07-21-2011, 03:34 | #431 |
İran’ı “ehlileştirmek” ya da caydırmak için PEJAK kullanılıyor olabilir; ancak kullanan Kuzey Iraklılar olmayabilir. Bu çerçeveden bakınca PKK eylemlerinin de sınır ötesi operasyon çağrısı anlamına geldiği söylenmeli. İran ile Türkiye eş zamanlı Kuzey Irak’ta operasyon yaparlarsa, bunun “terörle mücadele” olduğuna inanmak zor olur. Görünüşte iki devlet teröre karşı ortak gibi algılanır, ancak fiilen karşı karşıya gelirler. İran’ın Irak ile ilişkileri kötü, Türkiye’ninki ise iyi. Üstelik PKK sorunsalı çerçevesinde iyi geçinme siyaseti uygulanıyor ve ABD ile de sorun yaşanması tercih edilmiyor. Eş zamanlı operasyonlarla Türkiye’nin Irak ve ABD ile ilişkileri bozuluverir. Irak’la ilişkisi bozulan Türkiye, Suriye’nin yeniden yapılanmasında rol oynayamaz, üstelik İran saflarına sürüklenebilir. Bunu ABD ve İsrail istemez. İran, İsrail
Bir diğer gelişme ise, eski bir CIA görevlisinin İsrail’in İran’ı vuracağını ifade eden açıklamasının basında yer bulması. Ne ölçüde gerçekçidir bilinmez. Ancak bunun dünyaya duyurulması, ihtimalin düşünülmesi gereğine işaret ediyor. Eski CIA’li devletler arası savaş senaryosuna dikkat çekerek belki de “iç savaş” ya da terörle mücadele savaşlarının bertaraf edilmesinin yolunun topyekun savaşlar olduğunu anlatmaya çalışıyordur. İran ile İsrail savaşının Filistin, Kıbrıs, Suriye, terörle mücadele konularını bambaşka bir mecraya sürükleyeceği aşikar. Çözüm, barış, diyalog, demokratikleşme konularının terk edileceği, savaşın karanlık ortamında “devlet” otoritelerinin silah gücüyle yetkiyi halklardan kendilerine devredecekleri öngörülebilir. Ancak yine eş zamanlı olarak dünya ve Türkiye basınında yer alan bir diğer gelişmeye de dikkat çekmek gerekir. Haberlere göre İsrail Türkiye ile “barışma” yollarını aramakta ve muhafazakar İsraillileri kızdırmadan bu meseleyi çözüme kavuşturma derdinde. Berrin Dedeoğlu / Star |
|
07-28-2011, 11:28 | #432 |
İsmine ister hoşgörü,ister diyalog,isterse konumuna saygı diyelim bunların hepsi birer vesiledir;asıl gaye ise Allahın rızası ve hoşnutluğudur.Biraz daha açacak olursak bizim bu vesilelerle ulaşmak istediğimiz gaye;bir kaç asırdan beri yanlış anlaşılmış ve yanlış tanıtılmış olan ve hala onu anlatma adına bir kısım yanlışlıkların yapıldığı bir ortamda İslamın doğru anlaşılmasını sağlmaktır.yani bu dinin silm u selamet esaslarına dayandığı ve onun insanlık çapında emniyet ,güven ve barışı tesis edecek dinamiklere sahip bulunduğu gerçeğini gönüllere duyurabilmektir..
Cemre beklentisi s.80-M.Fethullah Gülen. |
|
08-12-2011, 20:05 | #433 |
"Diyanet takviminde yazılan saatte oruç başlamıyor, sabah namazının da vakti girmiyor" diyenler de yorum yapıyorlar, "giriyor" diyenler de yorum yapıyorlar. Deliller apaçık ve kesin olsaydı ihtilaf olmazdı. Eğer bir konuda ihtimal varsa, istidlal zayıflar. Bir Müslüman, Ramazan ayı boyunca Diyanet takvimini uyguladığında –diğer iddiaya göre- orucu sakatlanmaz; yalnızca oruca biraz erken başlamış olur. Ama Diyanet takvimi doğru ise oruca bundan 45 dakika sonra başlayanın orucu olmaz. Namaz konusunda ise tersi bir durum vardır; birinde vakit girmeden namaz kılınmış olur ki, bu da caiz olmaz. Şu halde tartışma yapılıp bir sonuç alınıncaya kadar oruca başlamada Diyanet takvimine uyulmalı, sabah namazını kılmak için ise "takvimdeki imsak saatine" göre bir süre daha (bence 20 dakika) beklemelidir. Camilerde bu bekleme zaten gerçekleşiyor. Evlerde ise müminler bu değerli vakti zikir, tefekkür, Kur'an ve nafile namazla değerlendirebilirler.
hayreddin karaman |
|
08-12-2011, 21:13 | #434 |
Suriye’de yaşanan olaylar gün geçtikçe daha da netleşiyor. Aylar önce yazdıklarımız-söylediklerimiz teker teker yaşanıyor.
Suriye’de ölen insanlar için Esad’ın devrilmesini isteyenler, Esad’a ‘git’ demediği için İran’a kızanlar, Nasrallah’ı Suriye’de yaşanan olaylarda başkalarının parmağı olduğunu söylediği için kötüleyenler acaba gerçekten Suriye halkının yanında yer aldıklarını mı sanıyorlar? Eğer durumu anlamak ve ona göre tavır almak istiyorlarsa "Suriye’de 'Özgür Suriye Ordusu’ adı verilen milis güçlerin silahları aylar öncesinden ülkeye kimler tarafından sokuldu? " sorusunu sorarak başlamalılar. Daha sonra Hama Katliamı olmadan önce kimlerin Hama’nın kurtarılmış bölge olduğunu ilan etmek için emirler verdiğini ve Suriye ordusunu alenen ‘gel katliam yap’ diye çağırdığını sormalılar. Suriye’de yaşananlar çok yalın bir tabir ile Suud-Abd’nin adamları ile Esad’ın iktidar savaşıdır. Ve Abd’nin başa gelmesini istediği adamlar iktidara gelene kadar kan dökülmeye devam edilecektir. Suriye’de dökülen kandan sadece Esad’ın sorumlu olduğunu sanmak ancak saflık olabilir. Gizli bir ordu kurdurup, onlara silah verip sonra da karakol basıp onlarca polisi öldürtmek açık bir şekilde Esad’a ‘katliam yap’ çağrısıydı. Aynı zamanda Suriye ordusu içinde muhalefet çok güçlü bir konumda çünkü Rıfat Esad zamanında bu orduyla Beşar Esad’a darbe yapmak istemişti. İşte bu gücün katliamlarda parmağının ne kadar olduğu da ayrı bir konu. Suriye’deki Suud’un, Abd’nin adamları aylardır Esad’ın kan dökmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Sokaklarda eli silahlı çeteler Suriye ordusu ile savaşırken yani ülkede bir ‘iç savaş’ yaşanırken dışarıya Esad’ın adamlarının elinde silah ile tipini beğenmediği Suriyeliyi öldürdüğü görüntüsü veriliyor. İnternete aktarılan video görüntüleri de kirli bir propagandanın an be an işlendiğini kanıtlıyor. Önce Hizbullah’ın Esad karşıtı Suriye’lileri Lübnan’da yakalayıp işkence yaptığını iddia ettikleri video sürüldü piyasaya ve sonra anlaşıldı ki o video seneler öncesine ait ve Esad ile alakalı değil. Sonra Suriye sokaklarında İran askerleri olduğu yalanı atıldı profesyonel yalancılar tarafından. Suriye ordusunda sakal bırakmanın yasak olduğu ve sakallı askerlerin ancak İran askeri olabileceği iddia edildi. Bu gibi iddialar da defalarca İran tarafından yalanlandı. Aynı şekilde Hizbullah da bu komik iddialara cevap vermek ve yalanlamak zorunda kaldı. Son olarak Suriye'de Esad güçlerinin bir Suriyelinin başını kestiği iddia edilen görüntülerin aslında seneler önce Irak'ta çekildiği ortaya çıktı. Suriye’de yaşananlar çok açık bir illüzyondan ibaret. Suriye operasyonunun ilk ayağı halkın kanının dökülmesini sağlayarak Esad’ın meşruiyetini sarsmaktı. Şimdi ikinci ayağa geçiliyor ve uluslarası müdahale gündemde. İran’ın ve Hizbullah’ın konumunu anlamakta zorlananlar için durum bundan ibarettir. İran normal olarak Abd’nin kontrolünde olmayan bir yönetimi desteklediğini söylüyor çünkü aksi şekilde bunca kanın dökülmesine sebep olan Amerika’nın ve onun sadık rejimi Suud’un adamları Suriye’nin başına geçecek. Suriye konusunda 3. şık olması ihtimali maalesef yok. Dışarıdan desteklenmeyen hiçbir gücün yani Suriyelilere has güçlerin iktidara gelmesi, yönetimde yer alması mümkün değil. Ve Suriye konusunda mazlumların yanında olmak demek maalesef ‘Özgür Suriye Ordusu’ isimli katliam şebekesinin yanında yer almak değil, ‘Hama Kasabı’ lakabı ile bilinen ve Suud Kralının bacanağı olan Suriye muhalefetinin en önemli ismi Rıfat Esad’ın yanında olmak değil, dışarıdan yönetilen Haddam’ı desteklemek değil. Bunlar iktidarı ele geçirmek için halkın kanının dökülmesinin gerektiğine inanan isimler çünkü ne kadar kan dökülürse iktidarlarına o kadar yaklaşacaklar. Suriye'de her ne şekilde olursa olsun kan dökülmesi pragmatist bir bakış açısıyla bakılsa dahi en çok İran'a, Hamas'a, Hizbullah'a zarar vermektedir. Ancak ne kadar kan akarsa Suud,Abd,Hariri destekli muhalefet liderlerinin işi o kadar kolaylaşacaktır. Peki Suriyeli mazlum halkın yanında yer almak için Esad’ı mı destekleyelim? Diye soracaksınız. Ben bu konunun çözümünün; ne Suriye muhalefetinde yer alan batının adamları ile, ne Suriye’ye müdahale edip daha çok sivilin ve iç savaşın çıkmasını sağlayacak (aslında tek hedefleri bu) NATO ile olacağını düşünmüyorum. Esad ile İran ve Türkiye’nin baş başa verip ona yol göstermesi ve kanın durması için ellerinden geleni yapması gerekiyordu. Ancak geldiğimiz noktada Türkiye Esad’ı tehdit etmeye başladı ve Suriye’ye müdahale olursa her şey eskisinden daha kötü olacak. İşin ilginç tarafı bütün bu oyunlar oynanırken ve Emperyalistler için ibre artık İran’ı gösterirken, Müslümanların da basit illüzyonlarla batının yanında yer alması sağlanıyor. Dökülen kan Müslümanın kanı, dökülecek kan Müslümanın kanı, bu kana ortak olacaklar ise yine Müslümanlar! Cihad Kayaduman |
|
08-17-2011, 06:36 | #435 |
Oruçla şükretmeyi, fark etmeyi öğreniyorum
Oruçla şükretmeyi, fark etmeyi öğreniyorum
Oruç şükürdür, saati iftardır.Oruç sabırdır, saati iftara kadardır.Oruç, camideki coşkudur, saati teravihtir.Oruç fedakârlıktır, saati sahurdur.Oruç edilen duanın makbul olmasıdır, saati iftar ânıdır.Oruç zikirdir, saati iftarda yemeğe başlama ânıdır.Oruç sağlık ve sıhhattir, saati bir aydır.Oruç bedenin sadakasını verme zamanıdır, saati fitredir.Oruç paylaşmadır, saati iftar sofrasıdır.Oruç incelme ve tefekkür zamanıdır, saati ikindi sonrasıdır.Oruç, Kur'an'la kucaklaşmadır, saati hatim ve mukabeledir.Oruç, çocuklar için ibadeti babalarına, dedelerine satma ânıdır, saati iftardan sonradır.Oruç, sevaba bir sevap daha katma zamanıdır, saati diş kirası vermedir.Oruç, gür sesle hep birlikte salavat zamanıdır, saati teravih namazıdır.Oruç eşi dostu, anayı babayı ziyaret etme fırsatıdır, saati bayramdır.Orucun zenginliğini ve güzelliğini saymakla bitirmek ne mümkün. "Oruç benim içindir ve onun mükafatını bizzat ben vereceğim." buyuran Rabb'imiz, bu emri ile orucun güzelliğini ve özelliğini en güzel şekilde anlatmıyor mu?Oruç tutuyorum, mutlu oluyorum.Oruç tutuyorum, sıhhat buluyorum.Oruç tutuyorum, şükretmeyi, fikretmeyi, zikretmeyi, fark etmeyi ve paylaşmayı öğreniyorum. Oruçla tanıştırdığın ve orucun güzelliğini doya doya yaşamayı bana nasip ettiğin için Sana teşekkür ederim Allah'ım! Mustafa Oğuz - 17.08.2011 ZAMAN |
|
09-07-2011, 14:33 | #436 |
Ancak solculuk sadece bir tutum değil, aynı zamanda bir varoluş hali. Başka bir ifadeyle kişiye kimlik sağlayan bir nitelik... İnsanlar önce düşünüp, sonra bu düşüncenin ne kadar sol olduğunu sorgulamıyorlar. Aksine solun nasıl düşünmesi gerektiğinden hareketle pozisyon alıyorlar. Bu ise ideolojik çerçevesi olan bir cemaatleşmeyi ima ediyor. Çünkü solun açık bir ikilemi var: Ülkenin asıl muhalifleri onlar değil... Üstelik laiklik sayesinde iktidarın bizzat parçası ve tarafı durumundalar. Ama kendi farklılıklarını da bir şekilde anlamlı kılmak ve aktörleşmek istiyorlar. Kısacası solculuk, aktivizme dayanan bir grup siyaseti olarak somutlaşıyor.
Söz konusu aktörleşme bir siyasi dile, gündelik anlamda aktivizmi taşıyacak bir ideolojik zemine muhtaç. Bunu bugünlerde otoriter laiklikten uzaklaşarak yapmak işlevsel değil, çünkü iktidarda AKP var ve sol bu iktidara karşı olmak 'zorunda'. İdeolojik zeminin devletçilikten uzaklaşarak üretilmesi de mümkün değil, çünkü bu ancak sınıfsal bir mücadele içinde anlamlı olabilirdi ve öyle bir ortam yok... Geriye milliyetçilik kalıyor ve üstelik o sorunun sahibi olan Kürtler muhalefet bile olmakta zorlanıyorlar. Dolayısıyla Kürt meselesi solculuk açısından münbit bir toprağı ifade ediyor. Mağdura sahip çıkan, onun adına konuşan, bu sayede devlete ve hükümete mesafe alan, böylece siyasi kimlikleşme yaşayan bir solculuk, halen son derece popüler. Ne var ki kendisini anlamlı kılacak siyaset arama eğilimi, 'özgürlükçü solun' en güçlü olduğu addedilen ilkesel yönünü giderek tahrip etmekte. Çünkü söz konusu ilkelerin en önemlisi şiddete karşı olma. Nitekim Kürt meselesinde devlet eleştirisinin dayanağı da bu. Ayrıca bu soldan kime sorsak, bize barış yanlısı ve şiddet karşıtı olduğunu, şiddetin siyaset ve barış yolunu tıkadığını söyleyecektir. Ne var ki Kürt meselesinin somutuna geldiğimizde tablo muğlaklaşıyor. Çünkü Kürt siyasetinin şiddet tercihi karşısında konum almak, sola siyaset alanı bırakmıyor, bizzat solcunun kendisini anlamsızlaştırıyor. Eğer solculuk demokratlığın içinden üretilebilseydi, böyle bir açmaza girilmez, alınan konum siyasi kimliği yaralamazdı. Ama solun geçmişinde laiklik ve pozitivizm var... Oradan çıkacak bir cemaatçiliğin demokrat olması ise neredeyse imkânsız. |
|
09-07-2011, 15:37 | #437 |
Tetikçi de olsa, taşeron da olsa yine de insan birazcık vicdan taşımaz mı? Yoksa hakikaten insanlıktan kovulmuş, bütün değer yargılarını çöplüğe atmış bir güruh haline mi geldiniz? O zaman birileri size gayri insani muameleler yaptığında, kimseye söyleyeceğiniz bir söz, kimseye edeceğiniz bir şikayet hakkınız kalmaz. Sizi her zeminde desteklemesine rağmen kalbinde vicdan kırıntısı taşıyan hiç kimse yanınızda değil artık. Görebiliyor musunuz? Yoksa görüyorsunuz da umurunuzda olmuyor mu? Siz ne de olsa bir yerden iş almış terör şirketi değil misiniz?
Silah sıkanlara söylenecek çok da bir şey yok. Çünkü onlar insan olma ayrıcalığını çoktan yitirdiler. Onlar idealden, yüce hedeflerden şeytanın cennetten kovulması gibi kovuldular. Vampirler onları kendi saflarına katalı çok oldu. Sözlerim hâlâ insanlıktan kovulmayanlara... Vampirlere muhabbet duymasına rağmen hâlâ insanlıktan kovulmamışlara... 'Barış istiyoruz' deyip gencecik fidanları toprağa düşürenlere... Kadın öğretmenleri bile bile katledenlere ses etmeyen ve silahın belirlediği rotada yürüyüp siyaset yaptığını söyleyenlere... Askeri vesayetin gönüllü destekçilerine..! Bilesiniz ki, bu kan ilk önce sizi boğacak. Sizin de insan olma ayrıcalığınızı elinizden alacak. |
|
09-17-2011, 14:40 | #438 |
Devlet bir taraftan rutin dışı uygulamalarla, Kürt vatandaşlarını katlettiği iddia edilenleri yargılarken, bir taraftan da tedhişi her yere yaymaya çalışan bir terör örgütünün kökünü kazımaya hazırlanıyor. Bu nedenle Başbakan'ın "Habur anlayışı bitti'' açıklaması çok önemli. Bu konuda psikolojik üstünlük de hükümetten yana. Çünkü pek çok çevrede 'hükümet elinden geleni yaptı, PKK fazlasıyla küstah ve şımarık davranıyor' düşüncesi hakim.
Geçmişte askeriye içinde bulunan bir yapının şehitler üzerinden siyaseti belirleme isteği, PKK ile mücadelede büyük başarısızlıkların yaşanmasına neden olmuştu. Medyaya da yansıyan birçok şaibeli baskınla ilgili tartışmalarda Genelkurmay'ın olayların üstünü örten tavrı gözden kaçmıyordu. PKK baskını yapıyor, elini kolunu sallaya sallaya kaçıyordu. Ancak Genelkurmay'daki yeni konsept, eskisine hiç benzemiyor. Artık baskın yapıp kaçamıyorlar. PKK, gerçekleştirdiği terör eylemlerinde ciddi kayıplar vermeye başladı. Bir de yasal düzenlemeler yapılıp özel timlerin devreye konulması, PKK'nın işini bir hayli zorlaştıracak. Yeni dönemde kendisine yardım ve yataklık edenlerin güvenlik güçleri içinde barınması da çok zor görünüyor. BDP ve PKK, bütün bunları hesaplıyor mu acaba? |
|
10-22-2011, 11:51 | #439 |
Ne olmak ihtimâli var? İki şey; üstelik aynı anda, eşzamanlı!
"Silahla karşılık vererek bir terör örgütünün ortadan kaldırılabildiğine dünya tarihi şahit olmamıştır; silahlı mücadele anlamsız" safsatasını yayıp duran pısırık, gizli PKK hayranı entellere inat Türkiye Cumhuriyeti devleti, PKK'yla korakor, dişediş mücadele etmek ve kendine yönelik silahlı tehdidi caydırmak zorundadır; şimdiye kadar öğrenemediyse bundan sonra öğrenecek, başka çare yok; buna illâ ki mecbur. Bu safhada barış, müzakere anlamsız. Karşınızda ancak güçten ve şiddetten anlayan bir tabiat varsa, onu müzakere ile ikna edemezsiniz. Zor kullanarak silahını elinden alıp caydırdıktan sonradır o siyasi aflar, müzakereler, bayırın teröristine üç tuğlu vezir muamelesi reva görmeler... Şiddet kullanan, tıpkı devletin teorisinde yazdığı gibi kamu gücünün şiddeti ile etkisiz hale getirilmelidir; Silahlı mücadeleyi kaybeden, egemen olmak raconunu da kaybeder. Kim kazanırsa o devlet olur. Devlet kendi faili meçhul kirli çamaşırlı mensuplarını yakalayıp teker teker adaletin huzuruna çıkarması gerektiği gibi, PKK'nın bütün eylem sanıklarını teker teker yakalayıp hâkime teslim etmezse, açık konuşalım meşruiyetini zedelemiş, erkini başkasına devretmiş, "enenmiş" olur. "Hem şiddet kullanayım, hem de beni barış için muhatap say" diyen PKK'yı adam yerine koyan devlet, değil kamu idaresini, bir çay bahçesini bile yönetemez. PKK'lılar ve yandaşları, devlete en az maliyetle zorla ortak olmak istiyorlar; dillerinin altında çoktandır gezdirdikleri iri bakla budur. "Biz de kurucu unsuruz" gevelemeleri bu hedefe mâtuf. Yağma yok! PKK'nın şiddete dayalı tehdidini caydıramayan devlet, yıkılsın gitsin derim ben! "Aman" noktasına gelince iş başka. Kürtlerin bilumum haklı ve tabii taleplerini hemen şimdi, yeni anayasaya tehir etmeden, savsaklamadan yerine getirmeyen kamu idaresine de devlet demem. |
|
01-13-2012, 22:56 | #440 |
Biz, Türkiye'nin insanları, bırakın bu trafiği sorgulamayı, İncirlik Üssü'nün esir ticareti için nasıl kullanıldığını bile sorgulayamadık. O işkence merkezlerinden, sorgu merkezlerinden Türkiye'de de var mıydı, üzerine gitmedik. Çoğu Avrupa Birliği üyesi otuz altı ülkenin esir ticareti için yaptığı anlaşmada Türkiye var mıydı, bilemedik.
Ülkelerin çıkarları, jeopolitik hesaplar, günübirlik siyasi şovlar, kitlelerin dostluk ve düşmanlıklara göre formatlanması, demokrasi çığlıkları, içi boş siyasi söylemler, bize dayatılan tehdit algılamaları... Bunların çoğu yalan. Yalanlar üzerinden iktidarlar şekilleniyor, ülkeler kurulup yıkılıyor, haritalar değiştiriliyor. Bizler, bu yalanlarla avunuyoruz sadece. İnsan ırkının onuruna, değerlerine, özgürlüğüne saygı duymayı bilemediğimiz, onlara sahip çıkamadığımız müddetçe bu iğrenç insanların şekillendirdiği bir dünyaya mahkum olacağız. Yerde yatan o Afgan'ın, ülkesini savunmak için verdiği mücadele ile, binlerce kilometre öteden gelip cesetlere işeyen rezil askerlerin onuru arasında bir tercih yapalım. Biz hangisiyiz gerçekten? İbrahim Karagül |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|