AK Gençliğin Buluşma Noktası
Osmanlı Tarihi (AK Parti) Osmanlı Devleti ve Osmanlı kültürü.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 12-27-2007, 18:25   #81
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Güç
Sultan Abdülhamid Han, M. De Grece'e; "Çalışma odama, Müslüman ülkelerin iyice belirli bir şekilde yeşil renkle işaretlenmiş olduğu bir haritayı asmıştım. Elçiler, özellikle de İngiliz'i her kabul edişimde parmağımı haritaya doğru götürüyordum.Bu da onları endişelendirmeye yetiyordu." (144)

İngilizler de boş durmuyor, çok yaygın ajan ağı ve zengin bütçesiyle, kadın ve para ile cahilleri aldatarak sahte şeyh, derviş ve alimleri beslemek suretiyle muhalefeti körüklüyordu. Bunlar vasıta- sıyla yeni eserler yazılıyor, Kadirilik, Ahmedilik gibi sapık tarikat- lar kuruluyor, Türkler'den halife olunmayacağı propangandası ve halifeliğin ancak Araplar'dan olacağından yola çıkarak "Arap milliyetçiliği" tezi savunuluyordu.

Bilhassa Afganlı bir gazeteci olan Cemaleddin-i Afgani'nin 19. Yüzyılın sonlarında İngilizler'in propagandası etkisinde kalarak "Peygamberliğin sanatlardan bir sanat ve İslamiyetin ilmi ilerlemeyi engellediği" beyanı ve Mısır başta olmak üzere İslam ülkelerindeki hilafete karşı propagandası, Mısır'da kurduğu mason locasına Muhammed Abdun'u da yanına alarak takip ettiği politika Müslümanlar arasında ayrılığa sebep olmuştur. (145) Abdülhamid Han bunu getirterek İstanbul'u terketmesi yasaklandı. Bunun gibi Emperyalist ülkelerin kullanabilecekleri önemli şahsiyetleri Sultan Abdülhamid İstanbul'da tutarak zararları te'sirsiz ya da en aza indirilmeye çalışıldı.

İngilizler'in Arap vilayetlerinden biri olan Suriye'de misyonerlik ve masonluk faaliyetlerini artırarak Arap milliyetçiliğini körüklemeleri ve "Türk zulmüne" karşı ayaklanma çağrılarına karşı
Abdülhamid Han, bu vilayetin tanınmış ve söz sahibi kişileri Saray'a alarak onlardan faydalandı. Suriyeli Müslümanlar da sonuna-kadar Sultan'a sadık kaldılar. Araplar'a sempati ve onları kendisine bağlamak için de Saray'ın muhafız birliği içine bir de "Arap Alayı" dahil etti. İngiliz ajanlarına karşı Hafiye (istihbarat) teşkilatını devreye sokarak yapılan propaganda ve faaliyetlerden haberdar edilerek karşı harekete geçildi. (146)

Nihayetinde İngilizler Sultan'in tahttan indirilmesi sonrasında devletin sürüklendirildiği l. Dünya harbinde emellerine ulaşacaklar ve ittihat ve Teraki liderlerinin ihanet derecesine varan hareketleri ile Ortadoğu yavaş yavaş elimizden kayıp gidecektir.

Milleti birbirine kenetleyen en büyük amil iman birliğidir.

Osmanlı Devletinden ayrılan gayrimüslimlerin milli ve manevi değerlerine sarılarak dindaşları ile hareket ettiklerine gören Abdülhamid Han, Müslümanların da toprak olarak da olmasa dahi gö-96 nül bağı, yardımlaşma ve tek bir İslam halifesinin kontrolünde ha-• reket eden bir İslam dünyasını istiyordu. Ancak bu şekilde Batılı devletlerin oyununu bozabilirdi. Abdülhamid Han'ın takip ettiği bu siyasetle Müslümanların ortak değerlerini işleyerek Müslümanların birliğini temine çalışmış, böylece revaçta olan ve dünyanın başına bella olan milliyetçilik akımından devleti kurtarmaya çalışmıştır. (147)

II.Abdülhamid Han, Batılı devletlere karşı iman birliğinin önemli bir güç olduğunu ve bu gücün de korunması gerektiğini belirterek şunları söylemiştir: "İman birliği bizi büyük bir ailenin fertleri gibi birbirimize yaklaştırır. Bu sebeple hiçbir zaman Osmanlı devleti üzerinde fazla durmamak, buna mukabil, hepimizin Müslüman olduğunu bilhassa belirtmekte fayda vardır. Her zaman heryer-de Emir-ü'1-Mü'minin başta gelmeli, osmanlı İmparatorluğu unvanı ise ikinci sırıda belirtilmelidir. Çünkü devletin sosyal bünyesi ve politikasının esası da din üzerine kurulmuştur. Maalesef İngilizler zararlı politikalarıyla İmparatorluğumuzun bir çok yerinde ırkçılık fikirlerinin tohumunu ekmeye muvaffak olmuşlardır. Araplar ile Arnavutlar başkaldırmalardır. Suriye'de de bu hususta hazırlıklar vardır." (148)

"Müslüman milletlerle irtibatımız sıklaştırılmalıdır."

Sultan anlatmaya devam ediyor:

"Dindaşlarımın yaşadığı memleketlerin Büyük Devletler'in elinde olması çok acıdır. Osmanlı Devletine 20 milyon Müslüman katılmıştır. Buna rağmen Müslümanlar'ın gözü İstanbul'dadır. Düşmanlarımız maddi kuvvetimizi yıkmaya muvaffak olsalar dahi, manevi kudretimiz baki kalacaktır. Müslümanlar'ın bulunduğu yerlerle irtibatımız daha sıklaşmalı, birbirimize daha fazla yaklaşmalıyız.İstanbul için yalnız bu birlikte ümit vardır. İslamiyet'in birliği devam ettiği müddetçe İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda vs. Elimizde sayılır. Çünkü tabiyetlerinde bulunan Müslüman memleketlerinde, Halife'nin bir sözü Cihad'ı meydana getirmeye kafidir ve bu Hıristiyanlar için felaket olur. Henüz zamanı gelmiş değil, ama bir gün mü'minler birden kalkınacaklar ve tekbir insan gibi hareke-tederek gavurların boyunduruğunu kıracaklardır. İngiliz idaresinde 85 milyon, Hollanda kolonisinde 30 milyon, Rusya'da 10 milyon vs. Toplam 250 milyon Müslüman kurtuluş için Allah'u tealaya yalvarmaktadırlar ve Hazreti Muhammed'in (sallallahu teala aleyhi ve sellem) vekili olan Halife'ye ümitlerini bağlamışlardır. Büyük Dev-letler'in yanında sesi zayıf çıkan bir varlık olduğumuzu kabulede-bilir miyiz? "(149)

Birlik ve Beraberliğin temelini din deşkil eder.

Tanzimat devri boyunca bazı okumuşlar ile devlet adamlarının propagandasını yaptığı, müşterek vatan, menfaat ve hanedana bağlılık fikrini esas alan "Osmanlıcılık" ideolojisinden beklenen netice elde edilemedi. Temelde, Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimleri Müslümanlarla kaynaştırıp, bağımsızlık arzularını önlemeyi hedefleyen "Osmanlıcılık" ne Balkanlardaki kopmaları durdurabildi ne de Doğu Anadolu'da Ermenistan devleti kurma hazırlıklarını bertaraf edebildi. Bilhassa Tanzimatçı zihniyetin devletin temelini teşkil eden İslam dinine karşı tutumları ve azınlık hakları terennümleri, gayri Müslimlerin Osmanlı devletinden Türk-Rus harbi sonunda büyük çoğunlukla ayrılmaları bu politikanın hezimetinin ana sebeplerinin başında gelir. Abdülhamid Han ise Osmanlı devletinin varlığının ancak İslam birliği ile olacağına inanıyordu. Yapılacak en
akıllı iş, Müslümanlarla irtibatın sıklaştırılması, ortak hedef ve idealler etrafında dayanışmanın gerçekleştirilmesi idi. Bu dayanışma, yalnız ülke içi meselelerde değil, devletler arası meselelerde de ortak bir şuur çerçevesinde hareket etmeyi öngörüyordu. Aksi takdirde, yakın bir gelecekte, gayri Müslim topluluklar koparıldığı gibi. Müslümanlar yavaş yavaş devletten ve Hilafet'ten uzaklaştırılacaktı.

Irkçılık sirkenin balı bozduğu gibi devletlerin de birliğini bozar.

II. Abdülhamid Han'la yakın ilişkiler içerisinde bulunan Prof. Arminus Vambery Sultan Abdülhamid Han'ı Türkler'e dair açık ve net bir konuşma yapmaya zorlayınca Sultan; "Milliyet meselelerine dokunmamalıyız. Bütün Müslümanlar kardeştir. Ve milliyete dair herhangi bir ayırım ciddi anlaşmazlıklara ve çelişkilere sebep olabilir" demiştir.Abdülhamid Han'ın İslam alemine karşı yakınlığı ve İslam ha-
üleşinin önemi daha önce ve bilhassa Hindistan'da Müslümanlara telkin edilmiş ve Osmanlı'yı desteklemeleri temin edilmişti.

Rus-Türk harbinde bu te'şirini göstermiş ve Hindistan Müslümanları Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla Müslümanların başsız kalacağı telkini ile camilerde dualar etmiş ve yardımlar toplanmıştı. Ve hatta gönüllü olarak yazılan Hindistan Müslümanlarının çok azı İngilizlerin engel olmasıyla ancak gelebilmişlerdi. İstanbul'a gönderilen yardımlar ise 123843 Osmanlı lirası idi. (150)

II. Abdülhamid Han, Osmanlı devletine tabi olan ve olmayan İslam devletleri ile Müslümanların yaşadığı bölgelere; Çin, Fas, Hindistan, Buhara, Mısır, Tunus ve Kafkaslar'a din adamları ve özel temsilciler gönderildi. Eb'ul-Huda, Şeyh Rahmetullah, Seyyid Hüseyin el Cisr ve Muhammed Zafir bunlar arasında idi.

İslam Birliği Elçileri

II. Abdülhamid Han tarafından, Panislamizm siyasetinin uygulamasında, seyyid. şeyh ve derviş gibi din adamlarına önemli gö-

revler verildi. Buharalı Şeyh Süleyman Efendi, Rusya Müslümanları ile halife arasında bir köprü vazifesi yapmaktaydı. Asya'ya yollanan derviş ve seyyidler de, İslam birliğinin birer erleri olarak çalışıyorlardı. Padişah, tatar, Gürcü ve Çerkez göçmenleriyle de işbirliği yapıyor, Hkand, Hive ve Buhara'dan gelen hacılarla yakından ilgileniyordu. Eb'ul-Huda, Darfur ve Sudan şeyhleri de İngilizler'e karşı bu görevi yapıyordu. Orta Asya ve Hindistan'a gönderilen medrese talebeleri ise, halifenin birlik mesajlarını Müslümanlar'a iletiyordu.

Tarikatların bu hizmette rolü büyük oldu. Yakınlık, uzaklık aranmadan, İstanbul'dan Müslüman ülkelere Patişah'ın emriyle özel 'heyetler gönderildi. Kuzey Afrika'daki Fransız yayılmacılığına karşı Şazeliye ve Medeniye gibi tarikatların devletle işbirliği yapmaları sağlanırken, bazı temsilciler de Halife'nin mesajını ulaştırmak üzere Çin, Malezya, Siyam ve Japonya'ya yollanıyordu. O zaman Çin Müslümanlarının nüfusu 70 milyon tahmin ediliyordu. 28 Nisan 1901'de Enver Paşa başkanlığında Çin'e bir heyet gönderildi. Buradaki çalışmalarını tamamladıktan sonra Sibirya üzerinden Avrupa'ya, oradan da İstanbul'a aynı yıl içerisinde geri döndü.( 151)

II.Abdülhamid Han, Çin'den Japonya'ya kadar dünyanın bütün Müslümanları ile irtibata geçerek Osmanlı Devletinin vazgeçilmez ve karşı gelinmez bir güç olduğu imajını vermeye devam ediyordu.
Sultan, bilahare Muhammed Ali ismindeki temsilcisini yine Çin'e göndererek Müslümanlarla irtibatını sağlamlaştırdı. Arapça ve İngilizce bilen Muhammed, Çin'de Wang adında bir imamın misafiri oldu ve hizmetlerini oradan yürüttü. 1906'da Ali Rıza Efendi ve Bursalı Hafız Hasan Efendi isimli hocalar da Pekin'e gönderildi. Burdaki hizmetler İngiliz ve Fransızları rahatsız etmişti. Çin'deki faaliyetler, kısa bir zaman sonra meyvesini verecek, 1908'de Pe-kin'de 11. Abdülhamid adına "Darü'l Ulum'il Hamidiye" (Hamidiye Üniversitesi)ni açmaya muvaffak olacaklardır. Kapısında Osmanlı bayrağının bulunduğu okulda 100 den fazla öğrenci okutan hocalardan Hafız Hasan Efendi 1908 sonlarında. Ali Rıza Efendi daha sonra İstanbul'a döndüler. Pekin'de tam 38 cami vardı ve bu camilerde binlerce Çinli Müslüman ibadet ediyor, vaazlar dinliyordu. Ülkenin çeşitli bölgelerinde açılan İslam okullarında eğitim veriliyor. Abdülhamid Han için dualar ediliyordu. Sultan'ın özel temsilcisi Muhammed Ali, Çin'e gelmeden önce aynı grevle Siyam, Kosinşin ve Japonya'yı da ziyaret etmiş, Japonya'nın Yokohama limanında bir cami inşası için, devlet adamları ve Müslüman tücarlarla görüşmüştü.(152)

Sultan Abdülhamid Han sadece Çin'e değil, Japonya'ya kadar heyetler göndererek buradaki İngiliz propagandasını tesirsiz hale getirmeye gayret etti. 1889-1990 tarihinde Japonya'ya Ertuğrul Fır-kateyn'i gönderilerek Japonlarla ilişkilerin başlangcını temin etti.

Eylül 1877 tarihinde Japon asilzadelerinden Prens Komatsu Halifeyi ziyaret etti. İade-i ziyaret bahanesiyle Ertuğurul gemisi Japonya'ya gönderildi. Bu gemi, uğradığı her limanda büyük ilgiyle karşılandı, Bombay ve Kolomba'da iskeleye 30 bin Müslüman toplandı ve Osmanlılara büyük tezahürat yapıldı. İngilizler bu ilgiden rahatsız olarak karalama kampanyası başlatmışlardı. Gemi dönüş yaparken Eylül 1890'da Kii Yarımadası yakınlarında fırtınaya yakalanarak battı. (153)

Rus harbinden 3 sene sonra 1880'de İstanbul'a Japonya'danPrens Hebi'nin başkanlığında bir heyet geldi. Asıl gayesi Avrupa'yı gezmek, Japon ilerleyişinin temellerini kuvvetlendirmek olan heyet, istanbul'a uğramayı, Türkiye'nin halini de görmeyi ihmal etmemişti. Resmi bir sıfatı olmayan heyete, sarayın alaka göstermemesi gayet normalken, Abdülhamid Han aksini yaparak heyeti yaverleri ve tercümanlarına karşılatmış, Beyoğlu'nun en iyi otelini ikametlerine vermiş ve bütün masraflarını üzerine almıştı.

II. Abdülhamid Han, Doğu milletlerinden biri olan Japonların baş döndürücü ilerleme hamlelerini büyük bir merakla takip ediyordu. Vatanına ait yükseltme sırlarım belki onların vaziyetinde kendi çözebilecek bir mana arıyordu. Bu sebeple heyetle ilgilenmiş, Japonları Yıldız'a davet ederek kendilerine göz kamaştırıcı bir ziyafet vermiş, onları yakından görmek ve tanımak istemişti. Ve böylece iki ülke arasında bir yakınlığın temelleri atılmıştı.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:25   #82
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Sahsiyeti Muhufaza
II. Abdülhamid Han. Japonlar ve Japonya mevzuunda başlıca emeli, Avrupalılaşırken. şahsiyetini elde tutan ve ondan feda etmeyen bu milleti, şiddetle atıldığı yükselme yolunda gerçek dine de

ulaştırmak niyetindeydi. Nitekim, Japonya'da "Dinleri İnceleme" adında bir de teşkkül kurulmuş ve kongre tertiplenmişti. O güne kadar Japonya'da pek fena ve kaba şekilde yürütülen İslam propagandası, işte bu vesileyle birdenbire Japon halkının ruhuna yöneltilebi-lir ve Doğnun bu maazzam milleti elinde Müslümanlık yepyeni bir hamleye kavuşabilirdi. Abdülhamid Han buna çok ehemmiyet verdi. Japonlar tarafından istenilen din kitaplarını, kütüphanesinin en-nadide eserleri arasından seçip gönderdi ve bu kitapların arasına bir de üzerindeki insan emeği bakımından madde ölçüsüyle paha biçi-lemez bir Kur'ın Kerim ilave etti.Toplanacak kongre üstünde de en derin şekilde müessir olmayı düşünürken, misyonerler ve kozmopolitler tarafından araya bin fesat sokuldu ve başarı yolları kapatıldı. Mikado ise, yine aynı fesatlar yüzünden böyle bir kongereye lüzum görmediğini ve halkının dilediği dini seçmekte hür olduğunu ilan etti.

1904 Rus-Japon Harbinde koca Rusya'yı dize getiren Japonların ruhundaki ham mistiği anlayan ve onu İslamiyetle kemalleştir-mek isteyen Abdülhamid, böylece Japonlar nezdinde gizli bir müttefik muhafaza etmekten başka bir imkan bulunmadığını anladı.(154)

Hicran Olmuş Bir Hatıra Demir tavında dövülür

Sultan Abdülhamid Han, Fethi Okyar'a "hicran olmuş" bir ha-tıraşını anlatıyor;

"Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Tarihini sarih olarak söyliyemiyeceğim, fakat, Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyeti yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Ka-zanlı olan bir Müslüman aliminden mektup almış, Japonya'daki İs-lami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti. İslam aleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkarı olma-
ya çalıştığını bu ali vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan herşeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsça'dan başka'Rusça, Japonca biliyordu. Avru-payı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin'i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latince'yi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya'da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık,akıl,ilim,ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsiledecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyetin de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi.

Fakat, bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid'in büyük 102 ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupadan getirttiği ecnebi mual-• limlerden dersalanlarm kafir olacağım söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi. Bugün gördüğünüz ve sizin de yetiştiğiniz mekteplerin çoğunu ya ben açtım, ya da bugünkü hale getirdim. Mekteb-i Sultanı (Galatasaray) ve harkesin serbestçe okuyabileceği metteplere bakınız: Nüfusa göre en az olan Türk talebedir. Bu, sadece iktasidi sebeplerle değildir. Bilhassa Anadoluda, bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor. Eğer Harbiye'ye Hıristiyanları alma izni verilse, değil bizdeki ekalliyetler, Yunanistan'dan, hatta belki Rusya ve diğerlerinden talebe gelir: Ben saltanata geldiğim zaman, sadece Kuleli Askeri İadesi vardı. Ülkede yedi yerde askeri idadi, Selanik Harbiyesi, Selanik ve Konya'da hukukmektebini ben açtım. Bunlardan gayem, mülkiyeyi de, ilmiyeyi de tatminkar hale getirmekti. Ne ise...Bunları tarih birgün elbette yazacak...Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimleri kendi ülkemizde olsa, ve onları ben bulabilsey-dim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam aleminin istifadesini teinin ederdim...Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmeteşayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler.Fakat ilmi kudretleri oklusu kadar cihanı telakki tarzları, bu

kadar büyük ve İslamiyetin mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi...Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din alimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu...Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var.Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi demir tavında dövülür darb-ı meselemiz (atasözümüz) olmuştur." (155)

Abdülhamid Han, İtalyanlara karşı, Bıngazi ve çevresinde geniş tesirleri olan Sunusiler'i destekleyerek onlara silah ve para yardımında bulunuluyordu. Aynı zamanda Sunusi Şeyhlerine maaşlar, nişanlar veriliyor, tekke ve zaviyeleri vergiden muaf tutuluyordu.

Sunusi kabilesi, Bingazi'nin güneyinde ve Büyük Sahra'nın ortasındaki yemyeşil Kufra Vahası'da yaşayan cesur, bağımsızlıklarına düşkün bir kabileydi. Sultan, Arabiyi, Fransızca ve Alman-ca'yı iyi bilen bir askerini, Azamzade Sadık Müeyyed Paşa'yı Ku-ra'ya Sunusiler'e iki defa göndererek onlara Osmanlı İmparatorlu- 103 ğu'na bağlılık ve sadakat yemini ettirdi. Sunusiler, bu sadakat yeminlerine 1911 'den 1919'a kadar çok sadık kaldılar. Kumandanlarının Türk subaylardan oluştuğu Sunusiler, sekiz yıl İtalyanlara karşı savaştılar. (156)

Şeyh Zafir'in kardeşi Seyyid Hamza, beş bin kuruş maaş ve üçüncü rütbeden Mecidi'ni şansı ile Trablusgarb'a yollanmış, daha sonra, başarılı hizmetlerinden dolayı ilmiye rütbesi ile taltif edilmişti. Bunun gibi, Seyyid Beşir de Bingazi'de İslamiyete hizmetle görevliydi. Tunuslu şeyhlerle irtibat kurulması görevi, Şeyh Zafir'e verilmişti. Zafir, şeyhleri konağında ağırlıyor ve onlara halifeden maaş bağlanmasını sağlıyordu. Sultan, bu arada, Trablusgarb'ın Tunus sınırında yaşayan aşiretlere de on bin adet tüfek göndermiş onları muhtemel İtalyan saldırısına hazırlıklı hale getirmişti.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:26   #83
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
isbirligi
Trablusgarp'ta meşhur bir tarikat olan "Medeniler Tarikatı"nın şeyhi Muhammed Zafir İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda oturuyordu. Medeniler ve Şazeliye tarikatlarının mensupları İslam halifesi olması hasebiyle Sultan'a bağlı ve itaatkardılar. Bunlar, bölgelerinde Fransa'nın emel ve hilelerine karşı çıkıyorlardı. 12 Şubat 1902 tarihli bir Fransız belgesinde bunlara karşı alınacak tedbirlerle ilgili şunlar yeralıyordu. "Bir tek kelimeyle söyleyecek olursak, Osmanlı hükümeti, İslam taassubunu Avrupa'ya karşı kendine bir silah yapıyor ve bu silahı, kendisiyle mücadele edilmez bir duruma koymaya çalışıyor...Afrika'ya sızma gayemizin ışığı altında, maddi varlıklar ve manevi tesirleri yönünden çok zor bir durumda bulunan Müslüman tarikatlarına aman verilmemesi, acil ve temel asas olmalıdır. " (157)

Fransız sömürgelerinin çoğunluğunu teşkil ettiği Afrika Müslümanları tarikatlar bünyesinde teşkilatlanmış olması sebebiyle Sultan, buradaki şeyhlerle yakın ilişkiler kurmuş bunlar vasıtasıyla Osmanlıya sevgi ve bağlılık sağlanmıştır.

Fransa'nın Cidde Konsolosu, Dışişleri Bakanı Delcasse'yenin 20 Nisan 1902 tarihli yazısı; "Şazeliye, Medeni (tarikatları)...kuvvetli teşkilatları, müntesiplerinin çokluğu, sahip oldukları zenginlik ve yukarıdan gelen özel himaye talebiyle, bu iki teşkilat, bugün için Türk siyasetinin en faal ve en korkulacak aletleridir" (158) Fransızlar bu faaliyetler karşısında haccın zorlaştırılıp azaltılmassı, tirakatlara bir takım imtiyazlar verilerek aralarındaki rekabetin artırılması ve Mekke Şerifi'nin desteğinin kazanılması çalışmalarını başlatıyordu.

İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupalı devletler Abdülhamid Han'ın takip ettiği bu politikasından aşırı derecede rahatsızlık duymaktaydı. Bilhassa İngiliz ve Fransızların rahatsızlığı sömürgelerinin çoğunluğunun Müslüman ülkelerinin oluşturmasıydı. Bu nedenle bu iki ülke Sultan'a karşı temkinli ve iyi geçinme politikası yürütme zorunda kalmışlardır. Ve bilhassa İngilizler, Sultan'ın Hindistan'daki faaliyetlerinden aşırı derecede rahatsızlık duyuyordu. İngiltere, Abdülhamid Han'dan aşırı derece çekiniyor, ona karşı bir hareketten korkuyorlardı. 4.10.1877 tarihinde-Hindistan Genel Valisi Hytton 'un Kraliçe'ye yazdığı bir mektupta; "Eğer kamuoyu baskısı veya dışarıdaki bir siyasi güçlük yüzünden Majesteleri'nin hükümeti Türkiye'ye karşı bir saldırgan politika izlemeye zorlanırsa, Hindistan'da bir Müslüman ayaklanması ile karşılaşmamızın muhtemel olduğunu düşünmekteyim." Diyordu. (159)

25 Mayıs 1880 tarihli İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi La-yard'ın düşünceleri: "Sultan, Hindistan Müslümanları'nı bize karşı kışkırtarak ikinci bir ayaklanmaya sebep olabilir. Bunu yapmak için Müslümanlar'm lideri bütün gücü ve nüfuzunu kullanacaktır." (160)

Hindistan'daki 1857'deki İngilizler'e karşı yapılan "sipahi ayaklanması"nı bastıran İngilizlerin Babürlü Devleti'ne son vermesi sonrasında Hindistan Müslümanları Osmanlı halifesine ümit bağlamışlardı. 11. Abdülhamid Han da bu bağlılıktan azami derecede istifade ederek İngilizlerin Müslümanlara karşı baskılarını asgariye indirmeye çalıştı.

Seylanlılar cuma hutbelerini II. Abdülhamid Han adına okutarak kendilerini Osmanlı'nın bir tebaası sayıyorlardı. Hindistan Müslümanları Osmanlı lehine miting yapıyor, Kraliçe ve İngiliz hükümetinden Ermeniler'e destek verilmemesi isteniyordu. 1897'de Yunanistan'a karşı kazanılan zaferde Hindistan Müslümanlarının sevinç gösterileri ve halifeyi tebrik mesajları ise İngilizleri büsbütün korkutmuş ve Müslümanların daha fazla problem olacağını belirtmislerdi. (161)

II. Abdülhamid Han'ın emrinde çaksınlar arasında Afganistan'da Kabil Başmollası, Buhara Kadısı, Hindistan, Cava ve Çin cemaat reisleri de vardı. Orta Afrika'daki İslami çalışmalar da Büyük Sahra'nın güneyindeki Bornu'da hızla sürüyordu. 1885'de Bornu hükümdarına birçok hediye ve bir nişan gönderilmiş, bu jest iki ülke arasında sıcak bir yakınlaşma doğurmuştu. Bir diğer Afrika ülkesi Zengibar'da ise, Beyrut Tiaret Mahkemesi reisi Abdülkadir Efendi, Halife Abdülhamid adına faaliyetteydi. 1877 hac mevsiminde Hicaz'da coşkuyla ağırlanan Zengibaı hakimi Seyyid Bergoş'un bütün ihtiyaçları vali tarafından yerine getirilmişti. Böylece, Osmanlı ile Zengibar arasında dostluğun ilk tohumları atılacak, iyi ilişkiler daha sonra Seyyid Bergoş'un kardeşi zamanında devam edecekti.

II. Abdülhamid Han, 1880'de Fas Şerifi Hasan ile de irtibata geçti. Doğu Afrika'da Medeniye gibi Şazeli tarakıtının bir kolu olan Yeşrutiye'nin de Sultan'la irtibatı vardı. Somali'de Şeyh Üveys ve rakibi Muhammed Abdullah Hayın da Sultanla irtibat halindeydi. Zengibar hükümdarı Sultan Ali İstanbul'a bağlı olduğunu söylerken İstanbul'la bağlantısı olmadığı halde Fas Rif bölesi emiri Abdülkerim bile Abdülhamid'in İslam Birliği politikasını destekliyordu. (162)

II. Abdülhamid Han, misyonerlerin faaliyetlerini de yakın takibe aldırmıştı. Padişah'a bu konuda sürekli raporlar gelmekteydi. Diğer taraftan, Buhara ve Hindistan'da teşkilatlanmış olan tekkeler vasıtasıyla, önemli işler yapılıyordu. Maddi ihtiyaçları İstanbul'dan gönderilen paralarla karşılanan bu tekkelerin görevi, merkezlere uğrayan hacı ve seyyahlarla yakından ilgilenmek, onları ağırlamak ve İslam kardeşliği üzerine sohbetler yapmaktı. Bazı tecrübeli ve ilmen temayüz etmiş dervişler ise, çeşitli kafilelerle seyahat ediyor, padişahın temsilcisi olarak İslam birliği fikrini Orta Asya içelrine yayıyorlardı. (163)

Dünya Müslümanlarının Batılı emperyalist devletlere karşı birleşmesi gerektiği fikrinde olan 11. Abdülhamid han, aradaki mezhep ihtilaflarına rağmen, İran'la bile ortak hareket etmeyi, Şiirler'in de desteğini sağlamayı düşünüyordu.

Hz. Hüseyin'in (radıyallahu teala anh) kabrinin tamiri ve camiin birtakım giderleri için 14.200 kuruş, Medine'deki Hz. Hatice ve Hz. Amine'nin (radıyallahu teala anhuma) türbelerinin onarımına 70.000 kuruş sarfetmişti. Ayrıca, Hicaz'a çeşitli hediyeler gönderilerek, Müslüman halkın halifeye olan bağlılıkları pekiştirilmişti. .(164)

Bağdat, Basra, Necef ve Kerbela gibi Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerde İstanbul'a öğrenci getirilerek ilim tahsil etmeleri sağlanmış, daha sonra bunlar uygun maaşlarla kendi mahallelerinde va-zifelendirilmişlerdi. Mesela Şevket, Mahmud ve Abdülbaki isimlerindeki öğrenciler İstanbul'da tahsillerini tamamladıktan sonra, padişahın emriyle, vaizlik ve öğretmenlik yapmak üzere memleketlerine gönderilmişlerdi. Delim, Horasan, Mendeli, Şamara, Anh ve Şefaatiyle gibi kasabalar ahalisine ise Sünni akaidini öğretmek amacıyla hocalar tayin edilmiştir.

Abdülhamid han, İranlı alimlerin sempatisini kazanmak için ayrı bir gayret sarfediyor, bu alimlere hediyeler, nişanlar gönderip, maaşlar bağlatıyordu. Basra'da İslami faaliyetler çerçevesinde 1901'de bir ortaokul açılmış, iki tanesinin de inşaatını başlatmıştı.

Yeni Politikada, Doğu Anadolu'nun özel bir ağırlığı vardı. İngiliz, Rus ve Fransızların bağımsızlık vaadiyle kışkırttığı Ermenilere karşı, Müslüman aşiretler, İslam birliği çerçevesinde teşkilatlandırılıyordu. Padişah, halife ve hami sıfatıyla yaklaştığı aşiret reislerini taltif ediyor, İstanunbul'a getirtiyor ve onlarla beraber namaz kılıyordu. İşte o yaklaşım ve sıcak ilgi sayesindedir ki, bu insanlar, devlete sadakatlarını gösterecek, topraklarını sahiplenecek ve Ermenilerin hayallerini boşa çıkaracaklardır.

Panislamizm siyaseti, devletin çok uzak topraklarında Yemen'de de tatbike çalışılıyordu. Gerçi Yemen halkının ekseriyeti Zeydi idi ve Osmanlı hilafetini reddediyordu ama bu gerçek padişahın mücadele azmini kırmıyor, onları İngilizlere karşı uyarmaktan vazgeçmiyordu. İstanbul'a devat edilen seyyid ve şeyhler ihsanlara boğulyor, çeşitli rütbelerle onurlandırılıyordu. Bunların yaraşıra, Yemen'in imar ve inşaı ile idari problemlerinin halledilmesine de önem verilmekteydi. Yemen demiryolu projesi, San'a-Umran şose yolu inşaı, Yemen telgraf hatları gibi yatırımlar, okul, cami ve medrese inşaatları, bölgeye seyyar öğretmen ve din adamları gönderilmesi, hep bu önemin tezahürleriydi. Padişah, bir ara, Yemen'den davet ettiği 109 kişiyi Yıldız'da ağırlayarak, fikirlerini almış, bölgenin problemlerini öğrenmiş, isteklerini belirlemişti. Bu önemli istişarenin ardından, vilayetin imarı, vergilerin dezene konması, ziraatın geliştirilmesi, çocukların eğitimi, ilkokulların yaygınlaştırılması, idareci ve memurların seçiminde hassas olunması gibi önemli kararlar alınarak ön çalışmalar başlatılmıştı.

II. Abdülhamid han, ülke içinde olduğu gibi, emperyalist devletlerin kıskacındaki Müslüman çocukların eğitimiyle yakından ilgileniyordu. Ona göre, kültür emperyalizminin tesirini kırmak, İslamiyeti yeni nesillere doğru öğretebilmek, ancak eğtimle mümkündü. Üstelik, Müslümanların büyük çoğunluğu yeterli öğretim ve eğitim görmemiş, cahil kalmış kimselerdi. Abdülhamid han, bu gerçekten hareketle, sömürgelerdeki Müslümanlar'ın eğitimi için zaman zaman hocalar tayin edıp gönderiyordu. Bunlardan bir tanesi de Sultan Abdülaziz zamanında Ümit Burnu'na yollanmış olan Bekir Efendi idi. Bekir Efendi, orada tahminlerin de üstünde başarılı hizmetler yapmış, kendisinden sonra aynı misyonu devam ettirecek dört Zenci Müslüman yetiştirmişti. İngilizcenin yanısıra mahalli dilleri de öğrenen Bekir efendi, Sultan abdülhamid Han'ın saltanatının ilk yıllarında İstanbul'a gelerek istişarelerde bulunmuş ve Ümit Burnu müslümanları için 3.000 adet kitap göndermesini padişahtan rica etmişti. Ümit Burnu Müslümanlar'ın eğitim çalışmaları, Bekir Efendinin ölümünden sonra oğlu Ahmed Ataullah tarafından sürdürüldü. Ahmet Efendi, Kimberlley'e giderek İslamiyet'i buralarda yaymaya ve bölge Müslümanları'nı aydınlatmaya başladı. 1889'da gayretlerinden dolayı padişahça taltif edildi. . (165)

Saray, dünyanın her tarafından gelen ya da davet edilen Müslüman temsilcilerin toplandığı yer olurdu. Orta Afrika ve Batı Çin memleketlerine varıncaya kadar dünyanın dört bir yanından gelen Müslüman temsilcileri Yıldız Sarayı'nda misafır ediliyor,davletli ve davletsiz bütün bu temsilcilere Abdülhamid Han bizzat hitap ediyor hitaplarında İslam kardeşliği ve birlik ruhunu işleyerek onları coşturuyordu. Uğurlanırken bunlara, bölgelerinde dağıtılmak üzere,masrafları Sultan'ın kendi
kendi hazinesinden karkendi hazinesinden karşılanarak bastırılmış Kur'an-ı Kerim veriliyordu. (166)

Mekke ve Medine gibi kutsal şahirleri bağrında saklayan Arabistan, Abdülhamid için çok daha ayrı bir önem arzediyordu. Üstelik, saltanatı boyunca Müslümanlığa eski ihtişımını kazandırmayı hedefleyen bir lider ve halife için, bu hususun tartışılması daha mümkün değildi, Şüphesiz, kutsal topraklarda sözü geçmeyen bir halifenin otoritesinin zedeleneceği yönlendirici vasfının ortadan kalkacağı aşikardı. Sultan Abdülhamid Han, bunu herkesten iyi biliyor, herkesten iyi değerlendiriyordu. . ( 167)

Hac mevsiminde Karadeniz yoluyla İstanbul'a gelen Tatar, Kalmuk,Kırgız,Kafkas ve K3ffcar Türkler'iyle, Afganlar ve Türkmenler, Anadolu yakasındaki Valide Camii'nde toplanıyor, iaşe ve ibadeleri devlet hazinesinden sağlanıyor ve sonra da Abdülhamid Han'ın temin ettiği gemilerle Cidide'ye hac için gidiyorlardı. İstanbul, hac zamanlarında ve bilhassa Kuzey ve Kuzeydoğu ülkelerindeki Müslümanlar'ın toplandıkları bir şehir olurdu. (168)
Hac'tan dönen hacıların gidiş ve dönüş harçlıkları karşılanır, bunlardan bölgeleri ile ilgili bilgeler alınır, bazılarına ülkelerine dönerken basılı kitaplar verilirdi. (169)

Arabistan'daki İslam Birliği politikası daha çok şahsi münasebetler şeklinde kendisini gösteriyor ve aşiret reislerinin gönüllerini kazanmak amacıyla onlara ihsan ve iltifatlarda bulunma, maaşlar bağlama, İstanbul'da ağırlama gibi faaliyetler, birinci boyutu oluşturuyordu. İkinci boyutu ise, dini ve siyasi yönleri de olan müşahhas ve etkili çalışmalardı. Bunlar, Müslümanları ortak bir şuur ve ideal etrafında toplamayı amaçlayan "dini dayanışma" ve bölgenin kalkındırılması idi.

Özellikle, dini dayanışmayı kuvvetlendirecek ve Müslümanlar'ın kendilerine güvenlerini sağlayacak olan iktisadi ve teknik yatırımlar çok önemliydi. Bunun için, Abdülhamid Han'la hız kazanan yatırımlar devreye sokuldu. Bölgeye tren yolları, telgraf hatları, okullar, yollar yapılmaya başlandı. Şehirlerde tramvaylar işletiliyor, elektirik enerjisiyle aydınlatma çalışmaları başlatılıyordu. Arabistan'ın kalkındırılması için hazırlatılan büyük projelerden bir kısmı gerçeleştirilmişti. Mesela, Şam-Hayfa-Medine arasında toplam 1.464 km'lik tren yolu, Batılıların "Osmanlılar böyle bir dev projeyi gerçekleştiremezler" . demelerine rağmen, tek kuruş borç almaksızın yapılabilmişti. Finansının üçte biri Müslümanların bağışlarıyla karşılanan bu muhteşem eser, Abdülhamid Han devrinin ve onun İslam Birliği siyasetinin belki eri önemli meyvesi oldu. Üstelik bununla yetinilmemiş, Medine'den Mekke ve Cidde'ye ve yine Medine'den Bağdad'a ve Yemen'e kadar uzanacak yeni demiryolu projeleri hazırlanmıştı. ( 170)

Son senelerde yapılan araştırmalar, Abdülhamid Han'ın yalnız Müslüman ülkelerde değil, İngiltere ve Amerika gibi Hıristiyan ülkelerde dahi İslam Birliği için çalıştığı göstermektedir. Nitekim 1903'de Abdullah Suhravvardy tarafından kurulan bir derneğe "Pan-İslam" Muhammed Webb adlı bir Amerikalı Müslüman'a da, padişahın maddi desteğiyle "Moslem World" adlı dergiler neşrettirilmiştir.

Abdülhamid Han, büyük zorluklar ve problemlerin yaşandığı bir dönemde, emperyalist Batılı güçlere karşı varolma savaşı vermiş ve bu savaşta yabancıların da takdir ettiği dehasını en iyi şekilde kullanmıştı. Bu yandan "denge siyaseti" ile büyük güçlerin Osmanlı'ya karşı ortak hareket etmelerini önlemiş, diğer yandan Dünya Müslümanlar'nı Osmanlı devleti ve hilafet etrafında kenetlenmeye çağıran Panislamizm politikasıyla da, önemli başırılar kazanmıştır. Onun, en azından Müslümanların lideri ve hamisi olduğunu duygu ve fikir olarak kabul ettirebilmesi Osmanıl devleti'nin itibar ve nüfuzunun arttırmıştır. Bunun en bariz örneklerinden biri, Hicaz Demiryolu inşası sırasında sergilenen Müslüman dayanışması ve kardeşliğidir. Bu dayanışma Padişahın tahttan indirilmesinden sonra da sürmüş, Balkan, Trablusgarp, ve 1. Dünya savaşlarında, yüzbinlerce Müslüman'dan Osmanlı Devletine yardımlar akmıştır.

Abdülhamid Han'ın halinden sonra, kısa zamanda Balkan-lar'ın ve Arap topraklarım birer birer kaybedilmesi ise, padişahın siyasi çizgisindeki isabetliliği en açık şekilde göstermektedir. Nite-kimjttihaddçılar bile sonunda Panislamizm politikasına sarılmak- tan başka çare olmadığını anlamışlardır.
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:26   #84
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Birlik Ve Beraberlik
II. Abdülhamid Han, dışta takip ettiği "İslam Birliği" siyasetini içte de yürütüyor, halkın birlik ve beraberliğine azami gayret sarfediyordu. Bilhassa içteki muhalif unsurları bertaraf için ve onlara halk desteğini kırmak için bütün yurtta eğitim hizmetlerini yaygınlaştırmış onlara dini İslamı tam ve doğru olarak verecek alimler, veliler göndererek irşat etmiştir. Kalkınmayı köy ve kasabalara kadar indirdi ve halkın gönlünde taht kurdu. Ziraata önem verdi, eğitim ve öğretimi köylere kadar yaygınlaşatırdı. Camisi olmayan yerleşim birimlerine camiler yaptırdı, eski camileri tekkeleri tamir ettirdi.

II. Abdülhamid Han, takip ettiği bu politika ile devletin yegane İslam devleti ve halifesi olmasını sağladı. Gayrimüslimlerin etkinlik ve hakimiyetlerini azalttı. Hıristiyan memur sayısını azaltarak Müslüman memur sayısını artırdı. Emperyalist Avrupalı devletlerin silahlandırdığı Hıristiyan cemaatlere karşı Müslümanları silahlandırdı. Avrupalı devletlerin Müslümanlara karşı tahriklerini çok uygun bir politika takip ederek bertaraf etti. Ramazan ve Kurban bayramlarında halkın gönlünü alır, Ramazanda emekli, dul ve yetimlere yardım edilirdi. Şiddetli geçen kışlarda, dar gelirli ailelere kömür, odun ve yiyecek yardımı yapılır, bütün tarikatlara özel ilgi gösterilir, tekkelerin bazı tarikat şeyhlerine nişanlar, rütbeler verilirdi. Cami görevlileri, vaiz, hatip ve hocalara her yıl 30 bin kuruş hediye verilmesi adet edinilmişti. İstanbul'un Müslüman mahallelerinde meyhane açılıp içki satılması yasaklanmıştı. (172)

II. Abdülhamid Han, memleketin her tarafına okullar, hastahâneleı, yollar, çeşmeler, eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi yaptırdı. Mekteb-i Mülkiyyeyi, bir müze, hukuk mektebi ve dîvân-ı muhasebatı [sayıştay], Beyoğlu kadın hastahânesi, güzel sanatlar akademisi, yüksek ticâret mektebi, yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesini açtı. Ve devam edersek; Terkos suyunu İstanbul'a getirtti ve mülkiye lisesini açtı. Alman çeşmesi yapıldı. Bursada ipekçilik mektebi, Halkalı zirâ'at ve baytar mektebi ve Kâğıthane'de bir poligon kurdurdu. Bursa demiryolunu ve Aşiret mektebini yaptırdı. Üsküdar lisesi ve Rüşdiyye mektebleri ve yeni postahâne binası ve Osmanlı bankası ile Reji binalarını ve (Yafa-Kudüs) demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine hamîdiyye kâğıd fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. Osmanlı sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selânik) demiryolu yapıldı. (Şâm-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya) demiryolu yapıldı. Hamîdiyye yüksek ticâret mektebi ve (Galata-Tophâne) rıhtımı, Dolmabahçe saat kulesi yapıldı. (Beyrut-Şâm) demiryolu, Dâr-ül-aceze binası, mum fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu, Sakız limanı rıhtımı, şimdiki İstanbul lisesi binası, (İstanbul-Selânik) demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalışdırıldı. Tuna nehrinde Demirkapı kanalını, kapahçarşı ta'mîrini yapdırdı. Yunan zaferini kazandı. Akıl hastahânesini yapdırdı. Şişlide Hamîdiyye Etfâl hastahânesini yaptırdı. Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. [Hamîdiyye Hicaz demiryolu Zerkaya kadar işledi. Kâğıthânedeki Hamîdiyye suyu yapıldı. Yeni balıkhane, Haydarpaşa rıhtımı, ma'den arama mektebi, Samda tıbbiyye-i mülkiyye yapıldı. Haydarpâşada askerî tıbbiyye mekteb-i, dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. Bingâzîye telgraf hattı yapıldı. (İstanbul-Köstence) kablosu döşendi. Haydarpaşa istasyonu binası yapıldı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız sarayını ve önündeki cami'i yaptırdı. Velhâsıl Av-rupada yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda yaptırdı. Ne yazık ki, tahttan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamîd hân, (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdâd) ve (Adana-Şâm-Medîne) demiryollarını yapdırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu. Din bilgileri, fen ve edebiyat üzerine çok kitap bastırdı. Köylere kadar kurslar açtırdı. Parasız kıtâblar gönderdi.

Bütün bu hizmetler halkı Sultan'a daha da bağladı ve halkın gözünde "evliya sultan" oldu. Ve çoğu bölgelerde muhaliflerinin antipropagandasına rağmen halk kendisinden evliya, veli diye bahsetmiştir. Bu hizmetler semeresini vermiş ve muhalefet (okumuş-bürokrasi) sultana'a karşı ihtilal ve ayaklanma girişimlerini başarısız kılmıştır. Müslüman halkı kullanamayacağını anlayan Jön Türkler gayri müslim tebaayı da yanına alarak ordu ile sultanı devirmeye karar verdiler.

Ve nihayetinde 1908 Jön Türk ihtilali de, Makedonya'daki Ordu'da mektepli Enver, Niyazi ve Eyüp Sabriler'in dağa çıkıp isyan etmeleri ile başladı. 2. Meşrutiyeti getiren bu ihtilalde dikkat edilirse halk yoktur. Halkın sessiz kalmasının sebeplerinden biri de teşkilatsız ve bilinçsiz olması idi. (173)

Sultan Abdülhamid Han, Müslümanlar arasında İslam şuurunun canlı tutulması, halkın cehaletten kurtularak milli ve manevi değerlerine sarılmasını temin etme maksadıyla her tarafa hocalar ve Kuran'ı Kerimler, İslami eserler göndererek halkı bilgilendirmeye çalıştı. Diğer taraftan Batılı devletleri'ni "Cihad" ile tehdit ederek Osmanlı ve İslam ülkelerindeki yayılmacı, yıkıcı ve parçalayıcı faaliyetlerini engellemekti.
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:26   #85
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Milletleri Seviyelerine Göre Idare
Arnavutlar Osmanlı devletinin en Batı ucunda kalıyordu. II. Abdülhamid Han, Arnavutluk'a daha bir başka ehemmiyet verirdi. Arnavutların şecaat ve sadakatleri hakkında kuvvetli bir kanaati vardı. Arnavutlara karşı bu itimadı, onun için bir siyasetin temelini teşkil ediyordu.

Rumeli'de Arnavutlar Abdülhamid Han'ın siyasetinin bir istihkamı gibi telakki olunuyordu. Buna rağmen 93 harbi hezimeti sonrasında imzalanan Berlin Andlaşması nın ağır şartlarıyla Müslüman Boşnaklar artık Osmanlıdan ayrılmış Avusturya'nın idaresine verilmişti. Balkanlar'da Müslüman teba olarak sadece Türkler ve Arnavutlar kalmıştı. Fakat Arnavutların da bir kısım topraklarının Berlin Andlaşması'ınca Karadağ'a verilmesi kararlaştırılmış ve Arnavut halkı buna tepki göstermişlerdi. Sultan Abdülhamid Han da bir karış toprak verilmesinden yana değildi. Halkın bu tepkisini destekleyerek Yakova, Prizren ve Derbe şehirlerinin kadı, müdderris ve müftüleri ile Arnavutluk'taki askeri yetkililere bu karara mani olmamalarını tavsiye ediyordu. Nihayetinde silahlanan Arnavutlar Karadağlıları Gosine'ye sokmadılar. Sultan bu konuda Arnavutlar'ı harekete geçirmişti. Bunun üzerine Gosine ve Plavay'ı Arnavutlara 'terke mecbur kaldılar Fakat yalnız Ülgün üzerinde direndiler. Bu olay sonrasında Arnavutlar arasında bağımsız bir Arnavutluk devleti Fikri gizliden gizliye giderek artmaya başladı. 1881 Şubatı'nda 130 delegenin katılmasıyla Debre'de yapılan bir gizli toplantıda Ohri başkent olmak üzere bağımsız bir Arnavutluk devleti talebini haber alan Sultan, Derviş Paşa komutasında 20 bin kişilik bir kuvveti bunların üzerine göndererek onları dağıtmış, elebaşları Rodos ve Anadolu'ya sürülmüştü. Arnavut halkına da şu bildiriyle seslenmişti;

"Müslümanların halifesi olduğumdan hepinizin babası sayılırım. Huzur ve rahatınızın bozulmaması için uykumu, rahatımı ve her türlü arzularımı terk eyledim. Müslüman olan evlatlarımın bir bölümü olan Arnavutlar'ı babalık himayemden nasıl uzaklaştırabilirim? Böyle aldatacı fikirlerde bulunan beş on kadar vatan haininin fesat ve telkinlerine kulak verilmesin....Zira, bunlar, hem kendilerine ve hem de devletleriyle birlikte soylu bir kavme zülüm etmek alçak düşüncesinde bulunduklarından ve sizi o maksatla fesatçılara yaklaştırmak isteyenlerden (burada, Hud suresinin 'zalimlere yaklaşmayınız ki, vücudunuza ateş yapışmasın. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Zalimlere yaklaşatıktan sonra size hiç kimse yardım edemez.") ayet-i celilesiyle sakınmanızı isterim. Ve tekrar ederimki, şu fesatçı düşüncelerde bulunanlar beş on kişiden ibarettir. Yoksa umum Arnavutluk halkı bugünkü idareden memnundur...Bu gibi vatan hainleri ve fesatçıları kendi ellerinizle tutup hükümete teslim etmenizi ve halifenize her bakımdan bağlanmanızı size emir ve tenbih ederim. ( 175)

II. Abdülhamid Han, Arnavutlar'ı Balkanlar'da Osmaniı hakimiyetinin sağlam asli unsurlarından olması hasebiyle elde tutulmasına büyük önem veriyordu. Bu nedenle ayrılıkçıları şiddetle takip ediyor ve etkesiz hale getirirken halkın gönlünü kazanmak uğrunda büyük gayretler sarfediyordu. Makedonya'da Osmanlı devletinin elinde bulunan şehirleri Arnavut taburları koruyor, Sultan'm sarayında onlardan muhafız birlikleri bulunuyordu. Savaşçı, gözü pek Arnavutlar, Sırp, Bulgar ve Yunan saldırılarına karşı gerilla harbi veriyordu. Bütün bu önemli görevleri sebebiyle Arnavutlar'a Rumeli'nin Kürtleri deniliyordu. (176)

Sultan, Arnavutlar Osmanlı Devleti'ne sadık kaldıkça, kendi tahtında emin olduğu gibi, Balkanlı Hıristiyan unsurların da Osmanlı'ya kolay silah çekemeyeceğinden emindi. Arnavutlar, Balkanlarda bir nevi Osmanlı'nın sırtını koruyorlardı. (177)

Arnavutların kendilerine özel kabiliyet ve adatlerini bilen Sultan, onları kazanmak için onlara "özel statü" uyguladı. Bunun esası, Sultan'a bağlılık karşılığı Arnavutlar'ın yönetimde serbest bırakılması teşkil ediyordu.

Ve hatta Arnavutlar'dan vergi alınmıyor, istekliler, askerlik yapıyordu. Sultan, Arnavutlar ve Kürtler'den bahsederken; "Ben , her milletin, seviyesine uygun bir tarzde idare edilmesine taraftarım" diyordu. (178)

Sultan, Arnavutların güvenini kazanmak için onların ileri gelenlerini nimet ve ihsanlara boğardı. Avlonyalı Arnavut Ferit Paşa'yı sadrazam yapmıştı. Arnavut kabileleri arasında kötü bir anane olarak sürüp gelen ve bu sebepten birçok yuvanın yıkılmasına yolaçan kan davalarını diyet komisyonları kurarak, fertleri öldürülen ailelerin kanbedelini kendi hazinesinden ödeyerek Arnavutlar'ın sulh ve sükuna kavuşmasını sağlamıştı.

Sultan'ın kendine has memnuniyet verici idare tarzı Arnavut halkı tarafından benimsenmiş, Halka olan itimat ve sevgileri artarak kötü fikirlerin bu milletin içinde gelişmesini önlemişti . Ve halk bütün Müslüman teba gibi halifelerine "alim. zahid ve veli" diyorlardı.
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:27   #86
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Simendifer Politikasi
Bağdat Demiryolu

Abdülhamid Han'ın yaptığı demiryollarının gayesi birinci derecede askeri ve siyasi, ikinci derecede de iktisadi ve ticaridir.

Vatanın müdafası için herşeyden önce demiryolu inşaası zaruret teşkil ediyordu. 1877 Türk-Rus harbinde zarureti büyük çapta ortaya çıkmıştı. Balkan isyanlarıyla bu harpten alınan dersler, ondan sonra Rumelide hemen iki hattın yapılmasını gerektirmiş ve ilk olarak Selanik-İstanbul hattıyla, Manastır-Selanik demiryolu vücuda getirildi. Abdülhamid düşmanlarının bile; "eğer bu hatlar Abdülaziz devrinde yapılmış ve 300 milyon altın borcun onda biri bu işe harcedilmiş olsaydı, 1875 Balkan ayaklanmalarını hemen bastırmak ve belki de Türk-Rus harbini önlemek mümkün olurdu." Şeklindeydi. Nitekim bu hatların 1897 Türk-Yunan Harbinde muazzam faydaları görüldü. (180)

II. Abdülhamid Han zamanında Türk topraklarına döşenen demiryolları, evvela Rumeli'de 1993, sonra Anadolu'da 2507 kilometreye yükseldi.Halbuki Berlin Muahedesinden evvel demiryollarının uzunluğu toplam 1145 kilometreden ibaretti.

Abdülhamid Han'ın demiryolu siyaseti, dış politikası ile içice idi. Batılı teşebbüs ve sermaye ve teknik merkezlerinin Türk demiryollarını doğrudan doğruya üzerlerine alamaycaklarını başka tavizler talep edeceklerini anlayarak demiryollarının inşası için işi siyasi bir faydaya bağlayarak hem devlet emniyetini garinti altına almak, hem de memleketi büyük bir askeri ve iktisadi kıymete kavuşturmayı düşünerek harekete geçti.

Yükselen endüstrisiyle İngiltere'nin karşısına dikilmekte olduğunu gördüğü Almanya'ya kollarını açtı ve karadan Hindistan demiryolunun en hassas istikametini çizen Anadolu-Bağdat demiryolunu Almanlara ihale etti. Böylece, Batılı iki büyük ve rakip devleti, kendi topraklarında tecelli edici bir karşılaşmaya davet ederek rekabeti kızıştırdı. Birinden birini tutmakla öbürünün şerrinden korunuyor ve hem devlet emniyetini sağlayıcı . hem de vatanı demiryoluna kavuşturucu bir nimete erdiriyordu. Şartlarda da bu hesaba göre bir kolaylık ve hafiflik temin ediliyordu. (181)

Avrupa'da sanayi inkılabı sonucunda ulaşımda demiryolu teknolijinin ortaya çıkması, ulaşımda meydana getirdiği kolaylık, Doğu Akdeniz'i Basra Körfezi'ne demiryolu ile bağlamak projeleri gündeme geldi. İngilizler, Hindistan hakimiyeti için 1840'lı yılların başından itibaren yoğun bir çalışma başlattılar ve projeler hazırladılar. 1856'da William Andrew , İskenderun'dan başlayıp Fırat Vadisi'ni geçerek Hindistan'a ulaşacak bir demiryolunun İngiltere'nin Hindistan'daki hakimiyetini iyice artıracağından bahsediyordu. 1869'da Süveyş kanalının açılması ve buranın kortrolunun 1881 'de İngilizlerin eline geçmesi İngilizleri deniz yolunun daha rahat olması hasebiyle bu projeden vazgeçirtti. Bundan sonra projeyle Almanya ilgilenmeye başladı. Almanya , Berlin'den Bağdat -Basra'ya kadar uzanacak 3B Projesi (Berlin-Bosfor-Bağdat) demiryolu ile hem Anadolu ve Mezopotamya'nın ekonoik zenginliklerinden faydalanmak hem de Basra limanına kadar uzanacak bu demiryoluyla İngiltere'yi Hindistan'da tehdit etmek istiyordu. Bu demiryolu Almanlar için büyük bir önem arzediyordu.

Alman İmparatoru 11. Wilhelm, Bağdat demiryolunun imtiyazını almak için 1888 ve 1898'de iki kez Sultan'ı ziyarete gelmiş ve neticede Bağdat Demiryolu imtiyazı Almanlara verilmişti. İngiliz ve Fransızlar, bu hattın, Doğu Akdeniz-Suriye-Irak hattında yeralmasını isterlerken, Almanlar Anadolu içlerinden geçmesini istiyorlardı. İngiltere ve Fransa'ya verilecek yukardaki hat imtiyazına Sultan, bu hattın güneydeki Osmanlı vilayetlerini devletten koparacağı endişesi ile bakıyordu. Bu nedenle Anadolu içlerinden geçmesini isteyen Almanlar'ı tercih etti. (182)

II. Abdülhamid Han Bağdat demiryolunun Osmanlı devletine faydasının ekonomik ve askeri alanda büyük olacağına inanıyor, kalkınmanın özellikle İmparatorluğun Asya topraklarına yöneltilmesi İslam birliği politikasına uygun olacağı ve buradaki Müslümanlarla kaynaşmanın daha kolay ve rahat olacağına inanıyordu. Demiryolunun Anadoludan geçerek Bağdat'a ulaşması ile zirai ürünlerinin çürümesi önlenecek, yok pahasına satılmayacak, madenler atıl kalmayacatır. Askeri yönden faydalarına gelince; askerin intikalinin ve ihtiyacının daha çabuk ve seri sağlanması, geçtiği yerlerde kuvvetin sağlamlaştırılması başta geliyordu.

Bağdat Demiryolu Projesi Avrupa'da Hasta Adamı tedavi edici ve kuvvetlendirici bir unsur olarak değerlendirildi. Ortadoğu'ya Alınan emperyalizmini tesis edici bir yol olarak görülen Bağdat Demiryolu, İngiliz ve Fransız koloniyalizmi içinde bir tehdit olacaktı. Bu tehdit, 1904'den sonra İngiltere, Fransa ve Rusya'yı bira-raya getirdi. Almanya'nın Drang Nacysa ve Rusya'yı bir araya getirdi. Almanya'nın Drang Nacy Osten (Şark'a doğru) yolu kesilmek isteniliyordu. Bağdat Demiryolu Projesi, Avrupa'da 1. Dünya Harbinin önemli sebeplerinden birisini teşkil etti. (183)

Sultan II. Abdülhamid, İngiliz, Fransız ve Ruslar'ı da tatmin edecek, seslerini kısacak bir demiryolu imtiyazları verdi. Böylece Dengeci bir politika ile serlerini def etmeye çalışıyordu.

Batı Anadolu'da İzmir-Kasaba arasındaki demiryolu yapımı Fransızlar'a da Suriye ve Lübnan'da imtiyazlar verildi. Ruslara da "Karadeniz Andlaşması"yla Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde demiryolu yapımı imtiyazları verildi. (184)

Bağdat Demiryolu ile emperyalist devletlerin emelleri altüst oldu.Bağdat Demiryoluyla , Hindistan korkusunu aşılayarak İngilizleri dize getirmiş, Rusları İskenderun istikametinde "ılık denize inme" politikasından vageçirtmiş, Hicaz demiryoluyla da İslam birliği idealini pırıldatarak fevkalade korkutmuş ve Rusları Filistin'deki "Makamat-ı Mukaddese" koruyuculuğundan dönmeye mecbur bırakmıştır. Abdülhamid Han'a düşmanı dahi bu dahiyane politikasını şöyle dile getirecektir: "Artık Büyük Petro'ların, İkinci Katerina'ların emelleri altüst olmuştu. Çar, Avrupa 'da,Osmanlıların tarihi mirasçısı sevdasından vazgeçtiği gibi, Filistin'de Mukaddes toprakların koruyucusu olmak fikrinden de yavaş yavaş vaz geçiyordu. İşe Büyük bağdat hattı Rusya'nın bütün siyasi teşebbüslerine mani oldu."
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:27   #87
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
HICAZ DEMIRYOLU
Abdülhamid Han'ın en önemli hizmetlerinden birisi de Hicaz demiryolu olmuştur. Bu demiryolu projesi ile Şam ile Medine ve Mekke şehirleri birbirine bağlanıyordu. Bu yol ile Hicaz ve Yemen'de Sultan'ın otoritesi kuvvetlenecek, Mısır'da nüfuzunu artıracaktı. Demiryolu ile Hicaz ve Yemen'e askerlerimiz emniyet içinde sevetmek mümkün olacak, hac farizasının yerine getirilmesini de kolaylaştıracak, az da olsa geçtiği yerlerin ziraat ve ticaretini canlandıracaktı.

Hicaz Demiryolu, askeri ağırlıklı hat olması sebebiyle bölgede en çok İngiltere'yi tehdit edeceği için, özellikle adı geçen devlet, demiryolunun yapılmasını istemiyordu. İngilizler sabote için Arab kabileleri arasında, eski anane ve adetlerin bozulacağı, her sene hazineden aldıkları avaitin (gelir, irat) kesileceği, deve ve at kervanlarının ortadan kalkacağı vb. gibi propaganda yapıyorlardı. Üstelik, Şeyhlere bol para hediye ve silah dağıtarak onları inşaat aleyhine tahrik ediyorlardı. (186)

Suriyeli Arab ve Sultan'ın özel sekreteri İzzet Paşa'nın Demiryolu yapımı için madalya çıkararak İslam dünyasından yardım toplama talebi kabul edildi. II.. Abdülhamid Han, 50 bin lira ödeyerek yardımda bulunanlar listesinin en başında yeraldı.(187) Bütün Müslüman ülkelerinden özellikle Hindistan Müslümanları, İran,Tu-nus, Cezayir, Rusya Müslümanları, Doğu Türkistan, Sumatra, Java, Malezya'dan büyük yardımlar gelmiş, Afganistan Sultam Amir Han da en yüksek yardımı yapan kişiler arasında yeralmıştı. Ve Nihayetinde Bu yardımlar sonrasında l Eylül 1900'da hicaz Demiryolu inşaatına başlanıldı. (188)

Osmanlı devleti, Hicaz demiryolu için yardım kampanyası başlatınca İngilizler Hindistan veMısır'daki gazeteleriyle bunu baltalamaya çalışarak Türkler'in Hicaz Demiryolunu yapacak kabiliyet ve iktidarda olmadıklarını,Müslümanları soymak içinyenibir bahane uydurduklarını, Müslümanlar'ın boş yere aldanıp para vermemelerini propaganda ediyorlardı.Mıasır'daki İngiliz konsolosu da halkı demiryolu aleyhine tahriketmiş, fakat bütün bu İngiliz propaganda ve tahrikleri biri netice vermemişti. (189)
30 Ağustos 1908'de Hicaz demiryolu faaliyete geçti. İstanbul'dan kalkan tren Medine-i Münevvere'ye kadar ulaşabiliyordu. İlk tren, İstanbul'dan gelen misaferlerle birlikte 27 Ağustos Perşembe günü, Şam şehrinden Medine istikametine hareket etmişti. Trende, devlet adamlarından müteşekkil kalabalık bir heyetten başka, yerli ve yabancı pekçok gazeteci bulunuyordu. Özel trenin bir büyük salon-vagonu, bir lokantası, bir cami vagonu ve üç yolcu vagonu vardı. Hız, o zaman için mükemmel sayılabilecek olan 40-60 km arasındaydı. Tren yalnızca iki şey için duruyordu. İkmal ve namaz...Çöl kumlan üzerinde cemaatle namaz kılınırken, ikmal için develerle su getiriliyordu. Tren 30 Ağustos Pazar günü öğleden sonra saat iki sularında Medine-i Münevvereye varıldı.

Makedonya ve Ermenistan gibi Osmanlı bütünlüğünden koparılmak istenen Arap illerinin dolayısıyla İslam beşiği topraklarının müdafası, İslam alemine, Kabeye doğru giden yolların telkin edeceği maddi ve manevi bağ ve bağlılık değeri ve bu değerin içinde, hac yolunun transit merkezlerini bu hat üzerinde toplayıcı ve bütün yolları Halifenin vatanına bağlayıcı özelliğiyle büyük bir ehemmiyet arzediyordu. Abdülhamid Han'ın bu demiryolu politikasıyla ince siyasetinin dehasını ortaya koyduğunu düşmanları tarafından itiraf edilmiş bir gerçek oldu. (190)

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra İngiliz casusu Lavvrance, peşine taktığı bedevilerle Hicaz demiryoluna sabotajlar yaptı. Hicaz'daki isyanlar için bölgeye asker şevki yapılamadı. Ve nihayetinde Medine İngilizlerin komutasında Osmanlının elinden çıkmıştı.
aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:27   #88
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
MERHAMET ADALETI ASINCA
Merkezi Selânikde bulunan üçüncü ordunun bazı subayları, İngiliz casusları tarafından bol para, makam ve çeşitli vaadlerle aldatıldı. 7 Temmuz'da teğmen Atıf tarafından Şemsî paşa öldürüldü. Masonların ve Yahudi destekçilerinin idare ettiği ve ellerinde İngiliz, Fransız silâhları bulunan hareket ordusu İstanbul'a yürüdü. Halîfe, merhametinin çokluğundan hazret-i Alînin içtihadına uyarak, bunlara karsı kovmadı. Böylece devleti ele geçirenler yasına ettiler.

Liderler Adil olmalıdırlar. Kimlere karşı nasıl merhamet edileceğini iyi hesaplamak zorundadırlar. Aksi takdirde sosyal dengenin bozulmasına sebep olabilirler.

Peygamberimiz zamanında, Mekke kâfirleri de, Medine'ye hücum edince, Peygamberimiz, Bedr, Uhud ve Hendek'de, az kuvvet ile cihâd ederek, bunların Medine'ye girmelerine mâni' oldu. Sultan Abdülhamid Han, İslam alimlerinin eserlerinden iktibas ettiğimiz Ayeti Kerimenin meali şerifi: (İsyan edenler ile harb edip, bunları itaate getirin!) emrine uymadı. İslam alimleri Sultan Abdülhamid Han'ın Peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, facia ve felâketlere sebep olduğunu belirtmektedirler.

II. Abdülhamid Han, herşeyin hesabını huzuri ilahide bir gün vereceğine inanarak ve insanların da felakete sürüklenmelerine gönlü razı olmayarak çok hassas davranır bu nedenle merhameti adaletine galip gelirdi. Merhamet ve şefkatindendir ki "hiçbir Müslüma-mn burnu kanamasın" diyerek O muhteşem saltanatı terketti.

Adalet lidere değil, lider adalete tabi olmalıdır.

II. Abdülhamid Han, adalet teşkilatını devrinin alim ve fadıl-larından olan Ahmed Cevdet Paşa (Mecelle'nin yazarı) ve Abdur-rahman Paşa'ya teslim etti. Her işe el atan, kendi eli olmadan hiçbir işe güvenmeyen Abdülhamid Han, Allah korkusu ve şeriat saygı ve sevgisiyle üstüne titrediği adalet sahasını en emin insanlara bıraktıktan sonra ona asla karışmaz, adalet cihazının istiklalini, kendi adına kaza icra edildiği halde, nefsinden ve makamından üstün tutardı. Adalet ona değil, o adalete tabiydi.

Memur tayinlerinde bile Sultan Abdülhamid Han'ın müdahale etmediği sadece bir sınıf memur vardı ki o da hakimlerdi. (192)

33 Yıllık saltanatı boyunca sadece bir kişinin idamını onay-
ladı.

II. Abdülhamid Han'ın devrinde sadece bir kişi bile onun iradesiyle öldürülmemiştir. Yine onun devrinde, hakimlerin verdiği haklı idam hükümlerinden de hiçbiri onun tarafından tasdik edilme-
mis ve bu cezalar daima süresiz hapse döndürülmüştür. Sadece sarayda meydana gelen bir olaydır ki o da idam fetvası veren Şeyhülislamın zoru ve sarayda cereyan etmesindeki nezaket ve padişahın merhameti istismara yeltenici karekteri bakımından tasdikle neticelenmiş ve faili Beşiktaş'ta asılmıştır. (193)

Sebebine gelince; Haremağası içtikten sonra rakibi haremağa-sının odasına girmiş ve onu tabancayla vurmuş ve daha başka numaralar yaptıktan sonra Padişahın odasına girmeye kadar yeltenmiş olan biriydi. Sultan Abdülhamid Han bu suçu işlemiş olan kişiyi dahi idam cezasının dışında tutma ihtimaline karşı bütün devlet büyükleri ayaklanmış ve Şeyhülislam huzuruna çıkarak;

"Şahane merhametinizi tebcil ederim, Fakat Şeriatın emriyle bu adam da idaı;ı edilmeyecek olursa, ortada ibret misali diye hiçbir şey kalmaz" diyerek cezanın tasdikini istemiş, Sultan da 33 yıllık saltanatı esnasında verdiği ilk ve son idam kararı olmuştur. (194)

Şeriatın ölüm cezası verdiği yerde affa giden Abdülhamid Han, bu hakkını da şeriatten alıyor ve her iki halde de şeriatın yolunda olmak üzere,daima merhameti ahirete tercih ediyordu. II. Abdülhamid Han'a yapılan iftiralar karşısında dayanamayan eski dahiliye nazırlarından Reşit Bey bir yazısında şunları söyleyecektir: "Ben artık ömrümün sonuna gelmiş bir insanım. Allahu Tealaya ve ebedi hayat ve hesap gününe inanıyorum. Artık insafa gelmenin ve hakikati göstermenin zamanı gelmiştir. Abdülhamid'in öldürdüğü tek insan mevcut değildir. " (195)

Mabeyn baş katibi Es'ad Bey, yazdığı "Hatırat-i Abdülhamid-i han-ı sani" isimli eserinde; Sultan'ın güzel ahlâkım, dîne olan bağlılığını, edep ve hayasının derecesini, aklım, ilmini, adaletini, millet için durmadan çalıştığını, hiç can yakmadığım, düşmanlarına bile iyilik ettiğini, masonların aldattıkları ve maşa olarak kullandıkları kişileri bile af ettiğini çok güzel bir şekilde anlatmaktadır.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:27   #89
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
SÜRGÜN POLITIKASI
II. Abdülhamid Han. kendisini kukla gibi kullanmak isteyen ve hatta suikast, ölümle tehdit eden ve devlete zararlı olabilecek kuvvetli ve nüfuzlu devlet adamlarını İstanbul'da tutmayarak onları uzak yerlerde görevlendirdi. İhtilal provaları içerisinde yer alan paşalar bile hapis ve ölümle cezalandınlmayıp, mevcut görevlerine eş görevlerle İstanbul dışına sürüldüler. Aleyhte olan işsiz aydınlar bile kendilerine memuriyet verilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Merhametinin çokluğundan düşmanlarını bile sıkıntı çekmelerine gönlü razı değildi.

II. Abdülhamid Han, merhametinin çokluğu sebebiyle kanunlara uymayan ve bir görevden uzaklaştırılması gereken kişilere karşı sürgün politikası uygular, sürgünler, ekonomik yönden mağdur edilmez, kendilerine maaş bağlanarak sürülürlerdi. Bu tarz sürgünlerde bir kısmı hiçbir vazifeye sahip olmayan sadece bir maaşla ikamete memur edilir, bir kısmı da memuriyetle gönderilirdi.

Peyami Safa'nın Babası İsmail Safa

Merhum Necip Fazıl'dan nakledelim; "Bizzat Peyami Safa'dan dinlediğime göre (Boer)lere İngilizler tarafından yapılan şiddetli zulümler üzerine bütün Avrupa İngilizler aleyhine ayaklanırken, babası şair İsmail Safa, birkaç edebiyatçı arkadaşıyla İngiliz Elçiliğine gitmiş ve aynı muamelenin Türkiye'ye yapılmasını sefirden istemişler... Bundan sonra Peyami Safa'nın değil, benim fikrim olarak söyliyeyim ki, vatana hiyanet çapında ve idamlık bir suç olan bu harekete karşı Abdülhamid, İsmail Safa'yı oğlu Peyami iki yaşındayken Sivas'a sürmüş ve ayda bilmem kaç altın maaş bağlayarak orada oturtmuş...İsmail Safa da, Sivas'ta veremden ölmüş...

-Vay. hain Abdülhamid benim babamı öldürdü!

Peyami'nin kanaati buydu ve benden bir gün su cevabı almıştı:

-Abdülhamid senin babanı öldürmedi, kesesinden besledi. Ben onun yerinde olsaydım, babanı astırırdım!.

Yine Peyami Saf a'dan dinlediğime göre, Abdülhamid bu sürgün hakkında hesap soran İngiliz sefirine şöyle diyor:
-Siz burada yabancı bir devletin temsilcisi misiniz, yoksa beni murakabe etmeye memur bir fevkalade komiser mi? Huzurdan çıkı-
nız ve bir daha böyle mevzular üzerinde benden görüşme istemeyiniz! Aynı hareket, İngiltere'de yapılsa acaba yapana nasıl bir ceza verirdiniz diye sormaya lüzum görmüyorum!

Peyami'ye bu naklinden sonra şöyle demiştim:
-Ne yazık ki, ben bunu bilmediğim halde Abdülhamid'i haklı
görüyorum da sen, bile bile, onu takdir etmek için elinde en büyük
vesika varken aleyhinde bulunduruyorsun!..

Peyami Safa, Abdülhamid aleyhtarları arasında en hafifi, en zararsızıdır; ve bu aleyhtarlıkta ruh haleti herkesde daima birbirinin aynıdır. Tek fikir ve hakikat kaygısı olmayan nefs ve şahıs kini..." (196)

Sultan Abdülaziz ve Sultan V. Murat'ın hal'inde aktif rol oynamış olan Mithat Paşa'ya karşı II. Abdülhamid Han, daha şehzadeliği zamanında temkinli olmaya çalışıyordu.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12-27-2007, 18:28   #90
Kullanıcı Adı
aksavaşçı
Standart SULTAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD Hakkında Herşey
Abdülaziz Han'in ÖldürülmesiAbdülaziz Han, Sultan Abdülmecid Hanın vefatından sonra 1861 yılında, 32 yaşında padişah oldu.

Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarından güreşe, ciride, ava meraklı, kahraman yapılı bir hükümdardı. Halk kendisini sevmekte, ikinci bir Yavuz olarak görmekteydi. Üzerinde durduğu en mühim mesele ordu ve donanmanın yeniden tanzim edilmesi, yeni usullere göre tekamül ettirilmesiydi. Avrupa'dan elde edilen kredilerin pek çoğu bu sahada sarf edildi. Donanma, dünyanın sayılı donanmalarından birisi oldu. Nizamiye, ihtiyat, redif ve müstahfız adıyla 700.000'i aşkın askeri bir kuvvet hazırladı. Bunların top ve tüfek ihtiyaçları için de modern tesisler kurdurdu.

II. Abdülaziz Han, zeki, anlayışlı ve dünya siyasetine vakıf olduğu için saltanatının ikinci yılında (1863) Mısır'ı ziyaret etti. Kalabalık bir heyetle beraber, Mısır'a yapılan bu gezi çok gösterişli oldu. Yavuz Sultan Selim'den sonra Mısır'a gelen ilk Osmanlı sultanına halk çılgınca sevgi gösterilerinde bulundu. Sultan Abdülaziz. Kahire'yi at üstünde dolaştı. Bu seyahat Mısır halkının Hilafet makamına olan bağlılıkının güçlenmesini sağladı.

1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sergiyi görmek için imparator Napolyon'un davetini kabul ederek Fransa'ya gitti. Oradan, ingiltere, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan yoluyla memlekete döndü. Bu seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika Kralı İkinci Leopold, Prusya Kralı Birinci Wilhelm, Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile görüştü. Sekiz ülkeye gitti. Beş hükümdarla görüştü. Ve bu seyahatlarının çoğunda şehzade Abdülhamid Han'ı yanında götürdü.

Balkanlarda Rusya ve diğer devletlerin desteklemesi ile çıkan isyanlar, devrinin en mühim hadiselerindeııdir. Rumeli ve Girit'teki gayri müslim halkın ayaklanmaları devletin başına büyük gaileler açtı. Karadağ, Sırp, Bulgar ve Girit isyanları ile hükümet hem nüfuz, hem de mali bakımdan kayıplara uğradı. Karadağ'a yapılan savaşlar kazanılarak bu mesele bir müddet için kapandı. Sırbistan'da bazı kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaşma yapıldı. Girit'teki isyan, başarılı bir askeri harekat ile bastırıldı.

Mahmud Nedim Paşanın sadareti, hem dışta hem de içte devletin itibarının sarsılmasına sebeb oldu. Tarafdarı olduğu Rus Sefiri İgnatiyef'in tavsiyeleri ile hareket eden Mahmud Nedim Paşa, aldığı kararlarla Avrupa devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediği borcunu beş sene müddetle ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine Avrupa'da Osmanlılar aleyhine gösteriler yapılmasına yol açtı. Zaten Rusya'nın da istediği buydu. Nitekim, Ruslar bu karışıklıktan faydalanarak Balkanlarda Panislavizm propagandasını yaygınlaştırıp büyük huzursuzluklar çıkardılar. 1875 yazında Bosna-Hersek'te isyanlar çıktı. Bunu Rusya'nın teşviki ile 1876'da Sırbistan'ın Osmanlı Devletine savaş ilanı takip etti. Osmanlı Devleti sıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan'ı kısa sürede mağlub etti. Ardından Bulgaristan'da karışıklıklar çıktı ise de mahalli kuvvetlerle bastırıldı.

Sultan Abdülaziz Han, Balkanlardaki tehlikeli gelişmeyi önlemeye çalışırken daha önce görevlerinden azl edilmiş bulunan Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi paşalar ile Hasan Hayrullah Efendi ihtilal hazırlığı yapıyorlardı. Bilhassa Hüseyin Avni Paşa, Mahmud Nedim Paşa tarafından azledilip, sürüldüğü için padişaha kin bağlamıştı. "Kinim dinimdir" diyen bu adam, padişahı tahttan indirip öldürmeye karar verdi. Londra'ya gidip İngilizlerle bu işi planladı. İkinci adam olan Midhat Paşa ise, batı kültüründen ve din bilgilerinden tamamen yoksun birisiydi. Tuna valiliği zamanında yaptığı işler, bilhassa İngilizler tarafından reklam edilerek şişirilmişti. İçki masalarında devlete ait kararlar alırdı. Memleketi kurtaracak tek insanın kendisi olduğuna inanırdı

Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi ve Süleyman paşalar, padişahın tahttan düşürülmesi için geniş bir propagandaya giriştiler. Halkın gözünde Sultan'ı küçültmek için çeşitli iftiralar yaydılar. 30 Mayıs 1876 Cuma günü sabahı, saat 04.30'da harekete geçtiler. Taşkışla'dan gelen taburlarla, Mekteb-i Harbiyyenin 300 kadar talebesi, Dolmabahçe Sarayını çevirdi. Donanma da deniz tarafını kontrol altına aldı. Sultan Abdülaziz Han kayıkla alınıp, Topkapı Sarayına götürülerek, Sultan Üçüncü Selim Hanın şehid edildiği odaya hapsedildi. Sonra Fer'iyye Sarayına götürüldü.

4 Haziran 1876'da Avni Paşa, çoktan planlamış olduğu cinayeti saraydan elde ettiği adamlarına yaptırdı. Cezayirli Mustafa Pehlivan, Mabeyinci Fahri Bey, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan, Sultan Abdülaziz Hanın kaldığı odaya zorla girdiler. Büyük mücadeleden sonra iki bileklerini kesip dışarı kaçtılar. Avni Paşa çığlıkları duyar duymaz, Kuzguncuk'taki yalısından Fer'iyye Sarayına geldi. Henüz ölmemiş olan Sultan Abdülaziz Han, pencereden çıkartılan adi bir perdeye sarılarak yakın bir karakola nakledildi. Ölüm raporunu imzalamak istemeyen iki doktordan birini Avni Paşa hemen Trablusgarb'a sürdü. Diğerinin de apoletlerini söktü. Üç pehlivana maaş bağlanarak gerçeği açıklamaları önlendi. Sultan Abdülaziz'in naaşım yıkayan imamlar, sonradan verdikleri ifadelerde, Sultanın iki dişinin kırık olduğunu, sakalının sol tarafının yolunduğunu, sol memesinin altında büyük bir çürüğün bulunduğunu belirtmişlerdir. Pehlivanlar da, yaptıklarını sonra itiraf etmişlerdir. İsmail Hami Danişmend 5 ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı kitabında Sultanın ölüm sebebinin intihar olmayıp, cinayet olduğunu 31 delil ile izah etmektedir. İntihar eden bir kimsenin iki bileğini küçük bir makasla kendisinin derince kesmesi adli tıbba göre mümkün değildir. Sultanın cenazesi 5 Haziran 1876 günü büyük bir merasimle kaldırıldı. Babası Sultan İkinci Mahmud Hanın Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi.

aksavaşçı isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi