AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-23-2008, 02:01   #231
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. Ömer r.a ve Haceri’l-Esved
Hz. Ömer bir haccında Hâcerü'l esved'e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti: "Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim"[1] demiştir. Bunun üzerine, Hz.Ali (r.a) ona, "Fayda ve zarar vermeyeceğini kim demiş. O zarar da verir, fayda da verir. Çünkü Allah Teâlâ, Hz.Âdem as.'ın zürriyetinden misâk (söz) alınca, bu misâkı beyaz bir kağıda yazdı ve o gün Hacer-i Esved'in bulunduğu rüknün (köşenin), bir dili, iki dudağı ve iki gözü vardı. Cenâb-ı Hak, "Ağzını aç" dedi ve bu kağıdı ağzına koydu, "Kıyamete kadar sana, yani bu misâka vefa göstereceklerin, buna karşılık Allah'dan vefa bulacaklarına şahid ol" dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer r.a, "Ey Hasan'ın Babası, senin içlerinde yer almadığın bir toplumda ben de bulunmam" dedi.[2]

Hz. Ömer puta tapıcılıktan yeni kurtulmuş bir toplumun, bir taşın öpülmesini gördüğü an küllenmiş duygularının yeniden kabarmasından endişe ederek böyle bir açıklamayı gerekli görmüştü. Batılıların iddia ettikleri gibi Hâcerü'l-Esved'i öpmek puta tapıcı Araplardan müslümanlara geçen bir miras değil bir saygı ifadesidir. Hz. Peygamber'in sünnetine uymadır.[3]

Hz. Ömer Haceri’l-Esved’i istilam ederken şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Sen ne bir fayda ve ne de zarar veren bir taşsın, Allah Resulü (s.a.s.)’in seni öptüğünü görmemiş olsaydım ben de seni öpmezdim.“[4]

Neden Hz. Ömer Haceri’l-Esved taşı için bunları söyledi, O’nu endişelendiren durum neydi? Taş olduğunu bilmeyen mi vardı?

Taberi Hz. Ömer’in bu hareketi cahiliyede bir takım insanlar buna tapıyorlardı. Bazı insanların tekrar cehalete düşüp bunu putlaştırabileceklerinden endişe ederek, buna hiç kimsenin tapmaması için faydasız ve zararsız bir taş olduğuna vurgu yaparak, öpmesi peygambere olan bağımlılığın ve hidayetin ona tabi ve itaat etmede olduğunu göstermiştir. Haceri’l-Esvedi selamlama veya öpme Hz. Peygamberin fiili sünnetine tabi olmaktır.[5]

Veda tavafı bittikten sonra, Hz. Peygamber (s.a.s)’in yaptığı gibi makam-ı İbrahim’de iki rekat tavaf sünneti kılınır, sonra da Mültezem’de (Haceri’l-Esved ile kapı arasında bulunan yerdir) durması ve onu iltizam etmesi müstehaptır. Bu da göğsünü ve yüzünü ona yapıştırmak ve sağ elini kapı tarafına, son elini de Haceri’l-Esved yönüne koymakla ve Allah’a dua etmekle olur.[6]

Şu duanın okunması müstehap olur:

“Allah’ım! Bu senin Beytindir,

Emin belden mübarek evindir,

Ben ise abdin ve abdin oğluyum.

Bana nice nimetler verdin, gereği gibi hamd edemedim,

Çok kusur ve günahlar işledim,

Huzuruna gelecek bir yüzüm, beni haklı çıkaracak hiçbir mazuratım yok benim,

Yarattıklarında emrime verdiğin şey üzerinde beni taşıdın.

Beni tayyibe beldelerinde gezdirdin.

Son olarak da beni Beyti’l-Kerimine ulaştırdın.

Hac ibadetlerimi yerine getirme hususunda bana yar ve yardımcı oldun.

Eğer benden razı isen rızanı arttır.

Aksi halde evim evinden, uzaklaşmadan önce bana ihsanda bulun.

Eğer izin verirsen şimdi benim dönme vaktimdir.

Senden ve evinden vazgeçmiyor, yüz çevirmiyorum.

Rabb’im bedenimi götürsem bile gönlümü burada bırak,

Allah’ım! Bedenimi afiyet, cismimi sıhhat, dinimi masumiyet ve dönüşümü de güzellik üzere kıl.

Beni yaşattığın sürece ve ebediyyen itaatinden ayırma.

Bana dünyanın ve ahiretin hayrını ihsan et.

Şüphesiz, sen her şeye kadirsin, Kerimsin, tevbe edenlerin tevbesini kabul edensin,

Rahmetin gazabından çoktur, Sen bize rahmet ve merhametinle muamele et.”[7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI, 108-109.

[2] Fahruddin Er-Râzi, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu'l-Gayb:c. 23 s.245.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Hâcerul Esved Maddesi, c.2; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.14 s.434.

[4] Buha ri, Sahih, Kitabu’l-Hac, 50, 1597; İmam Malik, Muvatta, Hadis no: 54, s. 342.

[5] İbn Hacer Askalani, Fethu’l-Bari Şerhi’l-Sahihi Buhari, III/463.

[6] Zuhayli, IV/32.

[7] a.e.,a.y.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:01   #232
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: MAKAM-I İBRAHİM
1. İbrâhim as.’ın Makamı :




“Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrâhim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.”[1]

İbn Amr b. As (r.a.) Resülullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Rükün ile makam Cennet yakutlarından iki yakut idi. Allah, onların nurunu almıştır. Eğer onların nurlarını almasaydı, (bununla) maşrikle mağrib (doğu ve batı) arasını aydınlatırlardı.”[2]

Allah Beyt-i Muazzamayı, Kabe’yi insanların toplanacağı bir yer, kendilerini emniyette hissedecekleri bir makam, çevresinde huzur ve sükun bulacakları bir mekan olmasını istedi. Allah bu evin bizzat emniyet ve sükunet ve huzur yuvası olmasını arzu etti. İnsanlar, İbrahim’in makamında bir namazgah edinmekle emr olundular.[3]















--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/125.

[2] Tirmizi, Sünen, Hadis no: 878.

[3] Seyyid Kutup, Fizilali’l-Kur’an, I/241.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:02   #233
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrahim’in Makam’ından Kasd Edilen Nedir?


Hz. İbrâhim'in Kâbe'yi inşa ederken bina ve inşaatı kontrol etmek maksadıyla üzerine çıktığı yerden hafif yüksek bir taş ve taşın bulunduğu yere “Makam-ı İbrâhim” denilmektedir.

Katâde şöyle demiştir: "Hacılar, sadece Makâm-ı İbrâhim önünde namaz kılmakla emredilmiş olup, ona dokunmakla emredilmemişlerdir. Bu ümmet öyle bir iş yapmaya zorlandı ki, bu şekilde ona dokunmaya devam ettiler. Nihayet yıpranıp küçülmüştür".[1]

Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki: “Hz. İbrahim’in Kabe’yi bina ederken veya insanları Kabe’yi ziyarete davet ederken üstüne çıkmış olduğu taşın bulunduğu yerdir ki, hacılar tavaf namazını orada kılarlar. Hz. İbrahim ayağını basınca bu taş yumuşamış, mübarek ayağı topuğuna kadar taşa batmış, bunun eseri hala görülmekte bulunmuştur, böyle bir taşa mübarek bir ayağın böyle tesir etmesi ise adete aykırı olduğundan bir mucize mahiyetinde bulunmuştur.”[2]

Ebû Saîd el-Hudrî konuda şunları anlatmıştır: "Abdullah b. Selâm'a, Makâm-ı İbrâhim'in üzerindeki izi sordum. Bu taş günümüzde olduğu gibi kalmıştır. Ancak Allah, Makâm-ı İbrâhim'i bir mucize yapmak istemiştir. Hz. İbrâhim'e insanları hacca gelmeye davet etmesini emredince, Hz. İbrâhim taşın üzerine çıktı. Üzerine çıkınca taş bütün dağlardan daha yüksek oldu. Hz. İbrâhim şöyle seslendi: "Ey insanlar! Rabbinizin davetine icabet edin." Bu çağrı üzerine insanlarda ona cevap vererek: "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" dediler. Bu esnada Allah'ın dilemesi ile Hz. İbrâhim'in ayaklarının izleri taşın üzerinde kalmış oldu. Hz. İbrâhim taşın üzerine çıkınca sağa, sola dönerek: "Rabbinizin davetine icabet edin" diyordu. Çağrısını tamamlayınca Makâm-ı İbrâhim'i kıble yaptı. Hz. İbrâhim kapı cihetinde oraya doğru namaz kıldı. Makâm-ı İbrâhim, Allah'ın dilediği zamana kadar kıble olarak kaldı. Hz. İbrâhim'den sonra oğlu Hz. İsmail (a.s) da Kâbe'nin kapısı yönünde ona doğru namazını kılıyordu.”[3]

Bu durum Hz. Peygamber (s.a.v)'in zamanına kadar devam etti. Daha sonra Cenab-ı Hakk, Hz. Peygamber'e Beyt-i Makdise doğru namaz kılmasını emretti. Bu emirden sonra Hz. Peygamber, gerek hicretten önce, gerekse hicretten sonra oraya doğru namazlarını kıldı. Sonra Yüce Allah, Peygamberi razı olacağı kıbleye döndürdü. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v), Medine'de bulunduğu sürece Kâbe'nin oluğunun bulunduğu yöne doğru namaz kıldı. Mekke'ye gelince orada bulunduğu zaman zarfında Makâm-ı İbrâhim'e doğru namaz kıldı.[4]

Bir diğer rivayette İbrâhim'in Makamı, "Hz. İbrâhim'in Kâbe'yi yaparken üzerine çıktığı taş" olarak açıklandığı gibi, başka bir rivayetlerde vardır şöyle ki:

Makâm-ı İbrâhim Hz. İbrâhim (a.s)'ın oğlu İsmail ile hanımı Hâcer'i görmek için geldiğinde inip binerken üzerine bastığı taştır.

Kâbenin yapıldığı sırada da duvarları yükselip iskele kullanma ihtiyacı doğunca onu iskele yerine kullandığı taşta denilmektedir.

Harem'in tamamı, haccın tamamı diye de açıklanmıştır.

Suddi'inin rivayetine göre Makam, Hz. İsmail'in karısına kayınpederi olan Hz. İbrâhim'in ayakları altına koyup başını yıkadığı taştır.[5]

Süleyman Ateş diyor ki: “Kur'ân-ı Kerîm bize bu taştan bir mûcize olarak bahsetmektedir. Allah, Beytullah'ı överken şöyle buyuruyor:

“Doğrusu inananlara ilk kurulan ev (ma’bed), Mekke’de olandır. Alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur. Orada açık açık deliler ve İbrâhim’in Makamı vardır.”[6]

İnsanlar Kâbe’nin çevresinde toplanır ve onu haccetmekle sevap kazanırlar ve onun haremine (dokunulmaz sınır içine) girmekle saldırıdan kurtulur, güven içinde bulunurlar. Bütün bunlar, İbrâhim as.’a Allah’ın bir lütfudur. Çünkü Kâbe’nin yerini ona bulduran ve Kâbe’yi yapmasının ona emreden Allah, İbrâhim’in Makamı’nı namazgah edinmemizi, orada namaz kılmamızı ve dua etmemizi emretmiştir.[7]

Kur’ân-ı Kerim’de ki bu iki ayet, Arapların bu taşı, İbrâhim makamı olarak bildikleri konusunda kuşku bırakmamaktadır.”[8]

Bu taş özel bir itina ile koruma altına alınarak günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Bugün bu taş, tunçlu ve camlı altıgen veya sekizgen bir korunma içine alınmıştır. Bu muhafaza içindeki kara taşın üzerinde iki ayak izi vardır. Bunların, Hz. İbrâhim’in ayak izleri olduğu söylenilmektedir. [9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, İpek Yayınları: 1/118.

[3] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4; İbn.Esir-Kâmil c.1,

[4] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4.

[5] Şamil İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4; İbn-i Kesir, tefsir c.1, s.168-169.

[6] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 3/96-97.

[7] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c.9, s.138.

[8] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c.10, s.295.

[9] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Makam-ı İbrahim Maddesi, c.4; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.132; İbn-i Kesir, tefsir c.1, s.168,169.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:02   #234
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Makam-ı İbrahim’in Yeri :
Bulunduğu yer ise, Haceri’l-Esved ile Hivri’l-İsmail arasında kalan yerde bir miktar, Kabe’den uzak bir mesafededir. Tavaftan sonra makamı İbrahim’de, iki rekat namaz kılmak sünnettir.[1] Makamı İbrahim’in arkasında yer bulunmuyorsa Mescidi’l-Harama’ın her hangi bir yerinde kılanabilir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İmam Nevevi, el-İdah, s.245.

[2] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkam Hadisleri, IV/257.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:02   #235
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Makam-ı İbrahim’i Yanında Hisset !
Allah salih kullarından, iki kuluna kendi evi olan Kabe’yi temizlemelerini, ziyaret edenler ve orada rüku’ ve secde edenler için, hazırlanmasını emretmiştir. İbrahim ve İsmail bu evin esas sahibi değildirler, sadece buranın bekçileri, Allah’ın emrine uygun şekilde, Allah’ı anan mümin kullara hazırlamak için Allah’ın emri ile orada bulunan ve bu Beyti’l-Atik’in hizmetçileri idiler.

Kabe’yi tavaf ettin ve sen emin bir beldede,

Emin bir yerde, emin ve güvenli olan bir evdesin.

Bu Allah’ın evi ve sen Rahman’ın huzurunda, ona misafir geldin.

Misafirin uyması gereken terbiye ve edebini sakın unutma!

Makamı İbrahim’e geç ve dua et, tıpkı İbrahim’in yaptığı dua gibi,

Kulaklarında yeniden canlanıyorcasına

Kalbinde yeniden yeşeriyorcasına,

Peygamber atası tevhid mücadelesinin bayrak ismi,

Hz. İbrahim önünde dururcasına,

Edeple makamına koş ve ona ulaş,

Çünkü O senin için ve ümmeti Muhammed’e duada bulunmuştu,

Git teşekkür et,

Şeytana ve azılı nemruta baş kaldırışının, asırlarca ne kadar kutlu bir direniş olduğunu hatırla,

Hatırladığını makamına yüz ve göz değil, gönül sürerek aşkla sevdayla dile getir.

Her şeyin faydasız,

Her şeyin manasız,

Tek gaye ve mananın dünya ve Ahiret köprüsü mesabesinde bulunan insanın miracının olduğu yer,

Yücelmenin ve yükselmenin merdiveni olan makam-ı İbrahim,

Sakın senin yücelmene engel olacak dünya yüküyle,

Seni mahrum bırakacak mağrur nefsinle, miraca çıkmayı deneme,

Geç makamda iki rekat namaz kıl, kimseyi ezme, kimselere yan bakma, bunlarda kim oluyor deme, orası emin belde orası güvenli bir ev o ev Allah’ın evidir.

Bir bak bakayım evin sahibi güceniyor mu?

Sakın sen sözünle, özünle, O’nu gücendirme!

Yaşat gönlünde İbrahim’i, İsmail’i, Hacer’i, Hz. Muhammed Mustafa’yı

Onlarla mahşerde beraber olmak için fırsatı kolla,

Kur’an diliyle, peygamber sözüyle dua et,

Rükuya var, secde edenlerle secde et,

Bu makam öyle bir nezih makam ki, böylesini insanlık tarihi boyunca ne gördü ve ne de böyle bir makamla şereflendi.

Yoksa hala sen başka makamların peşinde misin? Dünyalık makamların ebedi makamların yanında bir hiç hükmündedir.

İnsanlığın uğrunda helak olduğu makamlar ve her gün helak olmak için, kapı kapı yüz sürenler, yerlerde sürünenler!

Peki tüm bu makamlar ne makamlarıdır? Neye yarar kime ne kadar yar olur? Yoksa bu makamlar sana kabirde nur, haşirde gölge, sıratta şefaatçı, cehennemden necatına vesile olacak birer diploma mıdır, nedir?

Sakın bunlardan hiç biri değildir, deme; içimi kor ateş gibi yakma. Bütün dünya ve içindekilerin Allah katında bir sineğin kanadının değeri kadar, değer taşımadığını yoksa hatırlamadın mı?

Dünyalık makamlardan, makamı İbrahim’e dön, Sen ölmek için nasıl ölünür, tüm fani makamlardan saadete götürecek ve en kutsal makamların manasını anlamak için buraya gelmedin mi?

Hz. İbrahim gibi dua ve niyazda bulun.

“Ey Rabb’imiz! İkimizi de Sana teslimiyette sabit kıl.

Soyumuzdan da müslüman bir ümmet yetiştir.

Bize ibadet edeceğimiz yerleri göster.

Tevbemizi kabul et.

Zira tevbeleri en çok kabul eden ve hakkı ile esirgeyen Sensin.[1]

Rabb’im! Burasını emin bir şehir kıl,

halkından,

Allah’a ve Ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır.[2]

Rabb’imiz! Yaptığımızı kabul buyur,

şüphesiz ki,

Sen hem işitir,

hem de bilensin.”[3]

İbrahim’ın (a.s.) makamı önünde duruyor ve bu harikaya, düşüncenin sınırlandırıcı yollarına şimdilik baş vurmadan, öylesine onun ayak izlerine bakmak ve buradan kendimizi bulmaya çalışmak... Miraca yükselmenin merdiveni, rahmana ulaşmanın asansörü konumunda olan, Makam-ı İbrahim’e bakmadan edemiyoruz. Çünkü varlığımızın gizli ve hayatı olumlayan köklerinden yavaş yavaş bir sevinç, bir coşku enzimi, sessiz bir ezgi yükseliyor bu makamdan...



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara, 2/129.

[2] Bakara, 2/126.

[3] Bakara, 2/127.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:02   #236
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: HACC
1. İbrâhim as. Mekke İçin, Peygamberimiz de Medine İçin Dua Etmiştir :
Nasıl ki Hz. İbrâhim as. Mekke’nin dokunulmazlığı için dua etmişse, Peygamberimiz de Medine için dua etmiştir: “Medine’de ilk meyva ürünü elde edildiği zaman halk onu Hz. Peygamber‘e getirirdi. Allah’ın elçisi meyvayı alır, "Bize bereket ver. Ölçeğimize, batmanımıza bereket ihsan eyle. Allahım, İbrâhim senin kulun, dostun ve Peygamberindir. Ben de senin kulun ve Peygamberinim. O, Mekke için sana dua etmişti. Ben de sana Medine için dua ediyorum. Onun mekke için istediklerini ve bir misli de fazlasını ben, Medine’ye vermeni niyaz ediyorum.” Peygamber as. böyle dua ettikten sonra orda bulunan en küçük çocuğu çağırır, o meyvayı ona yedirirdi.”[1]

Resûlullah’ın Hz. Peygamber’in bu duası bereketiyle Medine bolluklara boğulmuştur. Bir şehre kendi nüfusundan hariç, birden bire bir milyondan fazla insan dolunca nasıl bir kargaşa ve sıkıntı olacağı, herkezce bilinir. Bütün düzen alt üst olur. Halbuki Hac aylarında birden bire takriben iki milyon insan Mekke’yi ve Medine’yi doldurur ama yine kimse aç ve susuz kalmaz. Bu, Hz. İbrâhim’in ve Hz. Peygamber’in dualarının eseridir. Allah’ın lütfudur.[2]




--------------------------------------------------------------------------------

[1] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c.21, s.272; Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.10/98, c.9/132.

[2] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi: c.9 s.132.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:03   #237
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Mabed'in duvarları yükselince, Hz. İbrâhim ve İsmail şöyle dua ettiler :
“Bir zamanlar İbrâhim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (şöyle diyorlardı Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”[1]

Hz. İbrâhim, yüce Allah’tan, İsmail soyundan gelecek bu topluma, kendi içlerinden bir peygamberin gönderilmesini niyaz etmektedir. Bu peygamber, Hz. Muhammed’dir. Çünkü İsmail soyundan, Hz.Muhammed’den başka peygamber çıkmamıştır. Demek ki Hz. İbrâhim, Hz. Muhammed as’ın peygamber gönderilmesini istemiştir. Yahut onun duası kabul edilerek bölgeye bolluk verildiği gibi bu isteği de kabul edilerek İsmail soyundan gelen Hz. Muhammed peygamber olarak görevlendirilmiştir. Peygamberimiz de Hz. İbrâhim’in duası bereketiyle kendisine peygamberlik verildiğini söylemiştir. Hz.İbrâhim'in duası kabul olmuş, Cenâb-ı Hak O'nun soyundan Hz. Muhammed'i son peygamber olarak göndermiştir.

Peygamberimiz s.a.v İbrahim as.'ın duasını kastederek; "Ben, babam İbrâhim'in duasına ve kardeşim İsa'nın müjdesine, annemin de rüyasına mazhar olmuşumdur.” buyurduğu nakledilir. [2]

İsa as.’ın müjdesi de Saf suresi 6’ncı ayetde geçmektedir. “Ey İsrailoğulları, ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim!”[3]

Diğer yandan İbn Ucre (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadiste; İslâm ümmetinin bütün namazlarda, "tehiyyât" ve "Allahümme salli-bârik" dualarını okuyarak, Hz. İbrâhim'e ve nesline hayır-duada bulunmalarının, Hz. İbrâhim'in bu eski duasına karşı bir teşekkür niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Peygamberimiz s.a.v ile birlikte anılan tek peygamber Hz.İbrâhim’dir.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/127-129.

[2] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c 9, s.140; Siret-i İbn-i Hişam c.1 s.223; Ahmed b.Hanbel, Müsned, c.4 s.127, 128, c.5, s.262.

[3] Kur’an Ansiklopesidisi, Süleyman Ateş, c 9, s.141.

[4] Buhari-Tefsir 33/10, Da’avât,31/32; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İbrahim Maddesi, c.3; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,c.21, s.271; Ahmet Baydar, İbrâhimi Okuyuş, Beyan Yayınları: s.64 “Muhammed Nâsiruddîn, Elbâni, Sıfetü Salâtı’n-Nebi adlı eserinde bu salâtın çeşitli söyleniş şekillerini derlemiştir.”
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:03   #238
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İbrâhim as. ile oğlu İsmail’in ilk Haccı ve insanların Hacca çağırılışı :
Kâbenin inşası bittikten sonra, Hz.İbrâhim, “Ya Rabbi bitirdim, bize ibadet (kurban) yerlerimizi göster”[1] diye dua etmişti. Allah’u Teala Cebrail as.’ı İbrâhim ile İsmail'e gönderip, Kâbe’yi yedi kere tavaf etmeyi, her tavafta Hâcerül Esved’i istilam'ı[2] gösterdi. Makam-ı İbrâhim’in arkasında ikişer rekat namaz kıldılar. Ardından Safa ile Merve, Mina, Muzdelife ve Arafatta yapılacak Hac amellerinin hepsini gösterdi ve öğretti.

Daha sonra Cebrail ile İbrahim as. Akabe’ye vardıklarında, şeytan göründü. Cebrail, İbrâhim as.’a “Tekbir getir ve at ona!” dedi. İbrâhim as. birer birer yedi kere tekbir getirerek taş attı ve şeytan kayboldu. Şeytan daha sonra orta Cemre’de göründü. Cebrail as. yine tekbir getirip, taş atmasını söyledi. İbrâhim as.’ın söylenileni yapmasının ardından, şeytan yine kayboldu. Şeytan, en son Cemrede de, tekrar göründü. Cebrail as. yine aynı şeyleri söyledi ve İbrâhim as.’da yaptı ve şeytan kayboldu.[3]

Bundan sonra, İbrâhim as. Cebrail as. ile birlikte, namazların birlikte kılınacağı cem yerine (muzdelife’ye) gittiler. “İnsanlar burada namazları cemedecekler” dedi Cebrail as. Sonra Meş’ar-ı Haram’a daha sonra, Arafat’a gittiler. Cebrail as. “Bilip öğrendin mi?” dedi. İbrâhim as.”Evet, bilip öğrendim” dedi. Sorusunu üç kere tekrar etti.[4] İbrâhim as. her soruşunda “Evet!”dedi. Bunun için oraya Arafat denildi. [5]

Allah tarafından Hz. İbrâhim'e bütün insanları haccetmek üzere davet etmesi emredilmişti."İnsanları hacca davet et ki gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar."[6] İbrahim as. Yüce Allah’a: “Ya Rab! Benim sesim, insanlara nasıl yetişebilir?” diye sordu. diye sordu. Yüce Allah: “Sen, seslen! Onu, insanlara eriştirmek, bana düşer!” buyurdu.[7] İbrâhim as. Makam-ı İbrahim diye anılan iskele taşının üzerine dikildi.[8] Taş, yüksele yüksele, dağlardan uzun ve boylu oldu.[9] O zaman; ovası, dağı, karası, denizi, insanı ve cinni ile bütün yeryüzü daraldı, dürüldü, derlenip toplandı. İbrahim as. parmaklarını, kulaklarına tıkadı. Sağa, sola, batıya ve doğuya yönelip,[10]“Ey insanlar! Rabb’iniz, bir Beyt, edindi ve onu, Hacc etmenizi, size, emrediyor.[11]Ey insanlar! Atîk Beyt’e (Kâbe’ye), Hacc etmeniz, size farz kılındı.[12]Ey Allah’ın kullar! Allah’a itâat ediniz! Ey Allah’ın kulları! Allah’ın, Rabbinizin davetine icâbet ediniz![13] diye seslendi. İbrâhim’in sesini işiten her taş, toprak ve tepeden,[14] her taraftan[15] “lebbeyk! Allah’ım Buyur! Emrine amadeyiz. Sana, itaat ediyoruz Allah’ım!” sesleri yükseldi. [16]

Diğer bir rivayet göre; Hz. İbrâhim Ebû Kubeys dağına çıkıp dört bir yana seslenerek Allah'ın Kâbe'yi hacc ve ziyaret etmeyi insanlara farz kıldığını bildirdi.

Bu arada İbrâhim as.’ın davetine, insanlardan, ilk icabet edenler ise Cürhümiler olduğu rivayet edilir. [17]

Hz. İbrâhim bu ilânı yaptıktan sonra oğlu İsmail ve Cürhümi halkıyla birlikte Haccettiler. Kendilerine "Safâ" ile "Merve"yi ve Harem-i Şerif'in sınırlarını, ayrıca Cebrail as.’ın alâmet olmak üzere de birer taş dikmesini önerdiği bu yerleri gösterdi. Daha sonra hac menâsikini (gerekli bilgilerini) öğreterek, ihramlı bir şekilde Mina'ya ve yollarda "tehlîl" ve "telbiye" getirilerek Arafat'a varıldı. Vakfe'den sonra Müzdelife'ye, oradan da Mina'ya gidildi. Kurban kestirdi ve şeytan taşlama (remyu cimâr) yaptırdı. Kısaca haccın bütün menâsikini öğretti. Haccın bu usul ve erkânı, Hicaz halkına Peygamber olarak gönderilen İsmail (a.s) tarafından da ümmetine öğretildi. Daha sonra İshak peygamber Mekke'ye gelerek, büyük kardeşi Hz. İsmail ile birlikte hac yapmıştır.[18]

İbrâhim as. bütün Hac amellerini yaptırdıktan sonra, kendisi, dönüp Şam’a gitti. İbrâhim as. her yıl, Mekke’ye gelir, zevcesi Hz.Sare ile oğlu İshak as. ile birlikte Hac farizasını yerine getirirlerdi. İbrâhim as’dan sonra ki peygamber ve mümin olan ümmetleri de, Mekke’ye gelip Hac etmişlerdir. Ümmetleri helak olan Peygamberler, Mekke’ye gelirler, ömürlerinin sonuna kadar, orada, Allah’a ibadet ve taâtle meşgul olurlardı.

Böylelikle Haca gelip vefat eden peygamberlerden doksan dokuzunun, Makam-ı İbrâhim ile Zemzem arasındaki yerde gömülü bulunduğu ve yetmiş peygamberin, Mina’daki Mescid’de namaz kıldıkları da,

rivayet edilmiştir. [19]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/128.

[2] İSTÎLÂM: Selâmlamak. Hac ve umre ibâdetinde Kâbe'yi tavafa (etrâfında dönmeye) başlarken veya tavaf sırasında Hacer-ül-esved (Cennet'ten indirilen taşın) önüne gelindiğinde, elleri namaza durur gibi kaldırıp tekbir, tehlîl getirerek (Allahü ekber, lâilâhe ill allahü vallahü ekber diyerek) onu selâmlamak ve el sürüp öpmek. İzdihâm (kalabalık, sıkışıklık) dolayısıyle el sürülemiyorsa, uzaktan elleri kaldırıp, işâret yapmak, sonra avucunun içlerini öpmek. İstîlâm, haccın sünnetlerindendir. İbn-i Âbidîn.

[3]“Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre: Peygamberimiz “Kâbe’yi tavaf, Safa ile Merve arasında Sa’y etmek ve Cemreleri atmak, ancak, Zikrullahı ikame ve tesbit için teşri kılınmıştır” buyurmuştur. Ahmet b.Hanbel, Müsned c.6, s.75,139; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 204.

[4] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.66,67; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258,259; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 204.

[5]“Arafatta, Arafat denilmesinin, Adem as, Hz.Havva ile orada buluşmalarından ve birbirlerini orada tanımalarından ileri geldiği de, rivayet edilir.” İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.40; Taberi-Tarih c.1, s.60; Sâlebi-Arais s.34; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.37; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.204.

[6] Kur’an-ı Kerim: Hacc, 22/27.

[7] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.518; Ezraki, Ahbaru Mekke c.1, s.67; Halebî-insanüluyun c.1, s.258; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[8] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.67, 68; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[9] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67,68; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[10] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258-259; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[11] Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.327; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.150,151; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.260; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[12] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.518; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.150; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[13] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97; İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.521; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.150; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.258; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.205.

[14] Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1,s.327; İbn.Asakir-Tarih c.2, s.151; Halebî-İnsanüluyun c.1, s.260; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[15] İbn.Ebî Şeybe-Musannef c.11, s.521; Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.67; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.151; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.205.

[16] Abdurrezzak-Musannef c.5, s.97,98, Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.67; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.327; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: 205.

[17] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.48; İbn.Asâkir-Tarih c.2, s.160; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.205.

[18] Şamil, İslam Ansiklopedisi, Kabe Maddesi, c.3.

[19] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.68-74; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.206.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:03   #239
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İnsanlar İçin Haccın Önemi :
“Bir zamanlar İbrâhim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut. İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler. Ta ki kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günler de Allah'ın ismini ansınlar . Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâbe'yi) tavaf etsinler. Durum böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.”[1]




Hacc, müslümanların, davalarının doğduğu, babaları İbrahim'in eliyle Hanif dininin başladığı ve yüce Allah'ın yeryüzünde sırf kendisine ibadet edilen ilk ev kıldığı Kâbe'nin yanında gerçekleştirdikleri yıllık genel kongreleridir. İnsanları bu yüce mananın etrafında toplayan ve onları Rabblerine bağlayan Haccın böylesine bir amacı ve hatırası vardır. Evet akide manası etrafında... Ruhun, insana kendi ruhundan üflemek suretiyle onu insan kılan yüce Rabbine karşılık vermesi.. Bu mana gerçekten insanların etrafında toplanmasına değer... Bu mananın ilk defa fışkırdığı bu mukaddes yerlere her yıl gruplar halinde gitmek gerekmektedir."[2]

Hac, bir arınma eylemidir. Geçici ve fani şeyleri terkedip, kalıcı ve ebedi olana yönelmedir. Hac, kişinin nefsini temizlemesi, kendisini Allah’ın huzurunda hissetmesi ve O’nun mağfiretini dilemek için bir fırsatı ilahiyedir. Allah, inanan kullarının kendisine ahiret için dilekte bulunmalarını istediği gibi, ahireti unutmadan dünyalık olarak da hayırlı şeyleri, güzel şeyleri dilemelerini yasaklamıyor. Allahu Teala, hac ibadetinin nasıl yapılacağını ve hangi şeyleri yapmanın hacda yasak olduğunu, kendisinden nelerin dilenmesi gerektiğini ve O’nun bize vaadettiklerini de ayetleriyle bize açıklamaktadır.[3]

Bir ibadet şekli olan ve kendine has bir remz, bir mecâz görünüşündeki Hac, insanı en az oruç kadar tesir altında bırakan bir mecâz görünüşündeki Hac, insanı en cz orç kadar tesir altında bırakan bir semboller dizisidir. İşte bu Hac, (diğer dinlerde olduğu gibi) ne bir aziz veya bir veli’nin kabrini ziyarat ve ne de bir mucizenin cereyan ettiği bir yeryüzü köşesini ziyaret ve hatta ne de tabiat üstü bir olayın cereyan ettiği bir mahalli ziyaret’ten ibaret bir ibadet’tir; gerçekte bu ibâdet çeşidi, Allah’ın Evi (:Beytullah)’ın ziyaretten başka bir şey olamaz. Allah hakikatte insanın beş duygusu ötesinde ve mekan’dan sıyrılmış bir varlıktır, bir gerçektir. İnsanın ibadet ihtiyacını karşılamak üzere, biz O’nu bir sembol, bir mecaz ileifade edip tefekkür ederiz. İslâmdan gayrı diğer dinerde ise Allah, O’nu semboliz etmek üzere, Kerem, Kudret, Yaratma, İlim ve diğer herhangi bir sıfatı (esma’sı) ile ele alınır ve bu sıfat, insan eliyle imal edilmiş bir putta remzedilir, suretlendirilir. İslâm ise, Allah’ın Evi: (Beytullah) sembolünün seçmiştir ki, bütün sıfat ve Esmâ’sı ile birlikte, O bu ev’in Sâhibi ve Şâğili olarak bu remz ve mecâzın arkasına gizlenmiştir ve insana has beş duyu ile algılanması ve idrâki mümkün olmayan bu Varlığın zatının, Beytullah’ta insan eliyle yapılmış her hangi bir müşahhas (somut) şekil ve suret ile ifade edilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Allah’ın evi olan Kâ’be’de Allah’ı remzeden sembolleştiren (hâşâ) bir şekil ve suret asla bulunmamaktadır. Allah’ı bize anlatıp ifâde eden Esmâ-ı Hüsnâ (: Allah’ın Güzel İsim ve Sıfatları) arasında bulunan Melik (Hükümdar) sıfatı, Allah ile insan arasındaki ilişkiyi bize tavsif edip anlatan en iyi ve en uygun sıfat gibi durmaktadır: Bir yanda mutlak kudret ve meretme gücüne sahip bir Hükümdar (: Melik) olarak Allah, diğer yandan onun bütün emir ve arzularını yerine getirmeye hazır ve mükellef olan kul-köle (:tebea) İnsan, Kur’an-ı Kerim’de bu ilişki, muhtelif ayetlerde pek güzel ifae edilip kullanılmıştır.[4]

“Gönül ister ki hacc yolculuğu turistik yolculuk ötesinde, bir soluk alma arzusu ötesinde gerçekleşsin. (Maide: 5/1) Sembolik değerlerin ibadet ritüelleri tam olarak yerine getirilsin. Hacc ibadeti bugünkü biçimiyle gerçek anlamda yapılamamakta, ibadet ritüelleri, amacına uygun tam yerine getirilememektedir. Dünyanın siyasi konjoktürü, ülke anlayışı ve ülkenin iç politikası Hacc’ın gerçek anlamını engellemektedir. Allah Teala’nın arzuladığı ve davası uğrunda canını vermeğe hazır severlerine verdiği sosyal güvence amacıyla Beytullah’a sığınanlar, günlerce kurşun yağmuru altında şehit edilmişlerdi. Allah Teala’nın sosyal güvencesi kalmamıştır. Beytullah’ın harem, yani dokunulmazlığı, siyasi saygınlığı yerine getirilememektedir. Hatta hilafet merkezi Mekke-Medine-Cidde üçgeninde Haccın vizesiz, belki de pasaportsuz yapılabildiğinde sosyal güvnce çok güzel anlaşılmış olacaktır.”[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kur’an-ı Kerim: Hac, 22/26-30.

[2] Seyyid Kutub, Fîzilâli’l-Kur’an, Dünya Yayınları: 2/132-133.

[3] Şaban Piriş, Hz. İbrahim. Denge yayınları: s.66.

[4] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.737,238.

[5] Salih Parlak, Kur’an-ı Kerim Meal Tefsiri, 2001 Yayınları: 125-126.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 02:04   #240
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hac, Sadece Ferdî Bir İbâdet Değil; Ümmetin Yıllık Büyük Kongresidir :
Hac; fizikî, mânevî ve mâlî açıdan İslâm'daki ibâdetlerin en kapsamlı olanıdır. Îfâsı, hem zamana, hem de mekâna bağlıdır ve değiştirilmesi ya da ertelenmesi söz konusu olamaz. Ne var ki her yıl milyonlarca müslüman bu büyük ibâdeti gerçek mânâsını ve önemini kavramaksızın îfâ etmektedir. Birçoklarınca hac, mekanik bir biçimde yapılmakta ve Allah Teâlâ'nın murad ettiği çeşitli amaçlar ve işaretler gözden kaçırılmaktadır.

Bedensel olarak hac, çok meşakkatli, hasta ve sakatların altından kolay kalkamayacakları bir ibâdettir. Diğer ibâdetlerde olduğu gibi, haccın ilk ve en önemli şartı niyet etmektir. Müslümanların çoğu için hac, aynı zamanda kişinin kendi evinden yurdundan çıkıp Mekke'ye Allah'ın evine hicret etmesini içerir. Bu hicret, belli aylar içinde gerçekleştirilir.[1] Bu aylar: Şevval, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır. Maalesef Suudî rejimi tarafından hac, Zilhicce ayının birkaç gününe sıkıştırılmıştır. Daha önceden (Şevval ve Zilkade aylarında) hacca gelmek isteyen insanlara büyük zorluklar çıkartılmakta ve hacılar hacdan sonra alelacele bölgeden gönderilmektedirler.

Hac, belli fiillerin belli biçimlerde yapılması demek olan menâsikını aşan boyutlarıyla kavranmak durumundadır. İlk ve en önemli husus, kulun Yaratıcısına, Rabbine mutlak teslimiyeti ve bağlılığıdır. Telbiye, kulun tüm varlığı ile Allah'a yöneldiğinin ve diğer tüm otoriteler ve bağlılıklardan yüz çevirdiğinin özlü bir ifâdesidir. "Lebbeyk Allahumme lebbeyk; lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk; inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk, lâ şerîke lek -Ey Allah'ım! Senin dâvetine icâbet ediyorum. Senin ortağın yoktur. Hamd ü senâ ancak Sanadır. Her nimet Sendendir, mülk de Sana mahsustur; senin şerîkin yoktur.-" Telbiye, tam bağlılık demektir; burada artık ikili hesaplara yer yoktur. Ama ne yazık ki, birçok müslüman bu sözleri, mânâsı hakkında hiçbir bilgi sahibi olmaksızın tekrarlayıp durmaktadır. İşte bu kavrayış eksikliğidir ki, Ümmet'in bugün yüz yüze olduğu sorunların temelini teşkil etmektedir.

Hac, büyük bir eşitleyicidir. İki parça dikişsiz beyaz örtüden oluşan ihram, her türlü sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırır; Allah önünde herkes eşittir. Her gün kıldığımız namazda da konum ya da yetki farkı olmaksızın aynı safta yan yana gelmekteyiz. Fakat namazda insanlar arasında mevcut bulunan ekonomik seviye farklılıklarını yansıtan giyim için bir standart ve sınırlama yoktur. Ancak, hacda durum böyle değildir; herkes aynı iki parça bezi giyinmek, daha doğrusu sarınmak zorundadır. Arafat'ta vakfe, aynen kıyâmet gününde Allah'ın huzûrunda durmaya benzemektedir. Kişi burada geçmişte yaptığı bütün eylemleri hatırlar; tam bir samimiyetle Allah'ın affediciliğine sığınır; çünkü O, bunun af için en uygun zaman ve mekân olduğunu bildirmiştir.

Hac bütün yönleriyle nebevî gelenekle, peygamberlerin hâtıralarıyla irtibatlıdır. Haccın menâsikı, Hz. İbrâhim (a.s.)'in Allah'ın emrine uyarak büyük bir teslimiytle gerçekleştirdiği fedâkârlık eyleminin temsilî bir ifadesidir. Ne kendisi, ne de oğlu İsmâil (a.s.) Allah'ın emrine uyma konusunda bir tereddüt göstermişlerdi. Hac, günümüz ile onların tarihi arasında bir köprü kurar ve nefsimizi, amellerimizi, hayatımızı arındırmak için bizlere fırsat sunar. İbrâhim, Hâcer, İsmâil ve Hz. Muhammed (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) gibi birçok büyük örneğin izlerinden yürümemize zemin oluşturur. Kâbe'yi tavaf etmekle yalnız Allah'a olan bağlılığımızı gösteririz. Bizler O'nun evinde, O'nun misafirleriyiz ve yalnız O'ndan yardım niyaz ederiz. Tavafı tamamladıktan sonra Makam-ı İbrâhim'de iki rekât nâfile namaz (Hanefî fıkhına göre vâcip olan Tavaf namazı) kılmak için durduğumuzda İbrâhim (a.s.)'in hâtırasını canlandırırız. Safâ ve Merve tepeleri arasında sa'y, Hz. İbrâhim'in karısı Hz. Hâcer'in susuzluktan ölmek üzere olan yavrusu için çırpınırcasına su arayışının bir temsili, yeniden canlandırılmasıdır. Zemzem kuyusunda susuzluğumuzu giderdiğimizde, aynı zamanda bebeği ve annesini ölümden kurtaran İlâhî yardımı da tadarız.

Mekke'den Mina ve Arafat'a yapılan yolculukta bilâhere Müzdelife üzerinden Mina'ya dönüşte oldukça zengin bir temsilî yön ve kendini adama boyutu mevcuttur ve bunlar da ancak bu şekilde kavranılmalıdır. İslâm'ın büyük ordusunun yürüyüşüdür bu; Allah'a yönelen bir yolculuk. Başka güçlere yer yoktur burada. Arafat vakfesi, mekanik bir egzersiz değildir; amellerimizden hesap sorulacağımız kıyâmet gününü hatırlatmalıdır bize. Hac sırasında kefene benzer bir kıyafet içindeki milyonlarca insan Allah'ın huzuruna gelip rahmetine ve bağışlayıcılığına sığınır; kıyâmet günü ise tüm insanlar yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

Arafat'tan Müzdelife'ye hareket, daha önce değil; ancak güneşin batımından sonra başlamalıdır. Bu önemlidir. İslâm ordusu gece örtüsü altında hareket etmek için tüm tedbirleri almalıdır. Mina'daki şeytanlara atmak için Müzdelife'de taş toplamaktır hedef. Taşlar, İslâm ordularının Mina'daki üç cemerât tarafından temsil edilen şeytanlara karşı kullanacakları silâhlarını simgelemektedir. Her yıl müslümanlar öfke ve azimle taşlamaktalar şeytanı. Fakat ne yazık ki bu taştan sütunlar ile günümüz şeytanları arasındaki irtibatı bir türlü kuramamaktalar. İşte bu bağlantı kuramama sorunudur ki, aslî vazifelerimizi yapma önünde bize büyük engel oluşturmaktadır. Bizden istenilen acaba yalnızca taş sütunlara küçük çakıl taşları atmak mıdır? Ya İslâmî uyanışı yok etmek için müslümanları katleden ABD, Rusya, siyonist İsrâil, Hindistan, Sırbistan... gibi günümüz dünyasında işbaşında olan şeytanî güçler ne olacak? Bu ibâdetin gerçek anlamda îfâsı, ancak biz müslümanların taş atma eyleminin önemini kavraması ve kendi hayatımızda bu mânâyı gerçekleştirmemizle mümkün olacaktır.

Haccın dikkat çeken başka iki yönü daha mevcuttur. İlk olarak hac, tarihte ve çağımızda benzeri olmayan bir tarzda Ümmet'in yıllık olarak gerçekleştirilen büyük bir kongresidir. Ümmetin birliğini yansıtır. Dünyanın her yerinden müslümanların bir araya gelmelerine rağmen, büyük bir çoğunluk diğer kardeşlerine ilgisiz biçimde gelip geri dönmektedir. Bu kaybedilen büyük bir fırsattır. Allah bizden birbirimizi tanımamızı istiyor; hac bunun gerçekleştirilmesi için büyük bir imkân. Fakat pek çok müslüman öyle bir şekilde hac îfâ etmekte ki, yanı başındaki milyonlarca kardeşinin sorunlarından veya imkânlarından bütünüyle habersiz kalmakta.

Bununla bağlantılı bir diğer konu da, Kur'an'ın bir emri olan hac sırasında müslümanların müşriklerden berî olduklarının ilânı görevidir.[2] Bu âyetler hicretin 9. yılında müslümanlar hac görevini yerine getirmek üzere Hz. Ebûbekir (r.a.)'in önderliğinde Medine'den Mekke'ye doğru yola çıkmalarından sonra inzal olmuştu. Hz. Peygamber bu âyetleri Arafat'ta duyurması için aceleyle Hz. Ali'yi yolladı. Müşriklerden uzak olma (berâ), Kur'ânî bir emirdir. Buna rağmen resmî dogmalar ve tarihsel çarpıtma sâyesinde bu açık ve net mesaj bulandırılmış ve hatta unutturulmuştur.

Hac, Ümmetin birliğini, Allah'ın dinine bağlılığımızı ve İlâhî emirler ve Rasûlullah'ın örnekliği doğrultusunda dünyanın tüm baskıcı güçlerine karşı tavır alma kararlılığımızı dile getirmek için büyük bir fırsat sunmaktadır. Filistin halkının çaresizliği ve Kudüs'te siyonistlerce sürdürülen işgal, haccın İslâm'ın düşmanlarına karşı müslümanları harekete geçirmek için değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Biz müslümanlar bu âcil görevi yerine getirmeyi başaramazsak, kıyâmet gününde Rabbimize karşı hesap vermemiz mümkün olamayacaktır. Haccın İlâhî ve nebevî muhtevâsından boşaltılarak kalıplaşmış bir tür törene ya da ticarî bir panayıra dönüştürülmesi kabul edilemez. Mevcut hal maalesef budur. Bu halin giderilmesi ve Kur'an'daki haccın, Rasûlullah'ın sünnetindeki haccın, yani gerçek haccın canlandırılması günümüz müslümanlarının önündeki büyük bir vazifedir.[3]

Müslümanın rûhunun susuzluğunu gidermesi, yüce sevgisinin ateşini söndürmesi, putperestlik haline gelen âdet ve alışkanlıklarına karşı isyan etmesi, Ramazan’da midesini dinlendirmek sûretiyle ruhunu doyurması mümkündür. Fakat sınırlı bir zamanda ve muayyen saatlerde. Üstelik hırçın bir denizin küçük bir adayı kuşatması gibi oruçluyu kuşatan ve orucun etkisini azaltan çok yemek, israf etmek, gereğinden fazla istirahat etmek ve isyankâr bir toplum içinde yaşamak gibi faktörlerle... Bütün bunlarla beraber müslüman, dar ve eski hapishaneden kurtaracak, her türlü kayıt ve bağları koparacak bir sıçrayışa muhtaçtır; diğer taraftan hepsi eski alışılmış, sınırlı ve kayıtlı, monoton ve yapmacık bir âlemden tamamı gerçek sevgi olan bir âleme intikal etmesi de zarûrîdir. O öyle bir âlemdir ki müslüman ona kavuştumu her türlü kölelikten kurtulur, her türlü puta isyan eder, ırk ve renk ayrımına karşı gelir, Allah’ın birliğine, insanlığın vahdetine, akîdenin tekliğine, gâyenin aynılığına inanır. Orada bütün insanlar koro halinde “lebbeyk...” diye nidâ ederler. Şüphesiz müslüman, her gün kıldığı namazdan, Ramazan’da tuttuğu oruçtan ve şartları tahakkuk edince verdiği zekâttan sonra, sevgi ve muhabbetin kaynaştığı, âbid ve ihlâslıların toplandığı bir mevsimi görmeye muhtaçtır.

“Seven kimse, sevdiğine nisbet edilen her şeyi sever. Allah’ı seven de O’nun şiarlarına karşı sevgi ve saygı duyar. Kâbe, Allah’a nisbet edilmiş ve “Beytullah -Allah’ın evi-” adını almıştır. Vaad edilen mükâfatlar şöyle dursun, burayı ziyâret için yalnız Allah’a nisbet edilmesi bile kâfîdir.”

“Bazen insan, Rabbini son derece arzular; bu arzusunu dindirmek için bir şey arar ve hacdan başkasını bulamaz.”[4]






--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara: 2/97.

[2] Tevbe: 9/3.

[3] Zafer Bangaş, Crescent, Haksöz, sayı 120 (Mart, 2001), s. 42-43.

[4] Şah Veliyyullah Dehlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa; Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi