramazan Kayan









Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-05-2010, 00:45   #398
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart
Unutkandır insan. En çok da kendini unutur. İnsan yanını yitirir. Sık sık kalbini düşürür göğsünden. Vicdanına temas etmeden geçirir bir ömrü. Gönlünün gönlünü etmeden getirir yarını. Şehrin gürültüsünde, telaşların yangınında, görsel kandırmaların kuytusunda, yüzüne serince değen, senden hiç yüz çevirmeyen, boş söz ve yalan söylemeyen, unuttuğun yanlarını hatırlayan, düşürdüğün kalbini yakana yeniden takan, çiçek kokulu bir pencere önünde bekleyen, yağmur sonraları ikindilerde sıcacık tebessümeyle koyup gelen bir dost içtenliğini…

…kim istemez?

Ateşli politik cepheleşmelerde, ezici küresel gündemlerde unuttuğumuz nedir? Gündelik telaşlarda, taraflılıklara indirgenen bakışlarda yitirdiğimiz kimdir? En acımasız siyasal rakiplerin birlikte ağladığı bir görüntü yok mudur ülkemizde? İri puntolu manşetlerin, kalın harfli köşe yazılarının kalıplarını kırıp da, savunmasız ve çıplak yanlarımıza aniden dokunuveren bir, bizi kol kola getiren, herkesi birlikte kucaklayan, kucaklatan bir ortak sevincimiz yok mudur? Yeryüzünün kavgalara boğulmuş, tarafgirliklere parsellenmiş acılı yüzünde, hele de bu ülkenin coğrafyasında, o kadar çok ortak sızımız var ki, ortak hazzımız var ki? Niye kavga ediyoruz? Neyi bölüşemiyoruz?

Siyasal etiketleri bir düşürsek yakamızdan. Sayısal etkilenmeleri bir kenara koyuversek… Ortak değerlerimize eğileceğiz hüzünle.. Ortak kaygılarımızın başında kucaklaşacağız umutla. İnsanın olduğu her yerde, insan özünün unutulmadığı her zeminde bir huzur umudu vardır, sevinçlerin gök mavisi saklıdır.

Senai Demirci
  Alıntı ile Cevapla
Alt 12-14-2010, 12:39   #399
Kullanıcı Adı
dilemma
Standart
"siz devlete inanan bütün reziller

cehennemde kar
şıma çıktığınızda
öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza
hayatınız gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden
anlayacaksınız 'allah' ne demek
'ahlak' ne demek
ve rüya…

bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
devletin bekasının da allah belasını versin,
malboranın da!"
Ah Muhsin Ünlü
dilemma isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 01-27-2011, 20:00   #400
Kullanıcı Adı
Gönülden
Standart
Düşünmek, üretmek yerine varolanla yetinmek, günü kurtarmak revaç buldu… Özgürleşen (!) insan, ölümcül bir boşvermişliğe ve başıboşluğa doğru dümen kırdı… Özgür ama özne değil, nesneleşmenin acziyetine düçar oldu…

Teknoloji ile tekleyen insan, mekanik bir yaşamın kollarında artık devre dışı…

Çürümenin, çözülmenin, körelmenin temel nedeni tembellik değil midir?

Azmi törpüleyen, ruhu örseleyen, iradeyi çökerten atalet, gaflet ve cebanet halleri değil midir?

Tembel insan kendisi ile barışık değildir; karamsar, kararsız ve kafası karışıktır… Mücadele ruhunun, mücahede azminin yerini hoş temenniler, boş tavsiyeler almıştır… Önce ağırdan almalar sonradan yerini aldırışsızlığa terk etti… İşte aldanmanın adımları böyle başladı…

Bitkin, bezgin, yılgın, yorgun ruh hali insanın tükenişini haber veriyor… Anlaşılan o ki, yaygın ve aktif tembelliğin sonuçları ağır olacak; hüsran, hicran, hüzün ve hasret bizi bekliyor…

Öyle ki, terakkiden, tekâmülden vazgeçtik, tükenen nesiller nasıl kurtarılacak?

Hantallık, hamlık, hareketsizlik normalleşince hayatın hayrı ve bereketi kalmadı…

Bu gün bizi bitiren başkaları değil tembellik ve günahlarımızdır…

Aşmamız gereken ilk engel tembelliğimizdir… İç dünyalarında kendilerini kilitleyenleri dışarıdan hiçbir rüzgâr harekete geçiremez…

“İki günü birbirine denk geçen mümin ziyandadır” nebevi gerçeğinden koptuk…

Düne kadar canlarını dişlerine takarak gayret edenler; bu gün Rablerinin istediği gibi değil, canlarının istediği gibi yaşıyorlar… En düşkün oldukları şey, kendi rahatları… Risk almayanlar aslında kendilerini nasıl bir tehlike terk ettiklerinin farkında değiller…

Dün harıl harıl çalışanların bugün horul horul uyumaları anlaşılacak gibi değil…İddialarından gazgeçmek, ideallerini iptal etmek, iradeye ket vurmak olacak şey mi?

Daha da beteri tüm bunların bazen tevazu adına, bazen haddini bilmek, kimi zaman da başkasını nefsine tercih etme söylemi ile yapılıyor olmasıdır… Ya da tam tersi; ağır abi, akil adam edası ile yapılanlara burun kıvırmak… “Bu işler artık bizim klasımıza göre değil, biz büyük işlerin adamıyız” havası… “Sıradan işlerle bizi meşgul etmeyin, varsa çapımıza göre projeleriniz buyurun, tartışalım” cakası…

Demem o ki, çalışmalarda tempo düşebilir, işler sapasarabilir ama mutlaka bir iş üzere olmak gerekiyor… “Nasıl olsa bir yapan çıkar” yanılgısı yaygınlaşıyor…

Gönülsüz, isteksiz, üşengeç, “bizden geçti” ruh hali zamanla insanı duyarsız, gayesiz kılabiliyor… Peki bu işlerden elini-eteğini çekmiş, ununu elemiş, eleğini asmışlarımız ne elde ettiler?

Önceleri tatlı bir rekabet vardı, şimdi yerini acı bir rehavet aldı… Artık aktif bir tembellik kabul görüyor… Herkes tembellik hakkını kullanmak istiyor… Çağın gereği midir, yoksa hastalığı mıdır, bilmiyorum… Ustaca kendini geri çekme, üstünden atma, işin içinden sıyrılma becerisi (!) yaygınlaşıyor… Ya da bunun ismi uyanıklık mıdır, işbilirlik midir? Anlamak lazım…

İşin doğrusu; zihinsel tembellik tefekkürsüzlükle neticelendi…

Ruhsal tembellik kararsızlığa dönüştü…

Bedensel tembellik hantallığı doğurdu…

Ve şimdilerde tembellik tevekkül olarak algılanmaya başlandı… Tıpkı zilletle sabrın, tedbirle korkunun karmaşası gibi…

Biz, “Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur” (53/39) gerçeğinin müntesipleriyiz… Nasıl boşverebiliriz?

Yine biz, “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya devam et.” (94/7) düsturunun muhatabıyız… Nasıl erteleyebiliriz?

Bizim öğretimizde “Kıyamet kopuyor olsa da elindeki fidanı dikmek” vardır…

Çünkü inanıyoruz ki, zerre-i miskal hayırda, zerre-i miskal şerde kayıt altında…

Saniyelerimiz bile sayılı… Her şey hesaba tabi… Zaman bize emanet… Hatta biz işi vaktinden çok olanlardanız…

Bizi harekete geçirecek güç bizde saklı… Yeter ki, biz kendimizi fesh etmeyelim…

Biz kendimize yâr olduktan sonra kimse bizi engelleyemez…

Taşıma suyla değirmenin dönmeyeceği belli, öz kaynakları harekete geçirmek gerekiyor…

Bunu da hatır için değil, Hakk’ın emri olduğu için yapmalıyız…


Ramazan Kayan







Gönülden isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda


Konuyu Toplam 6 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 6 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi